Oku - Sultani
Transkript
...................................... ........................................"'""""'!!, ,~ ~,,.,,..,,11411V ~ 1 SOHBET 1 Sevgili Galatasaray Lisesi Neşriyat Kolu tarafından iki ayda bir İstanbulda Bu sayı ile epeyce geciktiğimiz saklanmayacak bir hakikat... Mecmua çıkaranların pek yakından müşahede ettikleri bu halin başlıca sebebini her zamanki gibi yazı toplama güçlüğü teşkil etti. Kapaktaki değişme, yeni şeklin pek tasvip edilmediğini gösteriyor. Bu sayımızı Şeker Bay.ramının ikinci günü yani 30 Mart 1960 Çarşamba günü aramızdan ebediyen ayrılan Selami Akal Hocamızın aziz ruhuna ithaf ediyoruz. İç sayfaları mızda onun hayat hikayesini okuyacak, daima güler yüzü ile son defa karşı karşıya geleceksiniz. çıkartılır. SAYI: 35 Yıl: 52 - Sahibi ve 14; Mayıs Yazı İşlerini İdare 1960 fiilen Eden: MUVAFFAK BENDERLİ NEŞRİYAT Edebiyatımızın mümtaz siması ve mektebimizin «Batıya açılan ilk pencere» olmasında çok büyük emeği geçen Tevfik Fikret hakkında maalesef pek fazla olmıyan bilgilerimizi Sencar Toker'in yazısıyla sağlamlaş KOLU : Mehmet Dülger, Çe- tin· Özbayrak, Aykut Derman, Yavuz Tacer, Köksal Bayraktar. YAZI HEY'ETİ ı tırmak fırsatı bulacağız. Mektebimizde adeta canlı tarih haline gelmiş iki hocamızı, Safer Bey'i ve M. Goudmand'ı butün hususiyetleriyle öğrenmek mümkün olacak. : Ali Teoman, Patrice Thompoon, Rıfat Necdet Evrimer, Şükrü Uzaltan, Mehmet Dülger, izzettin Doğan, Fuat Uycan, Okay Öztürk, Çetin Özbayrak, Sencar Toker, Ünal Menderes, Türe Yorgancılar, Oktav Koçyiğit, Yavuz Tacer, Aykut Derman, Batu Işmen, Aykut Ergil, Altan Varol, Refik Alakurt. RESİM, okuyucularımız, Ve nihayet mektebimizin ana meselelerinden birini teşkil eden ve ilerideki senelerde geliştirilmesi gereken «Talebe faaliyetlerinin» objektif bir tenkidini bulacaksınız. Bu sene ilk defa olarak, en son Fransız mizahından örnekler koyduk. Karikatür olarak bize getirilenler maalesef neşredılecek vasıfta değillerdi. Bunu gözönüne alarak arkadaşlarımızın daha sonraki senelerde bu sahada söz sahibi olacakları ümidini muhafaza etmekteyiz. sayfamıza KARiKATüR: Coşkun Peküstün. 1959-1960 ders yılı bu sayı ile sona ermiş bulunuyor. Hepinize neş'eli tatiller ve gelecek senelerde başarılar dileriz. KLİŞE: Güneş Iıfatbaacılık, T.A.O. 1 ı Sevgilerimizle. Dizildiği ve Basıldığı yer : SERMET MATBAASI ili 1 ! \-. GALATASARAY 1 ) 2 GALATASARAY Lise Problemlerinden sebepleri incelendi. Hatta çocuğun sömestr tatilinde annesiyle beraber Londra'ya bir seyahat yapmış olduğu ve bu seyahatin çocuk üzerinde bıraktığı müsbet ve menfi yordum. tesirler de bahis konusu edildi. Edindiğim Bir öğrenci kendisine sorulan Türk şairi kanaate göre bu öğrenci alınacak tedbirBaki hakkında etraflı malfı.- - - - - - - - - - - ler sayesinde vakın zamanda mat verdikten sonra şiirle- A 1 i T e o m a n tekrar normalleşecek ve ranrinden birini okudu. Mümeydıman vermeğe başlıyacaktır. yizlerin metin üzerine sordukları bir kaç Bu suretle aynı sınıfta ders veren. öğretsuale de tatminkar cevaplar veren öğrenci menlerin güç çocuklar üzerinde eğitimı;el imtihan salonunu terketmek üzere ikı;n bakımdan ve sınıfın heyeti umumiyesi için bir dakika beklemesini rica ettim. Öğret- de hem öğretim hem eğitim bakımından iş men arkadaşlarıma bu çocuğun imtihanı- birliği ve istişareler yapmaları bugün içi.n nın bitmiş olduğunu söyledim; umumi bil- bir zaruret haline gelmiş bulunmaktadır. gisini yoklama mahiyetinde olacak sorularımın takdir edilecek not üzerinde müBir müşahedemden daha bahsetmek isessir olmamasını rica ettikten sonra öğ- tiyorum : renciye şöyle bir sual sordum: Lisemizin sekiz;nci sınıfında okuyan _ Baki devrinde Osmanlı 1mparatorlu- yavrularımızdan birinin ilk karne notları ğu hangi hükümdarlar tarafından idare nın kırık olduğunu görüp haklı olarak enedildi? O zamanki Türk sosyetesinin Baki dişe eden bir veli beni görmeğe geldi.· Çoüzerinde bir tesiri olmuş mudur? Bu asır- cuk hakkında görüştük. Anladığıma göre çocuğun muvaffak olda Avrupa'da bilhassa edebiyatta ne gibi maması için bariz bir sebep yoktu. Meseceryanlar hüküm· sürmekte idi? leyi daha yakından mütalaa edebilmek için İyi bir öğrenci olduğunda şüphe bulunöğrenciyi yanıma çağırttım. Kendisiyle mıyan genç, bu soruları cevaplandıramadı. bir müddet konuşup geri zekalı 'olmadığı Kendisine bilgi ufuklarını genişletmesinin, na kanaat getirdikten sonra büromda buher bilgiyi zaman ve mekan şartladyle be- lunan Fransızca bir kitabı açtım ve okuraber geliştirerek akıl ve mantıkını kuv- mak üzere kendisine bir metin verdim. Gavetlendirmek imkanlarından faydalanma- yet güçlükle okuyordu; anlamadığı belli sının çok iyi olacağını anlattım. Yine aynı idi. İşin bence daha vahim tarafı, genç öğ konu üzerinde öğretmen arkadaşlarla da renci okurken bir yerde Gi hecesini Ji olabir müddet görüştük ve sosyoloji, tarih ve rak; bir kaç satır sonra aynı heceyi Gi olaedebiyat öğretmenlerinin işbirliği yapma- rak telaffuz etti. Bundan sonra kendisine larının öğrencileri yetiştirmek için çok yedinci sınıfta okunan Geometri dersinin faydalı olacağı prensibinde fikir birliğine en mühim ve temel bir kısmını teşkil eden vardık. üçgenlerin eşitliği meselesini sordum. TaSon yaptığımız dünya seyahatinde Al- lebemiz bunu da bilemedi. Son olarak bu manya'da Münih şehrinde yatılı bir lise- yıl ezberledikleri nesir veya nazım bir parnin müdüriyle öğretim ve eğitim mesele- çayı okumasını rica ettim. Maalesef bu leri üzerinde konuşurken okul müdürü sualim de cevapsız kaldı. bize: Hastalık meydanda idi. Araz açıkça gö- Yarım saat sonra sınıf öğretmenleri rülüyordu. Sebeplerini bulmak ve tedavj geri kalan bir kaç çocuk hakkında görüş çarelerini tayin etmek lazııngeliyordu. mek üzere bir toplantı yapacaklar; bulunBence en mühim dert, lisemizin birinci mak ister misiniz? dedi. devresinde çocukların öğrenmeyi ve anlaMemnuniyetle kabul ettik. Toplantıda mayı öğrenmemiş, bunu bir itiyat haline çalışmaları lise birinci sınıfında dikkate · getirmemiş olmalarında, bir lise talebesideğer bazı tahavvüller gösteren bir çocuk ne hayatının sonuna kadar lazım olan tebahis konusu ediliyordu. Yirmi dakika ka- mel bilgileri sağlam ve tereddütsüz bir sudar süren bu müzakerede öğrencinin duru- rette zihinlerine yerleştirememiş bulun(Devamı 11. sahifede) mu her bakımdan ele alındı ve başarısızlık malarındadır. Senelerce evvel Maarif Vekaleti Müfet- tişi olarak yaptığım imtihan teftişleri esnasında vilayet liselerimizden birinde lise son sınıf Edebiyat imtihanını takip etli- 1 1 GALATASARAY Vakitsiz 3 Ayrılık!.. !ebesini iyi insanlar olarak yetiştirmeğe gayret etmişti. Kendisini sevdirmeyi bilen nadir öğret menlerdendi. Bunda, talebeyi sert cezalarla değtl. babaca, arkadaşça ikna ederek yetiştirme hedefini tutan bir kavrama sahip olması büyük rol oynamıştır. Tabii bu amacını, hakikaten tes:r.u ve manalı konuşmasıyla gerçekleştirdiğine de şüphe yok ... Mektebimizde vazife gördÜğü sıralarda da çok sevdiği spordan ayrılmamış. Hakem Kurslarına devam ederek, kısa zamanda milli hakem olmuştu. Çevresine gençliğini, öylesine kabul ettirmişti ki büyük baba oluşu bir çoklarımızı hayrette bı raktı. Kendisi bu olayı hayatının en mutlu, en güzel, hadisesi olarak kabul ederdi. İşte, bayram günü, hayatı her zamanki gibi gülerek terkeden Selami Bey Ho.camız böylesine hayatiyet dolu, böylesine genç, bir o kadar da iyi insandı. Onun ölümüne inanabilmek12gerçekten pek güç... GALATASARıAY Selami Selıirmi Akal (1908: 1960) 1960 Nisanının birinci günü sabahı, delikanlı ağır ağır devam bürosunun kapısına d:ığru ytir~dJ. hafası çok meşguldü: bir taraftan bayram tatilini bahane ederek gelmediği iki gunli :::ıelami Bey'e nasıl izah edeceğini d ... şunuyor, bir taraftan da hangi hocaya ne şekilde «Poisson d A vrib yapmaya çalışacağını tasarlıyordu. Kapıyı hafifçe araladı, içeride şimdiye ·kadar rastlamadığı bir havanın mevcudiyetini hissetti. Sağ köşedeki masanın üstü garip bir intizam içindeydi. Sanki hiç bir el dokunmamıştı. Delikanlı masanın sahibini T:ıeklemeye başladı. Ama ne yazık ki bira?. sonra beklemenin ·ne kadar faydasız olduğunu acı hakikatle karşı karşıya kaldığı zaman anlamıştı. ~ Mehmet Rıza oğlu Selami Akal, İstanbul'da eskilerin deyimiyle 1324 (1908) de dünyaya gelmişti. Selami, ilk tahsilini Çandarlı Kara Halil ilkokulunda bitirdi. Sonra 1929 da mezun olduğ·u İstanbul Erkek Muallim Mek'tebine girdi. Buradaki hayatı oldukça hareketli geçt . Bilhassa futbola pek merak sardı. Bunda da muvaffak olmadı değil. Nitekim Selami Beyi 1927 - 28 yılların da sırasıyla. Fatih İdman ve Süleymaniye kulüp· !erinin birinci takımlarırn;:ıa görüyoruz. Mektepten mezun oluşunu ınuteakip ilk aldığı vazife 1930 yılında Cebel-i Bereket Bahçe Merkez Mektebi muall mliği oldu. Bunu memleketin muhtelif yerlerinde aldığı vazifeler takip etti. Bilhassa Adana da uzun müddet kaldı. Butlin bu vazifeler onun spora duyduğu ilginin gelişmesine engel olmadı. ·Adana'nın genç sporunun kalkınmasına büytik yardımları dokundu. Selami Hoca, bizim mektebin en eskilerinden biriydi. 1939 yılında mektebimiziri ilk kısmında vazifeye başlamış. ve aralıksız 21 senedir ocağı mızda, her an «evlatlarım, yavrularım» dediği ta- Şükrü Dosflugu ... Eski elb;selerinin içinde soğuktan titreyen, sırtındaki çiroz ve limon dolu sandı.ğı, güçlükle taşıyan çocıık, viran arsada yırtık bir topum peşinden koşan akranlarını görünce, her şeyden önce çocuk olduğu aklı na gelmiş olacak ki, sandığı bir yana bıru kıp onları seyretmekten, kendini alamadı. Günler geçiyor, oyuncularla satıcı arasuıdaki yakınlık ta artıyordu. Bir gün fıd bolcuların maçları vardı, küçüğü de çağır dırlar: «Bize half-time arasında limon lfı zım olaca.k, sen de oralarda bulun» dediler. Küçük ihmal etmeyip maça gitti. Kendisini çağıranlar için var gücüyle bağırıyordı;,. Yaptığı sevgi gösterisi öylesine göze batı yordu ki sonu.nda küçüğün aşırı taraf tutmasına kızarak onıı dövdüler. Oyun da o sırada bitmişti. Sağhaf Selami sahadan ayrılarak, her· zaman limonıınu yediği küçük satıcının imdadına yetişti. lşte Selami . Şiikırü yakınlığı böyle başladı. Sonralan Semmi ile Öğretmen Okulunda buluştuk. Okulun spor faaz.iyetleı-i çok h·ı· reketli idi. Hatta o sen.elerde Halit Ağa· bey (Halit Sarıkaya) de hatırlar, Galatasaray okul ta.kunını bile yenmi,ştik. Her sı nıfın bir takımı olduğu gibi, okuldaki futbol aslarının da kendi takımları vardı. Biz Seıami'yle En:ver Ağabey'in takımında id;k, Bıı takımda beş sene birlikte oynadık. Okul bitti, seneler geçti. Memuriyet hayatımız ayrı olma.sına rağmen, her zaman onunla buluşurduk. Nihayet 1948 de Galatasaray'a geldiği1rı, zaman bu vefakar arlcadaşımı tekrar kwşımd.a buldıım. lşte çocuklar, Seıami'yle 41 yıllık arkadaşlığı1nızın kısacık bir hikayesi. Şükrü ÔZALTAN GALATASARAY 4 SATO .!il NOT: 1. Bıı bir fantezidir. 2. Sevgili Selami Hoca ölmeden evvel yazılmıştır. Şato hakkında bir yazı yazmak mecburiyetinde kaldığım zaman, çok düşündüm_. Şatoyu bilmeyen kaldı mı? Zannetmiyorum. Öyleyse tanı tıcı bir yazı yazamazdım. Sonunda sizlere şato sakinlerinin -yalnız, idare bizleri sakin olarak kabul edemez- yaşayışından, dertlerinden, yanı mektep~ içindeki durumlarından kısaca bahsetmeye karar verdim. · Biz Ticaretliler şatomuza ilk defa 1957 - 58 ders yılında kavuştuk. O zamanlar bu kavuşma . yı sürgün manasına alanlar olmadı değil. Ney;;e bir senelik bir ayrılıktan· sonra gene şatomuzda yız işte! Bu sene değişen çok şey oldu. Pek sevgili hoSelami Bey, şatomuzun güzelleşmesi için elinden gelen bütün gayreti gösterdi. Fakat bütün bu gayretler n bize, liseli arkadaşlarımızın nazarında bir değer kazandırmasına imkan yok. Ayrıca duvarlardaki tabloların yerine sınıfların döşemelerini tahta yapmak bizi daha memnun ederdi. Neyse· yakın bir gelecekte buna hiç olmazsa diğer sınıflardaki Ticaretli arkadaşlarımı zın kavuşacaklarına inanıyoruz. Öyle ya bu sene 11-C'nin eskiyen tahtalarını değişt:rdiler, bir iki seneye kadar üç sınıfın daha döşemeleri eskirse, değistirilen eski tahtaları en geç iki yıl sonrıı bizim taş sınıflara kullanırlar da bizden sonraki arkadaşlarımız romatizmayı sadece yaşlılara mahsus bir hastalık diye zannetmeye devam ederler. Belki bu arada (Allahtan ümit kesilmez) liseli arkadaşlarımızın düşüncelerinde de değişik likler olur, biz ticaretlileri de Galatasaraylı olarak kabul eder, küçük görmezler inşallah. Maamafih biz bu küçümsenmeye dört senedir alıştık. Kendi yağımızla kavrulmayı öğrendik. Darısı diğer arkadaşların başına ... camız ÇİVi, ÇEKİÇ, NASİHAT ve KONUŞMALAR ! .. Bizim şato mektepte dışarıyla yakından ala· kası olan tek yerd·r. Nazik(!) konuşmalarımızla çok iyi geçiniriz doğrusu. KAYBEDİLENLER .. . KAZANILANLAR .. . Binamız bütün haşmetine rağmen gözden uzaktır, nasıl ki biz sakinleri gönülden uzaksak. Maamafih kıymetli müdı.irümliz arada sırada mevcudiyetimizin farkına varıp şatomuzu şeref lendirmekten geri kalmıyor. Bu sene son sınıf olmak b'ze hiç bir şey kazandırmadıysa bir ömür yetecek kadar vaat kazandırdı. SOBA VE ÔTESİ... Prometeüs varlığının yarı kısmının ait olduğu insanlara diğer yarısının ait olduğu tanrılardan ateşi çalmakla, dünyada yeni bir çığır açmış oldu. İnsanların kızmayı öğrenmesi bu devirlere rastlar. Ama ben şimdi size burada ateşin insan ruhu üzerindeki tesirinden değil doğrudan doğ ruya vücut üzerindeki etkilerinden bahsedeceğim. Biz Ticaretliler an'anelerine fazlaca sadık gençler olduğumuzdan modern arkadaşlarımız gibi kalorifer değil, soba kullanırız. Ama sobaların, aslında ısıtmaktan daha başka işlere yaradığını kabul ettiğ;mizdenberi bu halden çok memnunuz. Mesela, yemeklerin doyurucu olmadığı günler, midelerinıizdeki boşluğu kemerleri birer delik daha geriye almak gibi klasik usullere baş vurmadan sobalarımız sayesinde doldurabiliriz. Nasıl mı? Tabii ki sobaları y.yerek değil. Şadece ekmek kızartıp üstüne mahiyetini gayet iyi bildiğimiz yağ sürerek. Ama Selami Bey, bu tarz karın doyurmanın liseli arkadaşlarımıza kacşı ayıp olaca~nı ve mektepteki eşitliği(!) bozacağı nı hatırlatip doğrudan doğruya vicdanlarımıza hitap edince, sayın hocawnın virdanlarımı?da vankı yapan bu sesini, midelerimizin