Bade Birahanesi - Hayatım Futbol
Transkript
Bade Birahanesi - Hayatım Futbol
2 0HAZİ RAN2 01 4-SAYI 1 3 3 ÖZELADAM Onl ari çi nDünyaKupas ı ,r ekor l ar ı nal t ı nai mzaanl amıt aş ı yor BUFFON MARQUEZ MONDRAGON KL OSE Yayın Koordinatörü 4 özel adam İlker Yılmaz Son şampiyon İspanya elendi, ev sahibi Brezilya’nın futbolu umut vermiyor, Hollanda yine dolu dizgin, İtalya her zamanki gibi gizli favori, Şili bu kupanın en büyük sürpriz takımı olacağını şimdiden gösterdi… Dünya Kupası’nda ilk 1 hafta bunlar yaşandı, bol gollü geçen turnuvayı izlemek bizlere büyük keyif veriyor şüphesiz. Neredeyse her maç heyecan dozu yüksek, tempolu futbolun olduğu anlara sahne oluyor. Hatta 0-0 biten Nijerya-İran maçından sonra futbolseverler sosyal medyada bu iki takıma turnuvanın ruhuna aykırı oyun ve skordan dolayı tepki gösteriyor. Kısacası izlenebilirliği oldukça yüksek olan bu turnuvada her şey şimdilik keyif veriyor… Ah bir de o senkron kayması olmasa! Editör Cantürk Temelli Yazarlar Mustafa Demirtaş Rafet Yılmaz Sercan Ergün Sedat Çıtrak Varol Döken Bu özellikleriyle şimdiden tarihin en iyi Dünya Kupalarından biri olacağı düşünülen Brezilya 2014’te birçok özel adam da hem tarihe geçti hem de tarihe geçmek için teknik adamlarından forma bekliyorlar. Öyle ki, Meksikalı Rafael Marquez üst üste 4 Dünya Kupası’nda takım kaptanı olarak sahaya çıkıp bunu başaran ilk futbolcu olma şerefini yaşadı. İtalya’nın deneyimli eldiveni Gianluigi Buffon belki İngiltere maçında sakatlığı sebebiyle 11’de yoktu ama Gök Mavililer ile 5. defa Dünya Kupası’nda boy göstererek elde edilmesi zor bir başarının altına imzasını koyuyordu. Bir başka kaleci, Faryd Aly Mondragon ise turnuvada boy gösteren en yaşlı futbolcu olma şansına sahip. 43 yaşındaki Kolombiyalı file bekçisi 42 yaşında Kamerun formasıyla kupada oynayan Roger Milla’dan bu rekoru alabilir. Kupanın en özel ve dikkat çekici rekoru ise şüphesiz Ronaldo’ya ait. Kupa tarihinde attığı 15 golle krallık koltuğunda oturan Brezilyalı yıldıza Almanların golcüsü Miroslav Klose 14 golle çok yakın. Klose, Jöachim Löw’den formayı alır da fileleri 2 defa havalandırırsa Dünya Kupası tarihine adını altın harflerle yazdırmış olacak. Biz de Hayatım Futbol olarak Dünya Kupası’nın heyecanını yaşadığımız şu günlerde sizlere bu rekorları anlatmaya ve 4 adamın hikayelerini yansıtmaya çalıştık. Umarız bu sayıdan en az Dünya Kupası kadar keyif alırsınız. Keyifli okumalar, Cantürk Temelli [email protected] [email protected] #133 BU SAYIDA 4 ÖZEL ADAM Buffon Marquez Klose Mondragon Çıkar çatışması FIFA Başkanı Sepp Blatter, arkasındaki desteği kaybetti. Artık UEFA da onun karşısında Maç bahane Varol Döken Dünya Kupası’nı bahane etmeye devam ediyor. Serinin bu yazısında yeni mekan Bade Birahanesi Tarih bu hakemleri unutmaz Dünya Kupası tarihine hakemler hatalarıyla damga vurdu. Peki unutulmayan 10 hakem hatasına bakmaya ne dersiniz? Fabregas yeniden Londra’da Barcelona’da mutlu değil miydi, neden olmadı? Chelsea’de asla forma giymem dedi ama ilk fırsatta Mavi formayı sırtına geçirdi Varol Döken DÜNYA KUPASI BAHANE #2 Maç Bahane HF133 Dünya Kupası Bahane’nin 2. serisinde rotamız yine Kadıköy. Ama İngiliz pub’ları yerine bizden bir lezzete, bir birahaneye kırıyoruz bu sefer dümenimizi. Almanya-Portekiz maçını izlemek için bu hafta Bade Birahanesi’ndeyiz. Hazırsanız sizi de içeri alalım… İç bade ‘‘İç bade, sev güzel var ise aklı şuurun. Dünya var imiş, ya ki yok imiş ne umurun.’’ Farsça içki, şarap anlamına gelen badeye Ömer Hayyam, 2 satırda tüm dünyanın dillerinde anlamı yüklemiş. Bade Birahanesi adını hak ediyor. Şarabı seven, güzeli seven, futbolu seven gelmiş. Biz de Karbonat (çalıştığım ajans) ekibi olarak eksik kalmadık. Öğleden sonra başlayan şiddetli yağmur, Kurbağalıdere’yi taşırınca Bade’de elektrikler kesilmiş ama ne gam. Televizyonlar ve ızgara çalışıyor ya… Bize yetti. Nasıl gidilir? Avrupa tarafından geliyorsanız, Karaköy, Kabataş, Eminönü Beşiktaş, Bakırköy’den vapur, motor veya deniz otobüsüyle Kadıköy İskele’ye gelin. İskeleden dümdüz yukarı Boğa’ya, oradan da dümdüz aşağıya Fenerbahçe Stadı’na doğru Kuşdili Caddesi’nden yürüdüğünüzde, Salı Pazarı dönüşünü geçtikten 5 metre sonra solunuzda göreceksiniz Bade’yi. Anadolu yakasından gelecekler de, herhangi bir minibüsle metrobüste indiklerinde yürüyerek ulaşabilir mekânımıza. Yeri kolayda yani. Nasıl bir mekân? Bade’yi maçlara gelen Fenerbahçe taraftarları iyi bilir. Her maçtan önce 2. katındaki camı bayraklarla insanlarla dolar taşar. Evet birahanemiz 2 katlı. İlk kat düz giriş, arkaya doğru uzayan geniş masalarıyla 80 kişi falan alır rahat. 2. katta ise bir salon ve balkon sizi bekliyor. Toplamda 100-120 kişi hatta maç günleri 200 kişiye kadar dolar burası tahminim. Maç falan izlemiyorsanız balkonda da keyifle biranızı yudumlayabilir, sigaranızı rahatça içebilirsiniz. Girişte kapı önünde de içebiliyorsunuz sigara. Girişin önüne de 1-2 masa atılıyor bu arada. Fiyatlar gayet uygun. Küçük bira 6 büyük bira 8 lira, eğer hesabımı yanlış yapmadıysam. Yaptıysam da 1-2 lira oynar. Yemekler 10 liradan 15’e değişiyor. Çerezi patatesi, mezeleri çok makul fiyatlarda. Genel olarak her şey çok uygun diyebiliriz. Yiyip içip 50 liradan fazlaya çıkmanız zor. Ama yok ben bir oturuşta fıçıyı deviririm diyorsanız afiyet olsun, şeker bal olsun, siz gelin şöyle bir tanışalım, bir kadeh tokuşturalım… Kitlesi futbol ve at yarışı taraftarı onu da söyleyelim. Çoğunluğu erkek ama Fenerbahçe maçı günleri kadınlar da eksik olmuyor. Tipik bir mahalle meyhanesi Bade, futbol yokken at yarışı, o ikisi yokken basketbol açık. 70’lik amcalar demirbaş, muhabbet standart. Ben çok seviyorum böyle salaş, gündelik birahaneleri. Zaten meyhane sevmeyen birahane sevmeyen insan olur mu ya? Sözüm sana Cenk! Nasıl izlenir? Giriş katta, biri girişte, biri ortada, biri en arkada