Sayı 8 - TüvTürk
Transkript
KARİYER BİLEN AZ, TERCİH EDEN ÇOK: AKTÜERYA 10 11 12 2013 İyilik tohumları Tarihten Rastgele rastgele tarih oldular: Boğaz’ın balıkları Söyleşi Maskülen rollerin oyuncusu: Hatice Şendil SOSYAL MEDYA BİLGİSAYAR OYUNLARI SİNEMA-TV TİYATRO-SERGİ English Summary of Contents Henüz yolun başındayız... TÜVTÜRK ailesinin değerli üyeleri ve saygıdeğer TÜVTÜRK dostları, Yaz aylarını geride bıraktık. Yeni heyecan ve koşuşturmaların başladığı, sonbaharın hüküm sürdüğü günler yaşıyoruz. Yılın son aylarına yaklaşmamız sebebiyle iş yoğunluğumuzda da gözle görünür bir artış söz konusu. Böylesi yoğun bir tempo içindeyken, sizlere kısa bir mola verdirmek, zengin bir içeriğe sahip dergimiz aracılığıyla keyifli birkaç saat geçirmenize vesile olmak üzere yine karşınızdayız. Son çeyreğine girdiğimiz 2013, bizler için son derece hareketli ve bir o kadar da verimli bir yıl oldu. İçinde bulunduğumuz yılın istatistiklerine göz attığımızda, araç muayenesi adetlerinde bir önceki seneye kıyasla artışın olduğunu, fakat bunun yanında muayeneden kalma oranının da azaldığını görmekteyiz. Bu durum, faaliyetimizin trafik güvenliğine sunduğu pozitif katkının da kanıtı aynı zamanda. Diğer taraftan, henüz yolun başında olduğumuzun, atmamız gereken daha birçok adımın olduğunun farkındayız. Motosiklet ve traktörlerle ilgili istatistiksel veriler, muayeneye gelme oranlarının düşüklüğü bizleri özellikle bu alanlarda daha fazla çalışmaya sevk ediyor. Bizi daha fazla adım atmaya yönelten bir diğer konu ise egzoz gazı emisyon ölçümleri. Ağustos ayı ile birlikte artan kontroller ve kesilen yüksek meblağlı cezalar, egzoz gazı emisyon ölçümlerinin ne derece önemli olduğunu bir kez daha ortaya çıkardı. Emisyon ölçümü yapılmadan, kanundışı olarak verilen pulların, olası kontrollerde çıkacak uygunsuz değerler karşısında hiçbir anlam ifade etmediğine ve bu yolu seçen vatandaşlarımızın yüksek cezalarla karşılaştıklarına şahit olduk. Uluslararası standartlarda ölçüm hizmeti veren TÜVTÜRK, ülkemize hem çevresel hem de ekonomik alanda çok büyük katkılar sağlarken, gerekli ölçümleri bizim istasyonlarımızda yaptıran vatandaşlarımızın kendilerini bu konuda çok daha güvenli hissettiğine de tanıklık ediyoruz. “Marifet iltifata tabiidir” sözü, yaşamda bir kez daha karşılığını buldu. Son yılların en önemli sosyal sorumluluk projelerinden biri olan, trafik güvenliği konusunda ülkemize büyük katkılar sunduğuna inandığımız, birçok ilgili kurum ve kuruluşla birlikte TÜVTÜRK olarak bizim de içinde yer aldığımız Trafikte Sorumluluk Hareketi’ne ait bir uygulama, ARVAK tarafından düzenlenen A-Awards Açıkhava Ödülleri’nde “En İyi Kentsel Tasarım” ödülüne değer bulundu. Bizi ziyadesiyle memnun eden bu ödül nedeniyle başta reklam ajansımız Drive Dentsu olmak üzere emeği geçen tüm arkadaşlarıma teşekkürü borç bilirim. ARAÇ MUAYENESİ KONUSUNDAKİ İSTATİSTİKİ VERİLER, FAALİYETLERİMİZİN TRAFİK GÜVENLİĞİNE SUNDUĞU POZİTİF KATKININ DA KANITI AYNI ZAMANDA. Son olarak dergi yayın tarihimizden sadece bir hafta sonraya denk gelen Kurban Bayramı’nızı en içten dileklerimle kutlar; uzun bayram tatilini sevdikleriyle birlikte geçirmek üzere yola çıkacak herkesin, hız ve emniyet kemeri başta olmak üzere tüm trafik kurallarına uymak konusunda azami gayret göstermelerini dilerim. KEMAL ÖREN TÜVTÜRK Genel Müdürü İSTASYON 3 08 Teknoloji 16 Söyleşi 30 Gezi İçindekiler EKİM-KASIM-ARALIK 2013 06 Haberler Dünyada ve Türkiye'de öne çıkan, ilginç haberler... 08 Teknolojİ rolün kendisine farklı bir bakış açısı kazandırdığının altını çiziyor. 20 karİyer 38 Spor 30 GeZİ Yeni yerler keşfetmek ya da herkesin bildiği yerlere kendi gözüyle tanıklık etmek isteyenler için ideal mevsimdir Tarihçesi çok eskilere dayansa bile sonbahar. Bizim sonbahar rotamızda Teknolojideki son gelişmeler, Türkiye’de çok fazla tanınmayan Uzungöl, Şirince, Pamukkale, Nemrut yeni ürünler ve uygulamalar... Aktüerya, artık gençlerin kariyer ve Kapadokya var. planlarında daha fazla yer almaya 10 Hayat Dayanıklı, lezzetli ve sürdürülebilir atalık tohumların korunması için Ve beklenen oldu… Formula 1 yetkilileri, eskisine zıt bir anlayış benimsedi. Motor hacminin 1,6 Boğaz’ın balıkları, aşı avlanma ve litreye, silindir sayısının ise 6’ya kirlilik yüzünden birer birer yok düşmesini öngören bir karara imza Dila Hanım’a küçük ekranda oldu. Ne balıklardan ne de balıkçılık atıldı ve böylece ortaya çevreyle tekrardan can veren Hatice Şendil, kültüründen eser kaldı. daha dost bir yarış çıktı. 16 Söyleşİ İSTASYON 24 TarİhTen Sayfalar 36 oToMoBİl Bir zamanlar bolluğu ile meşhur gösterilen çabalar artıyor. 4 başladı. 10 Hayat 38 SPOr Türkiye, ekstrem spor meraklıları arasında popülaritesi giderek artan rafting için son derece ideal bir ülke. 44 Sağlık Vücudun hemen her yerinde kendini gösteren kanser, deriyi de es geçmiyor. 46 UZMan GöZüyle Egzoz gazı emisyon ölçümü. 48 SoSyal Medya Sosyal medyadaki gelişmeler. 50 OyUN Konsol ve mobil oyunlar. 52 PoPüler külTür Sinema, televizyon, sergi… 56 TüVTürk TÜVTÜRK'ten haberler 62 enGlıSh SUMMary İmtiyaz Sahibi TÜVTÜRK Kuzey Taşıt Muayene İstasyonları Yapım ve İşletim A.Ş. Adına Kemal Ören Yönetim Yeri Büyükdere Caddesi, No: 255 Kat: 17-18 MaslakŞişli-İSTANBUL Yayın Yönetmeni Sema Uludağ Yayın Koordinatörü M. Koray Özcan (Sorumlu Müdür) Görsel Yönetmen Kemal Toğanç Yapım Yeri Doğuş Grubu İletişim Yayıncılık ve Ticaret A.Ş. Doğuş Power Center Ahi Evran Polaris Caddesi No: 4 Maslak 34398 İstanbul Tel: 0212 304 00 00 (Santral) Baskı yeri Ömür Matbaacılık A.Ş. Beysan Sanayi Sitesi Birlik Cad. No: 20 Haramidere-Beylikdüzüİstanbul Tel: 0212 422 76 00 Yayın Türü Üç aylık yaygın süreli yayın, TÜVTÜRK Araç Muayene İstasyonları kurumsal yayınıdır, parayla satılmaz. [email protected] İSTASYON 5 HABerler İşTe muTluluğun formülü Ön camdaki yol haritası Çalışanların mutluluğu, verimi artıran temel unsur… TinyPulse, personelle patron arasındaki çekinceleri kaldırıp sorunları çözebilmek ve dolayısıyla verimi artırmak üzere üretilen bir program. n Hepimizin hafızasında yer n BBC’de geçtiğimiz günlerde yayınlanan Nastaran Tavakoli Tünelin sonundaki ışık n Ölümün eşiğinden dönenlerle yapılan sohbetlerde en sık duyulan cümle şu olsa gerek: “Tünelin sonundaki beyaz ışığı gördüm.” Kurulan cümlenin doğru olup olmadığını bilmek, gerçekten öyle bir ışığın varlığını kanıtlamak çok zor elbette. Buna rağmen biliminsanları hemen her alanda olduğu gibi bu konuda da araştırmalarına devam ediyorlar. Hatta araştırmalarının sonuçlarını kamuoyu ile paylaşıp şaşkınlık da yaratabiliyorlar. Tünelin sonundaki beyaz ışıkla ilgili son bilgi ABD’deki Michigan Üniversitesi’nden geldi. Açıklamaya göre biliminsanları ölmek üzere olan sıçanların beyin dalgalarında yüksek seviyede aktivite gözledi. Hayvanların kalbinin durmasından sonraki 30 saniye içinde gama salınımları olarak bilinen yüksek frekanslı beyin dalgalarında ani bir yükselme tespit edildi. Bu durumdan yola çıkan araştırmacılar, tünelin ucundaki ışığın beyindeki elektrik dalgalanmalarının aniden yoğunlaşmasından kaynaklanabileceği sonucuna vardılar. Konuyla ilgili Amerikan Bilimler Akademisi’nin dergisine açıklama yapan Dr. Jimo Borjigin, insanlarda da benzer bir durumun söz konusu olabileceğini; beyinde faaliyetlerin yoğunlaşması ve algılama seviyesinin artmasının, ölüm anı deneyimlerini açıklayabileceğini söyledi ve ekledi: “İnsanların ışık görmeleri, beynin görme merkezinin yüksek seviyede uyarılmasından kaynaklanabilir.” 6 İSTASYON imzalı bir haber, dikkatleri bir kez daha çalışanların işlerini yaparken mutlu olması gerektiğine çekiyordu. Habere göre, Seattle merkezli tasarım şirketinde bir çalışan, diğerlerine şirketten istifa etmelerine vesile olacak şeyler anlatıyordu. Neler olup bittiğini çalışanlarla konuşarak anlamaya uğraşmanın boşuna bir çaba olduğunu fark eden şirket sahibi Amy Balliett, işin içine TinyPulse adlı programı dâhil etmeye karar verdi. Program sayesinde çalışanlar, isimlerini gizli tutarak Balliett’e ulaşabildiği gibi yaşanan sorunları tüm çıplaklığıyla aktarma şansına sahip oldu. Amy Balliett için geçerli olan durum, birçok patronu da yakından ilgilendiriyor aslında. Zira Amerika’da yapılan araştırmalar, çalışanların neredeyse yüzde 70’lik bölümünün kendilerini işyerlerine ait hissetmediklerini ya da devre dışı bırakılmış hissine kapıldıklarını gösteriyor. Bu da işte verimi azalıyor… İşte TinyPulse, tam da bu noktada imdada yetişiyor. TinyPulse’un kurucusu David Niu, programı oluşturmadan önce çeşitli şirketlere gidip araştırmalar yaptı ve işverenlerle karşılaştıkları sorunlar üzerine görüştü. Kendisi de daha önce farklı şirketler kuran ve çalışanlardan birinin istifa etmesinin patronlarda yarattığı ruh halini iyi bilen Niu, mesaisinin önemli bölümünü hangi durumların personeli istifaya sevk ettiğini anlamaya çalışarak geçirdi. Şirketlerin kendi içinde, yıllık olarak yaptıkları değerlendirme anketlerinin yeterli sonuç vermediğine inanan Niu, sonunda, çalışanların ne Bİr Bİlmece daha çözülüyor Biliminsanları, soyu tükenmiş Güney Afrika kaplumbağası Eunotosaurus’un fosilleşmiş iskeletini buldu. İskelet, kaplumbağa kabuklarının oluşumuyla ilgili birçok veri sunuyor. kadar mutlu olduklarını görmek için, haftalık periyotlarla kısa anketler hazırlayan ve anket sonuçlarını grafiğe dönüştürüp patronlara ulaştıran TinyPulse programını oluşturdu. Amy Battiett örneğinde olduğu gibi bu program, çalışanların patronlarıyla iletişim kurarken kimliklerinin gizli kalmasını sağlaması açısından da önemli. Aslında çalışanların mutlu olup olmadığını öğrenmenin tek yolu TinyPulse değil, sağlık sektöründe kullanılan cihazlar mutluluk düzeyini ölçebiliyor. Uzmanlar, insanları zorlamanın beyin için kötü olduğunun, zorlanan kişilerin randımanının artmadığının altını çiziyorlar. Konuşan tren camları n Binilecek tren konforlu, yol boyunca akıp giden manzara izlenmeye değerse tren yolculuğunun sunduğu keyif bambaşkadır. Türkiye’deki demiryolu ağının karayollarına kıyasla geride olduğu malum, ama birçok Avrupa ülkesinde durum daha farklı. Avrupalılar seyahatlerinin önemli bölümünde demiryollarını kullanıyorlar. Avrupalıların demiryolu seyahatine verdiği önemi bilen ve ilgiyi markaların yararına çevirmek isteyen Almanya’dan bir firma, trendekilere reklam dinletebilmek amacıyla yolcuların başlarını cama yasladıklarında aktif hale gelecek bir sistem geliştirdi. Sistem yolcunun uyumak ya da dinlenmek üzere başını cama yaslamasıyla devreye giriyor. Camdan gelen ses sinyallerinin yaydığı titreşimler sayesinde kişi reklamları kafasının içinde duymaya başlıyor. İlk olarak, Cannes Uluslararası Yaratıcılık Fuarı’nda tanıtılan ve henüz deneme aşamasında olan sisteme yönelik eleştiriler de hayli fazla. Zira yapılan birçok yorumda bunun kişinin dinlenme hakkına saldırı olduğunun altı çiziliyor. n Hayat bilmecelerle dolu… Bugünlere ulaşana kadar binlerce bilmece çözdü insanlık. Ama ne kadar ilerlenmiş olunursa olunsun, bazı şeyler gizemini korumaya devam ediyor ve biliminsanları bu gizemi çözebilmek amacıyla günlerini, yıllarını veriyor. Örneğin kaplumbağalar, daha doğrusu kaplumbağa kabukları, bilimle uğraşanların uzun süredir ilgi alanındaydı. Kaplumbağa kabuklarının nasıl bir evrim sürecinden geçtiğine ilişkin araştırmalar yapan biliminsanları, literatürde bağa adı verilen kemiksi kabuk aracılığıyla ulaştıkları yeni bilgiler sayesinde bir bilmeceyi daha çözmek üzereler. Soyu tükenmiş Güney Afrika sürüngeni olan Eunotosaurus’un fosilleşmiş iskeletinin bu konuda çok yardımcı olduğunu söyleyebiliriz. Zira 260 milyon yıllık olduğu düşünülen fosil, yakın zamanda bulunan ve aynı soydan geldiği düşünülenlerden belirgin farklar göstermekle kalmayıp araştırmacılara farklı dönemlere ait fosilleri karşılaştırma imkânı da sunuyor. Araştırmacılar, Eunotosaurus’ın sırtında tıpkı günümüzde yaşayan kaplumbağalarınkine benzer T şeklinde dokuz büyük kaburga kemiğinin bulunduğunu, ancak omurgalarıyla kaburgalarının birbirine kaynamadığını ve kaburgaları arasında diğer hayvanlarda görülen kaslardan bulunmadığını belirtiyorlar. Kaplumbağaların kabuklarının yaklaşık 50 kemikten oluştuğu; kaburgaların, omuz kemiklerinin ve omurların birbirleriyle kaynaması sonucunda kabuğun meydana geldiği biliniyordu. Son derece karmaşık yapıya sahip kabukların ilk kez 260 milyon yıl önce ortaya çıktığı da bilinenler arasında. Bundan 210 milyon yıl önce yaşamış bir kaplumbağanın fosili, oluşumunu tamamlamış bir kabuğa sahip. Ancak bu kaplumbağadan yaklaşık 10 milyon yıl önce yaşayan ve Çin’de bulunan Odontochelys semitestac olarak adlandırılan bir başka fosilde ise kabuğun tam oluşmadığı görülüyor. Kabuklar bu türün solunum sisteminde önemli bir işleve sahip. Kendisini korumak için kabuktan vazgeçen kaplumbağalar, evrim süreçlerinde karın bölgelerinde eşi benzeri olmayan bir kas bağı geliştirdiler. yüz yılda 11 santim uzadılar n Avrupalı erkekler artık daha uzun… Nereden mi biliyoruz? İngilizlerin yaptığı incelemelerden… İngiltere’deki uzmanlar, 100 yıllık dönemi ve 15 Avrupa ülkesinden binlerce erkeğin nüfus ve askerlik kayıtlarını ele alan bir çalışmaya imza attılar. Sonuçları Oxford Economic Papers’da yayınlanan, 1870 ila 1980 arası yılları kapsayan araştırmada, erkeklerin yaklaşık 11 santim uzadığı görüldü. 21 yaşındaki İngiliz erkeklerinin boyu 167,05 santimken 1970’li yıllarda 177,37’ye çıktı. Erkeklerin boyunun neden uzadığına ilişkin somut veri yok. Ancak uzmanlar bu durumu, eskiye oranla yaşam koşullarının iyileşmesine, kişi başına düşen gıda tüketiminin artmasına ve sağlığa daha çok özen gösterilmesine bağlıyorlar. edinmiştir; bundan çok değil 10-15 yıl önce çekilmiş, çoğu Amerikan menşeli filmde, şoförün hemen yanındaki koltukta oturan kişi – çoğunlukla bu ailenin annesidirkucağında tuttuğu koca haritadan ilerleyecekleri yolu bulmaya çalışır. Yolculuklar sırasında haritalardan ziyade içgüdülerine güvenen bizler için şaşırtıcı bir tablodur bu. Ancak ilerleyen teknoloji, söz konusu görüntüyü değiştirmeye kararlı. Çünkü artık hemen her aracın navigasyonu da var. Bu da sadece navigasyonun bile otomobil sektöründe ayrı bir iş alanı olarak var olmasına, çeşitli firmaların ortaya çıkmasına aracılık ediyor. Uydu navigasyonu firması Garmin de onlardan biri ve firma, otomobil sürücüsüne yolu ön camdan adım adım gösteren bir cihaz ve uygulama geliştirdi. Taşınabilir bu ekran, akıllı telefon aracılığıyla yön talimatları da dâhil birçok bilgiyi ön cama yansıtabiliyor. Yön belirten okları, mesafeyi, aracın hızını ve hız limitlerini içeren bilgiler, ön cama ya Garmin’in ürettiği cihazın yansıtıcı merceği aracılığıyla ya da cama yapıştırılan şeffaf bir plastik ekran üzerine aktarılarak yansıtılıyor. Uygulamanın özelliği bununla sınırlı değil. Sistem sesli talimatları, ya akıllı telefonların hoparlörleri ya da aracın Bluetooth kısa dalga radyo teknolojisiyle çalışan ses sistemi üzerinden verebiliyor. Uydu navigasyonu sistemini içeren, fiyatının yaklaşık 30 Dolar olması ve birçok ülkede sonbaharda satışa sunulması planlanan uygulamanın iPhone, Android ve Windows Phone 8’lerde kullanılması da mümkün. İSTASYON 7 HABerler HAZIRLAYAN: ReSuL BukSuR Apple pArmAktAn tAnıyor masaüstü tableti n Son yıllarda klasik masaüstü PC tarih oldu desek yeridir. İşte son örneği, all-in-one PC’ler; yani hepsi bir arada bilgisayarlar, şimdi tablet olarak da kullanılıyor. Asus’un yeni modeli Transformer AiO yeni nesil masaüstülere iyi bir örnek. İlk bakışta sadece bir Windows 8’li bilgisayar olarak algılanan Asus Transformer AiO’nun 18,4 inç boyutundaki ekranını yerinden çıkararak, bir Android tablet olarak kullanılabiliyor. PC olarak, 3. Nesil Intel Core i3/i5/i7 işlemci seçenekleri sunan AiO, tablet olaraksa, Android 4.1 Jelly Bean işletim sistemli 18,4 inçlik dokunmatik ekrana sahip. NVIDIA Tegra 3 işlemcili tabletin 2,4 kilogramlık ağırlığıyla bir hayli ilginç göründüğü de kesin. n Uzun yıllardır beklenen iPhone’ların, daha ucuz ikinci versiyonu, en sonunda piyasaya çıkıyor. Kısa süre önce düzenlenen bir organizasyonla iPhone 5’in yeni üst modeli olan S tanıtılırken, daha düşük fiyata sahip iPhone 5C de kullanıcıların beğenisine sunuldu. Apple yine de kontrolü elinden bırakmış değil. Telefon ucuz ama, sadece 100 dolar kadar ucuz. Aslında 5C ve 5S arasında donanımsal olarak bir fark yok. Tek fark kasada… Söz konusu modellerdeki temel yeniliklerden en önemlisi, şirketin yeni işlemcisi A7. Her iki telefonda da kullanılan işlemci, daha yüksek hız ve uzun pil ömrü sağlıyor. İkinci ve ilginç yenilikse parmak izi tanıma. Böylece telefon ve mobil cüzdan güvenliği konusunda önemli bir destek sağlanmış oldu. Parmak okuyucu alttaki tek tuşun altına yerleştirilmiş. Ama asıl bomba telefonlara yerleştirilen M7 adındaki yeni işlemci. M7, popüler sağlık ve spor verilerinin algılanmasını sağlıyor. Böylece ek bir aksesuara gerek kalmıyor. Ekim ayında piyasaya çıkacak iPhone modellerden 5S üç metalik renkle geliyor; gümüş, altın ve koyu gri. Müzik her yerde n Dağda, kırda, bayırda, yetmedi mi, denizde, havuzda, herkese müzik dinletebileceğiniz bir hoparlör ister misiniz? Ecoxgear bu özel tasarımıyla ses kalitesinde olduğu kadar dayanıklılıkta da iddialı. Ön taraftaki özel koruma bölmesi sayesinde zorlu koşullarda bile çalışıyor. Blutooth bağlantılı ve dört büyük pille çalışıyor. Üst taraftaki gömülü tuşlarla sesi rahatlıkla yönetebiliyorsunuz. Düşmelere karşı dayanıklı olduğu gibi, 150 Dolar’a satılan bu ürünü havuza attığınızda yüzdüğünü ve batmadığını görebilirsiniz. telefon sesimi tanıyor n Google’ın Motorola’yı satın aldıktan sonra piyasaya sunduğu ilk akıllı telefon Moto X, raflarda boy göstermeye başladı ve üç farklı özelliğiyle hemen dikkat çekti. Akıllı telefonlardan önce sıkça görülen değiştirilebilir kapaklara sahip. Kendi isminizi yazdırabileceğiniz arka panelde 18, ön panelde ise yedi farklı renk seçeneği sunulmuş. Şirket ikinci olarak, sadece Moto X’e özel uygulamalar geliştirmiş. Örneğin sizin sesinizi ve komutlarınızı tanıyıp işlemleri yapabiliyor. Bunun yanında ekran kapalıyken 10 saniyede bir, durumu göstermesi bir başka farklı özellik. Son olarak cihazda yer alan 2200 mAh’lik dev pil ve bu pil 24 saatlik bir kullanım süresi vaat ediyor. Bunların yanı sıra 130 gram ağırlığındaki Moto X’de 720 x 1280 piksel çözünürlüklü 4.7 inçlik bir ekran bulunuyor. 8 çekirdekli işlemci, 2 GB RAM, 16 GB ve 32 GB farklı depolama seçenekleri cihazdaki diğer özellikler. Arkada 10 MP Clear Pixel, önde ise 2 MP’lik kamera bulunuyor. Cepte pİkSel Savaşları n Akıllı telefonlarda kamera yarışı yeniden sertleşiyor. Samsung’un Galaxy Zoom’u ile telefonlara ilk defa hareketli lens sistemi getirmesine, Nokia’dan cevap gecikmedi. Finli üretici, 41 megapiksellik kamerayla donatılan Lumia 1020’yi piyasaya çıkarıyor. Lumia 1020’de ikinci nesil PureView teknolojisiyle; 41 megapiksel ve zoom özelliğiyle insanın gözünün sınırlarını zorluyor. Nokia Pro Camera uygulamasıyla gelen telefonda, Dual capture (çift çekim) denen yeni özellik sayesinde 38 megapiksel yüksek çözünürlüklü fotoğraflar çekebiliyorsunuz. Bunun için altı adet lense sahip optik sensör, düşük ışık koşullarında bile net fotoğraflar çekebilecek kapasitede. Ayrıca Rich Recording teknolojisi sayesinde 140dB’ye kadar sesleri kaydedebilen Nokia 1020, en gürültülü ortamlarda bile stereo sesli videolar çekebiliyor. Son olarak, opsiyonel olarak satılan kamera aksesuarıyla neredeyse tam bir kompakt kameraya dönüşüyor. Saat modası yükseliyor n Son birkaç ayda dünyanın önde gelen firmaları, birbiri ardında akıllı saatler çıkartıyor. i’m Watch, onların arasından sıyrılarak Türkiye’de de satışa sunulan ilk akıllı saat oldu. iPhone ve Androidli telefonlarla uyumlu olan i’m Watch; akıllı telefonların yerini almak yerine, Bluetooth bağlantısıyla doğrudan telefona ulaşmanızı ve yönetilmesini sağlıyor. Bu sayede çağrı yapma, SMS, e-posta, Facebook, Twitter, Instagram ve müzik gibi ihtiyacınız olan her türlü uygulamayı her an bileğinizde taşıyabiliyorsunuz. Türkiye’deki fiyatı ise 899 TL. küçük ama kaliteli 6 inç sınırı aşıldı n Ünlü ses ürünleri şirketi Bose, sonunda plaj çantasına sığacak boyutlarıyla SoundLink Mobile’ı tanıttı. Cep telefonlarından biraz büyükçe boyutlara sahip üründe hoparlör Bluetooh üzerinden kablosuz olarak bağlanıyor. Ağırlığıysa sadece 680 gram. Birçok farklı renkte kılıflarıyla sunulan ürün, 200 Dolar’a satılacak. n Akıllı telefon mu, tablet mi? Akıllı telefonların ekranı büyüdükçe büyüdü ve artık tablet telefonlar ayrı bir kulvar. Neredeyse her marka büyük ekranlı versiyonlarını çıkarıyor. Son olarak Sony tam HD 1080p çözünürlüğe sahip 6.4 inçlik tablet telefonunu piyasaya sundu. Oldukça ince tasarımıyla rekorları zorlayan ürünün su geçirmezlik özelliği de var. 8 İSTASYON İSTASYON 9 HAYAT İyilik tohumları Dayanıklı, lezzetli ve sürdürülebilir atalık tohumların korunması için gösterilen çabalar her geçen gün artıyor. Y ıllar önce Ekolojik Tarım, Turizm, Takas (TaTuTa) projesi için Buğday Derneği’nden arkadaşlarımla birlikte yaptığımız seyahatlerden birinde tanıştığımız Mustafa Bey ile köy hayatının yavaş yavaş sona erdiğini konuşuyorduk. Mustafa Bey, atalık tohumlarının kalmadığından söz etmiş ve üzülerek atalık akdarı tohumlarını nasıl yitirdiklerini anlatmıştı: “Bir süre önce annemin tohumluk olarak ayırdığı akdarı çuvalını ambarda bulan oğlumun tavuklara yem niyetine attığını öğrendim. Atalarımızdan kalan son akdarı tohumlarıydı...” Geçmişte Anadolu’da hemen her yerde yetiştirilen besleyici değeri yüksek bu tahıl, bugünlerde neredeyse hiç yetiştirilmiyor. Mustafa Bey’in anlattıklarına benzer hikâyeleri, sonra hemen her kır sohbetimizde dinledik: Gün geçtikçe azalan atalık tohumların, yerini gittikçe yaygınlaşan ticari tohumlara bıraktığını gördük, işittik. Diyarbakır karpuzu, Arnavutköy çileği, karabuğday (burçak), bardacık inci- 10 İSTASYON Anadolu’nun pek çok yerindeki küçük çiftçiler yerli tohumlarına pazar bulamadığı için, yüzyıllardır her türlü koşula uyum sağlayıp günümüze ulaşan dayanıklı tohumlar yok olma tehlikesiyle yüz yüze. ri, ayasu armudu azalan çeşitlerimizden bazıları. Tokat’ta devlet yetkililerinin, köy köy dolaşıp “verimi az” 30’dan fazla domates çeşidinin tohumunu çiftçiden alarak, verimi yüksek, ıslah edilmiş çeşitlerle değiştirdiğini öğrendik. Amaç, bölgede büyük hacimde üretilebilecek ve tüketicinin genel tercihine uygun tek tip domates çeşidine ulaşabilmekti. Verim artacak, ancak bu domatesi yetiştiren çiftçi her yıl yeniden tohum almak zorunda kalacaktı. Zira bu domates kendi tohumlarından domates üretme yeteneğine sahip değildi. Bir keresinde Burdur pazarında birkaç nesildir fide yetiştiren bir çiftçiyle karşılaşmıştım. Mevlüt Bey, özenle yetiştirdiği türlü çeşit sebze fidelerini mevsimine göre, üç–dört