Sayı 12 - TüvTürk
Transkript
Sayı 12 - TüvTürk
GEZİ DENIZ, TOPRAK VE SEVDA KOKAN ŞEHIR: AMASRA 10 11 12 2014 Kara Bir Bulut Şark Çıbanı Tarihten Kariyer Lezzet onların işi: Gastronomi English Summary of Contents Tarihi Trend: Orient Express Söyleşi Ters köşeleri cazip bulan oyuncu: Tülin Özen Hayal etmekle başladı her şey Hayal edebilmek, insanoğlunun en büyük meziyetlerinden biri hiç kuşkusuz… Ancak hayal etmekten daha önemli bir özelliği daha var insanın, o da hayallerinin peşinden gidebilme ve onları gerçeğe dönüştürme kararlılığı. İrlandalı oyun ve roman yazarı, eleştirmen George Bernard Shaw, bir sözüyle aslında çok iyi özetliyor bu durumu: “İnsanlar, olmuş olanlara bakarak, ‘neden’ diye sorarlar. Ben olmamış şeyleri düşünerek, ‘neden olmasın’ diye sorarım.” İnsanlık tarihi, “neden olmasın” sorusunu kendisine yönelten ve bu sorunun yanıtını aramak için var gücüyle çaba harcayanların; diğer bir ifadeyle hayallerini gerçek kılmak uğruna gayret gösterenlerin hikâyeleriyle oluştu biraz da. 21’inci yüzyılı yaşadığımız şu günlerde, hemen her alanda uzun bir mesafe kaydedebilmişsek eğer; bu, yaşadıkları zamanın çok ilerisini tahayyül edebilenlerin, hayallerini inatla ve ısrarla, hatta kimi zaman da canları pahasına gerçek kılma arzusu ve gayreti sarf edenlerin sayesindedir elbette. Çünkü süregiden hayatta daha güzelini yapabilmeye dair özlemdir biraz da hayal kurmak. Mevcut koşullarla yetinmeyip hep daha iyisinin olabileceğine inançtır. Hayalperestlikle arasındaki o derin ve kapatılamaz fark da işte tam da bu noktada ortaya çıkar. Zira her ne kadar imkânsızı istese bile, aynı zamanda gerçekçidir hayal kuran. Kararlılığı ve ısrarcılığı, hayallerinin gerçekleşebileceğine dair inancındadır. Bugün bizim de içinde yer aldığımız otomotiv sektörünün tarihçesine göz gezdirildiğinde, hayal kuranların nasıl büyük işlere imza attıkları da net şekilde görülecektir. Herhangi bir hayvanın gücünü kullanmadan, itmeden ya da çekmeden, bir motor yardımıyla hareket edebilen bir araç yapma hayaliyle başlayan bu hikâyenin, günümüzde ulaştığı nokta aşikâr. Yenilikçi (inovatif) yaklaşımların kendini en fazla hissettirdiği bu sektörde artık, hemen her gün yeni bir gelişmeyle karşı karşıyayız. Gerek büyük global, gerekse yerel markalar, yıllardır en büyük yatırımlarını Ar-Ge alanına yapmakla kalmayıp mobilitenin geleceğiyle ilgili fikir ve hayalleri olan kurum ya da kişilerle işbirliğine giriyorlar. Ve bu işbirliğiyle ortaya çıkan sonuçlar, dünya üzerindeki milyonlarca otomobil tutkununun nutkunun tutulmasına vesile olabiliyor. TÜVTÜRK OLARAK BIZLERIN DE BIR HAYALI VAR: HAYALIMIZ, TRAFIK KAZALARININ VE BU KAZALARDA CAN VE MAL KAYIPLARININ OLMADIĞI BIR TÜRKIYE’DE YAŞAMAK. Buharlı ve içten yanmalıdan hibrit motorlara, saatte 15-20’den saatte 400 kilometrelere, karbon fiber sayesinde azaltılan ağırlığa, hatta ve hatta sürücüsüz otomobillere uzanan bu hikâyede, kat edilecek çok mesafe olduğu aşikâr. Çünkü daha iyi ve daha güzel bir geleceğe yönelik ne hayaller tükendi ne de umutlar. TÜVTÜRK olarak bizlerin de tek ve yegâne amacı, içinde yer aldığımız uzun soluklu bu hikâyede, mutsuzluğun, acının yaşanmaması; araç ve sürücü kusurlarından dolayı ocakların sönmemesi... Evet, kurum olarak bizlerin de bir hayali var: Hayalimiz, trafik kazalarının ve bu kazalarda can ve mal kayıplarının olmadığı bir Türkiye’de yaşamak. Trafikte can ve mal kayıplarının önüne geçme kararlılığına, gayretine ve azmine sahip herkesle birlikte bu hayalimizi gerçek kılacağımıza yürekten inanıyorum. Neden olmasın! Saygılarımla… KEMAL ÖREN TÜVTÜRK Genel Müdürü İSTASYON 3 Edirne Kars Bursa Erzincan ANKARA Manisa Marisa Aksaray Afyon Erzurum I¤dır A¤rı Kayseri Mayatya Malatya Konya Bitlis Ni¤de Mu¤la Mardin Antalya G.Antep G.Antep Hatay Hatay 26 Söyleşi 08 Teknoloji 16 Tarihten İçindekiler EKİM-KASIM-ARALIK 2014 06 HABERLER Dünyada ve Türkiye’de öne çıkan haberler... 10 HAYAT Son yıllarda adını unutturmuş olsa da Türkiye’yi terk etmeyen kara bela: Şark Çıbanı... 16 TARİHTEN Kapak fotoğrafı: Ahmet Yeşiltepe 4 İSTASYON Oryantalizmin vagonları, İstanbul’a 1883’te ulaştı. Türkiye’yi Avrupa’ya bağlayan bu pahalı moda, iki dünya savaşının ardından, Soğuk Savaş’la birlikte buharın içinde kayboldu. Geriye ise hikâyesi kaldı... 10 Hayat 22 KARİYER Tüm dünyada olduğu gibi, Türkiye’de de gastronomi ve mutfak sanatları, yükselen değerlerden biri. Öyle ki, geleceğin meslekleri arasında gösteriliyor. Ancak yetenek, her alanda olduğu gibi mutfakta da tek başına yeterli değil. 26 SÖYLEŞİ Enerjik, kategorilere sığdırılamayan, kendine has bir oyuncu Tülin Özen. Ve o, sinemanın yanı sıra tiyatroda ve televizyon dizilerinde de kolayı değil, zoru tercih ederek yoluna devam ediyor. 34 Gezi 30 OTOMOBİL Otomobillerde halen kullanılan ve yakın zamanda tanıtımı yapılması planlanan güvenlik sistemlerini daha yakından tanımakta fayda var. 34 GEZİ Fatih Sultan Mehmet’in “Çeşm-i cihan bu mu ola” dediği Amasra, gezginlerin, özellikle sonbaharda gezip görmesi gereken yerlerden biri olarak çıkıyor karşımıza! 40 YEMEK Dünyanın dört bir yanında sevilen bir yemek: Kebap 44 SAĞLIK Ebola, son yıllarda adından sıkça söz edilen hastalıklardan biri… Acıbadem Maslak Hastanesi İç Hastalıkları Uzmanı Prof. Dr. Yavuz Baykal, ebola virüsüyle ilgili sorularımızı yanıtladı. 46 UZMAN GÖZÜYLE Ticari taksilerin muayenesiyle ilgili merak edilen tüm ayrıntılar… 50 OYUN Konsol ve mobil oyunlar… 58 TÜVTÜRK İmtiyaz Sahibi TÜVTURK Kuzey Taşıt Muayene İstasyonları Yapım ve İşletim A.Ş. Adına Kemal Ören Yönetim Yeri Büyükdere Caddesi, No: 255 Kat: 17-18 Maslak-Şişli-İSTANBUL Yayın Yönetmeni Sema Uludağ Yayın Koordinatörü M. Koray Özcan (Sorumlu Müdür) Görsel Yönetmen Erhan Teksöz Yapım Yeri Doğuş Grubu İletişim Yayıncılık ve Ticaret A.Ş. Doğuş Power Center Ahi Evran Polaris Caddesi No: 4 Maslak 34398 İstanbul Tel: 0212 304 00 00 (Santral) Baskı yeri Ömür Matbaacılık A.Ş. Beysan Sanayi Sitesi Birlik Cad. No: 20 Haramidere-Beylikdüzüİstanbul Tel: 0212 422 76 00 Yayın Türü Üç aylık yaygın süreli yayın, TÜVTÜRK Araç Muayene İstasyonları kurumsal yayınıdır, parayla satılmaz. [email protected] TÜVTÜRK'ten haberler. İSTASYON 5 MODANIN TEKNOLOJIYLE IMTIHANI n Moda ve teknoloji… Bambaşka iki dünya… Peki, bu iki dünyanın işbirliğine girmesi nasıl bir sonuç doğurur? İşte bu soru, kısmen de olsa yanıt buldu. Zira modanın önde gelen birçok markası, teknoloji firmalarıyla yaptıkları anlaşma doğrultusunda cep telefonundan etek, para harcatmayan çanta, ışık saçan şapkalar gibi son derece orijinal tasarımlar yaratmaya başladı. Dünyanın önde gelen moda haftalarında izleyiciye tanıtılan ilk üründen; cep telefonundan yapılmış etekten başlayalım. Nokia Lumia 1520 ve 1020 modellerinden üretilen etek, moda tasarımcısı Fyodor Golan ve tasarım merkezi Kin’in üç ay süren çalışmalarının ürünü. Etek üzerindeki onlarca telefonun her birinde farklı bir görüntü bulunuyor ve eteği giyen hareket ettikçe görüntü de değişiyor. Telefon eteğin bu alanın tek örneği olmadığı da aşikâr... Teknoloji ve modanın birleşiminden doğan bir diğer ürün de “para harcatmayan çanta”. Buluşu, Avustralyalı karşılaştırma sitesi Credit Card Finder, Arduino adlı fiziksel programlama platformunu ve radyo frekansıyla tanımlama (RFID) etiketini kullanarak geliştirdi. Çantanın dibine yerleştirilen bir cihaz sayesinde kredi kartı harcamaları takip edilebiliyor. Sistem, fazla harcama yapıldığında, çanta sahibini uyarıyor. Çantaya ayrıca, günün “riskli” zamanlarında kapatılmaya programlan- Mini Lisa’yı gördünüz mü? n Dünyanın en ünlü resimlerin- mış bir saat de yerleştiriliyor. Alışverişin “tehlikeli” olduğu bir bölgeye girildiğinde, çantadaki GPS ile harekete geçen LED’ler yanmaya başlıyor. Alışverişin ucunu kaçırabilecek olanlar için, bir tanıdığının cep telefonuna uyarı mesajı gitmesi için de ayarlama yapılabiliyor. Bu konuda verebileceğimiz son örnekse LED şapkalar. ABD’de her yıl düzenlenen Amerikan futbolu liginin şampiyonluk maçı Superbowl’da, Kanadalı Pixmob firması, yeni bir “giyilebilir teknoloji” üretti ve 80 bin bilet sahibine LED teknolojisi iliştirilmiş şapka dağıttı. Devre arasında, seyircilerin şapkalarındaki ışıkların yanmasıyla stadyumdan ışık kümesi yükseldi. Bu teknoloji 2014 Soçi Kış Olimpiyatları’nın açılış töreninde de kullanıldı ve kalabalık, boyunlarındaki madalyonlarla dev bir video ekranına dönüştü. SOLAKLIK KONUSUNDA BILDIKLERINIZI UNUTUN n Geçtiğimiz aylarda “Scientificamerican” sitesinde yayınlanan bir haber, okurları solaklıkla ilgili var olan tüm bilgilerini bir kez daha gözden geçirmeye sevk edecek nitelikteydi. Bugüne kadar yapılan tüm çalışmalar, kişinin hangi elini kullanacağının daha anne karnında ortaya çıktığını ve genetiğin bu durum üzerinde önemli bir rol oynadığının altını çiziyordu. Yapılan yeni araştırmayla durum bir parça değişti. Çünkü bu araştırmada, solaklığın sadece genlerle açıklanamayacağı; sol el kullanımında çevresel ve sosyo-ekonomik koşulların da etkili olduğu belirtiliyor. Bu teori, solak ailelerin sağ eli yatkın, sağ eli kullanan ailelerinse solak çocuklarının olma nedenini açıklıyor aslında. Bununla birlikte ailenin çocuğa ilk müdahalesi de çocuğa sağ el veya sol el yatkınlığı konusunda etkiliyor. Dahası da var… Aynı araştırmada, sağ elini kullananlarla solaklar arasında davranışsal birtakım farklılıklar da gözlemlendi ve solakların, solak olmayan bireylere göre daha fazla tehlike içerebilecek davranışlarda bulunduğu ortaya çıktı. Bunun yanı sıra solak olmayanların bazen solaklara göre tehlike içerecek hususlara karşı daha az dikkatli oldukları belirlendi. 6 İSTASYON den birisi, dünyanın en küçük tuvallerinden biri üzerinde yeniden yaratıldı. BBC’nin haberine göre Georgia Teknoloji Enstitüsü’ndeki araştırmacılar, Leonardo da Vinci’nin Mona Lisa portresini, 30 mikron, ya da bir saç telinin üçte biri genişliğindeki bir tabaka üzerine resmetmeyi başardılar. Ortaya çıkan yeni eser, Paris’teki Louvre Müzesi’ndeki Mona Lisa portresinden 25 bin kez daha küçük. Bir taramalı kuvvet mikroskobu yardımıyla Termo-kimyasal Nano Baskı adı verilen yöntem kullanılarak oluşturulan “Mini Lisa”, aslında teknolojide ulaşılan önemli bir aşamayı simgeliyor. Biliminsanları, kullandıkları teknikle, moleküllerin yüzey konsantrasyonunu çok küçük ölçekte değiştirmeyi başardı. Bu bilimsel ve teknolojik başarı öyküsünün ardında, aslında bir iddia var. Leonardo da Vinci’nin Mona Lisa tablosunu yeniden yaratma fikri, doktora öğrencisi Keith Carroll’un “bu teknolojinin ayrıntılı sanat eserleri yaratamayacağını iddia edenlerle” girdiği bahis sonucunda ortaya çıkmış. NE KADAR UZAK O KADAR IYI n Süpernova… Diğer adıyla yıldız patlaması... Yıldız patlamaları, dünyayı sanıldığından çok daha fazla etkiliyor. Hatta söylenen o ki, Güneş eğer süpernova şeklinde patlasaydı, dünyadaki tüm canlılar yok olabilirdi. Bu önemli bir iddia ve bu iddia beraberinde “patlamadan etkilenmemek için ne kadar uzakta olmak gerekir” sorusunu da getiriyor. İşte bu soru, biliminsanlarının yoğun çalışmasıyla yanıtını buldu. Araştırmaya göre dünyamızla süpernovanın meydana geldiği yer arasındaki en güvenli mesafenin 50 ila 100 ışık yılı arasında olması gerekiyor. Peki, bize 50-100 ışık yılından daha az mesafede kaç tane süpernova bulunuyor? Cevap, süpernovanın türüne göre değişiyor. Dünyanın etrafında, 50 ışık yılı uzaklıkta küçük, sönük, beyaz olanların yanmasını tanımlayan birinci tip süpernovalardan kaç tane olduğu tam olarak bilinmese de 200 ya da 300 tane olduğu tahmin ediliyor. Büyük, yaşlanan ve yıkılan ikinci tiplerdense dünyaya 50 ışık yılı uzaklıkta herhangi bir süpernova yok! Twitter’dan karakter analizi n Yazarken kullandığımız dilin, sosyal çevremize dair önemli ipuçları sunduğuna şüphe yok. Telegraph. co.uk sitesinin haberine göre biliminsanları benzer bir durumun Twitter için de geçerli olduğunu belirtiyor. Zira yapılan araştırmalar, söz konusu mecrada tercih edilen diller baz alınarak, kullanıcıların belli gruplara ayrılabileceğini gösteriyor. University of London, Princeton University ve Royal Hollway’den araştırmacılara göre, Twitter’da kullanılan ortak dil, kullanıcıların kendilerini benzer düşünen insanlarla özdeşleştirdiğini ortaya çıkarıyor. Araştırmacılar, 189 bin Twitter kullanıcısına ait 75 milyon iletiyi inceledi ve belirli bir grup tarafından oldukça sık kullanılan kelimelerin, diğer kullanıcılar tarafından nadiren tercih edildiğini ortaya çıkardı. Daha sonra içinde ortak ilgi alanlarının, kariyerlerin, politik görüşlerin ya da mezheplerin de olduğu Twitter gruplarına ait bir “harita” oluşturuldu. Royal Hollway’den Dr. John Bryden, kullanılan dille yaşam tarzlarının benzerliğini şu sözlerle açıklıyor: “Birinin kullandığı dile bakarak, o kişinin hangi gruba ait olduğunu ya da olabileceğini yüzde 80 doğruluk oranıyla tahmin etmek mümkün.” Aşka kilit vurulmaz! n Venedik… Âşıklar kenti… İçinde taşıdığı büyü her neyse, en ‘cool’ görüneni bile romantikleştiriyor. Ve romantizm, insana sıra dışı şeyler de yaptırıyor. Misal sevgisinin sembolü olarak, köprülere asma kilitler taktırabiliyor. Venedik’teki köprülerin üzeri de bu kilitlerle dolu. Ancak tarihi eserlerin korunmasına duyarlı olan İtalyanlar, buna karşı çıkıp eski yapıların bu tür ağırlıklara dayanamayacağını gerekçe göstererek bir kampanya başlattılar. Kampanyanın başını ise yazar Alberto Toso Fei çekiyor. Yazar, “Aşkınızı Kilitlerden Kurtarın” adlı kampanyayla ilgili olarak Gazette del Sud’a verdiği beyanatta bakın neler söylüyor: “İnsanlara bunun tatlı bir jest ya da duyguların güzel bir ifadesi olmadığını, aksine çok banal bir şey olduğunu anlatmak önemli.” Kampanya kapsamında Venedik’teki Rialto, San Marco ve Accademia bölgelerinde broşürler dağıtılmaya başlandı. Broşürde kalp şeklindeki açık bir kilit resminin altında “Aşkınızın kilitlere, Venedik’in de sizin çöplerinize ihtiyacı yok” deniyor. İSTASYON 7 HABERLER HAZIRLAYAN: RESUL BUKSUR Intel saate taktı: MICA n Teknoloji çılgınlarına yönelik akıllı saatler olsa da, moda ve tasarıma yönelen çıkmamıştı. Açığı gören Intel, MICA adındaki saatini kamuoyuyla paylaştı. Modayla alakası olmayanların bile ilgisini cezbedecek tasarımı bir kenara, 1,6 inçlik safir camlı OLED ekranla da rakiplerinden geri kalmıyor. Apple’ın saat çıkaracağı artık kesinleşmişken, teknoloji devi önlemini şimdiden alıp imajı çizdirmiyor. Su yılanı derisi üzerine Çin incileriyle lapis taşları bulunan MICA’lara, yakında kedigözü ve obsidyen taşı bulunan farklı bir model de eklenecek. Dâhili 3G anteni sayesinde, akıllı telefonla eşleştirilmeden kullanılabilen MICA, USB veya kablosuz sistem kullanılarak şarj edilebiliyor. Fiyatı henüz açıklanmasa da, 1000 Dolar’ın altında olması bekleniyor. Cüzdanda Ninja var n İşte, başta erkekler olmak üzere herkesin cüzdanında bulunması gereken bir alet: Wallet Ninja Multi Tool. Kartvizit boyutlarında, ancak 18 işlevi yerine getirmek gibi büyük bir hünere sahip. Adamlar daha ne yapsın? Fiyatı, 15 Dolar. 8 İSTASYON TEMIZLIKTE ÜÇÜNCÜ BOYUT DÖNEMI ASUS’ta Zen saati: ZenWatch Torbasız elektrikli süpürgeleriyle takdir toplayan James Dyson, sonunda bombasını patlattı ve 3D algıya sahip yeni ürünüyle ev temizliğinde çığır açan bir dönemin kapısını araladı. n Ağustos ayında, Tokyo’da gerçekleştirilen bir etkinlik, ev temizliğinde yeni bir dönemin habercisi gibiydi. Zira torbasız elektrik süpürgeleriyle başta kadınlar olmak üzere milyonlarca kişinin ilgi gösterdiği marka haline gelen James Dyson, 360 Eye adını verdiği süpürge ve robotunu bu etkinlikte tanıttı. Dyson bu ürünüyle, kendisinden çok daha önce yola çıkan iRobot, Samsung, LG, Neaoto ve Vileda gibi markaları geride bıraktığını da gösterdi. Torbasız süpürgenin ardından pervanesiz vantilatör ve jet hızıyla hava üfleyen el kurutma cihazlarıyla devrim yaratan Dyson, 16 yıl boyunca üzerinde çalıştığı Eye 360’ı geliştirmek için neredeyse 47 milyon Dolar’lık Ar-Ge yatırımı yaptı. Mevcut robot süpürgelerin evin içini algılamakta başarısız olduğunu ve bir türlü düzgün temizlik yapmadığını vurgulayan James Dyson’un, 360 Eye ile gerçek ev temizliğinin yanı sıra zamandan ve enerjiden tasarruf vadetmesi de ürüne ilgiyi artıran unsurlar arasında. Peki, Eye 360’ın farkı nereden geliyor? Bu ürün öncelikle isminden de anlaşılacağı gibi üzerinde 360 derece görüş sağlayan özel bir kamera ve algılama tekno- lojisi taşıyor. Süpürge, söz konusu panoramik kamerası sayesinde, tüm odayı aynı anda algılanıyor; kızılötesi sensörleri yardımıyla bulunduğu alanın haritasını çıkararak hızla temizlik harekâtına başlıyor. Dyson robotun diğer önemli avantajıysa, rakipleri gibi iki değil, üç boyutlu (3D) algıya sahip olması. Saniyede 30 kareye kadar çekim yapabilen ana kameranın çekim hızı, süpürgenin hareket hızıyla uyumlu çalışarak odanın her yerinde milimetrik mesafelerle temizlik yapabiliyor. Bununla birlikte, hareketi sağlayan motoru da özel… V2 adındaki özel vakum ve hareket motoru, toz ve kirleri rahatça çekerken, makinenin çapı boyunca uzanan özel fırça, karbon fiber kıllardan yapılmış. 0,4 litrelik toz ve kir toplama kapasitesi sunan robot, şarj istasyonuna otomatik olarak geri dönmeden önce, 20 ila 30 dakika temizlik yapabiliyor. Yaklaşık 2,4 kiloluk robot, özel cep telefonu ve tablet uygulamasıyla rahatlıkla özel temizlik programları üretilebildiği gibi, evde olunmayan durumlarda bile çalıştırılması mümkün. Hatta uzun seyahatlerin ardından temiz bir eve dönmek isteyenler, robotu önceden gün ve saat olarak programlayıp bu arzularına ulaşabilirler. Fiyatı henüz kamuoyuna duyurulmasa da 3 bin Dolar civarında olması beklenen Dyson Eye 360’ın, 2015 yılında önce Japonya, ardından dünyada piyasaya çıkacağı açıklandı. Kendisinin ve sevdiklerinin hayatını bu ürünle kolaylaştırmak isteyenler, şimdiden Tokyo biletini alsın. Daha ne diyelim? n ASUS, yeni akıllı saati ZenWatch’u IFA 2014’te tanıttı. Yuvarlak köşeleri ve dikdörtgen tasarımıyla piyasaya çıkan akıllı saat, deri kayışı sayesinde de hayli ilgi topluyor. Saat, Android 4.3 ve üzeri işletim sistemli cihazlarla eşleşebiliyor. Android Wear işletim sistemini kullanan saat için, ZenUI arayüzü geliştirilmiş. 100’e yakın farlı saat görünümü sunan ZenWatch’ta Cover to Mute adı verilen özellikle, kullanıcılar akıllı saatlerinin ekranını elleriyle bir süre kapattıklarında, akıllı telefonlarını sessiz moda alabiliyorlar. Teknik özellikler de fena değil. Atılan adımı sayabilen ve yakılan kalori miktarını hesaplayan 9 eksenli sensörü bulunan saat, nabız ölçümü de yapabiliyor. 2,5 inçlik kavisli ekranı Gorilla Glass 3’le kaplı. 512MB RAM, 4GB dâhili hafıza ve Bluetooth 4.0 var. Dahası IP55 sertifikasıyla suya dayanıklı. Son olarak telefonunuzu kaybederseniz saat sayesinde kolayca bulabiliyorsunuz. Yılbaşından önce piyasada olması beklenen ZenWatch 199 Euro’dan satılacak. Starck’tan Kask n Ünlü tasarımcı Philippe Starck, teknoloji ürünlerinden sonra kask da tasarladı... En son Apple’ın efsanevi kurucusu Steve Jobs’ın ölmeden önce yaptırdığı gemisi Venus ile teknoloji tutkunlarının gündemine oturan tasarımcı Giro, şirketiyle birlikte bu sefer şık bir kaska imza attı. Alüminyum kullanılarak üretilen kaskların satış fiyatıysa henüz belli değil. Sonunda biri akıl etti Ayaklara hamak n Fazla lafa gerek yok. Masanın altına takıyorsunuz, oturmaktan şişen ayaklara bayram ettiriyorsunuz. Sadece 30 Dolar. www.connectdesign.co.kr CAT S50 ZOR KOŞULLARA AKILLI TELEFON Action Camera Collection n Bildiğiniz gibi Incase her türlü cihaza kılıf ve aparat üretme konusunda uzman. Teknoloji tutkunlarının da işi abartmakta üzerine yok. “E, o zaman ne duruyoruz, çıkaralım bir koleksiyon” diye düşünmüş olsalar gerek ki, yeni ürünleriyle bir kez daha gündemdeler. GoPro’suz tatile çıkamayanlardansanız veya doğa sporları tutkunuysanız tam size göre bir seri bu. Tek tek alabileceğiniz gibi, seri olarak da sahip olabilirsiniz. Nereden mi? İşte adresi: www.goincase.com/shop/actioncamera n Ağır iş makinaları ve kamyon üreticisi CAT, Almanya’daki IFA 2014 etkinliğinde, zorlu koşullara dayanıklı yeni akıllı telefonunun tanıtımını yaptı. Android KitKat’lı model, resmen tank gibi. CAT S50, metal kenarlar, su geçirmez contalama ve kauçuk kaplamalarıyla dikkat çekiyor. 4,7 inçlik Gorilla Glass, camlarıyla 1,2 metre yükseklikten düşmeye ve bir metreye kadar su altına dayanıklı. 4G genişbant desteği, 1,2 GHz dört çekirdekli işlemci, 8 megapiksel kamera, kablosuz şarj gibi gelişmiş özelliklere de sahip. Ürün ABD’de 499 Dolar, Avrupa’da 499 Euro’ya satılacak. İSTASYON 9 HAYAT Bir Kara Bulut: Şark Çıbanı Son yıllarda adını unutturmuş olsa da Türkiye’yi terk etmedi... G Diyarbakır’ın Dicle ilçesine bağlı Durabeyli Köyü’nde yazın kavurucu sıcağında insanlar ahırlara bitişik damlarda yatıyor. Leishmania parazitini taşıyan yakarcalardan korunmak içinse döşeklerin üzerine cibinlik kuruluyor. 10 İSTASYON ri bulutlar göğün tekinsiz sakinliğinde dağılmaya başlamış. Az önce yağan yağmurun suyu, giderlerden ilerliyor. Toprak serin. Kısa bir süreliğine. Hava rahatlamış. Sessizliğin içinden belli belirsiz bir uğultu geliyor. Bu sesin kaynağı su giderinin üzerinde, az önce gökyüzündekine benzer ama daha ufak bir kara bulut... İlk bakışta sivrisinek sanmak olası... Oysa özellikle Çukurova’nın, Şanlıurfa’nın ve Diyarbakır’ın üstünde dolanan bu kara bulut yakarcalardan oluşuyor. Giderin üzerindeki buluttan ayrılan bir yakarca, az ötedeki çocuğa doğru yaklaşıyor. Varlığını, gelişini duyan, gören olmuyor. İşte bu, küçük çocuğun küçük bedeninde büyük bir iç savaşın başlangıç anı... Yakarca, pek çok farklı isimle insanın karşısına çıkabiliyor: Kum sineği, tatarcık, flebotom... İstinat duvarlarının arasında veya su giderlerinin çevresinde bulunan yakarcanın, Leishmania parazitlerinin insanlara taşınmasında asli rolü oynadığı biliniyor. Çok eskiden beri bilinmesine rağmen henüz bu hastalığı önleyecek bir aşı ya da ilaç keşfedilmiş değil. Üstelik zoonoz (hayvandan insana geçen hastalık) olması nedeniyle kaynağının kurutulması imkânsız. Küresel iklim değişiklikleri, çevresel faktörler, yoksulluk ve kötü beslenme, hastalığa yol açan parazitin yayılmasının temel nedenleri arasında. Dünya Sağlık Örgütü verilerine göre parazit, dünyada 82 ülkede her yıl en az 20 bin kişinin hayatına mal oluyor ve ortalama 1,3 milyon kişi bu parazitten kaynaklanan hastalıklara yakalanıyor. İSTASYON 11 HAYAT yor, ölüyor. Paraziti alsa bile bulaştıramıyor. Sinek bir kere kan emdiği zaman midesini doldurmadıysa tekrar gelip ısırabilir. Enfekte olmuş bir sineğin birden fazla ısırığı şark çıbanında birden fazla lezyon olmasına neden oluyor. Sinek ikinci bir kişiyi ısırmaz. Dinlenmek için serin bir yere gider. Sindirim işlemi tamamlanana dek orada durur,” diyor. HER SİNEK VEKTÖR DEĞİL! Leishmania vücudun farklı yerlerinde yaralara neden oluyor. Enfekte olan kişinin yakarca tarafından ısırıldığı yerlerde çıkan yaralar, hastalığın görünen yüzü. Leishmania paraziti deride hiç yara açmaksızın iç organlara da yerleşebiliyor. Dünyada yirmiden fazla Leishmania türü var. Ancak parazitin üç türü diğerlerine göre çok daha yaygın. Daha çok Brezilya, Paraguay, Ekvador, Bolivya gibi Latin Amerika ülkelerinde görülen Leishmania braziliensis, en tehlikeli tür olarak kabul edilen Leishmania infantum (iç organlarla ilgili) ve Türkiye’de daha çok Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nde yaygın olarak görülen ve şark çıbanı (kutanöz leishmaniasis) hastalığına yol açan Leishmania tropica. Şark çıbanı, Anadolu topraklarında yüzyıllardır görülüyor. Halep çıbanı, yıl çıbanı, güzellik yarası gibi isimlerle de adlandırılıyor. 