olmak üzere 3 büyük ekran var. Masanızı ortaya alırsanız hepsine birden bakmanız mümkün. Ama neden yapasınız öyle bir manyaklık, birine yanaşın izleyin işte. Sesler içeride zaman zaman boğulsa da iyi duyuluyor. Tabi içerisinin ne kadar kalabalık olduğuna da bağlı bu. Lig maçları günleri illa ki bir işitme kaybı olacaktır onca tezahürat arasında. Ama biz Almanya maçını gayet sakin izledik, dinledik. Diğer Dünya Kupası maçları da bu rahatlıkla geçecektir. Ne yenir, ne içilir? İşte yazının en güzel kısmı. Bade gerçekten ismi gibi sürprizli bir yer. Beklenmedik tatlar göz dolduruyor. Ama benim favorim resimden de görebileceğiniz gibi (bu arada resim eski tarihli ama kuru etin tadı aynı) kuru et. Gömülüyorsun kardeşim buldun mu böyle lezzeti. Biz de öyle yaptık. Yediklerimin en iyisi diyemem ama bu fiyatlarda, hele ki biram patatesim olsun yeter diyebileceğim bir mekânda son ayakta gelen Ulanbatur gibi kuru et. Kuru et dışında, köftesini, çoban kavurmasını yedik, gayet memnun kaldık. Acı biberine dikkat diye biz şimdiden uyaralım, siz de garsonunuzu uyarın. Tavuk şiş, kanat ve envai çeşit mezesinden (ciğer mutlaka) deneyenin de pişman olmayacağını söyleyebilirim. Patates tavası, meyhane patatesi, elle kesilmiş kalın kalın şahane. Ama o gün su bastığından dolayı fritöz çalışmıyordu, tadı damağımda taaa ne zamandan kalmış anlayın işte. ‘Ya bira hamallık yaaa’ diyenlerdenseniz ve bugüne kadar ağzınıza vuran olmadıysa burda da vurmazlar. Barda rakısından şarabına, votkasından viskisine her türlü içki var. Ama bana 16 yıllık Glenlivet getir derseniz ben karışmam, imbikle döverlerse sizi kurtaramam. Özetle yemesi içmesi Ömer Hayyam şiirleri gibi Bade’de, yumulun. Ağlama Ronaldo ağlama Almanya nerede oynarsa Almanya. Portekiz’i ağır ezdiler. Ronaldo sırf penaltı atamadım diye böyle ağlamaya devam ederse gruptan çıkamazlar, benden uyarması. Almanlar, Hollanda ile yürür gibi gözüküyor ama oraları benim işim değil. Ben gollereve kuru etime doymanın derdindeyim, çok şükür ikisi de oldu. Hele ki son Dallaslar (yolluklar) geldikten sonra çok iyi oldu, çok da güzel oldu. Kupa son hızıyla ve keyifle devam ediyor. Seriye ben de elimden geldiği kadar devam edeceğim. Bu durakta yanımda olan Serkan, Levent, Metehan, Murat Can ve büyük meyhane sevdalısı Cenk’e selamlar eder, bir sonraki Dünya Kupası mekânında görüşmek üzere badeli günler dilerim. İletişim: twitter.com/dokenvarol Bade Birahanesi: Kuşdili Cad. No:51/1 Kadıköy 0216 336 72 20 Mustafa Demirtaş Dünya Kupası HF133 TARiHE TANIKLIK 2014 Dünya Kupası muhteşem başladı ve muhteşem de devam ediyor. Son zamanların en keyifli turnuvalarından birine tanıklık ederken pek tabii ki her Dünya Kupasında çıkan hikayelere bu Dünya Kupasında da denk gelebiliriz. Turnuvanın en yaşlı oyuncusu olma yolunda bir eski dost var, Aly Faryd Mondragon. Kolombiyalı eldiven 1994’te Amerika’da bulunduğu milli takım kafilesinde 20 yıl sonra 2014’te de Brezilya’da bir tunuvaya daha tanıklık ediyor. Henüz forma giymiş değil ama oynadığı takdirde Dünya Kupaları tarihinin en yaşlı oyuncusu olarak tarihe adını yazdıracak. Rafael Marquez Avrupa’da geçirdiği 11 sezonda oldukça üst düzey bir performans sergiledi. Guadalajara’dan geldiği Monaco’da 4 sezon kaldı. Ardından Barcelona’ya transfer oldu ve burada da tam 7 sezon geçirdi. İstikrarlı ve lider yapısıyla bu oyunun en takdir edilesi isimlerinden biri olan Marquez, 120’den fazla milli olduğu Meksika formasında 23 yaşında koluna geçirdiği pazubandını 35 yaşında da taşıyor. Son 4 Dünya Kupasında da kaptanlık yapan tecrübeli ismin şimdiki hedefi Maradona’nın rekoru. İtalya’nın efsanevi kalecisi dendiğin akıllara ilk gelen isim Dino Zoff. Kaptan olarak tarihin en yaşlı Dünya Kupası şampiyonunu elinde bulunduran Zoff’un pabucu 4 yıl sonra dama atılır mı merakla bekliyoruz çünkü, Gianluigi Buffon 2014’te 5. kez Dünya Kupası sahnesi alıyor! Daha önce bu başarıya Alman Matthaus ve Maksikalı Carbajal ulaştı. Çok geç keşfedildi, efsaneler duvarına adını çabuk yazdırdı. Miroslav Klose 2002 Dünya Kupası’na fırtına gibi başlarken turnuvayı 5 golle kapattı. 2006’da da fileleri 5 kez sarsan golcü oyuncu, 2010’da 4 gol gol sevinci yaşadı. Müller’in milli takım formasıyla en fazla gol atan oyuncu rekorunu geride bırakan Klose’nin bu turnuvadaki hedefi ise en az 2 gol daha atıp Brezilyalı Ronaldo’nun Dünya Kupalarının en golcü oyuncusu rekorunu egale etmek. FARYD MONDRAGON Amerika 94’ün gece yarısı maçlarından biriydi. Rusya, iddiası kalmadığı grupta Kamerun’a gol olup yağdı ve maçı 6-1 kazandı. O maçta Oleg Salenko tam 5 gol atarak “Dünya Kupalarında bir maçta en çok gol atan oyuncu” rekorunu ele geçirdi. Ancak Kamerun’un tek golünü atan “Dünya Kupaları tarihinin en yaşlı oyuncusu” Roger Milla, Salenko’dan çok daha mutlu görünüyordu. Nasıl olmasındı ki? O golü atarken tam 42 yaşındaydı ve aynı zamanda “Dünya Kupalarında gol atan en yaşlı oyuncu” unvanını da kazamıştı. Futbolseverler anlamsız gözüken bir maçta, iki rekora birden şahit oldu. Artık Roger Milla gibi birileri çıkıp 42 yaşında kolay kolay gol atmayacaktı belki ama “en yaşlı oyuncu” rekoru, yakın zamanda kırılabilir gözüküyordu. Ancak bugüne kadar pek yaklaşanı dahi çıkmadı. O günlerde Kolombiya’da Oscar Cordoba’nın yedekliğini üstlenen 22 yaşındaki genç Faryd, aklına böylesi bir hayali getirmiş miydi bilinmez… Ama hem 1994 hem de 2014’de kadroya dâhil olan tek oyuncu olan Mondragon, 20 yıl sonra Roger Milla’nın rekorunu kırabilir. Tıpkı Zinedine Zidane’ın yaptığı gibi Dünya Kupası öncesinde kulüp kariyerini sonlandıran ve turnuva sonrasında emekliye ayrılacak olan eski dost, eldivenlerini son kez takım sahaya çıktığı anda Dünya Kupası tarihine adını kazıyacak. Futbol hayatına ülkesinin Deportovi Cali’de başlayan ve yıllar sonra yuvasına dönerek kariyerini aynı kulüpte sonlandıran Mondragon, ülkemizin