Çaylık Şubat 2014
Transkript
Çaylık Şubat 2014
ÇAYKUR’un AYLIK YAYınıdIR. Şubat 2014 • Sayı 9 Çaykur’dan GNC İLE STRATEJİK İŞBİRLİĞİ “ÇAYKUR, DOĞU ANADOLU’DA HER ZAMAN LİDER MARKA” çay Dünyadan manzaraları [sunuş] 2014 Çaykur için hızlı başladı Çaykur, yeni yıla yepyeni hedeflerle başladı. Büyük bir ilgiyle karşılanan Çaykur organik çayının daha geniş kitlelere ulaşmasını sağlamak adına önemli bir adım atıldı. Sağlıklı yaşam ürünleri alanında bir dünya markası olan GNC Live Well Türkiye ile işbirliği yapan Çaykur, bu stratejik ortaklık sayesinde global pazarlara uzanması hedeflenen uzun soluklu bir hamleyi başlatmış oldu. Bu tarihi işbirliğinin kapsamını ve hedeflerini Çaykur Genel Müdürü İmdat Sütlüoğlu ve GNC Live Well Türkiye Genel Müdürü Eren Kale’den dinledik. Bu sayımızda Çaykur Bölge Müdürlükleri arasında yüzölçümü açısından ikinci büyük bölge olan Erzurum Bölge Müdürlüğü’ne ve yine bu bölgemizde faaliyet gösteren Serçay Gıda’ya sayfalarımızda yer vererek Çaykur’un bölgedeki faaliyetleri hakkında yöneticilerinden bilgi aldık. ‘Doğu Anadolu’da lider marka’ Çaykur’un bölge insanı tarafından her zaman akla ilk gelen marka olarak tercih edildiğini öğrendik. Erzurum aynı zamanda çayın ülkemizde en çok tüketildiği kentlerin başında geliyor. Çay, burada başlı başına bir kültürel değer olarak kabul ediliyor. Erzurumlular, sokak aralarında kurulan çay ocaklarında, dev semaverlerde, kıtlama usulü çay kültürünü bugün de yaşatıyorlar. Üstelik çay tutkusu Erzurumlu’nun gündelik hayatında özdeyişler, türküler ve maniler ile var olmayı da sürdürüyor. Çaykur çalışanlarının hayatlarından ilginç ve renkli kesitleri sizlerle paylaşmaya bu sayımızda da devam ediyoruz. Onlardan biri de kuruma uzun yıllar emek vermiş isimlerden biri olan Necati Tuzcu. Gazetecilik mesleğine tutkuyla bağlı olduğu için emeklilik günlerinde bile Çaykur’a ve Rize bölgesine dair haberler yapmayı sürdüren Tuzcu, üretkenliğin yaşı olmadığının en güzel örneklerinden biri. Azmin ve üretkenliğin bir başka güzel örneğini ise Anatamir Fabrikası Müdür Yardımcısı Murat Çolak’ın hayat hikâyesi gösteriyor bize. Haber sayfalarımızda ise sıradışı bir öyküye ver veriyor; Prof. Hüsamettin Koçan’ın doğup büyüdüğü Bayburt’un Bayraktar Köyü’nde kurduğu Baksı Müzesi’ne konuk oluyoruz. 2014 Avrupa Konseyi Müze Ödülü’ne değer bulunmasıyla ünü artık ülke sınırlarını da aşan bu heyecan verici müzenin oluşum hikâyesi kadar bu girişimin sahibi, kurucusu Prof. Koçan’ın azmi ve çabası da büyük bir övgüyü hak ediyor. Keyifli okumalar dileriz. ŞUBAT 2014 [3] [busayıda] Çaykur’dan 6 KAPAK KONUSU 10 bölgelerimiz 12 bayilerimiz 14 Pozİtif 18 Paydos 20 hobilerimiz ve biz 22 emek verenler 24 Çaykur’dan haberler GNC Türkiye ile stratejik işbirliği içindekiler POZİTİF s. 14 Engeller beyinde başlar KAPAK KONUSU s. 6 çay Dünyadan manzaraları ERZURUM GEZİ GÜNLÜĞÜ s. 46 Anatamir Fabrikası Müdür Yardımcısı Murat Çolak: “Engeller beyinde başlar” Yusuf Albayrak: “Çaykur’da huzur buluyorum” YaYIN KURULU Süleyman Pınarbaş, Yavuz Sütlüoğlu, Necla Yeşildağ Lale Filoğlu, Ülkü Karaosmanoğlu Mine Türkün, Duygu Durgun Köseoğlu, Cansu Cangöz, İkbal Erdoğan Karçe Osman Oğur: “Stres nedir bilmem” Orijinal haber peşinde bir hayat Necati Tuzcu YAYINLAYAN 32 Sağlık 34 Aile ve Çocuk 38 teknoloji günlüğü 40 46 50 l Lale Filoğlu, Ülkü Karaosmanoğlu (Yayın Danışmanları) Dünyadan çay manzaraları Duygu Durgun Köseoğlu (Editör) Siyah çayla stresten kurtulun Doğa Özkan (Sanat Yönetmeni) Okuma sevgisi ailede başlıyor Seyit Göktepe (Redaksiyon) Bilim dünyasına damga vuran buluşlar Dilan Karadağ (Muhabir) haber Baksı Müzesi Metin Özkan, Ahmet Akgül (Katkıda Bulunanlar) gezi günlüğü Dadaşlar Diyarı Erzurum Caner Kasapoğlu (Fotoğraflar) Serbest Kürsü Cemal Sahir Sokak No: 26 - 28 Profilo Plaza A Blok Kat: 2 Mecidiyeköy / İstanbul T: 0 212 337 51 00 pbx Baksı Müzesi BASKI VE RENK AYRIM Elma Bilgisayar ve Basım 0 212 697 30 30 Yerelden evrensele HABER s. [4] ŞUBAT 2014 Yayın Yönetmeni Süleyman Pınarbaş (Genel Müdür Yardımcısı) Sorumlu Yazı İşleri Müdürü Necla Yeşildağ (Basın ve Halkla İlişkiler Şube Müdürü) Foto haber Dadaşlar Diyarı Erzurum Bayii Hüseyin Gültekin: “Çayı Rizeliler yetiştirir, Erzurumlular içer” 26 26 Sahibi ÇAYKUR Çay İşletmeleri Genel Müdürlüğü adına İmdat Sütlüoğlu (Yönetim Kurulu Başkanı ve Genel Müdür) s. Erzurum Bölge Müdürü Zeki Sarıavcı: “Çaykur, Doğu Anadolu’da her zaman tek lider marka” ‘Çaydan organik gübre’yle sürdürülebilir ve sağlıklı tarım l Çaykur 25 bin ton çay atığından elektrik üretecek l “Çaykur Almanya’da BioFach Fuarı’na katıldı FOTO HABER Çaykur’dan GNC Türkiye ile stratejik işbirliği 40 ŞUBAT 2014 [5] [Kapakkonusu] Çaykur’u dünya pazarlarına Çaykur’dan GNC Türkiye ile stratejik işbirliği Dünyanın en büyük organik havzasını oluşturmayı öncelikli hedef olarak belirleyen Çaykur, 2014 yılına hızlı bir giriş yaptı: Çaykur’un organik siyah ve yeşil çayı sağlıklı yaşam ürünleri zinciri GNC Türkiye’nin 73 mağazasında “Organic Beste’n Tea” adı altında satışa sunuldu. Yeni hedef, Çaykur markasını GNC mağazaları kanalıyla yurtdışında tanıtmak… tanıtacak dev bir adım Türkiye’nin konusunda uzman iki markasının işbirliği, inanıyorum ki, organik çayımızı gerek Türkiye’de gerekse yurtdışında tüketicilerimizle en doğru şekilde buluşturmamızı sağlayacak. Önümüzdeki dönemde de Çaykur, GNC gibi sağlıklı yaşamı ön planda tutan markalarla işbirliklerine devam edecek. Türkiye’nin organik çay üreticisi Çaykur ile tüketicilere doğal vitamin, mineral ve bitkisel ürünler sunan GNC Live Well Türkiye global pazara da uzanması hedeflenen stratejik bir işbirliğine imza attı. İşbirliği kapsamında Çaykur’un siyah ve yeşil organik çayları GNC’nin “Organic Beste’n Tea” markası altında satışa sunuldu. Çaykur ile GNC Türkiye arasındaki işbirliğinin detaylarının aktarıldığı toplantıda açıklamada bulunan Çaykur Genel Müdürü İmdat Sütlüoğlu, “Çaykur olarak, hem ürün kalitemizi artırmak hem de doğayı korumak için çaylık alanlarımızı organik alana dönüştürme projesini 2003 yılından beri sürdürüyoruz. İlk kez 2007 yılında, 135 çay üreticisi ile organik çay tarımı sözleşmesi imzalamıştık. Şu an 10 bini aşan sayıda çay üreticisiyle birlikte 3 bin hektara yakın bir alanı organik tarım alanına dönüştürdük. 