90’ların başında özellikle Güneydoğu Anadolu’da ciddi bir sorun olan parazit kökenli hastalık, çeşitli önlemlerle etkisini azaltmaya başladı. Sağlık Bakanlığı verilerine göre, 1990–2010 yıllarında toplam 46 bin 3 yeni vaka saptanmış. Şanlıurfa, Çukurova bölgesi ve Diyarbakır, şark çıbanı vakalarının en sık rastlandığı yerler. Dicle Üniversitesi Dermatoloji Bölümü’nden Prof. Dr. Mehmet Harman, bölgede bu hastalığı yakından takip eden hekimlerin başında geliyor. Celal Bayar Üniversitesi Parazitoloji Anabilim Dalı’ndan Prof. Dr. Ahmet Özbilgin’le yaptığı akademik işbirliği sayesinde, büyük bir Leishmania arşivine sahip olan Harman, Diyarbakır’da şark çıbanı vakalarına en çok rastlanan ilçe- 12 İSTASYON ler olarak Dicle, Kulp ve Hani’yi gösteriyor. Dicle’nin Durabeyli Köyü, son dönemde şark çıbanı vakalarının görüldüğü yerlerden biri. Gundekebir olarak da bilinen Durabeyli şimdi yaklaşık bin kişinin yaşadığı eski bir Ermeni köyü. Köye girdiğimizde ilkokulun bahçesinde oynayan çocuklar bizi karşılıyor. Bizimle gezen 10 çocuğun en az sekizinde şark çıbanı izi var. Erkek çocukları, yüzlerinde dahi çıksa bu yarayı önemsemezken, kız çocukları için durum farklı. Şark çıbanı genç kızların korkulu rüyası; yüzde iz bırakan şark çıbanı, özellikle ergenlik sonrasında ciddi psikolojik problemlere neden oluyor. İki çocuğu halen tedavi gördüğü için soyadının bilinmesini istemeyen Mehmet Bey’in evinin kapısında, köye doktor geldiğini duyan genç ve orta yaşlı kadınları birikmiş halde buluyoruz. Diğer köylerde de durum aşağı yukarı aynı. Derdine derman arayan, arayıp da bulamayan herkes, bir umut bu uzmanlar ekibinden yardım bekliyor. Ziyaretimiz sırasında bir eve misafir oluyoruz. İki göz evde, dört çocuklu bir aile yaşıyor. Çocukların tümünde şark çıbanı izleri görülüyor. Birinin tedavisi sürüyor. Doktorun yazdığı ilaçlar, sağlık memuruyla aileye ulaştırılmış. Endişe edilecek bir durum olmadığını söyleyen Prof. Dr. Harman, “1950’den sonra sıtmayla mücadele sayesin- de bölgede her türden sinek azaldı. 10 yıldır bölgede tarama yapıyorum. Binin üzerinde hasta gördüm, 300 hasta tedavi ettim. Suriye’deki savaştan sonra hasta sayısında artış var. Ama en büyük sorun iklim ve çevresel koşullar. Bu köydeki açık kanalizasyonlar ve diğer çevresel faktörler yakarcaların üremesinde büyük bir etken,” diyor. ÇEVRESEL KOŞULLAR ÖNEMLİ BİR NEDEN Çevresel koşulların parazitin yayılmasında ne kadar etkili olduğunu bilen uzmanlar, hastalığın yayılımını incelemek için en uygun koşullara sahip alanlardan birini seçmiş. Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi ekibi, İzmir’in Karaburun ilçesinde, pazar yerinin karşısındaki eski bir ağılı, yakarca çalışmalarında üs olarak kullanıyor. Metruk taş binanın bahçesinde keçiler var, pazardan arta kalan sebze ve meyvelerin bir bölümü burada çürümeye terk edilmiş. Ortamın pek de sıhhi olmadığına şüphe yok. Ancak 80 metrekarelik serin, nemli, karanlık taş bina tam bir yakarca cenneti. Sinekler yakarca tuzaklarından araştırmacılar tarafından teker teker toplanıp üzeri şekerli suya bulanmış tülle kaplı plastik kafeslere koyuluyor. Acıkanlar şekerli suyu emmek için yukarı çıkıyor. Yakarcaların içine birkaç sivrisinek de eklenince aralarındaki fark gayet net ortaya çıkıyor. Yakarcalar sivrisineklere göre çok daha küçük. Atalarının nereden türediği bilinmese de bu sineklerin Mezopotamya’dan yayıldığı düşünülüyor. Fransız varsayımına göre, kuzeye çıkanların bir kolu İran-GürcistanKafkasya üzerinden Avrupa’ya ulaşmış, Suriye’den Anadolu’ya giren bir diğer kol ise Amanosları ve Toros Dağları’nı aşmakta zorlanmış. 1985’ten beri sineklerle ilgilenen Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Parazitoloji Anabilim Dalı’ndan Prof. Dr. Yusuf Özbel ve Hacettepe Üniversitesi Ekoloji Bölümü’nden Prof. Dr. Bülent Alten, TÜBİTAK projesi kapsamında, Çukurova’daki alan çalışmalarıyla Toros Dağları’nda bazı geçiş boşlukları olduğunu ispatlamış. Artık Orta Anadolu ve Ege’de var olan yakarcaların bazı türlerinin Suriye’den geldiği, neredeyse “kesin bilgi”. Üç, dört hafta yaşayan yakarcalar, hayatları boyunca en fazla üç ya da dört kilometre uçabiliyor. Bu sinekler bir defada 70–80 yumurta üretiyor ve bunların en fazla yüzde 80’i yaşıyor. Erkek, çiftleşmeyle spermi dişiye aktardıktan sonra yumurtanın gelişimine başlaması için sineğin kan emmesi gerekiyor. Özbel, “Bazı türler çiftleşiyor, yumurta yapı- Dr. Suha K. Arserim, Karaburun’daki nemli, karanlık ağılda, biyolog Mehmet Karakuş’la birlikte tuzaktan yakarcaları toplarken, hastalığı taşıyan türlerle ilgili açılamalar yapıyor: “Her tür sinek vektör olamıyor. Vektör adı verdiğimiz sinekler, hastalık etkenini hasta omurgalıdan sağlam omurgalıya bulaştıran etkenlerdir. Biyolojik bir döngü geçiren sineğe vektör diyoruz.” Arserim, Özbel’in ekibinden. Yedi yıldır sineklerle ve Karaburun’daki yakarca tuzaklarıyla ilgileniyor. Her tür sineğin vektör olamadığı bilgisi, insanın yüreğine bir nebze de olsa su serpiyor. Evet, her tür sinek vektör olamıyor. İnsandan beslenen, tercihen bir defadan fazla kan emme yeteneği olan ve bunu yaparken de parazitin gelişimine izin veren sinekler vektör olabiliyor yalnızca. Normal şartlarda parazitin sineğin içindeki hücreler tarafından sindirilmesi gerekiyor. Ancak parazit, kendisini öldürmeye programlanmış hücrenin içinde çoğalmayı başarıyor. Midenin içinde bir delik açıp çıkıyor, bölünerek çoğalıyor. Parazitin müthiş macerası bununla da sınırlı kalmıyor. Özbel’e ku- lak verelim: “Sineğin midesinin ön tarafında bir kapak var. Bu kapak olduğu sürece parazitin başka bir yere gitmesi mümkün değil. Parazit, enzim salgılayarak kapağa zarar veriyor ve kaçak yapmasını sağlıyor. Sinek tekrar kan emerken kan akımının tersi yönünde promastigot denilen hareketli parazitler kuvvetli ve uzun kamçısı sayesinde yüzerek, müthiş ters kan akımına rağmen insana veya memeli konağa geçiyor. Konakta amastigot denilen yuvarlak, hareketsiz forma dönüşüp çoğalıyor. Böylece parazit konağa geçiyor.” Konak insan da olabiliyor, hayvan da. Parazite verilen tepki de bünyeden bünyeye değişiyor. Paraziti alan bünyenin bağışıklık sistemi güçlüyse, vücut bunu grip benzeri hastalıklarda olduğu gibi yok edebiliyor. Eğer konak zayıf bir bağışıklık sistemine sahipse, hastaysa veya çocuksa, hücrenin gönderdiği sindirim enzimleri başarısız oluyor ve enfeksiyon başlıyor. Hastalık genelde etkili bir ilaçla tedavi ediliyor, eğer hastada çok sayıda yara varsa hastanede yatılı olarak tedavisine devam etmesi gerekiyor. İç organları etkileyen visseral leishmaniasis ise hastanede tedavi edilmediği takdirde ölümcül olabiliyor. Türkiye’de Leishmania tropica sıklıkla görüldüğü için enfeksiyon deri lezyonu olarak tezahür ediyor. Ancak son dönemde iki farklı kişide rastlanan bulgular, parazitin farklı bir forma evrildiğini gösteriyor. Yani daha önce deride kalan parazitin kemiğe ve karaciğer veya dalak gibi iç organlara yerleşebildiği anlaşılıyor. İzmir, Karaburun’da bulunan ağıl, yakarcaların üremesi için elverişli koşullara sahip. Yakarca ile mücadele birimi saha çalışmasını burada yürütüyor; ekip yakarcaları araştırmak üzere kafeslerde topluyor. İSTASYON 13 HAYAT Güneydoğu Anadolu’da köylerin içinde veya bitişiğinde bulunan, yağmur suyuyla beslenen ve köylerin ortak malı olan “berm”lerde hayvanlar su ihtiyacını karşılıyor. Yumurta ve larvaları nemli toprakta olan yakarcalar için bu tür alanlar ideal. se kanın pıhtılaşmasını sağlayan trombosit sayısının düşmüş olmasıydı. Teşhis koyulmasaydı organlarda olabilecek kanamalar ölümle sonuçlanabilirdi,” diyor. Üç ay boyunca Z.’yle birlikte hastanede kalan ablası da kardeşinin o dönemde çok çabuk yorulduğunu ve bir deri bir kemik kaldığını söylüyor. Ağzındaki aftların kapanmadığını, sık sık burnunun kanadığını anımsıyor. Düzenli ilaç tedavisi sonucunda Z. şimdi yaşıtlarıyla arasındaki gelişim farkını kapatmış durumda. Ancak bağışıklık Bu iki hastadan biri olan Z., Bitlisli bir ailenin kızı. 12 yaşında, Manisa’nın yoksul mahallelerinden birinde boyasız bir apartmanın üçüncü katında yaşıyor. Hastalığa yakalandığında dokuz yaşındaymış. Z.’ye tanı koymakta zorlanıldığında, Celal Bayar Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde Prof. Dr. Ahmet Özbilgin kemik iliğinden alınan bir örneği teşhis etmiş. “Z. hastanemize geldiğinde gelişim geriliği vardı. Karaciğeri, dalağı ve buna bağlı olarak karnı da çok büyüktü. Bütün kan değerleri düşmüştü; en kötüsüy- ANADOLU’DA ŞARK ÇIBANI Hastalığın, kuzey bölgeleri daha az etkilemesinde iklimin ve çevresel koşulların rolü var. Sıcak iklimi seven parazit ve yakarca, Güneydoğu Anadolu Bölgesi başta olmak üzere, uygun koşulları bulduğu her yerde ürüyor. Edirne İstanbul Kars Bursa Manisa Marisa İzmir Afyon Erzurum Erzincan ANKARA Aksaray I¤dır A¤rı Muş Kayseri Mayatya Malatya Konya Bitlis Ni¤de Mu¤la Mardin Antalya İçel G.Antep G.Antep Şanlıurfa Şanlıurfa Hatay Hatay Türkiye’de şark çıbanı vaka sayıları 14 İSTASYON 0 26 114 1037 Şırnak sistemi güçsüzken yakalandığı hastalığın Z.’deki belirtileri, Leishmania tropicanın karaciğer ve dalağa yerleştiğinin bir ispatı niteliğinde. Aslında bu form değişikliği ilk defa ABD’de fark edildi. Irak Savaşı’nda görev alan bir Amerikan askerinde bulunan Leishmania tropicanın normalde bir deri lezyonuna dönüşmesi gerekirken, karaciğer ve dalağa yerleşebildiği ortaya çıktı. Celal Bayar Üniversitesi’nin desteği ve TÜBİTAK fonlarıyla Türkiye’nin bu konudaki en kapsamlı laboratuvarında, Prof. Dr. Ahmet Özbilgin, “Paraziti bu şekilde davranmaya iten ne? Çevre şartları mı kötüleşti? Parazit, gen yapısını mı değiştirdi? Karaciğer ve dalağa yerleşen parazitler diğerlerine gen mi aktardı? İşte TÜBİTAK projesi tüm bu sorulara yanıt bulmak için yürütülüyor,” diyor. Parazitin konak olarak yerleştiği canlılar arasında köpekler ilk sırada. İtalya’da kedilerin de konak olduğu kanıtlanmışsa da şu ana kadar kedilerin en fazla yüzde altısının enfekte olduğu gözlemlenmiş. Köpeklerse, lenf bezleri, kemik iliği, karaciğer ve dalağa yerleşen parazitler için en önemli konakların başında geliyor. Doktorasını doğadaki leishmania kaynakları üzerine yapmış olan Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Parazitoloji Bölümü Öğretim Durabeyli Köyü’nde de, her yerde olduğu gibi çocuklar günlerini oyun oynayarak geçiriyor. Yakarcaların üreme alanlarının yakınında oynayan çocukların hastalığa yakalanma riski artıyor. Üyesi Prof. Dr. Seray Töz, köpeklerde bu parazitin saptanması durumunda tam tedavisinin mümkün olmadığını söylüyor: “Birkaç yıl önce ihbar üzerine gittiğimiz bir barınaktaki köpeklerin yüzde 20’sini hasta bulduk. Hasta köpeklerin hepsi bölgeden uzaklaştırıldı. Ancak iki yıl sonra köpeklerin yüzde 10’u tekrar leishmaniasis olmuştu; çünkü sinekler, çevredeki tilkilerden aldıkları parazitleri yeniden köpeklere bulaştırıyordu.” Köpeklerde Leishmania teşhisi genelde kandan veya gözden sürüntü (swab) örneği alınarak yapılıyor. Eğer teşhis koyulursa ikili tedavi uygulanıyor. Kısa süre için çok etkili bir ilaç kullanılırken, daha az toksik madde içeren başka bir ilaç ömür boyu kullanılıyor. Köpeklerde hastalık çok ilerlediğinde, tedavisi mümkün olmadığı için, köpeğin çektiği acı ve toplum sağlığı göz önünde bulundurularak bu hayvanlar ne yazık ki, uyutuluyor. Türkiye’nin dört bir yanından toplanan örnekler, tanı için Celal Bayar Üniversitesi Tıp Fakültesi Parazitoloji Bölümü’ne gönderiliyor. Karaburun’dan alınan örneklerle birlikte ben de Prof. Dr. Ahmet Özbilgin’in laboratuvarına gidiyorum. Burada tanı koyulan hastanın tedavi edilip edilmeyeceğine dair rapor hazırlanıyor, parazitler üretildikten sonra Özbilgin ve teknisyen İbrahim Çavuş tarafından dondurularak arşivleniyor, DNA’ları çıkarılıyor ve DNA bankasına koyuluyor, ilaç ve aşı çalışmaları gerçekleştirip parazitlerin DNA baz dizileri tespit edilip genotipleme yapılıyor. Türkiye’de tek olan bu laboratuvar aynı zamanda dünyadaki birkaç örnekten biri. Altın tanı koymak için hayvan ve insanlardan alınan parazit örneklerinin “yayma”sı yapılan materyallerin parazitlerin üreyebildiği ortamlara ekilmesi gerekiyor. Bu örneklerin çoğaltılabilmesi için 25 derecelik bir sıcaklık, karanlık ve steril bir ortama ihtiyaç var. Eğer parazitin üreyebildiği yapay ortamlardan elde edilen sonuç şüpheye açık kalıyorsa, son çare olarak parazit örnekleri, bir deneğe enjekte ediliyor. Elbette bunu yapmak için Etik Kurul’dan izin alınıyor. Bu tür durumlarda denek olarak hayvanlar kullanılıyor. Laboratuvarda fareler kullanılsa da doğal ortamı Suriye olan ve bu parazitlerin tescilli konağı olan hamsterlar daha iyi sonuç veriyor. Özbilgin’e göre milyonlarca yıllık evrim, parazitlerin genini hamsterlara, hamsterların genini de parazitlere göre ayarlamış. Üretilen yaralı doku alınmadan önce hayvan, anesteziyle bayıltılıyor. Örnek yeniden parazitin üreyebildiği yapay ortama dökülüyor. Bu yapay ortamdan veya hayvandan alınan sonuçtan birinin pozitif olması hastalığın varlığını ispatlıyor. Parazitolog, parazite rastlandığı yönünde hekime rapor yazarken hekim de hastalığı Sağlık Bakanlığı’na bildiriyor. Leishmania parazitinin hastalığa neden olan 20’den fazla türü olduğu biliniyor. Bunlardan bazıları insandan insana, bazıları da hayvanlardan insanlara yakarcalar aracılığıyla bulaşıyor. Türkiye’deyse bugüne dek dört tür bulunmuş. Genotiplemesi yapılan 600’den fazla örnek parazit bankasında saklanıyor. Leishmania dışında toksoplazma, sıtma ve bağırsak amibi örnekleri de, burada, eksi 86 derecede dondurulup sıvı azot tanklarında depolanıyor. Tüm bu çalışmaların hiç durmadan sorduğu bir soru var: Leishmania, özellikle de iç organlara yerleşen türü Türkiye’de yayılıyor mu? Uzmanlar bu konuya büyük bir hassasiyetle yaklaşıyor ve araştırmalarına hiç ara vermeden devam ediyor. Ancak tehlike, belki de sinsice büyüyor. Suriye’de 2011’de 43 binden fazla leishmania vakası tespit edildi. Bunun en az iki katı kadar kayıt altına alınmamış hasta olduğu varsayılıyor. Bu hastaların ne kadarının Türkiye’ye girdiği bilinmiyor. Daha da önemlisi bu hastaların ne kadarı tedavisini yarım bıraktığı için ilaca karşı direnç geliştirmiş parazit taşıyor? Leishmanianın yakın gelecekte daha fazla gündeme gelmesi biliminsanları için pek de sürpriz olmayacak gibi duruyor. Bu konu National Geographic Türkiye dergisinden özetlenerek alınmıştır, NG Türkiye abone hattı: 444 18 59 veya 0 850 222 18 59 İSTASYON 15 TARİHTEN ORIENT EXPRESS TARİHİ TREND Oryantalizmin vagonları, İstanbul’a 1883’te ulaşır. Batı’nın paralı çocukları, fakir Osmanlı topraklarını “wagon-lits”lerinden esneyerek seyreder. Krallar, devlet adamları ve ünlü sanatçılar, Doğu egzotizmini bu trenle zirveye taşır. Türkiye’yi Avrupa’ya bağlayan bu pahalı moda, iki dünya savaşı ardından Soğuk Savaş’la birlikte buharın içinde kaybolur. 16 İSTASYON İSTASYON 17 TARİHTEN 18 İSTASYON Osmanlı arivlerinden Trenin açısına kim saldırdı? 1957 Orient Express sadece zenginlerin treni olduğu için değil, özel posta vagonu yüzünden de Rumeli ve Balkanlar boyunca çetelerin iştahını kabartıyordu. Şirketin Fransız görevlileri bu vagonda para, değerli eşya ve evrak taşıyorlardı. 31 Mayıs 1891 tarihinde namlı palikaryalardan Anastasyos, Çerkezköy civarında treni raydan çıkartarak soydu. Aralarında tanınmış Alman işadamlarının bulunduğu 20 rehinenin hayatı karşılığı olarak 8 bin İngiliz altını 1939 Bugün köşesine çekilmiş olarak müşteri bekleyen Büyük Londra Oteli, o zamanlar bu gibi müşterilerin gözüne çöldeki vaha gibi görünür. Yabancı dil bilgilerine güvenerek turistlere yanaşan gayri müslim Osmanlılar da muhataplarının gözünde “kendilerini vazgeçilmez sanan uşakların her türlü hatası vardır.” Pierre Loti, özellikle İngiliz turistlerin cehaletlerinden doğan tatminsizlik ve küstahlığı diline dolamadan edemez. Beyoğlu Pera iken, oranın kaşaneleri olan Tokatlıyan Oteli ve Pera Palas’tan Sarah Bernhardt, Mata Hari, Agatha Christie, Kalust Gülbenkyan, Maurice Barrès, Le Corbusier, Ernest Hemingway, Alfred Hitchcock, 1938 1889 yılına ait anonim bir Orient Express afişi. 1934 1932 1927 VAGONA TAKILANLAR 1906’da Wagons-Lits şirketinin çektirdiği reklam fotoğrafı: Bir hanımefendi, restoran vagonuna binmek üzere. istedi. Alman hükümetinin asker göndererek işe müdahaleye kalkışması sonucu, Bab-ı Ali fidyeyi ödemek zorunda kaldı. Suçlular da kurtuluş akçesi de asla ele geçirilemedi. Haziran 1891’de yine Rum soyguncular İstanbul yakınlarında trene saldırdı. Ünlü Rum tüccar ailesi Ralli’nin bir mensubunu rehin almak istiyorlardı ama olmadı; çünkü Ralli bir önceki trenle İstanbul’dan ayrılmıştı (solda). 17 Mayıs 1893 tarihli Sadrazam Cevad Paşa’nın Padişah II. Abdülhamid’e sunduğu rapor, trende neler olabileceğini gösteriyor: “Doğu Rumeli dâhilinde Belova civarında Orient Ekspres trenine iki defa tüfek atılarak aşçının yaralandığı Ajans dö Konstantinopl telgraf şirketine çekilen bir telgrafta görülmüş olmasından tahkikat yapılması Nafıa Nezareti’ne tebliğ olunmuştu. İstanbul’dan hareket eden Avrupa treninin aşçısının intihar kasdıyla kendisini kolundan yaralamış olduğunun anlaşıldığı nezaretten bildirilmiş ise de işin doğrusunun bildirilmesi, trende Bulgar memuru bulunup da ona suikast için tüfek atılarak kurşun aşçıya mı isabet etmiştir? Bu ihtimalin de tahkiki Filibe’de bulunan Bulgaristan Komiserliği ikinci katibi Fethi Bey’e yazılmış olmakla padişah hazretlerine arz olunur efendim.” Muzaffer Albayrak 1967 M Avrupa başkentleri üzerinden odern ekonomik pasaport kontrolünden geçtarihin ilk büyük meden İstanbul’a ulaştıracak krizine 13 yıl kala, Orient Express hattını yaratNisan 1860’ta, o mayı başarır. Bazıları bunun zamanlar henüz Maastricht ve Amsterdam veliaht olan Belçika kralı II. Leanlaşmalarından çok daha opold, İstanbul’u ziyaret eder. önce Avrupa Federasyonu’na Kendisi kafası ticarete yatkın bir atılan bir adım olarak görür. insandır. O tarihte henüz emekYolculuk 1883’te başlar, 1885’te leme çağında olan Belçika’nın, özlenen güzergâh gerçekleşir. Doğu Akdeniz havzasında “Hasta Orient Express katarı, çağında Adam”ın mirasından ne kadar pay koduyulmamış bir lükse sahip, partabileceğini keşfetmek peşindedir. Georges Nagelmackers: raylar üzerinde giden bir sarayBeş yıl sonra tahta çıktığında, ülkesiOrient Express’in kurucusu. dır. Süper zenginlerin ve iflas nin Osmanlı topraklarında yapacağı etmemiş soyluların para harcayarak birbirine en verimli yatırımın demiryollarında olacağına nisbet yapmalarına en elverişli yer sayılır. Günde inancı tamdır. birkaç kere kıyafet değiştirmek, akşam yemeğine Aslında Garibaldi’nin Sicilya’da yaptıklarına kesinlikle gala kıyafetiyle katılmak, adab-ı muözenerek, eli silahlı birkaç bin gönüllünün başınaşeretin icaplarındandır. Ufukta ışıkları beliren da İstanbul’u basmak ve bu yolla imparatorludöneme, boşuna “belle époque / güzel dönem” ğun tamamına el koymak gibi “parlak fikirlere” dememişlerdir. de bigane değildir. Ayasofya’da genizlerinden Alman İmparatoru II. Wilhelm de Osmanlı gelen seslerle çömelerek ibadet eden halk, açıktopraklarına ilk ziyaretini yaptığında, doğal olaçası kulaklarını tırmalamaktadır. Fakat aynı rak Orient Express’den yararlanır. Bulgaristan zamanda Türklerin Hıristiyanlardan, özellikle Prensi Ferdinand’ın her fırsatta makinist daireRumlardan daha az bağnaz olduklarına inanır. sine atlayarak trencilik oynadığı bilinir. Eskinin Avrupa’nın ayaktakımının İstanbul sokaklarını yıldız muhabiri, en pitoresk tabloyu bile sözleri kirletmesine de fena halde içerlemektedir. Belile fetheden Paul Morand, Orient Express’i ahı çika, daha 1838’de, Girit adasını satın almak gidip vahı kaldıktan sonra bile, Noel ağacı altınistemiştir. Girişken II. Leopold da Sakız, Midilda oyuncak trenini bulmuş bir çocuğun heyecali, Kıbrıs ve Rodos’a talip olarak şansını dener. nı ile anlatır. Batı’nın paraya boğulmuş şımarık 1869’ta İstanbul’da Belçika konsolosu olan Maçocukları, Osmanlıların fakir topraklarını adeta urice de Hirsch, Balkanları katederek İstanbul’a esneyerek seyrederler. Kültüre fazla düşkün olulaşacak ilk demiryolu projesinin imtiyazını mayan bir milletin edebiyatçısı John Dos Paskapar. Belçika Liège’li Georges Nagelmackers sos, 1922 yılının işgal altındaki İstanbul’unu ise önce 1870’de Compagnie des Wagons-Lits’yi gördüğü anda büyük bir hayalkırıklığına uğrar. kurar, ardından da yolcularını Paris’ten alıp Orta John Dos Passos’un tarihi günlüğü Graham Greene’in İstanbul’u Şark Ekspresi’nde Cinayet Hitchcock’un treni Uyuşturucu kaçakçılığı Bond, James Bond Sean Connery Sirkeci’de Amerikalı yazar John Dos Passos’un Doğu Avrupa, Türkiye ve SSCB’ye yaptığı gezide tuttuğu günlük, OrientExpress ismiyle yayınlandı. İstanbul Treni (Stamboul Train) İngiliz yazar Graham Greene’in meşhur eserlerinden. Ostende’den İstanbul’a giden Orient Express’te bir sosyalist, bir hırsız, bir gazeteci, bir Yahudi maceralı bir yolculuğa çıkar. Roman İstanbul’da sona erer. Agatha Christie’nin Murder on the Orient Express adlı romanı 1934’te yayınlandı. Romanda, yazarın ünlü karakteri Belçikalı dedektif Hercule Poirot, Yugoslavya’da kara saplanan trende işlenen bir cinayeti çözüyor. “The Lady Vanishes”, Alfred Hitchcock’un yönettiği, The Wheel Spins romanından uyarlanmış film. Trende kaybolan kadının hikayesi. İngiliz yazar Eric Ambler’ın Dimitrios’un Maskesi adlı, büyük bölümü İstanbul’da geçen romanında, uyuşturucu kaçakçılığı yapılan Orient Express de önemli unsurlardan biri. Roman 1944’te Jean Negulescu tarafından sinemaya uyarlandı; film klasikleşti. Rusya’dan Sevgilerle, Ian Fleming’in İstanbul’a yaptığı bir yolculuktan sonra yazdığı beşinci James Bond romanı. Dizinin “en iyisi” kabul edilen kitapta Bond, Türk casusu Kerim ile trene biner. Ian Fleming’in romanından uyarlanan ikinci James Bond filmini Terence Young yönetti: “Rusya’dan Sevgilerle”. Başrolde Sean Connery’nin oynadığı film büyük ölçüde Türkiye’de çekildi. Tren istasyonu sahnelerinde Sirkeci Garı kullanıldı. İSTASYON 19 TARİHTEN Orient Express, 1910’da İstanbul yakınlarında. İSTASYON Mücavir hatlar PRAG BRÜKSEL PARİS İ Z E N A D R K A BUDAPEŞTE VİYANA BERN BÜKREŞ BELGRAD ANKARA SOFYA Niş AT İK DEN ROMA İZİ BAĞDAT ATİNA CEZAYİR ŞAM KUDÜS E N İ Z A K D TUNUS KAHİRE 2006 2003 TRABLUS 2002 larını süslemesinin simgesel anlamı vardır. 