pazarda satıyordu. Mevzuat gereği satışta sorun İSTASYON 11 HAYAT Az zAhmetle, Az kAynAklA yetişen atalık ToHumlAr, kendilerine gösterilen özene büyük bir bereketle kArşılık veriyor. her birinin içinde bol gıdA, bol şifA vAr. yaşıyordu, çünkü tescil sürecinden geçmeyen ve sertifikalandırılmayan tohumlar, ticareti Tohumculuk Kanunu ile yasaklanmış durumda. Mevlüt Bey, sohbetimizde “Fidelerimi satın almak isteyenlerin yüzü suyu hürmetine pazarda satış yapabiliyorum” demişti. TOHUMLARI YOK OLMUŞ DÖNGÜLER Bu örneklerin hepsi sonuna gelmiş döngüleri işaret ediyor. Kendini devam ettiremeyecek tohumların hâkimiyeti, küçük üreticinin sürdürülebilir kaynaklara ulaşmasındaki zorluklar ve kaçınılmaz olarak, giderek ufalanan kırsal yaşam... Tohumları yok olmuş döngüler... Gıdamızı oluşturan bitkilerin birçoğunun anavatanı Anadolu… Örneğin ekmeğin hammaddesi buğday ve buğdaygillerin, nohutun gen merkezi Güneydoğu Anadolu. Türkiye’de kültür bitkilerinde gen kaynağı belirleme ve toplama çalışmalarını başlatan İstanbul–Yeşilköy Islah ve Deneme İstasyonu Müdürü Mirza Gökgöl, 30’lu yıllarda, 12 İSTASYON Geleneksel çiftçilik faaliyetinde güneşte kurutulan biberler, ekşiler, pekmezler, salçalar, tarhana gibi ürünler de geleneksel yapılış biçimleriyle, yerli tohumlar kadar değer taşıyor. Türkiye’nin her yanından binlerce buğday örneği toplamış, 18 binin üzerinde farklı tip ve bunların arasından da 256 yeni buğday varyetesi belirlemişti. Gökgöl, “Türkiye’de bulunan çiftçi çeşitleri, bitki ıslahçıları için sonsuz bir hazine” diyordu. Günümüzde atalık tohumlarını yitirme tehlikesiyle karşı karşıya olan Anadolu Yarımadası, biyolojik çeşitliliği çok zengin bir coğrafya. Bereketli topraklar ve kıtalar arasındaki konumundan olsa gerek, insanın yerleşik kültüre dair attığı ilk tohumların da bu coğrafyada yeşerdiği biliniyor. Tarihteki ilk köylerin kuruluşu, dolayısıyla yabani bitkilerin kültüre alınarak tarımın başlatılması, dahası hayvanların ilk defa evcilleştirilmesi de Anadolu ve etrafındaki bölgelerde gerçekleşmiş. Kutsal kitaplarda da adı geçen, incir, üzüm ve zeytin gibi ağaç ve çalıların bazı türlerinin de doğal kökenleriyle insan tarafından ilk defa kültüre alındığı bölgelerin Anadolu çevresinde bulunduğunu söylemek yanlış olmaz. Muğla Meyve Mirası Grubu, sadece Muğla bölgesinde meyve çeşitleri üzerine yaptıkları araştırmada onlarca değişik adla anılan 500’den fazla meyve çeşidi belirledi. Bu sayının yaklaşık 330’unu farklı çeşitte badem, elma, armut, incir, üzüm, zeytin, nar ve ayvalar oluşturuyor. Meyve Mirası Grubu’ndan Esin Işın, bu ürünlerin gün geçtikçe ticari değerinin yok olduğunu ve köylünün artık bu tür ürünlerden çok az yetiştirdiğini söylüyor. Işın, bu çeşitleri Bodrum pazarında açtığı tezgâhta tanıtıyor ve köylülerin ürünlerini satmalarına yardımcı oluyor. Yerel çeşitleri kullanan çiftçilik faaliyeti sadece ham ürün üretiminde değil, mamul ürünlerin üretimi ve saklanma yöntemleri konusunda da çeşitlilik gösteriyor. Kurular, pekmezler, domates salçaları, tahin, haşhaş ezmesi ve tarhana gibi ürünler yapılış biçimleriyle de bir değer taşıyor. Kuşadası’nın Kirazlı Köyü’ndeki Kirazlı Ekolojik Yaşam Derneği, köydeki kadınların geleneksel yöntemlerle ve yerli tohumları kullanarak ürettiği ürünleri yöresel bir markayla satışa sunuyor. Dernek Başkanı Nihat Fırat, Giresun’dan göçmen kuşlar tarafından taşınan ve bu şekilde dünyaya yayılan kirazın atasının Kirazlı’daki kara kirazın akrabası olduğunu düşünüyor. Fırat “Kirazlı, 70’li yıllarda Almanya’ya kara kiraz ihraç etti ancak sonrasında kuraklık ve bakımsızlık nedeniyle kirazlar kurudu ve zamanla ticari bir kiraz çeşidi (ziraat 900 ismiyle anılan) kara kirazın yerini aldı” diyor. Sevindirici olan, derneğin çalışmaları sonucu kara kiraz üretiminin yüzde 10 artmış olması. Yerli çeşitler, üretim şekilleri itibariyle doğa dostudur. Yetiştirildikleri yörenin özelliklerine uyum sağladıkları için çok az emek ve kaynakla verimli olabilirler. Örneğin Bodrum’un köylerinde “beppe domat” olarak anılan (bugünkü adıyla cherry domates) domates çeşidi, neredeyse kendiliğinden toprağa dökülen tohumlarından, hiç sulanmadan lezzetli meyveler veriyordu. Kazdağları’nda yaşadığım Bahçedere Köyü’nden komşum Esme Kahraman da, “Bunlardan dört tohum ektim, kendiliğinden büyüdü, sulamadım bile” dediği dört balkabağından birini bize hediye etmişti. Her biri ortalama 20’şer kiloydu. Kabağımızdan çıkan çekirdekleri saydığımızda yaklaşık 2 bin kabak tohumumuz olduğunu fark ettik! Kars’ın Boğatepe Köyü’nde yok olmaya terk edilen kavılca buğdayının üretime kazandırılması için çaba gösteren İlhan Koçulu’ya göre, yerli bitkisel çeşitler gibi yerli hayvan ırklarının da bakımı daha kolay. Örneğin, yabancı ırklar günde ortalama 70–120 litre su içerken, yerli ırklar 10 litre suyla yetinebiliyor. Koçulu, “Bu ırklar otlayarak ve otun olmadığı zamanlarda da biçilerek kurutulmuş çayır otuyla besleniyor, dolayısıyla elde edilen sütün maliyeti neredeyse sıfır” diyor. Oysa kültür ırkları veya melezlerinin yetiştirildiği hayvan çiftliklerinde hayvanların beslenmesi için hektarlarca arazide yem bitkisi üretmek gerekiyor. Yerli hayvan ırklarının gıdasıysa yerli bitki çeşitleriyle zenginleştiriliyor. Örneğin yok olmakta olan “Güneydoğu Anadolu kırmızısı” adlı sığır ırkı, yakın zamana kadar, yok olmakta olan yerli yağlı tohum çeşidi “zegerek”ten yapılan yemle besleniyordu. Keten tohumunun yöresel adı olan zegerekin, geçmişte yağı alınıyordu, posası da öküzlere ve yeni doğum yapan ineklere veriliyordu. Son yıllarda yerli tohumların korunması için yapılan çalışmalara zegerekin yeniden üretilmesi de eklendi. Yerel çeşitler başta olmak üzere genetik kaynakların toplanması, muhafaza edilmesi ve çeşitlendirilmesi kapsamında, 60 binden fazla örneği Tarım ve Köyişleri Bakanlığı, İzmir ve Ankara’daki gen bankalarında tutuyor. 8 binin üzerinde meyve ve asma çeşidi de 16 değişik araştırma enstitüsünde koruma altına alınmış durumda. İSTASYON 13 HAYAT türkiye’de son yıllArdA doğa dostu tarım ve yerlİ tohumlarla İlgİlİ farkındalığın ArTmAsı, bu kArAnlık tAbloyu AydınlığA çevirecek yeni küçük döngülerin bAşlAmAsını sAğlıyor. C Ancak gen kaynaklarının sürekliliği için sadece koruma altına almak yeterli değil. Bunun nedeni, bitki genetik kaynaklarının, yerel koşullara uyum sağlayan popülasyonlardan oluşması. Bu nedenle her ne kadar genetik kaynak olarak bu çeşitler kayıt ve koruma altına alınsa da, bu tohumların değişen koşullara zaman içinde uyum sağlayabilmesi için ekilmeye ve takas edilmeye ihtiyacı var. Burada üzerinde durulması gereken konu, atalık tohumlarımıza yönelik tehdidin, üretimini devam ettiren küçük çaplı üretim sistemlerinin sürekliliğine yönelik tehditle ilişkili olması… Küçük üreticinin yaşam koşullarının gün geçtikçe zorlaşması her yıl tohumluk ayıran çiftçileri, hibrit piyasa tohumlarına yönlendirebiliyor. Her ne kadar ürettikleri yerel ve sağlıklı ürünlerle, gıda güvenliği açısından direnç noktalarını oluşturuyor olsalar da, küçük çiftçiler, küçük hacimli üretimleri, ürün miktarları ve çoğunlukla tüketici tarafından seçilen çeşitleri üretmiyor olmaları nedeniyle giderek büyüyen pazara ulaşma şansını yitiriyor. Pazar, her geçen gün daha fazla konvansiyonel tekniklerle üretilmiş, tek tip ürünlerle dolduruluyor. Türkiye Permakültür Araştırma Enstitüsü’nden Mustafa Bakır, piyasanın tek tip ürüne yöneliyor olmasının sakıncalarına dikkat çekiyor: “Öncelikle besin değeri azalıyor. Yapılan ıslah çalışmaları besin değerinden çok, miktar olarak verim ve bunun yanında makinelerle işlenebilirlik, uzun mesafelerde taşınabilirlik ve raf ömrüne göre yapılıyor. Bu nedenle miktar olarak verimli ama çeşit ve besin değeri zayıf gıdalar üretiliyor” diyor. Bakır’a göre, günümüzün giderek kronikleşen kriz durumu ancak yerel çeşitlendirmeyle aşılabilir. Bunun yolu da farklı koşullara uyum sağlayarak bugüne gelebilen atalık tohumlarımızın korunması, bu tohumları sürekli eken küçük üreticilerin ve bu çeşitliliği talep eden insanların sayısının artmasından geçiyor. Türkiye’de son yıllarda doğa dostu tarım ve yerli tohumlarla ilgili farkındalığın yaygınlaşması, bu karanlık tabloyu ay- 14 İSTASYON Kars’ın Boğatepe Köyü’nde yok olmaya terk edilen kavılca buğdayının üretime kazandırılması için çaba gösteren İlhan Koçulu’ya göre, yerli bitkisel çeşitler gibi yerli hayvan ırklarının da bakımı daha kolay. dınlığa çevirecek yeni küçük döngülerin başlamasına neden oluyor. Bayramiç’te temelleri atılan Yeniköy, Bayındır’daki Marmariç, Erdek’teki Ocaklar ekolojik yerleşim girişimleri; İstanbul’da balkon bahçeciliği ve yerli ürün kullanımının yaygınlaşması için çaba gösteren Slow Food konviviyumları, Pembe Domates Ağı gibi sivil gruplar yerli tohumları yaşatmak için çalışıyor. Torbalı ve Seferihisar’da yapılan atalık tohum takası şenlikleri de bu çabaların bir yansıması. Bazı okullar bahçelerinde atalık tohumları yetiştirmeye başlarken, bazı çiftçiler de yerli tohum ambarlarının öncüsü oluyor. Ekolojik çiftliklerin sakladıkları yerli tohumları takas etmelerini de özendiren Buğday Derneği, GEF Küçük Destek Programı’ndan aldığı destekle öncülüğünü yaptığı tohum ağı ile bu konuda çalışan tarafları bir araya getirmeyi amaçlıyor. Diğer yandan tohum ağı sekreteryasını yürüten Emanetçiler Derneği köy köy dolaşarak tohum ambarlarının kurulmasına önayak oluyor. Şimdiden 28 çiftçi, diğer çiftçilerle takas etmek üzere yüzlerce farklı yerel çeşidi ambarlarında saklamaya başladı bile. Hükümetlerin ve tohum şirketlerinin konuya yaklaşımı da değişen uluslararası politikalara bağlı... Bunun anlamı şu: Atalık tohumlarımızı bu yıl da ekmezsek gelecek yıl aç kalabiliriz. Aç bir toplum ne yapar? Tohum Ağı projesinin yürütücülerinden Melike Hemmami, bu soruyu şöyle yanıtlıyor: “Gıdamızı kendimiz üretemiyorsak, başkalarından almak zorunda kalırız. Bu da gıda bağımlılığını getirir. Bu yüzden atalık tohumlarımıza ne kadar sahip çıkarsak geleceğimize de o denli sahip çıkabiliriz. Tohum ekmek için bir saksı toprak bile yeterli!” Az zahmetle, az kaynakla yetişen atalık tohumlar, kendilerine gösterilen özene büyük bir bereketle karşılık veriyor. Her birinin içinde bol gıda, bol şifa var. Kendisinden binlerce üretme yeteneğine sahip. İşte iyiliğin tarifi! Bu konu National Geographic Türkiye dergisinden özetlenerek alınmıştır, NG Türkiye abone hattı: 444 18 59 veya 0 850 222 18 59 M Y CM MY CY CMY K SÖYLEŞİ onunla tekrar var oldu Geçen sezon yayınlanmaya başlayan ve sağladığı başarı nedeniyle bu sezon da ekrana gelecek olan Dila Hanım’ın başrol oyuncusu Hatice Şendil, rolü kabul etmesindeki en önemli faktörün Dila Hanım’ın duruşu, güçlü kişiliği ve dişiliği olduğunu belirtiyor. Şendil, bundan sonraki projelerinde daha maskülen kadınları canlandırmak istediğinin de altını çiziyor. SÖYLEŞİ: SEMA ULUDAĞ FotoğraFLar: Mustafa Kızıl Y ıl 1977… Türk sinemasının altın yılları. Yönetmen koltuğunda Orhan Aksoy, kamera önünde ise Türkan Şoray ile Kadir İnanır var. Senaryosunu Safa Önal’ın yazdığı Dila Hanım’ın çekimleri yapılıyor. Mevzuu basit aslında; bir ağa ile evli olan ve kocası başka bir ağa tarafından vurulan Dila Hanım’ın, eşinin katiline âşık olması… Kadir İnanır ve Türkan Şoray, Dila Hanım’da öylesine ustaca bir rol sergiliyor ki, film 1978 yılının Ocak ayında vizyona girdiğinde sinemalar dolup taşıyor. Dahası da var… Kırgız yazar Cengiz Aytmatov’un aynı adlı eserinden senaryolaştırılan Selvi Boylum Al Yazmalım da Dila Hanım ile aynı yıl çekiliyor. Yönetmen Atıf Yılmaz, Şoray ile İnanır’ı kamera karşısına geçirip bu kez sevginin emekle ilişkisini sorgulayan, sinemamızın gelmiş geçmiş en önemli yapımlarından birine imza atıyor. Ve sinemamızdaki Şoray-İnanır efsanesi de bu filmler aracılığıyla doğuyor. Sizi Türk sinema tarihinin önemli anlarından ikisine götürmemizin nedenine gelince… Dila Hanım’ın, televizyon dizisi olarak uyarlanacağı haberleri yayınlanmaya başlandığında, birçok kişinin zihninde oluşan sorunun 16 İStaSYoN nedenini anlatabilmek için. Filmin ve tabii Kadir İnanır ile Türkan Şoray’ın oyunculuklarının, dizinin üzerine gölge düşüreceğine inananların sayısı azımsanacak gibi değildi. Beyazperdeden küçük ekrana uyarlanan yapımların en sıkıntılı yanı budur aslında; seyircinin bir oyuncuyla özdeşleştirdiği bir karaktere, bir başka oyuncunun tekrardan can vermesi son derece zor. Yeni oyuncular eskilerini anımsatmamalı, kendi oyunculuk güçleriyle sanki Dila Hanım ilk kez izleyici karşısına çıkıyormuş gibi ilgi ve merak yaratmalıydı. Öyle de oldu... Dolayısıyla filmin, dizinin üstüne gölge düşüreceğine inananların savı doğru çıkmadı. Erkan Petekkaya ve Hatice Şendil’in başrollerini paylaştığı, Dila Hanım, üzerindeki tüm gölgeleri kaldırmakla kalmadı, her yıl birçok dizinin üç ya da dört bölümün ardından yayınına son verdiği bu sektörde, reyting listelerinde ilk sıraya yerleşti. Öyle ki, gösterdiği başarı nedeniyle hem yapımcılar hem de yayıncı televizyon kanalı, dizeyi bu sezon da ekrana getirmeye karar verdi. Biz de bu durumdan yola çıkarak sorularımızı söz konusu başarının mimarlarından birine, Hatice Şendil’e yöneltiyoruz. İStaSYoN 17 SÖYLEŞİ Dila Hanım karakterini canlandırma talebi geldiğinde, ilk olarak neler hissettiniz? Hem Gold Film ile hem de Gold Film’in sahibi Faruk Turgut ile tanışıklığımız çok öncelere dayanıyor. Bir projede, kendisiyle birlikte çalışmayı çok istiyordum. Bugün, bu projeyi başarılı bir şekilde yürüttüğümüz için mutluyum. Sizin aracılığınızla kendisine bir kez daha teşekkür ederim. Bununla birlikte dizide yer alan tüm ekibe de teşekkürü borç bilirim. Sanırım bu, bir hissiyat meselesi; Faruk Bey ile başka dizilerin senaryoları üzerine konuşmuştuk. Kendisi bana aralarında Dila Hanım’ın da olduğu üç seçenek sundu. Ben, bu üç senaryo arasından Dila Hanım’ı tercih ettim. Çünkü Dila Hanım’ın duruşu, rolün dişiliği beni çok etkiledi. Rol size gelmeden önce Türkan Şoray ve Kadir İnanır’ın başrolünde oynadığı filmi izlemiş miydiniz? İzlediyseniz, Dila sizin zihninizde nasıl bir kadın imajı bırakmıştı? Rolü kabul etmeden Dila Hanım filmini izlemiştim. Kesinlikle tüm filmlerinde olduğu gibi tartışılmaz bir oyunculuk sergilemiş Türkan Şoray ve Kadir İnanır. Dila, filmde de çok güçlü bir kadın figürü sergiliyor. Şu anda Dila Hanım dizisinde de bu özelliği kaybetmemeye çalışıyoruz. Uyarlama yapımların en büyük handikapı, daha önce o rolü canlandırmış oyuncularla kıyaslanmak elbette. Sizin kıyaslanma riskinizin olduğu kişi ise Türkan Şoray’dı. Dila Dila Hanım’ın sınır tanımayan merhamet duygusu, bana farklı bir bakış açısı kazanDırmış olabilir. Hatice De merHametli bir insanDır, ama Dila’nın sabrı bazen taşı çatlatabilecek cinsten.” Hanım karakterinin üstünden Şoray gölgesini kaldırmak için nasıl bir yöntem izlediniz? Türk sinemasının “Sultan”ı Türkan Şoray ile aynı rolü canlandırmış olma ihtimali bile, herkese nasip olabilecek bir şey değil aslında. Bu açıdan kendimi çok şanslı hissediyorum. Dizi ekrana geldikten sonra görüşleri sorulduğunda Türkan Şoray, o kadar güzel yorumlar yapıp o kadar güzel övgülerde bulundu ve benden o kadar güzel bahsetti ki, çok mahcup oldum. Kendisiyle bir araya gelip bizzat teşekkür etmek istedim. Ancak çekimlerimizi Adana’da yapmamız nedeniyle bir türlü fırsat bulamadım (bu durum röportajın yapıldığı tarih için geçerlidir). Eğer bu söyleşiyi okuma şansı olursa, bu kanalla kendisine sonsuz teşekkürlerimi; saygı ve sevgilerimi sunmak isterim. Dila Hanım’ın üzerinden Türkan Şoray’ın gölgesi kaldırılamaz bence. Çünkü sizin de dediğiniz gibi, o karaktere ilk olarak can veren kişi Türkan Şoray’dır. Ancak burada ufak bir nüansı unutmamak lazım. Bizim senaryomuzu Necati Cumalı yazmıyor. Ve bizim ekrana yansıttığımız, bir dizidir; film değil. Yani demek istediğim filmde izlediğiniz hikâye ile bizim anlattığımız hikâye arasında çok fark var. Bunu, önce Dila Hanım filmini, ardından da Dila Hanım dizisini izleyenler çok daha net biçimde fark edebilirler. Dizi yayına girdikten birkaç ay sonra istenilen reyting seviyesine ulaştı. Reytinglerdeki iniş-çıkışlar, sizin oyunculuk performansınızı etkileyen bir unsur mu? Reytinglerdeki dalgalanmalar; yayınlanan bir bölümün izlenirlik oranlarının çok iyi ya da kötü olması, oyunculuk performansım üzerinde asla etkili olmuyor. Ben inandığım bir işe, inandığım bir senaryoya imzamı atıyorum. Yapımcı şirket ve yayıncı kanal, bu diziyi ne kadar süre yayınlamak isterlerse istesinler fark etmez; benim oyunculuk performansım o zaman zarfında hep ilk günkü gibi olacaktır. Günümüz tiyatrosunun en önemli isimlerinden birinden, Ayla Algan’dan ders aldınız. Bu eğitimi tiyatro sahnesinde de değerlendirmeyi düşünüyor musunuz? Ayla Algan’ın tiyatro bilgisi ve öğrencilerini yetiştirmesi muazzamdır. Kendisine ve verdiği emeğe tekrar teşekkür ederim. Şu anki kariyer planlamamda tiyatro yapmak görünmüyor. Ama kadere inanan bir insanım. Bir gün belki olabilir, neden olmasın? Güzellik yarışmasında derece elde ettikten sonra, alışılagelmiş durumun aksine, podyumlardan ya da ekranlardan uzak kaldınız. Bu belli ki, bilinçli bir tercih… Aslında bu bilinçli veya kasıtlı bir durum değildi. O yıllarda çok gençtim ve yaşamam gerekeni yaşadım. Son derece iyi bildiğim bir şey vardı; oyuncu olmak istiyordum. Ve o doğrultuda doğru adımlar atmam için beklemem gerektiyse “en hayırlısının bu olduğunu” düşündüğüm içindir. Rol gereği girdiği her yaşam, canlandırdığı her karakter insanın kendi iç dünyasına da zenginlik katar, onun hayatı başka bir gözle görmesini sağlar. Dila karakterinin Hatice Şendil’in iç dünyasına, zihnine kazandırdığı farklı bakış açıları var mı? Dila Hanım’ın sınır tanımayan merhamet duygusu, bana farklı bir bakış açısı kazandırmış olabilir. Hatice de merhametli bir 18 İStaSYoN “çok kitap okumak, çok film seyretmek ve en önemlisi De Herkese, Her şeye Dair gözlem yapabilmek… BunLar Bİr oYuncunun oLmazSa oLmazLarıdır Diye Düşünüyorum.” insandır, ama Dila’nın bu sabrı bazen taşı çatlatabilecek cinsten. Ben bile senaryoyu okuduğumda ya da kamera karşısına geçip karakteri yorumladığımda, şaşırıyorum. Sizinle yapılan röportajların bazılarında, Dila Hanım dizisini modern bir masala benzetiyorsunuz. Sizce modern masalları, geleneksel masallardan ayıran temel unsurlar neler? Geleneksel bir masalı, modern bir masaldan ayıran temel unsur, masalın geçtiği zaman dilimidir bence. Örneğin biz bir masalı, 2013 yılında, yaşadığımız toplumun şu anki bakış açısı ve değerlerine göre, elbette ki bugünün şartları içinde anlatıyoruz. Örneğin, “Bir varmış bir yokmuş. Evvel zaman içinde… Bir kız varmış, adı Dila. Ormanda bir kulübede yaşarmış, ata binmeyi severmiş” diye bir hikâye de anlatabilirdik ve bu geleneksel bir masal oldurdu. Biz ise masal tadında çekmeye başladığımız dizimizi, mecburen günümüz şartlarına uyarlamak zorundaydık. Dila’nın atı değil arabası var, cep telefonuyla iletişim kuruyor, restoranda sevdiği adamla romantik akşam yemeği yiyor. O nedenle modern masal benzetmesi yaptım. Her oyuncunun canlandırmak istediği bir rol olduğu söylenir. Sizin oynamak istediğiniz, “oynamazsam gözüm açık gider” dediğiniz belli bir rol var mı? Hemen her oyuncu tek tip rolleri canlandırmaktan uzak durur. Her seferinde, heyecan içerisinde yeni bir karakter yaratmak ister. Ben de öyle düşünüyorum. Mesela içimde hep daha maskülen bir kadını canlandırmak var; sert hatları olan, keskin bir kadın. Belki bir sinema filminde, belki de bir dizide bu isteğime ulaşabilirim bir gün. Kimbilir… Performansınızı bugüne kadar sinemada değerlendirmediniz. Nasıl bir proje sizin sinemaya adım atmanızı sağlar? Sinemada ilk filmimin, bir gişe filmi olmasından ziyade, sanat filmi olmasını tercih ederim. Nuri Bilge Ceylan, Ferzan Özpetek, Zeki Demirkubuz, Derviş Zaim, Fatih Akın çalışmak istediğim yönetmenler arasında. Oyunculuk performansınızı bir üst noktaya taşımak için nelerden besleniyorsunuz? Çok kitap okumak, çok film seyretmek ve en önemlisi de herkese, her şeye dair gözlem yapabilmek… Bunlar bir oyuncunun olmazsa olmazlarıdır diye düşünüyorum. Aynı zamanda bunlar benim kendimi geliştirdiğim üç temel kriterim. Yoğun bir iş temponuz var. O temponun biraz olsun hafiflediği anlarda, neler yapmaktan hoşlanırsınız? Aileme ve sevdiğime vakit ayırmayı çok severim. Boş vaktim varsa sosyalleşmekten yana kullanırım. Çünkü bildiğiniz gibi bir dizi seti başladığında, bizim de tüm hayatımız o sete dönüşüyor. O yüzden sosyal hayatım benim için çok önemli. Hatice Şendil, dizinin reytinglerde kaçıncı sırada olduğunun oyunculuk performansını etkilemediğini söylüyor. İStaSYoN 19 KARİYER Tercihte ilk tanınırlıkta arka sıralarda AKtüERYA Çok az tanınmasına rağmen, “2013’ün en popülerleri” listesinde, ön sıralarda yer alan bir meslek aktüerya. Tarihçesi 1762’ye kadar dayanan ve dünya üzerinde binlerce mensubu bulunan bu meslek, açılacak yeni eğitim kurumları ve yasal düzenlemeler sayesinde, ülkemizde de hak ettiği yere gelecek gibi görünüyor. D eğişen dünya koşulları, her şeyi olduğu gibi meslek tercihlerini de etkiliyor kuşkusuz. Örneğin ilk gençliğini 80’li yıllarda geçirenler için her daim gözde olan doktorluk ve avukatlığın yanı sıra mühendisliğin çeşitli dalları, ekonomiyle ilgili eğitim veren okullar popülerdi. Aileler, çocuklarının bu okullardan herhangi birinde okuyabilmesi için varını yoğunu ortaya koyarlardı. Yıllar ilerleyip 20’nci yüzyıla veda edilen dönemdeyse tercihler de değişmeye başladı. Nanoteknoloji, gen bilimi, iletişim teknolojileri gibi kavramlar ve dolayısıyla bu kavramların neleri içerdiğini öğreten kurumlar, yaşamımızda yer almaya başladı. Bir süre önce Hürriyet gazetesinde yayınlanan bir haberse hayret vericiydi. Haberde okurları şaşırtan unsur ne miydi? Birçok kişinin belki de hayatlarında ilk kez duydukları aktüeryanın, “2013’ün en popüler meslekleri listesinde” ilk sıralarda bulunması… Binlerce ve belki de on binlerce kişi ilk kez duyuyor olsa bile, dilimize Fransızcadan (actuaire) giren aktüerya, hayat sigortalarının ilk uygulamalarının yapıldığı 1762 yılından beri var olan bir bilim dalı aslında. Anavatanıysa İngiltere. Tanımına bakıldığında, ne kadar çok dalı kapsadığı da anlaşılıyor: Sigortacılık tekniğiyle buna ilişkin yatırım, finansman, demografi konularında; yangın, fırtına, hastalık gibi riskler için verilen teminatlar karşılığında olasılık ve istatistik teorileri uygulanarak, yasal düzenlemelere uygun prim, rezerv ve kâr paylarının hesaplanıp tarife ve teknik esasların hazırlanması... Bu tanımdan da anlaşılacağı üzere ak- 20 İSTASYON tüerya, çok güçlü bir matematiksel ve istatistiksel altyapı gerektiren, özellikle sigorta; uzun vadeli yatırımlar, emeklilikle ilgili fiyatlandırma, risk analizine yönelik hesaplama ve tahmin yöntemlerinin bütününü içeren bir bilim