OKU - Sultani
Transkript
OKU - Sultani
· Yıl: 16 '} . ..: .. .; -· Sayı Yıl 41 ~Jlayıs 16 1963 Sınıf ALİ Küçüklüğümdenberi hatırlar, orada içinde bulunduğum günlerin intibalarını düşünürüm. Değişik semtlerden, değişik aile ocaklarından gelen çocuklar olarak bir araya toplanmış bir gurup, günde bir kaç kerre değişen yine başka bir muhitten gelen bir öğretmen idaresinde toplanır belli bir hedefe varabilmek için çalışırdık. Düşünüyorum: Bu nasıl bir topluluktu? Evvela şurası muhakkak ki bu gurup kendi çalışmalarını kendisi tayin eden serbest bir çalışma gurubu değildir. Derse giriş, çıkış saatleri muayyen, programları resmi otoriteler tarafından yapılmış, usul ve adetleri yine yönetmelikler'le tayin edilmiş bir gurubdur. Bununla beraber bu gurubun onu teşkil eden insanların karekterine, arzu ve eyilimlerine ve ruh hallerine göre bir özellik taşıdığı, kendisine göre problemleri, güçlükleri bulunduğu da şüphesizdir. Diğer taraftan bu değişik yapıda ve karakterde gençleri eşit bir alaka merkezi etrafında toplamanın, herkesi memnun edecek ve seve seve çalıştıracak bir iş sahası haline getirmenin güçlüklerini de düsınıfları yaşadığım şünmem lazımdır. Bµrada öğretmene ve öğrencilere bazı vazifeler tevcih ettiğini hatırlamak lazımdır. Hatırladığıma göre en ziyade başarı sağlıyan öğretmenlerimiz, bu hakikatı anlıyarak sadece kendi bilgisi ve şahsiyeti etrafında toplanmaksızın öğrencilerle iş ortaklığı yaparcasına ruh haletine nüfuz edebilen öğretmen lerdi. Sınıfta bir yorgunluk alameti müşahede ettikleri zaman bahsi değiştirerek bu durumun sebeblerini araştıran ve alaka yeniden kuruldukdan sonra tekrar derse devam eden sınıfın öğretmenlerimiz vardı. Bize gelince; çok defa fazla gayret göstermek, biriken dersleri yetiştirmek için fedakarlığa katlanmak, dikkati dağılan arkadaşlara ciddiyetimizle iyi örnek olarak onları da bizimle beraber derse diniemeğe mecbur TEOMAN etmek gibi hareketlerle gurubun selametini temine çalıştığımız olmuştur. Sınıfı teşkil eden gurupda ferdlerin birbiri üzerine müsbet veya menfi tesirleri olduğunu da unutmamak lazımdır. Müsbet tesirleri görülen öğrenciler ne kadar tebrike ve teşekküre hak kazanmış iseler, menfi tesirleriyle sınıf çalışmalarını aksatan çocuklar da o kadar tenkide ve takbihe layık olmalıdırlar. özellikle diyebiliriz ki bu suretle ahenkli ve şuurlu bir çalışma temposıına kavuşmuş bir gurubda öğrencilerin kişilikleri ve yaratıcı kabiliyetleri her gün biraz daha gelişir, bilgi, şahsiyete kıymetler katan faydalı bir şey olur, istemiye istemiye öğrenilen ve kişiliğe hiç bir şey katmayan, insanda yaratıcı kabiliyetlere geliştirmiyen lüzumsuz bir yük olmaktan çıkar. Gurubu teşkil eden elemanların birbiri üzerine tesirleri meselesi Galatasaray Lisesinde dikkate değer bir özellik ve devamlılık arz etmektedir. ~isemizde öğrenciler son sınıfa vardıkları zaman, eğer İlkkısımdan geliyorlarsa tam 12 yıl, hazırlık sınıfından geliyorlarsa 8 yıl beraber yaşamışlar, ve okul hayatında birbirinin tesirine maruz kalmışlardır. Bu itibarla uzıın süren tesir yılları, iyi tesirlerin üs•tünlük kazanmasiyle ne kadar iyi neticeler verirse, kötü tesirlere yer verildiği zaman da o kadar kötü sonuçlar doğurabilir. Öğretmenin rehberliği, gurubun çalışma larında çok önemli bir konudur. İyi niyet sahibi çocukların teşkil ettiği bir gurubıın anlayışlı ve bilgili bir öğretmenin rehberliğiyle çok mükemmel sonuçlar elde etmesi, başarılı bir öğretim yılı geçirmesi daima kabildir. Eğer sınıfta huzursuzluk ve başarısızlık varsa, öğretmenle birlikte öğrencilerin de bu durumla ilgilenmeleri, güçlükleri beraberce yenmek çarelerini arar-"ları ve öğretmene her hususta yardımcı olmaları gerekmektedir. DÜŞMANIN GENÇ KIZLARI Bener KARAKARTAL Kocaman bir adımlarla, geniş yararlanamıyan bir günde kısa ellerim arasında, kalem ve yalnızlıkla başbaşa ve gözler başka bir dünyanın kocaman, parlak, hareketli ve çıldırtıcı görüntülerinde, Kafka gibi dua ediyorum. Kalemin her kıpırdanışında bir yeni boyut kazanan kağıt ve k§.ğıt üzerinde canlanan yeni bir dünya. Benim dünyam. Bir genç kız yaratabilirim. Gidip aynanın karşısında süslenir, güzelleştirir kendisini. Onu sokağa çıkartır, dolaştırır, bir genç adamla karşılaştırabilirim. Oğlanı zengin, kızı fakir, kızı zengin, oğlanı fakir, oğlanı manyak, kızı deli yapabilirim. Ya da aralarından bir otobüs geçirtir, birbirlerini görmelerine, tanışıp sevişmelerine engel olabilirim. Aralarına millet kavramı koyar, barışta tanıştırır, savaşta kin dolu bir surat, asılmış yüz ve ağlıyan ruhlarıyla karşı karşıya getirtebilir, vatan ve sevgi çatışmalarından doğacak bunalımı anlatabilirim. Oğlana düşmanın bu pek sevimli genç kızını öldürtür, bir madalya kazandırır, hayatını cehenneme çevirebilirim. Ve ufacık odamda ufacık Ben, bomboş gençliğim ve bir avuç anımla bütün bunları yapabilir, ilkçağ filozoflarının 1§.netledikleri ateşli tutkuları insan- vitrinler arakollu bir gömlekle, yağmur yağarken yakalan kaldırılmış eski bir paltoyla yürümek. Gece, ışıklar altın da kar iri iri yağarken, rüzgarlı bir yaz günü kavrulmuş asfaltlara basa basa, ama kocaman adımlarla yürümek, ayni yönde ilerleyen insanları geride bırakmak bir bir. Geniş insan yığınları arasında yapayalnız yaşadığını bile bile, bundan buruk bir hüzün, ince bir mutluluk duyarak yürümek. Gazete satıcıları, genç kızlar, kocaman geniş camlı vitrinler otomobiller, yıllanmış asırlık çınarlar. Gazete satıcıları, genç kızlar, makina bakışlı memurlar, memur bakışlı, yaşından çok önce olgunlaşmış ölü gözlü öğrenciler. Her köşe başında işsiz insanlar, insanların yüzünde yerleşmiş can sıkıntısı. Çöreklenmiş karamsarlıklar. Eski evler. Anılarla dolu sokaklar ve sokakların ortasında oynıyan, topu gelip geçene çarpan, güneş görmemiş yüzlü, çapaklı gözlü, geliş memiş, kısa pantolonlarından sarkan kemikli sıska ve ölü suratı rengindeki bacaklarıyla koşan çocuklara surat asa asa yürümek. Beş karışlı göğü olmayan, uygarlığa ulaşamadan kaderini tamamlıyan, dize kadar çamura batılan sokaklarda, balkÔnlara asılan sarımtırak çamaşırlara baka baka, ciğerlere dolan ıslak, rutubet, gölge ve pislik kokan balçık renkli bir havayı yara yara yürümek. Sonra geniş beton caddeler, güneş gören kaldırımlar, mutlu köşe başları. Göğe yükselen, denize bakan dünya cenneti binalara baka baka yürümek. Daha iyi, daha güzel, daha derin, daha gerçek düşünmek. Durmadan değişen, yenileşen görüş açısı. Değişik algıların çağrışımı ve binlerce anı her köşebaşında, her sokak ortasında, geniş camlı vitrinlerde, gazete satıcıla rının ellerinde, yerlerde, gözlerde, genç kız_ ların buğulu seslerinde. Değişik sokaklar, baş ka insanlar arasında ayni Ben. İnsanları karşılaştıra karşılaştıra, değişik sokakları birarada düşünmeğe çalışarak yürüyen bir Ben. Her köşe başında bir soru işareti, her dertli yüzde bir cevap: körlenmiş bir dinamizm ve osmanlılıktan kurtulamamış bir ruh ... sında, güneşli masanın başında, buruş muş alın, başım yumulmuş kağıt, larıma tattırabilirim. Ama neye yarar bunlar? Zamanı unutmaYoksa düşle gerçek çatışmasından doğan keder ve hüzün, olması gerekenle olan arasında boğulmağa mı? Yürümenin sonunda durmak, düşün sonunda gerçek. Durmak ve gerçek, düş ve yürümek arasında, başını iki yumulu elinin ortasına, masaya düşmemesi için sıkıştırmış Sisyphe bin yaşında. Artık tanıyamadığım, aynaya baktıkça beni korkutan bir çocuk kalıbı içinde bir canavar suratı. Yazarken, dolaşırken, düşünürken bu iç bulandı ran canavarın suratını karşımda, kanlı pençelerini omuzumda görüyorum. Ben, bir baş ka Ben'in kanında bir başka Ben, ve her sokakta yenileşen, değişen bir başka, bambaşka Ben. Otomobiller, genç kızlar, düşman sokakları, düşmanın genç kızları. Canavarın pençeleri vitrin camlarında, canavarın elleri gazete satıcılarında. Canavarın yüzü kitap kapaklarında, büyük binaların son katında. Düş manın genç kızlarını birer, birer öldürüyor. Canavarın serüvenleri hergün gazetelerin ilk sayfalarında. Sinemada o. Sokakta o. Şehir de o. Ne kadar yazarsam yazayım kurtulamadığım gerçek, ne kadar dolaşıp kendimden kaçmağa çalışırsam çalışayım gözümün önünden silkip atamadığım görüntü bu oldu. Belki bu fobinin kökleri daha derinlerde, bilinçaltımın ilk katlarında, çocukluğumdadır. ğa mı? Ben Rousseau gibi mutluluğu yalnız yüda Kafka gibi yazılarım da buluyorum. Büyük şehrin bin yüzlü sokaklarında dolaşmak mı, yoksa yazmak mı daha kutsal? Hangisi daha gerçek yaşamak? Yirminci yüzyıl uygarliğının sembolü küçük bir odanın dört biçimli duvarı ortasında, dört bir köşesi düzenli binalarla çevrilmiş apartmanın bilmem kaçıncı katında, artık kararmağa başlıyan günün beş paralık ışığından rüyüşlerde, inancımı 2 l ı 1 ,,. ,,. DETERMINISME ET LIBERTE P. DUBOİS La science, a mesure qu'elle progresse, nous montre de plus en plus clairement les relations qui existent entre les pheenomenes et comment ils se determinent les uns les aut.. res. Le determinisme est de plus en plus precise et c'est la formulation mathematique que les savants sont arrives a lui donner qui a permis toutes les grandes decouvertes modernes: la fission de l'atome, l'envoi aller et retour de fusees et de vaisseaux toujours plus puissants dans le cosmos. Ce determinisme s•introduit ou plutı3t se formule jusque dans l'organisation et l'evolution de la matiere vivante et nous savons aujourd'hui que les plus petites particularites de notre caractere sont deja contenues comme en germe dans les genes des chromosomes de nos parents. Le determinisme semble done tout envahir et restreindre toujours de plus en plus les frontieres de notre liberte. Et pourtant le desir de la liberte