16 Mart 1942’de Hitler Almanya’sı, Orient Express’in tüm ağlarına el koyar. Savaş bittiğinde şirketin 189 vagonu kaybolmuş, 200’ü ağır hasar görmüş, 60’ı hurdaya çıkmış, 50’si de miadı dolmuştur. Soğuk Savaş’ın böldüğü Avrupa’da istenen şekilde bir demiryolu ağı kurmak imkânsızdır. Bu tarihten sonra Orient Express gerçek anlamda asla dirilmez. İşin aslına bakılırsa, “belle époque” denen devri canlandırmadan Orient Express’in saltanatını geri getirmek de imkânsızdır. Doğu Bloku’nun çökmesiyle birlikte türeyen yeni zenginler sınıfıysa sadece parayla “ambiyans” oluşturulamayacağını kanıtlar; Orient Express’i canlandırma projeleri başarıya ulaşmaz. 1999 1990 1997 1977 1974 20 The Seven-Per-Cent Solution adlı romandan uyarlanan filmde, Vanessa Redgrave ve Laurence Olivier başroldeydi. Sherlock Holmes, savaşı önlemek için trendeydi. Toros Ekspresi Y Agatha Christie’nin romanı Şark Ekspresi’nde Cinayet, Sidney Lumet tarafından sinemaya uyarlandı.Yıldız kadrodaki Ingrid Bergman buradaki rolüyle Oscar kazandı. Holmes trende Ana hat Bağlantılı hatlar Rİ Cinayetin filmi ORIENT EXPRESS ROTASI AD tılı yolcuları, şehrin ölümünü ilan edene kadar belli bir süre geçecekti. Savaş, bunalım, toplumsal bir erozyona yol açmış, yeni zenginlerin estetik talepleri de apayrı bir yönde gelişmişti. Ama henüz Soğuk Savaş devrinin “fast food” kültürü ortalığı kaplamamıştı, uçak yolculuğu yeni yeni gelişiyordu. İki savaş arasında yeni zenginler, Orient Express’le doğuya gitmeye, İstanbul’dan da Ortadoğu’ya uzanmaya ı: rekenin imzalanabileceği tek yer vard Müta devam ettiler. Ama o dönemde Orient aşı sav an -Alm Orient Express’te Fransız Meşhur vagon! Orient Express vagonu Express yavaş yavaş yolunmuş bir egzotik ti şirke Lits onsWag nda, sonu unda tam 1. Dünya Savaşı’nın sergilendiği binadan çıkartıldı, demiryol kuşa dönüyordu. Öyle ki katara sonunda ne pièg Com a sa’d Fran ildi. nu, getir vago aya 2419D sayılı 1918 mütarekesinin imzalandığı nokt ilciler, üçüncü sınıf vagonlar bile eklendi. tems n Alma da Bura i. ng, çekt a Göri ann anı’n Orm Adolf Hitler, Rudolf Hess, Herm ve İngiliz Cumhuriyet döneminde Türkler, lar aydı orad i Mareşal Foch başkanlığındaki Fransız heps Joachim von Ribbentrop, nda 11 Orient Express’e eskisi kadar hayran den Alma ’ta delegasyonuyla buluştu. Mütareke, vago 1940 ran Hazi 22 (üstte, sağda). ı (üstte, l ve Keite ğildir. 1929 yılının 2 Şubat’ında Paris’ten elm Wilh şal Kasım 1918’de, saat 11.00’de imzaland Mare anı Başk ay Genelkurm nlara gelen bir katar, İstanbul’a 130 kilometre solda). Bu hadise Fransızlar için Alma un başı General Charles onun gasy dele sız Fran açıkhava ığı karşı zaferin sembolü oldu. Burada bir kala karlara saplanır. Trakya’nın ünlü Huntziger bu kez Fransızların aşağıland i, ilend serg ’de lides Inva n nlar Alma ladı. müzesi açıldı. Vago imza nda vago aynı soğuğu yolcuların iliklerine işlemeye eyi arek müt bu 1927’de müzeye yerleştirildi. Almanlar nda vagonu yaktı. Mütareke Müzesi sonu şın başlar. Üstüne üstlük gıda rezervleri sava a, şı’nd Sava aşağılanmayı unutmadılar. 2. Dünya yeni bir vagon yapıldı. için de tükenmek üzeredir. İş, yolcular arai. gird s’e Pari Almanlar 14 Haziran 1940’da sında bulunan ve avcılıktan anlayan iki centilmene düşer. Av tüfeklerini omuzlayarak kar tipisine dalarlar ve sonunda en az kendileri kadar aç bir kurdu avlamış olaöylesine gelişti ki efsanenin de sonu mecburen Graham Greene, Ian Fleming gibi şöhretler rak dönerler. İmdat treni, ancak dört gün songeldi. 1914 Temmuz’unun başında, Avrupa’da ve daha niceleri geçer. Karayoluyla yolculuğun ra yetişir ve Sirkeci garına ulaşmak daha birkaç dünya savaşının çıkacağına inanan aklı bahızı, buharlı trene gelene kadar Ortaçağ’dakiygün sürer. 1933 yılında “Vagonli” olayı patlak şında kimse pek azdı. Bazı askeri çatışmalar le aynıdır. Köln-İstanbul arasının yaylı arabayverir. Compagnie des Wagons-Lits şirketinin olacak olsa da, bunun yerel boyutta kalacağı la 6-7 hafta kadar sürdüğü seyahatnamelerde İstanbul temsilciliğinde çalışan bir Türk mesanılıyordu. Savaş çıkmakla kalmadı, Orient dile getirilir. Orient Express’in, Paris-İstanbul murun, Fransızca değil de Türkçe konuştuğu Express’i de Temmuz 1914 sonundan 1921 yılıarasını 60 saate indirmesi olağanüstü bir duiçin işten atıldığı duyulunca, 24 Şubat akşamı na kadar askerlerin emrine tahsis etti. rumdur. Flaubert ve Nerval gibi eski şöhretler Darülfünun öğrencileri Taksim’de toplanır, İstanbul’da en azından üç ay kalmaktayken, Orient Express’in turistlerine bu bağlamda üç Cumhuriyet’in Orient Express’i şirketi protesto ederek “Yaşasın Türkiye, yaşasın Türkçe” diye sloganlar atarlar. O günlerde güncük yetmektedir. Dancourt ve Roux 1913 İstanbul, 1923 yılında sadece başkent olma öğrenci olarak gösterilere katılan, sıkı Türkçü yılında Paris-İstanbul arasında ilk uçuşu gerniteliğini kaybetmedi. Bir metropol olmaktan ve Batı karşıtı çıkışlarıyla ünlenen Cahit Arf’ın çekleştirdiğinde, bu Orient Express’in gizemini sosyo-kültürel olarak da çıktı. Yine de onun resminin bugün Merkez Bankası’nın banknotboğmaya yetmemişti; ama olaylar sonradan egzotik yüzüne âşık olan Orient Express’in Ba- Bilgisayar oyunu Trende dehşet Doğuya kaçış Ortadoğu’ya seyahat Çizgilerle tren Son popüler kitap “The Last Express” Jordan Mechner ve Smoking Car Productions’ın yarattığı, 1. Dünya Savaşı başlamadan önce Orient Express’te geçen bir bilgisayar oyunuydu. “Horror on the Orient Express”, Chaosium tarafından yaratılan bir FRP oyunu. Trenin geçtiği her kentte korkunç olayları işliyor. İstanbul’da YunanTürk düşmanlığı, fanatik Müslümanlar gibi motifler var. Booker Roman Ödülü’ne aday gösterilen İngiliz romancı Magnus Mills’in yazdığı “All Quiet on the Orient Express / Orient Express’te Yeni Bir Şey Yok” adlı romanda, ünlü tren, sıkıcı rutinden kaçışı simgeleyen bir metafor olarak kullanıldı. İngiliz seyahat yazarı Arthur Eames’in 8:55 Bağdat Treni: Agatha Christie ve Orient Express’in İzinde Londra’dan Irak’a adlı seyahat kitabı çok beğenildi. Bu kitapta Eames, Irak savaşından hemen önce yaptığı bu seyahatte Agatha Christie’nin iki savaş arasında izlediği klasik yoldan gitti. Agatha Christie’nin eserinden uyarlanan, Solidor tarafından çizilen çizgi roman Le Crime de l’Orient- Express yayınlandı. Le Roman de l’Orient Express, Fransız yazar Vladimir Fédorovski’nin trenin tarihinde yer etmiş en ünlü insanların maceralarını, bir roman kurgusuyla anlattığı bir eserdi. Bu konu NTV Tarih dergisinden özetlenerek alınmıştır. İSTASYON 21 KARİYER LEZZET onların işi Tüm dünyada olduğu gibi Türkiye’de de gastronomi ve mutfak sanatları, yükselen değer. Üniversiteye hazırlanan gençler de, hayatına yeni bir yön vermek isteyen yetişkinler de bu alanda kariyer peşinde. Ama "mutfakta iyiyimdir" demekle bu iş olmuyor. Yetenek, her alanda olduğu gibi mutfakta da tek başına yeterli değil! YAZI: TÜMAY YAZICI B ir düşünelim: Uzun zamandır dargın olduğumuz bir arkadaşımızla barışmamızı, haydarisinden deniz börülcesine, envaiçeşit mezeyle donatılmış bir rakı sofrasına oturarak kutluyoruz. Kız istemeye giderken yanımızda çikolata götürüyoruz. Evlenirken yedi katlı pasta kesiyoruz. Taziyeevinde irmik helvası kavuruyoruz. Sohbet ederken Türk kahvesi içiyoruz. Bayramlarda baklava açıyoruz. Velhasıl en sıradanından en özeline, en keyiflisinden en kötüsüne, hayatımızın pek çok anında, fonda yemek var. Yemek yemek, hayatımızın olmazsa olmazı; her şeyden önce de fizyolojik bir ihtiyaç. Ama şimdilerde tüm dünyada, çok alakası olmayana bazen yaka silktirecek kadar yaygın bir keyif ve her popüler keyif aracı gibi koca bir sektörün hammaddesi. Gerçekten de yemek yemek de yemek yapmak da hiç bu kadar popüler olmamıştı. Instagram, balkonda brunch’ların, falanca yerin tiramisusunun, evde yapılan tarçınlı kekin, çok lüks bir restoranda tadılan spesiyalin fotoğraflarıyla dolup taşıyor. Herkes yiyor, ama çok az insan yemeğini bir sosyal ağda paylaşmadan yiyebiliyor. Buna televizyondaki yemek programlarını ekleyin. İngiliz bir şef, gri ya da pamuk gibi bulutların asılı olduğu mavi bir göğün altında, göz alıcı yemyeşil çayırlarda geziniyor; şirin kırsal evlerinin imrendiren mutfaklarında, doğal malzemelerden harikalar yaratıyor. Rüştünü ispatlamış bir gurme, Edirne’den Kars’a, Anadolu’yu, yerel lezzetleri tatmak için dolaşıyor. Ünlü bir restoranın şefi televizyonda mutfaktaki sırlarını paylaşıyor... Yerli yabancı televizyon kanalları, bunlara benzeyen programlarla dolup taşıyor. Bazıları onlara özeniyor, bazıları da onların özendirdiklerinin peşine düşüyor, yerken fotoğraflıyor. Yani ortada hayatın fizyolojik ihtiyacı, leziz eşlikçisi olmaktan çıkmış, alanı belli, satanı belli ve eskilerin de deyi- 22 İSTASYON şiyle asla ölmeyecek, bilakis popülaritesi giderek artan bir sektör var. Son dönemde büyük şirketlerin de bu sektöre dev yatırımlar yapması, bunun bir göstergesi. Alıcılarını Instagram’la baş başa bırakıp sektörün kendisine bakalım. Yiyecek-içecek sektörü, daha akademik bir üslupla ifade edecek olursak gastronomi ve mutfak sanatları, sunduğu iş imkânlarıyla, hem gençler hem de yetişkinler için cazip bir kariyer alanı olarak beliriyor. Üniversiteye hazırlanan gençler, yaratıcılıklarını konuşturabilecekleri ve mezun olduktan sonra iyi para kazanabilecekleri, ayrıca uluslararası geçerliliği olan meslekler arıyor. Üniversiteden mezun olan, ama okuduğundan farklı bir alanda çalışmak istediğini fark eden gençlerle uzun süre profesyonel iş hayatında yer almış, ama yiyecek-içecek konusuna ilgisini keşfederek kariyerine yeni bir yön vermek isteyen yetişkinler de var. Bu farklı profillerin gastronomi ve mutfak sanatlarında kariyer yapmaya yönelmesinde, sosyal ağlar ve medya önemli rol oynuyor elbette. Medya özellikle sektörün en parlak meslek dalı olan “şefliği”, çok romantik bir şekilde sunuyor. Ama ne derler bilirsiniz; davulun sesi uzaktan hoş gelir. Diğer bir deyişle; İngiltere’nin resimsi kırsalında, kolunuzda hasır sepetinizle mantar toplamaya çıkmadan önce bir otelin mutfağında belki de bütün gün patates ya da soğan doğramanız gerekiyor. DOĞRAMAYA NEREDE BAŞLIYORSUNUZ? Eskiden usta-çırak ilişkisi ya da en çok meslek liseleri mezunu şef aşçılar varken, artık Türkiye’nin birçok önemli üniversitesinde açılan dört ya da iki yıllık gastronomi bölümleriyle özel akademilerin sunduğu, bazısı 12 ayı bulabilen sertifika programları var. Bu yıl 10’uncu yaşını kutlayan Mutfak Sanatları Akademisi (MSA), bu alanın öncü eğiİSTASYON 23 KARİYER ramlarını ve sonrasında ilgili sınavları başarıyla tamamlayan öğrencilerine, Milli Eğitim Bakanlığı (MEB) onaylı başarı sertifikası ve uluslararası geçerliliğe sahip sertifikalar vermesi. Başarılı Doors Akademi mezunları, Alman Sanayi ve Ticaret Odası’na bağlı, Almanya’da mesleki yeterlilik konusunda sınavla belgelendirme yapan tek yasal kuruluş olan ve 120 ülkede meslek eğitimini destekleyen Industrie und Handelskammer (IHK) sertifikası almaya hak kazanıyor. MSA ise 19’uncu yüzyılda İngiltere Kraliçesi Victoria’nın direktifiyle kurulan, aşçılık eğitimi konusunda birinci sınıf altyapısı, eğitim programları ve eğitmenleriyle bir standart olarak kabul edilen City & Guilds’in serfitikasını veriyor. Bu diplomaya sahip ünlü executive şefler arasında Michelin yıldızlı Jamie Oliver, Gary Rhodes, Brian Turner’ın yanı sıra Gordon Ramsey ve Heston Blumenthal’ın yer aldığını da belirtelim. ÜNIVERSITE DIPLOMALI ŞEF İŞ HAZIR! YIYECEK-IÇECEK SEKTÖRÜ, DAHA AKADEMIK BIR ÜSLUPLA IFADE EDECEK OLURSAK GASTRONOMI VE MUTFAK SANATLARI, SUNDUĞU IŞ IMKÂNLARIYLA, HEM GENÇLER HEM DE YETIŞKINLER IÇIN CAZIP BIR KARIYER ALANI OLARAK BELIRIYOR. tim kurumlarından biri. Sektöre yönelik profesyonel aşçılık eğitimi veren özel kurumda, sekiz ayı teori ve uygulama, dört ayı da mecburi staj olmak üzere toplam 12 aylık Uzun Dönem Profesyonel Aşçılık, Profesyonel Pasta-Ekmekçilik ile Profesyonel Yiyecek-İçecek İşletmeciliği, Profesyonel Barmenlik ve Miksoloji eğitimleri veriliyor. MSA, öğrenci adaylarıyla, eğitimlere kabul etmeden önce mülakat yapıyor. Eğitmen şeflerin katıldığı mülakatlarda sektör ve MSA’daki eğitim hakkında bilgi verilirken, adayın da böyle bir eğitime hazır olup olmadığı anlaşılmaya çalışılıyor. Bu alanda daha yeni, ama iddialı diğer kurum ise Doors Akademi. Doors Akademi’nin profesyonel eğitimleri, yılda dört kez açılıyor. Başvuru üzerine adaylarla irtibata geçiliyor ve ön görüşme sonrasında ilgilendikleri alanlara göre kayıtları gerçekleştiriliyor. Akademi’nin profesyonel eğitim programları, ilgi alanlarına göre farklılık gösteriyor; Aşçılık, Ülker Eksper Pasta ve Ekmekçilik ve Yiyecek İçecek işletmeciliği, Profesyonel Bar-Miksoloji programlarının yanı sıra meslekte en az beş yılını doldurmuş olduğunu belgelendirebilen adayların başvurabileceği İleri Aşçılık ve Ülker Eksper İleri Pasta ve Ekmekçilik eğitimleri bulunuyor. Ay- 24 İSTASYON rıca her iki kurum da kafe, restoran veya bar açmak isteyenlere yönelik yiyecek-içecek işletmeciliği eğitimi veriyor. Bu eğitim programında öğrenciler yiyecek-içecek sektöründeki tüm mevcut uygulamaları detaylarıyla öğrenirken, yöneticilik becerilerini geliştirme, satın alma, satış, pazarlama, depolama, üretim, servis, menü bilgisi ve içecek listeleri hazırlama gibi tüm temel fonksiyonlarla ilgili bilgi sahibi olma ve uygulama olanağı buluyor. Bu sektörde, özellikle mutfakta kariyer yapmak, şef olmak isteyenler için teorik bilgi kadar, pratik de çok önemli. Mesleğe girişin artık usta-çırak ilişkisinden değil, sertifika ya da üniversite diploması almaktan geçtiği düşünülürse, öğrencilerin öğrendiklerini, henüz mezun olmadan gerçek hayatta uygulamaya, her zamankinden daha çok ihtiyacı var. Okullar da bunun için eğitim programlarını hazırlarken pratiğe hatırı sayılır biçimde yer açıyorlar. Örneğin Doors Akademi, Türkiye’de bir ilke imza atarak daha ziyade Almanya’yla özdeşleştirilen DUAL eğitim modelini uyguluyor. Bu eğitim modeli, yüzde 40 okul (bunun da yüzde 70’i pratik, yüzde 30’u teori olarak ayarlanıyor) ve yüzde 60 işyeri uygulamasından oluşuyor. Bu şekilde mutfak sanatının tüm inceliklerini öğrenen öğrenciler, ağırlıklı pratik çalışmalarıyla da sektöre giriş öncesinde sıkı bir hazırlık sürecinden geçmiş oluyorlar. Alanına göre değişmekle birlikte eğitimlerde ilgili mutfak araç gereçlerinin tanıtımı ve kullanım teknikleri, yiyecek/içecek gruplarının tanıtımı ve pişirme/miksleme teknikleri, soslar, sunum, menü oluşturma, restoran dekorasyonu ve maliyet hazırlama gibi birçok başlığın yanı sıra beslenme, gıda sağlığı ve hijyen, iş güvenliği ve kalite yönetimi hakkında ders veriliyor. Akademilerin en güzel yanlarından biri de eğitim prog- Mezun olanların neler yaptığına gelince... MEB onaylı, uluslararası geçerliliğe sahip sertifikanız elinizde. Peki, nerede çalışmaya başlıyorsunuz? Daha doğrusu, bu kadar meraklıya ekmek kapısı sunacak büyüklükte bir sektör var mı? Yiyecek-içecek, çok canlı ve dinamik bir sektör. Tüm dünyada olduğu gibi Türkiye’de de yükselen bir değer. Uluslararası ve yerli zincir otellerin, restoranların sayısı artarken insanların dışarıda yemek yeme kültürleri de yaygınlaşıyor. Ayrıca tüketicinin bilinçlenmesi, işletmeleri hizmette kalite çıtasını yükseltmeye zorluyor. Bu da ‘alaylı’dan ziyade ilgili kurumların tedrisatından geçmiş kaliteli mutfak ve servis elemanına duyulan ihtiyacı körüklüyor. Kısacası, iş çok… Restoranların, otellerin, kafelerin ya da pastane ve fırınların mutfaklarında çalışabilirsiniz. Üstelik iş ararken yalnız da değilsiniz. Akademiler başarılı mezunlarının iyi birer işletmede işe girebilmesine yardımcı oluyor. Örneğin Doors Akademi’de bu yıl ilk üçe giren öğrencilere, Türkiye’nin önde gelen işletmelerinde iş garantisi veriliyor. Sektörün tecrübelisi MSA’nın da çok geniş bir ağı var ve öğrencilerini belli başlı işletmelere stajyer olarak yerleştiriyor. Mezunla- T ürkiye’de akademilerin dışında özel ve devlet üniversiteleri de gastronomi alanında eğitim veriyor. Yeditepe Üniversitesi, 2003’te Güzel Sanatlar Fakültesi çatısı altında açtığı Gastronomi ve Mutfak Sanatları Bölümü’yle Türkiye’de bu alanda dört yıllık eğitim veren ilk üniversite oldu. 11 yıl önce Yeditepe Üniversitesi tekken bugün 20’yi aşkın özel ya da devlet kurumu bu alanda eğitim veriyor. Özyeğin Üniversitesi Uygulamalı Bilimler Yüksekokulu’nda, dünyaca ünlü Le Cordon Blue ortaklığıyla dört yıllık Gastronomi ve Mutfak Sanatları Lisans Programı sunuluyor. Bunların dışında Beykent, Okan, Bilgi gibi özel üniversiteler ile Çanakkale 18 Mart, Ankara Gazi, Gaziantep, Nevşehir, Abant İzzet Baysal, Konya Necmettin Erkaban gibi devlet üniversitelerinde dört yıllık gastronomi ve mutfak sanatları eğitimi var. Ayrıca bazı devlet üniversiteleri ve özel üniversitelerde iki yıllık aşçılık okulları da bulunuyor. Mutfakta kariyer isteyenlerin her şeyden önce saatlerce ayakta çalışacaklarını, her ne kadar diplomalı bile olsalar mutfaktaki görev dağılımına göre en alt seviyeden işe başlayacaklarını unutmamaları gerekiyor. rının yüzde 85’inin iş bulabildiği belirtiliyor. Ama, her sektörde olduğu gibi gastronomide de mühim olan, kendinizi ‘ustanıza’ ispatlamanız. Bu da işin en zor tarafı. Çünkü ne şeflik ne de restoran işletmeciliği, romantik komedi filmlerindeki gibi ‘tatlı sert’ bir hikâye değil. Mutfakta kariyer isteyenlerin her şeyden önce saatlerce ayakta çalışacaklarını, her ne kadar diplomalı bile olsalar mutfaktaki görev dağılımına göre en alt seviyeden işe başlayacaklarını unutmamaları gerekiyor. Geceniz gündüzünüz birbirine girebilir, üstünüze başınıza yemek kokusu sinebilir, sizden tecrübelilerden en son ilkokul öğretmeninizden duyduğunuz şekilde azarlar işitebilirsiniz. Bu yüzden dünyanın en saygın aşçılık okulu Johnson & Wales Üniversitesi’nden Jorge de la Torre’nin de önerdiği gibi mutfakta kariyerin size uygun olup olmadığını anlamak için en iyisi, önce bir restoran, otel ya da fırında haftada bir günlüğüne de olsa çalışmak. Çünkü akademiler gibi bu sektöre eleman yetiştiren üniversitelerin iyileri de özel. Yani bu yolda kariyer edinmek için yüklüce bir miktar yatırım yapmanız gerekecek. Belki de izleyenlerin nefeslerini kesecek şekilde bıçak kullanabiliyor, sarımsağı bile incecik dilimlere ayırabiliyorsunuz. Ama saatlerce ayakta çalışmak size göre değilse ya da kendinize az zaman kalmasına gelemiyorsunuz, yol yakınken kendinize uygun başka bir yaratıcı alan ya da yeni kariyer sahası edinmek en mantıklısı. İSTASYON 25 SÖYLEŞİ Ters köşeleri cazip bulan oyuncu Enerjik, kategorilere sığdırılamayan, kendine has bir oyuncu Tülin Özen. 10 yıl önce “Meleğin Düşüşü” filmiyle aldığı Altın Portakal ile hayatımıza girdi. Sinemada, tiyatroda ve beyazcamda kolayı değil, zoru tercih ederek yol aldı, alıyor da. Peki, onun için bu 10 yıl nasıl geçti? SÖYLEŞİ: BAHAR ÇUHADAR FOTOĞRAFLAR: MURAT YILMAZ M eleğin Düşüşü filmiyle hayatımıza girdi Tülin Özen. İlk film ve bu filmle gelen Altın Portakal, onu bir anda tanınır kıldı. Yıl 2004’tü o zamanlar, tam 10 yıl önce… İTÜ’de elektrik mühendisliğinde okurken dümeni oyunculuğa kıran Özen, bu ödülle oyunculuk maratonunda belki de ilk 500 metreyi koşmamışken öne doğru itilmiş oldu. Ama bu itilme boşuna değilmiş! Özen, 10 yıllık oyunculuk serüveninde kolayı değil, hep zoru seçerek kariyerini inşaa etti. Semih Kaplanoğlu’nun “Süt” ve Altın Ayı’lı “Bal”ında, hem oynadı hem de kamera arkasında çalıştı. Erden Kıral gibi bir ustanın iki filminde, “Vicdan” ve “Yük”te rol aldı. Gün geldi, genç bir yönetmenin ilk filmi “Karnaval”da da izledik onu. “Beyaz Gelincik” gibi uzun soluklu ve popüler dizilerde beyazcamda kendini gösterse de tiyatrodan vazgeçmedi. Müşfik Kenter’in oynadığı “Nasreddin Hoca Bir Gün...”de, yönetmen yardımcısı olarak sahne arkasındaydı. “Vakit Tamam Beyler!”, “3. Evren” ve Berkin Oya’nın “Güzel Şeyler Bizim Tarafta”daysa oyuncu olarak sahne önünde. Böyle böyle 10 yıl geçti. Şimdilerde 3 Ekim’de vizyona giren Cem Yılmaz’ın yönettiği ve başrol oynadığı “Pek Yakında” filminde izliyoruz kendisini. Enerjik, kategorilere sığdırılamayan, kendine has bir oyuncu o. 10 yıl onun için nasıl geçmiş şöyle dönüp bir baktık. İlk soru mühendislikle ilgili olsun: Mühendislik kafasının oyunculuğunuza bir faydasını gördünüz mü? Mühendislik okuduğum için oyunculuğu daha rahat yapıyorum gibi bir şey düşünmedim hiç. Ama matematik bilmek başka bir şey... Matematik dediğin, her türlü problemi bir mantık dizgesine getirip; önermelerle sonuca gitmek olduğu için senaryo okurken bunun faydası oluyor. Bazı şeyleri okurken daha pratiksin. Ama o mantığın ötesinde bir şey varsa, bu insanı 26 İSTASYON daha da etkiliyor. Fizik ya da matematik bilmek, insan hayatında çok renkli bir şey. Oyunculuk bedenini de hareket ettirmek ya… En fiziksel sahneyi bile çekerken bazı şeyleri çok daha rahat görüyorsun. Genelde bağımsız yönetmenlerle çalışıyorsunuz, arada diziler var. Bu süreçteki zorlukları nasıl aştınız, sinema dünyasına dair nasıl önyargılarınız vardı? Önyargım