8 bin 500 çay üreticisi de 2 bin 500 hektarlık alanda organik tarıma geçiş aşamasında,” dedi. Dünyada üzerine kar yağan tek çayın Türkiye coğrafyasında, Çaykur tarafından üretildiğine dikkat çeken [6] ŞUBAT 2014 ŞUBAT 2014 [7] [Kapakkonusu] Sütlüoğlu, ‘’Bütün çaylarımızı organik yapma hedefimiz var. Bu hedef uzun vadede 90 bin dekar. Şu an 30 bin dekarda organik üretim yapıyoruz’’ diye konuştu. Şu an için GNC’nin sadece Türkiye’deki mağazalarında satışa sunulacağını belirten Kale, dünyada, özellikle de ABD’de çay tüketiminin arttığını; ilerleyen aşamalarda Çaykur ürünlerinin yurtdışındaki GNC mağazalarında da satışı için görüşmelere başlanacağını sözlerine ekledi. “Sağlıklı yaşam markaları ile işbirliklerimiz sürecek” Çaykur’un organik çayını daha geniş kitlelere ulaştırabilmek için GNC ile işbirliğine imza attıklarını aktaran Sütlüoğlu, sözlerine şöyle devam etti: “Türkiye’nin konusunda uzman iki markasının işbirliği, inanıyorum ki organik çayımızı gerek Türkiye’de gerekse yurtdışında tüketicilerimizle en doğru şekilde buluşturmamızı sağlayacak. Önümüzdeki dönemde de Çaykur, GNC gibi sağlıklı yaşamı ön planda tutan markalarla işbirliklerine devam edecek”. Toplantıda Çaykur’un yeni ürünü “didi”nin satış başarısından da söz eden Genel Müdür İmdat Sütlüoğlu, organik çayda global pazarlara açılma hedefinin soğuk çay kategorisindeki yeni ürün “didi” için de geçerli olduğunu belirtti. Sütlüoğlu, “Didi satışlarında şu ana kadar 80 milyonu aşan bir satış adedine ulaşıldı. Didi doğar doğmaz adeta başpehlivan oldu, lider bir Türk markası haline geldi. İç pazara yeterli ürünü sağladıktan sonra yurtdışı için de gerekli olan yeni adımları atacağız. Şu anda zaten çalışmalarımız, yapılanmamız sürüyor” değerlendirmesini yaptı. Beste’n Tea; organik siyah ve yeşil çay çeşitleriyle, GNC’nin Türkiye’deki 73 mağazasında satışa sunuldu. [8] ŞUBAT 2014 “Dört müşteriden EN AZ birinin organik çay almasını hedefliyoruz” GNC Live Well Türkiye Genel Müdürü Eren Kale ise Çaykur ile yaptıkları işbirliğinin sadece GNC Türkiye için değil, tüm GNC dünyası için önemli bir gelişme olduğunu ifade etti. Türkiye genelindeki 73 GNC mağazasında, yılda yaklaşık 800 bin müşteriye ulaştıklarını ifade eden Kale, “Amacımız tüm çay çeşitliliğimizle Türkiye’de ilerlemek ve bunu GNC globale de taşımak. Bu çerçevede Çaykur ile yaptığımız işbirliğinin bizim için stratejik bir önem taşıdığını belirtmeliyim” diye konuştu. GNC mağazalarına gelen her dört müşteriden en az birinin Çaykur’un organik siyah ve yeşil çayından almasını hedeflediklerini belirten Kale, GNC Türkiye’nin organik fonksiyonel çaylar alanında 15 yıla yakın bir süredir çalışmalar yaptığını ve ürün gamında farklı çay çeşitlerini bulundurduğunu hatırlatarak Çaykur işbirliği ile organik siyah ve yeşil çayı ürün gamlarına eklemenin memnuniyetini yaşadıklarını söyledi. Kale, sözlerine şöyle devam etti: “Çaykur, Türkiye’nin en önemli referans kurumlarından biri. Çay ise Türk halkının neredeyse yüzde 100’ünün vazgeçilmez içeceği... Daha iyi bir yaşam için sunduğumuz ürünler arasında artık organik siyah ve yeşil çay da bulunacak. Türkiye pazarına girişimizin 20’nci yılına denk gelen böyle anlamlı bir dönemde, Çaykur işbirliğiyle Türkiye’de bir ilki de gerçekleştirmiş oluyoruz”. Çaykur, GNC kanalıyla yılda 800 bin yeni müşteriye ulaşacak GNC Türkiye olarak, 1994 yılından bu yana, Türk tüketicilere doğal vitamin, mineral ve bitkisel ürünler sunduklarını ifade eden Kale, geniş ürün gamına eklenen organik siyah ve yeşil çay çeşitleriyle GNC’nin tüm çay ailesini “Best’n Tea” markası altında topladığını açıkladı. Organic Beste’n Tea’nin siyah süzen organik çayı, 12’li, 24’lü ve 36’lı, yeşil süzen poşet çayı ise 12’li kutularda tüketicilerin beğenisine sunuluyor. Daha iyi bir yaşam için sunduğumuz ürünler arasında artık organik siyah ve yeşil çay da bulunacak. Bu anlamda, aynı zamanda Türkiye pazarına girişimizin 20’nci yılına denk gelen böyle anlamlı bir dönemde, Çaykur işbirliğiyle Türkiye’de bir ilki de gerçekleştirmiş oluyoruz. Dünyanın çay şampiyonuyuz! Dünyadaki çay tüketim oranlarını araştıran Quartz web sitesi, Ocak ayında yayınladığı “En Çok Çay Tüketilen Ülkeler” listesinde Türkiye’nin lider olduğunu duyurdu. ‘’Dünyada Türkiye kadar çay içilen başka bir ülke yok” ifadesiyle duyurulan çay tüketim araştırması sonuçlarına göre Çin yılda 725 milyar kiloyla dünyanın en büyük çay tüketicisi durumunda. Ancak kişi başına tüketim miktarı düşünülecek olursa birinciliğe Türkiye yerleşiyor. Türkiye’de her bir kişinin yılda yaklaşık 3 kilo çay tükettiğinin de belirlendiği araştırmaya göre, Türkiye’yi çay tüketimi sıralamasında İrlanda ve İngiltere izliyor. (Söz konusu araştırmadaki çay tüketim verileri Euromonitor ve Dünya Bankası’ndan alınmıştır.) ŞUBAT 2014 [9] [bölgelerimiz] Erzurum Bölge Müdürü Zeki Sarıavcı: “Çaykur, Doğu Anadolu’da her zaman tek lider marka” Çaykur’un Bölge Müdürlükleri arasında faaliyet gösterdiği coğrafi yüzölçümü açısından ülkemizdeki ikinci büyük Bölge Müdürlüğü olan Erzurum bölgesi 2006 yılından bu yana, kurum içinden yetişen, deneyimli bir isme, Zeki Sarıavcı’ya emanet. Bir Erzurumlu olarak çaya tutku derecesinde bağlı olduğunu söyleyen Sarıavcı, Doğu’nun fiziksel şartları ve özellikle kış mevsiminin getirdiği zorluklara rağmen, Bölge Müdürlüğü’ne bağlı 10 bayi ile Çaykur markası için canla başla çalıştıklarını anlatıyor [10] ŞUBAT 2014 Zeki Bey sizi tanıyabilir miyiz? Çaykur Erzurum Bölge Müdürü olarak kaç yıldır görev yapıyorsunuz, bu göreve geliş öykünüzü anlatır mısınız? 