semble n•avoir jamais ete aussi puissant qu'aujourd'hui. Les peuples colonises s'emancipent, les peuples libres se donnent des gouvernements qu'ils veulent toujours plus democratiques. Entre les classes sociales s'organise une collaboration qui devient de jour en jour plus franche. L'homme d'aujourd'hui n'accepte plus d'etre traite comme un objet, meme un objet bien soigne: il veut etre considere comme une persohne ayant ses risques et ses responsabilites. Il prefere un gain minime a une aumı&ne genereuse. On dit parfois que l'homme d'aujourd'hui est moins genereux, moins dispose au sacrifice que celui d'hier. İl serait sans doute plus exact de dire que l'homme d'aujourd'hui n'est plus dispose a se sacrifier sans comprendre. La femme veut etre la collaboratrice de l'homme: elle veut etre une · compagne et non plus une poupee et cela, ce n'est pas non plus par horreur du sacrifice car une poupee est plus choyee qu'une compagne, mais une compagne est plus consideree qu'une poupee. Et le probleme de la liherte se pose de plus en plus t0t. Toutes les enquetes qui ont ete faites ces temps derniers aupres des jeunes de la nouvelle vague met- tent en evidence ce desir ou plus exactement ce besoin de liberte chez les jeunes gens et meme chez les jeunes enfants. Ce besoin s'affirme parfois brutalement, maladroitement, par exemple chez les blousons noirs mais il vient certainement des profondeurs de l'etre. Ce n'est certes pas d'auj ourd'hui que le desir de la liberte s'affronte a la fatalite des evenements et toute la tragectie antique etait deja dans l'angoisse de cette opposition. Mais de meme que le determinisme des choses se mont re aujourd'hui a nous avec un nouveau visage et certainement .un visage plus vrai, de meme aussi le besoin et le desir de la liberte prennent aujourd'hui de nouvelles formes. Et tout ceci est l'evolution du monde, son progres. Le progres est en meme temps dans cette meilleure et plus exacte connaissance du determinisme et dans cet appetit qui s'exaspere chaque jour davantage, de la liberte. Si nous ressentons si vivement aujourdhui et si ·tı&t, le besoin d'etre libres, c'est sans doute qu'il est plus difficile aujourd'hui d'etre libre. Les progres de la technique suivent en effet ceux de la science et si un dictateur de l'antiquite ou du Moyen- Age avait eu a sa disposition la technique d'aujourd'hui, il eüt rapidement rectuit le monde en esclavage. İl faut se rejouir que le desir de liberte grandisse chez les jeunes aussi rapidement que la technique dans le monde car s'il n'en etait ainsi le monde d'aujourd'hui serait deja un monde de robots. Le monde done ne progresse que parce que se maintient cet equilibre necessaire entre science et liberte, determinisme et non-conformisme. Le maintien de cet equilibre pose parfois des problemes dont la solution pratique est delicate, surtout quand il s'agit de l'ectucation des jeunes, İl faut pourtant s'attarher a trouver a ces questions des reponses touj ours plus nuancees. L'avenir de l'humanite ne peut etre assure que si de nos lycees, de nos uni-" versites, sortent des jeunes gens savants et libres, aussi savants que libres, aussi libres que savants. 3 DUVAR İlk sinema, ilk mısra, ilk acaba, ilk sırdaş: Duvarlarda neler yok, duvarlarda neler var. Neden ki bir duvara bir çivi çakılırken Geçmişlerden ellerim h9.ykırır duvar duvar! Bir gün bir boyaynasmda başınız, vuracak, bakacaksmız, duvar! Başınıza Yaşamak Sanırsııuz bir yürüyüştür bir büyük aynada claha duvara çok var. böyle ... Er geç öğrenirsiniz bir gün siz de, -Nerde ayna, arkasmda bir duvar. Bir gün bütün duvarlar yıkılacak ... ·Ama ne varsa yine duvarlar arasında var. SON SON Bindı>bir Çoğu günler bir ~İt ilk, günlerim sanki son son. Havalara sığmaz içimde kah bir kuş, Ama çoğu yollardan her adım bir ses: «Son! Son!» Yeni Saat başlıyor gibiyidir her güne kayıplarımızdan, oysa masada «Son son. yürümüş, başlamıştır ı- !::1 ...,. ~ ;.;.ı~ sl.,;·~!l Vardım ~y11ada gel-geç bir ışık ilkler, bir gece, bir hayalkırıklığı son son» t li::.le:er gördünüz mü? beyazdan, aldan şimdi onlara ben son son. 1 Zeki Ömer DEFNE 1 1 ~----------·~· .. ---.~-----·- .. ··~~----~---------- l l. ŞARAP SÖYLÜYOR BAUDELAİRE Derin sevinçleri şarabın, sizleri kim ki? Kimi kötü eylemlerinin ezinçlerini bastırmak için, kimi acıları nı boğmak, kimi de İspanyada şato kurmak için hep sizleri, bağlarda fidanlar arasına saklaınmış esrarlı tanrılar, sizleri çağırdılar yardıma. Ne denli parlaktır içlerindeki güneşle aydınlanmış görünüşleri şarabın! Nice gerçek ve yakı cıdır insanoğlunun kendinde duyduğu bu ikinci gençlik! Ama onun ansızın uçup giden hazları, sinirlendirici büyüleri de nice zorludur. Gene de söyleyiniz. ruhunuza, vicdanınıza, yargıçlar, kanun yapıcılar, siz mutlu olduğunuzca iyi, siz servetinizle erdemi ve kolay sağlığı kazanan kişiler, aranızdan kim deha ıçın adamı mahküm etmek yürekliliğini gösterebilecek? bu kara düşünceli mahzenlerden çok daha fazla severim. Kıvançla alınyazımın sonuna geldiğim şen bir gömüttür burası. Çalışanın midesinde ilkin büyük bir telaş yaratırım ve sonra görünmez merdivenlerden, sonsuz coş kunlukla raksetmeye, beynine çıkarım. Hem şarap her zaman zaferinden emin, acıma duymamaya yeminli, o amansız, korkunç güreşçi değildir. İnsa na benzer şarap: bilinmez ne denli saygı göstermek, ne denli küçük görmek gerektiği, nasıl sevmek yada nefret etmek gerektiği, bilinmez ne yüce işlere ne korkunç cinayetlere yeteceği gücünün Öyleyse ona karşı kendimize olduğumuzdan fazla kıyıcı olmayalım, eşiti mizmiş gibi davranalım ona. dınlatacağım. duygıısuz, tanımadı «Duyar mısın, geçmiş günlerin aşk ve zafer şarkılarının bende oynaştığını? Toprağının ruhuyum ben, hem sert zorlu, hem cana yakın, sevimli. Pazar günlerinin umuduyum. Çalışma günleri zenginleştirir, şarapsa, pazarları mutlulukla doldurur. Dirseklerin masaya dayanlı-, kolların sıvalı sen beni öveceksin insanoğlu, öveceksin ve hoşlanacaksın benden. «:En eski güneşlere günlük acıla gözlerini ay- Bakışlarını yumuşatıp gözbebeklerine gençliğin parıltısını getireceğim. Ve sevgili, solgun yüzlü yavruna, yaşının gerektirdiğinden çok ağır yükler taşıyan yavruna, beşiğinin güzel renklerini geri getireceğim, hayatın bu yeni yarışçısı için, eski güreşçilerin kaslarını güçlendiren yağ olacağım. «Tanrıları ölümsüzleştiren o içkiler gibi . göğsünün derinliklerine düşeceğim. Bin bir acıyla kazılmış toprağı yeşerten tohum olacağım. Ve içten birliğimiz şi iri yaratacak. Sadece ikimize bir tanrı, ve sonra, kuşlar kelebekler, kokular, bütün kanatlılar gibi sonsuzluğa doğru «Arada bir şarabın konuştuğunu duyar gibi olurum: - Ruhuyla, salt cinlerle perilerin anladığı o dille konuşur -«İnsanoğlu, sevdalım benim, sana cam dan hapishanem ve mantar kilidimden öteye, kardeşlikle dolu, ışıkla dolu. umutla dolu bir şarkı ·sunmak istiyorum. Hiç te iyilik bilmez değilim; varlığımı sana borçlu olduğumu biliyorum. Biliyorum sana uzun ve yorucu çabalara, omuzlarında umutlarının, rımn yoldaşı yaşlı karının uçacağız.» İşte bunlar, esrarlı diliyle söyledikNe yazık bu şarkıyı hiç duymamış, bencil, yüreği kardeşler1nin acı larına kapalı K.işilere ! leri şarabın. malolduğumu. Çeviren : Ömer Faruk ·sen bana hayat verdin, seni karşılığından yoksun bırakmıyacağım. Borcumu ödiyeceğim sana; çünkü duyulmadık bir gönül açıklığı sarar beni bir adamın iş güçle susamış boğazmdan geçerken. Namuslu bir insanın göğsünü ben, bu ı: Les Paradis Artificiels, «DU vin et du haschische, compares comme moyen de multiplication de l'individualite» den. 5 , r ' EN LISANT RAYMOND ABELLIO Jacques ROLLET Vouloir parler de Raymond Abellio, surtout brievement, est un peu une gageure. Si ı•on veut sacrifier a une manie trop repandue, celle de classer un auteur, alors mieux vaut, tout de suite, s•avouer vaincu. R. Abellio s•est vu attribuer, il y a environ deux ans, «le Prix de la Reflexion». Courts entrefilets dans quelques revues, un article assez bien documente dans «ArtS>>. C'est a ma connaissance, a peu pres tout. Evidemment, l'ecrivain, j'entends le vrai, pas l'amuseur public (qui n'a rien a voir avec l'humoriste, toujours profond), ou celui qui suit la mode, defend un attaque une «cause» plut.zıt qu'une autre, reflechit et fait reflechir. Ence seris, et pour peu que vous sachiez decryp_ ter l'ceuvre, Abellio est capable non seulement de vous donner matiere a reflexion, ce qui est assez facile, mais encore de vous «inquieter» c'est a dire de vous faire sortir de votre tranquillite toute quotidienne en vous mettant face a des realites parfois choquantes, souvent justes, toujours fecondes pour peu que vous acceptiez de depoumer en vous «le vieil homme.» Romancier, essayiste, philosophe (mais le mot est galvaude ı, politicien, esoteriste, mathematicien. Abellio est tout cela a la fois et rien en particulier. Je crois qu'il faille, avant d'aborder son oeuvre philosophique et symbolique, se laisser entrainer par le torrent tumultueux de ses romans. İl n'est pas question de les resumer ici: une telle oeuvre ne se mutile pas. «Heureux les Pacifiques», prix Ste. Beuve 1946, est son premier roman. Les grands themes qui seront developpes plus tard dans «Les yeux d'Ezechieı sont ouverts» <1944 ı et «La fosse de Babel» <1960) sont deja esquisses dans ce premier roman. D'une part le theme «politique», en tant que prise de conscience de l'individu face ou dans la societe. d'autre part l'«esoterismeıı a travers lequel l'homme S'in, terroge sur son destin, et sur la question jamais resolue de la liberte, tels sont les deux poles o.pparamment oppeses entre