de gördüğü en iyi kalecilerden biriydi. Güçlü bir fiziğe sahip olmasına rağmen gerekli zamanda “kedileşebiliyor”, refleks hamleleriyle hayati topları çıkarabiliyordu. Onun adı geçtiği zaman iki unutulmaz kare akıllara gelir. Biri; Fenerbahçe’nin Denizli’de puan bıraktığı haberi gelince, iki eliyle kafasını sıkıştırıp, takımının ne denli imkânsız bir şeyi başardığını hissettirişi… Diğeri ise rakibin topla, tüfekle hücum etmesine rağmen tek başına Galatasaray’ı ayakta tuttuğu Liverpool maçı… Ali Faryd Mondragon, adı kesinlikle tarihe yakışacak! RAFAEL MARQUEZ Takvimlerde 1996 yılının yaprakları asılıydı. Meksika kulübü Atlas’da genç ve sıra dışı bir stoper artık A takımla birlikte sahalara çıkacaktı. Henüz 17 yaşındaydı. Adı Rafael olan o çocuk, stoper pozisyonunda oynamasına rağmen tekniğiyle dikkat çekiyordu. Vasat takımlarda rahatlıkla 10 numaralı bölgeye yazılacak kadar. Hava toplarında etkiliydi, frikiklerde topun başına geçecek kadar şutlarına güvenirdi. Haliyle fark edilmesi çok fazla zaman almadı. Takip eden üç yılda tam 77 maça çıktı ve Monaco’ya transfer oldu. Ancak Rafael Marquez Fransa’yla sınırlı kalmayacak, sahip olduğu yetenekleriyle futbolun zirvesine doğru yola çıkacaktı: Barcelona. Ancak oradaki stoper günleri pek uzun sürmedi. Bunun nedeni başarısız bir savunmacı oluşundan değil, Thiago Motta’nın, Edmilson’un sakatlığıya birlikte artık ona defansif orta saha bölgesinde ihtiyaç olduğu içindi. Meksikalı o bölgedeyken Barcelona’nın 17. Şampiyonluk Kupası’nı kaldırdı. Rafael Marquez farklıydı. Oyunculuk yeteneklerinde olduğu kadar, liderlik özelliğiyle de… 18 yaşında ilk kez milli olduğu Meksika’nın kaptanlığa 2002 Dünya Kupası öncesi 23 yaşındayken getirilmesi, kimseyi şaşırtmamıştı. Meksika 2002 Dünya Kupası’nda gruplardan çıkma başarısını gösterdi. Almanya 2006’da benzer başarı yakalanırken Marquez yine kaptandı. Güney Afrika 2010’da yine gruplardan çıkacaklar ve yine son 16’da Arjantin duvarına çarpacaklardı. Ve evet, Marquez o günlerde de kaptandı. Yıl 2014, Meksika Brezilya’da başka bir Dünya Kupası macerasında. Rafael Marquez ise hala kaptan! Dört farklı turnuvada kaptanlık… Bu bir rekordu! Eğer Meksika bu kez çeyrek finale kadar çıkar ve Marquez her maçta oynamayı başarırsa, Maradona’nın 16 maçlık “Dünya Kuparı’nda en fazla maça kaptan çıkma” rekorunu da kıracak. GIANLUIGI BUFFON Nestor Sensini, Fabia Cannavaro, Enrico Chiesa, Faustino Asprilla, Hernan Crespo, Stefano Fiore… Parma’nın efsane kadrosuna elbette ki kusursuz bir kaleci yakışırdı. Francesco Totti önderliğindeki 1996 U21 Şampiyonu İtalya’nın kalecisi Gianluigi Buffon, sanki kaleye zaten 35 yaşında geçmeye başlamıştı. Öylesine soğukkanlı ve tecrübeli gözüküyordu. Yan toplarda çıkmayarak hata yapmış gibi gözüktüğü anlarda bile bir planı vardı. Çünkü zaten kafayı vuracak oyuncunun şut açısını kapatıyordu. Harika fiziği ve kalecilik zekâsıyla fark yaratan Buffon, 2001’de “Dünyanın en pahalı kalecisi” unvanıyla geçiş yaptığı Juventus’da zamanı durdurdu. Ve uzun bir süre dünyanın en iyisi olarak kaldı. 90’lı yıllarda da, 2000’lerde de, 2010’larda da eline kağıdı kalemi alıp “Altın 11” yapan her futbolsever, onun adını kaleye yazdı. 1998 İtalya’yla Dünya Kupası’na katıldığında önünde Pagliuca gibi bir dev vardı. Haliyle hiç oynama fırsatı bulamayacaktı. 2002 Dünya Kupası’nda ise artık takımının birinci kalecisiydi. Ancak çeyrek finalde Güney Koreli Ahn’ın “Perugia’dan kovulma pahasına” attığı altın gol, onu ve takımını hayal kırıklığına sürükleyecekti. 2006 Dünya Kupası’nda Buffon yine kaledeydi. Bu kez önünde çok daha güçlü bir savunma vardı. Özellikle de turnuvanın oyuncusu seçilecek Fabio Cannavaro. İtalya Dünya Şampiyonu olduğunda, o da Dünya Kupası’nın en iyi kalecisine verilen ‘Yashin Ödülü’ne sahip oldu. Annesi ve babası eski birer atlet olan Buffon’un iki kız kardeşi de voleybolcudur. Genlerinde sporculuk yatan efsane kaleci, sakat başladığı 2010 Dünya Kupası’nda “Onu son kez bu büyük turnuvada izliyoruz” diyenleri yanıltacaktı. 2014 Dünya Kupası’nda da Azzurri kalesinin bekçisi değil “muhafızı” olacak. Aynı zamanda 5 ayrı Dünya Kupası’nda boy gösteren oyuncu olarak kırılması güç bir de rekora imza atacak. Darısı Rusya 2018’e! MIROSLAV KLOSE Dünya Kupası 2002… Turnuva tarihinin en farklı skorlarından birine imza atarak Suudi Arabistan’ı 8-0 yenen Almanya’da genç golcü Klose ayrı bir parlıyordu. Her biri kafa golü olmak üzere üç gol atmış ve turnuva tarihinde sadece kafa golleri atarak hat-trick yapmayı başaran iki oyuncudan biri olmuştu. O sıralar “dünyanın en iyisi kim?” tartışmaları Rivaldo, Zidane ve Figo’nun arasındaydı… Beşiktaş’ta Sergen ve Pascal’ın dönüşü söz konusuydu… Fenerbahçe’de Ortega transferiyle ortalık yıkılıyordu… Efsane Lost daha başlamamış hatta Bizimkiler dizisi bile hala bitmemişti… Türkçe Sözlü Hafif Batı Müziğimiz ‘Rimi Rimi Ley’ gerçeğiyle henüz tanışmamıştı... O günden bu yana çok şey değişti; değişmeyen enderliklerden biri ise Klose’nin hala gol atmayı çok kolay göstermesi ve hala Almanya’nın en önemli gol silahlarından biri olması! Golcülerin Hakan Peker’i Dünya Kupalarında 14 gole sahip. Brezilya 2014’de sahaya çıkıp iki gol attığı anda efsane Ronaldo’yu geride bırakarak kupa tarihinin en golcü oyuncusu olacak. Bu elbette ki unutulmaz ve tekrar kırılması oldukça zor bir rekor olacaktır. Ancak Klose’nin hali hazırda başka tatta Dünya Kupası efsanelerine attığı birkaç imza mevcut. Bahsi geçen 2002 Dünya Kupası’nda attığı beş golün hepsi kafayla gelmişti. Sadece o bir Dünya Kupası’nda bu kadar kafa golüne sahip olabilmişti. Ayrıca Klose farklı üç Dünya Kupası’nda en az 4 gol atabilen tek oyuncu. Miroslav Klose, yakın zaman önce Almanya formasıyla 69’uncu golünü atmış 68 gollü Gerd Müller’i geride bırakarak, Almanya Milli Takımı tarihinin en golcü oyuncusu olmuştu. Geçtiğimiz Dünya