hiç yoktu. Devlet Tiyatroları’nda (DT) prova yapıyordum. Birden “Meleğin Düşüşü”yle ödül aldım ve bir oyuncuymuş gibi bir duruma geldim. Oysa devam eden bir sürecim vardı. DT’de yan rollerde oynuyordum. “Meleğin Düşüşü”nde de küçüktüm ve o yaşıma uygun bir rol olduğu için oynadım. Seçmelerden geçtim, ama “Tülin oynasın bunu…” gibi bir şey değildi. Hâlâ okul kafasıyla devam ediyordum. İTÜ’de okuyup oyunculuğu merak ettiğim için bu işe başlamıştım. Yoksa, “Oyuncu olacağım, dizilerde oynayacağım” gibi bir şey yoktu. Oyunculuğu merak ederek başladığım için, DT mi, özel tiyatrolar mı, nerede daha çok gelişirim, DT’nin sınavına girip başka bir şehre gitsem nasıl olur gibi şeyleri düşünüyordum. Zaten “Meleğin Düşüşü”nden sonra da hemen dizi falan olmadı. Akışına bırakarak gitmişsiniz. Ama bu akışına bırakmada da hep bir zoru seçme durumu var sizde… Sinema kariyerinize Semih Kaplanoğlu ile başlıyorsunuz, sonra Erden Kıral… Kamera arkasında onlarla birliktesiniz, işin üretimine dâhil olmaya çalışıyorsunuz… İçinde olmak istediğim şey, onlardı zaten. Hepsi çok içgüdüsel. “Meleğin Düşüşü”nde oynayacağım zaman, bir diziden bir başrol teklifi gelmişti. İkisi aynı anda geldi ve ben “Meleğin Düşüşü” geldiğinde verdiğim tepkiyi biliyorum: Yıllar sonra zıplayarak mutlu olmuştum. Öyle mutlu oluyorsan, onu yapıyorsun. O mutluluğu bırakıp ötekini seçer misin, seçmezsin. İSTASYON 27 SÖYLEŞİ Yeni bir şeyler öğrenebileceğiniz alanlar, size daha mı cazip geliyor? Evet, o insana dair ters köşe durumu çok cazip geliyor. Erden Kıral bana “Vicdan”da o rolü önerdiğinde; o kadının öteki kadınla işbirliği yapma, o kadar sevdiği kocasına ters dönüp, onunla yasak ilişki yaşayan kadını merak etmesi gibi tuhaf bir durum vardı. Bu gerçekten bir ters köşeydi. Bir kadına dair anlatılması gereken bir şeydi bence. Yüzde 100 anlatıldı mı, tartışılır. Ama ben oralarla ilgili çalıştım. Kocanı mı kıskanıyorsun, o kadında olup da kendinde olmayanı mı kıskanıyorsun? Bir kadın için iç içe girmiş olabilecek durumlar bunlar. Öyle bir şey varsa, ona “Evet” demeyi tercih ediyorsun. Bu içimi gıdıklıyor. Oynayacağınız karakterin içinizi gıdıklaması gerekiyor yani? Evet, ama hep böyle gitmiyor, bunu bulmak zor bir şey. Şu noktada gelen işlerle ilgili daha tıkanmış hissediyorum. Çünkü bir sürü kişi, beni daha çok tanıdığını zannediyor. Oysa öyle bir şey yok. Sizi belli bir şablona oturtabiliyorlar mı? Oturmayan bir haliniz var çünkü… Bence de öyle. Ama insanlar şablon yaratmaya çok hevesliler. Ben hiç bir yönetmen ya da hiç bir oyuncu arkadaşım için “O böyle filmler çeker ya da o şöyle şeyler oynar” demiyorum. Kendimden biliyorum, insan sadece böyle şeyler yapmak istemeyebilir. Çok şablon var, beni de iyi-kötü bir şeye oturtuyorlardır. Nasıl bir şablona oturtuyorlar mesela? İlk dizimde, “Beyaz Gelincik”te iki sene boyunca ağlayan bir kadını oynadım. Benim için “Çok iyi ağlar o” gibi bir düşünce var mesela… Basit şeylerden bahsediyorum, ama o şablonlar zaten basit. Mesela “kadın filmi” dediğin ne acaba? “Türkiye’de hiç kadın filmi çekilmiyor,” denilir. Ne o; kadının başrolde olduğu film mi, kadının güçlü olduğu film mi? Kadının erkekleri yendiği film mi; ne acaba kadın filmi? Hakikaten anlayamadım. Biz ne zaman, “Bu bir kadın filmi” diyeceğiz. Bir sürü rezil karakterli erkek filmi izliyoruz. Hayran olduğumuz bir sürü pis erkek ka- 28 İSTASYON rakter var. O mesela, “erkek filmi” oluyor. Kadın filmi olunca ne yapmak gerek? Bir de o kadının politik olarak doğru bir tarafı olması gerek. Erkek için öyle bir sorun yok; istediği pisliği yapsın, “Çok iyi oynanmış, erkek filmi” falan oluyor. Kadında böyle bir şey bile olmayabiliyor. O kadar tehlikeli ki, böyle ayırmak… O tür şablonlar çok var, sevmiyorum onları. İzleyeceğim şeyi izleyeyim, bende ne etki bırakıyorsa bıraksın. Seyirciyle aranız nasıl? İnsan ekran yüzü olunca, karakter de parıltılıysa, seyirci sizi çevirebilir, çekiştirir, fotoğraf ister… Bir sıkıntıdır bu aslında... Beni hiç rahatsız etmedi. Ama zaten karakter popülerse parlıyorsunuz, dizi bitince de unutuluyorsunuz. Sonra bir şey daha yapıyorsun, tekrar başlıyor her şey. Bu iniş çıkışlar benim hayatımı hiç etkilemedi. Popülerliğiniz yükseldiği dönemleri nasıl atlatıyorsunuz? Hiçbir şey yapmadım bugüne kadar… Daha çok fotoğraf çektiriyorum. “Merhaba” dendiği zaman daha çok, “Ya ben tanıyor muydum bu insanı? Ha tamam ya, oyuncuyum ya ben” gibi birtakım şaşkınlıklar daha çok oluyor. Ama beni otobüse, metroya bindiremeyecek durumlarla karşılaşmadım, onu yaşayan insanlar da var tabii ki. Belki “Pek Yakında”dan sonra olur, kitlesel bir film sonuçta… Evet, ama “Beyaz Gelincik” de reyting birincisi, ikincisi bir diziydi. Tabii Cem’in (Yılmaz) filmi dendiği zaman başka bir etkisi olur mu, bilmiyorum. Ama çok da öyle bir izdihamla karşılaşacağımı sanmıyorum. İnsan yaptığı işin öncesini ve sonrasını bildiğinde, o işin içinde ufak bir damlacık olduğunu hisseder. Yüzlerce oyuncu gelmiş, gidiyor. Sizin de ustalarla mesainiz oldu. O insanlar size ne kazandırdı? Erden Kıral ile film çekiyorsan mesela, çekimler boyunca sadece sinemadan bahsedilir. Dili sürçtüğünde yanlışlıkla sana söylediği şey Kurosawa oluyor… Sinemayı anlatıyor. Bu insanlar yaptığın işin özünü hatırlatıyor. Ve bunu yeni bir yerden yapıyor. Yeni çı- O, “Meleğin Düşüşü” ile Altın Portakal’ı kucakladı. Geniş kitlelerse onu, “Beyaz Gelincik” dizisinde canlandırdığı Meryemce karakteriyle bağırlarına bastı. kan tüm filmleri senden önce izlemiş oluyor, yeni bir şey denenecekse yapmak istiyor. Yıllar sonra bu heyecanı yaşayabiliyorsan, bu çok güzel bir şey… Semih Kaplanoğlu’nun kendi sinemasını yarattığı ve “Böyle bir sinema dilim var,” dediği yere de şahitlik ettim. Bu çok güzel bir şey... Bu işe başlarken Yeditepe Üniversitesi tiyatro okulunda, Kaya İlhan diye bir hoca bana dans dersleri veriyordu. 80 yaşında New York’a indiği gün dans gösterilerine giden, Türkiye’nin ilk balerinlerinden. Vücudu iflas edene kadar yaptığı işi heyecanla yapmak istedi. Kadının yıllardır gördüğü bir hareketi yapıyorsun ve “Haah!” diyor. Ve bunu yapmacık bir şekilde yapmıyor. Şaşırıyor yani… Çünkü o sırada olan şeyin içinde bir mucize, enerji ve akış barındırdığını biliyor. Bana bunu veriyorsa hocam dediğim insan, bundan daha kıymetli bir şey yok. Tiyatro, sinema ve diziler arasındaki vakit ayırma meselesini nasıl hallediyorsunuz? Genelde ilk evet dediğim iş hangisiyse, -birçok oyuncunun yapmadığı şekilde, düzgün bir şekilde- diğerlerini bundan haberdar ediyorum. “Benim bir oyunum var, olmayacaksa yapmayalım bu işi” diyebiliyorsun. Bunu baştan yaptığında, iyi-kötü onlar program olarak ayarlanabiliyor. “Pek Yakında” kitlesel bir film... Bu tür büyük bir sette neler yaşadınız? Sonuçta Cem Yılmaz’ın yaptığı da bir film çekmek; iyi bir film yapmak ve bir hikâye anlatmak... Konuşmaya başladığımızda, sadece hikâyeden bahsetti. Bu filmin ne kadar büyük bir film olacağını ya da şu kadar milyon insanı hedefliyorum gibi şeylerin hiçbirini konuşmadık. İlk görüşmeye gittiğimde tamamen hikâyeden bahsetti. Oradaki kadının, hikâyede nasıl bir yeri olduğunu anlatıp bunu yapmak isteyip istemediğimi sordu. Bir hikâye var ortada, ben bundan iyi bir film yapmak istiyorum, anlatmak istediğim şey, altına imza atılabilecek naif bir şey, sen de bunun içinde olur musun? “Evet” dedim. Senaryo hazırlandı ve okudum, cevabım gene evetti… Hiç, popüler bir filmde oynayacağım gibi bir etki olmadı bende. Steril ve güzel bir set kuruyor Cem Yılmaz… Harika bir set kuruyor. İşini iyi yapan ve anlaştığı insanlarla bir set kuruyor. İnsanın o işe vereceği emeğe saygı duyduğu yerden bir set kuruyor. Şanslı ki, birçok insana nazaran bunu yapmak için parası var, ama bu sadece parayla ilgili olsaydı kötü bir setimiz olurdu. Gerçekten beraber çalışırken çok mutlu olduğu, onu anlayan, onun yapmak istediği şeyi geliştirebilecek insanlarla bir set kuruyor. Küçük bir film seti kadar iletişimi olan bir yer... Ben çalışanın birbirinden ayrıldığı bir yerde mutlu olamam ve Cem de ayırmıyor. Ne kadar kalabalık olursa olsun, gene o sette herkesin ismini bildim, herkesle muhabbet ettim, dertleştim, harika insanlarla çalıştım. İSTASYON 29 OTOMOBİL Bize bizden iyi bakıyorlar Otomobilin hayat arkadaşımız olduğunu kimse inkâr edemez. Ancak onun, sunduğu güvenlik özellikleriyle aynı zamanda can dostumuz rolünü üstlendiğini de unutmamak lazım. Bu nedenle halen kullanılan ve yakın zamanda tanıtımı yapılacak olan güvenlik sistemlerini daha yakından tanımakta fayda var. YAZI: EDMON BEKYAN O tomobilin insan hayatındaki önemi tartışılmaz. Hafta içinde evden işe, işten eve kullandığımız otomobil, hafta sonları eşimiz, dostumuzla hayatımızı paylaştığımız yol arkadaşına dönüşür. Marketten aldığımız yiyeceklerin veya giydiğimiz gömleğin, ayakkabının bulunduğumuz noktaya ulaştırılmasında ona güveniriz. Kısacası artık otomobilsiz bir hayat düşünmek imkânsız... Durum böyle olunca, yollardaki araç sayısı da katlanarak artmaya devam ediyor. Bu da beraberinde daha çok kaza, daha çok can kaybı demek ne yazık ki... Dünya genelindeki otomobil sayısı bir milyarı çoktan aştı ve 2050 yılında 2,5 milyara ulaşacağı tahmin ediliyor. Yollardaki güvenlik, kullanıcılar kadar, üreticilerin de sorumluluğunda. Bu yüzden markalar, bir taraftan daha az tüketen çevreci motorlar ge- liştirmekle uğraşırken, diğer yandan kazaları önlemek ya da kaçınılmaz olduğunda riski azaltmak için yeni teknolojiler geliştiriyor. Giderek yoğunlaşan trafikte yayaların karıştığı kazaların da sayısı artıyor. Avrupa’da kazalarda yaşamını yitirenlerin yüzde 14’ünü, ABD’de yüzde 11’ini yayalar oluşturuyor. Çin’deyse bu oran yüzde 26. Güvenlik konusunda önemli çalışmalara imza atan Volvo’nun geliştirdiği “Yaya Algılama Sistemi”, otomobilin önünde yer alan radar sayesinde, yola çıkmak üzere olan kişileri erkenden tespit ediyor. Sistem yayanın davranışlarını izleyip otomobilin yoluna çıkıp çıkmayacağına karar verebiliyor. Yaya algılandığında, sürücü önce sesli bir alarm ve ön cama yansıtılan yanıp sönen kırmızı ışıkla uyarılıyor. Aynı zamanda otomobilin frenleri önceden hazırlanıyor. Sürücü o anda başka Dünya genelindeki otomobil sayısı, bir milyarı çoktan aştı ve 2050 yılında 2,5 milyara ulaşacağı tahmin ediliyor. Yollarda güvenlik, kullanıcılar kadar, üreticilerin de sorumluluğunda. Ve üreticiler her geçen gün yeni bir projeyle can ve mal kayıplarının önüne geçen çalışmalara imza atıyorlar. GELECEK DAHA GÜVENLI OLACAK Volvo, İsveç Ulaştırma İdaresi ve Norveç Kamu Karayolları İdaresi, her otomobilden ayrı ayrı elde edilecek yol sürtünme bilgisinin cloud tabanlı bir sistem içinde paylaşılacağı bir proje için işbirliğine gitti. Bu sayede yolun kaygan bölümleri hakkında elde edilen gerçek zamanlı veri, yakındaki araçları uyarmak için kullanılacak. Akıllı Ulaşım Sistemi olarak adlandırılan bu uygulama sayesinde, otomobil buzlu ya da kaygan bir yoldan geçtiğinde, bilgiler cep telefonu şebekesi üzerinden Volvo’nun veri tabanına aktarılıyor. Ardından kaygan bölgeye yaklaşmakta olan sürücüler, gösterge panelinde yanıp sönen kaygan yol uyarı işareti aracılığıyla anında uyarılıyor. Sistemin diğer bir avantajıysa, yolun hangi bölümüne ne sıklıkta tuzlama yapılması gerektiğini de ortaya koyarak yol güvenliğini artırması. 30 İSTASYON İSTASYON 31 OTOMOBİL bir şeyle ilgileniyor ve uyarıya tepki vermiyorsa, otomatik olarak tam güçle fren yapılıyor. Saatte 35 kilometreye kadar olan hızlarda çarpma engelleniyor. Daha yüksek hızlardaysa frenlemenin etkisiyle çarpma şiddeti azalıyor. Yeni sistemin ölüm riskini yüzde 85’e varan oranda azaltacağı tahmin ediliyor. DÜNYANIN ÖNDE GELEN OTOMOTIV ÜRETICILERI, ARAÇLARININ DAHA GÜVENLI VE KONFORLU OLABILMESI IÇIN HER YIL MILYONLARCA LIRALIK YATIRIM VE AR-GE ÇALIŞMASI YAPIYORLAR. BILGILER EKRANDA, SARHOŞLAR DIŞARIDA Yeni teknolojiye en çok yatırım yapan markalar arasında bulunan BMW, savaş uçaklarında kullanılan ve pilotun dikkatinin dağılmaması için öncelikli bilgilerin cama aktarıldığı Head Up Display (HUB) sistemini otomobile uyarlamıştı. İlk olarak 2004’te, 5 Serisi’nde kullanılan bu sistem, çok beğenildi ve başka markalar da kendi modellerinde kullanmaya başladı. BMW sonrasında bu sistemin üç boyutlu ve renkli görüntüye sahip olanını geliştirdi. Cama yansıtılan bilgiler arasında hız, navigasyon ve yoldaki hız sınırı gibi uyarı tabelalarına ait detaylar da yer alıyor. tek Sistemi’ni geliştirdi. Sürücüler, sürüş esnasında yolun ilerisini tam anlamıyla algılayamayıp otomobillerinin hızını da ayarlayamadıkları için karşı yöndeki araçlarla çarpışma riski oluşabiliyor. Bunun üstesinden gelmeyi amaçlayan sistem, infrared ışığıyla gözün göremediği alandaki hareketliliği kontrol ediyor. Elde edilen görüntü ön paneldeki ekrana yansıtılıyor. Böylece normalde karanlık olan bölgede yolu kapatmış bir araç, yaya veya havyan olup olmadığını önceden tespit edilebiliyor. Şehirlerarası yollarda karşıdan gelen sürücüleri dikkate almayıp uzun farların kullanılması, diğer sürücülerin koordinasyonunu kaybetmelerine ve kazaya neden olabiliyor. Volkswagen’in geliştirdiği Dynamic Light Assist far sistemi, uzunlarla yol alındığında otomobilin önündeki kamera yardımıyla karşıdan araç geldiğini algıladığında, uzunları kapatmak yerine, sadece karşıdaki sürücünün göz hizasına gelen ışık kümesini engelliyor. Böylece uzun farların aydınlatma avantajını kullanmaya devam ederken, karşıdan geleni de tehlikeye atmamış oluyorsunuz. GÜVENLIKTE ILKLER LAZER FARLAR GELECEĞI AYDINLATIYOR • Otomobilde havayla şişirilen ilk lastiği Michelin tasarladı ve 1895 yılında tanıttı. 1946 yılındaysa ilk radyal lastiği kullanıma sundu. • 1912 yılında Cadillac ve Delco, geleneksel farların ilk adımını attı. 1920’de uzun ve kısa aydınlatmanın bir arada bulunduğu ampul üretildi. Halojen farlar 1962, Xenon farlar ise 90’ların başında kullanılmaya başlandı. • Amerikalı gemi mühendisi John W. Hetrick tarafından, 1952 yılında tasarlanan hava yastığı, 1971 yılında Ford, 1973 yılında GM tarafından geliştirilerek otomobillerde kullandı. • ABS sistemi, ilk olarak uçaklarda kullanılmak üzere 1929 yılında üretildi. Mercedes-Benz ve Bosch tarafından geliştirilmeye devam edilen sistem, otomotivde ilk olarak 1978 model Mercedes S-Serisi’nde kullanıldı. • 1907 yılında Fransız Maurice Hauda tarafından geliştirilen amortisör, otomobillerde ilk defa 1927 yılında, Ford tarafından Model A’da kullanıldı. • Havacılıkta 1913’te kullanılmaya başlanan emniyet kemeri, otomotivde Saab GT 750 modeliyle gündeme geldi. 32 İSTASYON Direksiyon başına uykulu halde geçmek, çocuklar için üretilmiş özel donanımları temin etmemek veya alkollü araç kullanmak, kaza riskini artıran unsurlar arasında bulunuyor. Araştırmalar, Avrupa’da ölümle sonuçlanan kazaların yüzde 25’inin, alkollü araç kullanmaktan kaynaklandığını gösteriyor. Bu durumun önüne geçilmesi için farklı sistemler geliştiriliyor. Bunlardan biri, motorun elektronik kontrol sistemiyle iletişim halinde olan alkolmetre. Sürücü, motoru çalıştırmak için, otomobilin herhangi bir noktasına monte edilecek olan alkolmetreye üfleyip sisteme, promil seviyesinin normal değerler içerisinde kaldığını kanıtlamak zorunda. Aksi takdirde yoluna taksiyle devam etmekten başka çaresi kalmayacak. Bu sistemin bütün araçlarda zorunlu olmasıyla birlikte kaza oranlarında önemli ölçüde azalma görüleceği kesin. Bununla birlikte gerekli uyku alınmadan çıkılan yolculuklar, gözlerin istem dışı kapanması ve ardından ara- cın hâkimiyetini kaybetme riskini oluşturuyor. Bu düşünceyle geliştirilen Şerit Değiştirme Uyarı Sistemi hayat kurtarıyor. Sistem o kadar geliştirildi ki, sürücü şeritten çıkmaya başladığı anda, görsel ve sesli uyarılmakla kalmıyor, bir değişiklik olmadığı algılandığında Elektronik Stabilite Kontrol sistemini (ESP) devreye sokulup hafif bir frenlemeyle küçük bir savrulma etkisi yaratılıyor. Bu sayede, hem otomobil şeride döndürülmüş hem de sürücü uyandırılmış oluyor. KARANLIK GÖRMENIZE ENGEL DEĞIL Kazaların çoğunluğu hava karardıktan sonra meydana geliyor. Araç sayısı azalsa da risk oranı dört katına çıkıyor. Bunu engellemeyi amaçlayan Mercedes, Gece Görüş Des- Audi, R8 LMX modelinde kullandığı lazer far teknolojisiyle bir ilke daha imza attı. Geleceğin teknolojisi olarak gösterilen ve LED farlardan iki kat daha uzağı aydınlatan lazer farlar, görüşü ve menzili artırırken, sahip olduğu teknoloji sayesinde, karşıdan gelen araç sürücülerini de olumsuz etkilemiyor. Dört lazer diyottan oluşan far modülünde bulunan fosfor dönüştürücüler, lazer ışığını 5 bin 500 Kelvin’lik beyaz ışığa çeviriyor. Elde edilen ışık çok güçlü olmasına karşın insan gözünü yormuyor. Ayrıca farlarda bulunan kameralı sensörler de karşıdan gelen araçları fark ederek, ışığın miktarını ayarlayabiliyor. Audi, altı yıl önce R8’de LED farları, 2013 yılında da A8’de Matrix LED farları seri üretimde kullanan ilk otomobil markası oldu. Mercedes modellerinde sunulmakta olan Pre-Safe sistemi, otomobilin farklı noktalarında yer alan sensörlerden gelen bilgiler doğrultusunda kaza olasılığının arttığını algıladığında, araçtakileri en az hasar görebilecekleri şekilde hazırlıyor. Sistem emniyet kemerlerinin boşluğunu alıp ön koltukları otomatik olarak hava yastıklarının en etkili olacağı mesafeye getiriyor. Otomobil kaymaya başlarsa, takla atma ihtimaline karşı camları ve sunroof’u da kapatıyor. İSTASYON 33 GEZİ Deniz, toprak ve sevda kokan şehir Bartın’ın belki de Bartın’dan daha meşhur ilçesi Amasra, özellikle sonbahar aylarında gezilip görülecek yerler listesinde ilk sırada olmalı. Fatih Sultan Mehmet’in “Çeşm-i cihan bu mu ola?” sözleriyle hayranlığını gizleyemediği bu ilçede keşfedilecek çok fazla şey var. YAZI: SEMA ULUDAĞ FOTOĞRAFLAR: DINÇER DINÇ VE SHUTTERSTOCK T oprak kokan şehir / Deniz kokan şehir / Sevda kokan şehir,” diyor bir şarkısında Barış Akarsu ve ekliyor: “Büyüsüyle bekler seni / Caddeler ıslak gözyaşlarıyla / Gitmem bu gece, gidemem artık / Olmasan da gitmem bu gece.” Amasra’da doğup büyüyen Akarsu, girdiği bir ses yarışmasında birinciliği elde etmiş ve o yarışma boyunca kasabasının adını binlerce kişiye duyurmayı başarmıştı. Hatırlanacağı üzere 2007 yılında geçirdiği bir trafik kazası nedeniyle aramızdan ayrıldı genç şarkıcı, ardında “Amasra” adını taşıyan albümünde yer alanlar başta olmak üzere birçok şarkı bırakarak... Akarsu’nun, “toprak, deniz ve sevda kokan” kasabasına 34 İSTASYON doğru yol alıyoruz. Amasra, küçük bir liman kasabası aslında ve konuklarını daha ziyade yaz aylarında ağırlamaya alışık. Yaz boyunca yüzler ve belki de binlerce kişiyi ağırlayan, sokaklarında çocukların koşturduğu, restoranlarının dolup taştığı bir sahil kasabasının, kış aylarındaki haline tanıklık etmenin ilginç bir deneyim olacağı aşikâr. İstanbul’dan yola çıkıp Kocaeli, Bolu, Zonguldak üzerinden Bartın’a, oradan da Amasra’ya gideceğiz. Diğer bir ifadeyle yaklaşık 600 kilometre yol kat edip yedi, sekiz saat sonra bu şirin kasabaya varacağız. Siz de bizler gibi kendi otomobilinizle bu yolculuğa çıkmayı planlıyorsanız, özellikle Bolu’daki tünelleri geçtikten sonra, karşınıza çıkan manza- ranın tadını çıkarabilmek için gaza biraz daha az basmanızı tavsiye ederiz. Her iki yanı başımızdan yükselen dağlık alan; sarıyla yeşilin, kızılla turuncunun iç içe geçtiği yapraklarla donanmış ağaçlara ev sahipliği yapıyor. Benzerine fotoğraf ajanslarının arşivlerinde ya da kartpostallarda rastlayabileceğimiz bu tablo, yaşamın her an farklı güzellikleri önünüze serebileceğini anımsatıyor. Eğer bu güzergâhı hafta içindeki günlerden birinde kullanıyorsanız, trafiğin son derece az olduğunu da belirtelim. Kat etmemiz gereken tüm yolları aşıp sonunda varıyoruz Amasra ilçe sınırına. Yahya Kemal Beyatlı’nın İstanbul’a bakması misali, önce bir tepeden bakıyoruz aziz Amasra’ya. Gelen her konuk bizim gibi yapıyor olsa gerek ki, Amasra’ya tepeden gören o noktaya, içinde bankların olduğu küçük küçük dinlenme alanları yapılmış. Denize doğru uzanmış bir burun, burnun iki yanında korunaklı liman görevi üstlenen iki koy; bazıları ana karaya bağlı, bazılarıysa bağımsız adalarla sarılmış küçük bir balıkçı kasabası duruyor karşımızda. Ve bu haliyle bile keşfe değer unsurlar barındırdığına dair ipuçları sunuyor. Yaptığımız küçük bir araştırma, başkalarının da benzer duygulara kapıldığını gösteriyor aslında. Kuruluşu çok eski tarihlere dayanan, 13’üncü yüzyıldan itibaren Cenevizliler tarafından ele geçirilen bu yer, Osmanlı döneminde de hayli ilgi görmüş. Hatta Fatih Sultan Mehmet, 1460 yılının Ekim İSTASYON 35 GEZİ Küçük tekneler ve ağlar, Amasra’nın her şeyden öte bir balıkçı kasabası olduğunu her daim hatırlatıyor. DENIZE DOĞRU UZANMIŞ BIR BURUN, BURNUN IKI YANINDA KORUNAKLI LIMAN GÖREVI ÜSTLENEN IKI KOY VE ETRAFI ADALARLA SARILMIŞ KÜÇÜK BIR BALIKÇI KASABASI AMASRA… SIRF BU NITELIKLERI BILE GEZGINLERIN AKLINI ÇELMEK IÇIN YETERLI. ayında düzenlediği sefer sırasında, tıpkı bizim gibi bir tepeden bakmış Amasra’ya. Gözünün erimindeki uzanıp giden bu küçük yere öylesine hayran olmuş ki, dudaklarından “Lala, Lala! Çeşm-i cihan (dünyanın gözü) bu m’ola” sözleri dökülüvermiş. Savaşın bu güzelliğe zarar getirmemesi için, kent komutana haber göndererek kalenin anahtarını istemiş. Her koşulda hâkimiyetin Osmanlılara geçeceğini idrak eden kale komutanı da, anahtarı Fatih Sultan Mehmet’in bulunduğu tepeye getirerek yenilgiyi kabul etmiş. Gerisi mi? Gerisi bilindik hikâye… O zamana kadar orada ikamet eden Rumların bir kısmı gönüllü, bir kısmı da zo- 36 İSTASYON runluluktan göç etmiş; Karabük-Eflani yöresindeki Kıpçaklar, Amasra’ya getirilerek kasaba Türkleştirilmiş. BALIK VE O MEŞHUR SALATANIN YARENLIĞI Tepeden bakarken, küçük kasabanın manzarasına dalıp zamanı unutabilir insan. Fakat bu yeri daha iyi tanıyabilmek için virajlı yollardan kıvrıla kıvrıla inme zamanıdır şimdi. Amasra’nın bir balıkçı kasabası olduğunu belirtmiştik. O nedenle de mevsimine göre balığın her cinsini bulmak mümkün. Balık avı yasağının kaldırıldığı ve derya kuzuları restoranların vitrinlerinde boy göstermeye başladığı şu günlerde, yemek tercihini balıktan yana kullanmak kadar doğal bir şey yok. Kasabanın merkezinde, birbiri yanı sıra konumlanmış restoranlardan birine giriyoruz. Masamıza önce dünyaya nam salan salata geliyor ve damağımızdan önce gözlerimize ziyafet çekiyor. Şekil verilmiş havuç ve turplarla süslenen, kırmızı pancar ve kırmızılahananın ayrı bir görsellik kattığı, maruldan mürekkep bir salata bu. Lezzetiyse, görselliğini aratacak gibi değil. Kısacası, balığın saltanatının hüküm sürdüğü bir kasabada, yardımcı yemek niteliğindeki salata, balıktan rol çalmakta ve özel bir yer edinmekte zorlanmıyor. Yukarıdaki satırlarda, Amasra’da kasabayla bağlantılı bir yarımadanın ve bağlantısı bulunmayan adaların bulunduğunu belirtmiştik. Anakarayla Boztepe Adası’nı birbirine bağ- layan köprüye doğru yol alıyoruz. Anakaradan Boztepe’ye varabilmek için üç kemerden geçmek ve manzarayı seyre dalmak için dik bir yokuşu tırmanmak gerekiyor. Dik yokuşunu tırmanıp “Ağlayan Ağaç” adı verilen yerine ulaştığımız Boztepe, fiziksel performansı yerinde bir yüzücünün yarım saat içinde varabileceği ya da balıkçıların tekneleriyle yanaşabileceği karadan bağımsız Tavşan Adası’yla burun buruna neredeyse. Ancak ister tekneyle, ister yüzerek gidilsin insandan yoksun, adıyla müsemma tavşanlarıyla ünlü bu adaya çıkmak öyle kolay bir iş değil, zira çevresi yosun tutmuş, dik kayalarla çevrili. Tavşan Adası’nı ve gözün erebildiği yere kadar uzanan denizi seyretmenin en iyi yolu, Ağlayan Ağaç tepesinin oraya gitmek ve vaktiniz uygunsa, küçük bir İSTASYON 37 GEZİ Niş içine oyma tekniği kullanılarak inşa edilen Kuşkaya Yol Anıtı, türün Anadolu’daki ilk örneği. Amasra, küçük bir balıkçı kasabası olmasına rağmen zengin bir tarihi mirasa sahip. aile işletmesi olduğu ilk bakışta bile anlaşılan çay bahçesinde, kahvenizi ya da çayınızı yudumlamak. Ağlayan Ağaç’ın oraya kadar geldiyseniz, Amasra Feneri’ni görmeden dönmek olmaz. Karadeniz’in en eski feneri olma unvanına sahip bu yapı, Amasra’yı Karadeniz’in dalgalarından ve rüzgârından bir nebze olsun koruyan Boztepe’nin 77 metrelik en yüksek noktasında bulunuyor. Yapım yılı 1863. Kurmalı sisteme sahip olduğu için gecede birkaç kez kurulması gerekiyor. Eskiden gaz yakılarak çalıştırılan fener, 1980’den itibaren elektrikli hale getirilmiş, ancak herhangi bir nedenle elektrikler kesildiğinde eski sistemle hizmet vermeyi sürdürüyor. Fenerin oraya akşamüzeri ve mümkünse gün batımına yakın çıkmanızı tavsiye ederiz. Buradaki günbatımı manzarası tek kelimeyle “muhteşem”. Hatta şanslıysanız, yunus sürülerini bile görebilirsiniz! İNSAN YAŞADIĞI YERE BENZER “İnsan yaşadığı yere benzer” der usta şair Edip Cansever ve ekler; “O yerin suyuna, o yerin toprağına benzer. / Suyunda yüzen balığa, / Toprağını iten çiçeğe, / Dağlarının, tepelerinin dumanlı eğimine…” Soluk soluğa tırmandığımız, gölgesinde değilse bile yanındaki bankta zamandan keyifli bir an çaldığımız Ağlayan Ağaç’tan aşağı inerken karşılaştığımız insanların yüzleri, bu şiir getiriyor aklımıza. 