dalı. Tarihçesine göz attığımızdaysa, işin teknik doğası nedeniyle ilk aktüerlerin matematikçiler arasından çıktığını görüyoruz. Sigortacılıkla birlikte doğan ve hızla gelişen mesleğe ilgi her geçen yıl artınca 1848 yılında, yine İngiltere’de Aktüerya Enstitüsü’nün açılması gündeme geliyor. Enstitünün faaliyete geçmesinden sadece sekiz yıl sonra ise bu kez İskoçya’da Aktüerya Fakültesi eğitime başlıyor. Eski kıtada hal böyleyken yenidünyada, Amerika Birleşik Devletleri’nde, 1889’da Amerikan Aktüerler Birliği ve 1909’da da Amerikan Aktüerya Enstitüsü kuruluyor. Bu iki kurum, 1949’da birleşerek Amerikan Aktüerler Birliği’ni oluşturuyor. Dünya üzerinDe binlerce aktüer var, ama… Aktüerlik mesleğine talebin ne derece büyük olduğunu görmek için birkaç rakamsal bilgiye bakmak yeterli aslında. Örneğin Alman Aktüerler Birliği’nin (DAV), günümüzdeki üye sayısı, 2 bin 424. Mesleğin ana vatanında ise bu rakam 16 bin 337 ulaşmış durumda. İsveç’teki birlik 350, Yunanistan’daki ise 90 üyeye sahip. Türkiye’de, Aktüerler Sicili’ne kayıtlı, yarısından fazlası özel sektörde görev alan aktüer sayısı, Yunanistan’dan biraz daha yüksek: 121. Stajyer ya da yardımcı aktüerlerin sayısıysa sadece 90. Dikkatimizi rakamlara ve ülkelere verdiğimizde, aktüİSTASYON 21 KARİYER matematiği”, “risk analizi ve aktüeryal modelleme”, “finans teorisi ve uygulamaları”nı kapsıyor. Üçüncü seviye sınavlar; “finans”, “yatırım ve risk yönetimi”, “hayatdışı sigortalar”, “hayat sigortaları”, “sağlık sigortaları”, “emeklilik sistemleri” alanlarına; dördüncü seviye sınavlarsa, “Türk sigortacılık uygulamaları ve Yasal Çerçeve”ye yönelik yapılıyor. Müsteşarlığın bir de aktüer unvanı alan kişilere yönelik, gerekli gördüğü takdirde açtığı “Özel Alan Sınavları” bulunuyor. Birinci seviye sınavlarda başarı kazananlar stajyer aktüer, birinci ve ikinci seviye sınavları geçenlerse yardımcı aktüer oluyor. Birinci seviye sınavlarında başarılı olmadan ikinci seviye sınavına girilemiyor. Ayrıca yardımcı aktüer unvanına sahip olanlar, üçüncü seviye sınavlarında başarılı olmaları ve belirli nitelikleri sağlamaları hâlinde aktüer unvanını alıyorlar. Uluslararası kabul görmüş sınavlar veya usullerle aktüer unvanını alanlar, birinci, ikinci ve üçüncü seviye sınavlarından muaf tutuluyor. ülke ekonomisine katkı sağlıyorlar aktüerler, teknik bilgileri üst yönetime aktaran ve tecrübeleri somut verilere dönüştürüp problemin mAtEmAtİKsEl tAnımını yapabilen kişilerdir. sa bile, bu ihtiyacı karşılayabilecek kadar yetişmiş aktüer bulunmuyor. Yasayla getirilen aktüer çalıştırma zorunluluğu sayesinde, şirketlerin “aktüerya fonksiyonunu” yeni yeni keşfetmeye başlıyor olması, mesleğe ilgiyi de aktüer sayısını da yükseltecek gibi görünüyor. birçok üniversiteDe eğitim veriliyor er sayısının sigortacılık sektörünün geliştiği ülkelerde daha fazla olduğunu da görebiliriz. Avrupa’da ve sigortacılığın gelişmiş olduğu diğer ülkelerde, sayı da buna paralel olarak yükselirken, diğerlerinde yetersiz bir seviyede kalıyor. Türkiye’de de durum farklı değil. Sigortacılık sektörünün gelişimiyle birlikte 15 Ağustos 2007 tarihli, 26614 sayılı Resmi Gazete’de yayınlanan, 5684 sayılı Sigortacılık Kanunu’na istinaden, aktüerlerin görev ve yetkilerine ilişkin usul ve esasları yeniden düzenleyerek aktüerlerde aranan nitelikleri tanımlayan “Aktüerler Yönetmeliği”nin etkisiyle bu mesleğin ülkemizdeki önemi arttı. Yönetmelikte, aktüerlerin görevleri itibarıyla tespit ettikleri yanlış uygulamalarla birlikte, onaylamayacağı, kısmen ya da şerhli onaylayacağı belgeleri, gerekçeli olarak adına iş yaptığı şirket veya diğer kurum ve kuruluşun yönetim kurulu başkanlığının yanı sıra Hazine Müsteşarlığı’na yazılı olarak bildirmek zorunda oldukları ibaresi de yer alıyor. Aktüer sayısının azlığı, mesleğe ilişkin bir başka gerçeği daha açığa çıkarıyor. Sözünü ettiğimiz, çeşitli nedenlerden ötürü Türkiye’de yeterince gelişememiş, dar bir çevrede ve belli konularla sınırlı kalmış bir meslek aktüerlik. Türkiyeli aktüerler daha ziyade hayat ve emeklilik sigortalarının fiyatlandırmasının gerisindeki hesaplamalarda aktif rol alıyorlar. Kasko, yangın, trafik, mühendislik, nakliyat, kredi gibi elementer sigortalarda ve tabii sağlık sigortasında aktüeryal hesaplamalara ihtiyaç duyul- 22 İSTASYON Aktüerya mesleğinin Türkiye’deki gelişim sürecinde önemli olan bir diğer nokta da bu alana yönelik eğitimin yaygınlaştırılması elbette. Yurtdışında aktüerya eğitimi, üniversitelerin matematik, istatistik ve idari bilimler fakültelerinde veriliyor. Amerika ve Kanada’da, aktüerya eğitimi veren 50’ye yakın üniversite var ve bu üniversitelerin yaklaşık 40’ında matematik ve istatistik bölümlerinin alt programı olarak yer alıyor. Doğduğu günden bu yana hayli yol kat eden aktüerya biliminin taşıdığı önem Türkiye’de yeni yeni anlaşılmaya başladı. Ve bu durum, üniversitelerin lisans ve yüksek lisans seviyelerinde branş olarak yer almasına vesile oldu. Aktüerya halen Marmara ve Hacettepe üniversitelerinin lisans, Bahçeşehir, Hacettepe, Yaşar üniversiteleriyle ODTÜ’nün yüksek lisans programlarında yer alıyor. Doktora eğitimi ise yalnızca Hacettepe Üniversitesi’nde veriliyor. Ancak aktüer unvanı almak için okuldan mezun olmak yeterli değil, bunun için Hazine Müsteşarlığı’nca belirlenmiş bazı şartların yerine getirilmesi gerekiyor. Aktüer olabilmek için atılacak ilk adım lisans eğitimi almak, bir sonraki adımsa Hazine Müsteşarlığı tarafından düzenlenen sınavlarda başarı kazanmak. Müsteşarlığın hazırladığı sınavlar çeşitli aşamadan oluşuyor. Birinci seviye sınavlar, “temel sigortacılık ve ekonomi”, “matematik”, “istatistik ve olasılık finans matematik” alanlarında gerçekleştirilirken, ikinci seviye sınavları “muhasebe ve finansal raporlama”, “sigorta Hem yeterince tanınmayan bir meslek olmasına hem de eğitim sürecinden ve sınavlarından başarı sağlamanın son derece meşakkatli bir çalışmayı zorunlu kılmasına rağmen aktüerya bilimine ilginin neden bu kadar fazla olduğu sorusunun yanıtına gelince... İlgi yoğun, zira gelecekteki riskleri belirleyerek fiyatları tespit eden ve yatırım stratejilerini oluşturan aktüerler, yatırım kârlılıklarını artırıp istihdam imkânları yaratarak çalıştıkları ülkelerin ekonomik büyümesine katkı sağlıyorlar. Finansal riskleri değerlendirebilen, çözümler öneren ve her çözümün uzun dönemdeki sonuçlarını irdeleyebilen bir profesyonel olan aktüerin, gelecekte belirsiz olan yükümlülüğü karşılayabilmek için şirketin elde tutulması gereken miktarı belirleyerek ileriye yönelik projeksiyonlar yapması ve stratejik kararlar için kuruma önerilerde bulunması onları önemli bir konuma yerleştiren temel unsur. Aktüerleri, sahip olduğu teknik bilgileri üst yönetime aktaran ve tecrübeleri somut verilere dönüştürerek problemin matematiksel tanımını yapabilen sosyal bir matematikçi olarak düşünmek de mümkün. Tam da bu nedenle aktüeryal hesapları yapan kişilerin temel matematiksel yöntemlere hâkim, özellikle istatistik biliminin yöntem ve tekniklerini uygulayabilecek altyapıyı barındırmasının yanı sıra finans, ekonomi, iletişim becerileri ve hatta hukuk alanlarında belirli bir bilgi birikimini sahip olması gerekiyor. Temel düşünce yapısının doğru yerleşmiş olması ön koşuluyla sigorta şirketleri, finans kurumları, fon yönetimi şirketleri, devlet kuruluşları, uluslararası sosyal güvenlik örgütleri, üniversiteler, araştırma ve danışmanlık şirketleri, aktüerlerin kendilerini gösterebilecekleri iş alanları arasında bulunuyor. Fakat tüm bunlara rağmen aktüer olmak, aynı zaman da belli bir düşünce yapısıyla hareket edebilmek demek aynı zamanda... Bu perspektifte değerlendirildiğinde, aktüerler için belli bir çalışma alanı tanımlayarak bir kısıtlamaya gitmek yersiz ve anlamsız oluyor. Bu nedenle de her ne kadar adı çok duyulmamış olsa bile aktüerlik önümüzdeki yılların gözde iş alanı olmaya ve gazete ya da dergilerin hazırladığı “yılın en popüler mesleği listesinde” ilk sıralarda yer almaya devam edecek. meslekleri için 62 yıldır görevdeler T ürkiye Aktüerler Derneği, tam 62 yıldır bu mesleğin gelişimi için çaba sarf eden kurumların başında geliyor. Derneğin kuruluşu, ABD’deki birtakım uygulamaların gündeme gelmesinin ardından gerçekleştiğinden öncelikle bu gelişmelerden söz etmekte fayda var. 20’nci yüzyılın başlarında ABD’de hastalık, maluliyet ve kaza sigortalarında, özellikle de 1911 yılından itibaren uygulanmaya başlanan işçi tazminatlarında ortaya çıkan problemler, ancak aktüeryal yaklaşımlarla çözülebilecek nitelikteydi. Yeni problemlerin yanı sıra geleneksel hayat sigortası uygulamaları arasındaki farklar, 1914 yılında “Amerika Kaza Aktüerya ve İstatistik Birliği”nin kurulmasına yol açtı. ABD’ deki bu gelişmelerden tam 37 yıl sonra, 1951 yılında, Türkiye’de bu alan için önemli bir adım atıldı ve 12 aktüerin bir araya gelmesiyle “Türkiye Aktüerler Cemiyeti” kuruldu. 1980’de kapatılan dernek, bir yıl sonra Prof. Dr. Kenan Ural başkanlığında ve “Aktüerler Derneği” adıyla yeniden faaliyete başladı. Dernek günümüzde 127 üyesiyle birlikte mesleğin gelişimi için çalışmalarına devam ediyor. Aktüerya Birliği’ni, Avrupa Birliği’nde bir araya getirmek, AB kurumlarıyla aktüerlik mesleğiyle ilgili konuları birlikler adına mevcut ve önerilen AB mevzuatı çerçevesinde müzakerelerde temsil etmek üzere kurulan Groupe Consultatif`in gözlemci üyesi olan “Aktüerler Derneği”, şu an gözlemci sıfatıyla üye olduğu Uluslararası Aktüerler Birliği’ne (IAA) tam üyelik çalışmalarına devam ediyor. Aktüerya mesleğini yaymak ve aktüerya biliminin Türkiye’de gelişimine katkıda bulunmak amaçlayan dernek, meslek mensuplarının (üyelerin) bilgilerini artırmak, mesleki menfaatlerini korumak ve aralarında dayanışmayı temin etmek ve aktüerya ile ilgili eğitim gören öğrencilerin meslekî gelişmelerine yardımcı olmak üzere toplantı, panel ve konferanslar da düzenliyor. İSTASYON 23 TARİHTEN Rastgele rastgele tarih oldular Emirgan yalılarının önündeki “yedek” denilen dar kıyı yolunda ağlarla balık çekiliyor, 1910’lar. 24 Boğaziçi’nde balık, antik dönem filozoflarının kitaplarına girecek kadar boldu. İstanbullular 1950’lere kadar balık bolluğunun tadını çıkardı. Aşırı avlanma ve kirlilik yüzünden Boğaziçi’ndeki balıklar da balıkçılık kültürü de zamanla tarihe karıştı. S ürüler halinde Boğaz’dan geçerken dev bir yüzer adaya benzeyen yunuslar, yunuslara saldıran lüfer sürüleri, kılıç balıklarını kovalayan kofanalar, yalı kayıkhanelerini mesken tutan foklar... Bugünün İstanbul’unda hayali bile güç bu manzara, 60 yıl önce sıradan görüntülerdi. Yaşlı balıkçılar, 1950’lere kadar kılıç ve ton balığı dâhil elliye yakın türün Boğaziçi ve çevresinde avlandığını anlatır. Marmara Denizi’ni Karadeniz’e bağlayan İstanbul Boğazı, antik dönemde de biyolojik bir koridordu. Filozof Aristoteles, Boğaziçi’nin istiridyelerinin lezzetinden bahseder. Amasya doğumlu coğrafyacı ve tarihçi Strabon (MÖ 64-MS 21), Boğaz’daki akıntının, palamutları Haliç’e girmeye zorladığını yazar. Kuvvetli akıntının bir araya getirdiği palamut sürüleri, koyların darlığı nedeniyle Altın Boynuz yani Haliç’e doluşur ve kolayca tutulurlardı. 37 ciltlik Doğabilimi Tarihi’ni yazan Plinius’un tarif ettiğine göre, Boğaz’ın Asya Yakası’ndaki Khalkedon (Kadıköy) yakınında belirgin beyazlıkta bir kaya vardı. Bugün Kız Kulesi’nin üzerine inşa edildiği düşünülen kayayı göç ederken aniden karşılarında bulan tonbalıkları telaşa kapılır, karşı kıyıdaki Byzantion Burnu’na (Sarayburnu) doğru hızla uzaklaşır ve Haliç’e doluşurlardı. Buraya Altın Boynuz ya da Bolluk Boynuzu denmesinin sebebi buydu Bizans döneminde, Boğaz’dan geçen gemilerden alınan vergilerden sonra, kentin bir gelir kaynağı da balıkçılıktı. Haliç’te tutulan palamut ve tonbalıkları, tuzlama, kurutma ve tütsüleme gibi tekniklerle işlenirdi. Kentin simgesi balık, madeni paraların üzerine basılacak kadar önemliydi. Balık yerine Arapça “semek” ya da Farsça “mahi” kelimelerinin kullanıldığı Osmanlı İstanbulunda, yönetici ve seçkinler için balık uzun süre ikinci sınıf bir gıdaydı. 16’ncı yüzyılda İstanbul’a gelen seyyah Hans Dernschwam’ın İstanbul ve Anadolu’ya Seyahat Günlüğü’ne bakılırsa Türklerin o dönemde balık ve balıkçılıkla alakaları yoktu. 1544-1547 yıllarında İstanbul’da yaşayan Petrus Gyllius (Pierre Gilles) Boğaz’ın balık zenginliğine hayran kaldı. Marsilya, Toronto, Venedik gibi merkezlerle İstanbul’u kıyaslayan yazara göre Boğaz, balık bolluğunda hepsinden üstündü. Balıklar o kadar boldu ki, balıkçılığı bilmeyenler bile evlerin pencerelerin- den sarkıttıkları sepetlerle balık yakalayabiliyordu. Osmanlı döneminin narh defterleri bize balık tüketimi konusunda bilgi verir. 17’nci yüzyılda İstanbul halkı arasında yoksulluğun artması ve koyun fiyatlarının yükselmesiyle balık tüketimi, Müslümanlar arasında da yaygınlaştı. Baronne Durand de Fontmagne, Kırım Savaşı Sonrasında İstanbul Günleri (1856) eserinde, balık pazarında orkinos iriliğinde palamutlar, dülger, kalkan balıkları ve başka “deniz canavarları” satıldığını yazar. Sultan II. Mahmud döneminde (1808-1839), sarayda ilk kez ve padişaha özel “balık matbahı” kuruldu. 19’uncu yüzyıla ilişkin mutfak muhasebe kayıtlarında sultanın has mutfağı için sardalye, torik, mersinbalığı ve mercanbalığı alındığını görüyoruz. Balıkhane Nazırı Ali Rıza Bey’in anlattığına göre balığa meraklı Sultan II. Abdülhamid için balık seçmeyi Serkilerci Osman Bey yapıyordu. Rivayet odur ki, padişah özellikle lüferin yanağındaki eti sever ve lüfer yanaklarından çıkarılmış bir tabak dolusu et onun için özel olarak hazırlanırdı. Boğaziçi’nde voli çevrilen yerler balıkçıların tapulu arazileriydi. Birçoğu Osmanlı dönemine tarihlenen bu tapular, Cumhuriyet döneminde de geçerliğini sürdürdü. Voli bölgelerine mekânın reisinin müsaadesi olmadan ya da belirli bir ücret ödemeden gemi veya mavna yanaşamaz, demir atamazdı. Üsküdar’ın efsanevi balıkçı reislerinden Salih Reis’in tayfasının gücü, şiddetli lodosta kullanılan 18 arşınlık ağı çekmeye yetmediğinde Selamsız’dan getirtilen çingeneler balıkçı kayıklarının burnunda yer alır, davul, dümbelek, gırnata ile şamata koparırdı ve Üsküdar ahalisini rıhtıma toplardı. Karşılıklı atışmalarla voli, muhabbet içinde son bulur, balıklar da rıhtıma alınmış olurdu. Üsküdar’da voli çevirme işi 1950’lerin ortalarına kadar devam etti ancak geliri tayfayı beslemeye yetmez olunca unutuldu. Balık bolluğunun tanığı yaşlı balıkçılar azalsa da yeni nesiller geçmişin hafızasını taşımaya çalışıyor. Özellikle balıkçılığı meslek edinmiş Rum ve Ermeni balıkçı ustalarının kaydedilmiş anıları tarihe mal olmuş bir yaşam kültürünün unutulmamasını sağlıyor. İstavrit, lüfer, palamut, tekir, levrek hâlâ Boğaz’ın en güzel balıklarından. Balığın bol olduğu havalarda deniz bugün de küçük balıkçı tekneleriyle doluyor. İSTASYON 25 TARİHTEN KILIÇBALIĞI ORKİNOS Bir zamanlar binlerle avlanırdı, 1950’lerden beri İstanbul’a uğramadı Byzantion’un simgesiydi, 1990’larda nesli tükendi İ smini üst çenesinin ucunda taşıdığı yassı ve keskin kılıcından alan bu görkemli balık, çok eski dönemlerden beri tanınır. Evliya Çelebi’ye göre kılıçbalığı, 17. yüzyılda sayısı 300’e yakın olan Boğaz dalyanlarında avlanırdı. Balıkçılar, iskele direklerini birbirine bağlayarak denize diker, bir balıkçı direğin tepesine bekçi olarak otururdu. Karadeniz’in dalgalarından kaçan bir kılıçbalığı limana girdiğinde, bekçi denize bir taş atar, kaçışan kılıçbalıkları ağlara girmeye başlardı. Bir süre sonra gözcü “âlâ” diye bağırır, avcılar balık ağını kapatır ve ağdaki kılıçbalıklarını mızrak ve tokmaklarla yakalarlardı. Eti, sarmısak ve sirkeli tarator ile pişirilen kılıçbalığı, çok lezzetli olurdu. Karekin Deveciyan’a göre, kılıçbalıkları Boğaz’da Hıdrellez günü olan 6 Mayıs’ta görülür, bu tarihten itibaren Karadeniz’e çıkar ve Silivri panayırı olan 15 Ağustos’ta da yeniden görülmeye başlardı. Yaşar Kemal Ortalama boyu 2 metre, ağırlığı 90 kilo olan kılıçbalıklarının İstanbul Balıkhanesi’ne gelenleri arasında en büyükleri 2,5 metre ve 150 kilo boyundaydı. Bu ürkütücü fakat yumuşak başlı balık, dalyanlarda, hava karardığında düğümleri geniş özel bir ağ ile tutulurdu. Fırtınalı havalarda kılıçbalığı avlamak olanaksızdı. Bu balıklar, şimşekten korkar, şimşekler gökyüzünü aydınlatınca ışıktan ürkerek su yüzeyine çıkmazlardı. Boğaziçi kıyılarındaki lüks “... Ağlar çekiliyor dalyanlarda, Bir kadının suya değiyor ayakları, İstanbul’u dinliyorum, gözlerim kapalı.” Orhan Veli Kanık 1940’larda Boğaz’da yakalanan bir kılıçbalığı, Balıkpazarı’na getirilmiş. 26 İSTASYON “..barbunya balıkları gölgeleri birer kırmızı ışık parçası gibi suyun yüzünde, lipsoslar binbir renkte çakarak, hani balıkları, izmaritler, ...esmer, uzun bedenli orfoslar, yemyeşil bir saydamlıkta dülgerler...” lambaları, vapurların projektörleri ve pervanelerin gürültüleri avı zorlaştırdığı için balıkçılar şikayet ederdi. Kılıçbalığı avlarken dikkatli olmak gerekirdi. Balık yakalanıp sudan çıkmaya başladığı zaman eğer ilk önce kılıcı görünüyorsa, hayvana bir takla attırmak gerekirdi. Aksi halde, balık son gücüyle kafasını kımıldattığı an, kılıcı bir bıçak gibi balıkçıların parmaklarını kesebilirdi. Onun için bazen, balıkçılar, balığı kılıcından tutup çıkarmak için ellerini başlarından çıkardıkları fesleriyle korurlardı. Boğaziçi’nde kılıçbalığı avlanabilen Kanlıca, Çubuklu, Sarıyer gibi çok sayıda nokta arasından en önemlisi Boğaziçi çıkışı yakınlarında olan Keçilik İçi diye bilineniydi. Burası sığ olduğu için çoğu zaman bol balık bulunurdu. Bir kayığın bir gecede 30-35 kılıçbalığı tuttuğu görülürdü. 20. yüzyıl başlarında, Boğaziçi sularında bir yılda 6 bin kılıçbalığı yakalanıyor ve tüketiliyordu. Eti lezzetli olduğu için oldukça değerliydi. Örneğin tonbalığından beş-altı kat daha pahalıydı. 1935’ten önce dalyanlarda, kısmen de olta ve paraketeyle avlanan kılıçbalığı, bu tarihten itibaren zıpkınla avlanmaya başlandı. 1950’lerde kılıçbalığı hâlâ bulunuyordu. Geri yüzmeyi bilmeyen tek balık olduğu için, Boğaziçi sahillerinde yönünü şaşırıp, iskele kazıklarının arasına kılıcını daldırdığı ve kuyruğuna atılan ilmekle kolayca yakalandığı olurdu. Kumkapı’nın eski sakinlerinden balık ağı tamircisi Kirkor Hüneryan’ın anlattığına göre, Kumkapı limanı, Marmara ve Avşa adaları kılıçbalığı avlayan kayıkçıların uğrak yerleriydi. Yapılan aşırı avcılık sonucu 1950’lerden sonra Boğaziçi’nde kılıçbalığı avlanamaz oldu. uzunluğu 1,5 metre, ağırlığı ise 300 kilo kadardı. Aralarında 3 metreye yakın boyu ve 450 kilo hatta bir ton ağırlığı olanlar da olurdu. Tuzlanarak Yunanistan ve İtalya’ya ihraç edilen bu balıklar, her yıl Atlas okyanusundan yola çıkıp Afrika ve Anadolu kıyılarını takip ederek Karadeniz’e girerdi. 1 Nisan’dan itibaren Boğaziçi sularında görülmeye başlar, yolculukları eylül ayına kadar devam ederdi. Sardalya, torik ve diğer göçmen balıkları kovalayan tonbalıkları, Arnavutköy kıyılarında sahilden zıpkınla avlanabiliyordu. Yaşlı balıkçılar yakaladıkları tonbalıklarını hasretle anlatır. Tonbalıklarının Boğaz’daki varlıİstanbul Boğazı’ndan geçerek Karadeniz’e çıkan ve orada yakalanan bir tonbalığı, 1950’ler. ğı, lüferin Marmara denizinden çıkamamasına, dolayısıyla rahatlıkla avlanmasıöçmen deniz balıklarının en büyüğü orkinos ya da na yarardı. İstanbul ciadi tonbalığı, Plinius’un anlattığına göre, MÖ 1. varında tonbalığı çok yüzyılda Bizantion Burnu yakınlarında bolca satılmaz, Japonya’ya göndeavlanırdı. Bizantion sikkelerinde tonbalığı suretinin rilirdi. Oradan gelen alıcılar, özel ciyer alması bundan ileri gelir. Tonbalığının, Avrupa kıyılarında yakalanmasına şüpheyle yakla- hazlarla testler yapar, satın alacakları balıkları seçerdi. Boğaz’da şan Deveciyan’ın zamanındaysa bu balıklar, aradıkları derinliği bu- tutulan mavi orkinos, çok kıymetli ve makbuldü. 1980’de 94 ton, labildikleri Anadolu yakasında Tuzburnu, Suadiye ve Fenerbahçe ta- 1990’da 17 ton avlanan tonbalığının bu sularda nesli tükendiği için raflarında tutulurdu. Boğaziçi sularındaki tonbalıklarının ortalama 1992’den sonra ticari avcılığı yapılmadı. G USKUMRU Kendisi terk etti üvey abisi geldi Z ayıf uskumrulara “çiroz”, sonra yağlananlarına “lipari”, yanakları siyahlı küçük uskumrulara da “mavriko” adı verilir. Kışın Marmara’da üreyen uskumrular, ilkbaharda torikler gelmeden Karadeniz’ e giderdi. Eski İstanbullular şubat ayına uskumru mevsimi derdi. Uskumru çok lezzetliydi ve bol bulunurdu. Boğaz kıyılarında tahta çıtalardan sıra sıra askılar yapılır, uskumrular kuyruklarından asılır, güneşte kurumaya bırakılırdı. 1980’de 5935 ton uskumru yakalanmışken, bu miktar 1990’da 350 tona, 1992’de 3 tona düştü. Pazarda Boğaz uskumrusu yok ama yerini dolduran ithal uskumru nedeniyle biz bu balığın aslında Boğaziçi’ni terk ettiğini hissedemedik. Boğaziçi kıyılarında tahta çıtalara asılan uskumrular, güneşte kurumaya bırakılırdı, Sarıyer, 1900. İSTASYON 27 TARİHTEN PALAMUT LÜFER Derya kuzularını henüz tüketemedik Boğaziçi’nin alamet-i farikası P K alamut, Boğaziçi’nin her dönemde bolca barındırdığı balıklardandır. Boğaziçi palamutlarının eti, özellikle toriklerinki orkinostan kıyaslanmayacak derecede üstündü. Küçükten büyüğe doğru vanoz, çingene palamudu, kestane palamudu, palamut, torik, sivri, altıparmak diyerek sıralanan palamut ailesi, en sonunda “peçuta” ile 150 santimetre boya ve 7 kilo ağırlığa kadar varıyordu. Palamut, günümüzde hâlâ Boğaz’da avlanarak taze olarak tüketebildiğimiz az sayıdaki balık türlerinden biri ama bugün peçutayı bırakın, torik bile bulmak çok güç. Hatta günümüzde balıkçılar, palamudun bir irisi olan “zindandelen”i “torik” diye satıyorlar. Toriklerin Karadeniz’den Akdeniz’e yolculuğu, 21 Ekim’de başlar, kasım ayının sonuna kadar devam ederdi. Bu aralığın dışında çok ender olarak torik yakala- nır, bu yakalanan balıklara “otlak” ya da “firari balık” denirdi. 1912’de İstanbul haline 16 bin ton torik geldi. Torik bakımından bereketli geçen o sene diğer balıklar avlanamadı çünkü torikler bölgedeki yerli balığı büyük miktarda yiyip bitirdiler. 1913’teyse aksine, torikler Marmara’ya geçmek için Boğaziçi’ne erken gelerek kışı Adalar civarında geçirdiler. Uskumrular da her zamanki davranışlarının aksine Avrupa kıyılarına yaklaştıkları için kış boyunca Tekirdağlı balıkçılar uskumru yakalayıp İstanbul’a gönderdiler. 1943’te Yenikapı-Kumkapı arasındaki iskeleye Almanya’dan özel vagonlar geldiğini ve avlanan toriklerle onlarca vagonun dolduğunu hatırlıyor balıkçılar. “Mümkünü olsaydı da balolara canlı balık sırtlarının yanar döner renkleriyle gidebilseydi bayanlar; balıkçılar milyon, balıklar şanüşeref kazanırdı. Ne yazık ki soluverir ölür ölmez, öyle ki üzülmüş bebeklere döner balık sırtının pırıltıları.” Sait Faik Abasıyanık Eminönü Hali’ne getirilmiş palamutlar. 28 İSTASYON 1930’larda Balıkpazarı’nda satılan palamutlar. 