Kupası’nda da yine Müller’in bu kez Dünya Kupası rekoruna ortak olan Klose, o durumla alakalı şöyle demişti: “Benim Gerd Müller ile kıyaslanmam kendisine bir haksızlıktır. Ben 14 golü üç farklı kupada atabilirken o bunu sadece iki turnuvada yapmıştır.” Büyüklük sadece atılan gol sayısıyla sınırlı değildi, Miroslav Klose her şeyiyle bu oyunun en özel adamlarından biri. Sercan Ergün Dünya Kupası HF133 TARİH BU HAKEMLERi UNUTMAZ Teknolojinin alabildiğince hayatımızın her alanına girdiği şu zamanlarda futbol da bundan nasibini aldı şüphesiz. Gol çizgisi teknolojisi 2014 Brezilya ile birlikte resmen kulllanılmaya başlandı. Ancak bu hakemlerin, yalnızca topun çizgiyi geçip geçmediği noktasında kararsız kaldıklarında yardımına koşacak bir teknoloji. Oyunun doğası daha başka hatalara yol açmaya devam ediyor. Öyle ki Dünya Kupası başladığından bu yana bol gollü, tempolu keyifli maçlar izliyoruz ama bir o kadar da hakem hatalarına şahit oluyoruz. Güzellikleriyle tarihe geçme sinyali veren bu kupa hakemlerin akıl almaz hatalarıyla da hafızalara kazınacak gibi. Nitekim bu turnuvadaki hatalar bir takımın yalnızca mağlubiyetine sebep olmayabiliyor. Kimi zaman gruptan çıkma şansı, kimi zaman tur şansı hatta şampiyonluklar bile hakem hatalarıyla kaçıyor. Biz de bugünlerde dilimize pelesenk olmaya başlayan kupadaki hakem hatalarının tarihine bakalım dedik ve en unutulmaz 10 tanesini sizler için derledik. 10 Sol bekin düşüşü Avustralya’da herhangi bir futbol taraftarına sorduğunuz ‘’Futbol dünyasında en nefret ettiğiniz oyuncu kimdir?’’ sorusunun cevabı, bugün hala Fabio Grosso’dur. Almanya’nın ev sahipliğini yaptığı 2006 Dünya Kupası ikinci tur maçında, 51. dakikada Materazzi’nin atılması ile 10 kişi kalan İtalya uzatmaların son saniyelerinde bir penaltı kazandı. Maçın İspanyol hakemi Luis Medina Cantalejo, Grosso’nun Neill tarafından düşürüldüğüne hükmetti, oysa ki Grosso rakibinden sıyrıldıktan sonra müdahale olmaksızın kendini yere bırakmıştı. Oyuna Del Piero’nun yerine dahil olan Totti, Schwarzer’ı penaltı vuruşunda avlayarak takımını çeyrek finale taşıdı. Bu gol aynı zamanda 24 yıl sonra gelecek olan 4. Dünya Kupası 9 yolunda yürüyüşün devamı anlamına geliyordu. Bugün bile hala tartışılan bu karar İtalya’nın 2006 zaferinin yolunu açan ilk adım olarak gösteriliyor. Ali Aydın mı o? 2002’den sonra tekrar Avrupa topraklarına dönen kupa, grup aşamasında yine ilginç bir hakem hatasına sahne oluyordu. 1993-2007 yılları arasında Premier League’de düdük çalan ve 1996 yılından itibaren FIFA kokartına sahip olan İngiliz Graham Poll, F grubunda oynanan Hırvatistan-Avustralya maçında aynı oyuncuya 90 dakika içinde iki sarı kart göstermesine rağmen oyundan atmayarak tarihe geçti. 85.dakikada Hırvatistan’dan Simic ve 87. dakikada Avustralya’dan Emerton’u çift sarı karttan kırmızı kartla oyundan atan Poll, 61. dakikada sarı kart gösterdiği Hırvat Simunic’e 90.dakikada ikinci sarı kartı gösterdi ancak oyuncuya kırmızı kartını çıkarmadı. Doğru oyuncuya kartı gösteren İngiliz, notlarına sarı kartı Simunic gibi 3 numaralı formayı giyen Avustralyalı Moore’u yazarak hata yapmıştı. Maç 2-2 sona ererken, Simunic görmesi gereken kırmızı kartı 90+3.dakikada üçüncü sarı kartının ardından görmüştü. Maçın ardından açıklama yapan FIFA Başkanı Sepp Blatter ‘’Eğer Avustralya yenilseydi ve kupanın dışında kalsaydı, yapılan bu hata nedeniyle maçın tekrarlanması için itiraz etme hakları vardı’’ demişti. Yaptığı bu hata onun kupada, grup aşamasından sonra maç alamamasına da neden olmuştu. Bu maç aynı zamanda Poll’un son uluslararası karşılaşması olarak da kayıtlara geçti. 8 Sovyetleri yakan ofsayt kararı İnanın veya inanmayın, bazılarına göre 1986 Dünya Kupası’nın en tartışmalı maçı Arjantin ve İngiltere arasında oynanan mücadele değil. Sovyetler Birliği ile Belçika arasında Meksika’nın Leon kentinde oynanan son 16 maçındaki hakem hataları bugün bile tartışılmakta. Efsane teknik adam Valeriy Lobanovskyi yönetimindeki Rinat Dasaev’li, Igor Belanov’lu SSCB normal sürede 2 kez öne geçmesine rağmen maç uzatmaya gidiyordu. Jan Cuelemans’ın bulduğu beraberlik golü bariz ofsayt olmasına (ilk golde de ofsayt şüphesi vardı) rağmen maçın İspanyol ve ABD’li yardımcı hakemleri yaptıkları hatayla maça damgalarını vurmuşlardı. Uzatma dakikalarında iki gol daha bulan Scifo’lu Belçika böylece adını çeyrek finale yazdırıyordu. SSCB ise belki de hak ettiği bir maçın sonunda sahadan boynu bükük ayrılmıştı. 7 Schumacher’in tekmesi Ülkemizde 1988-1991 yılları arasında Fenerbahçe’nin de formasını terleten Almanların efsane kalecisi Harald ‘’Toni’’ Schumacher, Dünya Kupası’ndaki kötü şöhretini İspanya’da SanchezPizjuan’da oynanan yarı final mücadelesine borçlu. Fransa ile Batı Almanya arasında oynanan 1982 Dünya Kupası yarı final mücadelesi 1-1 devam ederken, Fransa kaptanı Michel Platini’nin savunma arkasına gönderdiği topa hamle yapan Patrick Battisson, Schumacher tarafından acımasızca durduruldu. Battison’un vurduğu top kalecinin solundan dışarıya doğru giderken, maçın Hollandalı hakemi Charles George Corver faul bile vermedi. Belki de üzerine gelen oyuncuya uçan tekme atmak Hollanda’da sıradan bir şeydi! Uzatma devresi 3-3 biten maç penaltılara giderken, seri penaltı atışlarında Six ve Bossis’in penaltılarını kurtaran Toni maçın kahramanı oluyordu. Finale çıkan Batı Almanya’yı mağlup eden İtalya ise Madrid’de kupayı 4. kez kaldırarak Battison’un intikamını almıştı. 6 İspanyolca mı? O da ne? Birçok insana göre Maradona’nın 86 Dünya Kupası’nda attığı ‘’Tanrının Eli’’ golü, 20 yıllık bir hesabın kapanması anlamına da gelir. 