hazin gurultularına tercih ettik. Bu suretle bir talebenin beslenmesinde en mühim rolü oynayan yağdan vaz geçmiş oluyorduk. SAGLA.llf BİR MÜDAFAA METODU ... eskiden şatoların müBiz Ticaretliler suyun yağa nazaran daha az tehlikeli ve ucuz olmasını gö.cönünde tutarak ve senelerin verdiği tecrübelere dayanarak şatomuzun müdafaasında suya çok geniş bir yer veririz. Zaten beş metre kadar yüksekten boşaltılan bir kova soğuk suyun sinirler üzerindeki ani ve şaşmaz tesiri malüm. Bilirs'niz dafaasında kızgın yağlar kullanılırd!. RENKLİ SAHİFE ... Bi.ltün kusurlarına rağmen şato, hayat boyunca bir ticaretlinin anılarında yer alacak mektep çağlarının en renkli sahifelerinden biridir. Oktav KOÇYİGİT GALATASARAY 5 Cinquieme Annee de Professorat aGalatasaray A la longue, tout se sinı plifie, meme les rapports les plus compliques. Apres avoir tout essaye, apres s'etre fourvoye, on trouve un equilibre. A un eleve, le professeur demende : <<vous etes malheureux ici ?» - Oh, oui, je n'y ai pas de chance. A l'autre: «Qu'esperezvous, en ne faisant rien pour sortir de la situation ou vous etes? » - Que l' eau passe a deux centimetres au dessus de votre tete ou a deux metres, de resultat est le meme. A un autre: «pourquoi eprouvez-vous le besoin de toujours jouer la comedie, meme si ce n'est pas necessaire ?» - La verite est au fond du puits, c'est fatiguant de l'en tirer. On peut s'amuser de ces reponses; et de façon differente, selon qu' on les fait ou qu'on les entend. Elles ne prouvent rien, sinon que celui qui ignore les regles d'un jeu er:t assure de perdre, s'il commet la folie de vouloir y jouer; ce que nous savions depuis longtemps. Mais les verites premieres, celles qu'on nomme de la Palice, sont les meilleures a dire, parce que personne ne s'avise de reflechir a quel point elles sont justes. J e connais quelques uns de mes eleves qui ont se moquer de moi car ils sont coutumiers des verites premieres et je les leur reproche. Mais ils m'ont montre eux-memes-et les reponses citees plus haut en sont vraiment un bon exemple- que ces sortes de verite blessaient tellement le regard qu'il fallait les deguiser, leur donner une apparence sentimentale ou de proverbe. Ne dites pas crument que si vous n'avez pas une bonne note, ~ Par: Patrice Thompson. c'est que vous en avez une mauvaise; et que si vous en avez une mauvaise c'est que le professeur ne veut pas vous en donner une bonne. Depuis que je suis a Galatasaray, je conna!.s les regles du jeu, et chaque annee, malheureusement, j'essaye de les tourner. Je ne les enumererai pas ici. A quoi bon? On y a cependant ajoute i:les perfectionnements. P a r exemple, il est maintenant admis qu'un eleve ne travaille pas «pour la note», mais pour recevoir, dans un contentement qui approche de l'extase, les bienfaits d'un enseignement exceptionnel. La flatterie trop evident n'est plus de mode; c' est pourquoi je devrais corriger «les bienfaits d'un enseignement exceptionnel»; c'est une expression qui n' est pas tout a fait dans le ton. Non, la mode n'est pas cette annee a l'admiration et· a l'affection; il faut en prendre son parti. On essaye plutôt de faire pitie et, dans les cas extremes, de se vexer. Il est vrai que c'est plus habile: c'est un moyen de suggerer au professeur qu'il est assez fort pour vous aitler ou vous humilier. Et si le malheureux professeur est tente d'y croire, voici qui va lui monter qu'il est naif: l'impossibilite abso- lue ou il se trouve de briser le mur d'indifference que lui oppose l'eleve, lorsqu'il se sent dans une situation perilleuse. Plus naif encore serait sans doute celui qui ne croirait qu'a la monotonie un peu lassante de ces modes successives.Apres tont ce ne sont que des manieres differentes, que les hommes ont de tout temps inventees, de se montrer "les uns aux autres qu'ils sont a la fois fort3 et faibles, utiles et vains, intelligents et stupides, hereux et malheureux, courageux et laches, amusants et ennuyeux- et cela, le plus souvent simultanement. Il ya pourtant de quoi illuminer la monotonie de ce paysage scolaire, ou .rien ne peut briller sans etre aussitôt «eteint» ; je n'irai pas jusqu'a appeler bienveillance, cette disposition d'esprit qui donne un sens ala faiblesse comme a la force, a l'intelligence comme a la stupidite. Je l'appellerai seulement bonne volonte. Bieu que souvent sans emploi, parcequ'elle ne sait pas ou commencer, elle ne ment pas; au mieux elle esquıs se une cooperati9n de l'eleve et du professeur. Dans quel but? Ils ne le savent ni l'un, ni l'autre, parceque le professeur croit le savoir, et que l'eleve ne- le croit pas. Peu importe -la mode de cette annee ne me deplait pas chez les eleves-; y en. a-t-il une chez les professeurs? Encore . une fois peu importe. L'essentiel est que ces modes ;nous proclament tous, vivants_: chacun de nous fait son metier, honnetement. 6 GALATASARAY TEVFİK ---------c---- FİKRET «Aksaray'da bulundukları zaman bir çok misafirler gelirdi. Bunlar arasında bir de paçacılar kahyasının kızı Naciye Hanım vardl. Fikret işte bu Naciye Hanıma aşık olmuştu. Ne zaman evlerine gelse yanından ayrılmaz, ayrılınca da başını yastığının altına saklar, saatlerce ağlardı..» (İsmail Hihmet Ertaylan, Düşünce Mec. s. 115). Hassasiyetinin derecesi; belki, Fikret ilk defa aşık olduğu vakit üç buçuk yaşındaydı dersek, daha iyi anlaşılır. Fikret'te büyük değişiklikler nasıl mektebi bitirdikten sonra meydana gelmiş, hakiki mizaç ve karakterini ancak o vakit bulabilmişse, okula ilk girişi de bazı değ·şikliklere yol açmıştı. Kanepeleri, yastıkları kahramanlıkla öldüren, ele avuca sığmayan «Küçük Mehmet Tevfik» okula verildiğinden kısa bir müddet sonra çok sessiz, çok uslu bir hale geldi. Doksanüç harbi göçmenlerine ayrılan yerler arasında Mahmudiye Rüştiyesi de vardı. Bu yuzden okul kapatıldı. «Mehmet Tevfik» in okula (Sultani' ye) girişi de böyle oldu. Kısa bir müddet sonra terbiyesi ve ahlakı ile temayüz etti. Hocası Abdurrahman Şeref Efendi, TevfiK .t•'iluet i i!K defa «Mekteb-i Sultani dersanesinde» tanıdığını ve hususi imtihandan birinci olan Mehmet Tevfik'i adıyla çağırınca, <<0naltı, onyedi yaş çağlarında, müdevver çehreli, esmerce benizli, mütenasib-ül-aza bir şakird ayağa kalktı. .. Varaka-i imtihaniyesini ı-ı,lenen okudum. Hattı ve ifadesi güzel, hak ve silintiden ari idi...» (Abduryetine..;eğiz. rahman Şeref, Tevfik Fikret, Tevfik Fikret in çocukluğu bahtıyarlık içinde geçmiııtir Düşünce Dergisi, s. 23). diyebil riz. Doğumundan kısa Onun meKtep arkadaşların bir zaman sonra Aksaray'da dan :ı:tıza Tevfik·ten de Fikbir konağa taşınmışlar ve, o, ret'in çalışkanlığına ait bir burada, ömrümin ilk seneleribaşKa hatıra anlatalım: « ... Her Tevfi.k Fikret ni turlu yaramazlıklar ve kasene hemen her dersten birinci yıtsızlıklar içinde geçirmiştir. çıh.ar ve bu muvafııan:ıyetıeri Çocukluğuna ve yaramazlıklarına ait kendi anne bir mükafat olarak aldığı güzel ciltli kitapları lattığı bir hatırası: yerine henüz gaturmeden öteKi derslerden de bi«Kendi .anlatır ve gülerdi. Çocukluğumda pek r. nci çıktığını yüksek sesle ilan eden hoca, mesehaşarı ve yaramazdım. Hele bir vakitıer asKerlı la (Hendese! .. 119 numaralı Mehmet Tevfik) değe heves etıniştim. Bana bir paşa elbisesi, kılıç yince yarı yoldan geri dönup o mükafatı da alır, kalpak aldılar. Askerlik aşKı bende o kadar ileyine (Hikmet-i Tabiiye, 119 numaralı Mehmet riye gitti ki bir aralık büyüdüğüm zaman kılıç 'ı'evfik ! ) nidasını işitip bir kitap daha alıp götütalimlerine kalktım. Kimseye görünmeden, ı.a r urken bu ihtifal resminde hazır bulunan seyircirem tara!ındaki misafir odasına gider, kanapeleler ve evlat sahipleri kemal-i gıpta ile, kendi arrin örtulerini kaldırır, kılıçla üstler:ne hücum kadaşları da haklı bir gururla bu harikulade çoederdim. Parçalamadığım minder, öıd ... rmed.ğnn cuğu mutemadiyen alkışlarlardı. Bazen de Mehmet Tevfik'in mükafat olarak aldığı kitapların kanepe kalmaµuştı... Kimsenin bu kahramanlı ğım dan habel'i yoktu. Bir gun, evde temi:din: ;yabazılarını sınıf arkadaşlarından biri alıp taşır, pıııyoıdu. Misafir odasını da boşaıttılar; kanepeTevf.k'in yükiınü hafifletirdi.. .» lerin örtülerini çıkardılar; işte o zaman her şey Okulu bitirdikten sonra «Babıali'ye memur meydana çıktı. Lime, lime kumaşlar, yığın yığın olarak Hariciye istişare odasına çırağ edildi.. '/( bıtıKlar yerlere yayıldı. Bu fac adan sonra askerBu ı.ayat onu sıkıyordu, nihayet bir kaç ay sonlikten vazgeçtim. (İsmail Hikmet Ertaylan, lJura istifa etti. Bu istifası uzun zaman herkesi hayşünce Mec., s. 115). rette bıraKan şu hadiseye b11şlangıı,tı. Fikret, ayFikret'in bu hareketi bize onun daha o vakitlıkları işsizliğin bir mükafatı olduğu için alamı yacağını bildırdi !.. ler ne "adar haren:etli bir çocuk olduğunu gösteriyor. Şimdi bir de onun hassasiyetini, hiss yatım Bundan sonra daha bazı memurluklarda bugösteren bir olay anlatalım. O kadar ki buna aşı lunmuş, istifa etmiş, tekrar girmiş, ve n hayet rı bir hassasiyet demek daha doğru olurdu: 1890 da evlenmiştir. (Devamı 24. sahifede) Bugün; . yıllarca siyah sıralarında ders dinle«grand cour» unda top kovalamış, «Asaf Halet Çelebi» nin dediği: «Pilav kokan koridorlarda» dolaşmış, anfilerinde ve konferans salonunda ince tatlı acı hatıralar bırakaı;ak yurdumuzun her iline, her köşesin~ dağılmış bir çok Galatasaraylı vardır. Aralarından, çok meşhur olmuş devlet adamları, sanatkarlar, bilginler, iş adamları, yazar ve §airler yetişmi§t:r .. Fakat, bunlardan biriyle: bir ekolü tek ba§ma temsil edecek kudrette bir §airle, karakteri ve ahlakı ile herkese örnek olan bir insanla, müdürlüğü ve idareciliğinde o zaman göstermiş olduğu baııarıyla herkesi hayrette bırakan, şa r, ressam, mütefekkir ve terbiyeci Tevfik Fikret le, Galatasaray ve Galatasaraylılar ne kadar öğünse azdır. Günümüze kadar Tevfik Filn-et haKkında çok çeşitli eserler yazılmıştır. Şiirlerinin tahlili, tenkidi yapılmı§, bazı yazarlar onun sanat görüşu nü belirtm'şlerdir. Burada onun edebiyat hakkın da dü§üncelerinden bahsetmenin ve onu bu yönden incelemenin, şimdiye kadar yazılmlŞ olanların bir tekrarından ba§ka bir şey olmıyacağı dti§unces ndeyiz. Bundan dolayı, biz bu yazımızda, onun çocukluğunu, küçük yaşta girdiği «Sultani» den hatıraıarını, arkadaşları nın hakkında söylediklerini, hucalarının Fikret'i nasıl tanıttıklarını, mezuniyetini, nihayet m ... dtirluıı:lerini ve tal;;beyken mektebi hakkında dJşunduklerini, idarecıliğinde nasıl tatbik ettiğini anlatmakla miş, GALATASARAY TALEBE Bundan üç sene önce rahmetli ve kıymetli müdürümüz Mac t Saner, okulumuzda :alebe teşekküllerini bizzat kurmuşlardı. Bir gün: «Gaye kendi ken· dinizi idare etmenizdir» dedi. Bu cümlenin arkasında, Turkiye' de hazmettirilmeğe çalışı lan demokrasinin, okullarla desteklenip, olgunlaştırılması na taraftar b r amacın bulunduğunu hissediyordum. Kendileri her toplantıyı yönetir ve en değişmez kararlarına itiraz edilip kabul edilmediği zaman dahi gülerek: «Peki, sizinki olsun:> derdi. Böylece üç senelik geçmışi bulunan talebe kurullarının sağladığı fayda nedir ve ne olabilir? Bir millet kendi tarihinde, bir çok tehlikeli devreler geçirir. Bu, ya mali, ya siyasi, ya da külturel alandaki değişmelerden meydana gelir. Bugüne kadar mali krizlerle tarihe karışmış b r devlet, veya siyasi hatalardan öturü hayatiyetini kaybetmiş bir yok· gibidir. Fakat kültürün değiş mesiyle bir· değil, bir çok millet tarihin tanıyamıyacağı kadar değişm;ş ve benliğini kaybetmiştir. Şimdi bizde ise, doğudan ba- tıya doğru dörtnala bir yöneliş mevcuttur. Buna, her fer- tanınan hürriyet de katı lırsa yönsüz bir yöneliş ortaya çıkar. Zira halkın büyük bir kısmının okuma ve yazması yoktur. Geçmişle aramızdaki bağların sadece tarih yapraklarına sığdırılması, bu yönsüz yönelişin hızını daha da arttırmıştır. de Sinema, radyo ve gazetelerin propagandaları, eğilmeğe müsait olan fidanları kolayca, rüzgarın estiği tarafa bükmeiı: tehlikesini yaratmıştır. Okumaya karşı olan heves, imkansızlıklar yüzünden değer lendirilemeyip, ve gene kalitesinin yükseltilmemesinden dolayı ortaya çıkan yarım bir kültür, yönelen gerçeğin yarısında, ayrıldığı yerin çok uzağında boşlukta duruyor. Böylece boşlukta duranlar çoğalıyor, aydın, istikbal nurunu imkansızlıKların karanlığına terkediyor. Bu durum böyle devam ederse memleketin ilerıde büyuK buhranlar geçireceği. muhakkaktır. Kültürsi.iz 7 .. . TEŞEKKULLERI dır. Bunun için de başkan en büyük rolü oynar. Zira bir şe yin yaşaması için evvela doğ ması lazımdır. Bugüne kadar herhangi bir ilerleme kayde- bir gençlik ve kendilerini takip eden küçükleri gelecekte memleketin mukadderatına ha kim olacaklardır. Kahin olmaya lüzum yok ... Şuurlu ve anlayışlı talebe teşekküllerinin liselerin kültürel bünyesine yerleşmesi, talebeye daha bugünden, istiKbaldeki arkadaşlarına hürmet etmesini öğretecek, kendi çapındaki hadiseler hakkında karar verebilme kaabiliyetini sağlıyacaktır. Bundan başka memleket mizdeki demokrasi nin sağlam geleceği için, liselerin öğrenci kurulları ideal birer kurs mahiyeti taşıyabilir. Fikir alanında kendi kusurlarını görüp tenkid edebilen bir 1 se ve daha sonra bir üniversite gençliğine sahip olduğumuz zaman, asrın teknık · seviyesini düşünmeden istikbale güvenle bakmamız imkanı doğacaktır. Aksi' takdirde söylenecek her söz bir tahminin hüküm ve kıymetinden ileri geçemiyecektir. dilmemişse, teşekkül cansız doğmuş sayılır. Bugün içinde bulunduğumuz durumun bunu tasv•p etmesi, başkanların vazifelerini tam yapamadıklarını gösterir. Bunların yanıbaşında, şahsi gayretleriyle bir okumş. odası idare eden Mehmet Dülger, branşındaki kabiliyetinin. neticesi, ihtiyaçlara cerap verebilen bir lokal çalıştıran ve günden güne zenginleştiren Yusuf Kara!, elbette ki Galatasaraydan çıkarken arkalarında bir şey bırakabilmenin sevinciyle bahtiyar olacaklar ve okulu ·tekrar ziyaretlerinde gözleri yaşaracaktır. İnsan ile eşya arasındaki münasebetin kuvvet ve kudreti, o eşya ile olan münasebetinin ya hatırası veya canlılığıdır. Galatasaray'ın kendisine mahsus havası ve orada bıraktıklarımızın hatı rası Galatasaraylılığa ve dolayıs"yle cemiyete müsbet faydalılığımızı teşkil eder. Okulun en mühim kolların dan olan «Kültür ve Edebiyab> Kolu isim olmaktan ileri geçemedi. Fransızca kulübünün yeniden doğması bizi çok sevind rmiŞtir, ancak günden güne kuvvetlenebilmesi için gerekli mesainin sarfedilmesini temenni ederiz. Filatelist kulübü okulumuzun en faal kollarından bir yken bugun ayni faaliyeti göstermekten çok uzak kalmıştır. Kurulduğu günden bu yana, her iyi kültJr hareketine lider~?