1953 yılında, Erzurum’un Tortum ilçesinde dünyaya geldim. İlk, orta ve lise eğitimimi Narman ilçesinde tamamladım. 1973 yılında, şimdiki ismi Zihni Derin Çay Fabrikası olan Merkez Çay Fabrikası’nda tarım teknisyeni çay eksperi olarak göreve başladım. 100. Yıl Çay Paketleme Fabrikası’na işletme ve üretim şefi olarak atandım. 1978 yılında Çaykur Erzurum Bölge Stok ve Satış Müdürlüğü’nün kuruluşunda muhasebe şefi olarak görevlendirildim. 1980-1988 arasında kurum dışında çalıştıktan sonra 1988 yılında müesseseme geri dönerek 100.Yıl Çay Paketleme Fabrikası’nda İşletme ve Üretim Şefliği’ne tayin edildim. Ardından, Teknik İşler Kısım Müdürlüğü görevine getirildim. 1992 yılında Pazarköy Çay Fabrikası’nda teknik işler kısım müdürü olarak görevlendirildim. 1995 yılı Aralık ayında Erzurum Bölge Müdürlüğü’nde muhasebe kısım müdürü olarak göreve başladım. 1997 yılında ise Çaykur Erzurum Bölge Müdür Yardımcılığı görevine getirildim. Çaykur’un yaş çay fabrikalarında, paketleme fabrikasında ve Bölge Müdürlüğü’nde görev yapmam nedeniyle tecrübeli, donanımlı ve daha önemlisi heyecanını kaybetmemiş bir memuriyet disiplinini prensip edinen bir anlayışa sahibim. Pazarköy Çay Fabrikası Teknik İşler Kısım Müdürlüğü görevini yürütürken, Erzurum Bölge Müdürlüğü’ne muhasebe kısım müdürü olarak atandım. Bölge Müdürlüğü’nde değişik görevlerdeki başarılarımdan dolayı 2006 yılında Bölge Müdürlüğü görevine asaleten atandım. Uzun sözün kısası, 70’lerden bu yana Çaykur ailesinin bir ferdi olmanın mutluluğuyla bugün de görevimin başındayım. Coğrafi olarak Bölge Müdürlüğünüzün sorumluluk alanı hangi sınırlara uzanıyor? Coğrafi olarak Bölge Müdürlüğümüzün sorumluluk alanı kuzeyde Artvin ve Gümüşhane illeri, doğuda Gürcistan, Ermenistan ve İran sınırı, güneyde Irak sınırı ve Bitlis, Bingöl, Tunceli illeri, batıda Sivas iliyle sınır olan Türkiye coğrafyasının doğusunu kapsamaktadır. Bölge Müdürlüğümüze bağlı olan iller; Erzurum, Erzincan, Bayburt, Ardahan, Kars, Iğdır, Ağrı, Muş, Van ve Hakkari’dir. Bölgemizde 18 bayi bulunmaktadır. Toplam 10 bayi ile hizmet veren Bölge Müdürlüğümüz coğrafi olarak Ankara Bölge Müdürlüğü’nden sonra yüzölçümü açısından en büyük ikinci bölge konumundadır. Ekibiniz kaç kişiden oluşuyor? Bölgemizde 1 Bölge Müdürü, 1 Bölge Müdür Yardımcısı, 3 Kısım Müdürü, 3 Şef, 3 Veri Hazırlama ve Kontrol İşletmeni olmak üzere 11 memur personeli, 4 bekçi, 8 işçi personeli bulunuyor. Erzurum bölgesi gibi geniş bir alanda faaliyet göstermek aynı zamanda yoğun bir iş temposu anlamına geliyor. Pazarlama alanında faaliyetleriniz neler? Pazarda özel sektör firmaları ile yoğun rekabet içindeyiz. Müşteri memnuniyetini maksimum seviyeye çıkarmakta ve müşteri şikâyetlerini yerinde incelemekteyiz. Genel Müdürlüğümüzün verdiği promosyonlar ve yaptığı kampanyaların tüketicilere en iyi şekilde ulaşmasını sağlamak gayretindeyiz. Sabit satıcıların şikâyetlerini dinlemekte ve piyasada yalnız olmadıklarını kendilerine hissettirmekteyiz. Kamu disiplininde özel sektör zihniyetiyle hareket ediyoruz bir anlamda. Pazarın her noktasında bulunmaya çalışıyoruz. Raflarda dolu dolu bulunmak mecburiyetindeyiz. Daha fazla çay satmak için bölgemizdeki bütün satış unsurları ile koordinasyon içinde hareket etmekteyiz... Bayilerimiz ve Çaytaş yöneticileri ile sürekli görüş alışverişi içindeyiz. Piyasaların sürekli denetimini yapan saha ekiplerimizin düzenlediği raporlar kurumumuzun Pazarlama Dairesi Başkanlığı’na her ay düzenli olarak sunuluyor. Erzurumlular’ın çay tutkunu olduğunu biliyoruz. Peki rakamsal olarak bölgenizde çayın tüketim oranı nedir? Bölgemizde zor şartlara rağmen satış personellerimiz üstün bir gayretle çalışıyor. Çay tüketimi bölgemizde ortalama ayda 400 ton olarak seyrediyor. Bunda satış başarımızın etkisinin önemli olduğunu eklemek isterim. Çaykur markası bölgenizde nasıl bir fark yaratıyor? Erzurum Çaykur Bölge Müdürlüğü’nde yıllardır verdiğimiz hizmetlerin sonucunda Çaykur’un marka değeri bölgemizde zirve yapmıştır. Çaykur Caddesi’ndeki adresimizde Çaykur Tavuk, Çaykur Döner, Çaykur Market gibi adını Çaykur’dan esinlenerek alan pek çok işletme yer alıyor. Erzurum’da bütün kültürel etkinliklerde Çaykur’u görebilirsiniz. 2014 yılı için bölge hedefleriniz nelerdir? Kaçak çay girişleri, kalite değeri çok düşük çayların bölgemiz piyasalarına sürülmesi, tüketicinin sosyo-ekonomik yapısı gibi olumsuzluklara rağmen Çaykur çayının tüketim alışkanlığı çay piyasalarındaki yerini korumuştur. Biz, lider marka olarak Çaykur’un Doğu Anadolu’daki performansını daha da artırmayı hedeflemekteyiz. Çaykur ailesinin bir parçası olmak sizin için ne ifade ediyor? Çaykur ailesinde olmak ve ona hizmet etmek benim için çok büyük bir ayrıcalık anlamına geliyor; çünkü ben çaya gönül verenlerdenim. Erzurumlu olmam münasebetiyle çaya olan sevgim ve tutkum bir başkadır. ŞUBAT 2014 [11] [bayilerimiz] Erzurum Bayii Serçay Gıda Genel Müdürü Hüseyin Gültekin: “Çayı Rizeliler yetiştirir, Erzurumlular içer” Çayın en çok tüketildiği bölgelerimizden biri Erzurum. “Kıtlama çay” adı verilen özel bir kültürü hâlâ yaşatan bu kentimizde çay, semaver usulü ile bir başka güzel demleniyor. Hüseyin Gültekin, 13 yıldır Çaykur ailesinin bir ferdi ve Erzurum ilimizde Serçay Gıda’nın Genel Müdürü olarak kuruma bayilik hizmeti veriyor. Gültekin, bir Erzurumlu olarak, çaya dair birbirinden güzel maniler ve günlük hayata yerleşmiş cümlelerle süsledi söyleşimizi. Sizi tanıyabilir miyiz? Erzurum’un Tortum ilçesinin Bağbaşı beldesinde dünyaya geldim. Serçay Gıda ve İhtiyaç Mad. Ticaret ve Pazarlama Ltd. Şirketi’nin ortaklarından biri ve aynı zamanda genel müdürüyüm. 