1966 Dünya Kupası’nda ev sahibi İngiltere ile Arjantin arasında Wembley’de oynanan çeyrek final maçı, futbol tarihinin en ilginç hatalarından birini içinde barındırarak kayıtlara geçmiştir. Arjantin kaptanı Antonio Rattin, Alman hakem Rudolf Kreitlein ile arasında geçen tartışma sonrasında skandal bir kararla 35. dakikada oyundan atılmıştır. İşin ilginç tarafı ise Alman hakem hiç İspanyolca bilmemektedir! Hakemin maçı İngilizlerin kazanmasını istediğini düşünen Ratlin uzun süre sahayı terk etmemekte diretmiştir. Daha ilginç olan ise, Uruguay ile Federal Almanya arasında oynanan bir diğer çeyrek final maçında Alman savunma oyuncusu Schnellinger’in kaleye giden topu bariz bir şekilde eliyle kurtarmasına rağmen 5 oyunu devam ettiren ve ikinci yarıda tartışmalı kararlarla iki Uruguaylı oyuncuyu oyundan ihraç eden hakemin İngiliz James Finney olmasıydı! Türkçesi ‘’Körler sağırlar, birbirini ağırlar’’ olan bu durum, FIFA tarafından ev sahibi veya büyüklerin korunmasına kimileri tarafından örnek gösterilmektedir. 38 santimi göremeyen hakem Çizgiyi geçti mi, geçmedi mi? Bugün bile Dünya Kupası maçlarını seyreden İngilizler o pozisyon her akıllarına geldiğinde derin bir of çekip bardaklarına sarılıyorlar. İngiltere ve Almanya arasında oynanan 2010 Dünya Kupası son 16 maçında, skor 2-1 Almanya lehineyken Frank Lampard’ın vurduğu şut Neuer’in koruduğu kalenin üst direğine çarparak tam 38 cm kalenin içine düşüyordu. Maçın hakemi Uruguaylı (şu işe bakın) Jorge Luis Larrionda ve yardımcıları golü vermezken, golden önce oyun üstünlüğünü elinde tutan İngiltere, Müller’in gollerine engel olamayarak yine hüsrana uğramıştı. 1966’da tartışmalı bir şekilde kupayı kazanan İngilizler için 44 yıllık hesap da böylece kapanmıştı. 4 Uzakdoğu esintileri- Bölüm 1 FIFA’nın turnuvalardaki ana ilkelerinden olan ‘’Ev sahibi elenmesin’’den hareketle Güney Kore’nin nasıl yarı final oynadığını birçoğumuz çok iyi hatırlıyoruz. İlk kez Asya kıtasında düzenlenen ve Japonya-Güney Kore ortaklığına sahne olan 2002 Dünya Kupası’ndaki Güney Kore-İtalya maçı hepimizin hafızalarında. Maçın başında Güney Kore lehine tartışmalı bir penaltı veren (Buffon kurtardı) Ekvadorlu hakem Byron Moreno, uzatma dakikalarında rakibinin müdahalesi ile yerde kaldığı açıkça görülen Totti’yi hakemi aldatmaya yönelik hareket sebebiyle oyundan atarak ilk yarıda kaldığı yerden devam etti. Uzatma dakikalarının sonuna doğru altın golü bulan Ahn Jung-hwan ise turnuvanın ardından formasını giydiği İtalyan ekibi Perugia’dan kovularak bir nevi takımının diyetini ödedi. Perugia’nın sahibi Luciano Gaucci ‘’İtalyan futbolunu mahveden birine maaş ödemek 3 gibi bir niyetim yok’’ diyerek onun sözleşmesini feshetmesi futbol tarihinin garip olaylarından biri olarak kayda geçiyordu. Uzakdoğu esintileri- Bölüm 2 Güney Kore’nin çeyrek finaldeki rakibi İspanya olmuştu. Bu maçın hakemi ise Mısırlı Ahmed El-Ghandour’du. Güney Kore’nin şanlı (!) final yürüyüşüne katkıda bulunma sırası bu kez ondaydı. İlk yarının hemen ardından gelen İspanya golü ofsayt nedeniyle sayılmamıştı. Golsüz beraberlikle sonuçlanan normal sürenin ardından geçilen uzatma dakikalarının ilk devresinde İspanya Joaquin’in sıfıra inerek yaptığı ortada Morientes ile altın golü buluyor, ancak gol bu kez de topun çizgiyi geçmesi sebebiyle geçersiz sayılıyordu. Penaltı vuruşlarıyla yarı finale yükselen Güney Kore’nin final yürüyüşünü ise harika bir turnuva geçiren Oliver Kahn’ın takımı Almanya dur diyordu. 2 Tanrının eli Dünya Kupası tarihinin belki de en ünlü ve en tartışmalı golü. 1986 Meksika Dünya Kupası’nda karşı karşıya gelen Arjantin ve İngiltere için, bu çeyrek final karşılaşması bir futbol müsabakasından çok öte bir anlam taşıyordu. Dört yıl önce iki ülke arasında yaşanan Falkland Savaşı (Arjantinliler için Malvinas Savaşı) iki ülke arasında düşmanlığa sebep olmuştu. Arjantin’in efsanevi 10 numarası Diego Armando Maradona’nın kaleci Peter Shilton’ın üzerine çıkarak sol eliyle kaleye gönderdiği top Tunuslu hakem Ali Bennaceur tarafından gol sayıldı. Bu golden dört dakika sonra orta sahada aldığı topla tüm İngiltere savunmasını ve son olarak da kaleciyi çalımlayan Maradona tarafından atılan ikinci gol yıllar sonra ‘’Yüzyılın Golü’’ olarak seçilirken, alınan galibiyet Arjantin’in Dünya şampiyonluğu yolunda dev bir adım olmuştu. Maçtan sonra eliyle attığı gol 1 sorulduğunda Maradona ‘’Biraz Maradona’nın kafası, biraz da Tanrı’nın Eli’’ diyerek tarihe geçen sözleri sarfetmişti. Maradona ayrıca bu galibiyetin İngiltere karşısında alınmasının Malvinas için alınmış bir intikam olduğunu da eklemeyi unutmamıştı. Hayalet gol Geoff Hurst’un 1966 finalinde attığı golü buraya almamın birden fazla sebebi var. İlki elbette ki futbolun doğduğu topraklara geri döndüğü turnuvada şampiyonluğa ev sahibi İngiltere’nin uzanması. Bir diğeri de alınan bu şampiyonluğun futbolun beşiği İngiltere’nin Dünya Kupası tarihindeki ilk ve tek şampiyonluğu olup bunu da oynadığı ilk ve tek finalde gerçekleştirmesi. Bir diğer önemli husus da, İngiltere’nin İkinci Dünya Savaşı boyunca savaştığı ve Nazi kuvvetleri tarafından aylarca bombalanan Londra’nın ünlü Wembley Stadyumu’nun maça ev sahipliği yapmasıdır. Listedeki diğer hakem hatalarından bu maçı ayıran bir diğer nokta da bu maçın bir final karşılaşması olması ve başrolde orta hakemin değil, yan hakemin yer almasıydı. O dönem Sovyetler Birliği kontrolünde olan Azerbaycan, bu maçta bir yan hakem ile temsil ediliyordu. 1964 yılında FIFA’nın resmi lisanslı hakemi seçilen Behramov bu maça yan hakem olarak atanmıştı. Bir Dünya Kupası final maçında hattrick yapan ilk ve tek oyuncu olma ünvanına sahip Sir Geoff Hurst’un bugün bile tartışılan vuruşu sonrası gol kararı veren Behramov, yıllar sonra topun çizgiyi geçip geçmediği sorulduğunda ‘’Stalingrad’’ cevabını vermiştir; Sovyetlerin Nazi ilerleyişini durdurarak savaşın kaderini değiştiren kanlı savaşa atıfta bulunmuştur. Azeri hakemin gol kararını sadece intikam dürtüsüyle mi, yoksa hakem içgüdüleriyle mi aldığı ise bugün hala tüm gizemini koruyor. Maçın ardından İngiltere kraliçesi II.Elizabeth’ten ‘’Altın Düdük’’ ile ödüllendirilen Behramov, halen dünya futbol tarihinde Altın Ayakkabı almış tek hakem olma unvanını koruyor. Rafet B. Eryılmaz Futbol Yönetimi HF133 ÇIKAR ÇATIŞMASI? FIFA’nın ve Sepp Blatter’in üstünde dolaşan kara bulutlar UEFA’yla yaşadıkları çatışmayla iyice yoğunlaştı. Peki ama Blatter ne yaptı da futbolun en önemli kıtasını yönetenlerle ters düştü? 