38 İSTASYON Genci yaşlısı, kadını erkeği fark etmiyor; sanki hepsi aynı sevecenlikle ve huzurla bakıyor hayata. Amasra’nın büyük şehirlere oranla yavaş akan gündelik hayatının bundaki etkisi yadsınamaz kuşkusuz. Anakaraya geçtiğimizde, hediyelik eşyalar satan dükkânların bulunduğu sokağa giriyoruz. Birkaç adım önümüzde elindeki pazar arabasıyla bir kadın ilerliyor. Daha önce, kasaba merkezinde gördüğümüz tabelada, cuma ve salı günleri yöresel pazarın kurulduğu yazıyordu. Günlerden cuma, dolayısıyla “pazara gidiyordur muhakkak” diye düşünerek kadını izlemeye başlıyoruz. Kadının bilgisi dâhilinde olmayan rehberliği, yöresel ürünler pazarına çıkarıyor bizi. 250-300 metrekarelik alana kurulan pazar, sağlıklı yaşamın ilk kaidesinin organik ürünler yemekten geçtiğine inananlar dışında, alıcıyla satıcı arasında doğan muhabbeti sevenleri de memnun edecek nitelikte. Taze meyve ve sebzenin yanı sıra başında daha ziyade kadınların bulunduğu, kahvaltılık ürünlerin satıldığı tezgâhlar, bu tür sohbet için en ideali. Çünkü satılanlar o kadınların el emeği, göz nuruyla ortaya çıkmış. Sepet peyniri, manda ya da inek sütünden yapılmış tereyağı (tecrübeyle sabittir, muhteşemler), ıhlamur, tarhana, gülden portakal kabuğuna, dağ çileğine kadar bir dolu çeşidi bulunan reçeller… Satılan ürünlerden bazılarının tadına bakarak, bazılarını da koklayarak değerlendirmeye tâbi tutuyoruz. Fabrikasyon ürünlerle arasında büyük fark olduğunu söylemek için, yemek gurusu olmaya gerek yok. Yiyecekler bedeni, gözün gördükleri ise kültürel birikimimizi besler. Bedenimiz beslendiğine göre sıra kültürde. Bilinen en eski tarihi 3 bin yıl önceye kadar uzanan Amasra’daki tarihi eserlerin başında Küçük Hamam, Bedesten, Roma Yolu Köprüsü, Ceneviz Armalı Kale, Kuşkaya Yol Anıtı ve müzede sergilenen eserler geliyor. İkisi arkeoloji, ikisi etnografi olmak üzere dört teşhir salonu bulunan Amasra Müzesi, kasabanın merkezinde yer alıyor. Arkeolojik ürünlerin sergilendiği salonlarda Helenistik, Roma ve Bizans dönemine ait eserleri; gözyaşı şişelerini, altın ve bronz süs eşyalarını, amphoraları, haçları, silahları, altın ve bronz sikkeleri, mermer heykelleri, heykel başlarını, kabartmaları bulmak mümkün. Etnografik eserleri barındıran salonlardaysa daha ziyade Osmanlı döneminden kalma eserler var. Mutfak kapları, yazım takımları, mühürler, kantarlar, yüzükler, yöresel kıyafetler, süs eşyaları tarih meraklılarını cezbetmeye yetiyor. Müzenin içindeki ve bahçesindeki eserler bile, Amasra’nın zengin kültürel ve tarihi yapısıyla ilgili ipuçları sunuyor. Kasabanın tarihi eserlerinden bir diğeri de Kuşkaya Yol Anıtı. Amasra’dan beş kilometre uzaklıktaki bu anıt, Anadolu’da yapılmış tek yol anıtı olma özelliğine sahip. Birçok merdiveni çıktıktan sonra ulaşılan anıt, MS 41-54 tarihle- BILINEN EN ESKI TARIHI 3 BIN YIL ÖNCEYE KADAR UZANAN AMASRA’DAKI TARIHI ESERLERIN BAŞINDA KÜÇÜK HAMAM, BEDESTEN, ROMA YOLU KÖPRÜSÜ, CENEVIZ ARMALI KALE, KUŞKAYA YOL ANITI VE MÜZEDE SERGILENEN ESERLER GELIYOR. rinde, Roma İmparatoru Tiberius Germanicus Cladius zamanında, Doğu Eyaletleri inşaat ordusu komutanlığı yaptıktan sonra kayd-i hayat (ömür boyu) şartıyla Bithynia Pontus Valiliğine atanan Gaius Julius Aguilla tarafından yaptırılmış. Niş içine oyma tekniği kullanılarak yapılan anıtta, toga giyimli bir insan figürüyle askerlerin sınırsız gücünü temsil ettiğine inanılan kartal motifi bulunuyor. İki kitabeli anıt, yapıldığı dönemin ihtişamıyla ilgili veriler sunarken, yüzyıllardır varlığını sürdürmesi tarihi eserlerin korunması konusunda umutlarımızı çoğaltıyor. Karadeniz’in, doğusu veya batısıyla Türkiye’nin en güzel bölgelerinden biri olduğuna hiç kuşku yok. Her biri kendine has değerler barındıran kentleri ve küçük küçük kasabalarıyla bu bölge, karış karış gezmeyi hak ediyor doğrusu. Siz de sonbaharda seyahat planları yapıyorsanız ve bölgeyi ziyaret etmeyi planlıyorsanız, yolculuğunuza Amasra’dan başlamanızı tavsiye ederiz. Zira satırlarımızın başında yâd ettiğimiz Barış Akarsu’nun da söylediği gibi toprak, deniz ve sevda kokan bir kent burası. Hem de her mevsim. İSTASYON 39 YEME-İÇME Tarihten gelen lezzet KEBAP Çatalla kesilebilen yumaşacık terbiyeli şiş kebap, ağızda eriyen acılı Adana, çıtır pide üstü yoğurtlu İskender.... Kebap, hem Türkiye’de hem dünyada, her geçen gün daha da çok sevilen bir yemek türü... YAZI: CEMRE NARIN ADANA’DAKI 1500 LOKANTANIN 400’Ü KEBAPÇILARDAN OLUŞUYOR VE GÜNLÜK ORTALAMA 30 TON ET TÜKETILIYOR. ALMANYA’DA ISE KEBABIN HAMBURGERDEN DAHA POPÜLER OLDUĞU, YILDA 100 BIN TON DÖNER YENILDIĞI BILINIYOR. D üşük balık tüketimi, et ve kebabın tercih edilmesine bağlandı. Kiloyla kebap satan restoranlar, fast food tarzı zincirler türedi. Türkiye’de kebabın yüz kadar çeşidi olması, mutfağımızdaki öneminin en belirgin göstergesi. Bir açıklamaya göre, Adana’daki 1500 lokantanın 400’ü kebapçılardan oluşuyor ve günlük ortalama 30 ton et tüketiliyor. Almanya’da ise kebabın hamburger ve sosisten daha popüler olduğu, yılda 100 bin ton döner eti yenildiği ve günde iki milyon döner satıldığı biliniyor. Adana kebabı, Siirt büryan kebabı gibi yöresel yemekler artık tescillenmişken, 1 Şubat tarihinin “Dünya Döner Günü” olarak kabul edilmesi de bu konuya verilen önemin bir göstergesi niteliğinde. Kebabın bu denli sevilmesinin sebebi, yüzyıllardır süregelen alışkanlıklardan öte, etin lezzetini artıracak şekilde hazırlanması, yani dinlendirilmesi, doğru baharat veya sebzelerle terbiye edilip, ateş 40 İSTASYON üzerinde pişirilmesi. Kebap yapımında kullanılan etin seçimi ve dana-kuzu ayarının dengeli olması da oldukça önemli. Örneğin, tescilli Adana kebabında, sadece erkek koyun eti ve el kıyması kullanılıyor. Yine önemli bir konu, kıymalı kebaplarda et ve yağ oranının iyi ayarlanması, mümkünse zırhta veya önce iri dişli makinede çekilip sonra yeniden zırhta çekilmesi. Terbiye ederken kullanılan zeytinyağı, süt, yoğurt, soğan, sarımsak, çeşitli baharatlar ve hatta sirke gibi malzemeler etin hem yumuşaklığını hem de lezzetini etkileyen malzemeler. Bunların yanı sıra kullanılan kömür cinsi ve ateşin harının kıvamında olması da ustalık istiyor. 250 BIN SENELIK GEÇMIŞ Kebap denince ilk akla gelen et olsa da patlıcan kebabı, domates kebabı gibi örnekleri de olduğundan, aslında bir yemek türünden çok bir pişirme yöntemi sayılıyor. Anlamına bakarsak, doğrudan ateş üzerinde, susuz pişirilen yemekler demek. BöyleİSTASYON 41 YEME-İÇME nilen eti şişe takarak delme işlemi tam anlamıyla yerleşik olmayan bu kavimler için en doğal seçenek. Sonuçta eti pişirmenin en etkili yolu küçük parçalara kesip terbiye ederek yumuşatmak ve doğrudan ateş üzerinde pişirmek. Özellikle o zamanlarda, sadece koyun, kuzu, keçi gibi hayvanları değil de eti daha sert olan hayvanları da -at, geyik, yabani tavşan gibi- yediklerini düşünürsek, bu yönteme başvurmaları mantıklı. Daha sonra İslam’ın kabulüyle birlikte, en çok kuzu ve koyun eti yenir olmuş ve kebap da özellikle bu hayvanların etleriyle yapılmaya başlanmış. Osmanlı zamanında şiş kebap aynı zamanda bir güç ve bolluk sembolü olarak da görülürmüş. Şiş kebap ve tandır kebabını 15’inci yüzyıl Osmanlı mönülerinde görebiliyoruz. Kuzu ve koyun kadar tavuğun da kebap ve et yemeklerinde bolca kullanıldığı o zamanlardan kalan belgelerde belirtiliyor. DIKEY KEBAPLAR: DÖNER, GYRO, SHAWARMA TÜRKLERDE ETLE PIŞIRME, ET IŞLEME SANATI, 2 BIN 500 YILLIK BIR TARIHE SAHIP. ORTA ASYA’DA YARI GÖÇEBE YAŞAYAN TÜRKLERDEN GÜNÜMÜZE KALAN TARIFLERIN ÇOĞU, ETLI YEMEKLERE AIT… likle içine su katılan yahniden veya tencerede yapılan kavurmadan farklı bir sonuç çıkıyor ortaya. Direkt ateş üstünde pişirme yöntemi 250 bin sene evvele dayanıyor. Kebabın tarihi de bir o kadar eski denilebilir. Bu sebepten, anavatanının tam olarak neresi olduğu konusunda farklı tezler var. Kelime aslına bakıldığında bazı belgelerde Sümer dilinde közleme anlamına gelen “kabuba” kelimesinden kaynaklandığı yazıyor. Türkler’de etle pişirme, et işleme sanatı 2 bin 500 yıllık bir tarihe sahip. Orta Asya’da yarı göçebe yaşayan Türkler’den günümüze kalan tariflerin çoğu, etli yemeklere ait. O zamanlar kebapla eş anlamlı kullanılan bir başka kelime de “büryan”. Tandırda yapılan büryan kebabı, koyun veya keçinin bütün olarak ateşte çevrilmesiyle hazırlanan “çevirme”, ateşe veya küle gömülerek pişirmeye de “gömme” ya da “közleme” denilirmiş. Orta Asya Türkleri’nin genelde kuzu eti yediklerini, ancak 11’inci yüzyılda Anadolu’ya yerleşmeleriyle birlikte sebze tüketmeye başladıkları da biliniyor. Bir başka tezdeyse kebap yemenin Araplar arasında yaygın olduğu ve Anadolu’ya buraya göçeden fellahlar tarafından getirildiği savunulmakta. Sözcük olarak Orta Çağ’da Arapça’da kızarmış et anlamına 42 İSTASYON gelen “kabab” kelimesinden geldiğini yazan belgeler mevcut. 14’üncü yüzyıla ait bir Arapça sözlükte kebapla eş anlama gelen”tabahajah” kelimesiyse kızarmış et parçalarından oluşan, ancak bildiğimiz kebaptan farklı olarak sonunda su eklenen bir yemek türü. Bu teze göre, işte bu tanım yüzünden tas kebabı, kâğıt kebabı gibi aslında yahni olan yemekler kebap başlığı altında bulunuyor. NOMADIK KAVIMLERDEN DÜNYAYA ŞIŞ KEBAP Bugün yediğimiz kebaplar, farklı sebzelerin, baharatların, terbiyelerin, hatta meyvelerin kullanımı sayesinde onlarca çeşit halinde karşımıza çıkıyor. Tencerede pişen çoban kebabı, süt kebabı; fırında pişen soğan kebabı, tas kebabı; ızgarada pişen simit kebabı, oruk kebabı gibi… Yöresel mutfaklara ve lezzet tercihlerine göre de Adana kebabı, Urfa kebabı, Antep kebabı, Manisa kebabı, Antakya sini kebabı, Siirt büryan kebabı gibi farklı türleri gelişmiş. Ancak, kebabı iki ana gruba ayırırsak ve hem Türkiye’de hem dünyada en yaygın olan iki çeşidini ele alırsak en başta şişte pişirilen kebaplar ve döner geliyor. Genel olarak kebapta olduğu gibi şiş kebabın da anavata- nının neresi olduğu çeşitli kaynaklarda tartışılıyor. Bazıları Homeros’un yapıtlarında da benzer bir yemek türüne rastlandığını örnek vererek, eski Yunanlılar’dan geldiğini savunuyor. Diğerleri, MÖ 550’de Pers İmparatoru Darius’un eti şişe takıp askerlerine güç gösterisi yaptığını yazan belgeleri göstererek İranlılar’dan geldiğini yazıyor. Yine de kelime itibariyle ilk olarak Orta Asya’daki Türk askerlerinin eti kılıçlarına geçirerek pişirmeleriyle ortaya çıktığına inananlar çoğunlukta. Nevin Halıcı’nın Sufi Mutfağı kitabında, yarı göçebe Türkler’in avladıkları hayvanların etlerini ince dallara dizdikleri ve bu şekilde pişirdikleri yazıyor. Halen Anadolu’da kullanılan “Ne şiş yansın ne kebab” deyişi, hem etin hem şişin yanabilir maddeden yapıldığının işareti. Larousse Gastronomique’e göre şiş kebap, Orta Asya’dan Balkanlar’a ve Orta Doğu’ya yayılmış. Asya’da yaygın olan şişe geçirilmiş et ve tavuk “satay”, Japonya’da “yakitor”, Fransa’da “brochettes”, İran’da “chalo kebab” bugün bile oldukça popüler yemekler. Orta Asya Türkleri’ne dönmek gerekirse, “tevmek” de- Döner kebabın benzerlerine tarihte farklı zaman ve kültürlerde rastlamak mümkün. Onuncu yüzyıl Arap Mutfağı kitaplarında “judhaba” denen yemek, fırında pişirilen bütün etin sıyırarak kesilmesiyle elde edilirmiş. Bugünkü dönerden farkı, dikey olarak değil de yatay olarak pişmesiymiş. Bildiğimiz döner kebabın bugünkü haline ancak Osmanlı döneminde rastlıyoruz. 18’inci yüzyılda yazılan Anadolu seyahatnamelerinde döner kebaba değinilmiş, 1850’lerden kaldığı düşünülen litografta bir sokak dönercisi resmedilmiştir. Bugün döner kebap porsiyon, pilav üstü, İskender kebap, dürüm içi gibi farklı şekillerde karşımıza çıkıyor. Hem Türkiye’de hem dünyada en yaygın çeşidi şüphesiz pide, lavaş ya da ekmek arası yenen döner sandviç. Domates, yeşillik ve soğan gibi malzemelerle zenginleştirilen fast food örneği, aslında Türkiye’de değil, 1970’lerde Almanya’da icat edilmiş. Efsaneye göre Almanya’ya yerleşen Mahmut Aygün, o güne kadar tabakta porsiyon halinde servis edilen döneri ilk defa pide ekmeği içinde satmış. Arap ülkelerinde oldukça yaygın olan shawarma da bir başka döner sandviç örneği. İçerdiği baharatlar ve sunum şekli açısından farklı olsa da aslında Türkçe çevirme kelimesinden türemiş olduğu ve Anadolu’dan geldiği biliniyor. Amerika’da, özellikle New York’ta popüler olan gyro da dönere benzeyen bir başka sandviç. Pita ekmeğinin arasında yeşillik ve sarımsaklı yoğurt sosu olan tzatziki sos ile servis edilen gyro’nun 1970’lerde Amerika’ya yerleşen Yunanlılar tarafından getirildiği biliniyor. Kaynağı neresi olursa olsun, mucidi kim olursa olsun, kebabın Türk mutfağındaki yeri tartışılmaz. Tarih boyu hayatta kalmayı başarmış olan kebap, halen ülkenin dört bir köşesinde en çok tercih edilen yemeklerin başında geliyor. İyi kebap yapabilmek bir ustalık işi, yemek de bir ayrıcalık sayılıyor. İSTASYON 43 SAĞLIK Kara bela Ebola SÖYLEŞİ: SEMA ULUDAĞ Ebola, son yılların adından sıkça söz edilen hastalıklarından… Türkiye de dâhil birçok ülke bu hastalığın kendi sınırları içine girmemesi için teyakkuzda. Peki, nedir bu hastalık, nasıl bulaşır, nasıl yayılır? Acıbadem Maslak Hastanesi İç Hastalıkları Uzmanı Prof. Dr. Yavuz Baykal, ebola virüsüyle ilgili sorularımızı yanıtladı. Çeşitli kaynaklar ebola virüsünün ilk olarak 1976 yılında, Kongo Cumhuriyeti’nde ortaya çıktığını belirtiyor. Hastalığın tarihçesiyle ilgili kısaca bilgi alabilir miyiz? Doğru, ebola virüsü (EV), ilk defa 1976’da Demokratik Kongo Cumhuriyeti’nde (Kongo), Ebola Nehri yanındaki bir köyde izole edildi. Daha sonraları, zaman zaman Afrika’da salgınlar görüldü. Batı Afrika’da, bu yılın Mart ayında ebola virüsü salgını tek- Acıbadem Maslak Hastanesi İç Hastalıkları Uzmanı Prof. Dr. Yavuz Baykal 44 İSTASYON rar başladı. Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) verilerine göre, 4 Ağustos 2014 itibarıyla 932’si ölümle sonuçlanan 1711 olgu tanımlandı. Ölüm oranı yüzde 55-60 civarında. Bu, Batı Afrika’da bugüne kadar rastlanan en büyük salgın ve Gine, Liberya ve Sierra Leone’yi etkilemekle birlikte, son zamanlarda Nijerya’da da rastlanıyor. DSÖ’nün 4 Risk Grubu olarak değerlendirdiği ebola virüsü, neden günümüzün en tehlikeli hastalıklarından biri olarak kabul ediliyor? Virüsle oluşan salgın sırasında, ölüm oranının yüzde 90’lara ulaşması; tedavisi için etkili bir ilaç ve aşı geliştirilememesi nedeniyle tehlikeli hastalıklardan biri kabul ediliyor. Bu, Filovirus ailesinin Ebolavirüs cinsi içinde bulunan bir RNA virüsü ve beş ayrı türü var: Zaire ebolavirus (ZEV), Sudan ebolavirus (SEV), Tai Forest (Ivory Coast) ebolavirus (TFEV), Bundibugyo ebolavirus (BEV), Reston ebolavirus (REV). Bu beş türden ilk dör- dü, Afrika’da büyük salgınlara yol açtı. REV’in Filipinler ve Çin Halk Cumhuriyeti’nde insanları enfekte ettiği saptanmışsa da bugüne kadar REV kaynaklı bir hastalık ya da ölüm raporu bildirilmedi. Hastalığın belirtileri nelerdir? Kişi, benzer belirtilerle kendini gösteren diğer hastalıklardan ebolayı nasıl ayırt edebilir. EVH, ani başlangıçlı ateşli bir hastalık; ilk olarak ateş, halsizlik, iştahsızlık, kas ve eklem ağrısı, baş ve boğaz ağrısı görülür. Ardından kusma, ishal, vücutta döküntüler, göğüs ağrısı, nefes alma güçlüğü, yutmada zorluk ortaya çıkar. Burundan, ağızdan, mide ve bağırsaklardan kanama başlar. Kanama, hem vücut dışındaki yüzeylerde hem de vücut içinde mukoza, doku ve organlarda olur. Laboratuvar bulgusu olarak trombositlerde (kan pulcukları) azalma, karaciğer enzimlerinde yükselme gerçekleşir. Böbrek fonksiyonları bozulur ve idrar çıkışı azalabilir. Kalp zarı iltihabı, akciğerde ödem, hızlı solunum ve tansiyon düşüklüğü görülür. Belirtiler başladıktan sonra hastalık hızla ilerler ve genellikle sekiz, dokuz günde hasta hayatını kaybeder. Ayırıcı tanıda tifo, sıtma, şigelloz, kolera, leptospiroz, hepatit gibi viral kanamalı ateşe sebep olan diğer etkenlerin araştırılarak, olmadıklarının kanıtlanması gerekiyor. EVH tanısında kanda ve vücut salgılarında virüs, virüse ait nükleik asitler ya da serumda antikorlar (IgM ve IgG) araştırılıyor. ´ Virüs nasıl bulaşıyor? İnsandan insana bulaşmasıyla hayvanlardan insanlara bulaşması arasında ne tür farklılıklar gösteriyor? EV’nin doğal kaynağı henüz bilinmese de, yapılan çalışmalarda virüsün hayvanlardan insana geçtiği düşünülüyor. Doğal kaynağının özellikle meyve yarasaları olduğu kabul ediliyor. Afrika’da, Yağmur Ormanları’nda hasta veya ölmüş şempanze, goril, yarasa, maymun, antilop ve kirpilerde saptandı. Bu virüsle infekte bir hayvanın kanı, çeşitli salgıları veya organlarıyla temas edildiğinde; bütünlüğü bozulmuş deri (çatlaklar, çizikler) ve mukozalardan virüs insana bulaşıyor. Kuluçka süresi ortalama sekiz, 10 gün. Hastalığa karşı iki tip maruziyet söz konusu. Primer olarak ebola endemik sahasına seyahat sonucu bulaşırken, sekonder olarak insandan insana veya söz konusu hayvanlardan insanlara bulaşıyor. Virüs, hasta kişinin vücut salgıları, kanı ve organlarıyla temas sonucunda toplum içinde insandan insana kolayca bulaşabiliyor. Hasta kişinin kan ve vücut salgılarının bulaştığı, döküldüğü objelerle temas da dolaylı yoldan bulaşmaya neden olabiliyor. Bulaşma riski semptomların ortaya çıktığı andan itibaren, sıklıkla da ateşle birlikte başlıyor. Hastalıktan iyileşenler, vücut salgılarıyla haftalarca virüsü etrafa saçıyor. Virüs, dış ortamda sıvı ya da kuru materyal içinde birkaç güne kadar canlılığını koruyabiliyor. Ölen kişilerin vücutlarıyla temas sonucunda bile bulaşma gerçekleşebiliyor. Solunum yolundan bulaşma henüz kanıtlanmadıysa da dikkat edilmesi lazım. Tedavi süreci nasıl sürdürülüyor? Hastalığın henüz etkili bir antiviral tedavisi yok ve aşı da geliştirilemedi. Sıvı-elektrolit dengesinin düzeltilmesi, oksijen takviyesi, kan basıncının düzenlenmesi gibi tümüyle destek tedavisiyle sınırlı. Araştırılan ilaçlar; ribavirin, nükleozid analog inhibitörleri, interferonlar, immünglobulinler, monoklonal antikorlar, aktive protein C ve doku faktör inhibitörlerinin incelendiği çalışmalar devam ediyor. İlaçların bulunması konuda, içimizi ferahlatacak, kayda değer bir gelişme var mı? Bu konuda çalışmalar devam etmekte olup, ZMapp, 3 EV glycoprotein epitoplarına karşı geliştirilen bir antikordur. İnfeksiyondan sonra ilk 24 ila 48 saat içinde verildiğinde yararlı bulundu. Kullanılan üç hastadan ikisinde, etkili oldu. AVI-7537, EV VP24 proteinine etkili olup hayvanlarda etkili bulundu. Bir pyrazinecarboxamide derivesi olan T-705 (favipiravir) Zaire Ebola virüsüne (EBOV) karşı etkili oldu. Hayvanlarda bu ilacın infeksiyon sonrası altı gün içinde kullanılması, hızlı bir şekilde virüsün temizlenmesini sağlıyor, laboratuvar değerlerinde düzelme görülüyor ve ölümü önleyebiliyor. Dolayısıyla bu, ebola kanamalı ateşi için muhtemel bir ilaç olabilecektir. Türkiye de dâhil Batı ülkelerinin bu hastalığın kendi ülkelerine de sıçramaması için alması gereken öncelikli önlemler nelerdir? Salgın olan bölgeye mümkünse gidilmemesi bulaşmayı önleme açısından çok önemli. Vi- rüs, çamaşır suyuna ve deterjanlara duyarlı; ellerin sık sık sabunla yıkanması, sabun ve su bulunmadığı durumlardaysa en az yüzde 60’lık alkolle ellerin silinmesi korunmada etkili. Bulaşmış yüzeylerin temizlenmesinde çamaşır suyunun 1/10’luk solüsyonları kullanılabilir ve bu solüsyonun etki süresi 24 saattir. Virüs kaynatmayla 5 dakikada etkisiz hale geliyor, dış ortamda sıvı ya da kuru materyal içinde birkaç güne kadar, oda ısısında ve buzdolabındaysa günlerce canlılığını koruyabiliyor. Hastalık şüphesi olanlardan klinik örnek alacak kişinin uygun