13 yıldır da Çaykur Erzurum bölge bayisi olarak kuruma hizmet veriyorum. Bayi olarak verdiğiniz hizmetin kapsamını öğrenebilir miyiz? Bölgemizde en fazla sevilen ve en çok tüketilen içecek olan çayın tanıtımını ve dağıtımını yapmaktayız. Erzurum merkez başta olmak üzere yaklaşık 20 ilçede Çaykur ürünlerini pazarlamaktayız. Kaç kişilik bir ekibiniz var? Şirket ortaklarının dışında, aktif olarak çalışan 16 personelimiz bulunuyor. Çaykur Erzurum bayisi olarak ortaklarımızla birlikte 19 personelle halkımıza hizmet sunmaktayız. “Çay özellikle Ramazan döneminde daha fazla tüketiliyor. Çay tiryakileri Erzurum’da iftardan sonra sokak aralarındaki çay ocaklarında, dev semaverlerde demlenen çayı kıtlama şeker ve limonla tüketmekten büyük keyif alıyor” diyen Hüseyin Gültekin, iyi bir semaver çayı yapmanın püf noktalarını da Çaylık okurları için anlattı… [12] ŞUBAT 2014 Çay, Türkiye’nin vazgeçilmezi adeta. Doğu Anadolu Bölgesi açısından düşünürsek, bölgenizde çay tüketimi ne düzeyde? Çayın en çok tüketildiği şehirlerden birisi Erzurum’dur diyebilirim. Erzurum’da çay, bir kültür haline gelmiştir. Şu maniyle ilimizdeki çay kültürüne ve tüketimine hakkıyla değinmiş oluruz sanırım: Çıktı mı beşe sür on beşe / Olsun yirmi versin neşe / Kırmam seni doldur neyse… Erzurum’da Çaykur’un hangi ürünleri daha fazla rağbet görüyor? Çaykur’un yeni ürünleri hakkında neler düşünüyorsunuz, bölgede bu ürünler nasıl karşılanıyor? Aslında ürünlerimizin hepsi rağbet görüyor. Ancak şehrimizin ekonomik yapısı göz önünde bulundurulunca Tiryaki grubu önde görünüyor. Soğuk çay konusu gündeme geldiğinde önce şehrimizde böyle bir kültür olmadığı için yadırganacağı ve kabul görmeyeceği düşüncesindeydik. Ancak yeni ve geleceği parlak olan ürünlerimizden “didi”de büyük bir başarı elde edildi. Çayın soğuk halini tüketicilerimiz de çok beğendi, biz de çok beğendik. Halkımızın ekonomik yapısı itibarıyla, bütçesine daha uygun ürünlere yöneldiğini gözlemekteyiz. Çaykur ürünlerinin ‘fark yaratan’ özellikleri sizce nelerdir? Köklü bir maziye sahip, gönüllerde taht kuran eşsiz aroması... Kaliteden ödün vermeyişi... Ve nefis içimi... Bölge Müdürlüğü ile ilişkileriniz nasıl? Çalışmalarınızı nasıl bir koordinasyonla yürütüyorsunuz? Başta Bölge Müdürümüz olmak üzere tüm çalışanlar bizleri ve pazarı iyi takip etmekte, başarıyı artırmak için koordinasyonu müthiş bir şekilde sağlamakta... Takım ruhu içinde hepimiz üzerimize düşen görevleri layıkıyla yapmaya çalışıyoruz. Çaykur büyük bir aile ve biz de bu ailenin birer parçası olmaktan gurur duyuyoruz. Erzurum’da çay ve semaver kültürünün çok özel bir yeri olduğunu biliyoruz. Semaver geleneğinden bahseder misiniz bize biraz? Çay, Erzurum’da çok büyük kabul görmüş ve şehir de çay kültürüne önemli katkılar yapmıştır. “Kıtlama çay” ve semaver, Erzurum çay kültürünün vazgeçilmezleri arasında yer alır. Kesme çay şekerinin küçük parçalar halinde kullanılarak ağızda eritilmesi, “Kıtlama Çay” olarak adlandırılmaktadır. Erzurumlular, Ramazan ayında, iftardan sonra, sokak aralarındaki çay ocaklarında dev semaverlerde demlenen çayı Erzurum usulü kıtlama şeker ve limonla tüketir. Şu mani de şehrimizdeki semaver kültürünün önemini vurgulayacaktır sanırım: Hıngel ile turşu yedim yanmışam / Otuz içtim şimdi Soğuk çay konusu gündeme geldiğinde önce şehrimizde böyle bir kültür olmadığı için yadırganacağı ve kabul görmeyeceği düşüncesindeydik. Ancak yeni ve geleceği parlak olan ürünlerimizden “didi”de büyük bir başarı elde edildi. Çayın soğuk halini tüketicilerimiz de çok beğendi, biz de çok beğendik. ancak kanmışam / Semaverin tükendiğini sanmışam / Tazesinden hele doldur ver bir çay... Peki, iyi bir semaver çayı nasıl yapılır?.. Her yörenin kendine mahsus bir çay demleme usulü vardır elbette. Ama bana kalırsa, lezzetin sırrı her şeyden önce en iyi çayı kullanmakta ve çayı ateşe koymadan buharda demlenmesine izin vermekte yatar. Erzurumlular genelde açık çay içer ama demlenen çay da “layıkıyla” demlenmelidir. Çayın Erzurumlu’nun günlük hayatında nasıl bir yeri var ? Örneğin Erzurum ve bölgeye özel, çayla ilişkili özdeyişler var mı, varsa bizimle paylaşır mısınız? Çayı Rizeliler yetiştirir ama Erzurumlular içer. Erzurum’da çay bir başka içilir. Posoflu Âşık Zülali şöyle der: “Herkes çay içer ama Erzurumlu bir başka çay içer.” İçer içer de... neler der neler... Erzurum’da çay istemenin pek çok yolu vardır: 1. bardak: Bi tene çay ver. 2. bardak: Tezele. 3. bardak: Hele doldur. 4. bardak: Doldur da neye bahisan? 5. bardak: Goy gardaş. 6. bardak: Ele yaniram böyün, hele doldur. (zor çayı) son bardak: Yeter cırıldım. ŞUBAT 2014 [13] [pozitif] Engeller beyinde başlar “Kurum herhangi bir işletmesinin engelli bir vatandaştan rahatsız olmasına hiçbir zaman izin vermez; engelli arkadaşlarımızı değil, onlara yönelik herhangi bir yanlış davranışı önler. Bu açıdan Çaykur harika işler yapmaktadır.” Anatamir Fabrikası Müdür Yardımcısı Murat Çolak, 1987 yılından beri Çaykur’da görev yapan bir makine mühendisi. 26 yıllık süreçte Çaykur fabrikalarında hayata geçirilen pek çok çalışmaya imzasını atmış ve alın terini sunmuş bir yöneticimiz. Çok küçük yaşta geçirdiği çocuk felcine rağmen, azminden hiçbir şey yitirmeyen Çolak, komşularının bir cümlesi üzerine makine mühendisi olmaya karar vermiş. Kendisini engelli olarak tanımlamayan Çolak’a göre, engeller insanların beyninde başlıyor. Elleri ve ayakları çalışmasa bile bir insanın aklının her şeye yeteceğini düşünen Murat Çolak, her şeyden önce meraklı olmak gerektiğini belirtiyor ve meraklı çocukları çok sevdiğini sözlerine ekliyor. Çolak’a göre, engelli çalışanların Çaykur’da kariyer yapmasıyla ilgili hiçbir “engel” bulunmuyor. Öncelikle sizi biraz tanıyabilir miyiz? 