· lik etmiş olan Galatasaray, bu·~ işte de lider olmak emelindedir. .Ancak bu sene baş}\anla rın kifayetsizliğinden istenilen neticeye varılamadı. Kifayetsizlikleri derken her türlü arkadaşlığın tesirinden kurtulup objektif olmağa çalı şıyorum. Zira ancak kuruluş devresi içinde bulunan talebe teşekkül lerinin gel şmesi, başkanın kolun bünyesine uygun olan en iyi programı yaparak uygulaması ile mümkündür. Bir talebe teşekkülünün başkanı, baş·rnnlığı zamanında, kendi sinden sonra gelecek olana, muhakkak ki bazı ipuçları ve faaliyet örnekleri bırakmalı dır. Aksi halde bir teşekkültin gelişmesi çok güç olur. Zira her başkan sıfırdan başlarsa, hiç b r ilerleme kaydedilemez. Teşekküller daima büyüyen, yaşlandıkça kuvvetlenip ölmiyen birer canlı varlık olmalı- Spor kollarında ise voleybolden başkası, Galatasaray da spor yok denilecek kadar zayıftır. Hakikatten ayrılmamağa çatenkitlerimi yaptığım talebe teşekkülleri başkan ve t,,yelerine bundan sonrası için muvaffakıyetler temenni ederim. lışarak İzzettin DOGAN BİL Kİ... Beşerin çektiği, dili belası, Ya.maçlar korkunçtıır durma, diişersin; Haset, intikama yol açan kapı, Kinle beslenirsen, sen de bir şersin! .. Rıfat Necdet EVRİMER 8 GALATASARAY UN PROFESSEUR QUI NE VIEILLIT PAS: M. GOUDMAND initiation a l'enseignement se fesseur de Chimie, cette foisfit a Douai en 1925. Le serci, ayant a enseigner des cours vice milita re termine, je me de Chim e ! Sa carriere a controuvai a Cambrai. tinue sans interruption jusqu' - Comment vous avez pasen 1960. se a Galatasaray? Ceux qui ont eu M. Goudmand comme professeur con- C est justement de Cambrai que j'en ai trouve l'occanaissent bien son aspect sportif. I1 est un athlete comp!;-)t. sion. J'ai annule un contrat qui devait m'envoyer a Kabul, en Pendant son service militairc, Afganistan, grace a la demanon lui a confie !es affaircs d·e de Behçet Bey (Güçer) qui sportives de son unite et il fut etait a Paris a ce moment, en le champion de l'armee en train d'engager des profescross country» en 1926. Sa seurs·pour le lycee de Galatacarriere ne ra pas empeche de saray. continuer dans ce domaine. 11 C'est le lendemain d'une continua son entrainement avec Ömer Besim (Koşalay) et parnuit passee a l'Hôtel Continenticipa a plusieurs concours de tal ( qui est demeli maintenant), c'est-a-dire le 25 Septembrc 400 et de 800 metres. Le domaine sportif a dü avoir beau1928 que M. Goudmand etait coup interesse M. Goudmand officiellement professeur au Lycee de Galatasaray. Voici qu'il est encore un des fervents comment etaient reparties les membres du Club de Tennis et heures pour le nouveau profesd' Alpinisme et le corresponseur de chimie: 9 heures de dant de Radio Monte-Carlo en Turquie, afin de preparer des Biologie, 6 heures de Geoloprogrammes speciaux de sport. gie.. Et 2 heures de Chimie( ! ) M. Goudmand resta a notre - Pouvez-vous nous citcr lycee jusqu'en 1931 et en parquelques uns de vos souvenırs tit-p~t-etre pour ne pas conconcernant votre sejour dans le Lycee? tinuer a apprendre la Biologie ·en meme temps que ses elevesI1 a dü reflechir un certain en emmenant avec lui le soumoment avant de repondre: ce venir du beau Fenerbahçe, n'etait pas tres facile de choiqu'il conserverait pendant tout sir parmi tant de souvenirs et d'en negliger une foule d'autson sejour a Dieppe, jusqu'en res. En voici quelque uns qui 1937. C'est une lettre de M. lui sont «venus a l'esprib>: Montangerand, professeur de Mathematiques, qui l'y invita - C'etait le pi·emier mois de mon arrivee au Lycee. Je suis Un souvenir des excursions de La tentation a dü etre trop entre dans la classe ou se forte pour ne pas y repondre Heybelia.da. (1931) puisque, nous le voyons entrouve' actuellement la 11/C. core dans le lycee comme pro(Suite page 23) Tandis que lui, qui ne s'etaıt point aperçu peut-etre de l'etat dans lequel je me trouvais, repondait tranquillement a mes questions. Parfois il s'arretait, reflechissait comme pour arracher les souvenirs de l'eıı droit ou ils etaient et peutetre meme etait-il jaloux de me les preter? J e ne serai pas sans dire que je sentais une sorte de fierte pour avoir ainsi embarrasse un professeur dcvant lequel j'avais ete emberrasse chaque mois, duraııt deux annees de cours de chimie. - J e suis ne le 3 A vril 1904 a Nortkerque, un village du Nord de la J!'rance. C'est ainsi au'a commence notre conversation avec .M. Georges Goudmand: - Apres avoir ete diplome d:.ı Lycee de Et. Omer, je terminai mes etudes superieures a l'universite de Lille. Mon L'eqıtipe des professeurs du rnatch de Mai 1954 İl n'est pas si facile d"exprimer en mots l'histoire d'un enseignement de 26 annees, il faudrait l'avoir vecue, il faudrait avoir vu la transformation des cheveux blonds en fils blancs, il faudrait avoir laisse derriere soi une foule d admirateurs de tout age. Quand nous trouvames avec M. Goudmand, dans le laboratoire de physique, je m'eta.s deja jete dans cette affaire perilleuse. GALATASARAY HİKAYE İlk defa suratındaki yara dikkatimi çekmişti. Şaka· çenesine kadar uzanan kırmızı ve geniş iz ancak kılıç veya bir şarapnel eseri olabilirdi. Korkunç bir hatıra diye düşündüm. Şişman ve mütebessim çehrede böylesine bir yaraya rastlamak insanı şaşırtıyordu. Hat· ları sade, yüz ifadesi samimiydi. Ortanın üstünde bir boyu vardı, suratı kuvvetli vücuduyla epey ahenksiz kaçıyordu. Ne zaman görsem, haki gömleğinin üstüne eski bir ceket giyer, başında da geriye itilmiş sombre· rosu bulunurdu. Temizlikle pek alakası yoktu. Her gün kokteyl vakti Guatemala City'de Palace Hotel'e gelir, barın etrafında dolaşarak piyango bileti satmağa çalı· şırdı. Hayatını bu yoldan kazaıııyorsa pek fakir olmalı, diye düşünürdüm; zira biletlerine kimsenin talip çıktı· ğını görmemiştim. Buna karşılık arasıra kendisine içki ikram eden olurdu, reddettiğine hiç şahit olmaduıı. Ma· salar arasından, uzun mesafeleri yaya katetmeğe alış mış insanların rahatlığıyla geçer, herbirinin yanında durup gülümseyerek elindeki numaraları söyler, kimsenin aldırış etmediğini görünce de aynı tebessümle yoluna devam ederdi. İçtiği zaman umumiyetle daha az müsamahakar olurdu. Bir, akşam arkadaşımla Palace Hotel'in barında, tezgahın önünde dururken içeriye yüzü yaralı adam girdi. Guatemala City'ye gelişimdenberi biletleri 20. defa teftişime arzedince başımı red makamından salladım. Ar· kadaşım nezaketle kafasını eğdi. •Qu~ tal, general? Hayat nasıl?• •Fena değil. İşler pek yolunda gitmiyor ama daha kötü de olabilirdi.> •Ne içersin, general?• •Brandy.> Bir çekişte bitirip bardağı tezgahın üzerine koydu. Sonra da dostuma dönerek başıyla teşekkür makamında bir seıam verdi. •Gracias. Hasta luego.• Biletlerini yanımızdakilere göstermek için ilerlerken: •Kim bu? diye sordunı. Suratındaki de epey korkunç.• •Güzelliğine pek bir şey katmıyor, değil mi? Nicaragua'lı bir sürgün. Aslına bakarsan haydudun biri, ama fena adam cteğlldir. Arasıra beş on kuruş veririm. HÜ· kümeti devirmeğe kalkmış asi bir generaldir, muvaffak olsaydı şimdi Guatemala'da piyango bileti satacağına Müdafaa Vekilliği yapacaktı. Ne yapsın ki zavallı işini tamamlıyamadan avenesiyle resmi kuvvetlerin eline geçer, -bilirsin bu çeşit hadiselere orada sık rastlam~.k kabil- yüksek mahkeme tarafından yargılanır, neticede bir şafak vakti kurşuna dizilmesine karar verirler. Yakalandığı anda ileride başına gelecekleri kestirdiğini sanıyorum. Beş arkadaş geceyi hapishanede poker oyıııyarak geçirirler. Fişleri yoktur, yerine kibrit kullanır lar. Söylediğine göre önıründe daha şanssız bir aııı ol· mamıştır. Üç beş kere oyununu ıslah etmesi kabilken fırsatlardan faydalanmayı becerememiş, yeni bir destııyi de alınasıyla kaybetmesi bir olmuştur. Gün ağarıp dıı askerler bunları götürmeğe gelince, aklı başında bir insanın bütün ömrünce harcayamıyacağı kadar kibrit kaybettiğini görürü. Hapishanenin avlusuna getirilip yanyana dizilirler; askerler de karşılarına geçip durur. Bizimki ne beklediklerini sorunca, hükümet kuvvetleri kumandanının ela hazır bulunmak istediği cevabını alır. •O halde bir sigara daha içebilirim• der. <Gençliğinde de intizamsızdı.> •Fakat daha sigarasını yakarken, arkasında A.D.C. !eriyle kumandan avluda belirir -bilmem San İgnacio· yu tanır mısın, o imiş gelen-. Malüm formaliteler ta· mamlandıktan sonra Sar. İgnacio mahkümlara son bir arzuları olup olınadığını sorar. İçlerinden yalııız bizimki cevap verir: ğından i YARA 9 zi •Evet, karıma veda etmek isterdim.• «Bueno, der kumandan, itirazım yok, nerede karı- nız?» •Kapıda bekliyor.• «Öyleyse bizi 5 dakikadan fazla geciktirmezsiniz.• •O kadar sürmez bile, senyor general< der dostumuz. •Bu tarafa gelin öyleyse.> «İki asker ilerler, araiarına mahkümu alıp işaret edilen yere gelirler. Kumandan ateş emrini verir, 4 asi yere yıkılır. Hepsi birden değil de teker teker düşerler, hareketleri minyatür bir sahnenin kuklalarını hatırla· tır. Müfreze başkanı cesetlere yaklaşarak hala can çekişen birinin kafasına iki el ateş eder. Dostumuz bu arada sigarasını bitirip izmariti fırlatır. •Kapıda ufak bir kargaşalık olınuştur. Avluya bir kadın girer, eli kalbinin üstünde teliışla yürürken bir· den duraklar. Sonra bir çığlık koparıp hızla ileri atılır. •General, Caramba• der. •Kadın siyahlara bürünmüştür, saçları dantel bir ör. tüyle sarılıdır, suratıysa bembeyazdır. Kız denebilecek kadar genç, ince uzun bir yaratıktır. Kocaman gözleri kederden harabolınuştur. Hafif aralık ağzı ve şalıane yüzünü kasıp kavuran heyecanıyla koşarken o katlar güzeldir ki, orada alakasızca duran askerler bile kendisine hayretle bakarlar. Asi, kadına yaklaşmak için ilerler. Genç kadın ken· dini kocasının kollarına atar; adam, muhteris bir sesle, •Alma de mi Corazon, kalbimin ruhu• diyerek duda!i· !arını onunkilere yapıştırır ve aynı anda umulmaz bir çeviklikle -üzerinde kalmasını nasıl temin etti, bilmiyorum- gömleğinin altından blr hançer çıkararak k&· dının boynuna saplar. Kesik damardan fışkıran kan ada· mırı gömleğinde kurur. Asi kollarını tekrar kadına do· lar ve dudaklarını dudaklarına yapıştırır. •Hadise o kadar çabuk cereyan etmiştir ki, çoğu neyin olup bittiğini anlayamaz; diğerleriyse dehşetle irkilir, ileri atılıp gen-2ralin kollarını çözmeğe çalışır. Genç kadın yere yıkılırken bir A.D.C. tarafından tutulur. Şuurunu kaybetmiştir, toprağa uzatırlar. Etraftaki· !erin yüzünden bir dehşet ifadesi dalgalanmaktadır. Asi vuracağı yeri iyi seçmiştir, kanı durdurmak imkansız dır. Bir an soııra yere çömelmiş A.D.C. ayağa kalkar. •Öldü• diüye fısıldar. Asi istavroz çıkarır. •Neden yaptın?• kumandan sorar. •Seviyordum.• . •Etraftakiler hafiften göğüs geçirir. Herkes kaatile acaip nazarlarla bakmaktadır. Kumandan bir müddet asiyi sessizce süzer. •Nihayet, asil bir hareketti, der. Bu adamı kurşuna dizemem. Arabamı alın ve kendisini hududa kadar götürün!• Generale dönerek, «Senyor, cesur bir insana yekdiğerinin göstermek mecburiyetinde olduğu hürmeti kabul edin.> «Etraftan tasvibkar sesler duyulur. A.D.C., asinin omuzuna hafifçe dokunur, iki asker ortasında, general, bekleyen otomobile doğru ilerler.• Arkadaşım bir müddet durdu, ben de hiç sesimi çıkarmadım. Kendisinin bir Guatemalalı olduğunu söy lemek isterlm, hikayeyi bana İspanyolca anlattı. Ben de mevzuu onun azametli ifadesini bozmaksızın size nakletmeğe çalıştım. İşin esasına bakılırsa, bence hika· yeye böylesi daha yaraşıyor. Nihayet dayanamadım. •Peki, o yara nasıl oldu?• •Yara mı? Haa... O, açmağa çalıştığım sırada patlayan bir şişenin hatırasıdır. Ginger Ale'di galiba.• •Hiç hoşuma gitmedi .. • dedim. Somerset Maugham'dan tercüme eden: Fuad Uf'CAN 10-------· GALATASARAY Küçük Galatasaray'da Birkaç Saat Geçen Ortaköy şubemize dağıtmaya zaman, birden aklımıza; mecmuanın içinde, küçük Galatasaraylı kardeşlerimize ait hiç bir şeyin bulunmadığı geldi ve, dergiyi üzüle üzüle dağıttık. Daha kapıdan çıkarken bu gaf'ımızı düzeltmeyi kararlaştırdık ve elimize geçen ilk fırsat ta, fotoğraf makinemizi kapıp, soluğu aşağıki okulda aldık. Bahçeye girer girmez etrafımızı bir «Küçük Galatasaraylı» gurubu çevirdi. Onların çeşitli suallerine cevap yetiştirmeğe çalışarak okulun iç kapısına kadar geldik. Orada, sonradan inzibat gözcüsü olduğunu öğrendiğimiz bir küçük, onlıı rın hepsini durdurdu ve vazifesini müdrik, büyük bir adam edasıyla, bize ne istediğimizi sordu. Gülerek ona yabancı olmadığımızı söyledik. Küçük Galatasaraylıları orada bırakarak müdür İhsan Karabatur'un odasına g rdik. MüdJ.r beye ilk olarak değişen tedrisat sistemi hakkındaki düşüncelerini sorduk. (Bilindiği gibi geçen senedenberi aşağıki kısım, Cuma akşamları tatil oluyordu.) Bize şunları söyledi: «Cumartesi günleri derslerin kaldırılması Maarif Vekaletine okul ve veli olarak talep edildi ve kabul olundu. Bu çalışma şeklinden çok memnunum. İleri milletlerde zaten altı gün çalışılıyor. Lisede de bu yolun tutulmasına taraftarım. fakat yukarıda haftada bizden iki saat fazla ders yapılması bu işi biraz güçleştiriyor. Fakat günde sekiz saat ders yapılması yoluna gidilebilir. Diğer okullarda da böyle bir temayül var. Fransızca ve Türkçe derslerin tamamen ayrı yapılması lazım. Öğleden evvel fransızca, öğle den sonra türkçe. Bu suretle çocukların fransızca konuşması sağlanmış olur. Fakat kadrosuzluk yüzünden biz bu usulü başaramadık. Sonra Fransız öğretmenlerin etüdlerde bulunmaları şarttır.» Müdür beyi daha fazla meşgul etmeden, teşekkür ederek ayrıldık. Şimdi Küçük Galatasaraylıların arasındayız. Şu anda bahçede 5. ve 3. sınıfların jimnastik derslerı var. Guruplara ayrılmışlar, bir kısmı kültürfizik yapıyor, bir kısmı da voleybol, basketbol oynuyorlar. Biz bunlardan voleybol oynayan bir gurubun arasına giriyoruz, derhal etrafımızı sarıyorlar: sayımızı gittiğimiz «Abi ! hariç mi, dahil mi? söyle.», «Bi kere ahi senden daha iyi bilir, öyle değil mi abi ?» Bize bunları söyleyen küçüğün ismini sorduk, heyecanlı bir şekilde Ata dedi. Soyadım unuttuğunu söyledik, utanarak güldü, Ata Yönter dedi. I.A. da imiş. 11k olarak derslerden açtık. «Derslerim iyi ama calcul zayıf» dedi. En çok fransızca ve tarihi seviyormuş. Derslerden sonra spora geçtik: «Galatasaray şampiyon olacak» dedi. Büytiyünce gemi mühendisi olacakmış Bunu söylerken hemen oradan bir başkası atıldı: «Abi aslın da o artist olacak ama size söylemeye utanıyor» dedi. Hep beraber gülüştük. Peki öyleyse hangi Ağabeylerinin ara~ında. .. artistleri seviyorsun diye sorduk: «James Dean desem ama o ö!dli, Alain Delon'u daha çok seviyorum» ded,. Biz de zaten ona benzediğini söyleyereH: diğer arkadaşlarının gültişmelerine sebep rlduh. Biz onlar kadarken, ayda, yılda bir kere sinemaya giderdik. Halbuki şimdiki küçükledn, sinemanın jön prömiyeleriyle bu kadar yakından ilgilendikleri hem hoşumuza, hem de, doğrusunu isterseniz biraz tuhafımıza gitti. «Abi bize de son bağırışmaları, arasında aynlıp, onları oyunlarıyla başbaşa bıraktık. O kadar minik ve hareketli şeyler ki, insan bu hallerine bakarak, acaba diyor: biz de böyle miydik küçükken? Derken zil çalıyor ve biraz evvel «çın çın» öten bahçe birden sessiz. oluveriyor. Pür ciddiyet hocalarını d'nliyen çocuklarla dolu dershaneleri gezerken birden eski müdi.