kişisel korunma önlemlerini de uygulaması gerekiyor. Öncelikle tüm yüzü (özellikle ağız, burun ve gözleri) kapatacak şekilde maske-gözlük, sıvı geçirmeyen önlük ve eldiven kullanılmalı. Laboratuvarlarda çalışanlar benzer şekilde korunmalı. Ülkemizde Sağlık Bakanlığı tarafından “Ebola Virüs Hastalığı Vaka Yönetimi 2014” kitapçığı yayınlandı ve olgu tanımları, olası ve şüpheli olguların yönetimi ve seyahat ve temas tedbirleri bu kitapçıkta açıklandı. AKLINIZDA BULUNSUN Salgından etkilenen bölgelerde yaşayanlar, hastalıktan korunmak için aşağıdaki önlemleri alabilirler. Diğer bulaşıcı hastalıklarda olduğu gibi, ebolayı önlemenin en önemli yollarından biri ellerin düzenli olarak yıkanması... Ellerin su ve sabunla yıkanması (sabun bulunmadığı yerlerde alkol- bazlı el losyonun kullanılması) ciltten potansiyel enfekte materyalleri uzaklaştırır ve hastalık geçişini önler. Eldiven kullanıldığında, önce eldiven çıkmadan, ardından da eldivensiz ellerin bol su ve sabunla yıkanması. Ölü hayvanlarla, özellikle de primatlarla (goril, şempanze, orangutan vb.) temastan kaçınılması. EV enfeksiyonu olduğundan şüphelenilen insan ya da hayvanlarla yakın temas ederken enfeksiyon kontrol önlemlerinin alınması. Sağlık tesislerinde hastalık bulaşma riski yüksek. Bu nedenle sağlık çalışanlarının koruyucu kıyafetlerini giyilmesi (önlük, eldiven, maske, göz koruyucu ekipman gibi), enfeksiyonun yayılmaması için ekipman ve enjektörlerin sterilize edilmesi ya da uygun şekilde imha edilmesi ve hastaların vücut salgılarının da uygun bir şekilde imha edilmesi gerekiyor. Amaç enfekte hastaların salgı ve kanlarıyla teması önlemek. Hastanın ölmesi durumunda, cesetle doğrudan temasın önlenmesi de aynı biçimde önem taşıyor. İSTASYON 45 UZMAN GÖZÜYLE Taksilerin Muayenesi AYDINLATMA KONTROLÜ Fren testini tamamladıktan sonra, istasyon içerisine doğru hareket eden aracın arka kısmında bulunan aydınlatma donanımlarının kontrolü, istasyon kanal girişlerindeki kapıların yanında asılı olan konveks aynalar yardımıyla yapılır. Kontrol edilmesi zorunlu olan tüm arka aydınlatma aksamı (park lambaları, plaka aydınlatma lambaları, fren lambaları, sis lambaları, sinyal lambaları, dörtlü ikaz sistemi, geri vites lambaları) bu aynanın yardımıyla incelenebilmektedir. Aracın yan ve ön kısmında bulunan sinyal lambaları, kısa farlar ve uzun farlar da ayrıca kontrol edilmektedir. Hepimizin ihtiyaç duyabileceği ve trafikte önemli bir yer işgal eden taksilerin muayene edilen unsurları hakkındaki bilgileri, TÜVTÜRK Teknik Eğitmeni Hakan Burçin Uluçay anlatıyor. Karayolları Trafik Yönetmeliği, Araçların İmal, Tadil ve Montajı Hakkındaki Yönetmelik, Motorlu Araçlar ve Römorkları Tip Onayı Yönetmeliği gibi yönetmeliklerde; karayollarında kullanılabilen; insan, hayvan ve yük taşımaya yarayan motorlu, motorsuz ve özel amaçlı taşıtlarla lastik tekerlekli traktörlerin genel adı “Araç” olarak tanımlanır. Bu araçlar, çeşitli şekillerde kazanç sağlamak amacıyla kullanılıyorsa “ticari taşıt” olarak adlandırılır. Taksi, yapısı itibarıyla sürücüsü dâhil en çok sekiz oturma yeri olan, insan taşımak için imal edilmiş ve taksimetre veya tarifeyle yolcu taşıyan (M1 sınıfı) ticari motorlu araçtır. Dolayısıyla taksilerin, M1 sınıfında yer alan araçların özelliklerine sahip olmaları beklenir. Taksilerin muayenelerinde, M1 sınıfı (binek) araçların özelliklerinin yanı sıra ilgili yasa ve yönetmeliklerle belirlenmiş, bu tip araçlara özgü donanımlar da kontrol edilir. ALT KONTROLLER ARAÇ İÇİ KONTROLLERİ MOTOR HAVUZU ARAÇ TANIMLAMA VE MOTOR HAVUZU KONTROLLERİ Muayene işlemlerine araç tanımlamayla başlanır. Araca ait tescil bilgileriyle araç üzerindeki plaka, motor numarası ve şasi numarası karşılaştırılarak tanımlama yapılır. Binek araç muayenesindeki sonraki adım, motor havuzu bölgesinin kontrolüdür. Motor numarasının yanı sıra bazı araçların şasi numaraları da motor havuzu içerisinde ön göğüs sacında ya da amortisör kulesinde yer aldığı için araç tanımlama adımıyla motor havuzu kontrolleri bir araya gelmiş olur. ŞASİ NUMARASI Motor havuzunda bulunan aksamların sabitlik, sağlamlık, fonksiyonellik, sızdırmazlık, yalıtım, sıvıların seviyeleri, yağ kaçakları, yakıt kaçakları, kaput kilitleme mekanizmasıyla kilidi ve amortisör bağlantı kulelerinin kontrolleri yapılır. FREN TESTİ VE FREN SİSTEMİ KONTROLLERİ Muayenede ikinci adım, fren testidir. Bu test, araç muayene istasyonlarımızda bulunan fren test cihazlarında gerçekleştirilir. Fren testinde servis, park fren kuvvetleri ve verimleri, aynı aks üzerindeki iki tekerlek arasındaki fren kuvvetlerinin farkı (fren kuvveti sapması), frenlerdeki kademelendirme, frenlerin bloke olması süresi gibi hayati değerler ölçümlenerek değerlendirilir. Bu değerlerin herhangi birinin uygun olmaması, aracı trafik güvenliği açısından önemli bir tehdit haline getirebilir. Örneğin bir araçta kabul edilebilir miktardan fazla fren kuvveti sapmasının olması, aracın ani frenleme sırasında kontrolsüz bir şekilde yön değiştirmesine ve kaymasına neden olabilir ki, bu da aracın hız ve yük durumuna göre hayati tehlike oluşturabilir. 46 İSTASYON Kanal bölgesinde muayenesi sürdürülen aracın görünmeyen, ancak güvenlik ve konfor açısından hayati önem taşıyan donanımları, kanal içerisinde gerçekleştirilen alt kontrollerle incelenir. Bu kontroller aracın direksiyon sistemini, süspansiyon sistemini, güç aktarma organlarını, lastikleri, fren sistemi parçalarını, güç aktarma organlarını, egzoz sistemini, yakıt deposu ve yakıt iletim sistemini, şasi ve karoseri donanımını kapsar. Kontrollerin kolaylaştırılması amacıyla binek araçlar ön ve arka aks bölgelerinden krikoyla kaldırılarak süspansiyon ve direksiyon sistemi parçaları erişilebilir hale getirilir. Amortisörler, viraj denge çubukları, tekerleklerle tekerlek rulman boşlukları, rot-rotil boşlukları, yaylar, alt takozlar, salıncak burçları aracın yolda yönlendirilmesi ve güvenli yol tutuşu için tasarlanmış aynı zamanda da kötü yol koşullarından (çukur ya da tümseklerden kaynaklanan darbeler, su ve stabilize yol parçaları gibi sıçrayabilen maddelerden) etkilenebilen parçalardır. FAR TESTİ Aracın kısa, uzun mesafeli farlarıyla varsa sis farlarının çalışıp çalışmadığı, farların kırılma açısına uygun ayarlanıp ayarlanmadığı (yön ve yükseklik ayarı) ışık şiddetleri ölçülerek değerlendirilir. Bu ölçümler için öncelikle far imalatçısının belirlediği kırılma açısı değeri motor havuzu kontrolleri sırasında tespit edilerek far ölçümünde kullanılmak üzere not alınır. Daha sonra ölçüm cihazına bu değer girilir, gerekli ayarlamalar yapılır ve far ölçümü gerçekleştirilir. Farlar gece sürüşlerinde, hem sürücünün uygun mesafeli görüş alanına sahip olması hem de karşıdan gelen araç sürücüsünün görüşünü bozacak açıda olmaması için uygun ayarda olmalıdır. Far ayarındaki sapmalar karşıdan gelen araçlar için de önemli riskler oluşturabilir. Kabin içi kontrollerde, hem sürücü ve yolcu için güvenlik ve konfor koşulları hem de aracın sistemleri hakkında sürücüye sinyaller veren ikaz sistemleri değerlendirilir. Aydınlatma ikaz sistemi, debriyaj ve fren pedal lastikleri, emniyet kemerleri, kalorifer ve havalandırma tertibatı, koltukların sağlamlığı ve sabitliği, cam silecekleri ve cam yıkama sistemiyle su miktarı, kapı kolları ve menteşeleri, korna, direksiyon ve direksiyon kilitleme sistemi, iç ve dış dikiz aynaları, güneşlikler, camlar, far yükseklik ayarlayıcı mekanizma, aracın kilometre bilgisi bu kapsamda gözden geçirilir. Ayrıca araçlarda bulunması zorunlu ilk yardım seti, yangın söndürme tüpü, üçgen reflektörler de kontrol edilir. TAKSİLERE ÖZGÜ İLAVE KONTROLLER Taksilerde ayrıca; taşıtın içini aydınlatacak, sürücünün gözünü almayacak, beyaz ışıklı iç lamba bulunmalıdır. Taksilerde ücret belirlemekte kullanılan taksimetrelerin Bilim Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı’nca belirlenen özelliklere sahip olması gerekir. Taksimetre, yolcu tarafından görülebilecek şekilde araç içerisinde monte edilmiş ve her zaman kullanılır durumda bulunmalıdır. Muayenede taksimetre mühür kontrolü de yapılır. Taksilerde kenarları 105 x 320 mm ebadında, ışık geçiren, krom sarısı renginde pleksiglastan imal edilmiş, her iki yüzünde “TAKSİ” yazısı yer alan ayırıcı işaret bulunmalı, taksi kelimesinden başka hiç bir yazı içermeyen bu işaret, geceleri taksi boş iken yakılıp yolcu alındığında söndürülmelidir. İSTASYON 47 SOSYAL MEDYA TWITTER, E-TICARET ALANINA MI GIRIYOR? Neslican Ciddi, Sosyal Medya Uzmanı, Likeable Istanbul n Mikro blog sitesi olarak yola çıkan Twitter, kullanıcılar tarafından zamanla popülerliğini artırdı. Aldığı olumlu geribildirimlerle Twitter, her geçen gün kendini biraz daha geliştiriyor. Son olarak Twitter’ın e-ticaret alanına gireceği konuşuluyor. E-ticaret altyapısı için Stripe ile anlaştığı söylenen Twitter’da tweet’lerin altına eklenecek “Buy Now / Satın Al” seçeneğiyle kullanıcılar, Twitter üzerinden ayrılmadan alışveriş yapılabilecek. E-ticaret markaları için büyük avantaj yaratması beklenen satın alma seçeneği, Twitter’ın markalar tarafından kullanılma oranını da artırabilir. Twitter’ın mikro blog yapısın- dan dolayı kullanıcılar tarafından tercih edildiği bir gerçek. Aynı zamanda Twitter’a satın alma butonu geldiğinde, kullanıcıların Twitter’dan ayrılmadan satın alma işlemini gerçekleştirmesi demek, Twitter’ın rakiplerini geride bırakacağı anlamına gelebilir. Markalar için yadsınamaz faydası dışında kullanıcı deneyimi açısından da oldukça başarı arz eden sistem, Twitter’ı daha da sevdirecek gibi gözüküyor. Her şeyin kolaylaştığı, kullanıcı deneyimini önemseyen projelerin yapıldığı dijital dünyada, kullanıcıların bir ürün gördüğünde web sitesinden ayrılmadan satın alma işlemini gerçekleştirmesi, şüphesiz ki satın alma davranışını olumlu etkileyecek. Facebook’tan “olta” haberlere önlem n Haber akışında kaliteyi artırmak isteyen Facebook, haberleri ön plana çıkarmasına karşılık “hangi ünlü havaalanında yakalandı?”, “böylesini görmediniz”, “bunu gördüğünüze inanamayacaksınız” tarzındaki ‘olta’ haberlerin gösterimini azaltacağını duyurdu. Bu konuda sıkı bir denetim uygulayacak olan Facebook’un kurallara uymayan sayfaların organik erişiminin düşeceği tahmin ediliyor. Online yayınlara açık ara en çok trafik sağlayan Facebook’un yeni düzenlemesi, içerik kalitesini artırırken kullanıcısını da memnun edecek görünüyor. Yeni Foursquare daha çok yeni mekân n Yaptığı güncellemeyle check-in yapma özelliğini tamamen Swarm’a taşıyan Foursquare, logosuyla birlikte bambaşka bir platforma dönüştü. Foursquare kullanıcıları, geliştirilen uygulamayla artık ilgi alanlarına göre yeni mekânları kolaylıkla keşfedecekler. Mekân önerisinde bulunacak olan Foursquare’in, yeni güncellemesinde en önem verdiği noktaysa, aynı kişilere aynı mekânları önermemek. Yani kullanıcılara gittikleri mekânlar ve ilgi alanlarına uygun yeni yerler önerilecek. Kullanıcılar ayrıca, uygulamaya girip ilgi alanlarını kendileri seçerek, yeni mekânlar keşfedebilecek. Örneğin; İtalyan mutfağını çok seven bir kullanıcı, kendi profilinde İtalyan mutfağını ilgi alanlarına eklediğinde, Foursquare o kullanıcıya bu doğrultuda yeni yer önerisinde bulunacak. Kullanıcıların karşısına böylece, ilgilenmediği ya da sevmediği bir yer çıkmayacak. Kişiselleştirme ve kullanıcı deneyimi açısından oldukça ilgi çekici duran bu güncelleme, kullanıcının verileriyle doğru orantılı sonuçlar çıkardığı takdirde, yeni yerler keşfetmek isteyenler açısından çok sevilecek gibi duruyor. Ice Bucket Challenge farkındalık furyası n ALS hastalığına farkındalık yaratmak amacıyla başlatılan #icebucketchallenge kampanyası, son günlerin en çok konuşulan konusuydu. 24 saat içerisinde para bağışı ya da buzlu su dolu bir kovanın baştan aşağı dökülüp başkalarına meydan okunarak farkındalığın yayılması, kampanyanın asıl amaçlarındandı ve büyük ölçüde başarılı oldu. Ancak tabloya bütünsel olarak baktığımızda karşımıza farklı kareler çıkıyor. Patrick Steward gibi yaratıcı ve zekice çözümler üretenlerin yanı sıra dikkat çekmek istedikleri hastalığın ismini telaffuz edemeyenlerden tutun, talihsiz kova kazalarına kurban giden- INSTAGRAM’DAN YENI UYGULAMA: HYPERLAPSE Tuğçe Arugün, Sosyal Medya Uzmanı, Likeable Istanbul Hareketli Tweet’ler Twitter, analitik servisini kullanıcılarına açtı Kubilay Cengiz, Sosyal Medya Uzmanı, Likeable Istanbul n Twitter, bugüne kadar yalnızca reklam verenler, Twitter Card kullanıcıları ve onaylanmış hesapların görebildiği analitik servisini, bütün kullanıcılarına açtı. Twitter’da attığınız her tweet’in kaç kişi tarafından görüldüğü, kaç kez tıklandığı, ne kadar etki yarattığı gibi detaylı analizleri artık siz de görüntüleyebilirsiniz. Bunun için yapmanız gereken tek şey https://analytics.twitter.com adresini ziyaret edip, Twitter hesabınızla giriş yapmak. 48 İSTASYON n Dijital dünyanın eskimeyen dosya türü GIF’lerin Twitter’a gelmesiyle artık tweet’ler de hareketlendi. Şimdiye kadar Twitter üzerinde doğrudan video paylaşmak için tek şansı Vine olan kullanıcılar, bu geliştirmeyle video-tarzı bir içerik türüne kavuştu. Daha önceden Giphy, Tweetpic gibi üçüncü parti servisler üzerinden GIF desteği bulunan Twitter, artık böyle bir desteğe ihtiyaç duymuyor. Kullanıcıların tweet’lerine görsel olarak ekledikleri GIF’ler, tweet açıldığında döngü halinde oynamaya başlıyor. Android ve iOS Twitter uygulamalarında, GIF desteği de bulunuyor. lere kadar, binlerce kişi sosyal medya gündeminde hayli konuşuldu. Öte yandan bazı kesimler de meydan okumak yerine, dünya üzerinde azalmakta olan su rezervlerine dikkat çekmek istedi; kâh Zambiyalı çocukların ilk defa damıtılmış suyla karşılaştığı görüntüleri paylaşarak, kâh Gazze’deki çocukların durumuna dikkat çekmek için başlarından aşağı inşaattan kalan kum yığınını dökerek kampanyaya farklı bir eleştirel bakış kazandırdı. Kampanyanın tüm dünyada ses getirdiği bir gerçek, ancak amacına ne kadar fayda sağladığını siz okuyucuların yorumuna bırakıyoruz. n Geçtiğimiz birkaç yıl içerisinde sosyal medya paylaşımlarında video, emin adımlarla ilerleyerek yerini sabitlemeyi başardı. Yedi saniyeye hikâye sığdırmaktan tutun Microduction tekniğine kadar, birçok yenilik, kısa video paylaşımıyla hayatımıza girdi. Şimdi karşımızda, yepyeni bir uy- gulama var: Hyperlapse. Peki, nedir bu Hyplerlapse? Instagram’ın bu yeni uygulaması, çok basit bir teknik üzerine kurulu. Hyperlapse, belirli aralıklarla çekilen fotoğrafların birleştirilmesiyle uzun süreli olayların kısa bir video içerisinde akıcı bir biçimde gösterilmesiyle oluşuyor ve bu durum Time-lapse video sanatçılarını pek mutlu etmeyeceğe benziyor. Yakın zamanda bu gibi bir ihtiyacı bize en fazla hissettiren parça parça yüklenen ya da tek videoya sığdırmak için hızlıca amacını bile ifade etmeyen #icebucketchallenge videoları olmuştu. Türkiye’den Hyperlapse uygulamasına hayli yoğun ilgi olduğu gözlenirken, önümüzdeki dönemde markalar tarafından yaratıcı kullanımlara zemin olacağına eminiz. Sosyal medya sayfaları ve Gizlilik kontrolünü yaptınız mı? n Facebook’ta neyi, kiminle paylaştığınız gün geçtikçe daha fazla önem kazanıyor. Facebook uzun zamandır gündemde olan gizlilik konusunu kullanıcılarının işini kolaylaştıracak şekilde geliştirdi ve Gizlilik Kontrolü özelliğini uygulamaya başladı. Yeni uygulama sayesinde kullanıcılar, kimin neyi gördüğünü daha hızlı ve kolay kontrol edebilecek. “Privacy Checkup / Gizlilik Kontrolü”ne Facebook’un ana sayfasında, sağ üst köşede bulunan kilit ikonuna tıklayarak ulaşabilirsiniz. Bu uygulama öncelikle içeriklerinizin doğru kişilerle paylaştığınızdan emin olmanıza vesile oluyor. Diğer yandan Facebook ile giriş yaptığınız üçüncü parti uygulamaları ve bu uygulamaların sizin profilinizde yapacağı paylaşımları kimlerin göreceğinizi kontrol etmenizi sağlıyor. Her uygulama için ayrı ayarlama yapabiliyor, kullanmadığınız uygulamaları silebiliyorsunuz. Son olarak da profil bilgilerinizi kimin görebileceğini kontrol edebiliyorsunuz. tarafından hazırlanmıştır. İSTASYON 49 OYUN VE TEKNOLOJİ HAZIRLAYAN: RESUL BUKSUR OTOMOBILIMIZDEKI ÜÇÜNCÜ GÖZ GoPro kameralar, hayatımızın her alanına girdi artık. Peki, bu kameraları araçlarımıza takarsak neler olur? İşte bu sorunun yanıtı… n GRAND THEFT AUTO: SAN ANDREAS YILIN MOBIL OYUNU Geçen yılın Aralık ayında PC ve konsolda efsaneleşen oyun Grand Theft Auto, iPhone ve iPad’lere geldiğinde, oyunun tutkunları tarafından kuşkuyla karşılanmıştı. Ancak şüpheler boşa çıktı. Oyunun son versiyonu San Andreas, dokunmatik ekranlara o kadar iyi uyum sağladı ki, bu sefer oyun yediden yetmişe hızla yayıldı. Hatta beş yaşında fanatik oyuncuları olduğunu bile biliyoruz. Oyunun içindeki şiddet öğeleri belli bir yaşın altında gerçekten zararlı olsa da, bu yaşlara kadar indiği de bir gerçek. Şimdiye kadar denemediyseniz iOS ve Android versiyonlarına 6,99 Dolar ya da 12.99 TL’ye sahip olabilirsiniz. Mini Cooper’ı üreten BMW çoktan kendi konsollarına aplikasyonu entegre etti bile.. n GoPro, günümüzen en popüler kameralarından. Bu kadar çok meraklısı olan bir ürünün, geçtiğimiz aylarda yenilenen iPhone, iPad ve Android aplikasyonu sayesinde hızla yayılan bir trendin, nasıl uygulandığını anlatmamak olmaz. Aracınızın dikiz aynalarının veya varsa bile her zaman bulanık olan park kamerasının ötesine geçmeye ne dersiniz? SANAL GERÇEKLIKTE YARIŞ BAŞLIYOR “Konsolda ya da bilgisayarda otomobil yarışı yapmak isteyenler için yeni bir dönem başlıyor” dersek, abartmış olmayız. Zira 3D teknolojisini taşıyan gözlükler, oyunseverleri sanal âlemin içine çekerek, gerçek bir dünyada yaşıyorlarmış izlenimi yaratıyor. n Bilgisayar ya da konsol fark etmez. Bunlar, otomobil yarışını severler için altın günler. Cihazlar, ekranlar ve oyun motorları o kadar gelişti ki, neredeyse ekranın içine gireceğiz. İşin içine bir de 3D teknolojileri eklendiğinde, durum hayli eğlenceli hale geliyor. Ancak teknolojiyi geliştirenler ve oyun şirketleri, her gün yeni bir maden keşfetmek için çalışmalarını sürdürüyorlar. 3D üzerine sanal gerçeklik de onlardan biri. Sanal gerçeklik ne mi? Gözünüze özel bir gözlük takıyor ve tasarlanmış bir dünyada, tıpkı gerçek dünyadaymışçasına oyunun içine giriyorsunuz. 50 İSTASYON TÜVTÜVRK okurlarına ilk elden bir haber verelim. Kasım ayında otomobil yarışı tutkunlarının merakla piyasaya çıkmasını beklediği yeni Project CARS oyunu, sanal gerçeklik tarafından destekleyecek. Yine her yerde karşımıza çıkan sanal gerçeklik gözlüğü geliştiricisi Oculus şirketiyle işbirliği yapan Project CARS yapımcıları, oyun içinde kafanızı çevirip arkaya baktığınızda gerçekten arkaya görebileceğiniz son derece ilginç bir oyuna imza atmaya hazırlanıyor. Tuhaf görünebilir, ancak bu oyunu eğer Oculus teknolojisi desteleyen bir gözlük takarak oynarsanız, kafa ve belli noktaya kadar vücut hareketlerinizle oyunu yönlendirebileceksiniz. Sanal gerçeklik, merakla beklenen bu oyunun yeniliklerinden sadece bir tanesi... Yeni nesil otomobil yarışı oyunlarından kabul edilen Project Cars, yeni grafik yetenekleriyle de dikkat çekici. Slightly Mad Studios’un geliştirdiği oyun, PC ve PS4 dâhil birçok platformda oynanabilecek. Firma artık efsaneleşen Gran Turismo ve Forza Motorsport ile rekabet için ne gerekiyorsa yapıyor. Oyunda, Need for Speed: Shift’te de bulunan Madness isimli motor kullanılacak. Dahası oyunda gelişmiş bir sosyal yardımlaşma ve profesyonel destek geliyor. Oyunculara, profesyonel yarışçıların tüyolar verecek olması da cabası. Şimdiden belli olan isimler, ünlü İngiliz BBC kanalı otomobil programı sürücüsü “Stig” lakaplı Ben Collins, Clio Cup and European Touring Car Cup yarışçısı ve aynı zamanda Formula 1 yıldızı Lewis Hamilton’ın kardeşi Nicolas Hamilton ile resmi Formula 1 Renault and ELMS sürücüsü Oli Webb. Oyunda, 67 sürülebilir otomobille 52 pist bulunuyor. Son bir bilgi daha; oyunu, Oculus Rift dışında Sony PlayStation 4’ün sanal gerçeklik gözlüğü Project Morpheus’un da desteklenmesi gündemde. Fiyatları malum, 800 Dolar civarında. Zaten varsa, maliyetiniz bir hayli düşüyor. İkinci ve önemli kısım tabii ki kamerayı arabanıza sağlam bir şekilde yerleştirmek. Bunun için şirket, geçtiğimiz aylarda iki yeni aparat çıkardı: Vakumlu ve kelepçe montaj aparatları. Her ikisini de rahatlıkla kullanabilirsiniz. Vakumluyu tercih ediyorsanız, cam veya kaporta yüzeyini çok iyi şekilde temizlemeniz gerekiyor. Kelepçe ise bagaj çubukları ve tampon gibi yerlerde müthiş iş görüyor. Bu arada önemli bir noktayı vurgulamakta fayda var. Kamerayı araçta uygun bir yere de saklayabilirsiniz. Ancak hem caydırıcılık, hem de etik açıdan görülür yerde olması, bizce daha uygun. En sevdiğiniz açıyı belirleyip kamerayı sağlam bir şekilde taktıktan sonra tek yapmanız gereken AppStore’dan veya Android marketten GoPro aplikasyonunu indirmek. Eğer kamera sistemini sürekli olarak kullanacaksanız, size tavsiyemiz uygun Yolda giderken üçüncü bir gözün size eşlik etmesini istiyorsanız, bir taşıma aparatı da alarak akıllı en azından bir GoPro Hero3’ünüzün olması gerekiyor. telefonunuzu veya tabletinizi (ki, bizim GoPro kameranız varsa eğer, kamera, özellikle favorimiz iPad) aracınızı konsolunda uygun bir uzun yola giderken güvenliğinizi artıracak noktaya monte etmeniz. Aplikasyon sayesinde bir öneri olabilir. Kurulumu ve kullanımı son GoPro’nun tüm özelliklerini kablosuz olarak derece basit bir sistem bu… Daha da önemlisi, yönetebilirsiniz. Bununla birlikte anlık olarak görünür haldeki kamera, özellikle tehlikeli görüntünün önümüzde akıp gitmesi de bir diğer bölgelerde caydırıcı etki yaratırken herhangi avantaj. Kayıtlarınızı hareket halinde olduğunuz bir olumsuzluk durumunu kayıt altına alma için henüz anlık olarak aktaramasanız da, kayıt özelliğini de taşıyor. edip hemen sonra cep telefonunuzdaki 3G Sistemin nasıl işlediğine gelince… Öncelikle sayesinde eposta ile gönderebilir, Instagram bir GoPro kamera ediniyorsunuz. Bu sistemi ve Facebook’ta paylayabilirsiniz. GoPro ile ilgili kurmanız için en az HERO3’e ihtiyacınız olacak. bizden bu kadar, eğlencesi size kalmış. n ROBIN WILLIAMS, WORLD OF WARCRAFT’TA Tüm dünyada en fazla oynan MMORPG oyunu World of WarCraft’ın son eklenti paketi Warlords of Draenor, Ağustos ayında kapalı beta testlerini başlattı. Şirket her Beta testte olduğu gibi, efsaneleşmiş gerçek kişileri temsil eden ve onların adını taşıyan özel kahramanları oyuna ekliyor. Beta testlere katılmayı başaran oyun tutkunları, şirketin daha önce söz verdiği gibi, geçtiğimiz aylarda hayata veda eden Robin Williams’ın oyuncu olmayan karakteriyle (NPC) karşılaştılar. NPC’ye Robin adı verildi. Robin’i görmek için oyundaki Talador kıyısına gitmeniz gerekiyor. Buradaki Ever-Burning Lamp’i ovarsanız NPC, Robin Williams’in ünlü repliklerini söylüyor. Eğer Talador kıyılarını dikkatli bir şekilde gezerseniz, Robin Williams’ın filmlerine dair farklı sürprizlerle de karşılaşabilirsiniz. İSTASYON 51 ÇOCUK yarasaların Bazı işitme duyusu Garip AMA , Gercek yaprakların üzerinde SÜBYENİN GÖZBEBEKLERİ EVLERİNİ MAMUT KEMİKLERİNDEN W HARFİ YAPARDI. Bir astronot Ay’da golf topuna vurdu. 