1960 yılında, Akçaabat’ta doğdum. İlk, orta ve lise eğitimimi Akçaabat’ta tamamladım. Yıldız Teknik Üniversitesi’nden 1986 yılı eylül ayında mezun oldum. Ardından, kurumun açtığı sınavlara girdim. Çok yüksek bir puanla kazandım. O zamanlar güvenlik soruşturması uygulaması vardı ve uzun sürüyordu. 1986’da sınavı kazandıktan sonra ilk görev yerim Hopa Çay Fabrikası’nda 1987 yılının şubat ayında çalışmaya başladım. Göreviniz neydi? Makine mühendisi olarak, bakım onarım bölümünü yönetmeye başladım. Burada yaptığımız işler üniversitede aldığımız formasyonla birebir aynı olmasa da benzer alanları içeriyordu. Kurumumuz da, işe aldıktan sonra kendi formasyonuna uygun bir eğitime tabi tuttu bizi. Bu eğitimlerde hem makine parkını tanıyorsunuz hem de iş güvenliği alanında hukuki altyapıyı öğreniyorsunuz. Daha sonra da Cumhuriyet Çay Fabrikası’nda çalışmaya başladım. Cumhuriyet Çay Fabrikası’nda ne gibi çalışmalarınız oldu? Hopa Çay Fabrikası’na kıyasla Cumhuriyet Çay Fabrikası çok daha büyüktü. Ayrıca gelişime de çok daha açıktı. Burada çok önemli deneyimlerim oldu. 1991 senesinde, hareketli soldurma ünitelerini ilk defa orada kurduk. 1998 yılında Veliköy Çay [14] ŞUBAT 2014 Fabrikası’na atandım. Burası çok daha küçük bir fabrikaydı. Cumhuriyet Çay Fabrikası kozmopolit bir işletmeydi. Veliköy ise yerel bir özelliğe sahipti. Burada hemen yeni projelere başladık. O zamanlar soldurma tekneleri yapılmıştı ancak fırınlara otomatik yükleme yapılması yani elle yüklemenin ortadan kaldırılması çalışmaları orada başladı. 1998 yazında da devreye aldık. Veliköy’ü özlemle anıyorsunuz sanki… Ben gitmeden önce Veliköy’de kapasite daraltılmıştı. Soldurma ünitelerini yıkıp fabrikayı 100 tonluk üretim yapacak bir hale getirdik. O zamanlar doğudaki fabrikaların kapasiteleri artırılıyordu. Oradan söktüğümüz parçaları doğudaki fabrikalarda kapasite artırımı için kullandık. 2012-2013 döneminde, Anatamir Fabrikası’na gelmeden önce, Veliköy’ün kapasitesi iki katına çıkarıldı. Taşlıdere Fabrikası kapandı ve makineleri Veliköy’e nakledildi. Güneysu Fabrikası’ndaki bazı makineler de taşındı. Gecemizi gündüzümüze kattık ve kapasite artırımını gerçekleştirdik. Bir fabrikaya gittiğiniz zaman yeni bir arkadaşlık ortamı da oluşuyor ister istemez. Çünkü evden çok orada zaman geçiriyorsunuz. Hep bir aradasınız. Kurumumuzun eğitim konusunda hiçbir dönemde bir kısıtlaması olmadı. Örneğin 1988 yılında dil hocaları getirtip yabancı dil öğrenmemizi sağladılar. Amaç kurum mühendislerinin dil bilgisini geliştirerek, yurtdışında kurumumuzu rahatça temsil etmelerini ya da kurumu ziyaret edecek yabancılarla rahatça iletişim kurabilmelerini sağlamaktı. ŞUBAT 2014 [15] [pozitif] Bu işler için kalifiye bir ekip gerekiyor değil mi? 100. Yıl Paketleme Fabrikası’nda bir metal konstrüksiyon ekibi, bir de betonarme inşaat ekibi var. Bu arkadaşlarımıza hayran kalmamak elde değil. İş disiplinleri ve iş düzenleriyle, yönlendirmeleriyle işlerin kolayca halledilmesini sağlıyorlar. Bir yerde malzeme sıkıntısı yaşandığında başka bir alanda fazla olan malzemeyle, işleri problem yaşamadan yürütüyorlar. Eğer belirli bir formasyon almışsanız ve bu formasyon sizi en üst noktaya kadar götürecekse, önünüzde hiçbir engel yoktur Çaykur’da. Çünkü sistem sınavla sizi yükseltiyor ve bu değişmez. Yöneticilerimiz iyi ya da kötü yönde herhangi bir ayrıcalık tanımazlar. Kurum içinde ne tür eğitimler aldınız? Çaykur bu konuda pek çok kurumdan çok daha ileride. Biliyorsunuz, son olarak iş sağlığı ve güvenliği alanında bir yasal düzenleme yapıldı. Kurum bütün mühendislerini, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’nın eğitim merkezine gönderdi. Bu eğitim sonucunda aldığımız belge hem kariyer açısından biz mühendislere, hem de kuruma fayda sağlayacak... Kurum, iş sağlığı ve güvenliği uzmanlarıyla kendisini daha da güçlendirdi ki bu, bütün fabrikalarda olmak zorundaydı. Bu anlamda Çaykur’un eskiden beri süregelen bir geleneği var herhalde… Kurumumuzun eğitim konusunda hiçbir dönemde bir kısıtlaması olmadı. Örneğin, 1988 yılında dil hocaları getirtip yabancı dil öğrenmemizi sağladılar. Amaç; kurum mühendislerinin dil bilgisini geliştirerek, yurtdışında kurumumuzu rahatça temsil etmelerini ya da kurumu ziyaret edecek yabancılarla rahatça iletişim kurabilmelerini sağlamaktı. Peki, engelli çalışanlar konusunda ne tür uygulamalar var? Engelli çalışanlar konusunda da kurumumuzda hiçbir “engel” yoktur. Eğer belirli bir formasyon almışsanız ve bu formasyon sizi en üst noktaya kadar götürecekse, önünüzde hiçbir engel yoktur Çaykur’da. Çünkü sistem sınavla sizi yükseltiyor ve bu değişmez. Yöneticilerimiz kimseye iyi ya da kötü yönde herhangi bir ayrıcalık tanımazlar. Engelli bir insanı engelinden dolayı arka plana itmek ne kadar yanlışsa kayırmak da o kadar yanlıştır. Ben böyle bir şeyle karşılaşmadım hiç. Aldığınız eğitim formasyonu ne ise onun gereklerini yerine getirdiğiniz sürece önünüzde hiçbir engel yok ve bu politikalar kurumda tüm yönleriyle uygulanıyor. İnsanın da hoşuna gidiyor gerçekten. Ben engelli olduğum için önümde bir engel olsun istemem. Diğer taraftan, bu nedenle kurumun bana bazı avantajlar sağlamasını da istemem. Engelli çalışanlar daha çok hangi alanlarda istihdam ediliyor? Genel Müdürlüğümüz, fabrikalarımızı belirlediği politikalarla yönlendiriyor bu konuda. Çalışan işçilerimizin belirli bir oranı engelli arkadaşlarımızdan oluşmak zorunda ama biz üretim sektöründeyiz. Hizmet sektörü olsanız yürüyemeyen bir çalışanınızı bir bankonun arkasına oturtup elleriyle çalışmasını