1950’li ve 1960’lı yıllarda Haliç ağzındaki kayıklarla, günde 100 çifte yakın toriğin kuyu çengeliyle bile yakalanabildiği de balıkçıların anılarındandır. Denize torik avlamak için çıkmış bu kayıkların sayısı bir defasında öyle artmıştı ki, vapur kaptanlarının şikayeti üzerine Eminönü-Kadıköy hattı için, kayıkçıları 1-1,5 ay süreliğine rahatsız etmeyecek yeni bir rota belirlenmişti. Şiddetli kışlarda torikler de diğer balıklar gibi kıyıya doğru gelir ve burada kolaylıkla yakalanırlardı. Balıkçılar bunu “balıkların kulağına kar suyu kaçtı” diyerek tarif ederlerdi. 1955-1956 kışında Galata Köprüsü “kulağına kar suyu kaçan” torikler nedeniyle hınca hınç dolmuş ve bu torik akınından bütün kent halkı yararlanmıştı. Özellikle Kandilli civarında palamut avlamak mümkündü. Eski İstanbul’da palamut ve toriğin “karnıyarık” ya da “lakerda” şeklinde tuzlanmış olarak sofralara gelmesi âdetti. üçükten büyüğe doğru defneyaprağı, çinekop, sarıkanat, lüfer, kofana ve azmanı sırtıkara... Lüfer avı eski zamanlardan beri Boğaziçi’nde yaşayanların eğlencelerinden biri oldu. Amatör balıkçılar, Kanlıca Körfezi başta olmak üzere, mehtaplı gecelerde sakin sularda keyif yapar, sandalların başında mangal yakar, birbirlerine ikramda bulunur, küçük kadehlerin içinde sandaldan sandala içkiler sunarlardı. Eski balıkçılık âlemlerinde, tarihteki Lale Devri gibi Lüfer Devri’nden söz edilir. Kanlıca Körfezi’nden başka Paşabahçe, Çubuklu, Kireçburnu, Büyükdere ve Bebek önlerinde de lüfer avlanır, işin eğlence tarafını düşünenler Kanlıca’yı tercih ederlermiş. İstanbul’da at kılından misinalar yaptıran, özel tasarım gümüş zokalar döktüren lüfer düşkünü paşalar yaşamış. Osmanlı padişahlarının lüfer merakı konu edildiğinde anlatılagelen bir hikaye vardır. Edebiyatçı Recaizade Ekrem’in babası Recai Efendi, balık avı esnasında fevri davranışlarıyla bilinen, Boğaz’da lüfer avı müdavimlerindenmiş. Recai Efendi’nin balığa çıktığı akşamlardan birinde Sultan Abdülaziz de tebdil-i kıyafet, yanında başmabeyincilerinden Nevres Paşa ile ava çıkmış. Sultan Abdülaziz, Recai Efendi’nin karakterini bildiğinden, Nevres Paşa’nın Lüfer zamanı. Anadoluhisarı balıkçılarından Ahmet ve Mehmet Yavaş kardeşler 1970’li yıllarda gece lüfer avında. “Lüfer, Boğaz’ın en cazip eğlencesidir. Beylerbeyi’nden ve Kabataş’tan başlayarak Telli Tabya’ya ve Kavaklar’a kadar iki kıyı boyunca uzanan, akıntı ağızlarında kümelenen bu aydınlık eğlence, bilhassa mehtapsız gecelerde küçük şehrayinler yapar. Öteki avların bir nevi iş içinde pişme, uzak seferler istemesine mukabil, o bulunduğumuz yerde, herkesle beraber yapılan oyundur.” Ahmet Hamdi Tanpınar onu biraz kızdırmasını istemiş. Recai Efendi oralı olmayınca üstelemiş. Nevres Paşa’nın, “Senin yüzünden biz de bir şey avlayamadık. Nil ve Fırat’ı kurutan mübarek kalemin bugün de denizin dibini kuruttu” sözü üzerine artık dayanamayan Recai Efendi, “Kabahat sende değil, senin gibi zevzeği kışkırtıp üzerime saldırtan yanındaki kara sakallı herifte” demiş. Keyfi kaçtığından avı bırakan Recai Efendi’yi ertesi gün yalısında Sultan Abdülaziz’in yaverlerinden biri ziyaret et- miş. Kırmızı kese içinde “Atiyye-i Şahane”yi sunarken “Keseyi dün akşam lüfer avındaki kara sakallı herif gönderdi efendim” demiş. Eski İstanbullular “balık” derken lüferi kasteder, diğer balıkları (palamut, uskumru vb.) isimleriyle anarlardı. “Kofananın iki yanağıyla bir ufak rakı içen” Ahmet Rasim’e göre de, balıkları özellikle lüferi tanımayan İstanbullu sayılmazdı. 1980’de 1300 ton lüferin avlandığı Marmara ve Boğazlar’da 1990’da sadece 300 ton, 1997’de 70 ton avlandı. İSTASYON 29 GEZİ Adıyla müsemma: Şirince Çok güzel hâlâ oralarda sonbahar Görmesini bilen gözler, duymasını bilen kulaklar ve hayal gücüne sahip akıllar için ne hüzün ne de hazan mevsimidir sonbahar. Aksine yola çıkmanın, yollarda olmanın, doğal ve tarihi güzellikleri bir kez daha keşfetmenin zamanıdır şimdi. YAZI: SEMA ULUDAĞ Y ine bir sonbahar yazısı, yine Teoman’ın bilindik şarkısı... Ne zaman sonbaharla ilgili bir yazı kaleme alacak olsa, Teoman’ın o malum şarkısı, bu satırların yazarının gelir takılı verir aklına. “Akşama doğru azalınca yağmur / Kızkulesi ve Adalar / Ah burada olsan, çok güzel hâlâ / İstanbul’da sonbahar.” Sonbahar hakkında söylenmiş en güzel söz, yapılmış en güzel beste bu değil elbette, ama yazan, her nedense hep bu şarkının, üstteki satırlardaki nakarat bölümüyle başlamak ister yazılarına. Belki İstanbul’a ve dahi tüm şehirlere, en çok bu mevsimi yakıştırdığı içindir. Belki de sonbaharda, doğanın, bir kez daha, yeniden ve yenilenerek doğmak üzere, kendi içine kapanmaya başlamasının yarattığı gizemdir kendisine çekici gelen. Birçok kişi, böylesi hisler beslemez sonbahara. Onlar için hazandır yaşanan ve fonetik benzerliğinden midir bilinmez, hüzün gibi ağır bir anlam da yüklemişlerdir bu mevsime. Sanki hüznün mevsimi 30 İSTASYON olurmuş gibi… Oysa yaşı ve yaşadıkları ne olursa olsun, zihninin bir köşesinde keşfetme arzusu duyanlar; gidilen yolun niteliğini değil, o yola kiminle çıktığını ve yolculuğun sonunda karşılaştıklarının neler olduğunu önemseyenler için, her mevsim gibi sonbahar da son derece önemli. Ve hatta koşulların diğer mevsimlere nazaran daha iyi olduğunu bile söylenebilir, zira ne yazın kavurucu sıcağı ne kışın dondurucu soğuğu mevzubahistir. Yine sonbahar, yine yolculuk zamanı… Kâh Nemrut’ta alacağız soluğu, kâh Uzungöl’ün kıyısında. Kâh Pamukkale’nin bembeyazlığıyla kamaşacak gözlerimiz, kâh Şirince’nin yaşı 150’ye varan evleriyle. Güzel atlar diyarı Kapadokya’da doğa ile insanın işbirliğiyle ortaya çıkan eşsiz bir manzara karşısında saygı duruşunda bulunacağız. Ve aklımızda Teoman’ın o bilindik şarkısıyla, sonbaharın hüzün ya da hazan mevsimi olmadığına bir kez daha kanaat getireceğiz. Şirince, tarihi 150 yıl öncesine dayanan evleri ve el emeği, göz nuru ürünlerini büyük şirketlerin pazarlama elemanlarına parmak ısırtacak derecede satış gücüne sahip güler yüzlü halkıyla nevi şahsına münhasır bir yer. A nadolu’da, Beylikler Dönemi’nin hüküm sürdüğü yıllar... Efes’teki beylerin yanında çalışanlardan 40’ının azadına karar verilir ve onlardan, tez vakitte yaşayabilecekleri bir yer bulmaları istenir. Grup, araştırmaları sonucunda bugünkü Şirince’yi keşfederler ve Bey’e o bölgeye yerleşebileceklerini söylerler. Bu talep üzerine Bey, “Yerleşeceğiniz nasıl bir yer?” der. Bir anda burasının kendilerine verilmeyeceği endişesine kapılan köylüler, “Biraz çirkince” deyiverirler. Köylülerin telaşından neler olup bittiğini anlayan Bey, “Öyleyse yerin adı Çirkince olsun” der. Ege’nin geleneksel mimari anlayışının en güzel örneklerinin bulunduğu Şirince, işte böyle kurulur.Adı da zamanla Çirkince’den Şirince’ye dönüşür. Aslına bakarsanız, İzmir’e yaklaşık 80, Selçuk’a sadece sekiz kilometre uzaklıktaki bu yerin kuruluşuna dair söylenceler muhtelif. Her ne sebeple ve nasıl kurulmuş olursa olsun Şirince, ünü ülke sınırlarını aşan ender köylerden biri. Dağda olması münasebetiyle, köye uzun ve dik bir yolu aştıktan sonra varılıyor. 15-20 dakika süren yol, ciğerlerinize oksijeni, gözlerinize yeşilin en güzelini sunmakta cimri davranmıyor. Yerli ve yabancı turist sayısı hayli yüksek olan Şirince’de, meydanın hemen yanından başlayan, sağlı sollu dükkânların bulunduğu sokağa girildiğinde, ününün neden ülke sınırlarını aştığı da anlaşılıyor aslında. Gerek bu cadde, gerekse daracık sokakların araları. hediyelik eşya ve çeşit çeşit meyveden yapılan şarap dükkânlarının yanı sıra kadınların kurduğu tezgâhlarla dolu. Ne ararsanız var bu tezgâhlarda. Yıllardır bura gelip giden turistler aracılığıyla köylü kadınlar yabancı dil ‘öğrenmiş’. Elleriyle yaptıkları veya civardaki köylerden temin ettikleri ürünleri, büyük firmalarda çalışan pazarlama elemanlarını hayrete düşürecek kadar iyi satıyorlar. Şirince’yi bu kadar ilgi çeker hale getiren tek özellik, pazarlama yeteneğine sahip ve güler yüzlü insanları değil. 19’uncu yüzyılda, Rumlar tarafından inşa edilen 100-150 yıllık evler, köyün en önemli mirası. Asma balkonlu evlerin pencere ve saçak kenarlarına resimler yapılmış, kuş motifleriyle süslenmiş. Mimariden söz etmişken, bir konunun daha altını çizmekte yarar var. Köy öyle bir özenle inşa edilmiş ki, hangi evin penceresinden bakarsanız bakın, Şirince’nin bütününü görebiliyorsunuz. Ancak köyün merkezinden yola çıkıp biraz tırmanarak ve dar sokaklardan geçerek ulaşılan Saint Jean Kilisesi’nin penceresinden Şirince’ye göz gezdirmenin zevki başka. Tüm Ege’de olduğu gibi Şirince’nin mutfağında da zeytinyağlı yemekler, otlar ön planda. Ama tercihinizi etten yana kullanmak isterseniz, çöp şişiyle ünlü Selçuk, sadece sekiz kilometre ötede. İSTASYON 31 GEZİ Doğanın beyaz büyüsü: PamUkkale Alpler’i anımsatıyor: UNESCO’nun Dünya Mirasları Listesi’nde yer alan Pamukkale ve Hierapolis Antik Kenti, sonbahar seyyahlarının gezi programında yer almakta zorlanmıyor. UzUngöl R ivayet odur ki, uzun uzun yıllar önce, Denizli’deki Çökelez Dağı’nın eteklerinde, fakir mi fakir oduncu bir aile yaşarmış. Ailenin boynunu, fakirlik değil de kızlarının çirkinliği bükermiş. Kız o kadar çirkinmiş ki, evlenecek yaşta oğulları olan kadınlar, onu görünce yollarını değiştirirmiş. Bir yandan fakirlik, diğer yandan çirkinlik kızın hayattan bezmesine neden olmuş. Günlerden bir gün, Çökelez Dağı eteklerinden, içinde su ve tortu dolu, havuz misali bir gölete kendini bırakıvermiş. Yüzü gözü kan revan içinde kalsa da ölmemiş, dahası su, kızın çirkinliğinden eser bırakmamış. Rivayet bu ya, tam da bu sırada oradan geçen Denizli Beyi’nin oğlu yaralı kızı alıp evine götürmüş, iyileştikten sonra da onunla evlenmiş. O gün bugündür kadınlar, oduncu kızının kendini sularına bıraktığı Pamukkale’ye gelip ılıcalarda güzelleşmeyi umut ederlermiş. Denizli’nin kuzeyinde, kent merkezine sadece 20 kilometre uzaklıkta bulunan Pamukkale’nin namının işte bu hikâyeden geldiğine inananların sayısı hiç de az değil. Akan suların oluşturduğu karbon mineralli terasları ve tabii travertenleriyle görenleri bambaşka düşüncelere gark eden, bu özelliği sayesinde UNESCO’nun Dünya Mirasları Listesi’nde yer almakta hiç de zorlanmayan Pamukkale, antik kent Hierapolis ile iç içe bulunması nedeniyle sadece görsel değil, tarihi bir zenginlik de sunuyor ziyaretçilerine. Bazı kaynaklar, antik kentin Bergama Kralı II. Eumenes tarafından MÖ 197 yılında kurulduğunu, adını Amazonlar Kraliçesi Hiera’dan aldığını, içinde çok sayıda mabet bulunması nedeniyle aynı zamanda “kutsal kent” olarak anıldığını belirtiyor. Yine aynı kaynaklar, Hierapolis’in inanç turizminde öne çıkmasının nedeni olarak Hz. İsa’nın havarilerinden St. Philip’in burada öldürülmesini ve onun adına anıt mezar yaptırılmasını gösteriyor. Apollon Tapınağı, St. Philip Martyriumu, Antik Tiyatro, Roma Kapısı, Kuzey Bizans Kapısı, Agora, bugün müze olarak kullanılan Roma Hamamı, su kanalları, Direkli Kilise ve nekropoller, Hiearapolis’teki başlıca tarihi yapılar. Gerek travertenler, gerek antik kent, gerekse her derde deva ılıcaları sayesinde Pamukkale, daha uzun yıllar binlerce, milyonlarca kişinin seyahat listesinde yer alacak gibi görünüyor. Alpler’in görkemi ve ilgi çekiciliğiyle kıyaslanan Uzungöl, sadece içinde yer aldığı Trabzon’un değil, Doğu Karadeniz’in en güzel yerlerinden biri. Y olu Karadeniz’e düşenlerin rotasında yer alması gereken yerlerden biri Uzungöl. Tanıtım yazılarında Alplerin güzelliğiyle kıyaslanan Uzungöl, Trabzon’a 99, Çaykara ilçesine ile 19 kilometre uzaklıkta. Bu da Trabzon’un merkezindeyseniz bir buçuk, iki saatlik yol katetmeniz gerektiği anlamına geliyor. Güzergâhınız boyunca doğanın sunduğu güzelliklere tanıklık etmek, asma köprülerin yanında mola vermek ya da çağlayarak akan derelerin sesini dinlemek isterseniz, süre daha da artabiliyor. Ama bu güzelliklerin keyfine varmanızı özellikle tavsiye ederiz. Aksi takdirde bu yolculuk biraz eksik, biraz yarım kalıyor. Kaynakçalar, vadinin ortasında yer alan, 1090 metre rakımlı bu gölün, yamaçlardan düşen kayaların Hal- 32 İSTASYON dizen deresinin önünü kapamasıyla oluştuğunu yazıyor. Yerli ve yabancı turistlerin yoğun ilgisini çeken bölgenin bir yanında, klasik Karadeniz mimarisini temsil eden evlerin bulunduğu köy var. Tam ortada yer alan camii ise turistlik alanla köy arasına bir sınır çizmiş sanki. Camiyi arkanıza alıp ilerlediğinizde, daracık yolun iki yanını otellerin, motellerin, restoranların ve turistik eşya satan dükkânların kapladığını görüyorsunuz. Kısa süre önce yayınlanan haberlerden öğreniyoruz ki, bugüne dek daha ziyade Avrupalı gezginlerin uğrak yeri olan Uzungöl, Arap turistlerin de seyahat listesine girmiş durumda. Gözleriniz, Batılı turistlerin trekking ve kuş gözlemi yapmak, çeşit çeşit bitki türünü incelemek üzere geldikleri dağlara doğru çevrildiğindeyse, daha önce yeşilin bu tonuyla karşılaşıp karşılaşmadığınız şüphesine düşebilirsiniz. Uzungöl kadar meşhur olmasalar bile, o dağların arasında da irili ufaklı göller var. Ama gölleri ya da Karadeniz’in o dillere destan yaylalarını görmek için uygun mevsimi seçmelisiniz. Malum, Türkiye’nin en fazla yağış alan bölgesi burası, o nedenle hangi mevsim giderseniz gidin yanınıza yağmurluk almakta fayda var. Peki, Karadeniz’e gidilir mıhlama, kaygana ve balık yemeden dönmek olur mu? Ancak Uzungöl’e gittiyseniz, balıktan ziyade diğer yemeklere şans tanımanızı öneririz. Çünkü kaygana ve Trabzon’un meşhur tereyağının önce mısır unu, ardından da özel bir tel peynirle yüksek ateşte kavrulmasıyla yapılan mıhlama, başka hiçbir yerde bu kadar güzel yapılamıyor. İSTASYON 33 GEZİ Güzel atların diyarı: kaPadokya Doğanın yaratıcı gücüyle, doğayı hâkimiyeti altına almaktan ziyade onunla yeni değerler yaratma kaygısıyla hareket eden insanların işbirliğiyle oluşan bir hazinedir Kapadokya. D oğanın nevi şahsına münhasır gücüyle insanın aklının bütünleşmesi nasıl bir sonuç ortaya çıkarır? Soruyu şöyle de sorabiliriz: İnsan doğayı yenme, onun üzerinde hükümdarlık kurma kaygısıyla hareket etmediği, daha da önemlisi onun bir parçası olduğunu unutmadığı takdirde oluşacak dünya, nasıl bir dünyadır? Bunlar, onlarca kitap okuyarak ya da saatlerce tartışılarak yanıtlanacak sorular değil. Zira bazen, insana çetrefilliymiş gibi gelen bir sorunun yanıtını bulmak için tek bir noktaya bakmak bile yeterli olabiliyor. Yeter ki, bakmakla yetinmeyip görmesini de bilsin insan. Misal Kapadokya… Güzel atlar diyarı anlamına gelen Katpatukya kelimesinden doğan ve zamanla dilimize Kapadokya olarak geçen bu yer, insan aklıyla doğanın gücü birleştiğinde nasıl bir sonucun ortaya çıktığını gösteren eşsiz bir örnek aslında. Yazılı kaynaklar, bölgenin, 60 milyon yıl önce Erciyes, Hasandağı ve Güllüdağ’ın püskürttüğü lav ve küllerin oluşturduğu yumuşak tabakaların zamanla iklimsel koşullar nedeniyle aşınmasıyla ortaya çıktığını belirtiyor. Peki, insan aklı bunun neresinde diye merak edenler için hemen belirtelim: Coğrafi olaylar bölgenin şekillenmesinde rol oynarken, insanlar da peribacalarının içlerini oyarak kendileri için yaşam alanları oluşturmuş, ibadethaneler yapmış ve yaşadıkları yerleri fresklerle süsleyip binlerce yıllık medeniyetlerin izlerinin günümüze kadar gelmesine aracılık etmiş. Kapadokya, Hititlerden Selçuklulara, oradan da Osmanlılara geçen geniş tarihiyle eşi bulunmaz bir hazine. Bu hazinenin en etkileyici noktalarından biri hiç kuşku yok ki, Göreme. Her yerinden tarihin fışkırdığı; kayaların içine oyulmuş birçok kilise, şapel, ev ve oda bulunan Göreme’de turistle- rin ilgisini en çok, daha ziyade kız öğrencilerin yerleştirildiği, yedi katlı olmasıyla meşhur Rahibeler Manastırı ile Elmalı Kilisesi çekiyor. Göreme’ye sadece iki kilometre uzaklıktaki, duvarlarında Hıristiyanlık tarihinin en önemli olaylarının anlatıldığı Çavuşin Kilisesi de turistlerin uğrak yerlerinden. Erciyes ve Hasandağı’na nazır, birçok yere ulaşmayı sağlayan tünelleriyle ünlü Uçhisar Kalesi ile peribacalarını görebilmek için belki de en ideal noktalar arasında yer alan, Zelve yakınlarındaki Paşabağ Vadisi, görmeden dönülmemesi gereken noktalardan. Bir adı da Rahipler Vadisi olan Paşabağ, anı görüntülemek isteyenlerin yanı sıra sessizliğin kimi zaman huzur getirdiğine inananlarda hayal kırıklığı yaratmayacaktır. Kapadokya’nın yer altı şehirleriyle dolu olduğunu söylemek, malumun ilamından başka bir şey değil elbette. Derinkuyu, yeraltı şehirleri arasında özelliğini en iyi şekilde koruyanlarından biri... Saldırılara karşı halkı korumak ve böylesi bir durumda bölgeyi en kısa sürede boşaltmak üzere kurulan bu kentte, dolaşımı rahatça sağlamak için birçok tünel oluşturulmuş. Şu an yeraltı şehrinin sadece küçük bir bölümü ziyaret edilebiliyor. Bölgenin en önemli yerlerinden Ihlara Vadisi’nde de birçok yeraltı şehri bulunuyor. Kapadokya seyahatinde Ihlara Vadisi için ayrı bir zaman ayırmakta fayda var. Aksaray-Nevşehir arasındaki yoldan ulaşılabilecek vadi, özellikle bahar aylarında eşsiz bir güzelliğe bürünüyor. Ihlara Vadisi’nde, Melendiz Çayı’nın dinlendirici sesi eşliğinde uzun yürüyüşler yapabilir, yeraltı şehirlerini görebilir, Kapadokya seyahatinizi unutulmaz kılabilirsiniz. Kapadokya’nın akıllara kazınan manzarasını kısa sürede ve detaylı şekilde yaşamak istiyorsanız, en iyi çözüm, balon turu. Rüzgârın durgun olduğu anlarda gün doğarken başlanan tur, bir ya da bir buçuk saat sürüyor. O, dünyanın sekizinci harikası: nemrUt Hani derler ya, “bazen kelimeler kifayetsiz kalır” diye… Bu sözün karşılığını tam olarak bulduğu yerlerden biri ve belki de en önemlisidir; Nemrut. A nadolu’nun hemen her köşesi, çeşitli medeniyetlerin, adeta gelecek nesillere kendilerinden bir iz bırakmak amacıyla yaptırdıkları eserlerle dolu. İrili ufaklı bu eserler, kâh kendi halinde insanların yaşadığı bir köyde çıkıverir karşımıza, kâh bir dağın tepesinde. Tıpkı Nemrut’ta olduğu gibi… Çeşitli kaynaklar, Doğu ile Batı medeniyetlerinin, 2 bin 150 metre yükseklikte, muhteşem bir piramitteki kesişme noktası olarak tanımlıyor Nemrut’u ve Nemrut’taki o muhteşem heykelleri. Adıyaman’ın Kahta ilçesi sınırları içinde ve UNESCO’nun Dünya Kültür Mirası listesinde bulunan Nemrut, neredeyse 2 bin yıllık tarihçeye sahip. 2 bin yıllık tarihi birkaç cümleyle anlatmaya çalışmak zor elbette. Ama bu eserlerin kimler tarafından oluşturulduğunu merak edenler için tarihçesine kısaca bakalım: Eserlere ilişkin bilgiler, 19’uncu yüzyılın sonlarında, 1881 yılında Diyarbakır’a yol yapımı için gelen Alman Mühendis Karl Sester’in açıklamalarıyla gün yüzüne çıkmışsa bile asıl incelemeyi Otto Punchtein başkanlığındaki ekip yapıyor. Punchtein ve beraberindekiler, uzun çalışmaların ardından Grekçe yazılmış kitabedeki yazıları çözmeye vâkıf oluyor. Nemrut Dağı’nın tepesindeki tümülüs ile tümülüsün doğu ve batı tarafında bulunan heykellerin, Yunanca “genler topluluğu” anlamına gelen Kommagene Uygarlığı’nın hüküm sürdüğü yıllarda, Kommagene Kralı 1. Antiochos tarafından yaptırıldığı bilgisine ulaşılıyor. Yerli ve yabancı arkeologlar tarafından 80’li yıllara kadar devam eden kazılarda ortaya çıkarılan taşınabilir eserler müzelerde sergilenirken Nemrut dağına ayrı bir anlam ka- zandıran heykeller ve kitabeler Milli Park Alanı içinde korumaya alınıyor. Tarihçe kısaca böyle… Kimi zaman bir yerin tarihçesi, o yeri ziyaret edenlerin hissiyatı karşısında geri planda kalabilir. Bazılarının boyu 10 metreyi aşan, görenlerde saygı ve hayranlık uyandıran heykellerle yüz yüze gelmenin yaratacağı duyguların kelimelerle ifadesi ise bir hayli zordur. O nedenle de Nemrut hakkında söylenebilecek en güzel söz, moda tanımlamayla ifade edersek, “ölmeden önce görülecek yerler listesinin” üst sıralarında bulunması gereken bir yer olduğudur. Ama yine de birkaç küçük tavsiyede bulunabiliriz: Genelde o bölgede, özelde ise Nemrut Dağı ve çevresinde, gündüzle gece arasında sıcaklık farkı hayli yüksek olduğundan, kıyafetlerinizi bu durumu göz önünde bulundurarak seçmeniz önemli. Bir de eğer sportmen bir yapıya sahip değilseniz, tıkanmamak için Nemrut tümülüsüne yavaş yavaş tırmanmamızda fayda var. Adıyaman’da ne yiyebileceğinize gelince; aslında bu ilin yemekleri bölgedeki diğer illerle benzerlik gösteriyor. Buğday, kuru baklagiller, patlıcan, domates ve lahana ile yapılan yemekler mutfakta baş sırayı alıyor. Ama siz şaşlık denilen Adıyaman kebabını deneyebilirsiniz. Bir de tabii çiğköftenin tadına bakabilirsiniz. İSTASYON 35 OTOMOTİV yetinip daha fazlasını sunması beklenen motorların artık üç yerine dört yarış bitirmeleri gerekiyor. Çünkü sezon boyunca sürücü başına sekiz adet olan motor kontenjanı yeni yılda beşe düşürüldü. Kesin olan bir şey varsa, o da gelecek sene takımların podyuma çıkabilmesi için yarışta izleyecekleri stratejilerin daha büyük rol oynayacağı. RedBull Racing ve kardeş takım Toro Rosso 2014 sezonunda Renault’nun yeni motorunu kullanacak. Mercedes’in geliştirdiği ve 750 beygir güç üretmesi beklenen 1.6 litrelik yeni motoru kullanacak takımlardan biri de Williams olacak. F1 tarihinin en başarılı ikinci takımı olan Williams son iki sezondur Renault motoru kullanıyordu. F1 de çevreci oldu Formula 1, eskisine zıt bir yol izleyip çevre konusunda önemli adımlar attı. 2006’dan beri kullanılan 2.4 litrelik atmosferik V8 motorlar, 2014 sezonunda 1.6 litreye, silindir sayısı da 6’ya düşürüldü. Üstelik artık yarış başına 160 yerine 100 kg yakıt kullanılacak. YAZI: Edmon BEkyan Ç evre konusundaki hassasiyet, her alanda hissedilir şekilde kendini gösteriyor. Otomobil üreticilerinin son yıllarda üzerinde en çok durdukları konu olan çevreye saygı, motor teknolojisinde de büyük adımlar atılmasını sağladı. Son 10 yılda hız kazanan ve downsizing olarak adlandırılan uygulama sayesinde, motor hacimleri küçülürken güçleri daha büyük olanları kıskandıracak düzeye ulaştı. Büyük oranda turbo desteğiyle elde edilen bu başarı nedeniyle, yakıt tüketimi de bazı durumlarda yüzde 30’lara varan oranda azaltıldı. Daha az yakıt, daha düşük CO2 emisyonu anlamına geliyor. Yakıt ve katalitik konvektörlerdeki çalışmalarsa zehirli egzoz gazlarının havaya karışmasını sınırlıyor. Bütün bu olumlu gelişmelere Formula 1 de kayıtsız kalmadı ve 2014 sezonunda yarışacak otomobillerde, 750 beygir üretmesi planlanan 1.6 litrelik V6 motorların kullanılmasını kararlaştırdı. Bugüne kadar yolda kullanılan otomobillerden farklı bir anlayışla geliştirilen yarış otomobilleri, artık eskisinden yüzde 35 daha az tüketen yeni motorları ağırlayacak. 