1975 yılında FIFA’nın kapısından giren İsviçreli yönetici Sepp Blatter, son 16 yılda bu kurumun başkanlığını yürütmeyi başardı. Ne var ki Blatter’in FIFA’da geçirdiği süre boyunca hakkında durmadan söylentiler çıktı, suçlamalar yapıldı. Dünya sporuna yön veren bu adamın attığı her adımın altında başka şeyler arandı. Blatter’in hakkındaki spekülasyonlara verdiği tepkiler de bu yaklaşımlardaki şüphe dozunu artırmaktan başka bir işe yaramadı. Blatter, iktidarının 16. yılını doldurup, 5. defa dünya futbolunu yönetmeye hazırlanırken en yakın müttefiklerinden birini kaybetme tehlikesiyle de karşı karşıya kalmış gibi görünüyor. Dünya üzerinde futbolun en yaygın spor olduğu Avrupa’nın futbol yöneticileri Blatter’in 5. dönemine karşı çıktıklarını yüksek sesle dile getirmeye başladılar. Daha önce birkaç özverili gazetecinin çalışmalarında hayat bulan iddialar UEFA Başkanı Michel Platini başta olmak üzere Avrupa futboluna yön verenlerce dile getirilmeye başlandı. Tutulmayan sözler... UEFA’nın 2015’teki seçimler öncesinde takındığı bu tutumda Blatter’in 2011’de seçilirken verdiği sözleri tutmaması ana neden olarak göze çarpıyor. İsviçreli futbol adamının Platini’nin ve UEFA’nın desteğini alırken bir kez daha aday olmama sözü verdiği biliniyor. Ne var ki Blatter, geçtiğimiz günlerde seçimle ilgili olarak yaptığı açıklamada “Yeniden başkan olmak istiyorum çünkü henüz misyonumu tamamlamadım” ifadelerini kullandı. Blatter’in bu yaklaşımıyla neyi kastettiğini anlamak çok zor. Zira FIFA, onun döneminde hiç kaybetmediği kadar itibar kaybetti. Sponsorların ve belli başlı güç odaklarının güdümünde işleyen bir kuruma dönüştü. Blatter’in bu iddiaların üstünü örtmeye yönelik çabaları da bu yolsuzluklarda payı olduğu izlenimini uyandırdı elbette. Blatter hakkındaki yolsuzluk iddiaları 1998’de, o dönemki UEFA başkanı Lennart Johansson’a karşı kazandığı seçimlerin ardından yüksek sesle dile getirilmeye başlandı. Simon Kuper ve Dennis Campbell gibi önemli spor gazetecilerinin iddiaları kıta çapında yankı buldu. Bu iddialara göre Blatter, FIFA Başkanı seçilebilmek adına Afrika ve Orta Amerika ülkelerinin federasyonlarına rüşvet veriyordu. Bu iddialar İngiliz gazeteci Andrew Jennings’in FAUL! adındaki kitabında da belgeleriyle yer buldu. Daha sonra 2002 Dünya Kupası öncesinde FIFA’nın finansal tablolarında kaynağı açıklanamayan giderlere dair tartışmalar meydana geldi. Johansson bir kez daha bu iddiaları gündeme getirdi, Blatter’i sıkıştırdı ve Avrupa kamuoyunda olaya dikkat çekmeye çalıştı. Ancak Blatter olayın üstünü örtüp, hiçbir yaptırımla karşılaşmadan krizi atlatmayı başardı. Bu yolsuzluk iddialarıyla gerilen UEFA-FIFA ilişkileri Fransız futbol adamı Michel Platini’nin başkanlığa seçilmesiyle yeniden normale dönmüş gibi Michel Platini uzun zamandır uyum içinde çalıştığı Sepp Blatter’in artık FIFA Başkanlığı için en büyük rakibi konumunda. göründü. Platini ve Blatter’in uyumlu bir şekilde çalıştıkları son birkaç yıla kadar söylenebilirdi. Ancak başta Avrupa Birliği olmak üzere kıtanın kural koyucularıyla ilgili can sıkıcı açıklamaları Blatter’in kıtadaki popülaritesini iyice azalttı. 2007’de İngiltere Premier League’deki yabancı oyuncu ve teknik adamların etkinliğini eleştiren açıklamaları Blatter’in bir kez daha hedef tahtasına yerleşmesine neden oldu. Ayrıca yabancı oyuncu sayısını 5’le sınırlamayı önermesi de serbest dolaşım hakkını vatandaşlarına tanıyan Avrupa Birliği’nin tepkisini topladı. Zamanlama manidar mı? Uzunca bir süredir kıta çapındaki etkisini kaybeden Blatter’in neden şimdi yoğun şekilde eleştirildiği ciddi bir merak konusu. Bunun altındaki nedenlerden biri Blatter’in tutmadığı sözlerse diğeri de Platini’nin FIFA başkanlığına gözünü dikmesi olabilir. Zaten Fransız futbol adamı da bu niyetini gizlemiyor. Ancak bu serüvene Blatter’i koltuğundan etmek için atılmayacağının da altını çiziyor. “1998’den beri onu destekliyordum ancak artık onun arkasında değilim” diyor Platini. “FIFA’nın taze bir kana ihtiyaç duyduğunu düşünüyorum. Bunu ona da söyledim.” Blatter’in ısrarlarına karşı çıkan tek kişi Platini de değil üstelik. Hollanda Futbol Federasyonu başkanı Michael van Praag da “16 yıldır bir kurumun başındaysanız o kuruma ne kattığınızı sorgulamanız gerekir. Eğer kurumunuzun itibarını zedeleyen iddiaları ciddiye almıyorsanız orada sorun vardır. Hangi açıdan bakarsanız bakın FIFA’nın bugünkü konumundan Blatter’in sorumlu olduğunu görürsünüz” ifadeleriyle tepkisini dile getirdi. Van Praag ayrıca Blatter’in eleştiriyi kaldıramadığının da altını çizerek görevi bırakması gerektiğinin altını çizdi. Avrupalı futbol federasyonlarının Platini’nin olası adaylığında ondan yana tavır alacaklarını bekleyebiliriz. Ayrıca Blatter’in Avrupa’daki büyük futbol liglerine yönelik eleştirileri de 2015’teki seçimlerde başını ağrıtacaktır. Eli çok zayıf Daha önce de bu tip durumlarla karşılaşan Blatter, her seferinde aradan sıyrılmayı başarmıştı. Yolsuzluk iddialarını 2011’deki seçimlerde kendisine rakip olan AFC başkanı Mohammed bin Hammam’ı yarıştan çekilmek zorunda bırakacak şekilde manipüle etmişti. Fakat 2015’teki seçimlerde benzer bir şeyi yapması bir hayli zor görünüyor. futbol adamı daha önce kendisini destekleyen herkesi kaybetmiş durumda. Hakkındaki yolsuzluk iddiaları da uluslararası basında çok daha yoğun bir biçimde dile getirilmeye başlandı. 