lesqueis se deroule l'action. Y e:;t deja traitee la question de la numerologie, science «Sacree>ı, d'inspiration biblique et pythagoricienne, le nombre etant la trame dU «COSIDOS», qui est le «beaU>> au sens etymologique, done la mesure, l'ordre, ordre d'ailleuis exterieur a toute contrainte politique, religiuse ou sociale. Abellio introduit alors la notion de «Serie», de rythmes dans l'histoire, un peu a l'image Jdes «PUlsations» geologiques (dans «Les Yeuxd» Ezechiel sont ouverts» Dupastre s'interesse a la «perio- dicite des deluges»). Ancien polytechnicien, l'auteur etudie longtemps la«Cabbale hebraique»et consigne les resultats dans la «Bible, document chiffre», oeuvre en trois volumes, compacte et qui exige des connaissances tant linguistiques que mathematiques. «Les Yeux d'Ezehiel sont ouverts», autre roman qui trouvera sa suite logique dans «La Fosse de Babel» est deja nettement plus .:structure». Deux parties: guerre d'Espagne, puis guerre de 39-45. Loin de prendre fait et cause pour un camp plutôt que pour un autre, on verra anarchistes et communistes, pretres (fascistes ou non) et phalangistes prendre conscience. lors de leurs entrevues lucides, cruelles parfois, oü l'elimination physique de l'adversaire devient necessite apocalyptique, de ıeur «mission evolutrice» dans un monde chaotique oü le mal peut sortir du bien et reciproquement. toutes ces notions sont arbitraires. Car, et c•est bien la l'originalite profonde, ou plut6t le courage de Raymond Abellio que de savoir s•evader d'une optique trop strictement manicheenne, miroir aux alouettes d'encore trop de sectateurs de religions diverses ou de «blocs» politiques. «La Fosse de Babel» image renversee de la Fosse Babel, c'est le drame de l'involution, de la descente dans la matiere, de la «mission luciferienne)>, symbolisees par la courbe descendante des cycles cosmiques, geologiques ou historiques. La conception lineaire de l'histolre, comme le fait remarquer Mircea Eliade, fait de plus en plus place a une conception cyclique qui se situe d'ailleurs dans la perspective traditionnelle de l'esoterisme. Les «heros» (mais qu'est-ce qu'un heros.) des «Yeux d'Ezechiel sont ouverts» se retrouvent dans la «Fosse de Babel», notamment Drameille, philosophe et ecrivain, chef «occulte» de groupements oppeses, etre complexe, cruel et genereux, dur et parfois tendre, sans illusion et pourtant plein d'espoir dans l'action «diluvienne>> Oes deluges pouvant etre «naturelS)) ou provoques par les hommes). Le drame ( au sens grec du mot) se joue a l'echelle planetaire et ıes protagonistes se deplacen t de Faris a New-York, en passant par Moscou et par Pekin car, a l'heure actuelle, tout nationalisme est perime et «l'homme nouveaU>), apres la catastrophe finale declanchee par la stupidite humaine, ne sera plus le pacifiste du XIXe siecle ou du debut du XXe siecle, ni le techn ocrate actuel mais le «pretre», le «prophete» enfin «desocculte». 6 ' ' t iki Ru bal -1- Dünyaya zaman hükmediyor zalimce Kimden kime şekva edeyim halimce Bir mabede girdim ki ezelden Yok sırrını bomboş izah edecek alimce -2Peymaneyi elden efo devretmedeyiz Rindane hayat üzre geçip gitmedeyiz Nerden geliriz gaye nedir söyle kimiz Pervane-misaliz ki Rıfat yanıp bitmedeyiz Necdet Evrimer Cette idee est particulierement developpee dans «Assomption de l'Europe» et «vers un nouveau prophetisme», au style difficile, au vocabulaire emprunte au lexique husserlien (Abellio travaille ala recherche de la «Structure absolue»; d'autres appellent cela Dieu ... ), mais aux expressions et images fulgurantes. İl serait trop long, voire meme oiseux, de vouloir examiner un par un les chapitres de ces «essais». Tout y est passe en revue, l'histoire, la politique, les religions, Dieu et le Diable, la mission de la feınıne (de la vraie, pas celle qui court les rues ou se cantonne dans sa passivite), pour enfin assigner un r6le aux nouveaux «mages)) dont la mission sera la construction <le mot n'est pas trop !ort) de l'homme enfin integre au cosmos. Tout cela peut paraitre chaotique, illogique ınais notre monde est-il si lologique, lui qui serreclame de la «raisorn> alors que regne partout l'irrationnel, la relativite des lois, tant physiques que sociales, le mensonge, les prejuges de toute espece, alors que le blaspheme incons cient (et d'autant plus impardonab- le) est dans la bouche des «croyantS>) et autres profsseurs de morale dont la vie et l'enseignement ne sont que duperie. A coup sur Raymond Abellio ose dire parfois avec indignation, souvent avec mepris ce que tout etre a ressenti, puis balbutie dans la souffrance, parfois hurle pour ne pas etre entendu et mourir martyr pour une cause qui eclipse toutes les autres, celle de la lucidite. C'est pourquoi ce monde qui est le nOtre, dechire, mais passionnant, sera celui du depassement des textes, de la lettre; sinon il mourra et la pitie ne sera meme pas de mise. Nous sommes a la fin d'un cycle, et il s•agit de bien aborder le prochain. C'est le but de toute «initiation)), tant individuelle que collective. Et, selon Schwaller de Lubicz <Ü'initiation ne reside pas dans le texte, quel qu'il soit, mais dans la culture de l'intelligence du coeur». Alors rien n'est «Occulte)>, ni «Secret», parceque l'intention des «prophetes)> et des «envoyes du cieb>n'est jamais de cacher, au contraire. 7 KÖYLÜ Faili Bütün bir sene müddetle yağmur yuzu görmeyen toprak taşlaşmış, yer yer çatlamış, bir tek bitki bile barındıramamıştı üstünde. Sıcak bu toprakların azraili olmuş kasıp kavuruyordu ortalığı. Köyün ortasından pislik akan sokaklaiçeri girdiği zaman hafiften hafiften kararıyordu hava. Her zaman neşeyle seyrettiği o pisliğin içinden aldıkları çamurlarla oynayan çocukları şimdi görmeden geçiyordu. Nihayet uzaktan evini gördü. Evin önünde birkaç kocakarı toplanmış ağlaşıyordu. Yanlarına geldiği zaman ağlaşmaları çığlıklar haline gelmişti kocakarıların. Hani eskiden bir ölünün arkasından ağlıyan ağıtcılar vardı. Bu onların işleriydi onun için akltırlardı göz yaşlarını. Bunlarda onların bu kadar asır sonra yaşamış birer devamlarıydı sanki. Köylü bunları görünce vaziyeti anlar gibi olmuştu. Hızla daldı içeriye, muhtar kenarda ayakta duruyor, köyün imamı da artık derdini anlatamıyacak bir ana ile doğmadan ölen bir yavrunun son dualarını okuyordu. Birden fırladı yatakta kavuştuğu rahatlıkla mesut bir şekil de yatan kansının üzerine yıkıldı. Gözlerinden boşalan yaşlar etsiz yanaklarından aşağı süzülüyor, zaten terlerle ıslanmış olan yüzünü bir kere daha yıkıyordu. Boğuk boğuk sesler çıkarıyor çırpınıp duruyordu, sonra birden sakinleşti, ayağa kalktı odadan <yani evden) dışarı çıkarken lanetli dünyadan ayrılmak isteyen bir adamın yüzüne sahipti. Başını göğe doğru kaldırdı, nefretten, kinden suratı kasıl mış, bakışlariyle güneşin ta derinliklerine inmek, onu karartmak yok etmek istiyordu sanki. Birden gözleri karardı, başı dönüyor ayakta duramıyordu. Yumruklarını sıktı, güneşe doğru salladı yere yıkıldı. Sanatkarlar ( ! ) barından rını taşıyordu sırtındaki torbasında. Nasırlaş mış düşünceleri sadece iki noktada hassas ve derindi köylünün: biraz evvel ölen eşeği, evde gebelik sancılariyle kıvranan karısı. .. Debelenen bir eşek canlandı gözlerinin önünde, karnı iyice şişmişti. Ayakları yerleri eşeliyor, kuru katı toprağı o büyük acının verdiği kuvvetle kazıyordu. Yavaş yavaş debelenmeleri durdu, ilk önce kafası değişti şimdi o kafanın yerinde kansının yüzünü görüyordu. Biraz sonra yerde debelenmeleri durup ölmek üzere olan eşeğin yerini tamamen kansı almıştı. Hafif hafif dudakları kımıldıyor, ağ zından çıkan sözleri anlıyamıyordu köylü. Uzerine doğru eğildi, anlamaya başlamıştı artık kansının söylediklerini : «Gel artık diyordu gel. Açlığa da sancıya da dayanamıyorum. Su su getirecek biri bile yok yanımda, yalnızım, yapayalnız.» Köylü birdenbire koşmağa başladı. Koşu yor koşuyor arada yere yuvarlanıyor, yerde bir an kalıyor. sonra büyük bir kuvvet harcıyarak kalkıyor, tekrar koşmaya başlıyor du. Bir yandan da kansının karnındaki çoctı ğunu düşünüyordu ... Hoş doğduktan sonra, Şiikrii Özaltan'ı beri şına üşü§tüler. rahatsız kaybettik. ÜSTÜN anasının sütünün bile onu doyuracak kadar kuvvetli akacağı şüpheliydi. Ya daha sonrası... Aman be dedi sırası mı şu anda bunları düşünmenin. Şimdi yere düştüğü zaman yerden kalkması uzun dakikalar alıyordu, koş ması da yürümeğe benzer bir hfil almıştı. Ağır ağır yürüyordu köylü eskiden ince fakat kuvvetli akan derenin yatağında. Suratında acı gerçeğin meydana getirdiği kırışık lıkları, çıkık elmacık kemiklerinin üstünde çukura kaçmış gözleri, dağınık saçları, sırtın daki yırtık elbisesiyle kederliydi köylü. Biraz evvel ölmüştü topal eşeği. Bir zamanlar üstünden inmediği hayvancığın şimdi parçala- aynıdan Rüştü bulunan Tanrıdan lebeleri olarak, ailesinin bu büyük 8 çok muhtPrem kendisine rahmet dilerken, fa, acısını payla~n·ız. l DUYGU DÜŞÜNCE ve Şakir insanı ötekı canlıla:.:W>-n ayıran en büyük özellik ve en Üstün nitelik duymak, düşün mek ve duyup düşündüklerini de ifade etmek kabiliyetine sahip olmasıdır. Dünya üzerinde ilk görünen ve bu günkü cinsile kıyaslanamıyacak kadar ilkel olan; hatta daha çok hayvana has özellik taşıyan ilk insanları ele alalım. Onlar da düşünüyor, hissediyor, hatta duygu ve düşüncelerini ifade için de çeşitli vasıtalara baş vuruyorlardı. Mesela: Sevinç, korku, tehlike anlarını izhar etmek, yahut kafasındaki ilkel füi:irleri ifade etmek için muhtelif sesler çıkarıyor, yüzünün ve diğer uzuvlarının değişik ıiareketlerile bunları manalandırmağa. clışa vurmağa