52 İSTASYON yapabilir. AVUSTRALYA’DA YAŞAYAN LİRKUŞU OTOMOBİL ALARMLARINI TAKLİT EDEBİLİR. Avusturya’da bir orkestra sebzelerden yapılmış müzik enstrümanları kullanıyor. KEMİK EVİN BİR BENZERİ LARI K I L A B RİNGA RİNG A K BALIK A R A R A K LARI I Ç GAZ GAZ LIKÇRILA KRAR.RI RİNGA BAK A U ARA M K İLETİŞİLİET İŞİAMRAK GAZ ÇIKAR KURA R. İLETİŞİM KURAR. ölü taklidi yürüyen böceklerin sesini duyacak kadar güçlüdür. AŞAĞIDAKİ BİLGİLER SENİ ŞAŞIRTACAK TARİHÖNCESİ DEVİRLERDE YAŞAYAN BAZI İNSANLAR Güney Afrika’daki bir meteor krateri İrlanda’nın tamamından daha büyüktür. Uğurböceği kendini tehdit altında hissettiğinde DAZLAK KARTAL ŞEKLİNDEDİR. SU ÜSTÜNDE YÜRÜMEK İÇİN KANATLARINI KULLANABİLİR. Bir mucit saatte 65 kilometre hızla gidebilen ve benzinle çalışan paten icat etti. İLK MİKRODALGA FIRININ AĞIRLIĞI NEREDEYSE 340 KİLOGRAMDI. Bazı zehirli kurbağalar zehirlerini tatlandırmak için şeker üretir. Avusturya’da çift sayılı çiçeklerden oluşan buketlerin kötü şans getireceğine inanılır. EFSANEYE GÖRE ABD’DEKİ ÖZGÜRLÜK HEYKELİ YAKININA GÖMÜLÜ BİR KORSAN HAZİNESİ İnsanların esnediğini HİKAYEM A O KADAR D I IC SIK DEĞİL! gören köpekler de esner. UZMANLAR HER BALARISININ FARKLI BİR KARAKTERİ OLDUĞUNU DÜŞÜNÜYOR. VAR. Çin’de Çin’de laşık yakin e ’d yaÇ la5 şık 2k3 3kr5 klalışık f2a a y far2k3lı5 dilrklı fa du il şulur. on k konuşudluil r. şulur. konu Avustralya’da tamamen yeraltında yaşayan bir çiçek türü vardır. SPIDER-MAN ABD’DEKİ YOSEMITE ULUSAL PARKI’NDA GECELERİ SIK SIK GÖKKUŞAĞI GÖRÜLÜR. MWANZA düz başlı kaya keleri andırır. Bu konu NATIONAL GEOGRAPHIC KIDS Türkiye dergisinden alınmıştır, NG KIDS abone hattı: 444 18 59 veya 0 850 222 18 59 İSTASYON 53 KÜLTÜR SANAT Hayk Kirakosyan, İskender Pala, Meral Çetinkaya, Selim Atakan, Solgül Öden, Belmin Söylemez, Bülent Emin Yarar ve Ebru Ceylan (soldan sağa) Altın Portakal Jürisi’nde bulunan diğer isimler. EN IYIYI ONLAR SEÇECEK Antalya Altın Portakal Film Festivali, 51 yaşında. Yarım yüzyılı deviren Festival’in bu yılki jüri başkanı ise Yılmaz Erdoğan. n Sadece Türk Sineması’nın değil, Avrupa ve Asya’nın da en köklü organizasyonlarından biri Antalya Altın Portakal Film Festivali. 10-18 Ekim tarihlerinde gerçekleşecek Festival, bu yıl tam 51’inci yaşını kutlayacak. Ön jürinin onlarca film arasından seçtiği 12 film jüri tarafından değerlendirilip bu yılın Altın Portakal’ına değer bulunan yapım ve oyuncular seçilecek. Peki, ödüle değer filmler kimler tarafından belirlenecek. 51. Antalya Altın Portakal Film Festivali Ulusal Uzun Metraj Film Yarışması’nın jürisi, çeşitli disiplinlerden bir araya gelen yönetmen, yapımcı, senarist, oyuncu, görüntü yönetmeni, akademisyen, edebiyatçı ve müzisyenlerden oluşuyor. Kimler mi var bu isimler arasında. Ödüllü yönetmen, kurgucu ve metin yazarı Belmin Söylemez; sinema ve tiyatro sanatçısı, tiyatro yönetmeni ve akademisyen Bülent Emin Yarar; Nuri Bilge Ceylan filmlerinin senaristi ve oyuncusu Ebru Ceylan; görüntü yönetmeni Hayk Kirakosyan; yazar İskender Pala; tiyatro ve sinema oyuncusu Meral Çetinkaya; film müziğinin usta isimlerinden, besteci Selim Atakan ve oyuncu Songül Öden. İşte bu dev kadro oyuncu, yönetmen, senarist Yılmaz Erdoğan’ın başkanlığında toplanarak en iyiyi belirlemeye çalışacak. Vizontele serisi, Neşeli Hayat, Organize İşler ve Kelebeğin Rüyası gibi filmlere yönetmen, senarist ve oyuncu olarak imza atan Yılmaz Erdoğan, daha önce de 2005 yılında 42. Altın Portakal’da jüri üyesi olarak görev almıştı. Ancak Ferzan Özpetek başkanlığında Yılmaz Erdoğan’ın yanı sıra Nuri Bilge Ceylan, Hülya Koçyiğit, Kenan Işık, Tuna Erdem, Zuhal Olcay ve Feride Çiçekoğlu’ndan oluşan 2005 jürisi, en iyi film olarak Ulaş İnaç’ın yönettiği Türev’i seçerek Altın Portakal tarihinin en çok tartışılan kararlarından birine imza atmıştı. Yüzyıllık Aşk 54 İSTASYON Türk Pop Müziği’nin günümüzdeki önemli temsilcileri bir araya geliyor. Nasıl mı? “Extra Orchestra” adını verdikleri ve yakın bir tarihte müzikseverlerle buluşacak albümleri vasıtasıyla… n Müzik, rekabetin yoğun yaşandığı sektörlerden biri… Bu sektörün şarkıcıları listelere girebilmek, albüm satışlarını artırabilmek amacıyla var güçleriyle çalışırken, bir yandan da rakiplerini geride bırakabilmenin yöntemlerini arıyorlar. Ama her zaman işlerin böyle yürüdüğünü iddia etmek de pek mümkün değil. Metin Özülkü, Sibel Alaş, Ferda Anıl Yarkın, Reyhan Karaca ve Ege, birlikte de bir şeyler yapılabileceğini kanıtlamak istercesine bir araya geldi. İsmi geçen şarkıcılar, geçtiğimiz günlerde Türkiye’nin ilk ünlüler orkestrası olma unvanı taşıyan Extra Orchestra’yı kurdular ve DIZISI DE IZLENIR n Ünlü yönetmen Mantin Scorsese imzası taşıyan, başrollerinde Leonardo DiCaprio ve Mark Ruffalo’nun oynadığı “Shutter Island / Zindan Adası” filmini izlemeyen var mı, bilinmez? Eğer kaçırdıysanız, DVD’sini alma şansı da bulamadıysanız, yüreğinizi biraz olsun ferahlatacak bir haberimiz var. Çünkü rivayet o ki, bu filmin şimdi de dizisi çekilecek. İzleyiciden tam not alan birçok yapımda imzası bulunan HBO’nun, dizi versiyonunu yapabilmek amacıyla filmin yapım şirketi olan Paramount ile görüşmelere başladığı söyleniyor. Dizinin çekilip çekilmeyeceği, çekilirse ne zaman yayınlanacağı henüz belli değil. Belli olmayan bir diğer nokta da yönetmenin kim olacağı. Scorsese ismi geçiyor gerçi ama bekleyip görmek lazım. Extra Şarkılar adını taşıyan albüm çalışması içine girdiler. Pasaj Müzik etiketiyle müzikseverlerle buluşacak albümde, her şarkıcı kendi şarkısını ünlüler orkestrası eşliğinde seslendiriyor. Hiçbir kitap onun yerini tutmuyor n İstanbul Modern, kuruluşunun 10’uncu yılın- da Türk sinemasının 100’üncü yıldönümüne ithafen, “Yüzyıllık Aşk” adını taşıyan bir sergi hazırladı. Türkiye’de ilk defa gerçekleştirilen bu araştırma sergisi, 25 Eylül’den itibaren ziyaretçilere açıldı ve 31 Aralık’a kadar gezilebilecek. Türkiye coğrafyasında sinema tarihinin doğuşu olarak anılan 1914 yılından günümüze uzanan 100 yıllık serüvenin hikâyesi olarak nitelendirebileceğimiz serginin küratörleriyse Gökhan Akçura ve Müge Turan. Sinemanın seyirciyle buluşma anlarına, bu buluşmanın yarattığı şaşırtıcı ve büyülü kolektif ve kişisel dünyalara yer veren “Yüzyıllık Aşk”, oluşumundan bugününe, sinemayı yaşatan unsur olarak seyirciye odaklanarak, günümüze kadar pek dikkate alınmayan bir noktadan, seyircinin bakışından Türkiye’de sinema olgusunu değerlendirmeyi amaçlıyor. ÜNLÜLER ORKESTRASI İŞ BAŞINDA NAR PHOTOS, YOLDA n Bağımsız fotoğraf kolektifi Nar Photos’un 2003 - 2013 arşivinden bir derleme niteliği taşıyan “Yolda” sergisi, 28 Mayıs’tan itibaren sanatseverlerin beğenisine sunuldu. İstanbul Modern’de 9 Kasım’a kadar gezilebilecek sergide, Türkiye’nin yakın tarihinde yaşanan veya etkisi bugüne uzanan olay ve durumların özeti var. Konulara dışarıdan bakmayan, tanıklığın ötesinde müdahil olan, samimi bir yaklaşımla ele alınan bu görsel arşiv, ziyaretçileri içinde bulunduğu zamanla yüzleşmeye, hesaplaşmaya davet ediyor. n Bir yazar düşünün, daha ilk kitabında milyonlarca okur kitlesine hitap etmeyi başarabilsin. Hatta kitabı filme alınıp hasılat rekorları kırsın. İngiliz yazar J. K. Rowling, kaleme aldığı Harry Potter kitabıyla, işte tam da böyle bir başarıyı yakaladı. Yedi kitaplık seri, yediden yetmişe herkesin ilgisini çekti. Sonra… Sonra Rowling, biraz da Harry Potter’dan aldığı cesaretle Boş Koltuk adını verdiği bir kitabı daha okurla buluşturdu. Fakat heyhat… Bu kez olmadı; aynı başarı yakalanamadı. İşte bu durum Rowling’i yeni bir adım atmaya yöneltti ve yazar, Harry Potter için ek bir bölüm yayınladı. Kendisine ait “pottermore. com” adlı internet sitesinde yayımlanan bölüm, daha önce serinin hiçbir kitabında yer almayan bir karakterin hikâyesini anlatıyor. Yayınlanan ek kısımda Celestina Warbeck isimli karakter, Harry Potter’ın en yakın arkadaşı Ron’un annesinin en sevdiği şarkıcı olarak tanıtılıyor. Yeni bölümde kitabın hayranları, karaktere ait olan şarkıyı da dinleyebiliyor. Bakalım J. K. Rowling, bu tür kısa hikâyeleriyle eski günlerine geri dönebilecek mi? YALAN DÜNYAYA SANAL ZIYARET n Televizyon kanalları yeni yayın dönemi münasebetiyle onlarca dizi ve programı izleyicinin beğenisine sunadursun, Google Maps, yeni uygulamasıyla geniş kitlelerin gönlünü fethetmeyi başarmış görünüyor. Zira Google Maps, Game of Thrones, True Detectivi gibi milyonlarca izleyici kitlesine sahip dizilerin setlerini yeni uygulaması sayesinde meraklılarının ziyaretine açtı. Tabii sanal olarak… Google’ın kullanıcılarının beğenisine sunduğu bu yeni uygulama sayesinde, birçok önemli yapımın hayranları, çekimlerin gerçekleştiği yerlerin orijinal halini sanal olarak gezebilme imkânı buluyor. İSTASYON 55 GECİKME CEZALARINA İNDİRİM ARAÇ SAHİPLERİNE GÜN DOĞDU! Torba yasa olarak bilinen 6552 sayılı yasadan, araç sahiplerinin yüzünü güldürecek bir düzenleme çıktı. Araç muayenesi, trafik cezası ve motorlu taşıt vergisi gecikme ücretlerinde büyük indirimler getirildi. Muayenesini geciktiren araç sahipleri, muayene ücretlerini ödemedikleri her ay için yüzde 5 ceza bedeli yerine, çok daha düşük olan enflasyon oranından borçlarını ödeyebilecekler. İşte detaylar... ARAÇ MUAYENESİNDE 100 LİRA’LIK BORÇ 18 LİRA’YA İNİYOR! Gecikme ücreti oluşan dönem ve süreye göre borç tutarının YEDİDE BİRİ oranında indirimlerle ödenebiliyor. Örneğin(*); 1 yıl gecikmiş bir otomobil için 100 TL yerine 18 TL, 4 yıl gecikmiş bir minibüs için 400 TL yerine 50 TL, 4 yıl gecikmiş bir kamyon için 535 TL yerine 68 TL, 4 yıl gecikmiş bir traktör için 203 TL yerine 25 TL, 10 yıl gecikmiş bir minibüs için 991 TL yerine 120 TL, 10 yıl gecikmiş bir otobüs/kamyon için 1340 yerine 169 TL, 10 yıldır muayenesiz bir traktör için 510 TL yerine 62 TL, ödenerek aftan yararlanılabiliyor. *Rakamlar yaklaşıktır. KDV dahildir. Her araç için gecikme süresine göre farklı oranda indirimler oluşabilir. BAŞVURMAKTA GECIKMEYIN Mtv, trafik ceza gecikmeleri için de yeniden yapılandırma imkânı geldi SON BAŞVURU Yasalara göre araç muayene işleminin gerçekleştirilmesi için, araç sahiplerinin Motorlu Taşıtlar Vergisi, Trafik Cezası veya otoyol geçişleri borcunun bulunmaması gerekiyor. Kanun düzenlemesiyle, bu borçları nedeniyle uzun süre aracını muayene ettiremeyen araç sahipleri için önemli bir fırsat doğdu. ARALIK 120 LİRA’NIN ALTINDA KALAN TRAFİK CEZALARI SİLİNİYOR 31 Aralık 2013 tarihinden önce verilmiş olan ve tutarı 120 liranın altında kalan trafik idari para cezalarının tebliğ edilmesinden, tebliğ edilmiş olanlarınsa tahsilinden vazgeçilecek. YARARLANMAK ISTEYENLER NE YAPMALI? • Araç muayenesi için öncelikle Motorlu Taşıtlar Vergisi, trafik cezası veya otoyol geçiş borçlarının bulunmaması gerekiyor. • TÜVTÜRK randevu aşamasında veya öncesinde borç sorgulaması yapabilir. • Borcu olan araç sahipleri 1 Aralık 2014 tarihine kadar www.tuvturk.com.tr internet adresinden borçlarını online olarak yeniden yapılandırarak ödeyebilir. ARALIK SON GÜN IKINCI EL SATIŞTA KOLAYLIK! MUAYENESİZ TRAKTÖR VE MOTOSİKLETLER İÇİN BÜYÜK FIRSAT Muayenesini yaptırmamış 1 milyon 700 bin motosiklet ve 1 milyon traktör sahibinin de yeni yasal düzenlemeden yararlanması bekleniyor. 2014 yılında yürürlüğe giren bir yönetmelikle muayenesi olmayan araçların, artık ikinci el satışı yapılamıyor. Yeni yasal düzenleme sayesinde ikinci el satışta karşılarına çıkacak yüksek tutarlı vergi ve trafik cezası borcu olan araç sahipleri, borçlarını borçlarını yeniden yapılandırma fırsatına kavuşuyor. BORÇ YOKSA VEYA YENIDEN YAPILANDIRILMIŞSA; • www.tuvturk.com.tr internet adresinden ve 0 850 222 88 88’den ücretsiz randevu alınarak muayeneye gelinebilir. • Bu fırsattan yararlanmak isteyenler, gecikmiş muayenelerini 31 Aralık 2014 tarihine kadar yaptırabilir. 11 Eylül 2014’ten sonra muayene süresi dolan araçlar, geciktikleri takdirde, her geciktikleri ay için yüzde 5 ceza ödemeye devam edecek. Motorlu Taşıt Vergisi, trafik idari para cezaları, köprü ve oto yollardan usulsüz geçişler nedeniyle kesilen cezaların gecikmesinin tamamı af kapsamına girecek ve gecikmeler mevcut oranlar yerine aylık enflasyon oranından hesaplanacak Motorlu Taşıtlar Vergisi ve trafik para cezaları peşin ödenebileceği gibi altı, 12 ve 18 eşit taksitte de ödenebilecek. Ücretsiz ayrıntılı bilgi için www.gib.gov.tr ve www.tuvturk adreslerini ziyaret edebilir veya T.C Maliye Bakanlığı’nın Vergi İletişim merkezi 444 0 189 NO’lu bilgilendirme hattını arayabilirsiniz. Ücretsiz Araç Muayene randevusu için www.tuvturk.com.tr internet adresini ziyaret edebilir ve 0 850 222 88 88 numaralı çağrı merkezini arayabilirsiniz. 56 İSTASYON İSTASYON 57 TÜVTÜRK Gezici traktör muayene istasyonu yola çıkıyor TÜVTÜRK KALIBRASYON LABORATUVARI AÇILDI İstasyonlarda kullanılan manometre, şeritmetre ve lastik diş derinlik ölçüm kumpaslarının kalibrasyonunu yapacak TÜVTÜRK Kalibrasyon Laboratuvarı, 24 Haziran’dan itibaren hizmet vermeye başladı. İstanbul’da, Maslak Atatürk Sanayi Sitesi’nde kurulan laboratuvar, gelen cihazların tüm standartlara uygun şekilde kalibrasyonunu yaptıktan sonra, ilgili istasyonlara gönderiyor. Laboratuvarın açılışıyla birlikte TÜVTÜRK Kalibrasyon ekibi de göreve başladı ve Haziran ayında 18 istasyonTaksilerdeki güvenlik seviyesini artırmayı, taksi şoförlerinin kendi kenda 38 kanalın kalibrasyon işlemini gerçekleştirdi. dine düzeltebileceği kusurlar için muayene tekrarına gelmelerini önlemeyi Temmuz’da dört istasyonda 15 kanalın bakım amaçlayan TÜVTÜRK, yeni bir kampanya başlattı ve taksi şoförlerine yönelik bilgilendirkalibrasyonu tamamlandı. Laboratuvarlame çalışmaları yaptı. TÜVTÜRK, İstanbul Taksiciler Esnaf Odası’yla işbirliğine giderek, takrın faaliyetleri hızla gelişiyor. si sahipleri veya kullanıcılarının, muayene öncesinde kendi kendilerine kontrol ve tamir edebilecekleri noktaları broşür haline getirdi. Bu projeyle ayrıca sadece İstanbul’da günde ortalama 200 bin kişinin yararlandığı taksi hizmetinin trafik ve yolcu güvenliğine uygun olarak verilmesi hedefleniyor. Taksi sahiplerinin ve/veya şoförlerin kolayca yapabileceği; araçtaki fiziki kusurları, aydınlatmayı ve lastikleri kapsayan kontroller hakkında bilgilerin sunulduğu broşürler, Zeytinburnu, Kartal, Ferhatpaşa, Bağcılar ve Kadıköy’de taksimetre ücretlerindeki yeni düzenleme nedeniyle toplu halde taksimetrelerini ayarlatmaya gelen taksicilere dağıtıldı. Broşürlerde ayrıca, araçlarda sadece TÜVTÜRK’ün uzman teknisyenlerince tespit edilebilecek kusurların bulunabileceğine; broşürde bulunan sorunların olmamasının, TÜVTÜRK’ün, Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanlığı’nın (UDHB) koordinasyoaraç muayenesinin olumlu sonuçlanacağı anlamına nuyla 2010’dan bu yana desteklediği Trafikte Sorumluluk Hareketi (TSH) kapsamında, özel hegelmediğine dikkat çekildi. def gruplarına alt projelerle ulaşma stratejisiyle oluşturulan çalışmalar tüm hızıyla devam ediyor. Bu strateji doğrultusunda, taşımalı eğitim sisteminde çalışan servis şoförlerine özel, yeni bir proje hayata geçirildi. UDHB, Jandarma Genel Komutanlığı, TÜVTÜRK ve MicheToplantıya UDHB Karayolu lin Lastikleri arasında imzalanan Düzenleme Genel işbirliği protokolüyle uygulamaya Müdürlüğü Denetim, alınan “İyi Dersler Şoför Amca” Kontrol ve Araç Muayene adı verildi. Projeyle servis şoförDairesi Başkanı Yılmaz lerine trafik güvenliği, ilk yardım, Kılavuz, JGK Trafik Şube Müdürü Jandarma Yarbay iletişim ve ilgili mevzuat eğitimMete Özcan, Türkiye leri verilecek. Çalışmada ayrıca Şoförler ve Otomobilciler okul yönetimi, öğretmenler, öğFederasyonu Genel renciler ve velilere yönelik çeşitli Sekreteri Nesip iletişim faaliyetleri de gerçekleşKemaloğlu’nun yanı sıra tirilecek. Projenin hazırlık çalışMichelin ve TÜVTÜRK malarına yön verebilmek, proyöneticileri katıldı. je ortaklarıyla hedef gruplar arasında iletişim ve etkileşim kurabilmek üzere 27-28 Ağustos’ta Ankara Başkent Öğretmenevi’nde Proje Gelişim Çalıştayı düzenlendi. Proje ortakları, pilot illerdeki taşımalı eğitim şube müdürleri, akademisyenler, taşımalı eğitimde görev alan servis firması sahibi ve şoförleri konuyla ilgili görüş ve düşüncelerini paylaştılar. Bu proje, taksicilere özel İYI DERSLER ŞOFÖR AMCA! 58 İSTASYON Tarım alanında faaliyet gösteren traktör sürücüsü ya da sahiplerinin, muayene istasyonlarının uzak olması nedeniyle araçlarını muayeneye getirmekte zorlandığı gerçeğinden hareket eden TÜVTÜRK, çiftçilerin yaşamını kolaylaştıracak bir çalışmaya imza attı. Ulaştırma Denizcilik ve Haberleşme Bakanlığının yaptığı son düzenleme ile kullanımına izin verilen gezici traktör muayene istasyonlarını hizmete sunan TÜVTÜRK, bu proje aracılığıyla çiftçilerin araçlarının kolayca ve zamanında muayene edilmesinin sağlanması hedefleniyor. Öncelikle Adana, Ankara, Antalya, Balıkesir, Bursa, Çorum, İzmir, Kayseri, Konya, Manisa ve Samsun’da uygulanacak bu projede çiftçiler, www.tuvturk.com adresini ziyaret ederek ya da 0850 222 88 88 numaralı telefonu arayarak kendilerine en yakın gezici traktör muayene istasyonuyla ilgili bilgi alabilecek. Böylece çiftçiler hem traktörlerini daha güvenli hale getirecek hem de muayene eksikliği nedeniyle doğabilecek olası sorunları yaşamayacak. Bununla birlikte gezici traktör muayene istasyonu olarak hizmet verecek araçların Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanlığı tarafından denetimi yapıldı. Bakanlık yetkililerinin yaptığı denetime Müsteşar Yardımcısı Talat Aydın, Karayolu Düzenleme Genel Müdürü Ali Rıza Yüceulu, Denetim, Kontrol ve Araç Muayene Dairesi Başkanı Yılmaz Kılavuz ve Şube Müdürü Atilla Karaaslan nezaret etiler. FETHIYE’DE MOTOSIKLETLERE ÖZEL ISTASYON Her şey daha iyi hizmet için Müşteri memnuniyetinin sağlanması ve araç sahiplerinin ihtiyaçlarının karşılanması için sürekli yeni adımlar atan TÜVTÜRK, İstanbul’daki Tuzla İstasyonu’ndaki kanal sayısını dörtten altıya çıkardı. Böylece TÜVTÜRK’ün İstanbul’daki 15 adet istasyonunda toplam kanal sayısı da 77’ye yükseldi. Ağır ve ticari araçların yoğunlukla bulunduğu Tuzla ve çevresindeki araç sahiplerinin muayenelerini daha etkin bir kapasitede yaptırabilmelerini sağlayacak ek kanallar, 20 Ağustos’tan itibaren hizmete girdi. Motosiklet kullanıcılarının muayene işlemlerini daha kolay yapabilmesini ve böylece trafik güvenliğini artırmayı hedefleyen TÜVTÜRK, İstanbul ve Antalya’dakilerinin ardından motosikletlere özel dördüncü istasyonunu Fethiye’de hizmete açtı. Fethiye şehir merkezinde, Adnan Menderes Bulvarı’nda faaliyet gösteren istasyon, motosiklet kullanıcılarına büyük kolaylık sağlayacak. Motosiklet sahipleri, uzman teknisyenlerin görev aldığı istasyondan randevulu ya da randevusuz yararlanabilecek. Randevu için www.tuvturk.com.tr internet adresi ziyaret edilebileceği gibi 0850 222 88 88 numaralı çağrı merkezi de aranabilecek. Bununla birlikte TÜVTÜRK’ün Muğla sınırları içindeki Fethiye, Bodrum, Marmaris, Muğla Merkez ve Milas araç muayene istasyonlarında, motosiklet muayenesi hizmeti verilmeye devam edecek. Ödüle değer öneriler Çalışanların, sisteme katkı sağlamasını hedefleyen TÜVTÜRK, bir süredir Bireysel Öneri Prosedürü adıyla bir uygulama gerçekleştiriyor. Prosedür çerçevesinde 2013 yılına ait bireysel öneriler değerlendirildi. Bu değerlendirmenin ardından Aydın Merkez İstasyonu Amiri Akın Toker’in tespit muayenesi ve çekme belgeli araçlarda belge kontrolü; Van Erciş İstasyon Amiri Ali Ercan Hükenek’in Egzoz Emisyon Muayenesi raporlarının rengi; Malatya Merkez İstasyon Amir Yardımcısı Ercan Salman’ın mobil istasyon cihaz kumandasıyla ilgili önerileri ödüle değer bulundu. İSTASYON 59 TÜVTÜRK Egzoz gazı emisyon testi eğitimlerine devam BILMEK HER ZAMAN KAZANDIRIR! Egzoz Gazı Emisyon Kontrolü ile Benzin ve Motorin Kalitesi Yönetmeliği’nde 30 Kasım’da değişiklik yapılacak. Değişiklik nedeniyle oluşacak ihtiyacı karşılamayı amaçlayan TÜVTÜRK Akademi, egzoz gazı emisyon ölçümü eğitim sertifikası verme yetkisi alarak, bu alandaki çalışmalarını yoğunlaştırdı. Gerek kurum içinde çalışanlara, gerekse dışarıdan gelen katılımcılara eğitim ve bu eğitimlerin ardından sertifika veren TÜVTÜRK Akademi, bugüne kadar 19 lokasyonda 1325 kişiye ulaştı. İstanbul istasyonlarında yapılan muayene hizmetine, bilgi birikimini geliştirmek ve de kaliteyle bütünleştirerek değer katmak için düzenlenen Bilgi Yarışması Finali, 23 Ağustos’ta Orhanlı İstasyonu’nda gerçekleşti. 180 kişinin katılımıyla gerçekleşen finalde Haraççı İstasyonu birinci olurken, bu istasyondan yarışmaya katılan Aydın Yangöz, Osman Tatlısu, Gökhan Demir ve Selçuk Tevattepe, İspanya seyahati kazandı. Misafirlerin barbekü partisiyle ağırlandıkları organizasyonda, eğlence DJ eşliğinde devam etti. Bununla birlikte, 2013 yılında bu yarışmaya katılıp birinciliği elde edenler, ödülleri olan Almanya seyahatini gerçekleştirdiler. İlyas Karabulut, Esra Saykal ve Erdoğan Yurttaş, Operasyon Müdürü Namık Volkan Akdemir ile birlikte dört günlük Münih gezisine gittiler. TÜV SÜD Genel Merkez, İstasyon ve Crash Test Center’ı ziyaret eden katılımcılar, tarihi şehir turu yapıp, BMW Müzesi’ni gezdiler. Tarım araçları için bu kez Samsun’a gidildi İçişleri Bakanlığı Emniyet Genel Müdürlüğü başta olmak üzere ilgili kurum ve kuruluşların Tarım Araçlarının Güvenli Kullanımı Projesi’nin yurt geneline yaygınlaştırılması kapsamında sürdürdüğü çalışmaların son durağı Samsun’du. Projeyle, başta traktörler olmak üzere trafiğe çıkan tüm tarım araçlarının şoförlerinin trafik kurallarıyla ilgili bilgilendirilmesi, güvenli sürüş tekniklerinin benimsetilmesi, tarımsal faaliyetlerin güvenli bir şekilde yapılmasının sağlanması, sürücülerin araçlarını daha iyi tanıması ve böylece tarım araçlarının sebebiyet verdiği trafik kazalarının azaltılması amaçlanıyor. Traktörlerin muayene oranlarının artırılması hedefi doğrultusunda gerek bizzat, gerekse iş ortakları kanalıyla faaliyetler düzenleyen TÜVTÜRK, 11 Eylül’de Samsun’da gerçekleşen bu dördüncü etkinliğe katılım gösterdi. TÜVTÜRK’ün Samsun’daki İş Ortağı Özön A.