2015’te yapılacak seçimlerde FIFA delegelerinin bu sorunları göz önünde bulunduracağına şüphe yok. Blatter’in karşısına Platini gibi güçlü bir adayın çıkması halinde favori konumunda olacağını söyleyebiliriz. Tabii bu noktada futbolseverlerin aklına Blatter’in ardından FIFA’nın nasıl şekilleneceği sorusu gelecektir. FIFA, Blatter’den sonra şeffaf ve insan odaklı bir kurum haline mi gelecek? Yoksa her şey eskisi gibi devam mı edecek? Bunun cevabını verebilmek için elimizden beklemekten başka bir şey gelmiyor... UEFA’nın desteğini kaybetmesinin yanında Blatter, diğer ülke federasyonlarını da karşısına almış görünüyor. 2014 Dünya Kupası sürecinde Brezilya’da yaşanan protestolara yönelik yaklaşımı Güney Amerika’daki popülaritesini yitirmesine yol açtı. FIFA’nın en önemli finansörü konumundaki sponsorlar ise 2022 Dünya Kupası’na ev sahipliği yapmaya hazırlanan Katar’daki stadyum inşaatlarında ölen işçilere ve FIFA’nın bu ev sahipliğini verirken rüşvet aldığı yönündeki iddialara tepki gösterdiler. Adidas ve Coca Cola başta olmak üzere sponsorlar, Katar’daki iddiaların üzerine gidilmesini savunurlarken; Blatter, “İngiliz medyası FIFA’ya karşı eskiden beri gelen nefretini yine gösteriyor. Bunu ayrımcılık ve ırkçılık olarak da yorumlayabiliriz” ifadelerini kullandı ve sorunlar karşısında başkalarını suçlama alışkanlığını sürdürdü. Bu şartlar altında FIFA’daki Blatter döneminin sona ereceğini söylemek ihtimal dahilinde. Zira İsviçreli Blatter’in başı, rüşvet karşılığında Katar’a Dünya Kupası düzenleme hakkı verdiği iddiası sebebiyle bir süredir ağrıyor. Sedat Çıtrak Premier League HF133 BEKLE BENi LONDRA GELiYORUM Yıldızını parlattığı Arsenal’den ayrılıp, 2011 yılında çocukluk aşkı İspanyol devi Barcelona’ya transfer olan Cesc Fabregas, geçirdiği 3 senenin ardından tekrar İngiltere Premier League’e dönüş yaptı. Ancak bu sefer durağı Arsenal değil, ezeli rakip Chelsea 2003 yılında henüz 16 yaşındayken Londra’ya gelen Cesc, geçirdiği 8 sene boyunca kaptanlık dahil önemli deneyimler yaşadı. Aynı zamanda Arsenal taraftarının da en sevdiği isimlerin başında geliyordu. Ancak ne olduysa 2010 Dünya Kupasından sonra oldu. Dünya Kupası’nı kazanan İspanya’da Başkent Madrid’de yapılan kupa törenine binlerce kişi akın etmişti. Törende takım arka-daşlarını anons ederek taraftarlara alkışlatan kaleci Pepe Reina, yanına Cesc Fabregas’ı çağırarak Puyol ve Pique‘nin de yardımıyla Barcelona formasını Fa-bregas’ın sırtına zorla geçirerek bu transfere bir anlamda destek vermişlerdi. Barcelona o yaz transferi gerçekleştirememişti belki ama aradan geçen bir senenin ardından iki aşık daha fazla bekleyemedi ve imzalar atıldı. Cesc’in yetiştiği kulübe dönme arzusu her ne kadar Arsenal taraftarını üzse de, bir gün mutlaka döneceğinden eminlerdi. Öyle ki iki taraf sözleşmeye özel bir madde eklediler. Bu maddeye göre Fabregas’ın Barcelona’ya transferi sırasında sadece Arsenal’in söz hakkı vardı ve 35m poundluk satın alma opsiyonu verilmişti. Aradan geçen kupa ve başarı dolu üç sezonun ardından Cesc, çocukluk aşkı olan Barcelona’dan ayrılmak istediğini açıkladı. Üstelik “Arsenal’den başka bir kulüpten oynamam” , “Bir gün chelsea forması giyersem, beni öldürmenize müsaade ederim“ gibi son derece kesin demeçlerine rağmen yaklaşık 27 mi-lyon pound karşılığında Chelsea’ye imza attı. Şaşırtıcı bir transfer olduğu or-tada. Resmileşen bu transfer aynı zamanda arkasında cevabı merakla beklenen bir takım soruları da beraberinde getirmiş oldu… Patronluktan kaçtı Transfer olduğu zaman kendisine biçilen “Yeni Xavi“ rolü kağıt üzerinde gerçekleşmesi mümkün gibi gözükse de beklentileri tam anlamıyla karşılayamadı. Fabregas, transferi sonrasında nerede oynar sorusuna Iniesta ileri üçlünün soluna geçer, Cesc, Xavi’nin yanına gelir görüşü ağırlıklıydı. Zaman zaman da Messi’nin yokluğunda İspanya Milli Takımı’ndan alışık olduğu sahte dokuz rolü ona devredildi. Kısacası Fabregas’ın yuvaya dönmek için çok istekli olması, yönetimin buna sessiz kalmayıp transfere onay vermesi, bunun sonu-cunda Pep Guardiola’nın takımda kendisine yer bulamaması Barcelona’daki ilk sezonunun özetiydi aslında. İdolü olan Pep Guardiola’nın takımdan ayrılmasıyla yerine gelen Tito Vilanova ise ona güvendiğini pek çok kez dile getirmişti. Tito, Fabregas’a olan güvenini geçtiğimiz sezon Thiago Alcantara’nın Bayern’e transferine izin vererek de net bir şekilde ortaya koyuyordu. 27 yaşında daha fazla sorumluluk alabilecek yeteneğe ve olgunluğa sahip olmasına rağmen o hiçbir zaman bu sorumluluğu üstlenmedi. Orta sahanın patronu olabilecekken sürekli bu rolden kaçtı ve zamanla rotasyon oyuncusuna evrildi. Geçtiğimiz sezon yaşanan başarısızlığın birkaç nedeni varsa, gerçekleşemeyen bu rol paylaşımı belki de en önemlisiydi. Gelelim rakamlara. Her sezona muhteşem başlayan Cesc, takıma ayak uydu-ruyor gibi gözükse Barcelona’ya geldiğinde ‘Yeni Xavi’ olur dense de o beklentileri karşılayamadı. de, takımın tabiri caizse “Banko “ oyuncusu gibi görülmedi hiçbir zaman. İstatistiklerine bakıldığında mükemmel performans gibi gözükse de, bu rakamlar hep yanıltıcı oldu. Aynı zamanda sorumluluk almaktan kaçındı, ne zaman isteneni vermese sürekli birilerini suçlayarak, bahaneler üretti. Görevinden ayrılan Pep Guardiola’yı kendisini hem mevki hem de işlev olarak yanlış kullandığını söyleyerek eleştirdi. Kısacası Barcelona’da varlık gösterememesinin temel nedenlerinden biri yaşadığı kimlik bunalımı oldu. Bir diğer etken ise orta sahadan çok forvet gibi oynamak istemesiydi. Bunu Euro 2012’de sahte dokuz pozisyonunda oynayıp gol attığı dönemde yaptığı açıklama doğruluyordu; “Gol atmanın tadına bir kere vardığınız zaman orta sa-ha oynamak istemiyorsunuz.” Barcelona geçtiğimiz sezonu oldukça kötü geçirdi. Deyim yerindeyse dibi gören Katalan ekibinin önümüzdeki sezona yeniden başlangıç yapabilmek adına kadroda ciddi revizyon yapması gerekiyordu. Akıllara gelen ilk isim Xa-vi’nin hem yaş