ır onların muavinıerimi;,;den lyi çalı.şıyorlar ... .li.ıdvan Şensoyla karşılaştık, Bizi görünce hem şaşırdı hem sevindi. Burada ikinci sınıfları turkçe derslerine gidiyormuş. Hocamıza; bize inzibat ve intizam gözcüleri hakkın da malfunat vermesini rica ettik. Şunları söyledi: «Bu gözcüler, 4 - 5 ve Ytş. sınıflardan seçiliyor, ve vazifeleri: arkadaşlarının inzibat ve disipline, GALATASARAY ------11 aykırı nında hareketlerine mani olmak, derslere zamagirip çıkmalarını sağlamaktır. Çok faydalı oluyorlar. Çocukların nizamlı ve intizamlı hareket etmelerinde bize yardımcı oluyorlar». O sı rada zil çaldı ve teşekkür ederek yanından ayrıldık. SON MEKTUP Birinci sınıfın önünden geçerken, bu «minimini» !erin neler yaptığını çok merak ettik ve iceri girdik. Hocaları Mme İllac bize hepsinin Bu sonucıısu olacak sana. Sileceksin gözlerinden hayalimi.. Soıısu.zda bıılu§nıak isteyeceksin belki, Belki, sa.rarnıı-§, Nasır tut1nu.ş ellerimi özleyecek Ellerin. Tıpkı tabıırcu hastalar gibi. Susayacaksın insanlara. Gözlerinde bir ümit beli.recek, Mektup yazmak isteyeceksin. Ama benim adres-im Göçebe ku§larınki gibi. Geı::ap ta alamıyacaksın ki. Bekliyeceksin ... Lekesiz anılarını ya§ıyacaksın Yeni bW]tan. Mektuplarımın Belki de lyi yiyorlar ... Unutacaksın «tres sage», «gentil», «mignon» olduğunu ve kendilerinden çok memnun olduğunu söyledi. Hakikaten, hayret edile.cek kadar düzgün okuyorlar ve hocalarının sorduğu suallerin hepsine~doğ ru cevaplar veriyorlar. Teneffüs zili çalınca daha evvelden ismını öğrendiğimiz Can·ı yakaladık. Can piyano çalı yormuş. On iki yaşında. 5 inci sınıfta ve beş yaIJ!Ildanberi çalıyormuş. Soyadı Karatay. Klasik hıüzikten çok hoşlanan Can ençok Chopin'in polonez'lerini seviyormuş. İlk konserini «Küçük Galatasarayla çayında vermiş. Böyle tatlı tatlı konuşurken, aklımıza saatimize bakmak gelmeseydi, çoktan dönmemiz icap ettiğ ni anlayamıyacaktık. İnsanın, daha saatlerce konuşsa doyamıyaca ğı bu «Küçük Galatasaraylıları» oyunlarıyla baş başa bırakarak kapıya doğru yürüdük. Aykut DERMAN Yavıız TACER her §eyi. V. Aykut ERGİL • YOLCU İlk ı§ıklarla beraber çıkacaksın yola Yanında I{ar.şında yitik anıların hayat korkunç I(olun kanadın kırılmt§ Büyük kavgalardan çıkmt§ın yorgun Sa.rı güz yapraklan gibi Ümitlerin dökülmü§ tek tek Denizler almt§ götürmüş ümitlerini Tren yollar~ alını§ götürnıü.ş Söyle bu ölümlerden çıkıp nasıl yW}arsınf Lise Problemlerinden (BW]tarafı 1 Batu İf'JMEN • 2. sahifede) Öğrenim, tıpkı yürüme, koşma, oyun oy- nama gibi muayyen bir itiyaddır. Hafızayı geliştirmek, abı:ıtraction gücünü arttırmak, analiz ve sentez kabiliyetlerini gereği gibi ilerletınek, lıse tahsilinde birinci planda dikkate alınması lazımgelen me3eielerdir. Bütün bu gelişmelerin muayyen bir ölçü dahilinde seyri takip edilirken gençte çalışma ve iş zevk'nin doğmasını da temin etınek, öğrenci velilerinin de iştirakiyle çocuklarda mesuliyet duygusunun ve intizam fikrinin yerleşmesine gayret etmek gerekmektedir. JAMAIS J e suis tangeııt Tu es tangente aunwnde, a moi. J e sais bien que ces cordes Ne se reuniront pas. Nejat ÇETİNOK 12 GALATASARAY ANKET Size göre 20. Asrın en önemli üç olayı nedir? "Quels sont, d'apres vous, les trois everıements les plus importants du 20 e Siecle,, Bence 20. asrın en büyük üç olayı şunlardır: 1 - Atatürk'ün Türk milletinin başına geçmesi. 2 - Hiroşiına'da atom bombasının infilakı. 3 - Ay'ın öteki yüzünün fotoğrafının alınması. Selami Akal • 1 - Atatürkiün yeni Türkiye'yi kuruşu. 2 - Atom ve aya varış. 3 - Tüberküloz hastalığına karşı bulunan yeni ilaç' lar ve bu hastalığın eski korkunç durumunun önlenmesi. Server Bürge Yirminci yüzyıldaki en önemli üç olayı sıralıyorum: 1 - Hakkın kuvvete galebe çalacağını ve muzaffer olacağını ispat eden, hürriyet ve istiklfi.l yolunda esir, mazlüm ve mağdur milletlere örnek olan ve örnek ve· ren İstiklfi.l Savaşımız ve Büyük Atatürk'ün başardığı sosyal devrimleriıniz. 2 - Atomun ilmin emrinde ve hizmetinde kullanı larak insanlığa büyüle faydalar temin etmesine çalışıl· Dış 3 - siyasette kendisine dünya devletleri araönemini kabul ettiren Türkiye'ye Amerika Cumhurreisinin gelmeyi düşünmesi ve gelmesi. sında ınevkiinin Selilhattin Ayın görünmeyen taraflarının resmi alındı. Picasso gibi bir orijinal deha resimde bir devir 1 2açtı. denizaltısı kutupları 3 - Atom dan geçebildi. • 1 2 3 - Atom ve Hidrojen bombalarının kullanılınası. Atmosfere fırlatılan füzeler. Radyo ve Televizyon. Askeri Ergun 1 2 3 - Siyasi ve iktisadi doktrinlerin tam Birinci Dünya Savaşı. İkinci Dünya Davaşı. buz dalgaları altın Ressam Kemal Zeren 1 - Atom enerjisinin bulunması ve insanlığın le· hinde kullanılınası için yapılan araştırmalar. 2 - Sun'l peykler ve füzeler. Nautilus denizaltısının Kuzey Kutbunda buzlar 3 - altından geçişi. ması. 3 -, İnsan haklarına saygının ve bu hakları müşte· reken savunmanın kesin bir lüzum ve zaruret halind-:ı duyulması ve medeni milletlerin bu konuda esaslı surette teşkilatlanması. · Edebiyat ve Sosyoloji Öğretmeni Rıfat Necdet Evrimer Sanrı Ülkü Özatay • Remarque. Nous sommes en 1960. Il reste encore 40 ons. Le progres comme les machine va de plus envite, les decouvertes scientifiques se muıtiplient, si bien que les 40 annees qui restent serant par l'humanite plus importants que les 60 qui sant passees. 1sante). Creation 23 - de 1'0.M.S. (Organisation mondiale Antibiotiques. Energie atomique. Remy Guy 1 2 3 - i 2 3 - 1 2 3 - 1 altından Doğumum, • Şükrü teşekkülü. Özaltan Yaşamam, Jacques Balleret Ölümüm. • • ilhamı Gündüz Atatürk İnkılapları. Feza yolunun açılışı. Antibiyotikler ve gelişmeleri. Muvaffak Benderli 1 2- Atomun parçalanması ve sanayide kullanılması Atatürk ve İnkılfi.plar. 3 - İnsan haklarının Atatürk'ün Türkiye'yi yaratması. Diyabetlerin keşfi. Füze fikrinin tatbik ve başarısı. Nebahat • Kanıar Nautillius ve diğer denizaltı ile iki defa buzlar Kutup denizlerini geçerek yapılan tetkikler. bütün dünyada önemle ele alınması. M. Ali Gültekin • Prof. Piccard'ın 12.500 metre derinliklerde Ok· yanuslar altındaki etüdü. 2 - La T.S.F. de Branly et Marconi (1899. 1900). La Penicilline par Fleming (1928). Fission de l'Uranium par Hahn (1939) . Creation de l'O.N.U. (1945). 12 3 - Les quanta et la theorie de la Relativite. La production de l'energie atomique. Le lancement des satellites artificiels. flermine Kalustyan 1 2 - Atom Füze. bombası. Ferruhzat Turaç --13 GALATASARAY 1 2 3 - ı - Atatürk ve 2 3 - II. Dünya Birleşmiş - Atatürk'ün Türkiye'yi ı Atom. Füze. Televizyon. • Yaşar HakgUder Cihan Harbi ve sömürgeciliğin ifliisı. Atomun, sun'! peyklerin t.atbik sahasına gir yaptığı işler. Savaşı ve yeni buluşlar, yeni siliihlar. Milletler Teşkilatı. • Faruk Kurtuluş - Les antibiotiques. 2 - les organismes internationaux: Societe des Nations. O.N.U. 3 - la simplification mateielle de la vie. les fibre.s synthetiques appareils menagers. Hygiene-Confort. les constuctions d'immeubles modernes. ı - duvarının 1 2 3 - • L'energie nucleaire. La penicilline. Picasso. Pierre Dubois 1 - La synthese de la matiere organique par les Biologistes, permettant d'emettre des hypothess sur l'origine de la vie. 2 - la decouverte des antibiotiques. 3 - La divlslon de l'atome et la decouverte de la bombe atomique. Hikmet GUrtav • Roland Faillettaz - (Positif): La fondatlon de la Republique Tur· que et la Revolution creatlve de Mustafa Kemal Atatürk. (Negatif): La 2 leme guerre mondlale et ses mefaıts politlques, sociaux et economiques. 2 - (Pos!tif): L'energie nuclealre au service de l'humanite. • Karabatur İst!kliil Savaşı ve Atatürk İnkıHipları. İkinci Cihan Savaşı. İlim ve fende büyük ilerlemeler kaydedilmesi. Ali Ortaç kazanışı. 2 3 - (Negatif): L'invention de la bombe athom!que. 3 - (Positif): La decouverte de la penici!line par Fleming, et le antibiotiques. JNegatif): L'expansion de la paralysie enfantine (la polymielite) dans le monde entier, Salih özarık İkinci Dünya Harbi ve girmeyişimiz. Daha •kendimizi> tanımadığımız halde fezanm çözme çabamız. Sermet Uysal • 1 - Feza yolculuğu devrinin açılması. 2 - Afrika kıt'asında şuurlaşan milliyetçilik hare· ketleri. 3 - Dünyanın iki siyasi ve askeri bloka ayrılması. 1 fen • Osman Güney Atom çikerdeğlnin parçalanması. (İnsanlık için alanında). 2- - La transformatlon progressive des monarchies en republiques et, d'une façon general, la tendence a la democratisation. 2 - La decouverte de la penicilline qui a permls d'allonger de 20 ons environ la duree moyenne de la vie. 3 - L'essor des moyens de transport comme l'auto· mobile et l'avion dont les consequences, tant dans !es possibi!ites d'echanges que dans la façon de penser le monde et de comprendre l'homme, sont incalculables. ı - La decolonisation. L'energie atomique. • İhsan Milletlerin fikir hürriyeti ve serbestlik isteği. Atom parçalanması. Uçak ile seyahat inkişafı. İbrahim Safer 23 - sırrını 1 ı ı aşılması. .1 - Milletimizin ayaklanıp Atatürk'ün önderliğinde, güçlü düşmanlarımızı tepeliyerek İstikHil Mücadelesini Yvette Valette 2 3 - • Arcıl parçalanması • 1 23 - La premiere guerre mondiale (1914 - 1918). La seconde guerre mondiale (1939 - 1945). La paix (1946 - 2000). Robert Valette • Cihat (Atom bombası ve Hidrojen bombası). • 2 - Roket tekniğinin inkişafı ve sun'i peyklerin icadıyla ay'a roket gönderilmesi. 3 - Televizyonun icadı, aynı derecede radar ve ses Atomun Liliane Boulet 12 3 - yaratması. İkinci 2 3 mesi. 123 - (Bizim için) Atatürk'ün • yaşayışı. Zahir GUvemli Anti-biotiklerin bulunması. Atom ve Hidrojen bombalarının icadı. Sputnik'in uçurulması. Zahide Belir • Türk lstikliil Savaşı ve T!lrkiyc Cumhuriyetinin kuruluşu: (Hasta adamın yıkılışı Türk İstikliil Sa· vaşı Türk Mucizesi - Büyük Lider Atatürk'Un devrimleri - Kemalizm) . 2 - Demokrasi fikirlerinin gelişmesi ve yayılması. •Unesco - Nato - Birleşıniş Milletler - İnsan Hakları Beyannamesi>. 3 - Atomun keşfi: (İnsanlık hayrına inkişafı tem.?n· nisi - Teknikte ve kalkınmada Atom'dan faydalanma Gezegenlere ulaşma amacı). Halit Sarıkaya 1- [*] Mecmıwmıızda ilk defa bir anket yapmı teşebbü,s ettik. Bundan maksadımız -sual iyi seçilmiş olmasa dahihocalarımızın fikirlerini ya. aksettirmektir. Ankete cevap veren bütün hocrı larımıza burada teşekkür ederi.z. GALATASARAY GALATASARAY 14 Tiyatro 1959 • • Kasım ayının 19 uncu günü. Tiyatro Kolu Reh· ber Öğretmeni Zahir Güvemli, oKul radyosunda, Tiyatro Kulübünde çalışmak isteven talebelerin o ;::'in saat 13 de· Okul Konferans Salo· nunda tertiplenen toplantıya gel· melerini bildiriyordu. Bir çok hevesli talebelerin iştira· kiyle ve gizli reyle yapılan seçim neticesi; (toplantıya gelen ve Ku· lüb nizamnamesi gereğince üye olan) arkadaşlara bildirildiği za. man, hepsinin neticeden memnuni· yetini gösteren bir tebessüm yüz· !erini kapladı. Bir kaç gün sonra, üyeler, yeni· den toplantıya ve seçime çağırılı· yorlardı. Buna sebep; Tiyatro Ku· lübü İdare Heyetinden iki arkada· şın sınıfta kalmış olınaları ve ta limatnameye göre, öğrenci kolları faaliyetlerinde idare heyetine seçi· Iemiyecekleriydi. Yeniden yapılan aleni seçim ne· ticesinde; Başkanlığa Ticaret I den Baha Pir, Muhasipliğe Ticaret IV den Ünal Menderes ve Sekreterli· ğe de 11.A dan Mehmet Ulusoy'un seçildikleri anlaşılmıştı. Derhal faaliyete girişen İdare Heyeti yaptığı açık toplantıda Türkçe olarak Victor Hugo'nuıı «l\fary Tudor• ve Fransızca olarak da Prosper Merimee'nin •Le Car· rosse du St. Sacrement. isimli oyunlarının bu sene okul sahn~8i· ne konmasını karar altına aldı. Türkçe piyese Edebiyat öğretme· ni Zahir Güvemli ve Fransızca pi· yese de Fransızca öğretmeni M. Thompson nezaret edeceklerdi. Fakat Tiyatro Kulübü'nün faali· yetleri, sadece bu iki piyesin sene sonunda sahneye konmasından iba· ret kalmıyacaktı. Dinamik ve tecrübeli Hocamız, Tiyatro Kulübü Rehber Öğretmeni Zahir Güvemli'nin bazı fikirleri vardı. Bunların başında, her hafta Perşembe günleri saat 15,30 da Kulüp salonunda Tiyatroda ısım yapmış bir çok sanatkarların kon· feransları ve sohbetleri geliyordu. Kulüp üyeleri için bulunmaz bir fırsattı bu. Sahnede hayranlıkla seyredip, bir türlü yakından göre· medikleri, haklarındaki tenkit ya· zılarını gazetelerde okuyup da ta· nımadıkları sanatkarlarla aynı oda· da oturup, konuşmalarını dinle.