2006’dan bu yana kullanılan 2.4 litrelik atmosferik V8 motorların yerini alacak yeni 6 silindirli turbo motorların aynı performansı sunabilmesi için mühendisler yaklaşık iki yıldır aralıksız çalışıyor. FIA’nın yakıt miktarına getirdiği sınırlama, işleri iyice zorlaştıracağa benziyor. Şu anda ortalama 300 km olan yarışta 160 kg yakıt kullanılırken, FIA bu oranı yeni sezon için 100 kg olarak belirledi. Üstesinden gelinmesi gereken zorluklar bunlarla sınırlı değil. Daha azla 2013 Formula 1 Yarış Takvimi 2013 Formula 1 Takımlar ve PiloTlar Mart ayının ortalarında başlayan sezon tüm hızıyla devam ediyor. Bugüne kadar 13 yarış yapıldı. Ekim ayından itibaren gerçekleşecek yarış takvimi; yarışlara katılan takımlar ve pilotlarsa şöyle: TAKIMLAR PİLOTLAR Redbull Ferrari McLaren Lotus Mercedes GP Sauber Force India Williams Toro Rosso Caterham Marussia Sebastian Vettel/Mark Webber Fernando Alonso/Felipe Massa Jenson Button/Sergio Perez Kimi Raikkonen/Romain Grosjean Lewis Hamilton/Nico Rosberg Nico Hulkenberg/Esteban Gutierrez Paul Di Resta/Adrian Sutil Pastor Maldonado/Valtteri Bottas Jean Eric Vergne/Daniel Ricciardo Charles Pic/G. Vander Garde Jules Bianchi/Max Chilton 05-06 Ekim 12-13 Ekim 26-27 Ekim 02-03 Kasım 16-17 Kasım 23-24 Kasım Güney Kore GP / Yeongam Japonya GP / Suzuka Hindistan GP / Yeni Delhi Abu Dabi GP / Yas Marina Amerika GP / Texas Austin Brezilya GP / Interlagos Kar şı sa yfa Ü sT TE : T O M G aNDOL fıNı /a fP/G ETTy ıM aG Es TUrKEy ; Ka rşı sa y fa a L TTa : V La D ıM ır r y s/sTrıNG Er/G ETTy ıM aG E s TU rK E y; BU sayfa aL TT a: CL ıV E M asO N/sTa ff/G ETTy ıM aG Es TUrKEy Turbo ve erS mucize YaraTacak F1’de nefesleri kesen süratlere ulaşan otomobillerin motorlarında gerçekleştirilen değişikliklerde önemli bir rol üstlenen turbonun yanı sıra ERS sistemine de daha çok iş düşecek. Çok daha azla yetinip aynı performansı sunması beklenen yeni motorların bunu başarabilmesi için kısaca ERS olarak adlandırılan Enerji Geri Kazanım Sistemi’nden daha yüksek oranda yararlanılacak. Hibrid gibi çalışan sistem, otomobilden açığa çıkan fazla enerjiyi depolarken elektrikli motorun, şartlar gerektirdiğinde, motora destek vermek üzere devreye girmesinden oluşuyor. 2013 sezonunda tur başına sadece altı saniye kullanılmasına izin verilen destek sistemi, gelecek yıldan itibaren 34 saniye boyunca devreye girebilecek. Böylece motora hem daha fazla performans hem de daha az tüketim konusunda daha çok destek verecek. Alınan son kararların arkasında, çevre sorumluluğuna ek olarak, F1 otomobillerinin yol otomobillerine yakın hale getirme ve yarış teknolojisinin daha yüksek oranda yollara aktarılması stratejisi de bulunuyor. Buraya kadar her şey yolunda gibi görünüyor. Ancak unutmamak gerekir ki, Formula 1 görsel olduğu kadar işitsel bir etkinlik. “Görüntüyü hallettik, peki ses ne olacak” diye düşünmeye başlayanların sayısı oldukça yüksek. Performans konusunda sorun yaşanması beklenmiyor, ancak F1’i bu kadar popüler yapan 18 bin devire ulaşan V8’lerin tüyleri diken diken eden o çok özel sesi,15 bin devirdeki yeni motorların üretip üretemeyeceği. Bu en az performans kadar önemli, çünkü izleyicilerin ilgisini yüksek tutabilmenin bir yolu da sesten geçiyor. Günümüzdeki motorların yerini almaya hazırlanan düşük hacimli turbo motorlar, ilk kez denenmiyor. 1988 yılında turbo kullanımına son verilip 1989 yılında 3.5 litrelik atmosferik motora geçilmeden önce, McLaren pilotları Senna ve Prost, 1.5 litre V6 Honda ile birçok başarıya imza atmıştı. Honda-McLaren 1988 yılında 16 yarıştan 15’ini kazanarak F1 tarihinde önemli bir yer edindi. Japon üretici bütün bu deneyimlerin ışığında 2015 yılında yeniden McLaren takımına motor tedarik edecek. Bu da daha renkli bir F1 sezonu anlamına geliyor. Mercedes ve Renault, yeni motorları hakkında ipuçları vermeye başlarken Ferrari son ana kadar sessiz kalacak gibi görünüyor. Renault’nun geliştirdiği 1.6 litrelik V6, 160’ı elektrik motorundan olmak üzere toplam 760 beygirlik güç üretip 15 bin devire kadar (güncel V8 motor 18.000 devir/dakika çeviriyor) çıkacak. Egzoz sistemi ise çift çıkıştan teke düşürüldü. Renault’nun ERS sisteminde, bir yerine iki elektrik motoru bulunuyor. Bunlardan biri direkt olarak turboya bağlı olup ondan açığa çıkan sıcak havayı türbin aracılığıyla jeneratöre ulaştırıp elektriğe dönüştürüyor. Batarya ya da kapasitörde biriken güç istenildiğinde turboyu besleyip daha yüksek performansa ulaşılmasını sağlıyor. Yeni motorunun son hazırlıklarını yapan Mercedes ise silindir hacmindeki düşüşten çok, yarış boyunca kullanılan yakıta getirilen sınırlamanın takımları zorlayacağı görüşünde. Bu da yarış sona ermeden pist kenarında kalmamak için pilotların ve takım patronlarının daha ince hesaplar yapacağı anlamına geliyor. Mercedes, motorun beygir gücü hakkında henüz net bir bilgi vermezken ERS’nin sağlayacağı ek güçle (161 bg) birlikte 750 beygire ulaşması bekleniyor. Mercedes de Renault gibi biri egzoz, diğeri frenlerden çıkan ısıyı güce dönüştürüp lityum-iyon bataryalarda depolayan iki adet elektrik motoru kullanacak. Görünen o ki bütün bu yeniliklerin ışığında yeni sezon, çok daha renkli ve sürprizlerle dolu geçecek. İSTASYON 37 SPOR Dalgaları aşmak Raftingin ekstrem su sporları meraklıları arasındaki popülaritesi giderek artıyor. Türkiye’de de farklı zorluk derecelerinde birçok rafting parkuru bulunuyor. Bu spor için süper güçlere sahip olmanıza gerek yok; yüzme bilmeniz ve kendinize güvenmeniz yeterli. YAZI: Biray anıl Birer Ö z g ür D o nma z/ g et t y Im ag e s t U r Ke y T 38 İSTASYON ennessee Williams, “Güvenlik, bir çeşit ölümdür” der... O hâlde hepimiz, yürüyen ölüyüz, desek yeridir. Nitekim başarı öykülerini okurken kahramanlarının girdikleri riskleri öğrenince onlara hayranlık duysak, imrensek de sıradan faniler olarak bizi en çok korkutan sözcüklerin başında gelir risk. Çünkü sahip olduklarımızla güvendeyizdir. Onlardan vazgeçmenin, onları yitirmenin düşüncesi bile tüylerimizi diken diken eder. Bu yüzden her şeyi garanti altına alırız; evimizi, otomobilimizi, mobil cihazlarımızı, aldığımız ihtiyaç kredisini ve elbette hayatlarımızı... Oysaki doğa, her ne kadar teknolojiyle onu dize getirmeye çalışsak da, kendisiyle her karşılaşmamızda, aslında hiç de güvende olmadığımızı hatırlatır bize... Ve yaşadığımızı. Kim bilir belki de bu yüzdendir, “El mi yaman, bey mi!” diye nara atarak sokağı inleten bir delikanlının naifliğiyle, dünyanın en yüksek dağına tırmanırız; okyanusun en derin çukuruna inebilecek ileri teknoloji mekikler üretiriz; 30 metre yükseklikteki dalgada sörf yaparız... Everest başta olmak üzere 8 bin metrenin üzerindeki birçok dağa tırmanmış Tunç Fındık’ın dağcılıktan bahsederken, “Benim için nefes almak kadar keyifli” demesi boşuna değil. Keza, dalgalarla boğuştuktan sonra ciğerlerinize rahatça çektiğiniz ilk solukla kendinizi yeniden doğmuş gibi hissetmeniz. Ya da ormanda yolunuzu kaybetmişken, cep telefonunuz yeniden çekmeye başladığında rahat bir nefes almanız gibi! Çünkü alınan o nefes, yaşamın ve her ne kadar zihinsel, bedensel ya da güvenlik açısından İSTASYON 39 SPOR Debisi yüksek nehirlerDe yapılan rafting, bir ekip sporu; bota, altı ya Da sekiz kişilik takımlar halinDe oturuluyor. amaç, içinDe bulunDuğunuz botu DevirmeDen, kürekle yönlenDirerek kayalar ve engeller arasınDan geçmek. raftingde zorluk dereceleri eskiden ulaşım aracıydı Her ne kadar bugün adrenalin salgılama garantisi verse de raftingin tarih sahnesine çıkışı, kulağa çok da heyecanlı gelmeyebilir. Nitekim raft adı verilen ve birkaç kütük, kalas ya da sazın birbirine bağlanmasıyla yapılan botlar, eskiden nehirlerde yolcu ve yük taşımak için kullanılıyordu. Modern raftingin tarihi ise 1842 yılına uzanıyor; kaydına ilk kez, ABD Ordusu’nda görevli Teğmen John Fremont’un günlüğünde rastlanıyor. Fremont’un, Platte Nehri’ne keşif gezisi için bindiği raft, bir zemin ve ona bağlı dört kauçuk tüpten oluşuyordu. Şişme botların sahneye çıkışı ise 20’nci yüzyılın ortalarına doğru gerçekleşiyor. Cankurtaran botu olarak geliştirilen bu araçlar, daha sonra askeri amaçlı sahil çıkarmalarında kullanıldı. 60’larda rafting artık bir spor dalı olarak anılıyordu. Büyük Kanyon gibi rotaların çıkarılması, rafting şirketlerinin kurulması bu yıllara denk düşüyor. 70’lere gelince, bu alanda çok önemli bir ilerleme kaydedildi ve rafting, Münih Olimpiyat Oyunları’nda kendine yer buldu. Zamanla ekipman ve araçlar, ayrıca teknikler gelişti ve 80’lerde Güney Amerika ve Afrika’daki bazı nehirler de rafting rotaları listesine eklendi. 90’ların sonundaysa rafting, federasyonu olan profesyonel bir spor dalı oldu ve 1999’da ilk resmi uluslararası rafting şampiyonası düzenlendi. Debisi yüksek nehirlerde yapılan rafting, bir ekip sporu; altı ya da sekiz kişilik takımlar halinde bota biniliyor. Amaç, içinde bulunduğunuz botu devirmeden, kürekle yönlendirerek kayalar ve engeller arasından geçmek. Botta boş boş durmak yok; herkes botun kenarlarına oturarak kürek çekiyor. Rehber, arkada bulunuyor ve sizi, komutlarla yönlendirerek botu idare ediyor. Peki, rafting yapmak için süper güçlere sahip olmanıza gerek var mı? Hayır! Yüzme bilmeniz yeterli. Bota binmeden önce rehber size, yapmanız gerekenlerle ilgili bilgi aktarıyor. Nasıl kürek çekeceğinizi, bottan düşerseniz neler yapacağınızı anlatıyor. Önemli olan, takımda uyumu yakalamak... Aksi takdirde bot devrilebiliyor. 40 İSTASYON Raftingçiler yüzlerine vuran her dalganın ardından aldıkları nefeste adranalin salgılıyor ve yaşamın ne kadar güzel olduğunu bir kez daha idrak ediyorlar. W I LL SALt e R/G e ttY I mAG eS tU RKeY İ HSAN YI LD I Z LI /G e t tY I mAG eS tU RK eY hazırlıklı olsak da doğanın her zaman, bizi alt etmenin bir yolunu bulacağının kanıtıdır. Kimi o yaşam kanıtını yükseklerde, kimi okyanusun dibinde, kimi de köpüklü dalgalarda arar. Siz de yaşadığını suda hissedenlerdenseniz, rafting, Türkiye’de deneyebileceğiniz en sıkı ve (göreceli olarak tehlikesiz) ekstrem sporlardan biri. 1. zorluk derecesi: Su sakin bir biçimde, köpüklenmeden akar. Çocuklar için bile uygundur. Heyecan peşindekiler dikkat; sıkılabilirsiniz. 2. zorluk derecesi: Akıntı azdır; suyun akışı ve küçük engeller hafif dalgalanmalar oluştursa da tehlike arz etmez. 3. zorluk derecesi: Bir metreyi bulan dalgalar oluşabilir. Bu derecede iyi yüzme bilmek şart. 4. zorluk derecesi: İş giderek zorlaşır. Rapidin, yani suyun hızlandığı kısmın başlangıcını ve bitişini görmek her zaman mümkün olmaz. Akıntı, büyük ve karışık dalgalar oluşturabilir. Girdaplar, büyük kayalar ve şelaleler de cabası! 5. zorluk derecesi: Amatörler kenara; bu derece profesyonellere göre. Rapidler çok zordur, suda bazen çavlanlar bazen büyük dalgalar oluşur. Dalga boyu 5 metreye kadar varabilir. 6. zorluk derecesi: Profesyonellerin bile gözünü korkutan bu derecede, geçilemeyecek kadar zor rapidler bulunur. Bu zorluk derecesindeki parkurlarda nehir ya metrelerce yukarıdan dökülür ya da art arda bir dolu engele rastlayarak çok türbülanslı ve dalgalı bir bölge oluşturur. Rafting parkurları zorluk derecelerine göre birden altıya kadar derecelendiriliyor. Birinci derecede çocuklar bile rafting yapabilir. En zoru, altıncı derece. Bu derecede geçilemeyecek kadar zor rapidler bulunuyor. Altıncı zorluk derecesindeki parkurlarda nehir ya metrelerce yukarıdan dökülüyor ya da art arda bir dolu engele rastlayarak çok türbülanslı ve dalgalı bir bölge oluşturuyor. Türkiye’de her zorluk derecesinden parkur bulunuyor. Hatta en ünlüleri Çoruh Nehri, dünyanın en zorlu rafting rotalarından biri sayılıyor. Çoruh Nehri ilk kez 1978 yılında, efsanevi raftingcilerden Richard Bangs tarafından geçildi. Buraya ilk rafting turu ise 1982 yılında Skip Horner tarafından düzenlendi. Horner, yıllar sonra National Geographic dergisine verdiği röportajda Çoruh Nehri tecrübesi için, “30 yıllık kariyerimin en tehlikeli, en zorlu geçişlerinden biri” demişti. Kaçkar Dağları’ndan doğan Çoruh Nehri’ndeki rafting parkuru 169 kilometre uzunluğunda ve zorluk derecesine göre dörde ayrılıyor. Bunların arasında beşinci ve altıncı zorluk derecesine giren parkurlar da var. Mayıs ve haziran, en çok ilgi gören aylar. Dalaman Çayı, profesyoneller kadar amatörlerin de gözdesi. 12 kilometre uzunluğundaki parkurda, zorluk derecelerine göre iki ayrı etap var. Üst etabı üçüncü, alt etabı birinci zorluk derecesinde. Sezonu mayıs ayında başlıyor ve ağustos sonuna kadar devam ediyor. Bolu sınırlarındaki Melen Çayı ise hafta sonu heyecanı için ideal bir destinasyon. En iyi sezonu, bahar ayları. 16 kilometrelik parkur Dokuzdeğirmen Köyü’nden başlayarak, Beyler Köyü mevkiinde son buluyor. 1,5 saat süren parkur, üç zorluk derecesinden oluşuyor. İlk kez deneyecekler için en ideal parkurlardan bir diğeri ise Antalya’daki Köprüçay; zorluk derecesi bir ve iki. Çorlu Nehri, Dalaman Çayı, Melen Çayı ve Köprüçay dışında Alara, Dim, Eşen, Manavgat, Zamantı çayları ve Fırtına Deresi’nde de rafting yapılıyor. Siz de ekstrem su sporlarına meraklıysanız gerekli önlemleri, ön eğitimi aldıktan sonra bu sporun sunduğu eğlence ve maceranın tadını çıkarabilirsiniz. Unutmayın ki, yüzünüze vuran her dalganın ardından alacağınız solukla, adrenalin salgılayacak ve yaşadığınızı hissedeceksiniz. İSTASYON 41 sAĞlIk Dİsleksİye erken teşhİs mümkün (mü?) Çocuklarda öğrenme bozukluğuna neden olan disleksiyenin, beyindeki dil ve sesle ilgili sinirlerin yer aldığı bölgenin küçük olmasından kaynaklandığı belirlendi. n Çocukları derslerinde başarı sağlayamayan ailelerin Dünyada en son mikroplar kalacak n Yaz aylarını geride bıraktık. Her geçen yıl güneşin etkisinin daha fazla hissedildiği, sıcaklığın giderek arttığı herkesçe malum. Peki, ileride neler olacak? Sıcaklığın yükselmesi, yeryüzündeki canlıların yaşam mücadelesini sürdürmesine izin verecek ki? Biliminsanları işte bu soruların yanıtını bulabilmek için var güçleriyle çalışıyorlar. Bilgisayar modelleri üzerinden binlerce ve belki de milyonlarca yıl sonra oluşabilecek yaşam üzerine araştırmalar yapıyorlar. Araştırmaların sonuçları ise hayli ilginç; zira İskoçya’daki St. Andrews Üniversitesi’nden Jack O’Malley James’in yaptığı bir incelemeye göre, günümüzden bir milyar yıl sonra daha da parlak ve sıcak hale gelen güneşin etkisiyle okyanuslar buharlaşmaya başlayacak ve tuz oranı yükselecek. Oluşan sera etkisi oksijeni azaltacak. Bu durum neredeyse tüm canlıların hızla yok olmasına neden olacak. Bu zaten uzun süredir dillendirilen bir konuydu, ancak James’in teorisinde ilginç olan nokta şu: Olağanüstü çevre koşullarının hüküm sürdüğü bu ortamda, ayakta kalabilen canlı türü extremophiles adı verilen mikroplar... Koşullar daha da kötüleştikçe bu organizmaların da ortadan kalkacağı ve 2,8 milyar yıl sonra dünyada yaşamın sona ereceği tahmin ediliyor. 42 İSTASYON akıllarına gelen ilk unsur, çocuğun zekâsıyla ilgili bir sorun olduğu yönündedir. Oysa disleksiye olarak tanımlanan ve en sık rastlanan öğrenme bozukluğunun zekâyla hiçbir ilgisi yok. Eğer öyle olsaydı, Albert Einstein, Walt Disney, Leonardo Da Vinci, Bill Gates gibi bilimin ve sanatın gelişmesine önayak olan birçok ünlünün zekâsından kuşkulanmamız gerekirdi. Sözün özü disleksiye dille, sesle ilgili olup tedavisi mümkün bir sorun. Uzmanların yaptığı çalışmalar da bu durumu kanıtlar nitelikte. Bu sorunu çözebilmek için araştırmalarına hız kazandıran Amerikalı bir ekip, disleksiyenin, henüz okuma-yazma bilmeyen anaokulu çağındaki çocuklarda beyin taraması yöntemiyle tespit edilebileceği sonucuna vardı. Neuroscience dergisinde yayınlanan habere göre, biliminsanları, okula başlama çağındaki 40 çocuk üzerinde çeşitli testler uyguladı ve çocuklardan bazılarının beyinlerindeki dil ve sesten sorumlu sinir demetlerinin bulunduğu bölgenin normalden daha küçük olduğu belirlendi. Bununla birlikte, uzmanlar, disleksiye ile sinir demetleri arasındaki bağlantıya dair kesin bir şey söylemek için henüz erken olduğunun özellikle altını çiziyorlar. Bu da araştırmaların henüz tamamlanmadığı, disleksiye ile ilgili kesin verilere varılabilmesi için daha bir dizi çalışmanın yapılması gerektiği anlamına geliyor. Mide ameliyatları artık daha kolay n Sağlık sektöründeki gelişmeler hastalıkların tanı ve tedavisindeki süreci kısaltırken operasyon gerektiren durumların da eskiye oranla çok daha kolay gerçekleşmesine vesile oluyor. Örneğin bundan çok değil on, on beş yıl önce, kimsenin aklına, göbek deliğinden açılan küçük bir kesik sayesinde mide kanseri ameliyatı yapılabileceği gelmezdi. Ama oldu. Her geçen gün biraz daha ilerleyen teknoloji ve hekimlerin artan deneyimleri sayesinde artık, mide ameliyatları da kapalı yöntem kullanılarak yapılmaya başlandı. Tek port adı verilen yöntemin kullanıldığı bu operasyonda cerrahlar, göbek deliğinde 3,5 santimlik bir kesi oluşturduktan sonra dokuları kesip dikebilen, pille çalışan bir aletle kanserli mideye ulaşıyor. Yine bu aletlerin yardımıyla, tümörlü midenin çevre dokularla ilişkisi kesilerek göbek deliğinden çıkarılması sağlanıyor. “Mide tamamen çıkarıldığına göre, onun görevi nasıl gerçekleşiyor,” sorusunun yanıtına gelince… Bu işlevi yemek borusuna bağlanan ince bağırsak yerine getiriyor. Ameliyatın, tek port yöntemi kullanılarak yapılması hastaya birçok avantaj sağlıyor. Örneğin açık ameliyatlarda, mide bölgesine ulaşabilmek için yaklaşık 25 santimlik bir kesiğin oluşturulması gerekiyor ve bu da fıtık ve yara enfeksiyonu gibi sorunların ortaya çıkmasına zemin hazırlıyor. Açık ameliyatlarda 10 günü bulabilen normal beslenmeye geçiş, bu yöntemle üç güne düştüğü gibi hasta beş günde taburcu edilebiliyor. eMpAtİ DüĞMesİ kApAnIrsA… n Psikopatları nasıl bilirsiniz? Duygusuz, acımasız, gaddar... Ve başkalarının acılarına duyarsız, bir başka ifadeyle empatiden yoksun… İnanılması zor ama, yapılan bir araştırma bunun tersini iddia ediyor. Ayrıntıları “Brain / Beyin” dergisinde yayınlanan araştırmaya göre, psikopatların büyük bölümü empatiden yoksun değiller, sadece empati kurmaya yarayan hisleri, bir elektrik düğmesi misali, açıp kapama yetisine sahipler. Araştırmacılar bunu nasıl mı anladılar? Hüküm giyen bir grup psikopat suçlunun beyinlerine tarama cihazı bağlayıp bir insanın başka birine acı çektirdiği görüntüleri izlettirerek. Araştırmacılar, deneklerden videodaki acı çeken kişiyle kendilerini özdeşleştirmelerini istediğinde, psikopat hükümlülerin beyinlerindeki acıya hassas bölgelerin harekete geçtiğini gördüler. Bu da onların aslında empati kurma yeteneğinden uzak olmadığını ve bu refleksinin geliştirilmesinin rehabilitasyonlarında etkili yöntemlerden biri olabileceği sonucunu çıkardı. konuşAn sİgArA pAketİ Çok DAhA rAhAt sevİlebİlecekler Alerji nedeniyle kedilerden uzak durulan dönem sona erecek gibi görünüyor. Uzmanlar, kedilerdeki hangi maddenin alerjiye yol açtığını buldu, şimdi sıra bu durumun önüne geçebilecek ilaçların araştırılmasında. n Kediler, hayvanlar âleminde kişiliği en oturmuş türdür belki de. Hiçbirine hükmedilemez, hiçbiri eğitilemez. En sevecen görünen bile, verdiği tepkiyle insanı şaşırtabilir. Bu türü sevenlerin; evinde, bahçesinde kedi beslemek isteyenlerin sayısı hiç de az değil. Ama bir de çok sevdikleri halde yaklaşamayanlar var. Onlar kediye karşı alerjisi olanlar. Değil kediye dokunmak, aynı ortamda bulunmak bile onlardaki alerjiyi tetikliyor. Cambridge Üniversitesi’nden bir ekip, insandaki bağışıklık sisteminin kedi alerjisini nasıl algılayıp öksürme veya hapşırmaya neden olduğuna dair incelemeler yaptı. Dr. Clare Bryant liderliğindeki araştırmacılar, çalışmalarının sonucunda kedilerin cildinde alerjiye neden olan bir protein cinsi buldu. Alerji yapan bu madde, vücuttaki bazı bakteriyel atıkların bulunduğu belli bir bölgeyi uyarıyor, bağışıklık sistemi de bu uyarıya öksürme, hapşırma, burun akıntısı, hırıltılı solunum gibi belirtilerle tepki gösteriyor. Kedilerdeki protein cinsi ile insanlardaki alerjik reaksiyon arasındaki bu bağlantı, tedavi yöntemlerinde birtakım adımların atılmasına vesile olacaktır. Çok sevdiği halde bu hayvanlardan uzak durması gerekenlerin hayatını son derece kolaylaştıracak ve onları mutlu edecek bir gelişme bu. n Tüm zararlarını bildiğiniz halde diyelim ki, sigara bağımlısısınız ve bırakmanın yöntemlerini arıyorsunuz. Nikotin sakızı, nikotin bantı, hipnoz gibi birçok yöntem sigarayı bırakmaya çalışanların imdadına yetişiyor. Ama bir de açıldığı anda size sesli uyarı veren, tabiri caiz ise sigarayı bırakmanıza yönelik teşvik edici konuşmalar yapan bir paketle karşılaştığınızı düşünün. Neler hissedersiniz? İngiltere’deki Stirling Üniversitesi’nden bir grup araştırmacı, işte böyle bir paket geliştirdi. “Konuşan sigara paketi” adı verilen paket, yaşları 16 ila 24 arasında değişen bir grup kadın üzerinde test edildi ve işe yaradığı gözlendi. Konuşan paketlerde; sigaranın ne tür zararlar verdiği, doğurganlık üzerinde yarattığı olumsuz etkiler, sigarayı bırakmaya yardımcı olan kurumların telefon numaraları bulunuyor. Bir süre daha farklı denek grupları üzerinde teste tâbi tutulması planlanan konuşan sigara paketleriyle ilgili çalışmalar, İngiliz hükümetince de destekleniyor. 