yahut karşısındak.i..rıe çalışıyordu. boyunca durmadan gelişti. Neticede bu günkü dünya medeniyeti ve çağımızın helim fen kudreti elde edildi. Elektrik, radyo, röntgen, telefon, televizyon, gibi icatlar, atmosferi aşma lar, iktisatta, tıbda, siyasette ulaşılan yüksek merhaleler işte hep bu yüksek fikir idealinin meyveleri oldu. öte yandan ancak insanın yaratılışında mevcut olan güzel duygu ise iyinin, mükemmelin peşinde olma çabası şeklinde büyük bir gayretle ve süratli bir tempoyle inkişaf etti. Bu halin neticeleri olarak da muhtelif sanat dallarındaki ölümsüz eserler yüzyılları aşıp gelerek bizlere kadar intikal etti. Güzel sanatlar: Müzik, resim, heykel, mimari, edebiyat ve onun çeşitli dallarında gelişerek uzun asırları kollarının arasına alıp ölümsüz eserleri ile değerlendirdi ve insanlığı manen besledi. Böyle olunca da insanlık maddeden uzaklaşan bu ilahi kollarda, bu rahat ettirici ferahlık verici yumuşak sanat kucağın da mutluluğa kavuştu. Yüzyıllar ve yüzyıllar geçti. İnsan nesli ilerledi; arzın muhtelif mıntı kalarına ve kıtalarına dağıldı. Diğer taraftan ihtiyaçları insanlıklarını, insanlıkları da ihtiyaçlarını çoğalttı. Dünyamızın orasında burasında klanlar. kabileler, aşiretler, siteler, büyüklü küçüklü şehirler ve nihayet Milletler meydana geldi. üredi, gelişti; Birlikte Muhteşem bir sanat dünyası içinde ıyının güzelin, azametlinin hazzını duyarak, tadını alarak yaşıyan insan mes'ut ve memnun oldu; Gerçek insanlığını idrak etti. yaşama ve sosyal hayat böyle geeden bencil, basit düşüncelerin çoğunun yerini yüksek fikirler aldı. Günlük ve alalade duyguların ekserisi de güzel hislere inkilap etti. lişirken insanı meşgul Böylece insanoğlu etin, kemiğin ve nihayet menfaatın malı ve onun esiri olmak gibi küçük ve bayağı kalmak durumundan yakası nı kurtardı. Bu anlayışa ve bu mertebeye ulaşan insan iyiye, güzele ve faydalıya hizmet etmeyen adi ve bencil hisleri, günlük ve basit düşünceleri küçümsedi ve onları pek de aramaz oldu. Böylece i, faydalıyı ve güzeli arayan yüksek fikirler, güzel hisler insana yakışan hüviyetini ve insana yaraşan hakiki manasını verdi. İşte bu yüksek fikirler, güzel hisler ve onların meyveleridir ki ihsanın her türlü varlıktan üstünlüğünü açıklayan, ispatlı yan alametler ve manevi abideler olarak görülmeye başladı. Yüzyılları aştıkça önem kazanan ve değeri artan bu anlayış ve bu ihtiyaç büyük bir hızla gelişti. İnsanoğlu iyinin, güzelin, hayırlının ve faydalının peşinde olmayı daha çok benimsedi, hatta onu ideal edindi. Bu yüksek fikir manzumesinin gerçek insanda ideaı olarak teşekkül etmesi beşeriyete mutlu günler müjdeledi ve artan bir arzu ile asırlar CANDOGAN Böyle olmasaydı Süleymaniye'yi, Sultanahmed'i, Dolmabahçe'yi seyretmenin azameti BEETHOVEN'i, CHOPIN'i, BACH'ı, LİSZT'i DEDE EFENDİ'yi dinlemenin saadeti insanlı ğa hangi yoldan ve hangi vasıta ile verilebilirdi. Böyle olmasaydı; SHEAKSPERE'i, COR- NEİLLE'i, RACINE'i, MOLİERE'i temaşa etmenin hazzı, Hayyam'ı Fuzuli'yi, BAKİ'yi, Nedim'i, DANTE'yi, VOLTAIRE'i hissetmenin ve yaşama nın derinliğine nasıl ulaşılabilirdi. Böyle olmasaydı; HUGO'yu, BALZAC'ı, ZOLA'yı, GOET HE'yi, okumanın hassasiyet ve inceliği insanlığa başka yollardan nasıl verilebilirdi. İçinde bulunduğumuz ve nimetlerinden bugünkü medeniyet ve sanat dünyamız, insanlık tarihi boyunca kuşaktan kuşağa tekamül ederek; bize böyle intikal edip geldi. faydalandığımız Bugünkü ileri bilim ve sanat dünyamızı yapan ve yaratan kudret ise insan denilen mahlükun sahip olduğu güzel duygu ve yüksek düşünceden başka bir şey değildir., 9 r 11 1 1 ünva~an 1j eni bir Amerikan gençlik teşkilatı imtihanda gösteren bazı arkadaşlarımız, bir sene müddetle tahsillerine orada devam etmek hakkını kazanarak Amerika'ya gittiler. Geçen nın açmış yıl, kadderatını değiştiren olduğu lerin gerisinde, sisler Bu arkadaşlardan aldığımız mektuplar umumiyetle vatan ve Galatasaray özlemi ile Amerika intibalarınclan izler taşıyor. İşte lılardan Merhaba Sultani Senden ırak geçirdiğim aylık zaman zarfında sana yollıyabilece ğim selamların en sıcağı ile merhaba. dık 10 Ne kadar uzun değil mi? zamandır tarihleri onlarca senenok- arasında kaybolmuş tacıklar. Bırakın milletlere, ordulara hükmetmiş, dünya haritalarını değiştirmiş şefleri, asırlar boyu fikirlerde devrimler yapmış nice düşü nürleri bilmeyen çok. Kelimenin tam manasıyla Amerikan gençgerek Fende, gerek Edebiyatta Türk gençliğinden senelerce geride. liği onlardan, Amerikadaki Galatasaray birinin mektubu. «Sultani'ye,» şu mektup Hayat oldukça monoton bir Avrupa genci için. Bütün sosyal faaliyetler kilise etrafın da toplanmış. Tek eğlendikleri ve benimde eğlendiğim zamanlar hafta sonu tatilleri. Şimdilik senden ayn kal- bukadar. Birdahaki seneye Aylar oluyor Grand-Cour•unu, kazık imtipilavını, fasulyeni, sigara dumanı tüten belirli köşelerini, duvarları aşıp Beyoğ luna kayan gölgelerini, bazı bazı koridorlarda yankılanan sevimli kavgalarını ve ciddi bir dersi bir anda kahkahaya boğan ince espirilerini görmiyeli. görüşmek üzere hoşça kal. hanlarını, Bile Bile Yaş Aylar sonra bu mektup, vatanın, san ;;:n:! renk~erin ile ilk görüntüsü. kır Kuru Amerika, Yeni Dünya diyorlar buraya, pek farkedemedim ben Eski Dünya ile yenisinin arasını. Maddi uygarlıkta yarış edemeyiz onlarla, ama manevi uygarlıkta kat kat ilerideyiz Amerikadan. Gençlik gayet iyi, samiml, arkadaş canlısı, fakat dünyadan haberi olmayan; dünyanın ve uygarlığın yalnız Amerika'da olduğunu sanan. hatta Türkiye'nin ÖZgür bir ülke olduğunu bile bilmeyen bir gençlik. Oduııları toplayıp Temmuz ortasında Bir soba yakacağım Kapıyı Bacayı kapatıp Yün çoraplarımı giyeceğim Sonra Hayat tam manasıyla iki dar nokta araince, hatta eğri bir çizgi. sında Okullarda dersler oldukça zor, ama ogre': ilen hiç, dünya hakkında tek bir bilgileri yok. Tarih onlar için Washington'la başlamış Küba olayı ile sona ermiş, sanki. öteki milletlerin koskoca, dünyanın mu10 Battaniyeme de T sarınacağım l İşte, soğuk limonatamı, Ondar sonra içeceğim. D. FERAY 23/3/1963 :Konserler 'Xlasik 7nüıik 'Xonserleri Nisan ayında Müzik Kolu iki klasik müzik matinesi tertibetti. Konservatuar öğrenci lerinin solist olarak katıidıkları müzik matineleri 13 ve 27 Nisan tarihlerinde lisemiz konferans salonunda yapıldı. 23 Mart Cumartesi günü yapılan bu yılın ikinci caz konserinde, G.S. Vokal gurubu, Los Aguilas, ve Erol Büyükburç çaldılar. İlk olarak Timur, Aydın, Mehmet, Tolga ve vasıf tan kurulu G.S. Vokal gurubu Muhtelif şarkı larla başarı kazandılar ve bol bol alkışlandı lar. EUerinde gitarları orijinal kıyafetleriyle sahneye çıkan Los Aguilas, kendi memleketlerinin müziğini yaparak, salonu tıldım tık lım dolduran davetlileri memnun <::ttiler. Ardından Erol Büyükburç her zamanki gibi hararetle karşılandı. Büyükburç bu seferde bilinen repertuanyla çıktı dinleyicilerin karşı sına. Araya sıkıştırdığı «üne more chanceıı ve «Oh Guitare» dan başka bir değişiklik yoktu. Piyano, şan ve keman bölümlerinden mey dana gelen 13 Nisan matinesinde, keman bölümünde, Okan Demiriş Paganini'den Kapris, Bach'tan Şakon ve, piyanoda Lale Tamboy'un refakatinde, Lalo'dan İspanyol Senfonisi'ni çalmış ve icra bakımından günün en orijinal kısmını meydana getirmiştir. 27 Nisan matinesi, Trompet ve Korno konçerto kısımları ve şan bölümüne bir düet ila vesi ile daha renkli geçti. Leyla Selçuk ve Erol Uras'ın söyledikleri Puccini'nin La Boheme operasından Mimi e Rodolfo düeti zaman salon sürekli alkışlarla çınladı kısım tekrar ettirildi. Kalabalık bir lise öğrencisi topluluğu taizlenen müzik matineleri, okulumuz müzik kolu ile diğer liseler müzik kollan arasında çeşitli temasların da kurulmasını sağ rafından lamıştır. 11 Mayıs cumartesi günü yapılan üçüncü konserde ise G.S. Vokal gurubundan başka, İlham Gencer, İlhan Feyman, Metin Ersoy ve Faruk Akel orkestrası da vardı. G.S. Voka1 gurubu bu konserde İstanbulda hiç çalınma mış bazı parçaları sunmakla başarı kazandı. Davetlileri bilhassa hareketleriyle eğlendiren Metin Ersoy, sevimli ve nükteli dakikalar geçirten İlham Gencer den sonra konserin en ilgi çekici topluluğu Faruk Akel Orkestrası çaldı. Dinleyicilerin yalnız kulfiklarına değil gözlerine de hitap eden bu topluluk davet1ileri her bakımdan memnun etti. 11 ı TİYATRO TİYATRO ÇALIŞMALARI G. S. Tiyatro kulübünden ayrı olarak 11. Jacques Deval'in «Ce soir a Samarcande» Bu akşam Semerkant'ta adlı oyunu başarıyla oynandı. Fakat Necdet Mahfi Ayral'ın sahneye koyduğu bu piyes, G.S. Tiyatro kulübünün evvelki yıl lardaki oyunlarının seviyesine çıkmaktan uzaktı. Bununla beraber bunun iyi bir deneme olduğunu ve bu arkadaşların gelecek yıllarda daha iyi çalışmalar yapabileceklerini zannediyoruz. Bu oyun Nişantaşı Kız Lisesi öğrenci lerinin iştirakile hazırlanmıştı. Ayrıca oyunun yöneticisi de evvelki yıllarda olduğu gibi -ki sınıf öğrencilerinin hazırladıkları bu, Galatasaraydaki oyunları bir müsamere olmaktan kurtarıp çoğu zaman üstün bir aımatör tiyatro çaı1ışması haline getiriyordubir talebe olsaydı '11Üphesiz daha fazla alkışa hak kazanacaktı. Genellikle başarılı geçen bu oyunun elemanlarını, özellikle, Faik Rüştü, Semih Abut ve Sabahat Coşkun'u kutlarken, diksiyon ve dekor eksikliklerine işaret etmek gerekiyor. Bir başka oyun G.S. Tiyatro kulübünün en genç üyeleri tarafından sahneye konuldu, 9 A sınıfından Adnan Onart'ın yazdığı «İÇ İçe» adlı oyunda bütün yetersizliklerine rağ men önümüzdeki yıllarda Galatasarayda daha kesif daha olumlu, tiyatroya daha yakın çalışmaların gerçekleşebileceğini göstermek bakımından önemliydi. Son Olarak Tiyatro kulübünün sahneye koymak istediği ve çalışmalarını çok ilerlettiği bir oyun, Courtelin'in Madde 330 adlı oyunu, idare tarafından sebep gösterilıneksizin kabul edilmedi. Çevireninin de bir talebe olduğu bu ilgi çekici oyunun bir dahaki yıl yeniden elt alınması dileğimizdir. Sonuç olarak hernekadar çalışmalar iyi niyetli, oyuncular hevesliyse de bu yılki çabaların fazla bir şey getirmediği meydanda. Bu da bu alanda çalışan arkadaşların, bu işe daha sıkı bağlanmaları ve çoğu zaman başka faaliyetlerle kendilerini sınırlamaksızın sadece tiyatroyla ilgilenmeleri gerekliliğini ortaya koyuyor. 