•ıe· cekler, onlara sualier soracaklardı, Hemen sınıflarına koşup, bu ha· beri arkadaşlarına bildiren Kulüp i,jyeleri, toplantılara onları da da· vet etmekte idiler. Fakat üye olmıyan bu gençler;n sevinçleri uzun sürmedi; çünkü, Kulüp nizamnamesine göre üye ol· yılı Perşembe mıyan, Kulüp toplantılarına katıla Bu karar neden alın mıştı? Neden bu arkadaşlara ken· dileri için eğitim ve öğretim mevzuu olan Tiyatro Kulübü sohbet toplantılarına girme izni verilıni· yordu? O arkadaşlar ki Devlet Tiyatro· sunun İstanbul'daki temsillerini görebilmek ve bilet bulabilmek için neler çekmişlerdi. Ve sonunda görmüşlerdi de. Ama kendi okul· larında yapılan bir toplantıyı takip etme hakkı onlara verilmiyordu. Ve, verilmedi de. Çünkü, tiyatro~.. la ilgilerinin yalnız bu toplantılara ait kalmaması, her yönden çalışma· !arı zedelemiyordu. hk olarak toplantılara 10 Aralık 1959 tarihinde Haldun Dormen'iıı davet edilmesi ile başlandı. Küçük Sahne Dormen Tiyatrosu'nun genç sahibi, üyelere, •Tiyatronun muhtelif konularında» konuşmuş ve çe· şitli sorulara cevap vermişti. Müteakiben 17/XII/1959 da Tarık Gürcan, •Mikrofon Tiyatrosu• mevzulu konferansında Sahne ye Mlk· rofon Tiyatrosu arasında bir mu· mıyacaktı. Yıldız müşterek vasıflarını ar:ı· be ılrtmiştir. 7 Ocak 1960 da genç aktris ve sanatkar Yıldız Kenter"in Kulüb'e daveti ile giriliyordu. Ga-latasaray'ı ve Galatasaray Lisesini çok sevdiğini her vesile ile tekrar eden, toplantı müddetince gayet heyecanlı olan sa.natkar, üyelere •Aktör> den bahsetmiş ve kon'ferans sonunda Kulüp Şeref defterine Galatasaray Lisesi Tiyatro Kulübü için şu satırları yazmıştır: •Sizinle beraber bulunmaktan çok zevk aldım. Teşekkürler ederim.» Yıldız Kenter'den sonra, kardeşi Müşfik Kenter 21/1/1960 tarihinde topla.ıtılara katılmış ve •Rejisör>ü konu olarak ele alan sanatkar •ReJısorun esas vazifesi piyesin hakim olduğu ana fikri sahneye çıkar· değerli ması lazımdır. Her iki kardeşte de Okulumuzda konferanslardan ve bu konferanslar sonunda sorulan sualler neticesinde elde ettiği miz intibaa göre, fevkali\de bir Shakespeare hayranlığı ve bağlılı ğı görülmektedir. Değerli piyes yazarımız Refik Erduran 28/1/1960 tarihinde vermiş olduğu •Piyes yazarlığı> isimli konferansında; Roman ile Piyes ara· sında bir mukayese yapmış, aralarındaki farkları belirtmiş ve tiyatronun ilk çağından günümüze kadar geçirmiş olduğu safhaları izah etmiştir. Refik Erduran'a göre tiyatro, •İnsan iradesinin ortaya çıkardığı vermiş oldukları Kenter, Tiyatro Kulübümüzde ... kayese yaparak her iki türün !arındaki mak, en kolay anlaşılabilir bir şe· kilde başarmaktır.» demiştir. Müş fik Kenter'e göre piyes: bir takım aksiyonların, bir takım fornılara girmesidir. Esasını insan teşkil eder. Bu insanların birbirlerine karşı münasebetleri piyesi meyd:ı.· na getiriyor. Yazarın piyeste beşeri bir münasebet kurması ve rejisorün de bunu bulup ortaya çıkar bir sanattır. Bu sebeple tiyatro eserinin sürüleyici ve inandırıcı olması li\zımdır. Tiyatroda hareket çok önemli bir yer işgal etmekte· dir. Bunlar bilhassa, ses, müzik, v.s. gibi unsurlardır. Ayrıca tiy<:ıt· roda hareket üç şekilde kullanıl maktadır: 1 - Duygu hareketi, 2 - Fiziki hareket. 3 - Zihni hareket. Bütün bunlara rağmen Anton Çehof'un meseli\ •Vişne Bahçe~!> isimli eserinde hareket yoktur. Ayrıca tiyatroda girişler ve çı· kışlar da çok mühimdir. Tiyatroda tesadüfler az olmalıdır. Bu tesadtif lere yol açmak için vakaları evvelden hazırlamak gerekir.> Toplantı sonunda Kulüp üyelerini sevindiren şu satırlar, Refik Er(Devamı 17. sahifede) GALATASARAY - - - - - - - - · - - - 15 Otuz Yılf) Bir ay ve ötesi... lar" kuran Kibrit İnhisarı'nın fen müşavirliğini yapıyor ve genç Cumhuriyetimizin sağlam temellerine, o da taş ve harç taşıyordu. Otobüs Galatasaray'a yaklaşmıştı. İnecek olanlar kapıya doğru ilerliyorlardı. ·Birden, ellerinde kitapları, çantaları olan dört, beş talebe, yolculardan birine yol verip onu saygıyla selamladılar. Verilen selamlara nezaketle, gülümseyen bir çehreyle mukabele eden zat otobüsten indi ve caddenin karşı tarafındaki, senelerin eskitemediği oymalı büyük kapıya; çiçeklerin, ağaçlarm süslediği güzel bahçeye, daha ilerlerdeki kocaman binaya, geçmişin Mekteb-i Sultani'sine, bugünün Galatasaray Lisesi'ne baktı. Sonra eski günler ve seneler hafızasında canlanmağa başladı ... İbrahim Safer ilk mektebi bitirip te, orta tahsiline başlayacağı zaman, ailesi küçük Safer'i hangi okul'a vermeli diye bir hayli düşündü. Sonunda St. Benoit adlı Fransız lisesinde karar kı lındı. İbrahim Safer çalışkan, düzeni seven bir talebeydi. St. Benoit' da geçen seneler sırasında, küçüktenberi ilgi duyduğu Galatasaray Lise'sini, yapılan çeşitli kültıirel ve sportif temaslar dolayısıyla, daha yakından tanımak fırsatını buldu. İçinde bir Galatasaray sevgisi doğdu. zamanla İbrahim Safer büyüdü, St. Benoit Lise'sinden mezun oldu. Bu defa, ailesi onu İsviçre'ye, Lausanne Üniversite'sinde Kimya tahsiline gönderdi. İbrahim Safer bu yabancı memlekette de etrafındakilere kendini kısa zamanda sevdirdi, yepyeni fikirlerle, yen'den kurulmakta olan vatanına faydalı olacak her şeyi öğı·enmeğe gayret ediyor, her yerin, her şeyin öğrenilecek taraflarını arıyor, buluyor \•e öğı·eniyordu. İşte İsviçre yılları böyle bir öğren me humması içinde geçmiş, İbrahim Safer Lausanne Üniversitesinin Kimya bölümünü başarıyla bitirmiş ve aynı Üniversitede fen doktorası da yapmıştı. Bu genç Türk ve bilgisi, artık büyük Atamızın devrimleriyle kalkınan Türkiye Cumhuriyeti'nin emrindeydi. Yurdun muhtelif yerlerinde fabrika- 1929 senesi İbrahim Safer, İstanbul'da kurulmakta olan kibrit fabrikasında vazifeliydi. Bu arada, Galatasaray Lisesinde bir fizik ve kimya hocasına ihtiyaç olduğunu duydu. ötedenberi içinde bulunan Galatasaray sevgisi, onu bu vazifeyi de üstüne almasına zorladı. Böylece öğret menliğe başladı. İlk zamanlar, hem fabrikada, hem de Lisede çalışıyordu. Fakat cemiyete insan yetiştirme, insan kazandırma onu büyüledi ve bir çok maddi imkanları teperek yalnız, Türk çocuklarına öğretmeye karar verdi. Safer Hoca'yı Galatasaray'da herkes sevdi. ders anlatışları, onu istenen hoca yaptı. O da çocuklarını sevdi ve çalıştırdı. Çocuklar dolma yesinler diye beş, altı bin dolmayı sarmaya, ahçıbaşını hep o kandırdı. Çocukların yemekleri iyi olsun diye zeytinyağım bardağa koyup içti, sebzeleri çiğ yedi. Müteahhitler malın iyisini versinler diye onların peşinden koştu ve bir gün de yemek iyi çıkmadı mı, çocukların sızlanmalarını hep o dinledi. Çocuklara mektebin kendi malları olduğunu, ona evleri gibi iyi bakmalarını, evleri gibi sevmeleri gerektiğini öğretti, tam otuz sene bir ay yorulmadan, bıkmadan hepimizin Galatasaray'ı için çalıştı ve geçen sene emekliye ayrıl dı. Bu büyük çalışmanın mükafatı da büyük oldu. Safer Hoca, her gittiği yerde, bugün memleketin en önemli mevkilerinde bulunan talebelerinin kuçak kucak sevgisiyle karşılaştı. İftihar etti. Yetiştirdiği insanlara bakarak, çabasının boşa gitmediğini gördü, çocuklar gibi sevindi. Tatlı Bu sene bizlerin, Galatasaray'ın gene ona ihduydu, seve seve; koşa koşa geldi. tiyacı olduğunu Safer Hoca silkindi, önünden akıp giden otomobil seline baktı, seneler çabuk 'geçiyordu. «Otuz sene evvel buradan paytonlar, tek atlı kupalar geçerdh diye dJşündü. Trafik polisi geçmesini işaret etti. Çocukları boyuna selam veriyorlardı. Safer Hoca başı dik, gülümseyen yüzüy: le, Galatasaray'ın kapısından kimbilir kaç bininci defa girdi. .. Çetin ÖZBAYRAK GALATASARAY 16 Şundan hemen kavrıya Bir kadrilyonu (quadrillion) uzun düşünmeden yazacak pek az insan vardır aramız· da. Milyon'u takibeden sayıları biliyor musunuz? İşte size sayılar imparatorluğundan birkaç prens: 1 milyon 1 000 000 1 bilyon 1 000 000 000 000 1 trilyon 1 000 000 000 000 000 000 1 kadrilyon 1 000 000 000 000 000 000 000 00 Kadrilyondan sonra kentilyon, sekstilyon, oktilyon, nonilyon, desilyon, ondesilyon, düodesilyon ... gelir. Düodesilyon 72 sıfırlı bir l'dir! Büyük matematik alimi Schubert bir milyon ile bir bilyon arasındaki nisbeti şöyle izah ediyor: •İki haftadan daha az bir zamanda 1 milyon saniye geçer. 1 bilyon saniye geçmesi için 30.000 seneden fazla bir zamana ihtiyaç vardır. İnsan cinsi tarih başlangıcın dan bu yana 1 bilyon saniye yaşamamıştır!• 6 sıfırı bileceği ile milyon, bir sayı insanın manasını değildir. ... Kuşların uçarak aşabildikleri mesafe bazan inanıl· mayacak kadar uzun oluyor. Mesela 1935 yılında tertip edilen bir •Kuş Yarışı> nda bir posta güvercini 600 km. lik Hock van Holland • Berlin arasını 7,5 saatte uçmuş tur. Bir çeşit dağ kırlangıcı bir günde hiç durmadan 900 km. uçabilecek kudrettedir: Bu uçuşla bir senede dünyanın etrafını 8 kere dönebilir. Başka bir çeşit kır· !angıç Havai adaları ile Alaska arasındaki 3.000 km.lik mesafeyi 35 saatte aşabiliyor ve bunun için aşağı yu karı durmadan 252 milyon kere kanat çırpıyor . ... Ağırlıklarına nisbetle en kuvvetli hayvanların bö cekler olduğu biliniyor. Mesela bir yaban arısı ağırlığı· nın 160 misli bir küçük arabayı itebilir. Bir arının ta· şıyabileceği yük ise ağırlığının 300 misline varır. Bunu canlandırabilmek için 21 tonluk bir kamyonu iten bir adam düşününüz! Fakat böceklerin en kuvvetlisi •Goliath> adı verilen bir •scarabee> cinsidir. Boyu 8 cm.'ye varan bu böceğin boynu ve omuzu öyle kuvvetli bir kıskaç şeklindedir ki, Goliath bir omuz kaldırmasiyle bu kıskaç arasında bulunan bir anahtarı eğebilir! Heirırich Heincken 6 Şubat 1721 de Lübeck'te doğ du. Aynı senenin Aralık ayında, yani 10 aylıkken, ço· cuk etrafmdaki bütün eşyaları tanıyor ve isimlerini söy· lüyordu. Daha iki yaşına gelmeden ıatınce ve fransızca öğrenmeye başladı. Fakat bu fi_kri faaliyet çok çabuk sona erdi. Genç deha 5 yaşında öldü. Heincken ile aynı sene doğmuş olan Philippe Baratier iki yaşından itibaren •philologie> ye başladı. 12 ya. şmda lO'u mütecaviz batı, 4 tane doğu dili biliyordu ve matematik ile felsefede söz sahibi idi. 14 yaşında, Halle Üniversitesinin profesörleri Baratier'nin doktora imtihanı verebileceğini söyli.iyorlardı. 19 yaşında felçten öldll. 1731 yılında Lübeck'li Margarete Tausch 11 yaşmda olduğu halde son nefesini veriyordu. Lisana olan fevka· lade kabiliyetinden maada, bilhassa biyologiye çok ala· ka gösteriyordu. Her zaman yatağının yanında bulunan bir iskelet vasıtasiyle insan vücudunun bütün ke· miklerini ve mafsallarını saymakla kalmıyor, bütiın bunları ezberinden söylüyordu. Ölmeden 1,5 sene evvel Lübeck kütüphanesinde, 45 dakika süren gayet ehemmi yetli bir konferans vermişti. Zihninin bu kadar çevik ,;e mahir olmasına mukabil vücudu çok zayıf ve muka· vemetsizdi. Kendisini ölüme sürükleyen hastalığı 8 ay çekti. ... Bundan Birisinden 1 milyona kadar saymasını istersek, cegayet kesin olacaktır: imkansız! Filhakika 1 dakikada 200'e kadar saymak mümkün olsa 1 saatte 12.000, bir günde 288.000, bir senede 105.120.000'e kolayca varır. Fakat bir bilyon'a kadar (durmadan) saymak için 9500 sene yaşamak icabederdi. Hz. Adem doğduğundan itibaren saymaya başlasaydı ve şu anda aramızda bulunsaydı ancak 800 milyon küsura varmış olurdu! yabı Astronomların yıldızlar arasındaki mesafeyi ölçmek için hususi bir ünite kullandıklarını biliyoruz: ışık-yılı; yani ışığın bir senede katettiği mesafe. Işık saniyede 300.000 km. sür'atle gittiğine göre, 1 ışık-yılı 9 bilyon 460.800 milyon km. ediyor ve arzımızdan milyonlarca ışık-yılı mesafesinde yıldızlar bulunduğunu tasavvur edersek ... Büyük sayı tahmininde, pek muammalı ve şayan-ı hayret bir benzerlik müşahede ediliyor. İsteyen herkes bunun tecrübesini yapabilir. Mesela bir çorba tabağı içinde kaç tane mercimek bulunduğunu, çok sayıda in· sana tahmin ettirin. Elde ettiğiniz rakamların ekserisinin O ile nihayet bulduğunu göreceksiniz. Sonra sıra ile (gittikçe daha az olmak üzere) 5, 8, 2, 3, 7, 6, 4, 4, 1 tahmin edilen sayılan son rakamlarını. teşkil edecek. Asıl şaşılacak olan hal, bu tecrübeyi ne kadar çok Ya· parsanız yapın, yukarıda saydığımız sıranın asla bozul· mayacağıdır! İsveçli zengin bir kibrit fabrikatörü Stockholm'de bir kuyumcuya giriyor ve 40 inciden müteşekkil bir kol· ye satm almak istiyor. Kolyerun fiatı olan 170.000 frangı fazla bulup tam çıkmaya hazırlanırken, kuyumcu ona şöyle bir teklifte bulunuyor: ilk inci için 1, ikinci inci için 2, üçüncü inci için 4 kibrit alınak ve böylece 40 ın ciye kadar bir evvelkinin iki mislini alınak şartiyle fabrikatör bu kolyeyi alabilecek. Önce bu hesabı hararetle kabul eden iş adamı, hesabı yaptığı zaman dehşet için· de kalıyor: kuyumcunun teklifine göre vereceği kibrit· !erin miktarı 1.099.511.627. 775 taneyi buluyor. Her yüz kibritin bir frank ettiğini düşünürsek, kolyenin değeri aşağı yukarı 11 milyar franga geliyor! Çok sayıda eser yazmak muhakkak ki büyük bir marifet ... Ama herbirinin kaliteli olınası daha büyük bir marifet. İşte bunu başarabilen yazarlardan bir kaçı: 120 cilt eserle Balzac, felsefi denemeleri ve hikayeleri ile 100 cilt eser veren Voıtaire, naş!rlerinin kataloğunda eserlerinin sayısı 300 çilde varan Alexandre Dumas pere (eserlerinin hepsi değil!) ... Zamanımızın velüt yazarlarınm arasmda Jules Ro· moins 27 ciltlik •Les Honnes de Bonne Volonte• si ile önemli bir yer işgal eder. Paul Vialar'ın 57 yaşında 60. eserini yazdığı söylenir. Diğer taraftan polis romanları yazan Georges Simenon'un her ay bir eser verdiğine dair bütün naşirleri yemin ediyor. Şu küçük fıkra Si· menon'un bu hususiyeti hakkında bir fikir verebilir zannederim: Naşirlerinden biri Simenon'u telefona çağırı yor. Naşir'e Simenon'un karısı cevap veriyor ve kocası nın peni bir roman yazmak üzere çalışmaya koyuldu· ğunu söylüyor. - Zarar yok, diyor naşir, telefonu kapatmayın, bi· tirmesini bekliyorum! Derleyen Mehmet DÜLGER GALATASARAY ----17 MÜZİK: Caz ve Rock'n Roll ı Manası kötüye kullanılan kelimelerden biri de Caz dır! Bunun en basit örneğini senelerdenberi mektebimizde gördük. Zira, müzik kolları tarafından tert.plenen konserler caz konseri ismini taşıdığı hıl de caz dan en ufak misal dahi veremedi. Eski mezunlarımız dan Erdoğan (Kılcı) ağabeyin zamanında ancak birkaç caz parçası çalınabildi. Fakat her zaman olduğu gibi caz konseri denildiği halde katiyen bu müz.