sağlayabilirsiniz. Bizde de buna benzer çalışma ortamları var. Mesela tasnif bölümündesiniz diyelim; çayı torbaladınız, ağzını diktiniz, kaşe vura- [16] ŞUBAT 2014 caksınız. Bu işi engelli bir arkadaşımıza kolayca yaptırabiliyorduk. Şu anda bu iş otomatik olarak yapılıyor. Çalışanlar arasındaki ahengi sağlamak adına neler yapılıyor kurumda? Kurum herhangi bir işletmesinin engelli bir vatandaştan rahatsız olmasına hiçbir zaman izin vermez; engelli arkadaşlarımızı değil, onlara yönelik herhangi bir yanlış davranışı önler. Yani o arkadaşımızın kendisini “engelli” hissetmesini istemez. Bu açıdan kurum harika işler yapmaktadır. Eskiden böyle şeyler yoktu; bu konuyu düzenleyen yasa çok yararlı oldu. Bir bilgisayarın başında oturup klavyede çalışmanıza bacaklarınızın engelli olması bir mani teşkil etmiyor. Ellerinizin ve beyninizin sağlam olması yeterli. Peki sizin engelinizin öyküsü nedir? Ben bir buçuk yaşımda çocuk felci geçirdim. Çocuk felci çok yaygın bir hastalıktı 1960’lı yıllarda. Ben de o zamanlarda doğduğum için çocuk felci oldum. Bana sorarsanız hiçbir engelim yok. Çocukken top bile oynardım ama ileri uçta oynamazdım da kalecilik yapardım. Çok da iyi bir kaleciydim. Kara avcılığından su altı avcılığına kadar her türlü sporu da yaptım. Makine mühendisliği macerası nasıl gelişti peki? Ben ortaokul yıllarındayken, 1973-74 gibi, Murat 124’ler piyasaya yeni çıkmıştı; “Türkiye’nin Mercedesi”olarak. Mahallede birisi satın almış, kaputu açmışlar, bakıyorlardı içine. Ben de meraklı bir çocuktum. Biliyorsunuz öğrenmenin ilk adımı meraktır. Ben de gittim ve baktım. Motorun dört zamanlı olduğunu söylüyorlardı. Ben de motorun üzerinde dört kablo olduğu için mi öyle dendiğini sordum. Bana “Sen anlamazsın,” dediler. Ben de makine mühendisi olmaya o gün karar verdim. ŞUBAT 2014 [17] [paydos] “Çaykur’da huzur buluyorum” Yusuf Albayrak, Cumhuriyet Çay Fabrikası’nda laborant olarak görev yapıyor. Mevsimlik bir çalışan olarak kampanya dönemi dışındaki zamanını televizyon tamiri, bakımı, montajı ve çanak anten kurulumu yapan bir işyerinde çalışarak değerlendiriyor. Çaykur’da severek çalıştığını söyleyen Albayrak, kurumda edindiği iş disiplinini kurum dışında çalışırken de titizlikle uyguluyor. Bize biraz kendinizden bahseder misiniz? Rize’nin Derepazar ilçesi Maltepe Köyü’nde 1976 yılında doğdum. İlkokul, ortaokul ve lise eğitimimi Rize merkezinde tamamladım. Daha sonra KTÜ Meslek Yüksek Okulu İşletme Bölümü’nden 1996 yılında mezun oldum. Bir-iki işe girip çıktıktan sonra askerlik görevimi yaptım. 1998’de, askerliğimi de bitirdikten sonra Çaykur’a girdim. Üniversite mezunu olduğum için işe kuraya katılmadan, doğrudan başladım. İki yıl Tersane Çay Fabrikası’nda görev yaptım. Daha sonra orada yol ve vasıta problemi yaşayınca, merkezi bir fabrikada çalışmak için müracaat ettim ve Cumhuriyet Çay Fabrikası’na atandım. İlk yıl laboratuvarda görev yaptım. Laborant olmak için ayrı bir eğitim mi aldınız? Laborantlık eğitimi almadık ama fabrikada hocalarımız vardı. İyi bir laboratuvarın nasıl yapılacağını üç-dört yıl boyunca öğrettiler. Şu anda benden iyi çay da, kötü çay da kaçmaz. Aşırı titiz olmamız gerekiyor. Hiçbir şeyi gözardı etmememiz gerekiyor. Biraz da mesleği sevmek gerekiyor. Biz mesleğimizi sevdik ve bu zamana kadar geldik. Mevsimlik çalıştığımız için de tabii ki ek gelire ihtiyaç duyuyoruz. Benim küçük yaşlardan beri elektroniğe merakım vardı. 2000 yılında kendi dükkânımı açtım. 10 yıl kadar sürdü. Çeşitli nedenlerle kapatmak zorunda kaldım. [18] ŞUBAT 2014 Peki, kendi işinizi kurmaya nasıl karar verdiniz? 1998 yılında, bir tanıdığımın yanında çalışıyordum. Dükkânını bana teslim etmişti; ben de satış yapıp zamanı gelince parasını veriyordum. Zamanla, iki iş birden yaptığı için, işleri yetiştirememeye başladı ve bana devretmeye karar verdi dükkânı. O zamanın rayiçleriyle çok düşük bir fiyata devraldım. Dükkândaki mallarını da satın aldım ve parasını 9-10 ayda ödedim. Bu şekilde bir dükkân sahibi oldum. Zamanla çanak anten işine girdim. İş beni yetiştirdi aslında, ben işi yetiştirmedim. Müşteri yetiştirdi. Ben işle haşır neşir ola ola şu anki seviyeme geldim ve ustalaştım. Gel gör ki insanların niyetleri, yaptıkları işe göredir. Dükkânım kiralıktı ve zamanında ona yüklü bir hava parası ödemiştim. Belediyenin dükkânıydı. O bölgedeki dükkânların yıkılmasına karar verildi ve yeni bir yer de gösteremediler. Durum bu olunca dükkânımı kapatmak zorunda kaldım. Şimdi çalıştığım yerdeki arkadaşlarımı daha önceden tanıyordum zaten. En azından belli bir süre zarfında yardımcı olmak üzere burada çalışmaya başladım. Bir nedeni de şu: Ben boş durunca evde eşimle tartışıyorum (Gülüyor). Televizyon tamiri de tıpkı laborantlık gibi titiz bir çalışmayı gerektiriyor sanırım… Televizyon tamiri çok ince bir iştir. Yüzlerce devre arasında arızalı olanı bulmak çok zordur. Bulmaca çözmek gibi bir durumdur bu. Ben temizliği, titizliği severim. Pek çok iş arkadaşım da bu konuda şikâyetçidir benden. Çantalarını düzenli, arabalarını temiz tutmalarını, aldıkları eşyaları yerine bırakmalarını isterim. Benden sıkıldıkları da oluyor bazen. Hem fabrikada hem kendi işinizde çalışmak zor olsa gerek… Gece 12 vardiyasında Çaykur’dan çıkıp sabah sekizde dükkâna gelip, akşam sekizde üç saat uykuyla işe gittiğim çok olmuştur senelerce. Yani ben ticarette çok kazandım ama ticaretin yanında çay üretimi severek yapılacak bir iş. Doğal olarak, esnaflık yaparak kazandığınız kadar kazanamıyorsunuz. Ama Çaykur’u, oradaki arkadaşlık ortamını seviyorum. Sonuçta ticaret hayatı adeta kurtlar sofrasıdır. Dört ay da olsa Çaykur’da rahat ediyor, kafamı dinliyorum. Huzur buluyorum orada. Kurumda bedenen çok çalışıyoruz ama, kafam çok daha rahat oluyor. Yaptığım işi