12 ' un .. Ardında fü\mil SERDENGEÇTİ lkar şimdi denizler parça parça simsiyah .... Kimler çalmış, kırmış plaklarını Z. Ö. DEFNE Bilir misiniz?... Bilemezsiniz tekerleklerini eriterek geçen şu otobüsün sonunu, yolunu... O halde izleyelim onu. nünü de aynı anda seçmenin verdiği rahatlık ve emniyetle vitesi takıp olmıyan direksiyonu 2,4 e yönelttikten sonra ayağını uzatıyor. Bir anlık bir tereddütten sonra, sıfır da duran kilometre 20, 60, ,100, 140 a yükselirken, basılmamış gaz pedalı düzleşip köklenirken, şekilleniyorlar zihninde, basıyor, daha hızlı, daha hızlı abanıyor ve 2,4 önce sisli, oynak ve işveli, sonra vazıh, sarih ve durgun gittikce büyüyor, yak.laşıpta büyüyor. Geliyor. Stop. Kırmızı Kör edici stop. Güneşler stopla parlarken, bir başka zamanın kırmızı ağaçların da iri sulu nar gibi somunlar sallanıyor ... STOP.' Şöfö; görmüyor. Gaz pedalı olduğu gibi duruyor ... İbre hep sıfırda ve 2,4 ün aydın lıklarınd'a şöför pul pul yok olmada. Bu yol, bir başka asırdan artık. çukurlu, ziftli ve virajlı, bir tarafında kırmızıdan sarı ya, diğer tarafında yeşilden erguvana iki güneşin ışıttığı belki boş, belki dolu, tarlamsı yahut batak, kırmızı, küllü beyaz kumlu, si. yah çamurlu, toprak görünüşlü yörelnden, girift, karmaşık, çatallı veya belirsiz. iki güneşin altında kömür denli karanlık veya gümüş gbi pırıl pırıl boy salmış bır başka zamanın ağaçlan arasından geçen, virajlı, ziftli, çukurlu, bir başka asırdan artık, br:. yol Br; yolda bir şöför elindeki olmayan mendili alnına, terlememiş, yada olmıyan J.lnına oradan kasketsiz, yağlı saçlı. çıpı.ak i:rnşına götürür gibi yaptıktan sonra bunların yokluğunu farkedip yerine bırakıyor Güneşlerin parlayıp sönen ışıklarında, direksiyonsuz otobüs virajları yutuyor. Şöför bu sefer gri, mor ve kırçıl benekli iç bükey kasketini arı yor. Yol, gürültüleri gömen, belki beton, belki a s f a 1 t, ama yok, banka asır dan artık, batak yol, ileriye çekerek, yavaş yavaş gömerek sürüyor otobüsü. Otobüs sirenini açıyor. Şöför, gaza bastım sanırken beyaz kilometre ibresi, bir başka zamandan artık, tozlu, paslı ellips biçimli dokunulmamış pedalların üstünde bir beyaz sıfırı gösteriyor. Siren yeşil, siren kırmızı, siren sarı, siren erguvan ve siren siyah, siyah, siyah ışıklarlar, ışık yollarıyla örtüyor. Bu yollar bir parlayıp, bir sönerek güneşleri bozuyorlar. Yol, güneşsiz, soğuyup soğuyup eriyor. Siyah siyah, erguvan erguvan, haki haki parlayıp sönen ışıkların sisinde 2, 4 ... 2,4 ... 2.4 karanlığın içine oturuyor. 2A ... Şöför nedense kızıyor ... Arkasında, boşluk boşluk içinde siyah, siyah içinde parlak, parlaklıkta var olmıyan bir takım kemikler. kemiklerde lastikli yapmacık gülüşler, sonra yine yalnız gülüşler, ve tavanda iki sıra bir örnek, üstlerine 2,4 numaraları yapıştırılmış yalnız gülüşlü bavullar. Şöför, arkasını da ö- Şu yeni, modern elips biçimli bej masanı za serdiğiniz pullar gibi göz alıcı, Monaco, Montekarlo, Casablanka, Los Angeles, Reno pulları, yeşil ama pembeli ama vermiyyonlu ama gelincikli, ama mor menekşeli, fakat yeşil pullar ve onları ezen bozan, silen, acımadan yıkan merhametsiz eldivenli eller, bir başk.a zamanın eldivenlerinde, bir başkasının, bır direksiyon sahibinin ellerini hatırlatan, sert eller. (a Bambu Charile ağaçlarının Güneşin doğmasını &"Ündür altında bekliyoruz soğukta Adnan ONART 13 Son Penbe renkleri Çocuksu düşlerimizi Demir parmaklıkların serinliğinde unuttuk. Mavi dalgaları avuttu bizi yıllarca SURREALISME GÜNLERİ Boğazın. Boş avuçlarımızdan her akşam vakti Bir gurup boşandı Bir ümit doğdu ... Loş maviliğinde kayboldu gecelerin En güzel anılarımız, Her sevgiden uzak Bütün hasretlere aşina Bir şefkat kucağıydı yatı:.k.larımız ... Ve yıllarca ayr..ı :.?arkı Yitik sevgilerle çırpınan Aynı dalgalard 1 duyduğumuz o yerde Bir bitı.r.eyen şarkı bıraktık Sevgilı Ortaköyde Kültür ve Edebiyat kulübüyle Sinema Kulübünün bazı İstanbul liseleriyle işbirliği ederek düzenlediği «Surrealisme Günleri» 24 Mart ve 14 Nisan tarihlerinde Konferans salonumuzda yapıldı. İstanbul Liseleri Kültür ve Edebiyat Kollarının olumlu bir çalışması olan bu sanat günlerinde Üsküdar Amerikan Kız Lisesinden Setenay Kazuk Kafka üzerine, Alman Lisesinden Koral Okan «Resimde Surrealisme» üzerine bir konuşma· yaptı ve gerçeküstücü ressamların ilgi çeken eserlerini projection'la gösterip bilgi verdi. Lisemizden Bener Karakartalın «Fransız Sinemasında Surrealismeıı Sonra değişiverdi dünyamız bırden Pembe renkler soldu Kayboldu huzur ufuklarında ümitler bir bir ... Loş koridorlarında unuttuk her şeyi Göz yaşlarımızı silen yine bizdik Tüm yoksunluklar ve Binlerce külfet altında, Arzulu umutlar uğruna ezildik ... Kulaklarımızda inleyen zil sesi Şakaklarımızda beliren imtihan terleri İçimizde büyüyen sevgiler Ve penceremizde eriyen dört mevsim Doğan güneş, biten çocukluğumuz Hepsi hepsi Bir dünya getirdiler ... konusu üzerine yaptığı konuşmadan sonra, kalabalık ve seçilmiş bir davetli kütlesinin hazır bulunduğu bu gün Alain Resnais'in Toute La Memoire Du Monde ve Hiroshima Mon Amour adlı filmlerinin oynatılmasıyla son buldu. İkinci günde İstanbul Erkek Lisesinden Bora Hınçer Türk Nesrinde Gerçeküstücülük konusunda bir konuşma yaptı. Haydarpaşa Lisesi öğrencilerinin hazırladığı, karşılıklı konuşma şeklinde geçen Türk Şiirinde Gerçeküstücülük konulu konferans büyük ilgi topladı. Bu günde ayrıca Alain Resnais'in Vincent Van Gogh, Eduard Molinaro'nun La Mer Remonte A Rouen adlı filmleri oynatıldı. Son yıllarda olumsuz ve başıboş bir alana sürüklenen İstanbul Liseleri Kültür ve Edebiyat kollarından ayrılarak özel bir birlik kuran dokuz lisenin 2 Şubat Günü Alman lisesinde yaptıkları Açık oturumdan sonra gerçekleştirilen bu düzenli ve ciddi faaliyetlerin diğer liselere de bir örnek olmasını dileriz. Şimdi yine bir rüyadan uyanıyoruz Sevinçli kederli günlerimizden bir gece ağarmakta, ümitsiz bakışlarımızda bir tevekkül Bir ayrılık şarkısı var dudaklarımızda ... Bıraktığımız şarkı hfila uğultulu Yine ders zili çalıyor ve kaybolan bir bütün ömrümüzden Sessiz bahçelerinde, hayal gençliğimizin, gölgesi uzanıyor ... KONFERANSLAR Eğitimde 14 Mart Sesleniş zararlı yayınlar, Tacettin SUCU Perşembe günü okulumuz konferans salonunda, «Çocuk eğitiminde zararlı yayınlarıı konulu bir konuşma yapan Vedat Nedim Tör, bu türlü yayınlardan örnekler gös termiş, ve bu akımın çeşitli sonuçlarını ele alarak tahlil etmiştir. Bu arada istatistiklerden de söz ederek geri kalmamızın sebeplerinden birini yayın organlarının kendilerinden beklenilen faaliyeti gösterememesinde bulmuştur. Kristaller ve atomlar, Bir başka önemli konferansı da, memleketimize misafir olarak gelen Faculte des scien- ces de Paris'nin Cristallographie profesörü M. Curien Büyük anfi de vermiştir. Prof. Curien konuşmasında, atomlar ve kristaller konusunda en yeni teoriler den söz etmiştir. Portakallardan faydalanarak yaptığı şenıalarla daha açık bir izah şeklini seçen p, )f. Curien daha sonra Silisium ve bileşikleri. len söz et. miş çok karışık konuları büyük bir sadelik ve açıklıkla anlatan M. Curien 11 ve 12 inci sınıf öğrencileri tarafından ilgiyle izlenmiştir. 14 l,__~C-~__M._I__ · Y_E_T_________ Bekir BİRCAN Galatasaray - Yangın lantı varmış. Madame Feuillet dekolte elbiselerile kendini bahçeye atmıştı. Kocası ve 0ğlu smokinli idiler. Bu anababa gününde mektep müdürü Abdurrahman Şeref bey, etrafındakilere b:.r t.ı kım emirler veriyor, evvela hapishaneye bakın içerde çocuk olmasın, kap,yı kırın, cezalı çocuk varsa kurtarın diye bağmyordu. Bağır maktan sesi kesilmiş müdür, içeride hiçbir çocuk kalmadığına kanaat getird'kten sonra biraz teskin olabilmişti. Kurulduğu gündenberi çift lisanla tedrisat yapan Galatasaray lisesinde talebe ve hoca olarak bulunduğum müddet zarfında, birçok vakamn şahidi oldum. Her birisi benliğim üzerinde derin izler bırakmıştır, fakat bunlardan en mühimmi mektebin yanması, o koca binanın yanın saat içinde kül olmasıdır. bir cumartesi akşamı vukua gelLeyll talebe evlerine gitmiş, koca mektepte bekarlarla cezalı talebeden başka kimse kalmamıştı. Yangın miştir Küçük vazife hissinin ne demek mesuliyet duygusunun müşahhas şeklini rahmetli müdürümüz .koca Abdurrahman Şeref beyin şahsında görüp öğrenmiştim. Bu vaka benliğimde derin izler bırakmıştır. Yangından sonra mektebin kalın duvarların dan başka birşey kalmamıştı. Müzesi, laboratuarı, kütüphanesi, herşeyi yanmıştı. Mektebin müştemilatından, mutfak, çamaşırhane, hademe koğuşları, bahçedeki kapalı teneffüshane, jimnastikhane kurtulabilmişti. Mektep müdürü, Abdurrahman Şeref bey, müdürüsani de Monsıeur Feuillet idi. Her ikiside mektepte ailelerile birlikte ikamet etmekte idiler. O akşam nöbetci bulunaın muallim muavini, çok sinirli, en ufak şeye kızan. bağı ran ve bol ceza veren bir zattı. Çocuklar geceleyin bu muallim muavinini kızdırmak, eğlen mek istiyorlardı. Ona gece uykusunu haram edeceklerdi. Geceleyin büyük yatakhanede herkesin yatağa girip uyuyacağı bir zamanda hafif bir ıslık çalınacak ve bu işaret üzerine bahçeden tophman ufak taşlar nöbetci öğret menin yattığı