37 Dereceyİ koruMAk gerek! n Havaların soğumaya başlamasıyla birlikte gribal enfeksiyonlar da varlığını hatırlatmaya başladı. Uzmanlar, bu tür hastalıklara neden olan unsurun, sanılanın aksine soğuk hava değil, vücut ısının düşmesi olduğunu; kış aylarını sağlıklı geçirmek için vücut ısısının 37 derecede kalması gerektiğini belirtiyor. Peki, ısıyı bu noktada tutabilmek için neler yapılmalı? • Bir kazak yerine kat kat giyinilmeli. • Ağız, burun ve boğazı kapatan atkı takılmalı. • Kulakları ve başı örten şapka ya da bere kullanılmalı. • Ter emici özelliğe sahip atletler giyilmeli. • Isıyı tutan koyu renk kıyafetler tercih edilmeli. İSTASYON 43 SAĞLIK Bazı meyve sebzelerin, çeşitli kanser türlerine iyi geldiğine dair yazılarla karşılaşıyoruz. Cilt kanserine iyi geldiği bilimsel olarak da kanıtlanmış meyve ya da sebzelerin neler olduğunu öğrenebilir miyiz? Cilt kanserini önlemede bilimsel olarak kanıtlanmış bir yiyecek yok. Ancak antioksidan içeren yiyecekler koruyucu olabiliyor. A, C, E vitamini ve çinkodan zengin beslenme antioksidan özellikler yapıyor. Balık, havuç, kabak, brokoli, soya faydalı yiyecekler. Yeşil çay, zencefil ginkgo çayları çok olmamak şartıyla tüketilebilir. Yine flavanoidler cildimizi, güneş ışınlarına karşı koruyor. Soğan, kereviz, domates, üzüm, elma ve zerdeçal flavanoiditten zengin besinlerdir. Selenyum açısından zengin yumurtanın da koruyucu özelliği var. Derideki düşman Cilt kanserinin tanı ve tedavi süreciyle ilgili genel hatlarla da olsa bilgi alabilir miyiz? Cilt kanserinde özellikle melanom ve skuamöz hücreli karsinomda erken tanı çok önemli. Kişi şüpheli lezyon gördüğünde hemen dermatolojik muayeneden geçmeli. Sadece lezyon olan bölge değil, tüm vücut muayene edilmeli. Ben ile ilgili bir sorun varsa dermoskop dediğimiz bir cihazla bakılmalı. Muayene sonrası şüphe edilen lezyondan örnek alınabilir ya da lezyon tamamen çıkarılarak patolojik incelemeye gönderilir. Patolojik inceleme sonucuna ve cilt kanseri tipine göre kanserli bölgenin tamamen çıkarılması veya gerekirse radyoterapi ve kemoterapi yöntemlerinin uygulanması söz konusu olabilir. Çağın en büyük illeti kanser, vücudun hemen her noktasında varlığını gösterebilen bir hastalık. Cilt de bunlardan biri. Acıbadem Aile Hastanesi Bahçelievler Dermatoloji Uzmanı Dr. Canan Aslan, özellikle 40 yaşından sonra her yıl yapılacak rutin kontrollerin hayati önem taşıdığını belirtiyor. A cıbadem Aile Hastanesi Bahçelievler’de Dermatoloji Uzmanı olarak görev yapan Dr. Canan Aslan, “Derinin çeşitli tabakalarındaki hücrelerin, istenmeyen şekilde büyümesi ve yayılmasıyla karakterize edilen tümöral oluşumlardır” diyor, cilt kanserini tanımlarken. Cilt kanseri, özellikle son yıllarda sıklıkla duyduğumuz kanser türlerinden biri. Genetik yapıdan sigaraya, güneşten radyoterapiye ve benlere kadar birçok faktör cilt kanserinin ortaya çıkmasına vesile oluyor. Dr. Aslan, her hastalıkta olduğu gibi cilt kanserinde de erken tanı ve tedavinin çok önemine vurgu yapıyor. Daha ziyade hangi nedenler cilt kanserine yol açıyor? Açık tenli, sarı saçlı ve mavi gözlü olmak, aşırı güneşe maruz kalmak, geçmişte güneş yanığı geçirmek, ailede cilt kanseri olması, kişinin geçmişte cilt kanseri ya da organ nakli geçirmesi, bağışıklık sistemini zayıflatıcı ilaç kullanımı, sigara içmek, arseniğe maruz kalmak, radyoterapi tedavisi, yanık veya vücutta yara izi (skar) olması, çok sayıda düzensiz benin bulunması cilt kanserine neden olabilir. Cilt kanserinin belirtileri nelerdir? Belirtiler kadın ile erkek arasında farklılıklar gösterir mi? Özellikle güneş gören bölgelerde iyileşmeyen yara, leke, ka- 44 İSTASYON barıklık veya ülser dediğimiz oyukların olması, benlerindeki ani büyüme ya da siyah, mavi, beyaz renk değişikliği, daha önce mevcut yara veya yanık üzerinde kabarıklık ve yara oluşumu cilt kanseri açısından kişiyi mutlaka dermatolojik muayeneye sevk etmelidir. Belirtiler, aslında kadın erkek arasında fark göstermiyor. Ancak cilt kanserinin kadınlarda, daha ziyade görünebilen bölgelerde ortaya çıkması ve kadınların muayene konusundaki tutumları, daha erken dönemde teşhisi sağlıyor. Erkeklerde ise lezyonlar daha farklı büyüklük ve görüntülere ulaşınca tanı konulabiliyor. Diğer kanser türlerinde olduğu gibi cilt kanserinde de belli bir sınıflandırma yapmak mümkün mü? Cilt kanseri, melanom olan ve olmayan olarak sınıflandırılır. Daha ziyade melanom olmayan kanser türüne rastlıyoruz. Melanom ise en ölümcüldür. En sık görülen cilt kanseri tipi, bazal hücreli karsinomdur ve derinin epidermis dediğimiz en üst tabakasındaki bazal hücrelerden köken alır. Diğer bölgelerde de görülse bile, sıklıkla güneş gören kol ve bacaklarda ortaya çıkar. İkinci sıklıkla görülen cilt kanseri tipi, skuamöz hücreli karsinomdur. Epidermisin keratinosit dediğimiz hücrelerinden köken alan, hızlı seyirli, diğer dokulara ve lenf bezlerine yayılma eğilimli cilt kanseridir. Güneş gören bölgelerde ve açık ten- lilerde sık ortaya çıkar. Başka cilt hastalıkları ya da yanık skarı zemininde gelişebilir. Son olarak bir de malin melanom dediğimiz, deriye renk veren melanosit hücrelerinden veya bu hücrelerin farklılaşması sonucu oluşan benlerden köken alan kanser tipi vardır. Eskiye oranla daha fazla, özellikle beyaz ırkta ve orta yaşta görülür. Benler (nevüs), cilt kanseri konusunda en sabıkalı unsurlar. Vücudunda ben olanlar, hangi durumlarda bunun cilt kanserinin belirtisi olabileceğinden şüphelenmeli? Ailesinde cilt kanseri hikâyesi olanlar, çok sayıda bene sahip olanlar ve doğuştan üzerinde kıl olan büyük beni olanlar dikkat etmeli. Ayrıca mevcut benlerde ani büyüme, şekil değişikliği, renk değişikliği, kanama ve iyileşmeyen yara oluşumu varsa mutlaka cilt muayenesi yapılmalı. Değişen iklim şartları ve güneş ışınlarının etkisi hastalığın artışında rol oynuyor mu? Güneş ışınları cilt kanseri oluşumunda başlıca rol oynuyor. Açık havada çalışanlarda, uzun süre güneşin yoğun olduğu saatlerde güneşlenenlerde ve güneş yanığı olanlarda cilt kanseri riski artabiliyor. Güneş ışınları, tümörü baskılayıcı gende değişiklik yaparak tümörün ortaya çıkmasına veya büyümesine neden oluyor. Acıbadem Aile Hastanesi Bahçelievler Dermatoloji Uzmanı Dr. Canan Aslan, birçok etkenin cilt kanserine yol açabileceğini belirtiyor. Malum, çok sık hekime başvuran bir toplum değiliz. Ciltle ilgili genel muayenelerin ne sıklıkla yapılması ve kişinin nasıl önlemler alması gerekiyor ki, cilt kanserine karşı riskler azaltılsın? Amerikan Kanser Cemiyeti, cilt kanseri için 20 ila 40 yaşları arasında üç yılda bir, 40 yaşından sonra her yıl rutin kontrolü öneriyor. Kişinin doğuştan çapı büyük ve üzerinde kıl olan beni varsa, ailesinde cilt kanseri hikâyesi bulunuyorsa daha erken dönemde dermatolojik muayene önerilir. Muayeneden sonra kişinin ne sıklıkta geleceği doktor tarafından söylenir. Ayrıca dört ila altı hafta arasında iyileşmeyen yara, kabarıklık ve benlerde ani değişiklikler varsa mutlaka doktora başvurulmalı. Açık tenli, çok sayıda çile sahip kişiler, ailesinde cilt kanseri olanlar, daha önce cilt kanseri geçirenler, organ nakli hastaları erken tanı ve tedavi açısından kendilerini muayene etmeli. Muayene her ay ya da iki ayda bir yapılmalı. Ayna yardımıyla gövde ön ve arka yüzleri, koltuk altlarının değerlendirilmesi; kolların, ön kolların, ellerin incelenmesi; uyluklar, bacaklar, ayaklar ve ayak tabanlarının değerlendirilmesi; el aynası yardımıyla ensenin ve parmaklarla saçlar ayrılarak saçlı derinin değerlendirilmesi, el aynası yardımıyla sırt, bel ve kalçaların değerlendirilmesi önerilir. Güneşin yoğun olduğu saatlerde dışarı çıkmamak, yazın ultraviyole A ve B ışınlarına karşı koruyucu kremin yanı sıra şapka ve gözlük kullanmak, sağlıklı beslenmek, sigara ve alkolden uzak durmak, uzun süre iyileşmeyen yaralarda uzman görüşü almak da kişinin cilt kanserine karşı alabileceği önlemler arasında bulunuyor. İSTASYON 45 UZMAN GÖZÜYLE Egzoz gazı emisyon ölçümü susturucular Susturucular egzoz supaplarının açılıp kapanması sırasında çıkan sesi boğarlar. Supap açılınca egzoz borusuna yanmış gazı yüksek basınçla atar. Bu tip bir hareket gazın kendinde hızlı giden ses dalgaları yaratır, işte susturucu bunu sessiz hale getirmekle görevlidir. Bunu ses dalgası enerjisini ısıya çevirerek yapar. Susturucunun içindeki delikli bölme ve plakalara değen ses dalgaları enerjilerini kaybeder. Araçların yapısına göre bir (Arka Susturucu) veya birden fazla (Arka ve Orta Susturucu) adette bulunabilir. Egzoz gazı emisyon ölçümü hakkında genel bir tanıtım ve muayene edilen unsurlar hakkındaki bilgileri Teknik Eğitmenimiz Mehmet Savaş Uçar anlatıyor. orta susturucu arKa susturucu Egzoz gazı Emisyon ölçümü PEriyotları Egzoz gazı Emisyonlarının kontrolü nEDEn önEmli? Günlük yaşantımızın vazgeçilmez bir parçası olan motorlu taşıtlar, hayatımızı kolaylaştırıyor. Motorlu taşıtlarda güç elde etmek için benzin, dizel, LPG, CNG, LNG türü yakıtlar kullanılıyor. Bu yakıtların yanması sonucu, enerjinin yanısıra atık gazlar da üretiliyor. CO (karbon monoksit), CO2 (karbon dioksit) NOx (azot oksitler) gibi gazların yanı sıra yanmamış yakıt ve yağ buharının oluşturduğu HC (hidrokarbonlar) egzoz sistemi ile dışarıya atılıyor. Bu atık gazların çevremize zararlarının minimum düzeyde tutulması için araçlarımızın motor ve egzoz sistemlerinin araç imalatçıları tarafından belirlenen en uygun durumda çalışmalarının sağlanması gerekiyor. Bahsi geçen uygunluk düzeyinin kontrolü ve gerektiğinde tekrar düzenlenmesi için araçların cinslerine, kullanılma amaç ve şekillerine uygun olarak egzoz gazı emisyon ölçümleri yaptırılmalı. Bu yazımızda sizlere egzoz emisyon sistemi ve egzoz gazı emisyon ölçümü hakkında kısaca bilgi vereceğiz. Test öncesinde, egzoz sisteminde (tüm egzoz boruları, susturucular ve katalitik konvertör) bir sızdırma veya kaçak olup olmadığı, emisyon kontrol sisteminde kullanılan parçaların durumu kontrol edilir. Kontroller neticesinde egzoz sisteminde hasar ve sızdırma gibi unsurların tespiti, muayenenin onaylanmamasına yol açacaktır. Egzoz gazı Emisyon ölçümü Egzoz gazı emisyon ölçümü araçların yakıt tiplerine göre farklılık gösterir. 1. Benzinli motora sahip araçlar 2. Benzin+LPG (CNG/LNG) motora sahip araçlar 3. Dizel motora sahip araçlar Egzoz sistEmi Parçaları Katalitik Konvertör: Egzoz gazındaki kirleticileri zararsız veya daha az zararlı bileşenlere dönüştürmek amacıyla bir taşıtın egzoz sistemine yerleştirilen reaktördür. Üç yollu bir katalitik konvertörde aşağıdaki üç tepkime eşzamanlı olarak meydana gelir: 1. Karbonmonoksitin yakılarak karbondioksite çevrilmesi: 2CO + O2 Ò 2CO2 KatalitiK Konvertör Katalitik konvertör gövdesi Isı muhafazası Amyant katalist sıkıştırıcı 2. Azot oksitlerin azota indirgenmesi: NOx Ò O2 + N2 3. Yanmamış hidrokarbonların (yanmamış yakıtın) karbon dioksit ve suya dönüştürülmesi, yani yeniden yakılması: CxHy + nO2 Ò xCO2 + mH2O Zararlı Bileşenlerin Dönüştürülmesi Egzost gazı çıkışı H20 Su CO2 Karbondioksit N2 Nitrojen Oksijen sensörü girişi Redüksiyon Oksidasyon Azot oksitler NOX, Karbondioksit CO2 ve Azot N2’a redükte edilir. 46 istasyon Fiili reaksiyon CO 1/2 O2 = CO2 H4C2 + 3O2 = 2CO2 + 2H2O CO + NOX = CO2 + N2 BenZinli, BenZin+lPG’li motorlara sahiP araçlarDa eGZoZ GaZı emisyon ölçümü LPG veya CNG/LNG kullanan ve egzoz sisteminde katalitik dönüştürücü ve benzeri emisyon kontrol donanımı olan veya olmayan pozitif ateşlemeli motorlu taşıtların egzoz gazı ölçümü LPG veya CNG/LNG ile de tekrarlanır. Aracın ölçümlerden başarılı olabilmesi için başka kusuru yoksa, her iki yakıt türü için yapılan ölçümlerde tabloda belirtilen CO (karbonmonoksit) sınır değerleri aşmamalı. Yakıt takibi Benzin / LPG / CNG / LNG Benzin / LPG / CNG / LNG Oksidasyon Karbonmonoksit CO, Karbondioksit CO2’ye okside olur. Aktif katalist madde Egzost gazı girişi H Hidrojen CO Karbon monoksit NOX Nitrojen oksit hasarlı susturucu Kamuya ait araçlar da dâhil olmak üzere trafikte bulunan dört ve daha fazla tekerlekli yolcu ve yük taşımaya mahsus (iş makineleri, tarım ve orman traktörleri, motosikletler ve motorlu bisikletler hariç) karayolu motorlu taşıtlarının aşağıda belirtilen periyotlarda egzoz gazı emisyon ölçümü yaptırması zorunludur. Araçlar, taşıt kategorileri esas alınmak kaydıyla cinslerine, kullanılma amaç ve şekillerine uygun olarak aşağıda belirtilen periyotlarda egzoz gazı emisyon ölçümüne tabi tutulur; 1. Hususi otomobiller ilk üç yaş sonunda ve devamında her iki yılda bir. 2. Resmi otomobiller ilk iki yaş sonunda ve devamında yılda bir. 3. Diğer motorlu taşıtlar ilk bir yaş sonunda ve devamında yılda bir. 4. Trafikte seyreden tüm motorlu taşıtlar on yaş sonunda yılda bir. Ayrıca taşıtların trafiğe çıkışından sonraki muafiyet süresinin bitim tarihinden itibaren bir ay içerisinde egzoz gazı emisyon ölçümü yaptırılması zorunludur. Benzin / LPG / CNG / LNG Benzin / LPG / CNG / LNG Benzin / LPG / CNG / LNG Benzin / LPG / CNG / LNG Benzin / LPG / CNG / LNG Katalitik konvertör Yok Yok Yok Var Var Var Var Model yılı 1 Ekim 1975’ten önce 1 Ekim 1975 - 1 Ekim 1986 arası 1 Ekim 1986’dan sonra 2003 Mayıs’ına kadar 2003 Mayıs’tan itibaren 2003 Mayıs’ına kadar 2003 Mayıs’tan itibaren Ölçüm devir-1 Rölanti Rölanti % CO % 6,0 % 4,5 Rölanti Rölanti Rölanti 2000 dev / dk 2000 dev / dk % 3,5 % 0,5 % 0,3 % 0,3 % 0,2 DiZel motorlara sahiP araçlarDa eGZoZ GaZı emisyon ölçümü Dizel araçlarda egzozdan çıkan duman koyuluğu (Absorpsiyon) ölçümü yapılır. Ölçüm vites boşta ve motor yüksüz durumda yapılır. Her bir serbest ivme çevrimini başlatmak için, dizel enjeksiyon pompasından azami yakıt beslemesini sağlamak için gaz pedalına bir saniyeden az, tam ve devamlı olarak, fakat sert olmayacak bir şekilde basılır. En az üç defa tam gaz ölçümü yapılır ve bu ölçümlerin aritmetik ortalaması alınır. Ölçüm sonucu, araçların model yılına göre tabloda belirtilen değeleri aşmaması gerekir. Yakıt takibi Diesel Diesel Diesel Turbo Yok/ Var Yok Var Model yılı 1 Ocak 1980’den önce 1 Ocak 1980’den itibaren 1 Ocak 1980’den itibaren m -1 Muaf % 2,5 % 3,0 Ölçüm sıcaklığı Min. 80 C Ölçüm sonuçları En az üç defa tam gaz ölçüm yapılır ve aritmetik ortalaması alınır. Hidrokarbonlar HC, Karbondioksit CO2 ve Su H2O’ya okside olurlar. Egzoz gazı emisyon ölçüm sonuçları belirlenen limitler dâhilinde olan araçlar için Egzoz Emisyon Muayene Ruhsatı düzenlenerek onaylanır. istasyon 47 SoSYal meDYa Not defterleri tozlu raflara! markalar için Hashtag seçimi n Dijital çağda yaşadığımız için artık not defterleri ve kalemler, yerini tabletlere ve akıllı telefonlara bıraktı. Durum böyle olunca, uygulama mağazaları en iyi not tutma uygulaması konusunda birbiriyle yarışır hale geldi. Bu savaşta şu an için en revaçta olan uygulama Evernote. Evernote klasik bir not tutma uygulamasından çok daha fazlasını sağlıyor. Not tutmak dışında belgeleri kaydetme, ses kaydı veya fotoğraf çekme özellikleriyle her şeyi size kolayca hatırlatıyor. En büyük kolaylığıysa telefondan kaydedilen bilgilere, bilgisayardan veya tablet bilgisayardan kolayca ulaşılabilmesi. Notları çevresiyle paylaşmak isteyenler içinse kolayca link olarak paylaşılabiliyor. Evernote yan uygulamalarıyla da kullanıcıya büyük kolaylık sağlıyor. Skitch ile şekillerle ve işaretlemelerle önemli noktaların altını çizebilir, Web Clipper ile web sayfalarını kaydedebilirsiniz. Özellikle geniş bir çevreniz varsa ve insanları hatırlamakta zorlanıyorsanız Evernote Hello size bu konuda yardımcı olabilir. Yemek sizin için önemli bir faktörse, yeni restorantlar keşfetmekten tarif saklamaya kadar her şey için Evernote Food’u kullanmanız yeter. Not tutmak hayatınızın bir parçasıysa Evernote hayatınızı kurtaracaktır. n Öncelikle ‘hashtag’ kavramının artık Twitter’a özgü olmadığını hatırlatmakta fayda var. Facebook, Instagram ve Pinterest gibi sık kullanılan mecralarda da hashtag kullanılıyor. “İyi ama nedir bu hashtag” diye sorarsanız, başına # işareti koyduğunuz her kelime hashtag olur. Kullanmak zorunda değiliz elbette, ancak kullandığımız takdirde yazdıklarımız uzay boşluğunda kaybolmaz. Kim bilir belki cevap arayan birinin işine yarar. “Neden hashtag kullananlar daha havalı?” Çünkü mecra dinamiklerini biliyor ve paylaştığı içerikler önemsensin istiyor. Gelelim markaların hashtag kullanımına. Markanın ve içeriklerinin erişim alanını genişletmek için hashtag işe yarar. Twitter ve Google+’ta kullanıldığı zaman SEO’ya katkı sağlar. Facebook bu konuda farklı bir işleyiş seçimi yaptı ve henüz yolun başında. Neslican Ciddi, Sosyal Medya Uzmanı, Likeable Istanbul Dİjİtal Dağıtım ve mobİl n Dijital dağıtım, her gün hızla yaygınlaşıyor. Özellikle müzik ve oyun sektörlerinde basılı ürünler yerini dijital, indirilebilir ürünlere bırakıyor. Oyuncular içinse “dijital dağıtım” denillince akla gelen ilk isim, oyun topluluğu Steam. Her gün milyonlarca oyuncu Steam’de oyun oynuyor ya da alışveriş yapıyor. Özellikle indirim kampanyaları sırasında Steam, kullanıcıların hücumuna uğruyor. Akıllı telefonların yaygınlaşması ve mobil pazarlamanın öneminin artmasıyla Steam de 2012’nin başında mobile taşındı. Böylece kullanıcılar her an, her yerden Steam’e ulaşıp Kerem Başar, Sosyal Medya Stratejisti, Likeable Istanbul n Bir mekâna ilk gittiğimizde, orayı incelemeyi ikinci sıraya bırakıp önceliğimizi “check-in” yaptırmaya verir hale geldik. Arkadaşlarımızın nerede olduğunu takip etmek, memnun kaldığımız veya sıfır memnuniyetle kalktığımız mekânlar için “tip” bırakmak en sık yapmaya başladığımız aktiviteler arasına girdi. Hayatımızda fazlaca yer almaya başlayan Foursquare, dönemin trendlerine kayıtsız kalmayarak reklam almaya başladı. Google’ınkine benzeyen Foursquare reklamlarını diğerlerinden farklılaştıran en önemli özellik, gerçek müşteriler işletmelerde check-in yaptırdıklarında ücretlendirmenin marka bütçesi üzerinden gerçekleştirilmesi. Dünya üzerinde milyonlarca kullanıcısı bulunan Foursquare gibi bir mecranın reklam almaya başlaması, reklam verenleri sevindirecek bir durum. Gelelim reklamların nasıl yayınlanacağına, bu kullanıcıların kendilerinin ve arkadaşlarının daha önceki check-in’lerine göre ayarlanacak. Böylece Foursquare kullanıcıları, gittiklerine benzer yeni mekânları daha kolay keşfedecekler. Özellikle yeni markalar, hedef kitlesine uygun kullanıcılara reklamlarını göstererek işletmelerini daha kolay duyuracak. Foursquare Ads, markalar ve tüketiciler açısından yararlı bir platform olacak. 48 İSTASYON n Aynı zamanlarda anlık video paylaşım uygulamaları geliştiren Twitter ve Instagram yarışı devam ediyor. Twitter’ın Vine ile atağa kalkmasının hemen ardından, Instagram da video paylaşım güncellemesini hayata geçirmişti. Vine, 6 saniyelik video çekimine izin verirken, Instagram bu süreyi 15 saniyeye çekti. Twitter’ın Instagram’ı desteklememesi ve Vine videolarını otomatik oynatmasının da kullanıcı tercihleri üzerinde önemli bir etkisi var. Kullanıcıların video paylaşım alışkanlıklarında Instagram’ı seçmesi “Vine başarısız mı olacak?” sorusunu akıllara getirdi. Sorunun cevabı çok net: “Hayır, böyle bir şey olmayacak.” Instagram video özelliğini açıkladığı zaman ilk 24 saat içinde 5 milyon video yüklendi. Fakat istatistiklere göre Vine, indirilme listelerinde hâlâ Instagram’ın üzerinde yer alıyor. SoSYal meDYaDa paroDİ HeSaplar kampanyaları takip etmeye başladılar. Özellikle mobil cihazları hedef alan kısa süreli indirim kampanyaları da kullanıcıları mobil uygulamaya yönlendirdi. Steam örneğinde de gördüğümüz gibi mobil uygulamalar kullanıcıları harekete geçirmek için oldukça etkili oluyor. Satın alma kararı veren kullanıcılar, kararlarını anında uygulayabiliyor. Mobilin yükselişi sürdükçe daha çok sayıda dijital dağıtımcı yakın gelecekte telefonlarımızdaki yerini alacak gibi görünüyor. Foursquare de kendini reklama açtı vine vs. ınstagram video Eğer markanıza güveniyor ve bu mecrayı kullanmak istiyorsanız, öncelikle ona özel, anlaşılması kolay bir hastang seçmeniz gerekiyor. Hashtag’inizi her mecrada kullanmanızı ve sahiplenmenizi öneririz. Markayı takip etmeyen insanların bile ilgisini çeksin. Takipçilerin kendiliğinden kullanmak isteyecekleri hashtag’iniz olmalı ve içinde marka ismi geçmemeli ki, reklam kokmasın. Son olarak, markanın stratejisini ve tüketicideki algısını hesaplamadan yapılan bir hashtag seçimi, beklenmeyen bir krizle sonuçlanabilir. Fırsatlar krize dönebilir. Marka veya ajans tarafı, markayı iyi tanımalı, kampanyanın sonuçlarını öngörebilmelidir. Tulû Tıltay, Topluluk Yönetimi Ekip Lideri, Likeable Istanbul n Sosyal medya, bütün kullanım amaçlarının yanı sıra günlük hayatın en etkili eğlence kaynaklarından biri şüphesiz… Komik videoların/ fotoğrafların yanı sıra parodi hesaplar kullanıcılardan en çok ilgi gören eğlence kaynakları arasında. Özellikle Twitter’da çok daha fazla parodi hesaba rastlamak mümkün; çünkü Twitter, Facebook’un ve Google Plus’ın aksine kullanıcılardan gerçek isimlerini istemiyor. Twitter’da küçük bir arama yaptığınızda pek çok hayal kahramanının, ünlünün, tarihi figürün; hatta otobüs, oda spreyi gibi sıradan eşyaların parodileriyle karşılaşabilirsiniz. Bu hesaplardan düzenli yönetilenlerse çok kısa sürede adını duyuruyor ve yüksek sayıda takipçiye ulaşıyor. Elbette başarılı parodi hesapların taklitleri de açılıyor; fakat gerek mizah anlayışından, gerek orijinal olmayışından bu hesaplar orijinalinin başarısına yaklaşamıyor. Peki, parodi hesaplar Twitter’ın inandırıcılığına zarar veriyor mu? Aslında vermiyor; çünkü parodi hesaplar çoğu zaman sadece mizah amaçlı kullanılıyor. Dolayısıyla bir ünlünün parodisi gerçek hesabından epeyce farklı oluyor. Eğer sizin de Twitter akışınız çok ciddi tweet’lerle dolduysa ve biraz gülmek istiyorsanız, parodi hesaplar arasında mutlaka kendinize göre birkaç hesap bulabilirsiniz. Sosyal medya sayfaları ve tarafından hazırlanmıştır. İSTASYON 49 oyun HAZIRLAYAN: RESUL BUKSUR Maceraya devaM... n Lost Planet serisinin en yeni bölümü Xbox 360, PlayStation3 ve PC için piyasada. Lost Planet 3 E.D.N. III adı verilen yeni seride, tehlikeli, ama oldukça kârlı bir anlaşma için dünyadan ayrılan Rig pilotu Jim Peyton’ı tanıtılıyor. NeoVenus Construction (NEVEC) için çalışan Jim, NEVEC’in, dünyadaki enerji krizini çözeceğine inandığı, gezegenin doğal enerji kaynağı olan Termal Enerji örnekleri almak ve daha önce gezilmemiş arazilerde araştırma yapmakla görevli Coronis üssündeki az sayıdaki öncüden birisi olarak karşımızda. Mobil oyunda Mücadele sürüyor Futbol Şenliğinde yeni sezon baŞlıyor Konsol oyunlarda firmalar rakiplerini geride bırakabilmek için bir yandan mevcut ürünlerine yeni özellikler eklerken bir yandan da yeni oyunlar üzerine çalışıyorlar. Konsolda hal böyleyken mobil oyun üreticileri de boş durmuyor elbette. İşte mobil oyun dünyasındaki son gelişmeler… zombi işgali, bu kez Mısır’a, piramit ambiyansına taşınıyor. Piramit ve sfenksli dekoru, yeni savaşçı bitkileriyle zombi avı, şimdi çok daha keyifli hale geldi. Başlarda yine güçsüz zombilerle karşı karşıya geliyorsunuz ve seviye atladıkça zombileri indirmek de zorlaşıyor. Mumya zombilerle gazanız mübarek olsun. App Store’dan ücretsiz indirebilirsiniz. n World War z Vizyon filmlerinin oyunları bir hayli ilgi görüyor. Bunlardan biri de Man of Steel. Oyunda yine zombiler başrolde. Bir anda dünyayı zombiler sarınca, insanlık için tek amaç hayatta kalmak oluyor. Başarılı grafiklerin eşliğinde, her yerden fışkıran zombilerle savaşa hazırlanın. Fiyatı mı? 5,49 TL. FIFA 14 ve PES 14, özelliklerini geliştirdi. Yeni özelliklerle artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacak! n FIFA 14 oyununun çıkış tarihi hızla Street Fıghter yolda n Efsane Street Fighter serisinin yeni oyunu Ultra Street Fighter IV, nihayet geliyor. Haberlere göre yılbaşından sonra raflarda olacak. Beş yeni karakter ve altı yeni mekânla birlikte gelecek oyunda, oyuncu sayısı 44’e yükseldi. Şirinler 2 oyun oldu n İkinci Şirinler filminin hikâyesini konu alan The Smurfs 2 oyunu, eğlenceli bir aksiyon-macera türü olarak karşımızda. Oyuncular Şirine’yi kötü Gargamel’in elinden kurtarmaya çalışıyor. Şirinler Köyü, New York, Korkunç Orman, Dağlar, Tropikler ve Paris olmak üzere, altı farklı mekânda geçen oyunda Gargamel, ve Azman’ın da aralarında olduğu düşmanları bozguna uğratmaya çalışıyorsunuz. 