ğe bir konser hasredilmedi. İdarecilerimiz zaman zaman bu konserlerin aleyhinde idiler. Bunda ııaKlıydılar. ,, aımt onlar da caz denilen şey gürültüden başka bir şey değil diye ıs rar ettiler. Halbuki bu müzik konserlerde kisvesi altında katiyen sağlam temellere dayanmıyan, sırf ticari 4 zihn yetle daha evvelki müzik çeşitlerin den kopye edilerek meydana getirilen Rock and Roll çalını yordu. Normal olarak, tamamen ayağa hitabeden H.ock and Roll gürültuden ve monvton, müzik tekrarından başka bir şey olamazdı. Rock and Holl'a ilk çıktığı zamanki rağbetle şimdiki arıı sında çılgınlarının nezdinde dahi dünya kadar fark var. Rağbet gittikçe azalmaktadır ve bir gi.ın yok olursa hiç şaş mamalıdır. Hatta Rock çalanlar bundan vazgeçip popillcr müzik diye kulağa daha çok hoşa gidebilecek parçalar çalmağa ve söylemeğe başladılar ki bu, müzik ticaretinden ve müzik zevkini alamamış, hakik'.i müziği bilmiyen gençlği avlamaktan başka bir şey değildir. Halbuki caz bestesi sağ' lam ve yanlışsız bir kompozisyondur. Fevkalade ahenkli bir kısım melodiden sonra yazılmış veya irticall mantıklı cümleler mevcuttur. Bu düzgün cümleler bilhassa sololarda dinlen r. Zaten caz'ın kıy meti yaratıcı oluşundadır. Solistler haurlıksız kurdukln.rı sağlam cümleler ve kendilerinden yarattıkları fikirlerle cazın kıymetini oelirtmeğe yeterlidirler. Caz, doğuşundan Ou yana bir çok devirlerde çeşitlı tanda inkişaf etmiş, h'ç durmadan ilerlemiş ve ilerlemektedir. Bu hususlara da herhangi bir başka çeşit müzikte ko- lay kolay rastlanamaz. Okulumuzda her çeşit kültür sahasında yetişen arkcldaşlarımız müziğin en kıymet li kolu olan caz bahsinde niçin geri kalsınlar? Eğer, müzik kolundaki arkadaşlar faaliyete geçseler her türlü imkandan faydalanabilirler. Örneğin, hakiki müzisyenler tarafından bir caz konseri tertiplemek, mektebimizde lstanbul'daki otoriteler tarafından konferanslar verdirmek şimdiye kadar tertiplenen konserlerden daha çok imkana sahip ve daha kolay olur. Çünkü memleketimizde caz'ı kötüye kullanmaktan, bunun anlaşılamamasından mü teessir olup herhangi bir fedakarlıktan çekinmiyen birçok müzisyen ve otoritelerimiz var. Caz, dinlemekle öğrenilir, sevilir. Bu konuda cahil kalmış olanlar mevzu açıldıkça Louis Armstrong'dan, Gene Krupa'dan bahsederler. Evet, gerçi onların da caz tarihinde parlak devirleri oldu; fakat bu gün için önemlerini tamamen kaybetmişlerdir. Çünkü caz, doğuşundanberi hiçbir zaman yerinde saymamış, büyük ge- lişmeler kaydetmiştir. Binaen· aleyh, bugi.ınün müzisyenlerini d.nliyen, onlardan hiç bahsetmiyeeek, şimdiye kadar caz'ı bilmemiş oldukları için kendilerine kızıp her fırsatta bu kulağa hitabeden, aynı zamanda heyecanlı müziği dinleme Ç'irelerine başvuracaklar. Gelin sevgili arkadaşlar, siz de insan üstü kabiliyete sahip olan caz müzisyenlerini dinleyin - Charlie Parker, Lee Konitz, Faul Desmond, Lester Young, Stan Getz, Sonny Rollins, Kai Winding, J. J. Johnson, Dizzie Gillespie, Clifford Brown, Errol Garner, Martial Solol, Lennie Tristano, Bill Evans, Oscar Petterson, Gerry Mulligun, Milt Jackson, Lionel Humpton, Eddie Costa, Barney Kessel, Buddy de Franco, Shally Mane, Max Roach, Buddy Rich, Joe Morello, Roy Brown, Edd Sanfranskie, Oscar Petteford, Charlie Mingus- Bu cazcıların herhangi birini din· lemeniz, sizlere bu müzik hakkında yeteri kadar bilgi verecek, caz'ı muhakkak sevdirecektir. Türe YORGANCILAR Tiyatro (Ba.ştarafı 14. sahifede) duran tarafından Şeref defterinde yer almıştı. «Galatasaray Tiyatro Kulübü çok iyi dinliyor; aynı derecede iyi oynarsa Türk Tiyatrosunun kalkıll· ması hızlanır.• 18/2/1960 tarihli konferans mektebimiz fransızca_ öğretmenlerinden M. Valette'e ait olup, •Piyes sah· neye koyma> hakkında idi. M. Valette, bilhassa bu sene okul • sahnesinde oynanmış olan Mary Tudor isimli piyeste, Rejisör Ayberk Çolak'a yardımcı bir çok fi. kirler vermiş ve eserin kritik noktalarını izah etmiştir. 25/2/1960 da Tunç Yalman, tiyatronun üç unsuru, Yazar, Rejisör ve Aktör'den bahsederek bilhassa okulumuzda tiyatro yazarı olmaya istidatlı gençlere elinden geld1Ji kadar yardım edeceğini belirterek onları bu sahada çalışmaya teşvik etmiş ve Kulüp defterine şöyle yaz- mıştır: «Galatasaray hayırlı Tiyatro çalışmalar, Kulübüne dile· başarılar rim.> Böylece şimdiye kadar yapılmıŞ' olan toplantılardan sonra sahne çalışmaları meyanından olarak Ti yatro Kulübü Başkanı Baha Piı tarafından yazılmış •Şaka• isimH oyuna gelelim. Diğer piyeslerde rol almıyan arkadaşlar tarafından rollerinin pay !aşıldığı bu oyun eğer okul idaresi müsaade ederse sene sonunda oğ retmenlere oynanacak, beğenildiği takdirde okul sahnesinde dışarıdan gelecek seyircilere temsil edilecektir. Galatasaray Tiyatro Kulübü'nün faaliyetleri böylece devam ederken sene ,sonunda sahneye koyacakları piyeslerde kendilerine başarıl-ir diler ve diğer faaliyetlerinde ae muvaffakıyetler dileriz. Ünal MENDERES GALATASARAY 18 . ONCE Bu1... İnsan semayla uğraştı. Şimdi fezaya az çok hükmetmek üzere. Zaman, her şeyi gösteren zaman, ona istediği günleri getirdi. Hakiki insanlıktan fazlaca göttirdu. ve zaman insanın insanlığına yenilik getirmedi. Bence neticeler yeni olabilir, yeni şey ler de bulunur. Fakat insanı hareket ettiren saik eskidir. Burada hakikati arama saiki. İnsanın en büyük cevheri bu ... Kainatta sonsuz hakikatler saklıdır. İnsan arar, bulur. Hakikatler yine kayıp tır. İnsan onları durmamacasına çeker çı karır ve insan kuvvetlenir; bulduğu mad- di hakikat, maddi kuvvet, manevi hakikat ona manevi kuvvet, ruh kuvveti getirir. Çünkü hakikat kuvvetlidir. Bu bakımdan kuvvet hakikatte, zaaf insanda, kuvvetlilik hakikati aramaktadır. Bunun için, kendi hakikatini bilmemek onu aramamak zeka yokluğuna delalet eder. körlüğe, İnsan saadet ister, fakat onu aramaz. onu etrafında. Bu hayat en buyük iKi soruyu cevapsız bırakmıştır: nereden gelip nereye gidiliyor? Doğduğu anda saadeti kaybetmiştir; aramalıdır. ]fakat o bir hayat bulur İşte bu insanın hgkikatini öldürmüştür. İnsan kendini öldürmüş olan bir hayatı be- nimser. Iicrkes gitmektedir. Nereye'? O da gider. Ölmüşlükte çok şey bulacağını zanneder. Saadet bulacağını zanneder, emindir. Heh! .. Aramıyan bulacağını mı zanneder? Zannetmesin! Saadete giden yolu aramamıştır ki o yol onu götürsün. Neticede insanı sonsuz kaybeder: sonsuz bir kayıp ... Hakikati aramak. Hakikatten bir zerOyle bir hiçbir ki, her sorulacak soruya «evet» desin. Buna da mı? Evet, ona da değişmemek! .. Şuna da mı? Evet, ona da! .. reyı hiçbır şeye değişmemek. Yalnız hak ve hakikat için yaııamak .. önce insanlık hakikatini, sonra diğerlerüıi aramak; ölmüşlukten kurtulmak için. Su içerken bile unutmamak bunu. Vücudu ve ruhu bu yönde sürütmek ... Füzeleri semada gezd ren, hakikati arama bu uğurda durmadan çalışma saikinden başkası, bundan daha aziz, daha büyük bir ders veremez. Bence, kişilere ve toplumlara hükmedecek büyük ders işte bu. Okay ôZTÜRK Reflexions Sur L'activite Scientifique Moderne L'bomme, par nature,; a tendance 1ı. chercher les causes, les verites de ce qui se passe autour de lui. Cette recberche et ces efforts ne resuıteat pas d'un sfrnple desir sans cause. En effet, quand il s'occupe d'une science, l'bomme est persuade qu'il envisage un progres. Et c'est justement ce progres-la, qui, comme le dit Malraux, lui fera gagner iı chaque instant sa superiorite sur l'anı mal. La science n'est pas seulement analytique, comme nous venons de voir; mais ses chances de progres sont encore muıtipliees par sa particularite d'etre synthetifıue. S'il s'agissait seulement d'analyse, la sciencP ne serait qu'une definition de la notion de eyde naturel; mais le fait qu'elle peut etre en meme temps creatrice lui assure un vrai progres, paralelle iı cette decouverte ou definition du cycle. On peut deviner facilement, apres avoir vu comment la cause des sciences se resumait iı •desirer un progres», que l'activite scientifique, dans son sens le plus general, est trop vague et trop compliquee. En effet, ıes sciences derivent tres souvent de conventions, de systemes proposes par certains hommes, iEt de nos jours elles cherchent plus vivement que jamais iı aboutir iı la perfection. Qu'appellent-elles perfection, verite profonde? Est'ce qu'une derivee de l'esprit humain peut engendrer .une particularite de la nature resuıtant d'une forme spirituelle tout iı fait autre? La science ne fait qu'imposer aux hommes un mode de raisonnement, des angles, des points de vue. La •vraie selence serait rea· lisee si chacun pouvait etudier toutes les sciences modernes, et iı partir de liı se formuler un mode de raisonnement qui s'adapte aussi bien iı l'lndividu qu ~ux concepts modernes. L'iınprecision du but, d'enormes differences de methodes et un enseignement confus rendent la science nefaste iı une majorite considerable d'hommes. Cette esquisse tres theorique nous revele rıu avec tous ses defauts l'activite scientifique iı une grande chance de tendre vers une limite qui soit loin d'etre satisfaisante ou parfaite. Le desir d'une perfection-qui devient fatalement conventionnelle, puisque l'homme s'y meıe-cherche, parmi d'autres buts, iı faciliter les conditions de la vie le plus parfaitement possible. Comıne ıls obtiennent beaucoup plus de resuıtats qu'ils n'en ont besoin; inconsciemment, !es hommes ·essaient de dechiffrer la nature. Ils peuvent decouvrir peu iı peu !es secrets de la nature, mais ils abu· seront certinement de leurs connaissances. J,a science d'aujourd'hui semble douee d'une capa· cite assez importante de decouvrir, mais ·ıes coıı veııtions dont elle derive la privent d'une bonne economie de ses decouvertes. Tant qu'il s·agit de decouvrir, on peut s'en feliciter, mais c'est tout. On ne sera jamais content de voir les hom· mes de siecles sui\faııts eıichaines par des lois semblables aux< lois geometriques, et la vie reglee sur des principes ide~tiquemeııt convenfi.on· nels. Yıldırım F. UYGAN GALATASARAY 48. Yıldönümü --------19 Münasebetiyle: TÜRKİYE' DE İZCİLİK 15 Şubat 1960 da Türkiye'de izcilik 48 yaşımı bastı. İzcilik bugünkü seviyesine ulaşıncaya kadal' ilgisizlilderle savaşmış ve bunıarı rahatça yenmiştir. Anlamayanların alaylı bakışları, sözleri izcileri hiç bir zaman yııdırma çeşitli mıştır. zorluıdarla, Vedat"ın ölümünden sonra Yusuf Galatasaraya Oymak beyi oldu. O zamanki ecnebi izcılerine nispeten oymağın ismi «Galatasaray Milli Türk Keşşaflan» şeıı:linde değiştirildi. İşareti de 3 ay bir yıldız idi. ıı:ı:rn yılında İstanbul'da Selim Sırrı ve Mehmet Sami Beyler,n teşebbtisöyle bir İstanbul İz ciler Birliği kuruldu. Butun lise ve ilkokullarda teşkil edilen büyük küçük oymaklara numara ve isimler verildi. O senenin 23 Nisanında büyük bir izci günü yapıldı. Galatasaray bu geçit resm.ne o güne dek en yıikseK ve dolgun kadrosuyla yani 52 kişi ile pek mükemmel bir şekilde katıldı, bu geçit resmi pek parlak oldu. Bilhassa İstanbul'u dolduran şımarık izcilere çok büyük bir tesir 'ı'urkiye'de ilk izci teşkilatı 15 Şubat 1912 de Galatasaray Lisesinde öğretmen Aıımet Roben&Son tarafından kurulmuştur. lWbenson ilk keş şafları \ilk zamanları izcilere keşşaf denirdi) etrafına toplıyarak izciliğin nizam ve gayeıerin\n nelel' olduğunu onlara anlattı. Kısa bir zaman sonra tatbikata başlandı. 30 kadar gencin iş tiraıı: ettiği PoloneLI "öyti gezmesi ve Buzhane kampı izcilerimizin ilk faaliyeti oldu. yaptı. İıd sene sonra yani llJ.ı.4 ya..,ında memlekette 1924 yılında Keşşaf Adnan, Galatasaray'ı terk izciliğe karşı buyük bir ilgi görüyoruz. Gerçek edince izcilik büsbuttin kuvvetini kaybetti ve nivatandaşlar yetiştirmek için en buyuk ocak olan hayet 8 - 10 kişiye tahsis edilen izci odasını tabu teşKilata buyuk bir önem verilerek Belçikalebe sandığı işgal etti. 1926 senesi Eylül soniadan \Parfih) namında bir izci öğretmeni getirrında Maarif Vekaletinin bir tamimi ile bütün litiliyor. Bu eğitmen Maltepe ae buyuK bir hamp seler Cumhuriyet Bayramına· izcilerle iştiraK etkurarak bütun memleketin her köşesinden 2GO meğ·e davet ediliyordu. Büyük bir faaliyetten kadar güzide genç eğitmeni oraya topluyor. sonra ancak seH:izi eski izci olan ö5 1<.ışiııK bır Dersler, talimler gösterere>< onlardan muıdedir oymak teşkil edildi. O yıl Ankara'da Galatasaoymak beyleri yapmaya çalışıyor. Fakat kampAn ray'ı canla başla temsil eden ilk kafileyi seyircison gtinlerine doğru harp çıkıyor. Mustakbel oyler şiddetle alkışlamışlardı. mak beyleri silah başına koşuyorlar. harp esnaSırf bir geçit resmi için teşekkül eden bu oysında serbest kalan Maltepe kampı öğrencileri mağın kuruluşu gayrı tabii ıai. Bir çoıdarı Anötede ber de oymaklar kuruyorlar. O zaman bükara dan döndtikten sonra oymağın dağılacağım tun Ttirldyc'ye şamil büytik bir merkezi teşkilat sandılar. Bu sanılar 2 - 3 sene devam etti ve her vücuda getiriliyor. Lahili ve umumi nizamanmesene yavaş yavaş kuvvetini kaybedereıı: nihayet ler yapılıyor, mecmualar çıkartılıyor. l!aKat haryok oldu. Bu defa, izciliğin Galatasaray lisesinde bin sonlarına doğru teşkilat önemini kaybediyor. gelişmesinde büyük gayreti dokunan oymak beyi Bir aralık Von Huff isminde bir Alman subavı izci Ahmet olmuştur. Ahmet izci terb,yesiyle yeizcJiğe daha askeri bir şekil vererek İstanbul da tişmiş bir genç olarak tanınmıştır. Ahmed'i bübir muddet meşgul oluyor. Fakat bunaan da o tun izciler kendilerine örnel{ olarak almalıdırlar. kadar bir fayda temin edilemiyor. 1930 dan itibaren izciliğe karşı ilgi g, ttikçe Mütareke yıllarında şahsi teşebbüslerle teşkil artmış ve bu ilgi günıimuze kaaar devam elolunmuş bazı ufak oymaklar kendi kendilerine miştir. çalışıyorlar. İşgal zamanında İstanbul·da Rum, İzciliğin ne olduğunu bilenler, izcileri severler Ermeni, İngiliz, İtalyan vesaire gibi bir çok milve onların prensipler.ne saygı gösterirler. İzcilik letin izcileri türüyor. bir gencin seciye ve ahlakını kuvvetlendirmek Baskıdan kurtulan eski izci başları semt semt suretiyle şahsiyetini meydana çıkaran bir teşki oymaklar kurmağa başlamışlardı. 1920 yıllarında lattır. Aile ocakları ve okulların verdiği terbiyenin mütemmimi olmak hasebiyle çocı..ğun a .• ıa. İstaiıbul'da birçok izci oymağı vardı. 