tarafa fırlatılacaktı. Saat dokuza doğru ıslık çalındı, muhtelif cihetlerden taşlar, bilyalar o cihete düşmeye başladı. Koca yatakhanede, karanlık ve sessizlik içinde bu taşlar, birer bomba tesiri yapıyordu. Pandomina bu şekilde devam ederken ben hafif dalmıştım. Çocukların bağırdıklarını, O vakit işittiğimize göre mektebin yerine bir ecnebi müessese talip olmuş ve mühim bir parada teklif etmiş fakat müdür Abdurrahman Şeref bey okulun tekl'ar inşaasına dair iradeyi çıkartarak karşı tarafı bir emrivaki karşısında bırakmış ve mektebimizi bu suretle kurtarmıştır. yangın tım. Yangın Bahçedeki kapalı teneffüshaneler, çamahademe koğuşları derhal sınıf haline kondu, tedrisata başlandı. Bütün leyll talebe gündüzlü oldu, istanbulda hiçbir kimsesi olmayanlar içinde bugünkü Şan sinamasımn biraz ilerisinde yeni, yapılmış Surp Agop apartımanının bir katı hariç bütün katları tutuldu. şırhane, var dediklerini duyar gibi oluyor, fakat bu bağırmalar, bu çağırmalar, nöbetci muallim muavinine karşı yapılacağını bildiğim muzipliğin devam ettiği zannını bana veriyordu, acı hakikatten bihaberdim. Fakat tanıdığım bir ses beni bu gafletten kurtardı. Bu ses hocaya patırdı yapacak, arkadaşlarını güldürmek için muzipliğe kalkacak bir ses değildi. Bu ses 21 numaralı Ali Yarın sesi idi (Üniversitede Ord. Prof.). Gözümü açtığım zaman yatakhanenin boşalmış olduğunu gördüm. Yıldırım süratile giyi·nip kendimi bahçeye at- dairesinden yaşımda ctlduğunu, müdürüsani Monsieur Feuillet'nin çıkmıştı. O akşam evlerinde t.Jp- 15 mektepte yedikten olur; Beyoğlundan apartıman kapılarının zillerini çalarak her akşam Surp Agoba gider ve yerlere serili yataklarımızda Akşamlan yemeğimizi sonra, sıra yatardık. Hiç birşey olmamış gibi tedrisata devam edildi ve sene sonu imtihanları yapılmayacak, mektep tatil edilecek gibi hülyalanmızda suya düştü. namemızın 3. ncü maddesinde zikredilen gayeleri imkan dahilinde tahakkuk ettirebilmek arzusu ile iş başına gelmiştir. İdare heyetimiz bu gayeleri kuvveden fiile çıkarmak amacı ile Galatasaraydan feyiz almış ve ~cağa kalben bağlanmış kardeşlerimizle tanışmak, fikirlerinden istifade etmek ve el birliği ile gerek mektebim.ize ve gerekse vatanımıza faydalı şekilde hizmet etmek imkanlarını sağlamak için yardımlarınızı beklemektedir. Galatasaraylılık ruhuna inanmaktayız. Kuvvetine güvenmekteyiz. Ancak, bu kuvvetten istifade imkanları siz kardeşlerim.izin yakın ala.kalan ile mümkündür. Sevgili <J al atasarayl tlara Allahın bahşettiği büyük nimet ve kıymet lere sahip bu güzel yurtta yaşamak mutluluğunu tadan bizleri, bu yurt, biraz himmet edersek, sonsuz bir refaha ve saadete kaVUŞ turacak kudrette olduğuna inanıyoruz. Biz hilkaten her şeyin en iyisini yapmak ile işe başlar fakat maateessüf iyisini bıle yapamadan hevesimiz kaçar ve işi bitirmeden bırakırız. Bunun nedenlerinin başında münevver kitlenin Te hele hakşinas vatanperver ve cesareti medeniyesi kuvvetli fertlerin azlığı ve el ele vererek azimle sebatla çalış maya sarılmamaları gelmektedir. a~usu İdare heyetimiz, nizamnamemizde zikre- dildiği gibi her türlü siyası emellerden ve şah sı menfaat düşüncelerinden uzak, memleket menfaatini gözeterek, evvela feyiz aldığımız Lisemizin tedris heyeti ile el birliği yapıp yetişmekte olan genç zümrenin bilgisini arttır mak, miktarını çoğaltmak ve vatana müfit eleman olarak yetişmelerini sağlamak arzusun- Her ailenin efradı arasında saygı ve sevgi yaratmak ve yavrularını sağlam seciyeli birer münevver eleman yetiştirmesi bir vatan borcu olduğu gibi her hayır cemiyetinin azalarının da bağlı bulundukları mektep ve teşek küllerdeki gençlerin yetişmeleri için çalışma ları da bir vatan borcudur. «Ağaç yaş iken eğilir» atasözünden ilham alarak denebilirki genç ruhlara memleket severlik dürüstlük ve medeni cesaret gibi ahlaki ve sosyal seciyeler dadır. Her türlü imkanlara sahip sevgili yurdumuzun en fazla ihtiyacı olduğu hakiki vatanperver ve hak sever münevverlerin çoğalması ve bu münevverlerin birleşerek şahsi menfaat ve siyasi emellere kapılmadan memleket menfaatlerini koruması ile bu vatan cennet olur. İdare heyetimiz her hususta garp medeniyetine penceresini ilk açmış olan Galatasaraylıların böyle cemiyetlerin teşekkül ve taazzuvunda da öncülük etmelerine yardımcı olmalarım candan diler. Yukarıdan beri belirte geldiğimiz hususların tahakkuku yolunda teşkil ettiğimiz komisyonlarımızın ele aldığı aşağıdaki teşebbüslerimizi elbirliği ile kuvveden fiile çıkarmak üzere bizlere müzahir olacağınıza derinden inanarak sizleri hürmet ve muhabbetle selamlarız. aşılanabilir. 1908 senesinde lçurulmuş olan cemiyetimiz muhtelif safhalar ve bu meyanda bazı sarsıntılar geçirmiş, 1916 da yeniden kurulmak zaruretinde kalmış ve nihayet 1932 senesinde üçüncü defa olarak kurulmuştur. Sonralan nizamnamedeki bir açık kapıdan faydalanarak Galatasaraylılık ile hiç ilgisi bulunmayan veya bambaşka maksatla hareket eden zararlı kimselerin istilasına uğramış ve ne yazık ki bizler de bu kimselerle mücadele edeceği mize «Fena para iyi parayı kovar» düsturuna ram olarak üzüntü içinde Cemiyetimizle ilgimizi kesmek mecburiyetinde kalmıştık. İdare Heyeti •••• 1962 haziran ayı sonunda cemiyet eski lokalini terkedince cemiyetimizin gaye ve şe refi ile kabili telif olmayan faaliyetlerini idame ettirmek imkanından mahrum kalan kimselerin cemiyetimizle alakasını kesmiş bulunmalarından faydalanan bizden evvelki idare heyetinin genç azalan şayanı şükran çalışma ları ile cemiyeti ayakta tutabilmiş ve muvakkat bir zaman için bile olsa toplantılara devam edilebilecek bir yer sağlamak suretiyle kongreye kadar cemiyet faaliyetinin sektedar olmamasına gayret etmiştir. KOMİSYONLAR VE İŞTİGAL MEVZULARI 1. Cemiyetimizin 1908, 1916, 1932 kuruhayatta kalanların veya varislerinin tesbiti, cularından 2. Muhtelif teşekkül, memleketlerde bulunan tespiti, vilayet ve dış Galatasaraylıların 3. Galatasaraylı ailelerin yavrularına okula giriş imtihanlarında bir kontenjan tanınmasının temini, 31.1.1962 tarihli son kongrede toplanabilen Galatasaraylılar nizamnamede bazı tadilatlar yaparak, nizamnameye yeni bir şekil ver miş bulunuyorlar. Bu nizamname arkadaşlara takdim edilecektir. Yeni idare heyeti nizam- 4. Okul yardım teşekküllerinin naklarını arttırmak vetlendirmek, 16 suretiyle iş gelir kaygücünu kuv- varlığımızdan ateş ve heyecan alır. ve Güneş) çocukları, asra yaklaşan kudretini, bu manevi varlıktan alarak gelişmiştir. nevi (Ateş Muvaffak Benderli'den Galatasaray'ın pilavı, her 37 senelik hocalık hayatınun, 25 ini içinde geçirdiğim Galatasaraydaki çocuklarıma daima bu aşkı telkin etmiye uğraşmışımdır. Onlara her zaman şöyle derdim.: (Bugünleri, yakın bir zamanda arıyacaksınız, bu havayı çok arzulıyacaksınız bugün kıymetini bilmediğiniz yahut bilemediğiniz bu yıllar, size bir gün: (ah nasıl oldu da o günlerin değerini bilemedim) diye belki de göz :raşı döktürecektir. şeyinde olduğu gibi, memleketin sosyal hayatında bir çığır açtı. Bundan 10 sene evvel ne Vefa Lisesinin Boza günü ne Pertevniyal'in Aşure toplantısı, ne de Darüşşafaka'nın Fasulye sohbeti vardır. Görülüyor ki olay, basit bir şekilde bir sofranın etrafında toplanıp yemek yemek değil, büyük kültüre yönelmenin, ilk uğrağı olan, liselerdeki kardeşliği, bir hayat boyunca devam ettirmek ve ona karşı bağlılığımızı ortaya çıkarmıya vesile bulmaktır. ve şimdi sizler hakikaten o günlerin hasretini duyarak bir birinizle kucaklaşıyor eski anılarınızın serin gölgesinde rahatça nefes alı yorsunuz. İşte, Galatasaraylıların pilavı, tıpkı «Doilk penceresinden» giren ışıklar gibi, memleketin sosyal hayatında da yeni bir çığır açtı.: Kardeşlik, bağlılık, kadirbilirlik ... ğunun Batıya açılan Bununla beraber büyük bir eksiğimiz var ... bir amaca yöneltmekte çok dağınıkız. Hepimiz biliyoruz ki bugün Galatasaray ve Galata saraylılık anlamı, etrafında 5-6 dernek vardır. Galatasaraylılar Cemiyeti, Koruma Derneği, Aile Birliği ve başkaları. .. Çalışmalarımızı Meslek mekteplerinin insanlarda uyandır beraberlik, bu mesleğin yaptığı tesirlerden doğar. Fakat bizi <meslek mekteplerine) hazırlıyan ve genel kültürümüzü bize veren liselerdeki kardeşlik; onlardaki hava, büsbütün başka bir samimilikle bizi kendine bağlar. Orada geçen hayatı, daima hatırlarız oradaki arkadaşlıklarımızı daima anarız.. Kül Bastı Raifler, çöp Mustafalar, sarı Aliler, kaz Mehmetler.. : bizi hayat boyunca tatlı tatlı güldürür, acı acı düşündürür, fakat her zaman için (sı ralarda beraber okuduğumuz, ruhuı daima uyanık ve canlı tutar işte bu uyanıklık bu canlılıktır ki müesseselerin devamlılığında en büyük ve en değişmez sebeptir. Çünkü bu madığı olduğu yüce için mutlak elbirliğine, güçbirliğine ihtiyaç vardır. Bir amaç etrafında toplanacak ve bu amaca yürüyecek kuvvetlerin birleşimi, büyük işler meydana getirir. Hep beraber buna yönelelim! Bunların Galatasaray'ı evvel Galatasaray dergisinde yazdı ( 100. ncü yıl dönümü geliyor. ne yapıyoruz? diye sormuştum). O günden beri iki yıl daha geçti ve Galatasaray Lisesinin kuruluşunun 100. rı.cü yıl dönümüne ancak beş sene kaldı. 