biliyorum. Her şeyin zamanı belli. Özel sektördeki gibi bir koşuşturmaca yok. Müşterilerinizle sıkıntılı anlar da yaşadığınız oluyor mu? Bir anımı anlatayım isterseniz. Bir müşterimizin evine televizyon tamir etmeye gittik. Müşteri kapıyı açar açmaz bize bağırmaya başladı. Zannettik ki ev yıkılıyor. “Televizyonum arızalı. Siz ne biçim servissiniz? Neden arızalı televizyonu bana veriyorsunuz? Neden arızalı bu televizyon?” diye yaklaşık yarım saat boyunca bağırdı bize. Arızanın ne olduğunu sorduk ve sinyal olmadığını söyledi. Yeni nesil televizyonlarda altı-yedi tane giriş olduğu için, müşteri bir giriş yerine başka bir girişe takmış anten kablosunu. Ben bunu içeri girer girmez anladım. Televizyon kumandasını almasını rica ettim, kabloyu doğru girişe taktıktan sonra iki düğmeye basmasını söyledim ve ekran açıldı. “Bakın, bağırmanıza değdi mi?” diye sorduğumda çok utandı. “Evde çocuğunuz var Özel sektörde şu iş benim, bu iş benim diyemezsiniz. Böyle bir şansınız yok. Koşturabildiğiniz her işe bakmak zorundasınız. Televizyon tamiri, montajı olsun, müşterilerle birebir ilişki kurmak, çanak anten takmak olsun her şeyle siz uğraşıyorsunuz. Yani bir dükkânda tayfa da sensin, kaptan da... mı? diye sordum “Evet”, dedi. “Büyük ihtimalle çocuk giriş kablosunun yerini değiştirmiş,” dedim. İkimiz de güldük. Ufak tefek sorunlar oluyor yani ama hepsi tatlıya bağlanıyor sonuçta. Çaykur’daki iş disiplininiz buradaki işinize nasıl yansıyor? Çaykur’da benim yaptığım işte temizlik ve düzen şart. Elektronik işinde çatılara çıkıyorsunuz, montaj ve tamirat için lüks evlere giriyorsunuz. Oradaki düzen elbette burada da lazım. Öyle müşteriler gördüm ki, yanımdaki elemanın çorabı pis diye evin içine almadı. Başka bir müşterim beni içeri almadı. Televizyonu kapıda kurdurdu. Ben tuttuğum için televizyonu mendille tuttu ve bu şekilde içeri aldı. Hastalık derecesinde hassas müşterilerim oldu. Peki kendi işinizde çalışmak ile Çaykur’da çalışmak arasında nasıl bir fark var? Özel sektörde şu iş benim, bu iş benim diyemezsiniz. Böyle bir şansınız yok. Koşturabildiğiniz her işe bakmak zorundasınız. Televizyon tamiri, montajı olsun, müşterilerle birebir ilişki kurmak, çanak anten takmak olsun her şeyle siz uğraşıyorsunuz. Yani bir dükkânda tayfa da sensin, kaptan da... Bir ekip çalışması söz konusu değil mi yani? Burada, bireysel olarak ne yapabildiğiniz önemli. Bir ekip yok. Mesela televizyon montajından ve tamirinden sorumluyum diyelim. Televizyon montajım yarım günde bittiği zaman ben çanak takmaya da gidiyorum ama bireysel olarak... Fabrikada ben fırındayım, fırını yaptım, ondan sonra tasnife bakmam diye bir şey yok. Gerekirse fırına da gireceksin, tasnife de gireceksin. Özelde ise bu durum çok farklı. Çaykur, iş yoğunluğuna rağmen benim için bir dinlenme yeri oluyor. Vücudum daha fazla çalışıyor burada ama Çaykur’da kafam daha rahat. Burada teknik bir iş yapıyorum sonuçta. ŞUBAT 2014 [19] [hobilerimizvebiz] Ne tür malzemeler kullanıyorsunuz? Testere, çekiç, zımpara ve çakı kullanıyorum. Torna tezgâhı gibi motorlu bir alet kullanmıyorum. Keser ve baltayla kabasını alıyorum, bir de kumpas kullanıyorum. Özellikle satranç takımlarında milimetrik bir hata bile bulamazsınız. Aslı ile birebirdir yaptıklarım hemen hemen. Peki nereden ilham alıyorsunuz? Bana satranç taşlarını ilk olarak ortaokulda öğretmenim yaptırdı. Yaptığım o taşlar hoşuma gitmemişti. Sonra internette daha iyilerinin olduğunu gördüm ve baka baka yapmaya karar verdim. İnsanın yaratıcılığı da bence böyle gelişiyor. Bunlar pek çok yerde insanların özel eğitim alarak yaptığı işler... Siz herhangi bir eğitim almadan nasıl yapabiliyorsunuz? Ben lise mezunuyum. Bu bir ilgi meselesi. Eniştemin yaptıklarına bakarak onu taklit etmem de bir eğitim sayılabilir belki. Başlarda ellerimi kestiğim de oldu ama şimdi gözüm kapalı yapıyorum. Osman Oğur: “Stres nedir bilmem” Genel Müdürlük bünyesinde boyacı olarak çalışan Osman Oğur; bir testere, bir çekiç ve çakıyla harikalar yaratıyor. Satranç tahtalarından tulumlara, tekne maketlerinden kemençeye varıncaya kadar pek çok nesneyi ustalıkla imal eden Oğur’un bir özelliği de işe 13 yıldır her gün bisikletiyle gidip gelmesi... [20] ŞUBAT 2014 Bize kendinizden bahseder misiniz? 1969 doğumluyum. Kurumda 1992’de çalışmaya başladım. Maket yapmaya 10 yaşında başladım. Eniştem ahşaptan cami maketleri, gemiler yapıyordu çakıyla. “Üzüm üzüme baka baka kararır” derler ya... İşte bende de böylece bir heves oluştu. İlk yaptıklarımı beğenmeyip attım. Sonra yeteneğim gelişti. Zevkli bir uğraş; hoşuma gidiyor. Ustalaşmış oldunuz yani zamanla… Benden daha iyi olanlar var bu konuda ama ben kahveye gitmem, kötü alışkanlığım yok. Hobilerim benim en büyük uğraşım. Bununla huzur buluyorum; sakinleştiriyor beni. Sabrımın sırrını soranlar oluyor. Oysa ben bu işlerle uğraşırken sabrım daha da pekişiyor. Eserlerinizi herhangi bir yerde sergiliyor musunuz? Aslında elimde daha çok malzeme olsa bir sergi açmayı düşünürdüm. Küçük yaşlardan beri pek çok şey yaptım ama birçoğunu dağıttım. Arkadaşlarım, yakınlarım istedi; kıramadım ve onlara verdim. Biriktiremedim de dolayısıyla... Peki en çok zamanınızı alan parça hangisi oldu? Balıkçı motorunu yaparken çok uğraştım. Yaklaşık 7 ayımı aldı tamamlamam. Özellikle radar kulelerinin üst kısımlarıyla çok uğraştım. Bir de sudaki dengesi önemli. Yaptıklarım uymadı ve sonradan değiştirdim. Denge önemli böyle bir parçada. Çok hassas bir iş. Simetrisi de birebirdir. Eserlerinizin çalışır durumda olmaları da önemli… Öyle tabii. Mesela, yaptığım kemençe çok güzel ses çıkartıyor. Eşimin amcası bu işin uzmanı. Akordunu yaptı; çıkan ses harikaydı. Genel Müdürlük’te arkadaşımız Enver Bey’e götürdüm; çok güzel çaldı. Şeklinin ve sesinin çok iyi olduğunu söyledi. Kemençeyi nasıl yaptınız peki? Bakarak... Bir kemençe buldum ve ona bakarak aynısını yaptım. Bir nesneyi gördüğümde elimde bir kumpas ve kalem olması yeterli. Herhangi bir nesneyi belirli bir oranda küçültüp aynısını yapabiliyorum. Severek yaptığım için zor gelmiyor bana. Beyni biraz yoruyor belki ama sevgiyle yapınca bir problem kalmıyor. Kurumdaki göreviniz nedir? Genel Müdürlük’te boyacılık yapıyorum. 