Ş. tarafından temsil edildiği ve Bafra Asırlık Büyük MEB Temel Eğitim Genel Müdürlüğü, Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme BakanPark’ta gerçekleşen etkinlikte, temsili bir traktör muayelığı ve TÜVTÜRK’ün işbirliğiyle hayata geçirilen Can Dostları Hareketi’nde çıta her genesi yapılarak traktör muayenesinin önemiyle ilgili çen gün yükseliyor. Trafik güvenliği ve bireysel sorumluluk konusunda farkındalığı artırmayı görsel materyaller dağıtıldı. hedefleyen projede, ilkokulların dördüncü sınıf öğretmenlerine özel eğitim seminerleri verili- CAN DOSTLARI HAREKETI’NDE ÇITA YÜKSELIYOR yor. Seminerlere katılanlar, daha sonra kendi okullarındaki diğer dördüncü sınıf öğretmenlerine eğitim programını aktarıyor. Proje dâhilinde öğrencilere ve velilere trafik güvenliği eğitimi verilirken servis sürücülerine yönelik iletişim çalışmaları yapılıyor. İlki 2010-2011 eğitim öğretim yılında gerçekleşen eğitimlerle bugüne kadar, Türkiye genelinde 385 ilköğretim okulunda 3 bin 700 öğretmene eğitim verildi. Öğretmenler aracılığıyla 115 bin öğrenciye, 230 binden fazla veliye ve 7 bin servis şoförüne ulaşıldı. 2014-2015 eğitim öğretim yılına ilişkin eğitim seminerinin ilki, 2-4 Eylül’de düzenlendi. 11 ilden 95 öğretmenin katıldığı seminerde, trafikteki tehlike ve riskler, taşıt sahibi olmanın getirdiği sorumluluklar, kazalardan korunma, emniyet kemerinin önemi gibi konular ele alındı. TÜVTÜRK İletişim ve İş Geliştirme Direktörü Koray Özcan, Trafikte Sorumluluk Hareketi hakkında bilgi paylaştıktan sonra, projenin TÜVTÜRK’ün toplumsal gelişime katkıda bulunma hedefinin parçası olduğunu belirtti. Proje aracılığıyla bu eğitim öğretim yılında, 11 ilde 682 öğretmene, 21 bin öğrenciye, 42 bin veli ve 500 servis şoförüne ulaşılması planlanıyor. 60 İSTASYON İzmir Fuarı’nda trafik eğitimi TÜV SÜD İLETİŞİM YÖNETICILERI İSTANBUL’DA AĞIRLANDI TÜV SÜD Doğu ve Orta Avrupa Bölgesi iletişim yöneticileri toplantısı, 7-9 Eylül tarihlerinde gerçekleşti. İstanbul’daki Point Hotel Barbaros’ta düzenlenen etkinliğe TÜV SÜD Global Pazarlamadan Sorumlu Başkan Yardımcısı Liz Fendt başta olmak üzere, bölge pazarlama yöneticileri katıldı. TÜVTÜRK İletişim ve İş Geliştirme Direktörü Koray Özcan, toplantının son günü TÜVTÜRK’ün iletişim faaliyetlerini ve Trafikte Sorumluluk Hareketi’ni anlatan bir sunum yaptı. 10 Eylül’deyse TÜVTÜRK Tuzla, Dudullu, Maslak Motosiklet İstasyonlarının yanı sıra TÜVTÜRK Genel Müdürlüğü ziyaret edildi. Trafikte Sorumluluk Hareketi (TSH), bu kez de İzmir’deydi. TSH kapsamında, 5-7 Eylül tarihlerinde İzmir Fuarı’nda, trafik güvenliği ve bireysel sorumluluklarla ilgili farkındalığı artırmayı amaçlayan saha etkinlikleri düzenlendi. İzmirliler, etkinliklerde emniyet kemeri takmanın önemini simülatörler vasıtasıyla birebir yaşayarak öğrendiler. Simülatördeki 360 derece dönen araca, emniyet kemeri takarak ve takmadan binen katılımcılar, 5 kilometre gibi düşük bir hızda takla atan araçta emniyet kemerinin nasıl hayat kurtardığını yaşayarak öğrendi. Alkol gözlüğüyle minyatür kaleye şut çekmeye çalışan İzmirlilerse alkolün algılar, muhakeme ve hareket kabiliyeti üzerindeki etkisini idrak ettiler. Vatandaşlar, trafik güvenliği konulu bilgi yarışmasına da büyük ilgi gösterdi. Bunun yanında, iki tekerlekli araçlarda kask takmanın önemine dikkat çeken bir yarışma düzenlendi. İzmirliler etkinlik alanında yer alan TÜVTÜRK Gezici Araç Muayene İstasyonu’nda taşıt güvenliği ve araç muayeneleri hakkında merak ettiklerine yanıt bulabildiler. Üç gün süren etkinliğe, yaklaşık 12 bin kişi katıldı. İstanbul’da randevusuz araç muayenesi yapılmayacak! TÜVTÜRK, İstanbul’da sadece randevuyla hizmet veren istasyon sayısını artırdı. Uygulandığı istasyonlarda müşteriler tarafından memnuniyetle karşılanan randevu sistemi, 16 Haziran’dan itibaren Şile ve Kavaklı istasyonlarında da geçerli olmaya başladı. Muayene taleplerinin hafta ve gün içerisine eşit şekilde dağılmasında etkin bir rol oynayan randevu sistemi, araç sahiplerinin istasyonlarda daha az beklemesine, dolayısıyla zamandan tasarruf etmelerine aracılık ediyor. Şile ve Kavaklı’dakiler de dâhil edildikten sonra, TÜVTÜRK’ün İstanbul’da bulunan Çatalca, Dudullu, Esenyurt, Hadımköy, Haraççı, Kavaklı, Mimarsinan, Orhanlı, Pendik, Samandıra, Silivri, Şile ve Tuzla araç muayene istasyonlarıyla Kızıltoprak ve Maslak’taki motosiklet muayene istasyonlarının tamamında, sadece randevuyla araç kabulü yapılacak. Bu istasyonlarda, periyodik araç muayenesinin yanında tadilat sonrası muayene, tespit ve muayene tekrarı hizmetleri de artık sadece randevulu olarak alınabilecek. Yalova Emniyeti bilgilendirildi TÜVTÜRK, Yalova İl Emniyet Müdürlüğü ve Jandarma Komutanlığı personeline araç muayenesini konusunda bilgi veren bir toplantı yaptı. 20 Ağustos’ta yapılan toplantıya, her iki birimin müdür yardımcılarıyla albay rütbesine sahip 120 kişi katıldı. Toplantıda katılımcılara TÜVTÜRK adına Alper Demirel ve Raşit Bayraktar, TÜVTÜRK Yalova İş Ortağı Yalı AŞ adınaysa Faruk Seyman ile Vedat Çiçek bilgi aktardı. İSTASYON 61 ENGLISH SUMMARY She finds odds about humans attractive Tülin Özen, who came into our lives with the Golden Orange award she won 10 years ago for her role in “Angel’s Fall”, chooses the hard path in cinema, theatre and TV. Interview by: BAHAR ÇUHADAR Photos: MURAT YILMAZ Let the first question be about engineering: Have you ever benefited from being an engineer when you’re acting? I have never thought anything like “I act more easily because I studied engineering.” However, knowing mathematics is something else… Since math is bringing all kinds of problems on a logic system and coming to conclusions with propositions, it helps when I am reading a scenario. You get more practical while you read some at Turkish State Theatres back in the day. Then I was given an award for my role in “Meleğin Düşüşü / Angel’s Fall” and then recognized as an actress. In fact, I was already in an ongoing process. I was acting as a supporting actress at State Theatres. I was very young at the time of Angel’s Fall, and I played that role because it was suitable for my age. I started acting because I was curious about being an actress when I was a student at ITU. Otherwise, there was no such You usually work with independent directors; and you take part in TV series every now and then. How did you overcome the difficulties of this process? What kind of prejudices about the cinema did you have before, for example? I did not have any prejudices. I was rehearsing 62 İSTASYON Are you more attracted to the areas in which you can learn new things? Yes, I find the odds about humans very attractive. When Erden Kıral offered me that role in “Vicdan”, there was a weird situation in the film such as a woman’s cooperation with “the other woman”, turning her back on her husband whom she loved very much, and being curious about the woman he was having an affair with. That was really a surprise. I think it was something that was needed to be told about a woman. It is debatable that it was told a hundred per cent well, though. So the character you will play has to excite you? Yes but it does not always go that way; it’s hard to find that. I feel stuck about the job offers at this point because a lot of people think they know me better. But there is no such thing. SHE WAS AWARDED WITH GOLDEN ORANGE FOR HER ROLE IN “ANGEL’S FALL”. SHE WAS WIDELY EMBRACED FOR THE MERYEMCE CHARACTER SHE PLAYED IN THE TV SERIES “BEYAZ GELINCIK.” things. To know physics or mathematics colors up your life. You know, acting is also moving your body… Even when you shoot the most psychical scene, you see some things more clearly. the offer to play in Angel’s Fall. I was jumping around in happiness. You do what makes you happy. Would you give up that happiness and choose the other? I don’t think so. thing like “I will be an actress; I will take part in TV series.” It seems that you went with the flow. However, you have always chosen the hard path… How did this motive take shape? They were what I wanted to be a part of, anyway. It’s all intuitive. At the time of “Angel’s Fall”, I was made an offer to play a lead role in a TV series. I received both offers at the same time and I remember my reaction when I was made Can they put you into classifications? Cause it seems like you can’t be stereotyped easily… I think so, too. But people are so keen on stereotyping. I never say “He makes that kind of motives or she plays such and such characters” about a director or actor/actress friend. I know from experiences that one may not want to do only that kind of stuff. There are many classifications; I’m sure they put me into one in someway or other. What kind of a classification, for example? I played a woman who cried for two years in my first TV series “Beyaz Gelincik”. So for example, there is a general opinion about me such as “She cries very well.” I’m talking about simple classifications but those classifications are simple anyway. For instance, what is “a woman’s film?” It is said that “No woman’s film is made in Turkey”. What is it; is it a film in which there İSTASYON 63 ENGLISH SUMMARY Gastronomy is their job is a female protagonist or in which the woman is strong? Is it a film in which women defeat men? What is it? I really could not understand. When will we say “This is a woman’s film?” We watch many man’s films with horrible characters. There are many nasty male characters that we admire. That, for example, happens to be “a man’s film.” What is needed to be done when it’s a woman’s film? In addition, that woman has to be on the right side politically. There is no such problem for a man; he can do all kinds of dirty tricks. It becomes “a man’s film with a very good acting.” Even that may not be the case when it comes to women. It is so dangerous to separate them like that… There are many classifications like that, and I don’t like them. Let me watch whatever I will watch, and let it leave whatever impression on me. As in the whole world, gastronomy and culinary arts are booming in Turkey. Talent itself is not enough in the kitchen, just like in every other field of business. Written by: TÜMAY YAZICI E How do you get over the times that your popularity rises? I haven’t done anything so far… I get my photos taken more often. When people say “Hello” to me, I’m surprised thinking “Do I know this person? Ah, ok, I’m an actress.” However, I have never come across a situation that has kept me from getting on a bus or metro. Of course there are people experiencing that kind of things. Maybe you would, after the movie “Pek Yakında”; it’s a movie for the masses after all… Yes but ‘Beyaz Gelincik’ was also rated very high. Of course, I don’t know if it will have a different affect considering that it’s Cem’s (Yılmaz) film. But I would not gain such a big popularity anyway. Hundreds of actors/actresses have passed by. You have also worked with great people who are very good at their job. What have you gained by working with them? For example, if you are making a film with Erden Kıral, the only topic that is being talked about during the filming is cinema. They tell you about cinema. Those people remind you the essence of the job you are doing. And they do it from a new place. They have watched the most recent films before you do; they want to do something new. If you are excited after years, it’s great… I also witnessed the point where Semih Kaplanoğlu created his own cinema and said “This is my language of cinema.” It’s such a beautiful thing… How do you solve the problem of making time for the theatre, cinema and TV series? Generally, I let the others know about (unlike many actors) the first job I say yes. You can just say “I have a play; if it is not going to work then let’s not do it.” When you do it from the beginning, the others can be arranged accordingly. part of; would you like to be a part of it?” I said yes. After the script was written, I read it and said yes again. I never felt like I was going to be in a popular film. “Pek Yakında” is a movie for the masses… You, on the other hand, have worked for independent films so far. What kind of experiences did you have in such a big set? What Cem Yılmaz does after all is making a film, making a good film and telling a story. When we started talking about it, he only mentioned the story. We did not talk about how big the film was going to be or how many audience he was targeting etc. When I first went to see him, he just told me about the story. He told me how the woman was placed in the story, and asked me whether I would like to play her or not. He said “There is a story here and I want to make a good film out of it; what I would like to tell is something innocent that you can be a Cem Yılmaz builds a sterile and nice set… He builds a great set with people he gets along with and people who do their job well. You understand that he respects the effort one will make for that job. He is lucky to have that money compared to many people but if it was all about money, we would have a bad set. He just builds a set with people whom he gets happy to work with, who understand him, and who can develop what he wants to do. It’s a place where there is a good web of communication just like a small set. I can’t be happy in a place where workers are discriminated, and Cem doesn’t do it. No matter how crowded the set was, I knew everyone’s name; I chatted with everyone, and worked with great people. ating is a must in our lives; above all, it’s a physiological need. However, nowadays it is such a common pleasure throughout the world that people, who are not specifically interested in it, are fed up with the whole trend. Also, like every other means of popular pleasure, it’s an object of a giant sector. Really, both eating and cooking had never been this popular. Few people can eat their meal without sharing it on social media. Add to this fact the cooking programs on TV. Local or international TV channels are full of cooking shows. Some people try to imitate them, while some go after what they cook on TV, and take photos of the food when they’re eating. So, there is a sector here that is no more a physiological need and delicious companion of life. Instead, we have a sector here that will never die, as the old saying goes. On the contrary, its popularity increases day by day. The fact that big companies have recently been making great investments in this sector is a big sign. Food&beverage sector or gastronomy and culinary arts if we put it more academically, appears as an attractive career for both the youth and adults because of the job opportunities it offers. While there used to be apprenticeship or chefs that were graduated from vocational high school; now there are 4 or 2-year gastronomy departments at many important universities in Turkey, and there are certificate programs that private academies offer. Celebrating its 10th anniversary this year, Culinary Arts Academy of Istanbul (MSA) is one of the leading institutions in this field. Providing professional culinary education for the sector, this private institution offers a 12-month program, 8 months of which is comprised of theory and practice; and 4 months of which includes mandatory internship. The new but powerful institution in the field is Doors Akademi. The professional programs at Doors Akademi are carried out four times a year. After the candidate applies to the program, he/she is contacted by the school and registered ac- cording to his/her area of interest upon a pre-interview. In addition, both institutions provide professional food/beverage management education for those who want to open a café, restaurant or a bar. Within this education program, students learn all practices in food/beverage sector in detail while they develop their management skills, and have knowledge about all basic functions such as purchasing, sales, marketing, storing, production, service, menu information and preparing beverage lists. In this sector, practice is as important as theoretical knowledge especially for those who want to build a career in the kitchen, and to become a chef. Therefore, these schools make room for practice in considerable amount. For example, for the first time in Turkey, Doors Akademi applies the DUAL education model which is mostly identified with Germany. The system is made of 40 per cent courses and 60 per cent work place practice. One of the best sides of these academies is that they issue Turkish Ministry of National Education approved certificates of achievement as well as internationally valid certificates to the students who complete the courses and pass the exams. Successful Doors Akademi graduates deserve to receive Industrie und Handelskammer (IHK) certificate, issued by German Chamber of Industry and Commerce. MSA, on the other hand, issues certificate of City & Guilds, which was founded in 1878 by the order of Queen Victoria of England. What do the graduates do? In fact, there are many job opportunities in this field; you can work in the kitchen of restaurants, hotels, cafes or of patisseries and bakeries. Moreover, the academies also help successful graduates to be employed by a good business place. However, the important thing in gastronomy, like in every other sector, is that you prove yourself to your “master.” And that is the hardest part of the job because neither being a chef nor being restaurant manager is a sweet story as in romantic comedy movies. İSTASYON 65 ENGLISH SUMMARY TÜVTÜRK news Show 2013 took their award German trip. İlyas Karabulut, Esra Saykal and Erdoğan Yurttaş took a 4-day trip to Munich with Operation Manager Namık Volkan Akdemir. Having visited TÜV SÜD Head Office, Station and Crash Test Center; the visitors joined a city tour, visited BMW Museum, and attended various events. HAVE A GOOD COURSE MR. DRIVER! n Within the scope of Traffic Responsibility Action (TRA), which has been supported by TÜVTÜRK since 2010 in coordination with the Ministry of Transportation, Maritime Affairs and Communications (TMAC); the projects with strategies aiming specific target groups continue. In accordance with this strategy, a new special project for school bus/shuttle drivers has been brought into action. Carried out with the cooperation protocol signed among TMAC, General Commandership of Gendarmerie, TÜVTÜRK and Michelin; the project has been named “Have a Good Course, Mr. Driver”. According to the project, the school bus/shuttle drivers will be trained in traffic safety, first aid, communication and related regulations. Various communication activities will also be held for school management, teachers, students and parental guardians. A project development workshop was held on 27th and 28th of August at Ankara Başkent Öğretmenevi to shape the project’s preliminary work, and to build communication and interaction between project associates and target groups. The project associates, department chiefs of mobile education in pilot cities, academicians, school shuttle firm owners and drivers exchanged ideas about the topic. THE WINNERS OF İSTANBUL QUIZ SHOW DISCLOSED n Held to increase the knowledge of and add quality to the inspection services at Istanbul stations, Quiz Show Finale was organized on the 23rd of August at Orhanlı Station. 180 people attended, and Haraççı Station won the competition. Aydın Yangöz, Osman Tatlısu, Gökhan Demir and Selçuk Tevattepe that competed from Haraççı Station were awarded a trip to Spain. Afterwards, the guests were invited to the barbecue party and the entertainment went on with DJ music. Aside from that, the winners of the Quiz 66 GEÇ KALMAYIN TÜVTÜRK CALIBRATION LABORATORY OPENED n TÜVTÜRK Calibration Laboratory, which will verify the measurements of manometer, tape measure and tire tread depth devices used at the stations, began offering service on the 24th of June. Founded at Maslak Atatürk Sanayi Sitesi in Istanbul, the lab does calibration of devices in accordance with standards, and then sends them to related stations. With the opening of the lab, TÜVTÜRK Calibration team also began active duty and did calibration of 38 channels at 18 stations during June. In July, maintenance & calibration of 15 channels at 4 stations were completed. C M Y CM MY CY CMY TÜV SÜD COMMUNICATION EXECUTIVES HOSTED IN İSTANBUL K n TUV SUD Central Eastern Europe communication executives meeting was held in 7-9 September. TÜV SÜD Vice President of Marketing Liz Fendt and regional marketing executives attended the meeting that was held in Point Hotel Barbaros. TÜVTÜRK Communication and Business Development Director Koray Özcan made a presentation on the last day of the meeting about TÜVTÜRK’s communication activities and Traffic Responsibility Action. On 10th September, TÜVTÜRK Tuzla, Dudullu, Maslak Motorcycle Stations and TÜVTÜRK Head Office were visited. *Motorlu Taşıt Vergisi TÜVTÜRK Araç Muayene ‹stasyonları İSTASYON TÜVTÜRK, bir TÜV SÜD - DOĞUŞ - BRIDGEPOINT ortaklığıdır. www.tuvturk.com.tr Yürürlüğe giren 6552 sayılı kanun düzenlemesiyle muayene gecikme cezalarındaki büyük indirim traktörleri de kapsıyor! Traktörünüzün gecikmiş muayenesini hemen yaptırın, bu tarihi fırsatı kaçırmayın! Ayrıntılı bilgi için: tuvturk.com.tr, TÜVTÜRK: 0850 222 88 88 ve Vergi İletişim Merkezi: 444 0 189 GEÇ KALMAYIN TÜVTÜRK Araç Muayene ‹stasyonları TÜVTÜRK, bir TÜV SÜD - DOĞUŞ - BRIDGEPOINT ortaklığıdır. www.tuvturk.com.tr
Benzer belgeler
Sayı 15 - TüvTürk
TÜVTÜRK olarak bizlerin de tek ve yegâne amacı, içinde yer aldığımız uzun soluklu bu
hikâyede, mutsuzluğun, acının yaşanmaması; araç ve sürücü kusurlarından dolayı ocakların
sönmemesi... Evet, kuru...