1968 yılı, Türkiy~; hatt§. Dünya çapında bir (Galatasaray yılı) olınalıdır. Bunun için bazı arkadaşlarla beraber (100. ncü Yll dönümünü kutlama dernegi) kurmayı tasarladık. Buna hepinizin ilgi göstereceğine eminim. Mükafatlarıyla konferanslarıyla, seyahatlarıyla, neşriyatıyla bütün bir yıl Türkiye'nin sosyal hayatında ve bilgi alanında yalnız Galatasarayın sesi duyulmalıdır ... İki yıl ğım 5. Dördüncü maddede zikredilen teşek küllere yardımcı olmak ve onların iş gücü dı şında kalan okul binasını genişletmek, okul personelinin kalifiye elemanlarla takviye edilebilmesi için munzam tahsisat vermek suretiyle onları daha müreffeh duruma getirerek eğitim ve öğretim gücünü arttırmak, 6. Galatasaray Lisesinin Konferans salonundan ve Cemiyet Lokalinden istifade suretiyle ilmi, bedii ve kültürel toplantılar tertipetmek, 7. Pilav gününün lamak, programlarını 8. Cemiyete bir lokal 9. Müsamereler tertip etmek, 10. İç ve dış çıkarmak mevkie bir yazıda büyüklerim, evlatlarım ben 25 bir hizmetten sonra artık bir bakıma dinlenme köşeme çekilmeyi düşünürken bir bakıma da yeni ve daha genç bir çalışmanın atılışları içindeyim. Bu, beni çok heyecanlandırıyor. Her çalışma her şey Türk Milleti için ve bunun içinde Galatasaray için... Allaha Ismarladık. Dostlarım, yıllık, hazır sağlamak, çeyrek asırlık _/fl.1L11aı#-~ak Bandetİ.i geziler tertip etmek. 17 AL TIN KASE ve SAPAN TAŞI Necdet ÇOBANLI Galatasaray mecmuası için, benden iki saat içinde bir yazı hazırlamamı istedikleri zaman, evvela, bana tevdi edilen bu zevkli ve o nispette şerefli vazifeyi bu kadar kısa zamanda yapamamak endişesi içinde irkildim. Fakat sonra «hiç bir şey yapmasamda yalnız içimde olanları kağıda dökmeğe çalışsam yeten>, diye düşünerek ka1eme sarıldım. İşte bu satırlar sizlere her türlü düşünce ve fikirden uzak, sizlere, sadece. Galatasaraylı bir ailenin evladı olarak doğmuş, öyle büyümüş hayatının her safhasında Galatasaraylılık sı fatını büyük bir zevkle taşımış, bunun eşsiz gururunu daimi tatmış, basit bir Galatasaray, lının hislerinin ifadesini getireceklerdir. İki sene kadar evvel Hayat Mecmuasının yaptığı bir mülakat sırasında da söylediğim gibi, benim için Galatasaraylı olan bir insan, yalnız bu Galatasaraylılık sıfatı dolayısile 10 üzerinden 5 almağa hak kazanmış bir insandır. Yani bir insanda mücerret bu sı fatın mevcudiyeti, onun başka hasletleri ha!{kında hiçbir malumatınız olmasa dahi, ona hayat imtihanında sınıf geçecek bir not vermenizi icap ettirir. benimle zaman müşkülatla da olsa onu daima garba bir lokomotif olmuştur. Bu lokomotif, muharrik kuvvetini, kömürünü daima kendisini yetiştiren camianın birbirini severliğinden birbirlerine tek bir vücut gibi kenetlenmiş olmasından almıştır. doğru sürüklemiş Bu kuvvettir ki, Galatasarayı bu güne kadar en şaşaalı devirlerine ulaştırmış, bu birliktir ki Galatasarayı ve Galatasaraylıları muvaffakiyete sevketmiştir. Galatasarayın Aristokratik vasfı dolayısi le, muayyen bir zümrede Galatasaraylılara karşı bir antipatinin mevcut olduğundan, zaman zaman bahsedildiğini duyarsınız. Buna inanmayınız genç kardeşlerim, inansanız bile a'dırmayınız. Sizleri aristokrasi ve züppelikle itham edenler, sizin kuvvet ve birliğinizi çekemeyenlerdir Sizi antipatik bulanlar. görgü ve hayat seviyeleri ve kültürleri itibarile size yetişme ümidini kaybetmiş olan zavallı lardır. «Kazara bir sapan taşı, Bir altm kı\seyi kırsa, Ne taşın kıymeti artar, Ne kıymetten düşer kase». Bu neden böyledir?.' Siz <<Sapan Galatasaray Lisesi, ilk kurulduğu, «Mektebi Sultani» olduğu günlerden beri sultanların, prenslerin, en mümtaz aile çocuklarının · kaydolduğu, devam ettiği, mezun olarak hayata atıldığı bir mekteptir. Galatasaray, Türkiyenin garba açılan ilk penceresi, memleketimizde garp medeniyeti Ye Fransız kültürünün yerleşmesine önayak olan ilk müessesedir. Galatasaray, sinesinde yetiştirerek memleket hizmetine terk ettiği insanlar, bu memleketin kaderinde en mühim rolleri oynamış. en mümtaz şahsiyetler olmuş ve tabir caizse memleketin kaderini daima şarkın mistisizmine iten ceryanlara karşı koymuş ve zaman «Altın Kase» olmakta devam ediniz. istedikleri kadar sizi kırmağa · kıymetinizden bir şey kaybetme- Taş))ları çalışsınlar, yeceğiniz muhakkaktır. Genç ve sevgili kardeşlerim, Daima «Altın Kase)) olmak sizin elinizdedir. Her zaman olduğu gibi, birbirimizi sevdiğimiz. yekdiğerimize hayatta destek olduğu muz, yakasında «Galatasaray Rozeti»ni gördüğümüz her kardeşe kollarımızı açtığımız müddetçe göreceksiniz hiçbir «Sapan Taşı,>> sizi. değil kıymetten düşürmek, kırmak imkanını bile bulamayacaktır. Quatrain Que :terai-je sans toi? I\Ion ame se complait dans la peine Et ne trouve pas cl'ami dans !es plaisirs. ı·arrive, helas! a une saison ele la vie Ofi chaque jour voit disparaitre, quelque part, un ami. Rıfat Necdet EVRİMER Tracluit par P. DUBOIS 18 BUL BA Sermayesi 20.000.000 Halkın e ve Tüccarın n. Hizmetinde İkramiyeli tasarruf hesaplan e 0 / 0 e 6 112 a kadar faiz Apartman daireleri, çeşitli para ikramiyeleri 8 Her türlü banka muameleleri Dünyanın her tarafında muhabir • İthalat ve ihracat akreditif muameleleri • • Teminat mektuplan • Her türlü sigorta muameleleri C i d d i yet , s ü r' at ve k o 1a y 1fk • 1 B LB Eee! Veda çayımızı da verdik. Küçükken dergilerden takip edebildiğimiz ve özendiğimiz büyüyünce hazırlıklarını çok evvelden tasarlamaya başladığımız ananevi veda çayımız. İyi ama bu gibi toplantılarda limonata içildiğine göre neden Galatasaray Lisesi veda limonatası denmiyor da Galatasaray lisesi veda çayı deniyor? 12 Edebiyatta yapılan bu felsefi münazarayı değerli hocamız M. Dubois ve hukukcu Metin Belir den kurulu «limonatacılar)) ekibi kaybetti. Uzun münakaşalardan sonra ittifakla veda çayı denilmesine karar verildi. Bu sene çayın hazır:ıklarına çok evvelden başlandı ve semeresi de almdL Bu başarıda gayet titiz çalışan fenli kardeşlerimizin rolü büyük oldu. ümit, Erbil, Enis, Murat, Orhan, Altan ... gibi elemanlardan kurulu fen ekibi hakikaten başarılıydı. Onbeş günlük tatilden istifade edilerek mali durum düzeltilmekle kalmadı. sene sonunda olan yıllık içinde bir miktar para arttırılmış oldu. En son sistemlerle çalışan Murat Kunt k:endine has tekniği ile Uludağ'da bilet satarken. Cem Çeş miğ'de Ankara'da bankalarla yüksek kademe toplantıları yapmakla meşguldü. istanbul'da ise Ümit Aşçı Tükenmez Gayretiyle M. Balleret den ikmale kalmayı aşağı yukarı garantiledi. Ayrıca taşıması gayet kolay olan «portatifı> Erbil'den bilumum hesap işlerinde <X; + ; - ; Vxı büyük yardımlar sağlandı. 6 Nisan 1963 cumartesi. Güneşli, neşeli. bir gün. Hilton Şadırvanın mutfağında limonata ve pastalar hazırlanırken, Galatasaray lisesinin yatakhanelerinde de son sınıflı «Jön» ler eksiklerini tamamlamakla meşguldüler. Şevket ve Selim ustalar Harıl Hanı çalışıyorlardı. Hatta K. .. Prensi Selim bey Öğle namazım bile kaçırdı. İstiklal Marşı büyük bir neşe ile söylendikten sonra ( cumartesileri daima böyle olurı kafada çayın düşün celeri ağızda limonatanın tadı, ve kollarda «keman kaşlı, sürme gözlü, selvi boylmmun hayaliyle dağılındı. pırıı pırıl Saat 14.30 Galatasaraylılar Hilton civarın da görünmeye başladılar. Evvela öncü kuvvetler ( organisation komitesi ı sonra birlikler ı son sınıflı gençlerı en sonrada takviye birlikleri (hocaları döner kapıda bir iki defa döndükten sonra içeriye girmeye muvaffak oldular. Fazla mühim bir zayiat verilmedi : 22 el, 15 ayak ve 4 büyükçe kafa maalesef sıkıştı. Değerli Edebiyatçımız Rifat Necdet Beyin çaya gelmeyişi bizleri ziyadesiyle üzdü <ah bu modern kapılar!!! ı Organisation komitesi balonlara kadar Değerli ve N'1.zik Fransız hocalarımızdan M. Balleret en erken gclenarasınclaydı. Bir d2kika boş durm2dı ve yardım etti. Fransız kolonisinden sonra sayhazırlamıştı. 20 rek salona girdi ve M. Balleret nin yardımıyla yerine oturabildi. Böyle bir karşılama töreni Lisemizde hakikaten çok az hocaya nasip olmuştur. gı değer ve centilmen Türk hocalarımız birer birer gelmeye başladılar. Bu birer birer gelenler arasında sempatik tarihçimiz, küçük ailesini yanyana dört küçük masaya yerleştirdik ten sonra canla başla yardıma uğraştı. Hocalarımızdan gelenler arasında: M. Balleret, M. Goudman, M. Rollet, M. Dubois, M Gerthoffert, Süreyya Bey, Habib Bey, Cemal Bey, Hüsnü bey, Ferruh bey, Hilmi bey, Merih bey, Ali ortaç, N. Vouzelaud, Kemal Zeren, Müdürümüz Ali Teoman ve eşi de vardı. Talebelere gelince, aşağı yukarı bütün son sınıflar oradaydı. Bekarlar masasında 12 Fen ve Edebiyatlılardan kurulu bir gurup «bekarl1k sultanlıktır» diyerek limonatalarını yudumluyorlardı. Sahnenin hemen solundaki gurup ise çayın en neşeli topluluğu idi. Güldüler, söylediler, dans ettiler, saçlarını yıkadılar, boyadılar velhasıl tam manasıyla eğlendiler. Bu neşeli gurubun arasında çok sevdiğimiz arap Kemal ve arkadaşı Ayşe, Tamer ve cici arkadaşı Nihal, Neşe kaynağımız D~vulcu K. Aydın, ve onun kadar sevdiğimiz Inci, Cem ve Suzi (M. Gerthoffert konuşmasını anlamadığı iddiasıyla kırık vermiştir) Alpaslan ve Siranuş, politikacı Ateş Ünal Erzen ve son model Dior kreasyonu ( ! ) elbisesi ile Bedra (P.), Türkler, Savaş ve arkadaşları, Bir de Ş. Hamdi bulunuyordu. Timur'un yaptığı çok hararetli açış konuş masından sonra çay başladı. Türkiyenin en iyi müziğini yapan, Süheyl Denizci ve Arkadaşları bu toplantının öncülüğünü yaptılar. Fakat hayret, kimse dansa kalkmaya cesaret edemiyor. Öğle ya sahnenin önü tamamen hocalarla çevrili. Timur gene mikrofonda. Bu sefer kendisinin de anlayamadığı bir takım fransızca ve türkçe karışık cümlelerle g~nç leri dansa davet etti. Beklenen an: Aydın Tamer. Hamdi, Murat, Cem, Oktay, pistteler. Onları diğerleri takip ediyor. Biranda Hocaların önünde bir yarımay kalmak üzere pist tamamen doldu. Birbirinin damına atılan kaçamak bakıslar, ve hemen kafalarda düzenlenen bir güzellik kraliçesi seçimi. Muratın davetlisi o. lan Fransız arkadaşın damı, ekseriyetle birinciliği kazandı. o esnada büyük bir gürültü koptu. Alkış lar ve tezahürat arasında son sınıfların, çok sevilen hocası M. Gerthoffert Saçını düzelte!1 Bu sene çok başarılı konserler veren ve kritikler tarafından Türkiyenin en iyi .amatör vokal gurubu seçilen Lisemiz vokal gurubu elemanlarının kapıdan süzülüp, soyunmaya gidişleri gözümüzden kaçmadı. Sanatsever müdürümüzün büyük bir .anlayış göstererek hazırlattığı güzel kıyafetleriyle gençlerimiz gözüktüler. Tolga, Aydın, Mehmet, Vasıf, ve Timur'un yaptığı müziği Süheyl denizci ve arkadaşları yarım saat ayakta dinlediler (oturacak yer yoktu), o esnada Ali Teoman, Fransanın değerli atom alimlerinden B. curien ile geldiler. Geçen sene bol bol danseden İngilizceci miz Habib Şabo Ayral bu sene bütün israrlara rağmen dansa kalkmadı. Bu güzel çayın diğer ilgi çekici tarafı da, piyangonun zenginliğiydi. Biletler G.S. kibritleri içinde takdim edildi. Erkeklere çıkan «soutient»ler havayı büsbütün neşelendirdi. Ya. pılan şimsiyeli dans müsabakası çok çekişmı.