50 İSTASYON yaklaşırken yeni özellikleri de belirlendi. Özellikler sayesinde oyundaki maçlar, tıpkı gerçek maçlar gibi olacak. Teknolojisiyle ödül alan oyunda, Pure Shot ismindeki bu özelliğin yanı sıra yeni top fiziği sistemi, şutların yapısını da değiştiriyor. Böylece oyuncu her bir şutu gerçekten hissedebiliyor. FIFA 14, EA SPORTS Football Club adındaki servisiyle online özellikler ve canlı içerikler sunacak. FIFA 14 bu yıldan itibaren dünyanın dört bir yanındaki oyuncuları birbirine bağlayarak, futbolun sosyal ağı olmayı hedefliyor. Oyunun en büyük rakibi PES 14’de de önemli değişiklikler var. Konami Digital Entertainment n asPhalt 8: aırbone tarafından üretilen oyunda, yeni motor kullanılıyor. Şirket, PES serisinde bugüne kadar yapılmış en radikal yeniliklerin hazırlandığını, böylece yeni bir dönemin başlayacağını belirtiyor. Altı temel standart üzerine kurulan yeni sistemde, önceki sürümlerde takımları zorlayan kısıtlamaların çoğu ortadan kaldırılmış. diablo ııı resmen duyuruldu n Uzun süredir beklenen oyun Diablo’nun üçüncü sürümü için beklemeye gerek kalmadı, zira oyun Eylül ayında piyasaya çıktı. Oyunun ana konusu ve temasına gelince… Olaylar karanlık ve fantastik bir dünya olan Sanctuary’de geçiyor. Burada yaşayan birçok kişi tarafından bilinmese de Sanctuary, yirmi yıl kadar önce birkaç cesur ve güçlü kahraman tarafından şeytani güçlerin elinden kurtarılmıştır. Burning Hell ordularıyla yüzleşen, hayatta kalabilecek kadar şanslı olan bu savaşçıların çoğu, yaşadıkları deneyim sonucunda akıllarını kaybetmiştir. Diğerleriyse bu uğursuz hatıraları derinlere gömmüştür. İşte Diablo III’te oyuncular şeytanın farklı şekilleriyle yüzleşmek için tekrar Sanctuary’e dönüyor. Haydi, konsol başına... n ıron Man 3 Film oyunlarının bir yenisi de Iron Man’den geliyor. Gameloft’un ürettiği Iron Man 3’de, demir adamımız maceradan maceraya koşmaya devam ediyor. 18 farklı zırh ve üç farklı şehirde geçen oyunu, hem ekrana dokunarak hem de sağa sola hareket ettirerek kontrol edebiliyorsunuz. Ücretsiz olan oyunun iPhone ve Android versiyonları da bulunuyor. Efsane oyunlardan Asphalt serisinin yeni sürümü çıktı. Kontrolleri aynen koruyan geliştirici şirket Gameloft, daha eğlenceli ve daha gelişmiş grafiklerle geliyor. Oyunun grafiklerini o kadar etkileyici ki, telefon ekranınızda yağmur damlalarını gerçek sanabilirsiniz. Oyunun sınırlarını zorlamak için yetenekli bir akıllı telefona ihtiyacınız olduğunu belirtelim. Eskisine oranla uçuş rampaları, araba modelleri ve pist sayısı artırılmış, fiyatı ise 1,79 TL. n PaPer toss 2.0 İşte, vakit öldürmek için her cebe lazım bir oyun: Paper Toss. Ücretsiz bu uygulamayla top haline getirdiğiniz kâğıdı vantilatörün rüzgârını da hesap ederek çöp kutusuna atmaya çalışıyoruz. Ekranda yer alan sayı ve ok, size vantilatörün yarattığı rüzgâr gücü ile rüzgârın yönünü bildiriyor. Kolay ve zor gibi farklı seviyelerin yanı sıra havaalanı, banyo gibi farklı mekânlarda da oynayabiliyorsunuz. n Man oF steel n Plants vs. zoMbıes: 2 Efsaneleşen oyunlardan Plants vs. Zombies’de, bitkilerle zombilerin savaşı kaldığı yerden sürüyor. İlk oyunda evin arka bahçesinde yaşanan Uzun yıllardan sonra Man of Steel adıyla sinemaya yeniden dönen Superman, oyun olarak da karşımızda. Uçan, gözleriyle çeliği eriten süper kahramanımız dünyayı ele geçirmeye çalışan General Zod ile mücadele ediyor. Hem Superman, hem de General Zod’un insanüstü güçlerinin kıyasıya vuruştuğu oyuna 5,49 TL ödeyerek sahip olabilirsiniz. n dolMuŞ drıver Bir İstanbul oyununa ne dersiniz? Hele de nostaljik dolmuşların şoförü olarak sokaklarda fink atmak ilginiz çekebilir. Dolmuş Driver oyununda, yolcu alma, yolcu kapmaca, rakiplerinizi geçme ve nitro takarak daha hızlı gitme gibi seçeneklerle İstanbul sokaklarında racon kesmenin bedeli 1,79 TL. İSTASYON 51 Sİnema-Tv akTİvİTe Şimdi de Sherlock oldu n Fotoğraftaki bu adamı Superman İle BaTman randevulaŞTı Dünya üzerinde milyonlarca hayran kitlesi bulunan Superman ve Batman, beyazperdede bir kez daha buluşuyor. Ben Affleck ve Henry Cavill’in başrolünde oynadığı film 2015 yazında gösterime girecek. n Takvim yaprakları 1939 yılının Mayıs ayını gösterdiğinde, çizer Bob Kane ve metin yazarı Bill Finger tarafından yaratılan “yarasa adam” Batman, çizgi roman tutkunlarıyla ilk kez buluşuyordu. Kane ve Finger dâhil hiç kimse, Detective Comics dergisinin 27’nci sayısında can bulan bu karakterin yıllarca yaşayacağını, dünya üzerinde nam salacağını tahmin edemezdi kuşkusuz. Aslında Batman, son derece basit bir konudan yola çıkarak yaratılmıştı: Kötülüklerle savaş. Çocuk yaşta ailesinin öldürülmesine şahit olan Bruce Wayne’in, bir yandan ailesinden kalan servetle yaşamını sürdürürken, diğer taraftan yarasa temalı kostüm ve ekipmanlarla suçlulara karşı yürüttüğü mücadele anlatılıyordu. Bu mevzuu okurların o kadar hoşuna gitti ki, Batman, Detective Comics’te ilk kez boy gösterdikten on yıl sonra beyazperdede yerini almıştı... Yer, yine Amerika; yıl 1933. Jerry Siegel ve Joe Shuster adlı iki kafadar, üstün güçleriyle uzaydan gelip dünyayı istila edecek kötü bir adam olarak tasarlarlar Clark Kent’i, namı-ı diğer Superman’i. Bu fikir tutmasa bile ikili baş koydukları yoldan dönmez; beş yıl boyunca sevilebilecek bir kahraman yaratmak için çaba sarf ederler. Sonunda Clark Kent, 1938 yılının Haziran ayında DC Comics dergisinde tüm nitelikleriyle ilk kez okurla buluşur. Kırmızı pelerini, zamanın en popüler eğlence unsurlarından biri olan sirklerdeki güçlü adamların giydiği kıyafetten esinlenerek oluşturulan Superman’in vücudunu saran taytının mavi olması da tesadüf değildir. Aksine son derece bilinçli seçimdir, çünkü bu renkler Amerikan bayrağına vurgu yapmak amacıyla ve özel olarak tercih edilir. Kendinden sonra birçok çizgi karaktere ilham veren, defalarca sinemaya ve televizyona uyarlanan Superman, öylesine sevilir ki, özellikle çocukların nezdinde yaşayan bir varlık olarak algılanır. Dünya üzerinde yüzbinlerce ve hatta milyonlarca çocuğu olduğu gibi yetişkini de etkilemeyi başaran Batman ve Superman, bir kez daha bir araya geliyor. Daha önce Superman Çelik Adam’ı yöneten Zack Snyder, Amerika’nın San Diego kentindeki uluslararası çizgi roman fuarında yaptığı açıklamada, hayranlarına iki kahramanın aynı filmde buluşacağını müjdeledi. Filmin senaryosunun yazım aşaması devam etse bile gösterim tarihi ve oyuncular belli. Filmde Bruce Wayne’i, ünlü oyuncu Ben Affleck canlandıracak. Superman ise Henry Cavill’in performansıyla tekrardan can bulacak. Yönetmen koltuğunda Snyder’in oturduğu film, 2015 yılının yaz aylarında vizyona girecek. Tarihi pati izi n Bir süre önce, news.discovery.com’da yayınlanan bir haber, okuyanları hayrete düşürdü. Haber hem bir kediyle hem de elyazması tarihi bir kitapla ilgiliydi. Olay Hırvatistan’da, Sarajevo Üniversitesi’nde geçiyordu. Üniversite’de araştırma görevlisi olan Emir Filipovic, arşiv taraması yaptığı sırada, üzerinde çalıştığı 15’inci yüzyıla ait metinlerin bulunduğu elyazmasında bir sürprizle karşılaşmış ve elyazmasının üzerinde pati izine rastlamıştı. Pati izinin bulunduğu doküman, 11 Mart 1445 tarihli, Dubrovnik Cumhuriyeti dönemine ait bir ticari yazışmaydı. Kedinin oraya nasıl geldiği, patisini mürekkebe nasıl batırdığı meçhul... Ancak yapılan incelemeler, kedinin kitabın sol tarafından yürümeye başladığı, sağ tarafa geçmeden bir dönüş yaptığını gösteriyor. 52 İSTASYON tanıdınız mı? O masmavi gözler ve o bakışlar sizde çağrışım yaratıyor mu? Eğer anımsamakta güçlük çekiyorsanız, onu uzun beyaz saçlı, bembeyaz uzun bir elbise içinde ve elinde asasıyla hayal edin. Şimdi buldunuz değil mi? J. R. R. Tolkien’in kitabından sinemaya uyarlanan, “The Lord of the Rings / Yüzüklerin Efendisi” serisinin Gandalf’ından başkası değil fotoğraftaki oyuncu. Adı Ian McKellen. 72 yaşında. Oyunculuk kariyerindeki en büyük başarıyı, 50’li yaşlarının sonlarında, Yüzüklerin Efendisi ile yakaladığına kuşku yok. Ama o şimdi bambaşka bir role hazırlanıyor. Zira Oscar ödüllü yönetmen Bill Condon, “A Slight Trick of the Mind” adlı kitabı beyazperdeye uyarlamaya niyetleniyor. Screen Daily sitesinin haberine göre, 2014 yılının Nisan ayında vizyona girmesi planlanan filmde olaylar 1947 yılında geçecek. Ian McKellen ise bu filmde emekliye ayrıldıktan sonra 50 yıl önce gerçekleşen ve çözülemeyen bir olayın anılarıyla baş başa kalan Sherlock Holmes’i canlandıracak. Tandoğan Bu kez Sahnede… Dizilerin aranılan isimlerinden Aslı Tandoğan, performansını Moda Sahnesi’nin yeni projelerinden Bütün Çılgınlar Sever Beni oyununda sergilemeye hazırlanıyor. n Malum, gücünü sinemada ve tiyatroda da kanıtlamış artist ve aktristler, salt dizilerle var olanların oyunculuklarına mesafeli yaklaşırlar. Onlara göre oyunculuğun er meydanı tiyatrodur ve tiyatro seyircisi, vasatla idare edebilecek bir kitle değildir… Bu, tartışmaya açık bir iddia elbette. Hayatında hiç tiyatro sahnesine çıkmamış bir oyuncu, herhangi bir dizide öylesine bir performans sergiler ki, herkesi kendine hayran bırakır. Veyahut yıllarca sahne tozu yutmuş bir isim, dizilerde kendisinden bekleneni veremeyip hayranlarını hayal kırıklığına uğratabilir. Sözün özü, iyi bir oyuncu olabilmek için kıstas, ister televizyonda olsun, isterse tiyatroda, canlandırdığı karakterin gerçek olduğuna karşısındakini ikna edebilme kabiliyetidir. Bugüne kadar küçük ekranda yayınlanan ve başrolünü paylaştığı diziler sayesinde olumlu eleştiriler alan, dolayısıyla da hatrı sayılır bir hayran kitlesi kazanan Aslı Tandoğan, oyunculuğunu bu kez tiyatro sahnesinde sınıyor. Hacettepe Üniversitesi Devlet Konservatuarı’ndan mezun olduktan sonra, 2002 yılında Gülüm adlı diziyle oyunculuk dünyasına adım atan Tandoğan’ın yıldızı, 2005’te başrolünü Beren Saat ve Mahsun Kırmızıgül ile paylaştığı Aşka Sürgün dizisiyle parladı. Ardından Dudaktan Kalbe’de Lamia karakterine can verdi. Olgun Şimşek, Nejat İşler, Mert Fırat ile oynadığı Kapalıçarşı, genç oyuncunun zihinlerdeki yerini daha da güçlendirdi. Türk televizyonlarının gelmiş geçmiş en önemli dizilerinden Behzat Ç.’nin yanı sıra yine nevi şahsına münhasır bir konuyla geniş kitleleri kahkahaya gark geden Leyla ile Mecnun’da konuk oyuncu olarak birkaç bölüm izlediğimiz Aslı Tandoğan, daha sonra Zehirli Sarmaşık’ta başrolü üstlendi. 11 yıllık oyunculuk kariyerine önemli yapımlar sığdıran Tandoğan, bu sezon Kanal D’nin A.Ş.K. adlı dizisinde, Şebnem karakterini canlandırıyor. Ama kendisini bu sayfalara konuk etmemizin nedeni yeni dizisi değil. Yukarıdaki satırlarda da belirttiğimiz gibi o bu yıl Ekim ayından itibaren kanlı-canlı olarak tiyatroseverlerin karşısına çıkacak. Tandoğan, dilimize Hüseyin Mevsim tarafından kazandırılan Stefan Tsanev’in “Bütün Çılgınlar Sever Beni” adlı komedi oyununda Mert Fırat ve Volkan Yosunlu ile birlikte başrolde olacak. Yönetmenliğini Kemal Aydoğan’ın yaptığı oyunda, kontrolden çıkmış bir kıskançlığın hüküm sürdüğü bir evlilik anlatılıyor. Aslı Tandoğan’ın Maria rolünde nasıl bir performans sergilediğine şahitlik etmek isteyenler için adres belli: Kadıköy’deki Moda Sahnesi. kapoor ilk kez SSm’de kadİm külTürün edeBİyaTı n Sakıp Sabancı Müzesi (SSM), dünyanın en önemli heykeltıraşlarından Anish Kapoor’un Türkiye’deki ilk kapsamlı sergisine ev sahipliği yapıyor. 10 Eylül’de açılan ve 5 Ocak 2014’e kadar ziyaret edilebilecek olan serginin küratörlüğünü Sir Norman Rosenthal yapıyor. Sanatçının mermer ve kaymaktaşı gibi malzemeler kullanarak ürettiği ve çoğu daha önce hiç sergilenmeyen çalışmaları, Sakıp Sabancı Müzesi’nin galerisinin yanı sıra bahçesinde de görülebilecek. Sergide ayrıca Kapoor’un Gök Ayna ve Sarı adını taşıyan; eleştirmenlerce heykel, mimari, mühendislik ve teknolojinin buluştuğu ikonlar olarak tanımlanan eserleri de yer alacak. n Çin Halk Cumhuriyeti, bu yıl 32’nci kez kapılarını açacak olan TÜYAP Uluslararası İstanbul Kitap Fuarı’nın Onur Konuğu. 2-10 Kasım tarihlerinde kitap kurtlarını ağırlayacak fuara, Çin’den 100’ün üzerinde yayınevi katılacak. Çin Yazarlar Derneği Başkanı ve yazar Tie Ning’in yanı sıra Wang Gang, Zhang Yueran, Jiang Nan, Wei Wei gibi önemli isimlerin de katılacağı TÜYAP Kitap Fuarı kapsamında Çin Halk Cumhuriyeti tarafından, İstanbul’un farklı semtlerinde paneller, söyleşiler, atölye çalışmaları ve profesyonel buluşmaları da düzenlenecek. İSTASYON 53 ÇOCUK Gergedanlar güneşte yanmamak için Salyangoz tıraş bıçağının keskin yerinde kendine hiç zarar vermeden sürünebilir. Hawaİİ HER YIL ALAskA’YA soĞanın YaKLaŞIK 8 AŞAĞIDAKİ BİLGİLER SENİ ŞAŞIRTACAK İçİndekİ SaNTİM sülFürİk asİt gözlerİnİn YaKLaŞIYOR. BU ÇOK DOST İR CANLISI B SİSTEM! Anakonda dişlerini avını yaşarmasına neden olUr. Zeytin için değil, ağacı önlemek için kullanır. fazla yaşayabilir. çiğnemek 1500 yıldan kaçmasını Bebeklerin yanaklarında tat tomurcuğu vardır. Bir şeker firması Amerikan futbol topu büyüklüğünde ayıcık şeker üretiyor. 54 İSTASYON BU BİLGİ BENİ ÇOK ETKİLEDİ! AY’IN IŞIĞI DÜNYA’YA YAKLAŞIK 1,5 SANİYEDE SUSAMURLARI UYURKEN SÜRÜKLENİP BİRBİRLERİNDEN AYRILMAMAK İÇİN PENÇELERİNİ BİRLEŞTİRİR. ULAŞIR. sınırsız kere gerİ dönüştürülebİlİr. KUZEY AMERİKA’DIR. yuvarlanır. Cam şİşe Garip AMA , Gercek DEVELERİN KÖKENİ çamurda SakSofonu SakSafonu adolphe adolphesax sax adında adında belçİkalı bİr bİrmüzİsyen İCat ettİ. ettİ. Dünyada Bİr fare yıldA 60’tAn fazla yavru doğuraBilir. doğuraBİlİr. yiyeceğini pişiren tek canlı insandır. 45 Bu konu NatIoNal GeoGraphIc KIds Türkiye dergisinden alınmıştır, NG KIds abone hattı: 444 18 59 veya 0 850 222 18 59 İSTASYON 55 TÜVTÜrk akademİ’de BP eğİTİmİ Bİlgİ kazanır, Bİlmek kazandırır İstanbul’daki istasyonlarında görev yapan personelin bilgisini artırabilmeyi amaçlayan TÜVTÜRK’ün, bu yılın başından itibaren uygulamaya aldığı “Bilgi Yarışması” projesinde kazananlar belli oldu. Nihai hedefi, TÜVTÜRK istasyonlarına gelen müşterilere, bilgi birikimi yüksek elemanlar aracılığıyla daha kaliteli hizmet vermek olan yarışmaya Araç Muayene Teknisyenleri (AMT), Müşteri Kabul Görevlileri (MKG) ve Egzoz Gazı Emisyon Teknisyenleri (EET) katıldı. 2013 yılının Ocak ayında başlayan ve Haziran ayına kadar devam eden altı aylık süreçte, TÜVTÜRK ailesine mensup çalışanlar, her hafta bir sınava tabi tutuldu. Sınav sonuçlarını baz alarak yapılan değerlendirmeyle en yüksek ortalamaya sahip AMT, MKG ve EET personeli belirlendi. Bir nevi ön eleme olarak değerlendirilebilecek bu uygulamanın ardından, başarılı olanlar istasyonlarını temsilen yarışmaya dâhil edildi. Heyecanın dorukta olduğu yarı finalse 7 Eylül’de Anadolu ve Avrupa yakalarında gerçekleştirildi. Anadolu Yakası’nda yapılan yarışmada ipi, Dudullu istasyonu göğüslerken Avrupa Yakası’nda finale kalan, Çatalca istasyonu oldu. Finale kalan ekipler, takvimler 21 Eylül’ü gösterdiğinde, teorik ve pratik bölümlerden oluşan sınavda bir kez daha ter döktü. Üç kamera aracılığıyla misafirler için hazırlanan bir ekrandan canlı olarak verilen pratik bölümde, yarışmacılar, özel bir araç üzerinde test yaptılar. Ekiplerin en iyisini yapabilmek için canla başla çalıştığı, TÜVTÜRK İstanbul ve TÜVTÜRK Kuzey’de görev yapan 210 kişilik personelin izleyici olarak yer aldığı yarışmanın sonucunda birinciliği Dudullu istasyonu aldı. Dudullu istasyonu ekibinin kazandığı Almanya seyahati ödülü ile ikinciliği elde eden Çatalca istasyonunun iPad Mini ödülü, TÜVTÜRK İstanbul Direktörü Can Şiram tarafından verildi. akademİye TPem zİyareTİ Eskişehir Trafik Polis Eğitim Merkezi’nin yöneticileri, 26 Eylül’de TÜVTÜRK Akademi’yi ziyaret etti. Okul Müdürü Mehmet Sayar, Okul Müdür Yardımcısı Murat Ballı ve Eğitim Şube Müdürü Özcan Eydemir’den oluşan heyet, Akademi binasında incelemelerde bulundu; sınıfları ve teknik atölyeyi gezdi. Eskişehir Trafik Polis Eğitim Merkezi, Temel Trafik Eğitimi, Kaza Araştırması ve Bilirkişilik, Radar ve Takoğraf olmak üzere dört ayrı alanda yılda yaklaşık 2 bin trafik polisine eğitim veriyor. TÜVTÜRK Akademi de bünyesinde benzer bir yapılanmayı barındırıyor. Hem mevcut hem de işe yeni alınan TÜVTÜRK personeli, Akademi’nin eğitimlerinden faydalanarak bilgi birikimlerini bir üst noktaya taşıyor. 56 İSTASYON TÜVTÜRK Akademi, Türkiye’nin önde gelen akaryakıt firmaları arasında bulunan BP ile işbirliği yaptı. 19-20 Eylül tarihlerinde TÜVTÜRK Akademi’de düzenlenen “Muayeneci Gözüyle Akaryakıt Tankeri” eğitiminin amacı, Türkiye genelinde binlerce akaryakıt tankerinin güvenlik kontrollerini gerçekleştiren BP saha ekibine “Muayeneci Bakış Açısı” kazandırmaktı. Eğitimler ayrıca, BP saha ekibinin araç güvenliği ve güvenlik kontrolleri konusunda bilgilerini pekiştirmeyi de hedefliyordu. TÜVTÜRK Akademi tarafından, BP’nin talep ve ihtiyaçları göz önünde bulundurularak hazırlanan, TÜVTÜRK Eğitmenleri Hakan Burçin Uluçay, Sinan Balkanlı ve Zafer Halli tarafından verilen eğitimlere, yedi kişilik BP ekibi katıldı. Bu kapsamda Türkiye’de düzenlenen ilk eğitim programı olma unvanına sahip “Muayeneci Gözüyle Akaryakıt Tankeri”, TÜVTÜRK Akademi için de ayrı bir öneme sahip. Zira bu, TÜVTÜRK Akademi’nin de dış müşterilere sunduğu ilk eğitim programı olma niteliği taşıyor. Tekerleklİ sandalye Projesİ ödÜl geTİrdİ Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanlığı tarafından koordine edilen; trafik ve taşıt güvenliği alanında çalışmalar gerçekleştiren kurum ve kuruluşların işbirliği ve TÜVTÜRK’ün desteğiyle yürütülen Trafikte Sorumluluk Hareketi (TSH), uygulamaya alındığı günden bu yana geçen üç yıllık zaman zarfında birçok ödüle değer bulundu. Son olaraksa Açık Hava Reklamcıları Vakfı tarafından düzenlenen A Awards Açık Hava Reklamları Yarışması’nda, Tekerlekli Sandalye Metro Özel projesiyle Kentsel Tasarım Özel Ödülü kazandı. İstanbul Büyükşehir Belediyesi ve İstanbul Ulaşım AŞ’nin katkılarıyla oluşturulan, tasarım çalışması Drive Dentsu Türkiye reklam ajansı tarafından gerçekleştiren proje, 3-10 Aralık Engelliler haftası için özel olarak hazırlanmıştı. Taksim-Hacıosman hattında sefer yapan dört tren ve 16 vagonda hayata geçirilen uygulamada, koltuklar tekerlekli sandalye görselleriyle giydirildi. Projenin tasarımı, giydirilen koltuklara oturan yolcuların, diğer yolcular tarafından sanki tekerlekli sandalyede oturuyormuş gibi algılanacak şekilde oluşturuldu. Bilgilendirici metinlerde ise “Trafik kazalarında her yıl yaklaşık 200 bin kişi yaralanıyor”, “Anlık dikkatsizliklerin sonuçları bir ömür sürebilir” ve “Trafikte her an, sorumlu davran” sloganları kullanıldı. Trafik konusunda toplumsal duyarlılığı artırmayı hedefleyen bu çalışma, söz konusu yarışmanın Ambient kategorisinde değerlendirildi ve Kentsel Tasarım Özel Ödülü’ne layık bulundu. 9 Eylül tarihinde Rahmi Koç Müzesi’nde yapılan törende, ödülü TÜVTÜRK Yetkilisi Mahmut Sipahi aldı. Trafikte Sorumluluk Hareketi’nin kazandığı ilk ödül bu değil. Proje, 2010 yılında gerçekleştirilen Roadshow etkinlikleriyle Doğrudan Pazarlama İletişimciler Derneği’nin “Yılın En İyi Roadshow Ödülü”ne, “Kaza” adlı reklam filmiyle de 2011 yılında Kristal Elma’ya değer bulunmuştu. İSTASYON 57 TÜVTÜrk rakamlarla İlk alTı ay TÜVTÜrk’ün internet sitesi yenilendi TÜVTÜRK, 2013 yılının ilk altı ayını kapsayan muayene istatistiklerini kamuoyuyla paylaştı. Yapılan değerlendirmeye göre TÜVTÜRK, ilk altı ayda 3,4 milyon muayene ve 1,1 milyon egzoz gazı emisyon ölçüm hizmeti verdi. Ücretsiz muayene tekrarları ve tespitleriyle birlikte toplam muayene rakamı 5,8 milyona ulaştı. Periyodik muayeneye gelen araçların yüzde 32,8’i emniyetsiz ve ağır kusurlu olduğu için muayeneden geçemedi, ancak bu araçların yüzde 98’i, kusurlarını gidererek girdikleri ikinci haklarında, gerekli belgeleri aldılar. Muayeneye gelmeyen araç sayısında ise bir değişiklik olmadı; yasal zorunluluğa rağmen her beş araçtan birinin gerekli kontrolleri yaptırmadığı ortaya çıktı. Muayeneye gelme oranı en düşük araç cinsinin traktör ve motosikletler olduğu tespit edildi: Traktörlerde muayene kaçağı oranı yüzde 78 iken, bu rakam motosikletlerde yüzde 82 olarak belirlendi. Muayenesine zamanında gelen araç oranı 2011’de yüzde 40 iken, 2012’de yüzde 43’e, 2013 yılında yüzde 48’e çıktı. Yasal mevzuat gereği Türkiye’deki her hususi veya resmi binek otomobilin, ilk üç yaş sonrasında iki yılda bir, ticari araçlarınsa ilk yaş sonrası her yıl periyodik araç muayenesine gelmesi gerekiyor. Motosikletler ilk üç yılın sonunda ve sonrasında her iki yılda bir, traktörlerse ilk üç yaş sonrasında her üç yılda bir muayene ediliyor. TÜVTÜRK, araç sahiplerinden gelen öneriler doğrultusunda internet sitesini yeniledi. Görsel ağırlıklı modern bir tasarımın uygulandığı sitede, randevu almak da muayeneyle ilgili merak edilenlere ulaşmak da çok daha kolay hale geldi. Ziyaretçiler, internet sitesinin en büyük yeniliğini, ücretsiz araç muayene randevusu alırken deneyimliyor. Yeni randevu sisteminde, form yerine, görsel seçme uygulaması kullanılıyor. Sadece beş kısa adımda muayene randevusu alınabilirken, muayene öncesinde, muayene sırasında ve sonrasında yapılması gerekenler görsel destekli olarak anlatılıyor. TÜrkak “uygundur” dedİ Avrupa’nın en büyük akreditasyon projesi olan TÜVTÜRK, akreditasyonun sürekliliği kapsamında, 2013 yılı gözetim denetimlerinden geçti. 2008’de başlanılan akreditasyon maratonunun altıncı döneminde TÜRKAK tarafından birçok önemli prosesin TS EN ISO/IEC 17020:2005 standardına uygunluğu sorgulandı. 50 istasyon ve Genel Müdürlük’te gerçekleştirilen denetimleri 0 major uygunsuzlukla tamamlayan TÜVTÜRK, başarısını bir kez daha kanıtladı. Böylece yeni açılan ve program dâhilinde denetlenen Sivas Suşehri, Şanlıurfa Birecik ve Antalya Kaş istasyonları da akreditasyon sertifikalarına kavuşacak. İftar bir kez daha buluşturdu kahramanmaraş’Ta Bİr İsTasyon daha Artık gelenekselleşen, Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanlığı ile TÜVTÜRK’ün iftarı, bu yıl 12 Temmuz Cuma günü Ankara Hilton otelde verildi. İftara Karayolu Düzenleme Genel Müdür Yardımcısı Ahmet Güner başta olmak üzere birçok Bakanlık çalışanı, TÜVTÜRK Genel Müdürü Kemal Ören ve TÜVTÜRK yönetimi katıldı. TÜVTÜRK, Kahramanmaraş’taki istasyon sayısını üçe çıkardı. İl merkezine 30 kilometre uzaklıktaki Pazarcık ilçesine bağlı Narlı beldesinde faaliyete başlayan istasyon, tüm araç türlerine hizmet verecek kapasiteye ve araç sahiplerinin muayene esnasındaki süreçleri izleyebilecekleri özel bekleme salonunun da bulunduğu donanıma sahip. Hizmetleri kalitesini artırmak amacıyla araç sahiplerinden gelen öneri ve şikâyetleri dikkatle izleyen TÜVTÜRK’ün Pazarcık ile birlikte Türkiye çapındaki istasyon sayısı, 73’ü gezici olmak üzere, 270’e yükseldi. sahada TraFİk eğİTİmİ Son üç yıldır 36 kenti ziyaret ederek trafik güvenliği konusunda eğitim ve etkinlikler düzenleyen Trafikte Sorumluluk Hareketi (TSH), yaz aylarında önce Feshane’de, ardından da İzmir Fuarı’nda saha etkinliği gerçekleştirdi. 26-27 Temmuz’da Feshane’ye; 6-8 Eylül’deyse İzmir’e giden TSH ekipleri, ziyaretçilere şehir içinde ve şehirlerarası yollarda emniyet kemeri takmanın önemini emniyet kemeri simülasyonuyla, alkolün sürücü üzerindeki etkisini ise alkol gözlüğüyle anlattı. TÜVTÜRK Gezici Araç Muayene İstasyonu aracılığıyla taşıt güvenliği ve araç muayeneleri hakkında detaylı bilginin sunulduğu organizasyonda, emniyet kemeri ve alkol gözlüğünün yanı sıra yoğun trafikte motosiklet kullanma deneyimi yaşatan motosiklet simülasyonu hayli ilgi topladı. TÜVTÜRK ayrıca, organizasyon kapsamında trafik konulu bilgi yarışmaları düzenledi, broşürler dağıttı. 