5 Darüleytam şubesinde teşekkül•. eden oymakların mevcu- ~ kını yükselt r, vücudunu sağlamlaştırır, fikrini du 500 ü buluyordu. O zaman :Carüleytam ve dimağını işletir, cemiyet hayatının icabettirdiği esaslar üzerinde hareket etmeyi öğretir; Umum Müdürü Selahattin Beyin büyük himmet Şuurlu, vaz'feşinas bir vatanperver yetişmesine ve gayretiyle Darüleytam izciliği hakiki bir varzemin hazırlar. lık teşkil ed yordu. Aynı yıl, Galatasarayda yeni ve büyük bır teşkilata şahit oluyoruz. Merhum Vedat ın himGRUBUMUZDA VAZİFE TAKSİMİ metiyle 200 kişilik bir oymak teşkil ediliyor. Fakat bunlardan ancak 30 - 40 kişi elbise ve levaBu ders yılı okulumuz Arslan İzci Grubu 30 zım tedarik edebil.yor. Claude de Berry, Alfrede Eylül 1959 günü çalışmalara başlamış ve ilk olade Berry namında baba oğul iki İngiliz tüccar rak vazife taksimi yapılmıştır. Rütbeler şu şe izci tarafından oymağın teşkilatı yapılıyor. Sırf kildedir : izci eşyası satabilmek amacıyla bu iki İngiliz Grup Bşk: Necati Aygen; Grup Bşk. Yd: okulda ve dolayısiyle bütün İstanbul'da canla, Yurtsev Mıhçıoğlu ve Ata.-an Ergin; ı_ara ve başla izcil'ğin inkişafına ve izcilerin çoğalması Deniz Oym. Bşk: A. Ergin; Kara Oym. Bşk. Yd: na çalışıyorlar. Altan Varol; I. Takım Bşk: Ömer F. Bozkurt, İşte bu devirde Galatasaray keşşafları oldukYd: Senai Kozak; II. Takım Bşk: Savaş Manc;o, ça büyük faaliyet gösterdiler. Şişli, Bakırköy, Yd.: Sencar Özsoy; Deniz Takımı Bşk.: Erha.n Kadıköy P"ibi bir çok şehir oymaklariyle birleşe Balmumcu. rek seyahat ve kamplar tertip ettiler. Altan V AROI: GALATASARAY 20 OKULDAN HABERLER Geçen sayımızda hastalığını ha· ber vermiş olduğumuz değerli hocamız Osman Kurtuluş, ı Şubat 1960 günü aramızdan ebediyen ayrılmıştır. ve Güngör Tekçe'nin söz aldığı çok heyecanlı olmuştur. 19" Mart Cumartesi günü kendi eserleriyle günümüzün san'atkarları takdim edilmişlerdir. Haldun Taner, Özdeınir Asaf, Zeki Ömer Defne, eserlerinden bizzat parçalar okumuşlar, Ziya Osman Saba. Cahit Sıtkı Tarancı'nın eserleri ise Kültür ve Edebiyat Kolunun vazi· toplantı felendirdiği arkadaşlar tarafından okunmuştur. Bu günde; Baki Süha Ediboğlu, Tarık Gürcan ve dahR bir kaç edibin, davet edildikleri halde gelmeyişleri nazar-ı dikkati çekmiştir. TEMSİL KOLU Osman Kurtulu§ 1950 te İstanbul'da doğan Osman Kurtuluş, Kütahya Lisesi'nin ilk kısmındaki tahsilini müteakip Tr.ıb zon Öğretmen Okulunu bitirmiştir. Daha sonra Ankara Dil-Tarih ve Coğrafya Fakültesinden mezun olan Osman Kurtuluş'-.,n ilk vazifesi 1923 te Giresun Püraziz nahi· yesi ilkokulu öğretmenliği idi. O zamandan okulumuza intisap ettiği 17/9/1952 yılına kadar Giresun, Samsun, İstanbul ve Trabzon'da Fransızca öğretmenliği ve müdür muavinliği ile, Uşak ve Afyon Li· seleri Müdürlüğünde bulunmuştur. Osman Kurtuluş, mektebimizde Türkçe ve Yurttaşlık Bilgisi hocalığı yapmış ve bir ara Not Bürosunu idare etmişti. Son zamanlarında midesinden rahatsız idi. Onun aramızdan ayrılışı ile mektebimiz ve onu seven binlerce talebe, derin bir üzüntü duymuş, maarifimiz ise iyi bir terbiyeciyi ve iyi bir sportmen kaybetmiştir. Bütün sene içinde gayet sıkı bir şekilde çalışan Temsil Kolu, nihayet, bu çalışmalarının ilkini 9 Nisan Cumartesi gecesi Hugo'nuıı Marie Tudor'u ile bize aksettirdi· ler. Temsil alaka ile karşılandı, bilhassa Füsun ve Anni çok beğe nildiler. İkinci temsil ise, son akşamına kadar M' Thoınson'un nezaretinde dekorları hazırlanan Merimee'in <La Carosse de Saint-Sacrement>'J idi. 16 Nisan Cumartesi günü bil hassa Ayberk'in güzel oyunu ile adeta yaşattığı temsil büyük bir takdirle karşılandı. Temsil Koluna gelecek senelerde de muvaffakı yetler dileriz. MÜZİK Bu sene epeyce caz konseri Ya· parak mektebimizin ismini sık sık dışarıda duyuran Müzik Kolu, son konserinde bize Türk!ye'nin ılk vokal gurubu · •Somer Soyata ve arkadaşları• orkestrasını dinletti. İyi diyebileceğimiz bir - organizas· yon, Somer Soyata ve arkadaşları nın sevilen şarkılarının çok kala- balık bir meraklı kitlesi tarafın· dan takibini kolaylaştırdı. Fakat •aniınateur>' ün çok sevimsiz ve ölçüsüz olduğunda hemen herkes müttefik idi. Mart ayı içinde yapılan •Bach• günü ile, M. Thompson'un hazırla dığı ilgi çekici konuşmayı ve Oğuz Evrenos, Ahmet Yürür, Timur Sel çuk'un çaldıkları güzel parçahrı dinleyerek, Batı dünyasının bu bil yük müzik dehası hakkın.da ma· lumat edinmek fırsatı bulduk. Mü zik kolunu bu yönden tebrik edeiri· Ayrıca, Ticaret 1 sınıfının tertıp ledikleri bir konserde de memle ketimizde bulunan sayılı orkestralardan Romero'yu, bilhassa genç h~nımların ekseriyette bulunduğu bir topluluk ilgi ile takip etti. MUHTELİF 19 Mart Cumartesi günü, izciliğin memleketimizde ve mektebi· mizde kuruluşunun 48. yıldönüın'.i kutlanmıştır. Adnan Akıska'nın iz elliğin tarihçesini anlatan bir ko nuşmasından sonra, eski kıyafetle ri gösteren bir defile yapılmış, iz ciler muhtelif oyunlar göstermiş ler ve folklor müziğimizden güzel örnekler vermişlerdir. Sene sonuna doğru, •Terbiye ve Meslek Seçimi Test Bürosn• adı al tında bir büro okulumuzda faallye te geçmiştir. Müdürümüz Ali Teo. ınan'ın gayretiyle açılan bu büro· da, arkadaşlarımız, meslek tereddütlerini, şahsi meselelerini, dersler ve sıkıntılarını halledecek bir kucak bulacaklardır. Muhakkak kl çok yerinde bir ihtiyaca cevap verecek olan bu büronun gelecek seneler için çok faydası dokunacağı kanaatindeyiz. GALATASARAY KÜLTÜR VE EDEBİYAT KOLU Bu seneki Kültür ve Edebiyat Kolu geçen seneye nisbetıe çok daha kesif bir faaliyet göstermiş tir. Bu cümleden olarak. 11 Şubat Perşembe günü Mümtaz Tarhan bugünün gençliği ile ilgili pedagojik meseleler üzerinde bir konferans vermiş ve çok ilgi çekmiş tir. 23 Şubat Salı günü, Galatasaray·ı mızın ve memleketimizin mümtaz simalarından Ruşen Eşref Ünaydın'ı anına günü tertiplenmiş ve merasime Ruşen Eşref Beyin refi kası ve kızkardeşleri de davet edilmişlerdir. Sırasiyle, Ali Teoman. Tarık Gürcan, Rıfat Necdet Evrimer, Hulusi Fuat, Salgur Kançal Raı§en E§ref'i anma gününden bir görii.nü§ ... GALATASARAY 1 --------21 şu kampla yapacağımız futbol maçında takım arkadaşlarım kaleci durmamı istediler, durdum ve bizim takımı iyi oyunumla mağlübiyetten kur- Spor tardım. Bu maçtan sonra, bugün bile zevkle sakda mükafat olarak alsevgim ve ilgim, jşte o ladığım küçük bir çapayı dım. Kaleciliğe karşı olan gün GALATASARAYLI İKİ ŞÖHRET TURGAY ŞEREN COŞKUN ÖZARI başladı. - Okul çağınızda futbolcusu ki:ı,ndi? en çok beğendiğiniz okul ~ Sağaçık Selami'ydi. Kısa boylu ve çok sür'atli bu arkadaşın futbolü, bizim Isfendiyar'ın oyun tı,ı.rzını çok andırırdı. - En fazla heyecan hangi maçtır? duyduğunuz okul maçı - Fenerbahçe stadında, Boğaziçi Lisesiyle yaptığımız şampiyonluk maçında çok heyecanla;:ı mıştım. ı O kazandığımız bu maçta yegane go- - lümüzü benim verdiğim pasla solaçık Bülent at- mıştı. Galatasaray ? takımında kaç yaşında oyuna başladınız - On yedi yaşında. - Hayatınız boyunca unutamıyacağınız bir maçınız varsa bize biraz bu maçtan bahseder mı siniz? - Alman Milli takımını 2 - 1 yendiğimiz maçın aklımdan çıkmasına imkan yok. Bu maçı. lüO bin kişi önünde Berlin'de oynamıştık ve Alman takımında şöhretli kaleci Turek, unutulmaz kaptan Fritz Walter ve santrahaf Possipal gibi dünya çapında şöhretler vardı. Sıra artık Coşkun ağabey'indi, ları anlattı: Turgay Şeren Fakültede ... Galatasaray ve Milli Futbol takımımızın kapTurgay Şeren ile, gene Milli .Takımda defalarca yer almış, şimdi ise senelerce. formasını giydiği sarı-kırmızılı kulübümüze antrenörlük yapan Coşkun özar'ın lisemizden mezun olmuş iki ağa bey olduklarını bilmiyenimiz var mı? tanı İşte ben bu iki ağabeyle konuşmak için Ali Sami Yen stadına gittiğimde, Coşkun'u iddialı bir antrenman macı idare ederken, Turgay'ı ise ( e:;ki günler'~i hatırlamış olarak) santrafor oynarken buldum. Biraz sonra Coşkun, Turgay müstesna, butün fubolcuları .giyinmeye yolladı ve eski kaptanım kaleye geçirip sıkı bir çalışmaya tabi tuttu. Turgay, Coşkun'un attığı topları senelerin verdiği "ustalıkla topluyor, tutulmıyacak şa hane şutları da, Coşkun'un kendi tabiriyle seyrediyordu. İki eski ve samimi arkadaşın c'ddi ve olgun çalışması, kah Turgay'ın nefis kurtarışları, kah Coşkun'un direkleri yalıyarak kaleye giren bilgili vuruşlarıyla sona erdi, ben de sormaya başladım: - Turgay o da bize - 15 yaşındayken hem okul hem de Galatasaray B takımında yer alıyordum. Okul maçları nın bende uyandırdığı heyecan ve hisler bamba§kadırlar, hele bir keresinde Haydarpaşa Lisesiyle yaptığımız şampiyonluk final maçında 1 - O galip gelene kadar duyduğum heyecanı bir Fcnerbahçe maçında bile duymadım. Hatırası, ömrümce hafızamda yer alacak maç ise 3 - 1 kazandığımız Macar milli maçıdır. Bu maçta sağhaf oynamış ve dünyanın bir numaralı oyuncularından sayılan, Puşkaş'la karşı karşıya oynamıştım. Ne gariptir ki ilk defa milli olduğum Portekiz maçının da net cesi 3 - 1 lehimize idi. Bu tesadüfler bende milli takımımıza uğurlu geldiğim fikrini uyandırmıştı. Günümüzün iki futbol yıldızı akıllarında yeniden canlanan eski günlerin, delikanlılık çağları nın tatlı hatıralarıyla ağır ağır uzaklaştılar. Refik ATAKURT ACI AN Sabah olacak biraz sonra saati çalacak rüya.:Zarı:mın Hayallerden kurtulup Hakikatle karşılaşmak acı . . Bitiş ağabey, kaleciliğe nasıl başladınız? - Mektebin Pendik'te kurduğu bir kampta her akşam üstü iddialı voleybol, basketbol ve futbol maçları yapardık. Yine bir akşam üstü, kom- şun Dinç ERDÜN GALATASARAY 22 NUH'UN GEMİSİ Gemi inşa san'atı, Nuh zamanından bu yana, şayanı dikkat gelişmeler kaydetti. O devirde gevşekçe olan gemicilik kaidelerinin· bugün pek sert ve'amansız olduğu da ayrıca bir hakikattir. Bugün Hz. Nuh, kendinde o zaman teşebbüs , ettiği işe girme cesaretini pek bulamazdı zannederi,m; zira tecrübe ile sabittir ki, hemcinslerimizin hayatlarına gös· terdikleri ihtimam, Hz. Nuh devrindekinden daha fazla kuruntu ve vesveseyi icabettiriyor. - Demek Şikago'ya gidiyorsunuz. Güzel bir fikir. Gemi doktorunun ismi? - Gemimizin doktoru yok. - Oh! Geminizin bir doktora, bir de cenaze işlerini taahhüt edecek birisine ihtiyacı var. Bu kadar yaşlı in· sanların ellerinin altında yaşamak için icabeden .herşe· yin bulunması 15.zımgelir. Mürettebatınız kaç kişi? - Yine, aynı 8 kişi. - Aralarında 4 tanesi kadın, değil mi? - Evet efendim. - Bu kadınlar denizcilikten anlarlar mı? - Hay,ır efendim. - Ya erkekler? - Onlar da anlamazlar. - Hiç aranızda denizcilikten anlayan yok mu? - Hayır efendim. - Peki öyleyse, siz nerede yetiştirildiniz? - Bir çiftlikte, efendim. - Bu gemi buharla işlemediğinden, 800 kişilik mü· rettebata ihtiyacı var. Bunları hemen temin etmelisi· niz. Ayrıca 4 tane ikinci kaptan ve 9 ahçı ilave etmeyi unutmayınız. Geminin kaptanı kim? - Benim, efendim. - İlk defa mı bir kumanda mevkiindeslnlz? - Evet efendim. - Zaten tahmin etmiştim. Yükünüzün çeşidi? - Hayvan. - Ne cins hayvan? - Bütün cinslerden. - Vahşi mi, ehli mi? - Umumiyetle vahşi. - Başlıca vahşi hayvanlarıll}z hangileri? - Filler, gergedanlar, arslanlar, kaplanlar, kurtlar, yılanlar. Bütün iklimin vahşi ve ehli hayvanlarından bi· rer çift. - Bari kafesleri sağlam mı? - Kafes fiilin yok, canım. - Size demirden sağlam kafesler 15.zım. Bu hayvan· !ara kim yiyecek ve içecek veriyor? - Biz! - Ne! Siz mi? Bu kadar ihtiyar insanlar ha? - Tabii değil mi? - Hem sizler, hem hayvanlar için pek tehlikeli bir şey bu. Hayvanlarınızın, onları tanıyan insanlar tara· fından bakılınası 15.zım. Kaç tane hayvanınız var? - Büyükler 7.000, büyükler ve küçükler beraber, 98.000. - Oh! Bunlara 1200 tane bakıcı 15.zım. Geminiz lrnç delikten hava ve su alıyor? - İki pencere vasıtasiyle hava ve su temin ecliyo· ruz. - Pencereler nereye açılıyor? - Tam damın altına. - 600 ayak uzunluğunda ve 75 ayak derinliğinde hir tünel için 2 pencere!.. İçeriye elektrik ~sisatı kurmak 15.zım: 1500 ampule ihtiyacınız var. Gemideki pompaların • Mesela, Hz. Nuh'u Bremen limanından çıkma müsaadesi almaya çalışırken tasavvur ediniz. Gemiyi muayene ile mükellef memurlar, ona türlü bahaneler bularak, çıkmasına mani olmak istiyeceklerdir. Sahneyi ve teati edilecek sözlerin teferruatını canlandırabilmek için Almanya'yı bilmek kafidir. İşte, muhteşem üniforması içinde büyük bir vakar ve ciddiyetle yaklaşan baş memur... Fevkal5.de nazik, fakat o nisbette verilen talimatın yerine getirilmesini titizlikle arzu eden bir vazifeşinas. İşine, Nuh'un ismini, soyadım, yaşını, doğduğu yeri ve ait olduğu mezhebi öğrenmekle başlayacak. Bunları şüphesiz gelirinin miktarı ve kalitesi, cemiyetteki mevkii ve rütbesi, refikalarının, çocuklarının ve hizmetçilerinin sayısı, herbirinin isimleri, soyadları, yaşları ve cinsleri takip edecek. Pasaportu olmadığı için, hemen bir pasaport teminine mecbur tutulacak. Sonra gemiyle ilgili suallere geçilecek. - Uzunluğu? - 600 ayak. - Su çekimi? - 65. - Hangi maddeden imal edilmiştir? - Tahtadan. - Ne cins tahta? - Sedir ve akasya. - İç ve dış süsleri? - İçi ve dışı katranla kaplıdır. - Yolcu adedi? - Sekiz. - Ne cins yolcularınız var? - 4 çocuk, 4 kadın. - Yaşları? - En genci 100 yaşında. - En ihtiyarı? - 600. sayısı? - Gemimizde pompa yok efendim. - Muhakkak pompanız bulunmalı. Yolcular ve hayvanlar için nasıl su temin ediyorsunuz? - Pencerelerden sallandırdığımız kovalarla, efendim? - Bu, havsala alır gibi değil!. Muharrik kuvvetiniz ne kadar? - Ne kuvveti, efendim? - Muharrik ... Yani geminiz ne ile işliyor? - Hiçbir şeyle. 23 GALATASARAY - Ya yelken tal<malısınız yahut ta bir buhar ka· zam. Pekiyi, dümeniniz nasıl imal edilmiş? - Dümenim yok efendim. - Bir kolu da mı yok? - Hayır efendim. - O halde, gemiyi nasıl idare ediyorsunuz? İdare etmiyorum, efendim. - İyi yapılmış bir dümen takmalısmız. Kaç çapa· nız var? - Hiç yok. - 6 tane çapa. Bu büyüklükte bir geminin çapasız hareketine müsaade edemem. Kaç tane tahlisiye sanda· lınız var? - Ondan da yok. - 25 tane tahlisiye sandalı. Kaç tane can yeleği? - Ne dediniz? - En azından 2.000 tane can yeleği almalısınız. De· nizde ne kadar kalacağınızı tahmin *ediyorsunuz? - 11 veya 12 ay. - Oh! Bu biraz uzun!. Geminizin dış kaplaması ne den? Bakırdan mı? - Gemimiz kaplı değil efendim. - Azizim, tahtaları kemiren küçük deniz hayvancıkları geminizi bir. kalbura çevirip batmasına sebep olur· lar. Bu şartlar altında hareketinize asla müsaade ede mem~ Geminizin dış kaplamasını muhakkak yaptırmalı· sınız. Bir şey daha: Chicago'nun deniz kenarında olma. dığını ve onun için geminizin oraya gidemiyeceğini dü· şünmediniz mi? - Chicago? Ne Chicago'su? Ben Chicago'ya filfın gitmiyorum. - Ah! Sahi mi? Pekiyi bu hayvanları ne yapacağı· nızı sorabilir miyim? - Hiç, üreteceğim. - Oh! Dünyada bulunanlar yetmiyor mu? - Medeniyetin bugünkü ihtiyacı için kafi derecede hayvan olduğu şüphesiz. Ama, diğerleri tufanla mahvo· lacakları için benim yanıma aldıklarım cinslerin yeni· den üremesini sağlayacak. - Tufan mı? Ne diyorsunuz? - Tabii ya, tufan!. - Emin misiniz? - Kat'iyen eminim. 