ı li geçti. iki şemsiye parçalandı, ve herzamanki açıkgözlülüğü ile nasıl olduğunu anlayamadan Alpaslan finale kaldı. Fakat müsabakayı, hariçten gelen bir çift kazandı. Meydana gelebilecek itirazları önlemek için üç kupa birden bu çifte verildi. (Uzağı görme diye buna derler). Bundan sonra iş gene Süheyl denizci beşlisine düştü, ve istemiye istemiye bu güzel ve unutulmaz günü kapattılar, Galatasaraylı lığa yakışır bir efendilik ve samimiyet havası içinde geçen bu çaydan herkes fevkalade intibalarla ayrılıyordu. Fakat bütün son sınıflı gençlerin kalbinde yüzlerindeki tebessümlerle örtmeye çabaladıkları bir burukluk bir acılık vardı. Tatlı bir acılık. On iki sene sonra ayrı lığı ilk defa olarak hissettiren cümlenin verdiği acılık ve sarı kırmızı iki damla göz yaşı: -«Muhterem misafirlerimiz çayımız sona erdi. Gelmek zahmetine katlandığınız için hepinize teşekkürler ederiz efendim.» Sessiz Yiirüyüş Mart ayı içinde şehrimizde vuku bulan olaylardan birtanesinde bir nümayişçi gurubunun mektebimizin önünde çirkin tezahüratta bulunması, ve hatta daha da ileri giderek bahçeye şişe ve taş atmaları ve komünist Galatasaraylılar diye bağırmaları üzerine 28 mart perşembe günü okulumuzun Lise kısmı öğrencileri bu isnatlara cevap vermek ve bu zihniyeti protesto etmek için Taksim Abidesine Galatasarayın adına uygun bir sessiz yürüyüş yapmış ve anıta bir çelenk koymuşlar dır. Hep birlikte söylenen istiklal Marşından sonra yine olgun bir şekilde mektebe dönülmüştür. Yürüyüş basında ve İstanbul vilayeti nezdinde takdirle karşılanmış. Bizzat Valimiz Niyazi Akı okulun kendisinden beklenen tarzda bir yürüyüş yaptığını ve bunun diğer yürüyüşlere bir örnek olmasını temenni ettiğini müdür Ali Teoman'a bildirmiştir. ve E LASTiKLERİ OTOMOBİL ve KAMYONETLERİ YENİ İTHALAT ve İHRACAT Cumhuriyet Cad. 175-177 Tel : 48 4 7 32 - 48 63 53 P ARCA ve ~ SERVİS 1CiN ~ 15 Nisan pazartesi gunu, Senato Başkanı Suat Hayri Ürgüplü, ve Senatör Suphi Batur mezunu oldukları mektebimizi ziyaret etmiş ler ve Müdür Ali Teoman ve son sınıf öğren cileri ile birlikte öğle yemeğini birinci yemekhanede yemişlerdir. Misafirler mektepten ayrılırken bu ziyaretten çok memnun kaldıkla rını, okulu aynı çalışma temposu içinde görmektende aynca sevinç duyduklarını belirtmişlerdir. Geçen Hocamız Şeker Bayramından Ferruhzat Turaç'ın faydalanarak Başkanlığında Fransız hocalarımızın da katıldığı bir grup arkadaşımız, Ankara, Kayseri, Göreme ve civarında bir gezi yapmışlardır. bazı R HMJ\LARI "" TAFSiLAT AKBANK GiŞELERiNDEKi BROŞÜRLERDEDIR. ~Her şubeye müracaat edilebilir.) HANGi MESLEÖI SEÇECEKSiNiZ. NiÇİN? RESMi VE ÖZEL LiSE SON SINlf ÖGRENCILERI ARASINDA VOLEYBOLDA TÜRKİYE Basketbolda istanbul ikincisi, atletizmde olduk. ikincisi olmuştur. Kendilerinden bir birincilik beklememize rağmen bu ikinciliğide küçüm semiyor ve basket takımımızı da vazifesini yapmış olarak kabul ediyoruz. Umarız ki Gelecek senelerde takımımız daha üstün bir form göstersin ve layık olduğu şekilde şampiyon olsun. VOLEYBOL: Uzu.n senelerin yenilmez takımı, Lisemiz Voleybol ekibi, bu senede beklenilen neticeyi alarak, hem İstanbul hemde Türkiye Voleybol şampiyonu oldular. İstanbul şampiyonasında finale kalan takımlardan sırayla Kabataş Lisesini 3--0, Atatürk Lisesini 3-0 ve ST, Joseph'i 3-1 yenerek şampiyon olan takımımız Adanadaki Türkiye birinciliğinde de İzmir Ticaret Lisesini 3-0 Ankara Deneme Lisesini 3-0 Ve Adana Lisesini 3-1 yenerek şampiyon luğu ele geçirdi. Bu yıl çok başarılı maçlar çıkaran vok,·bol takımımızı candan tebrik eder, ve mur .1akiyetlerini önümüzdeki yıllar dada devamını dileriz. Bu konuda Voleybol Kaptanı İlker şun ları söyledi: «Arkadaşlarımın ciddi ve sistemli çalışmaları bizi şampiyonluğa götürdü. Bu şekilde aralıksız şampiyon olma rekorumuzu, yeniden kırmış oluyoruz. Bu bizi son derece sevindiriyor.>> ATLETİZM 28-29 Nisan tarihlerinde rası puanlı atletizm yapılan Liselera- yarışmasında Takımımız İlk gün bazı elemanların tehir zannı ile gelmemeleri, ikinci günde, iki atletizimin «fauxdepart» ve diskalifiye ile elenmeleri sonucunda umduğumuz neticeyi alamadı ve birinci olabilecek durumda iken ancak üçüncülüğü kazanabildi. Birinciliği Deniz lisesi (9914 puan), ikinciliği Vefa Lisesi (9630 puan) üçüncülüğü Galatasaray Lisesi (9317 puanı aldılar. Eğer ilk gün 4xl00 de tam takım koşulsa, ve 400 engelli de elemeseydik açık farkla birinci olabilirdik. Ferdi olarak elde edilen iyi sonuçlar şunlar: 400 de Alpay birinci, 800 de yine Alpay Dördüncü, 100 de Türker İkinci ve 200 de Dördüncü, 1500 ve 300 m. de Ercüment altıncı Uzun atlamada, Ender ikinci Çekiç atmada Çetin dördüncü cirit atmada Enver dördüncü, Takım olarak 4x100 de ikinci 4x400 de BASKETBOL: Basketbol t · kımımız da bu yıı çok başarılı maçlar çıkarm2sna, gurubunda şampiyon olmasına ve finaı maçlarında da Alman lisesini: 69-63, Haydarpaşa Lisesini 64-57 yenmesine rağmen St. Joseph'e karşı beklenilen oyunu gösterememiş ve 75-59 yenilerek İstanbul İkinci. 24 t/;erli ve yabancı bütün turist/e,.,in tek ugrak yeri TOURING SERViCE BP Turing Servis ,şehir ve gol harftaları, şehir planlan ve /Jütün lüzumlu malumatı sizlere wrebilecek Danışma Büroları ile hizmetinizdedir. cfldrts: TA Servis İstasyonu Motor Yenileme » TUNE UP Normal ve Otomatik Şanjman Ön takım - Diferansiyel Fren Tamirleri Karosöri ve Çamurluk Tamirleri Şasi Düzeltme Boya İşleri Orijinal Parçalar En Modern Tezgahlar Mütehassıs Ustalar K urtarnıa Arabası Büyükdere Cad. No. 75 Tel: 48 36 75 VE . TERKiPLi iLE .,! YAKITTA [~iill EKONOMiA. SERViS . EKONOMi ~ TAMİRDE EKONOMi ,/ ÖMÜRLÜ ARABA RAYBANK UNUTMAYINIZ Sermayesi 22.000.000. TL. ** * * Apartıman Daireleri Zengin para ikramiyeleri İkramiyelerde en yüksek RAY HASRETE İsabet ihtimali Bilumum Banka muameleleri ile Hizmetinizdedir. RAYBANK SERVETE Ankara (Yenişehir - Ulus - Gülveren - KAVUŞTURUR Samanpazarı) İstanbul (Sirkeci - Kadıköy) RAYBANK İzmir - Adana - Eskişehir Kayseri - Konya - Sivas BATI ALMANYA MENŞELi LASTiKLERi BEKERCAN TİCARET LTD. ŞT1. Taksim - İstanbul Cumhuriyet Caddesi 51 28 ŞEHSUVAR Daima Canlı ... MENEMENCİOGLU Yüksek Elektrik Mühendisi Çünkü rinde! sıhhatı yeHER TÜRLÜ Besleyici, vitomi· ni çok bol olan S A NA çocuklar ve büyükler için hakiki bir sıhhat ve enerji kayna- YÜKSEK VE ALÇAK TEVETTÜR ŞEHİR ELEKTRİK TESİSATLARI ğıdır. TAAHHÜDÜ ve MALZEMELERİNİN SATIŞI Mağaza : Bankalar Han 1 - Galata Telefon : 44 02 48 - 44 48 94 Telgraf : ŞEHVAR - İstanbul PAMUKBANK Sermayesi 17.000.000. TL. 196 3 ılın <la 1 Adet 100.000 Lira 2 }} 50.000 }} 605.000 TL. 2 }} 10.000 )} DAGITIYOR 18 }} 5.000 )} 60 }) 1.000 )} 2730 Rişiye Çeşitli Para İkramiyeleri Tasarruflarınızı PAM Pamukhank'ta Değerlendiriniz. K K Osman Güzel RaJ110 _/11.a9arıaıı 110. Soğ.uk tfe.aını .Setuiıi Beyoğlu İstiklfil Caddesi 44 44 28 52 Telefon : 49 5917 DONDURMA veBUZYAPMAMAKlNALARI BUZ DOLAPLARI - KASAP DOLAPL/ RI VİTRİN - HAVUZ Soğuk Hava Tesisleri PHILIPS Radyoları Resmi Acentesi iLK BAHARDA ÇOCUKLARIN NEŞESİ KAZOVANIN MERSERiZE TRİKOLARIYLA TAMAMLANIR Kız çocukları için fevkalade cazip yüksek evsaflı ve ucuz merserize trikolar.Erkek çocuk şortları ,pantolonları ve Takım· ları zevkinize en uygunudur. ) ' ~ lanan desenli TERYLENE crimplene çocuk gömlekleri !arınıza verebilecğiniz en Kıymetli hediyedir; Mamullerimizi Kazova Mağazalarından ve Büyük Tuhafiyecilerden Arayın' TÜRK PETROL TÜRK PETROL •• unyanın .... En Motor ·stün Pirinç boru, çubuk ve tel çeşitleri ne ilaveten bu kerre modern tesisleri ihtiva eden laminuvarımızda DiN normiarma uygun vasıfta Yağları i i !aramız Galatasaray Lisesi Neşriyat Ko;u istanbul'da Çıkarılır Sahib ve Yazı İşlerini Muvaffak Bu fülen İdare sayıyı hazırlayan Neşriyat Eden kolu Ömer BOZKURT Akın AKBAYGİL ilhan EKSEN Turhan ILGAZ - İbrahim HIZALAN Fotoğraflar : İ.F.A SANAT BASIMEVİ Cağaloğlu, Molla Fenari Sokağı 34 İstanbul satışa ar:zedilmiştir. • Yüksek evsaftadır. e 60 x 140 cm. boydadır. e Kenarları düzgün kesilmiştir. • Muhtelif kalırılıklardadır. tarafından BENDERLİ da r------------------------, görebilirsiniz. : ı : ıı Satış mağazamızda Ali Yazıcı Sokak No. 10 Fermeneciler - Galata - Tel: 44 8113 11 il Lm••-••••••••••••••••••••~ e RABAK " Elektr,;- Hktik Bakır ve Mamuller_; Anonim Şirketi •llllllllllllllB~llllllllllllllllilDllllllilmlllil•• 'Haııı ---, rocuk 1 _...... / J SAN AT BASIMEVİ Molla Fenari Cağaloğlu - ~ - Cağaloğlu, ı,. Sokağı 34 İstanbul
Benzer belgeler
OKU - Sultani
ce besoin de liberte chez les jeunes gens et
meme chez les jeunes enfants. Ce besoin s'affirme parfois brutalement, maladroitement,
par exemple chez les blousons noirs mais il
vient certainement de...
Oku - Sultani
deux centimetres au dessus de votre tete ou a
deux metres, de resultat
est le meme.
A un autre: «pourquoi
eprouvez-vous le besoin de
toujours jouer la comedie,
meme si ce n'est pas necessaire ?»
- ...