58 İSTASYON İSTASYON 59 TÜVTÜrk İş dÜnyası TraFİk İçİn kolları sıVadı Trafikte Sorumluluk Hareketi (TSH) kapsamında hazırlanan; özel sektör, sivil toplum örgütleri ve meslek birliği temsilcileri tarafından imzalanan Kurumsal Trafik Güvenliği Deklarasyonu, Karayolu Trafik Güvenliği Stratejisi ve Eylem Planı hedeflerine ulaşabilmek için tüm ulusal kampanyalar ve sivil katılım faaliyetlerinin yürütüldüğü Trafik Güvenliği Platformu’na (TGP) dâhil edildi. Deklarasyona ait çalışmalar, TGP’nin sekretarya işlemlerini yapan Emniyet Genel Müdürlüğü Trafik Hizmetleri Başkanlığı tarafından koordine edilecek. Trafik Planlama Destek Dairesi Başkanı Yılmaz Baştuğ ve Karayolu Düzenleme Genel Müdürlüğü Denetim Kontrol ve Araç Muayenesi Dairesi Başkanı Yılmaz Kılavuz’un başkanlığında, 8 Temmuz’da yapılan ve TÜVTÜRK’ün de aralarında bulunduğu çok sayıda kurum, kuruluş ve derneğin katıldığı toplantıda, hem TGP’nin tanıtımı yapıldı hem de iş dünyasından beklentiler dile getirildi. Trafik kazalarının ve trafikte can kayıplarının 2020 yılına kadar yüzde 50 oranında azaltılmasını hedefleyen 10 Yıllık Eylem Planı’nın ayrıntılarının aktarıldığı toplantıda, hedefe ulaşmak için iş dünyasına önemli görevler düştüğü belirtildi. Trafik güvenliğiyle ilgili kamuoyu oluşturulması, konunun gündemde tutulması, kampanyalar yürütülmesinin yanı sıra gönüllülerin kendilerini ve çevrelerindekilerini trafik kullarına uyan ekosisteme dâhil etmesinin önemine vurgu yapılan toplantıda, TGP şemsiyesi altındaki Kurumsal Trafik Güvenliği Deklarasyonu’nun ayrıntıları anlatıldı. Trafik güvenliğine gönüllü olarak destek veren kurum, kuruluş ve şirketlerin katkılarıyla, 10 Yıllık Eylem Planı çerçevesinde binlerce kişinin karayollarında can ve mal kaybına uğraması önlenecek. çaTalca TÜrkİye’ye örnek olacak! 60 İSTASYON Çatalca Ziraat Odası, Türkiye’de bir ilke imza attı. İlçe genelinde yaklaşık 1600 traktörün olduğunu, bu traktörlerin dörtte üçünün muayeneden geçmesi gerektiğini tespit eden Oda yetkilileri, TÜVTÜRK ile işbirliğine girerek 487 traktörün muayene edilmesini sağladı. Çatalca Kaymakamı Dr. Nevzat Taştan ve Çatalca Ziraat Odası Başkanı Ömer Engin tarafından hayata geçirilen proje sayesinde, arızalı traktörler nedeniyle meydana gelen ölümcül kazaların bir nebze olsun önüne geçildi. Konuyla ilgili bir açıklama yapan Başkan Engin, TÜVTÜRK’ün bu projede kendilerine çok yardımcı olduğunu, bundan sonra da işbirliğine devam edeceklerini söyledi. Engin, yaşanan süreci şu sözlerle özetledi: “Çatalca’da yaklaşık 1600 traktör var. Bunlardan 400’ü yeni olduğu için muayene gerekmiyor. Geri kalanlar gerekli donanıma sahip olmadığı için zaman zaman ölümcül kazalara neden olabiliyor. Bunun önüne geçmek, araçların muayenesini yaptırmak için TÜVTÜRK ile irtibata geçtik. Muayene demek, traktör üzerindeki tüm ekipmanın çalışması demek. Önce 150 araç topladık. Ama bizim insanımızın aklı gözündedir. Gözüyle gördüğüne inanır. Muayene konusundaki ciddiyetimizi gördüklerinde, bunun verimli bir proje olduğunu anladılar ve gelen araç sayısı neredeyse 500’e ulaştı. İlk muayeneleri geçen yıl Mart ayında yaptırmıştık, hasat zamanında kalan traktörleri muayene ettireceğiz. TÜVTÜRK, bu konuda bizden yardımını esirgemedi ve Gezici İstasyon Programı’nı uygun bir şekilde düzenledi. Dileğim, bu tür girişimlerin yurt çapına yayılması ve Türkiye’de muayenesi yapılmamış traktörün kalmaması.” çocukların gÜVenlİğİ her şeyden önce gelİr TÜVTÜRK’ün ilgili bakanlıklarla işbirliği içinde yürüttüğü Can Dostları Hareketi kapsamında, okullar henüz açılmamışken gerçekleşen bir çalıştay, trafikte seyredecek servis araçlarını konu ediniyordu. Milli Eğitim Bakanlığı Temel Eğitim Genel Müdürlüğü’nün ev sahipliğinde, 20-21 Ağustos’ta, Ankara’da gerçekleşen çalıştayda, öğrenci servisleri ve taşımalı eğitim sistemleriyle ilgili süreçlerin iyileştirilmesi amaçlandı. Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanlığı ile Milli Eğitim Bakanlığı’ndan uzmanların yanı sıra ilgili birimlerin temsilcilerinin ve TÜVTÜRK yetkililerinin katıldığı çalıştayda, öğrencilerin okullara güvenle ulaştırılması konusu irdelendi. Çalıştay sonucunda, öğrenci servisi ve taşımalı eğitim ulaşımı süreçlerinin ilgili mercilerden temsilcilerin katılımıyla koordinasyonu sağlayacak bir üst kurulun oluşturulması kararı alındı. Hizmet kalitesine odaklanmayı kolaylaştıracak, bürokrasiyi azaltacak hukuki mevzuat değişikliğiyle ilgili önerilerin sunulması ve servis şoförlerinin eğitimi de çalıştayda ele alınan konular arasındaydı. hem İFTar hem ödÜl Törenİ Uluslararası Nakliyeciler Derneği (UND), geleneksel İstanbul İftar Yemeği’ni Haliç Kongre Merkezi’nde yaptı. Kamu, sivil toplum kuruluşları ve UND üyesi firma temsilcilerinden oluşan çok sayıda davetlinin yer aldığı yemekte, Yılın Sürücüsü ve Yılın Tepe Yöneticisi ödülleri de verildi. TÜVTÜRK sponsorluğunda gerçekleşen Yılın Sürücüsü ödül töreninin açılış konuşmasını, IRU Yönetim Kurulu Üyesi İzzet Salah yaptı. Araçlarını güvenli şekilde kullanan, çalıştıkları şirkete ve meslek kurallarına bağlılık gösteren 25 ülkeden 1044 sürücü, IRU Yönetim Kurulu’nun değerlendirmesinden geçerek “2013 Yılı IRU Profesyonel Sürücü Onur Nişanı” almaya hak kazandı. Söz konusu nişanı alan Türkiyeli 82 sürücünün ödülleri UND İstişare Kurulu Başkanı Bahaddin Karakuş tarafından verildi. 82 sürücü arasından yapılan değerlendirmeyle OMSAN Lojistik’ten Hasan Narman, Yılın Sürücüsü unvanını elde etti. Narman’ın unvanı perçinleyen 2 bin 500 TL’lik ödülünü ise UND Yönetim Kurulu Başkanı Çetin Nuhoğlu, sektörün önemli isimlerinden Ali Osman Ulusoy ve TÜVTÜRK İş Geliştirme ve Müşteri Tecrübesi Müdürü Özcan Saka takdim etti. İSTASYON 61 ENGLISH SUMMARY Dila has come to life again with her a perfect teacher. I thank her again for the effort she put in me. Performing on stage is not in my career plans right now. But I believe in fate. Maybe some day… Why not? Does Lady Dila character bring different perspectives in Hatice Şendil’s inner world and mind? The endless compassion of Lady Dila might have brought a different perspective in me. Hatice is also compassionate but Lady Dila’s patience is something else. Even I am surprised at it when I read the scenario or portray the character. During your interviews, you say Dila Hanim reminds you of a modern fairytale. What do you think are the main elements that set apart modern fairytales from traditional ones? The period of time it happens. For example, we tell a fairytale in 2013 according to the current perspectives and values of the society in today’s conditions. For instance we could have told a fairytale saying “Once upon a time, there was a girl called Dila. She lived in a cabin and she liked riding horses” and that would have been a traditional fairytale. We had to adapt our series into today’s conditions. Dila has a car instead of a horse; she communicates through a mobile phone; she has romantic dinners with the man she loves. That’s why I think it’s like a modern fairytale. “The most important reasons that I accepted the role are Lady Dila’s strong standing, personality and femininity” says Hatice Şendil, the leading actress of Dila Hanim – the TV series that started to be broadcasted last year and will be on TV this season as well thanks to its success. INTERVIEW: SEMA ULUDAĞ PhoTogRaPhs: Mustafa Kızıl I t was 1977… The golden years of Turkish cinema... The director was Orhan Aksoy; there were Türkan Şoray and Kadir İnanır in front of the camera… The scenes of Dila Hanim were being filmed. The plot is pretty simple actually: Having been married to a landlord herself, Lady Dila falls in love with another landlord, who is also the murderer of her ex-husband. Kadir İnanır and Türkan Şoray played so well in Dila Hanim that theatres were overflowing with audience when the movie came out in January 1978. Why we have taken you to two important moments in Turkish cinema history is to be able to tell the reason behind the question that came to several people’s minds when the news that Dila Hanim would be on TV as a spin-off. Many people believed that the TV series would be overshadowed by the legend of the movie and its famous actors/actresses. However, Erkan Petekkaya and Hatice Şendil lifted those shadows with their performances, and Dila Hanim became a top-rated series in this sector, in which many series stop to be broadcast after three or four episodes every year. With this situation in our minds as a starting point, we interviewed Hatice Şendil, one of the architects of this success. When they offered you to play Lady Dila, what did you feel at first? I have known of Gold Film and the owner of Gold Film Faruk Turgut for a long while. I wanted to work with him a lot in a project. I think it’s a matter of feeling; Mr. Fa- 62 İSTASYON Is there a specific character that you would not want to die before playing? Almost every actor/actress avoids playing the same character over and over. He/she would like to portray a new character every time on tiptoe. That’s how I feel. For instance, I would like to portray a more masculine woman; a woman with a solid nature. ruk and I had discussed the scenarios of other TV series. He offered me three choices, in which there was also Dila Hanim. I chose Dila Hanim because I was impressed with Lady Dila’s standing and femininity. What kind of method did you use to lift the shadow of Türkan Şoray from Lady Dila character? Even the possibility of playing the same role with Türkan Şoray, the ‘Sultan’ of Turkish cinema, is a privilege that not everyone can be awarded. I feel very lucky in that sense. When asked about her opinions when the series was aired, Türkan Şoray made such beautiful comments that I was embarrassed. I don’t think the shadow of Türkan Şoray over Lady Dila can be lifted, because as you said, she is the one who portrayed the character first. However, we should remember a nuance here: What we make is a TV series, not a movie. The ones that watch the movie first, and then the series can notice this fact much more clearly. Is your acting performance affected by the rise and fall in the ratings? Neither the viewership statistics nor good/bad ratings of an episode affect my acting performance. I take part in a work and scenario that I believe in. It does not matter for how long the production company or broadcasting channel wants to broadcast this series; my acting performance will be just like the first day. You studied drama. Do you plan to go on stage? Ayla Algan has an excellent knowledge of drama and she’s Nuri Bilge Ceylan, Ferzan Özpetek, Zeki Demirkubuz, Derviş Zaim, Fatih Akın… Some of the directors, with whom Şendil, who would like her first cinema experience to be an art movie, wants to work with. What kind of a project would make you step into the film industry? I would like my first film to be an art movie rather than a blockbuster. I would like to work with directors such as Nuri Bilge Ceylan, Ferzan Özpetek, Zeki Demirkubuz, Derviş Zaim and Fatih Akın. To raise the level of your acting performance one step further, what fuels you? Reading a lot of books, watching a lot of films and most importantly, being able to observe everything… I think these are a must for an actor/actress. These are my three main criteria to improve myself. What do you like doing when you do not keep a busy pace? I would like to spare time for my family and significant other. If I have spare time, I socialize, because as you know, the set becomes our lives when we start shooting. Therefore, my social life is very important to me. İSTASYON 63 ENGLISH SUMMARY Widely preferred, rarely known: actuarial science tÜVtÜRK news tion that brought to life driving in rush hour also drawed visitors’ attentions in the organisation where the details about vehicle safety and vehicle inspection were given by TÜVTÜRK Mobile Vechile Inspection Station. TÜVTÜRK also held competitions and distributed brochures in the organisation. Becoming more and more popular every day, actuarial science is a discipline who deals with many fields from insurance to finance, from law to statistics. A news that was published in Hürriyet a while ago was very surprising. What was surprising about the news? Actuarial science, of which maybe many people had heard for the first time in their lives, was toprated in the list of “The most popular jobs of 2013”. Being originally a French word (actuaire), it is a discipline that has existed since 1762, when the first life insurance operations took place. Its homeland is Britain. When you take a look at its definition, you can tell it includes many subjects: Preparing tariffs and technical elements by calculating subsidies, reserves and profit shares according to legal regulations with insurance techniques in the fields of investment, finance and demography. It is done by applying probability and statistical theories to assess risks such as fire, storm or illness. To understand how big the demand in actuarial science as an occupation, it’s enough to take a look at some figures. For example, The German Actuarial Society has 2,424 members. In England, they are 16,337. In Turkey, the number of actuaries registered at Actuaries Registry is 121. More than half of them work in private sector. The number of intern or assistant actuaries is only 90. Turkish actuaries mostly deal with the calculations behind the pricing of life and retirement insurances. Even though actuarial calculations are needed in elemental insurances such as car, fire, traffic, engineering, transport, credit and of course, health insurance; the number of qualified actuaries to meet these needs is not enough. Another point in the development process of actuarial science as an occupation in Turkey is to provide the education in wider areas. Marmara University and Hacettepe University offer actuarial science in undergraduate; the universities of Bahçeşehir, Hacettepe, Yaşar and METU in graduate degree. Only Hacettepe University offers actuarial science in postgraduate degree. However, to become an actuary, graduating from a school is not enough. The first step to be an actuary is to get a Bachelor’s Degree and the next step is to pass the examination conducted by the Undersecretariat of Treasury. Why is actuarial science so popular even though the education process and exams require so much hard working? It is popular because actuaries, who determine the risks and prices accordingly and plan investment strategies, raise the return on investment, generate employment and foster their countries’ economic growth. It is possible 64 İSTASYON KnoWleDge MaKes you Wın tÜRKaK says ‘confoRMable’ n TÜVTÜRK, one of the biggest accreditation projects of Europe, passed the 2013 surveillance within the scope of sustainability of accreditation. In the 6th term of the accreditation marathon which started in 2008, many important processes have been questioned by TÜRKAK if they were conforming to the TS EN ISO/IEC 17020:2005 standard. TÜVTÜRK proved its success once again by completing the surveillance held in 50 stations and head office, with zero major nonconformity. So the recently opened stations Suşehri/Sivas, Birecik/ Şanlıurfa and Kaş/Antalya reached their accreditation certifications. n The winners of Quiz Show which has been organising since the beginning of this year by TÜVTÜRK to aim at enhancing knowledge of employees working at İstanbul station were announced. Vehicle Inspection Technicians (VIT), Cash Point Operator (CPO) and Exhaust Gas Emmission Technicians (EET) competed in the contest aiming at offering customers who came to TÜVTÜRK stations a high quality services through its knowledgeable personnel. From January to June 2013, the employees of TÜVTÜRK were subjected to a quiz every week. By considering the quiz results, VIT, CPO and EET employees tRaffıc tRaınıng ın the fıelD n Traffic Responsibility Action (TRA), which organised training and activities in 36 cities for last three years, held field activities at Feshane and İzmir Fair this summer. Visited Feshane on July 26-27 and İzmir Fair on September 6-8, TRA teams conveyed visitors the importance of fastening seat belt in both urban and express ways with a seat belt simulation as well as the effect of alcohol on drivers with an alcohol goggles. The motorcycle simula- to reckon actuaries as social mathematicians who transfer their technical knowledge to top management and define the problem as a mathematical one by turning their experience into solid data. That is why people doing actuarial calculations should have vast knowledge of finance, economy, communication skills and even law as they should have a good comprehension of main mathematical methods, especially the background knowledge to apply statistical methods and techniques. Therefore, it seems that actuarial science will be a popular field of occupation and ranked high in newspapers’ or magazines’ lists of “the most popular jobs of the year”. who got the highest average were chosen. This was a sort of preselection. Then the employees who succeed, competed in the contest on behalf of their stations. The semi-final where the excitement was in the air, was held in both Anatolian and European sides on September 7. Anatolian side’s winner was Dudullu station, while Çatalca station got to the finals in European side. The teams which made it to the finals worked up a sweat in the contest consisted of both teorical and practical parts. In the practical part broadcasted live on a screen which was set up for the guests, competitors made test on a special vehicle. The winner of the competition watched by 210 TÜVTÜRK employees was Dudullu station. The prize of the winner was a trip to Germany, while the second team was awarded with iPad Minis. The prizes were given by TÜVTÜRK İstanbul Director Can Şiram. İSTASYON 65 ENGLISH SUMMARY tÜVtÜRK news bP tRaınıng at the acaDeMy n TÜVTÜRK Academy collaborated with BP, one of the leading oil companies. The training held in TÜVTÜRK Academy on September 19-20, aimed at adding Inspector’s Perspective to the BP field team doing the safety controls of thousands of fuel vehicles around Turkey. With the training, TÜVTÜRK Academy also aimed at enhancing team’s knowledge about vehicle safety and safety controls. The training was organised by TÜVTÜRK Acamedy in accordance with requests and needs of BP. Seven BP employees participated in training given by TÜVTÜRK trainers Hakan Uluçay, Sinan Balkanlı ve Zafer Halli. “Fuel Tanker from the Inspector’s Eye”, the first training programm in its field has an important role for TÜVTÜRK Academy. Because it was also the first training programme that TÜVTÜRK offered. advertising agency Drive Dentsu Turkey and supported by İstanbul Metropolitan Municipality and İstanbul Transportation Inc., the project was brought to life special for Disability Awareness Week on December 3-10. Within the scope of project, wheelchair images were put on some seats of four subway trains on Taksim-Hacıosman line. The project was designed in the manner that made passengers feel themselves like they were sitting on a wheelchair. Slogans such as “200 thousand people are hurt in traffic accidents every year” and “Act Responsibly at the traffic all the time” were written on informative messages. Aiming at enhancing social sensitivity about traffic, the project competed in the Ambient category and won Urban Design Special Award. At the award ceremony held in Rahmi Koç Museum on September 9, Mahmut Sipahi from TÜVTÜRK accepted the award. This wasn’t the first award that TRA won to date. The project was awarded with Year’s Best Roadshow Award given by Direct Marketing Communicators Association in 2010 and Crystal Apple Award with its commercial film “The Accident” in 2011. 66 İSTASYON M Y CM MY CY CMY K WheelchaıR bRought the aWaRD n Coordinated by The Ministry of Transportation, Maritime Affairs and Communication, supported by TÜVTÜRK and in cooperation with corporations and organisations working on traffic and vehicle safety, Traffic Responsibility Action (TRA) has been granted many awards since it started. TRA recently won Urban Design Special Award with its Wheelchair Subway Special Project at A Awards held by Outdoor Advertisers Foundation. Designed by C neW statıon ın KAhrAMAnMArAş n TÜVTÜRK increased the number of stations in Kahramanmaraş to three. Opened in Narlı town from Pazarcık district that is 30 km far from the city center, the station serves all types of vehicles and has a special waiting room for the vehicle owners who want to watch the processes during the inspection. Paying attention to advices and complaints coming from vehicle owners to enhance its service quality, TÜVTÜRK increased the number of station around Turkey to 270 including 73 mobile stations with the new station in Kahramanmaraş.
Benzer belgeler
Sayı 12 - TüvTürk
TÜVTÜRK Kuzey Taşıt Muayene İstasyonları Yapım
ve İşletim A.Ş. Adına Kemal Ören
Yönetim Yeri
Büyükdere Caddesi, No: 255 Kat: 17-18 MaslakŞişli-İSTANBUL
Yayın Yönetmeni Sema Uludağ
Yayın Koordinatör...
Sayı 9 - TüvTürk
TÜVTÜRK Kuzey Taşıt Muayene İstasyonları Yapım
ve İşletim A.Ş. Adına Kemal Ören
Yönetim Yeri
Büyükdere Caddesi, No: 255 Kat: 17-18 MaslakŞişli-İSTANBUL
Yayın Yönetmeni Sema Uludağ
Yayın Koordinatör...
Sayı 14 - TüvTürk
TÜVTÜRK Kuzey Taşıt Muayene İstasyonları Yapım
ve İşletim A.Ş. Adına Kemal Ören
Yönetim Yeri
Büyükdere Caddesi, No: 255 Kat: 17-18 MaslakŞişli-İSTANBUL
Yayın Yönetmeni Sema Uludağ
Yayın Koordinatör...
Sayı 10 - TüvTürk
TÜVTÜRK Kuzey Taşıt Muayene İstasyonları Yapım
ve İşletim A.Ş. Adına Kemal Ören
Yönetim Yeri
Büyükdere Caddesi, No: 255 Kat: 17-18 MaslakŞişli-İSTANBUL
Yayın Yönetmeni Sema Uludağ
Yayın Koordinatör...
Sayı 16 - TüvTürk
TÜVTÜRK Kuzey Taşıt Muayene İstasyonları Yapım
ve İşletim A.Ş. Adına Kemal Ören
Yönetim Yeri
Büyükdere Caddesi, No: 255 Kat: 17-18 MaslakŞişli-İSTANBUL
Yayın Yönetmeni Sema Uludağ
Yayın Koordinatör...
Sayı 13 - TüvTürk
TÜVTÜRK Kuzey Taşıt Muayene İstasyonları Yapım
ve İşletim A.Ş. Adına Kemal Ören
Yönetim Yeri
Büyükdere Caddesi, No: 255 Kat: 17-18 MaslakŞişli-İSTANBUL
Yayın Yönetmeni Sema Uludağ
Yayın Koordinatör...
Sayı 11 - TüvTürk
TÜVTÜRK Kuzey Taşıt Muayene İstasyonları Yapım
ve İşletim A.Ş. Adına Kemal Ören
Yönetim Yeri
Büyükdere Caddesi, No: 255 Kat: 17-18 MaslakŞişli-İSTANBUL
Yayın Yönetmeni Sema Uludağ
Yayın Koordinatör...