40 gün 40 gece yağmur yağa· cak ... - O halde pek korkacak bir şey yok azizim. 40 gün 40 gece yağmur burada pek olağan şeylerdir. - Ama bu seferki sizin bildiğiniz cinsten değil. Bü tün dağların tepesi sularla örtülecek ve hiç toprak gö. rünmeyecek. - Laf aramızda (fakat tamamiyle dostane), bu sırrı ifşa etmenize pek üzüldüm. Sizi buharla yelkenden biri· sini seçmek zahmetinden kurtarmak ve buharı teklif etmek mecburiyetinde hissediyorum kendimi. Sonra ... Geminiz, 11 ay müddetle hayvanlara lfizım olacak suyun 1/100' deki taşıyacak halde değil. Onun için size suyu «distille» edecek bir makine lfizım. - Ama, lfizım gelen suyu kovalarla pencereden ala cağımı söylemiştim! - Güzel bir çare. Lakin, tufan daha dağların tepesini örtmeden tatlı su, deniz suyunun karışmasiyle tuzlu olacak. Suyu •distille> etmek için sizin buhara ihtiyacınız var. Bu geminin, gemi mimarisinde ilk tecrfü)eniz olduğunu nasıl anladım, değil mi? - Hakikaten, memur bey, size yemin ederim; bu gemiyi gemi inşaatından en ufak bir bilgi sahibi olmaksızın yaptım. - Çok dikkate şayan bir eser Monsieur. Çok dtk· kate şayan. Denizler üzerinde böyle yeni, böyle fevkalfide bir karaktere sahip gemi olacağını tahmin etmiyo· rum. - Çok iltifat ediyorsun.uz, azizim memur bey. Bu ziyaretinizin unutulmaz hatırasını sakla'yacağımdan emin olunuz. En derin saygılarımla Monsieur, sonsuz teşek kürler... Allahaısmarladık ... Allahaısmarladık mı? Muhakkak ki hayır. Alman memur, Hz. Nuh'a dostluk tezahürlerinde bulunmaktan çekinmiyecektir. Fakat sonsuz bir nezaketle muhterem ihtiyarın gemisiyle denize açılınasına asla izin vermiyecektir. Mark Twain'den tercüme eden: Mehmet DÜLGER UN PROEESSE:UR QUI NE VIEILLIT PAS: M. GOUDMAND (Suite de la pa.ge 8) Au milieu du cours, j'ai sur saute en entendant un terrible coup de revolver. C'etait peutetre un accident ou peut-etre une plaisanterie, je n'en sais rien; mais je ne me rappelle pas qu'il y ait eu un moment dans ma vic ou j'aie eu telle· ment peur. Chaque annee, aux derniers jours du mois de Mai, l'ecole organisa t une excursion, souvent a Heybeliada. Toute l'ecole y allait avec professeurs, eleves, cuisiniers, par un bateau specialement loue. On y passait toute la journee avec toutes sortes d amusements: courses d'ane, des matchs de football, ete... J' ai garde des souvenirs ineffaçables de ces excursions. Je me rappelle aussi tres bien le jour oı:ı nous avion.s traverse le Bosphore a la nage en 1929, avec M. Bonnasfous qui en fut le vainqueur et M. Roland qui fut trois eme. Nous et'ons d'ailleurs trois. - Quels etaient les professeurs avec lesquels vous vous entendiez le mieux? - Il est difficile de repondre, pour ne pas vexer les autres professeurs. Mais je peux vous donner le nom de trois d'entre eux: M. Carli, prefesseur de Français, M. Roland, professeur d'Histoire et M. Bayen, professeur de Physiqııc, le premier constucteur de planeur en Turquie et actuellement Directeur General de l'Enseignement Superieur en France. J'ai pense que le nombre d annees que M. Goudmand ava t passe a Galatasaray etait suffisant pour faire une comparaison entre l'etat actuel du Lycee et celui de son arrivee. Rassurez-vous, le re- sultat n'a pas ete si catastrophique. - Je trouve que les eleves d'autrefois etaient plus curieux, avaient plus de desir d' apprendre. La note n avail pas pour eux tellement d importance qu'elle n'en a actucllement. Notez que je n ai pas ete peut-etre impartial dans cette comparaison, puisque ıe.s classes eta'ent moins nombreuses et en outre la tendan c generale des vieux( ! ) consiste a ne pas trouver le temps de la jeunesse de leur vieillesse aussi beau que celui de la jeunesse de leur jeunesse. J e n ai rien a ajouter snr tout ce qui a ete dit jusqu'ici. Ceux qui connaissent M. Goudmand savent suffissament de choses' a propos de lui. Qı·ant a ceux qui ne le connaissent pas, eh bien, tant p s pour eux ! · Mehmet DÜLGER GALATASARAY 24 TEVFİK (Bwıtarafı 6. sahifede) Fikret'i altı sene sonra, 1894 de, tekrar Sultani de öğretmenlüı.te görurliz. Bu da aneak bir sene sürer. Butçenin tanzimi için maaşlardün yuzde on indirme yapılmıştır. .ı; ikret bunu b.r türlü kabul edemez. Abdurrahman Şeref bu olayı şöyle anlatıyor: «... Kendisıne bir çok izahat verdim, ricalar ettim, amirlik ve hocalık nüfuzumu istimil.l ettim, bir tıirlü teskin ve iknaa muvaffak olamadım. Mantıksız bir hükümete hizmet etmeğe vicda:>:ıı tahammül etmiyordu. Hükümetin her turlü cevr-ü kahrına alışmış olan biz memurlar meyanında Tevfik Fikret'in zuhuru bir hadıse idi ... » (Abdurrahman Şeref, Düşünce Dergisi, s. 24 - 25). Tevfik .l!,ikret'in Sultani müdürlüklerini ve bu vazifesi devamınca mektepte yaptığı yenilikleri anlatmadan evvel onun karaıüeri ve durustluğu nü çok guzel belirten bil'. olayı gözden geçirelim: «Meşrutiyet liderleri, memleKetin idaresini hızla ele alabilmek için, hummalı bir gayretle çalışı yorlardı. Selanik'ten sonra İstanbul da da bir ıh tilal cemiyeti kurulmuş ve bunun Merkez toplantılarına l!'ikret te çağırılmıştı. Daha ilk toplantıda Fikret, memleketi kimlerin idareye başladık larını görmüş ve bir daha gitmemişti. İttiııad-ı Terakki Cemiyeti kurulduktan sonra da Fikret, siyasi çalışmalardan uzak kaldı. Bunun içindır ıd bir aralık kendisine Maarif Nazırlığı teklif edildiği zaman kabul etmedi. (Kenan Akyüz, Tevfik Fikret, s. 88). · 1905 yangınında Galatasaray'daki bina yanın ca okul geçici bir zaman için Beylerbeyi·ndeki dağınık barakalara nakledilmişti. Okulun düzensizliği sade binasının barakalar olmasından ileri gelmiyor, talebede de bir başıbozukluk ve avare·· liK hukum suruyordu, disiplin ve öğretim çok kötüleşmişti. «Mesela bir ders esnasında sınıfta, kırk talebeden ancak dördunü görebilirdiniz ... Kimi Kuzguncuk' un köşelerinde tavla zarı tıkırdatır, kımi kayıklarda aH:şam sefası tertip eder, mektebin önunden gazel söyliyerck geçer ve mubassırlar bunları içeriye alamazdı.» (l:Wşen Eşref Unaydın, Tevfik l<,ikret, s. 36 - 37). İşte Tevfik Fikret Mudtirlüğe başladığı zaman Sultani bu vaziyetteydi. Ona, müdürlük teklifi, nazırlığı kabul ctmiyen bir insan bunu nasıl kabul eder diye tereddüt içinde yapılmıştı. Fakat o bu teklife cevap verdiği mektupta şöyle diyordu: «Memleketime ne surette olursa olsun hizmC'tten çckinmiyeceğimi, hele menşe-i feyzim olan Sultani'nin tefeyyüz ve tekemmülüne elimden geldiği kadar çalışacağımı şüphesiz b.lirsiniz ... » .ı; ikret önce yanan binanın tamiri ve bunun mümkün olduğu kadar modern bir şekilde inşası için çalıştı. Okulda bir müsamere ve konferans salonu yaptırmak istiyordu. Ancak, bu salonların yeri camiin üzerine rastlıyor, bu da d ne saygı sızlık diye vasıflandırılıyordu. Dedikodular alm1ş yürümüştü. Maarif Nazırı Abdurrahman Şeref, okula bir müfettiş yolladı (Salıh Arif Bey), Fikret bunun kendisine güvensizlik olduğunu düşün dü ve derhal istifa etti. Fakat kısa bir muddet sonra, etraftan yapı lan baskı ve mekteb n . tekrar eski düzensizliğe doğru yönelmesi neticesinde, Fikret ancak bütün mes'uliyet kendisine bırakılmak ve işine karışı! mamak şartıyla vazifeyi kabul etti. FİKRET Müdürlüğe başladığının ertesi günü ilk işi bütün bu dedikodulara sebep olan iki öğı·etmenin okuldan alınmasını maarife yazmak oldu. Kabul edildi. Fakat, bu secpsiz istifaya mecbur edilmek, bir taraftan iki hocadan birinin Nazırın akrabası olması işleri yine karıştırdı. Ayrıca müsamere salonu mcselesı de devam ediyor ve Nezaret bunun yapılmasına muvafakat etmiyordu. Nihayet 31 Mart vak'asıyla Fikret yeniden istifa etti. Asilerin, gelip Sultani'yi de yıkacaklarına dair söylentiler dolaşıyordu (Tanin ve Şüra-yı Ümmet gazeteleri taşlanmıştı). Fikret: «Sultani'yi yık mak için, önce beni yıkmak lazımdır» diyerek 31 Mart 1326 da ( 13 Nisan 1909) isyanın en kalabalık gününde okulun kapısının dışına dikildi: ,,.,, Kendisini parmaklığın olsun arkasına almak için çok yalvardılar, dinlemedi. .. Bir müessese ve bir ödev ancak bu kadar benimsenebilirdi. Ertesi günü de Fikret okula gelmedi.» (Kenan Akyfüı, Tevfik Fikret, s. 95). Fikret'in müdürlüğe ikinci ve son dönüşü Nail Beyin (yeni Nazır) teşebbüsü ile oldu. Sakin çalışmağa, arzu ettiği salonu yaptırmağa (ki, bu salon bugün konferans salonu dediğimiz ve içinde kendisinin yağlıboya bir portresi asılı olan büyük salondur) muvaffak oldu. Okulda, haylaz öğrenci kalmamış, hepsi çalışkan olmuş, derslerini ve kendilerine örnek olan müdürlerini ben msemişlerdi. Bu iyi ve mutlu günler de uzun sürmez, mektebin içtüzüğünde Nezaretçe, kendisine fikri sorulmadan yapılan değişiklikler canını sı kar. Bir müddet sonra b r öğretmene yapılan haksız muamele onun Sultani den bir daha dönmemek üzere ayrılmasına sebep olur. Hüseyin Cahit (11 Nisan 1910 tarihli Tanin gazetes nde) bu olaydan şöyle bahsediyor: «... Tevfik Fikret Bey'in şairliğini medar-ı istihfaf addetmeye de zerre kadar hak yoktur. Tevfik Fikret Bey gibi bir şairi bir memleket pek nadir yetişt rir. Böyle şairler bir Nezaretin, bir şehrin, bir vilayetin değil, bütün bir vatanın alem-i insaniyet ve medeniyete karşı göstereceği mefil.hir-i milliyedend.r. Bir Maarif Nezareti kadirşi nas olmıyabilir ... Fakat hiçbir zaman istihfaf ve tezyif edebilmek hakkına malik olamaz. Şairin yer ne alim geldiyc diye ilan-ı meserret eyliyemez. Bu hareket şairin değil, Nezaretin kadrıni düşürür... Memleketimize bir ecnebi gelip de: Sizde mektep var mı? diye bize sorarsa yüztimliz kızarmadan gösterebileceğimiz yegane müessese Mektcb-i Sultani'dir. Bunu da Maar f Nezaretinin değil, Mckteb-i Sultani müdürü o şair Tevfik Fikret in sil.yine, hamiyetine, irfanına medyunuz. O şair olmasaydı Maarif Nezareti bizi bu teselliden de mahrum bırakacaktı.» İst fanın yankıları uzun zaman devam etmiş tir. Öğrenciler eğer Fikret gelmezse mektebe gelmiyoruz deyip okulu terketmişlerse de, hatta öğ· retmenlerdeıi istifa edenler bile olmuvsa da, Fikret bir daııa Sultani'ye dönmemiştir. Fakat bu hadiseler onda derin bir yara açmıştı. O, bu işe çok ehemmiyet vermiş, bütun varlığıyla, Sultani'yi istediği hale gctirmeğe çalışmıştı. Her Galatasaray'lı gibi o da mektebine olan bağlılığını muhtelif vesilelerle ifade ediyordu. Yazımızın onun şu sözleriyle belirtelim: «Sultani'nin önünden geçerken hala sanırım ki iki el omuzuma yapışır. Yüzümü bir ttirlü o tarafa çeviremem, o kadar müteessir olurum ... » (Ruşen Eşref Ünaydın, Tevfik Fikret, s. 74-75). Sencar TOKER FRANSIZ MİZAHINDAN ÖRNEKLER Vittorio de Sica ingilizce, fransızca. ve bilhassa italya.nca•yı iyi konu.ştır: «İngiliz ceyi prodüktörlerle, frnnsızcayı karşımda bulunan güzel bir hanımla., italyanca.yı da tra.~ olurken yiiziiın·ii kesersem gullanı yorum:· diyor. *** Bir falcı XI. Louis'ye seviUği kadının 8 gün içinde öleceğini haber vermişti. Hakikaten kadın öldü. Falcıyı ortadan kaldır nwk maksadiyle saraya davet eden kral, ona şu suali sordu: Mallenı bıı sın, ne ı:akte kadar mesleğinin erbabı kadar yaşayacağmıı biliyor rnusıı:n? Je crois que votre famille accorde une grande iriı.portance a ma declaration. Falcı, aşağıilaki cevapla hayatını kıır tarclı: Ma.rcel Ayme'ye bir İsı:içreli yordu: uzıııı uzun Meşhıır Borgia, ailesinin Jıa,yatta kiiçiik mensubu, Roma'da bir lokanta <tZeMr.» diişiindük Tabii, di:ye ceı:a71 verdi. ortadan ayı.nrdım. üç gün ev- vel ölecerjim. Öliimiinüzden sonra, dünyaya tekrar gelditarzınızda bir de- ğinizi frırzedin. Eski yaşama ği.şilclik. yapar mıydınız! Ünlü yazar ten sonra: Haşmetmeab, Majestelerhıilen gazeteci soru- Saçı.mı * White House (Micwıi) de bir ldli.9enin öniindelci ilôn tahtası üzerinde yazıyor: «Kffiseye gitmek için lwı:cı yı çok mu sıcak buluyorsıımız r Ya cehennemde ne ya.vacaksınız Manstcıche anlatıyor: çağı.rma sı.ı·asındıı, masaya. «Bir rıılı üç darbe ı:ıtrulııyor, ı;e harflerin önünden geçen fincan ı:asıtasiyle ruh şu suali soruyor: Sagan'ı seı:er misiniz ? Kimdir bıı suali soran ? Brahms. YAZISIZ bıılıman açmı,ş; en ismi
Benzer belgeler
OKU - Sultani
c'est que vous en avez
une mauvaise; et que si
vous en avez une mauvaise
c'est que le professeur ne
veut pas vous en donner
une bonne.
Depuis que je suis a
Galatasaray, je conna!.s
les regles du je...
OKU - Sultani
deux centimetres au dessus de votre tete ou a
deux metres, de resultat
est le meme.
A un autre: «pourquoi
eprouvez-vous le besoin de
toujours jouer la comedie,
meme si ce n'est pas necessaire ?»
- ...
Ahmet Durul - Kurumsalhaberler.com
bir topum peşinden koşan akranlarını görünce, her şeyden önce çocuk olduğu aklı
na gelmiş olacak ki, sandığı bir yana bıru
kıp onları seyretmekten, kendini alamadı.
Günler geçiyor, oyuncularla sa...
Oku - Sultani
Koçyiğit, Yavuz Tacer, Aykut Derman, Batu Işmen, Aykut Ergil, Altan
Varol, Refik Alakurt.
OKU
un contentement qui approche de l'extase, les bienfaits d'un enseignement
exceptionnel. La flatterie
trop evident n'est plus de
mode; c' est pourquoi je
devrais corriger «les bienfaits d'un enseign...
OKU - Sultani
buluştuk. Okulun spor faaz.iyetleı-i çok h·ı·
reketli idi. Hatta o sen.elerde Halit Ağa·
bey (Halit Sarıkaya) de hatırlar, Galatasaray okul ta.kunını bile yenmi,ştik. Her sı
nıfın bir takımı olduğ...
OKU - Sultani
la Palice, sont les meilleures a dire, parce que personne ne s'avise de reflechir a quel point elles
sont justes.
J e connais quelques uns
de mes eleves qui ont se
moquer de moi car ils
sont coutum...
galatasaraylılar birliği 1937
(İsmail Hihmet Ertaylan, Düşünce Mec. s. 115).
Hassasiyetinin derecesi; belki, Fikret ilk defa
aşık olduğu vakit
üç buçuk yaşındaydı dersek,
daha iyi anlaşılır.
Fikret'te büyük değişiklikler nasıl ...