hem de fizik olarak yaşlanması nedeniyle o bölgede forma giyecek isimin kim olacağıydı. Aslında Cesc için bir fırsattı bu. Ancak bu fırsatı değerlendirecek cesarete sahip olmadığı için doğal olarak Xavi’nin yerini dol-durmak adına çaba da sarf etmedi. La Liga’yı benimsemeyip küçük görerek hayalini kurduğu Premier League’e dönmek için adeta kulis yaptı. İlk olarak Ar-senal’e dönmek istediğini söyledi ama Arsenal sahip olduğu opsiyonu kullanmadı ve olumsuz yanıt verdi. En sonunda Rotayı İtalya, Fransa gibi liglere çevirmeden bir başka Londra ekibi Chelsea’nin teklifini değerlendirmek zorunda kaldı… Wenger düzeni korudu İspanya Milli Takımı ile Brezilya’da bulunan Cesc Fabregas basın toplantısında şu şöyle diyordu; “Arsenal ilk tercihimdi. Kontratımda kararı onların vermesi için bir madde vardı. Wenger ile konuştuk ve oynayacağım yerde Mesut Özil’in olduğunu ve ikimizin de takımda oynamasının imkansız olduğunu söyledi “ Arsenal’in gerçekten kadrosunda Fabregas’a ayıracak yeri yok muydu ? Mantıklı düşünecek olursak şu an takımda yer alması açıkçası çok gereksiz olurdu. Arsene Wenger’i, Arsene Wenger yapan en önemli özelliklerden biri de takımdan ayrılan yıldız isimlerin yerini her zaman elinde bulunan potansiyelli futbolcularla doldurması oldu. Örneğin, Cesc Fabregas’ın takımdan ayrılmasından sonra o bölgede genç Ramsey’e forma vermekte ısrar etti. Sa-katlıklar yüzünden potansiyelini ortaya çıkarması biraz zaman aldı ancak şu an geldiği seviyeyi bütün dünya görüyor. Keza Wilshere için de aynı durum geçer-li. Wenger ne Ramsey’in ne Wilshere’ın ne de Mesut’un önünü kesmek istiyor. Bunun en önemli sebebi Arsenal’in şu an pek çok parçayı oturtmuş olması. Fransız teknik adamın bu düzeni 35 milyon euroluk Fabregas yüzünden bozmak istememesi gayet doğal. Chelsea’de daha özgür “Premier League’e geri dönmek istiyordum ve Arsenal’in “Hayır”ından sonra seçeneklerimi taradım. Birçok iyi teklif vardı, mantıklı seçeneklerdi. Jose Mour-inho ile konuştum ve bana, beni istediğini söyledi. Beni çok çabuk ikna etti. Duymak istediklerimi söyledi ve beni kazandı. Çok çabuk oldu. Çok mutluyum ve bence çok iyi olacak ” Cesc Fabregas Chelsea transferini bu sözlerle açıklamıştı. Mourinho’nun Lam-pard’ın takımdan ayrılmasından sonra oluşacak boşluğu doldurmak için iki adayı vardı; Atletico Madrid’in genç yıldızı Koke ve İspanya’da çoğu kez karşı karşıya geldiği Cesc Fabregas. Koke’yi Atletico Madrid’den koparamayan Chelsea, rotayı Barcelona’da tam anlamıyla beklentileri karşılayamayan Cesc Fabregas’a yöneltti. Arsenal’den istediği yanıtı alamayan Cesc, Mourinho’nun da ikna ka-biliyeti devreye girince Chelsea’nin teklifine hayır diyemedi. Peki Mourinho Fa-bregas’ı nasıl kullanacak? Kendisinden en iyi verimi alabilmesi için nasıl bir kadro yapılanmasına gidecek? Tüm bu soruların cevabını vermemiz için henüz erken fakat kağıt üzerinde tahminlerde bulunabiliriz. İlk düşünce, Oscar’ın yerini Fabregas’ın dolduracağı yönünde. Brezilya’da 4-2-3-1 atak oyununa alışık olmasına rağmen Oscar, Chelsea kulübüne katıldıktan sonra, Jose Mourinho’nun 4-3-3 tercihi ile daha derin bir pozisyonda oynuyor ve gerideki yaratıcılık eksikliğine çözüm sağlıyor. İkinci ve daha önemlisi, Oscar orta sahada görev yaptığı zaman çok daha etkili çünkü defansif özellikleri de sahip. Evet, bu konuda çok iyi. Özellikle devre arasında takımdan ayrılan 10 numara Mata ile kıyaslandığı zaman farklılıklar göze çarpıyor. Chelsea’nin bir diğer orta saha oyuncusu Matic alan daraltarak Oscar’a bu anlamda çok fayda sağlıyor. Kanatlarda ise aynı katkıyı verdiğini söyleyemeyiz. Orta saha oynarken ve proaktif, savunma yaparken çok daha rahat. Bu yüzden Mourinho “Benim 10 numaram Oscar“ demişti. Dahası, Chelsea’nin geçen sezon için genel olarak kabul gören sorunlarından birisi özellikle derin savunmaları aşamamasıydı. Fabregas’ın savunma yetenekleri bölünse de teknik olarak hala harika; son derece direkt ve paslarında bilinçli; ayrıca hızlı, isabetli ve akıl dolu paslarıyla hücumcular ile çok iyi bir bağlantı kuruyor. Barcelona’ya transfer oluyorsanız bazı özelliklerinizden uzaklaşmanız gayet normal. Döndüğünde bu Cesc için de sorun oldu. Kendisinin söylediği üzere “Arsenal’de olduğu gibi her zaman hücuma çıkmak istiyorum. Şimdi ise pozisyon Mourinho, Cesc Fabregas’ı ikna etti ve ona Chelsea forması giydirdi. olarak daha öndeyim ama eskisi kadar topla buluşamadığım anlar ol-uyor. Yani sabırlı olmalıyım.” Chelsea’nin orta alan kurgusunda Ramires – Matic –Oscar üçlüsü direnç olarak yeterli gözükse de işin hücum kısmında yetersizliği ortada. Oscar’ın geriden top alıp sürekli hareket halinde olması nedeniyle öne doğru oynayacak biri yoktu neredeyse. Hatta o bindirmeleri zaman zaman Ramires yapıyordu. Mour-inho, Chelsea orta sahasının yeterince güçlü olmadığı fikrini kabul ederek Fa-bregas’ı ısrarla istedi. Yüksek ihtimalle Cesc, Matic ile orta sahada görev alacaktır. Diğer seçenek ise Oscar’ın yokluğunda hucumda takımın beyni ol-ması. Chelsea’nin oyun temposunu artırarak pas yüzdesini yükseltecektir. Özetlersek Fabregas artık daha özgür. Barcelona’dan daha serbest ama Arse-nal’den daha yapısal bir sistemde oynayacak. Kariyerinin şu aşamasında aradığı şey de buydu aslında…
Benzer belgeler
2015-2016 Matematik Bölümü MAT 101 GENEL
FEN FAKÜLTESİ / MATEMATİK
MAT 101 / GENEL MATEMATİK I DERSİNİ SEÇEN ÖĞRENCİ LİSTESİ
rus spor dünyasının en ünlü ve uyumlu çiftleri
atarak “Dünya Kupalarında bir maçta en çok gol atan oyuncu” rekorunu ele geçirdi.
Ancak Kamerun’un tek golünü atan “Dünya Kupaları tarihinin en yaşlı oyuncusu”
Roger Milla, Salenko’dan çok daha mut...
HF158 - Hayatım Futbol
bu durumdan haberdar değildi sadece. Ancak
Akhisar’ı izledikçe algı değişecekti. 31 yaşındaki
Bilal, mütevazı Akhisar kadrosunda orta sahaya
hem çapa olup hem de hücuma katkı vererek algıyı
öyle bi...