10 sene önce Gündoğdu Fabrikası’ndan geçici görevle geldim. Şu anda kadroluyum. Hafta sonları kayıkhaneme gidip hobime yoğunlaşıyorum. Balık tutmak da başka bir tutku benim için. Bu da farklı bir uğraş. Denizi ve yosun kokusunu çok seviyorum. Stres nedir bilmem ben. Yaptığım işler hoşuma gidiyor ve bu şekilde dinleniyorum. Beynimi buna alıştırdım. Kurumda bir boyacının görevi nedir? Kapı ve pencerelerin tadilatını yapıyoruz. Fabrikada imalattaydım, kış döneminde boya işlerine başladım. Boyacılık baba mesleği. Babamdan öğrendim işin inceliklerini. Onun sayesinde Genel Müdürlük’e geldim ve kadro aldım diyebilirim. Ayrıca Çaykur İlköğretim Okulu’nun altyapısını hazırladık. Ben mesleğimi severek yapıyorum. Severek yaptığım için de, tıpkı hobilerim gibi, işimden büyük keyif alıyorum. ŞUBAT 2014 [21] [emekverenler] Orijinal haber peşinde bir hayat Necati Tuzcu Çaykur Genel Müdürlüğü Basın Yayın ve Halkla İlişkiler Şubesi’nden emekli Necati Tuzcu. Kurumda ilk olarak paketleme fabrikasında çalışan Necati Bey, Rize bölgesinde pek çok gazeteye ve ajansa haber geçen bir muhabir olarak görevini sürdürmüş. Kurumda çalışırken ara vermiş olsa da emeklilik günlerinde bu işi fahri olarak yeniden üstlenmiş durumda. Bilinen birçok gazeteye haber geçerek tüm Türkiye’nin Rize’den, çaydan ve Çaykur’dan haberdar olmasını sağlıyor. Gazeteciliği çok sevdiğini ve memleketine hizmet etmekten onur duyduğunu söyleyen Necati Bey’le keyifli bir sohbet gerçekleştirdik. Çaykur serüveniniz ne zaman ve nasıl başladı? Kuruma 1978 yılında girdim. İki sene çalıştıktan sonra, askere gitmek için ayrıldım. 1984’te yeniden kuruma girerek paketlemede çalışmaya başladım. 15 sene kadar da orada görev yaptıktan sonra Çaykur Genel Müdürlüğü Basın Yayın ve Halkla İlişkiler Şubesi’nde çalışmaya başladım ve buradan emekli oldum. [22] ŞUBAT 2014 Basın yayınla ilgili bir eğitiminiz var mı? Ben lise mezunuyum. Basın yayında memur olarak çalıştım. Gazeteciliği lise çağlarımdayken hobi olarak, çok sevdiğim için yapıyordum. Çeşitli gazetelerde, ajanslarda fahri olarak çalıştım. Yerel basında mı, ulusal basında mı? İstanbul basınıyla çalıştım. Hürriyet gazetesi, Anka Haber Ajansı, Türk Haber Ajansı, Akşam gazetesi, Güneş gazetesi ve Sabah gazetesi gibi çeşitli basın kuruluşlarının muhabiri olarak görev yaptım. Kuruma memur olarak girince bu işleri tabii bir kenara bıraktım. Emekli olduktan sonra da fahri olarak yine Takvim gazetesinin bölge temsilciliğini yapıyorum. Hâlâ faal olarak çalışıyorum yani. Çaykur gibi büyük bir kurumun basın yayın bölümünde çalışmak zor olsa gerek... Çok zor, sorumluluk isteyen bir meslek. Biz o zamanlar fotoğraf da çekiyorduk. Basın bültenlerini de hazırlıyorduk. Burada çalıştığım için çok mutluyum. Burada çalışmış olmam dışarıda da saygınlığımın sürmesini sağlıyor. Mesleğimi yaparken gittiğim her yerde itibar görüyorum. Rize’de gazetecilik faaliyetleri ne durumda? Gördüğüm kadarıyla pek çok yerel gazete mevcut... Maalesef Rize’de ofset baskı gazetelerimiz yok. Hepsi siyah-beyaz gazeteler. Şehrimizde bu işi yapacak, ofset baskıyı getirecek bir firma çıkmadı bugüne kadar. Okuyucu renkli gazeteye hasret kaldı ve o nedenle Trabzon’dan gelen yerel gazeteler daha çok okunuyor şehrimizde. Güzel anılar da biriktirmiş olmalısınız bunca yıl içinde... Turgut Özal’ın cumhurbaşkanı olduğu dönemde Sarp Sınır Kapısı’nın açılış törenine katıldım. Orada çok heyecanlandım. Fotoğraflar çektik. Fotoğrafları çekerken çok zorlandım. Çünkü koskoca cumhurbaşkanını takip etmenin heyecanı bambaşka oluyor. Hâlen daha kariyerimde bunu hep anımsarım. Bir başka anımı daha anlatayım. 20 sene önce Dedeman Oteli’nin açılışında rahmetli Savaş Ay da vardı. Bana “Sen bana benziyorsun” diyerek, başındaki “A takımı” yazılı şapkasını hediye etti. Ona benzemekten şimdi de gurur duyuyorum, ona layık olmak için gece-gündüz haberlerimle kamuoyuna hizmet etmek adına çalışıyorum. Emekliliğinizde neler yapıyorsunuz? Bir gününüz nasıl geçiyor? Sabah evimden çıkıyorum. Akşam gündeminde gazeteme ne haber vermişsem kendi istihbaratımla, kendi Rize’de doğrudan İstanbul’la çalışan, direkt olarak genel yayın yönetmeni, yazı işleri müdürü ve haber müdürleriyle muhatap olan gazetecilerden biriyim. 24 saat boyunca telefonum açıktır. Devamlı çalışır, güzel konuları bulur ve yazarım. kaynaklarımla çalışmalarımı yapıyorum. Ben kimsenin yapmadığı orijinal haberleri yaparım. Çayın 24 saat boyunca baştan başa takipçisiyim. Çaykur’la ilgili haberleri yaparım. Fotoğrafları çekerim. Orijinal haberleri bulurum. Bu konuda küçük çaplı bir ünüm de var. “Koku aldığı her yerden mutlaka orijinal bir haber çıkarır” derler benim için. Böyle bir istihbaratım var. Ondan sonra da genel yayın yönetmeninden yazı işleri müdürüne kadar ulaşır. Bu bölgede bütün gazeteciler Trabzon bölgesine bağlı olarak çalışır. Her haber önce Trabzon’da işlenir, bölgeden haberleri geçer. Rize’de doğrudan İstanbul’la çalışan, direkt olarak genel yayın yönetmeni, yazı işleri müdürü ve haber müdürleriyle muhatap olan gazetecilerden biriyim. 24 saat boyunca telefonum açıktır. Devamlı çalışır, güzel konuları bulur ve yazarım. Gazetelerin yönetici kadroları da her dakika flash haber olarak ismimi yayınlarlar. Bir gazeteci olarak, kamuoyunun çaya ve Çaykur’a olan ilgisini nasıl görüyorsunuz? Çaykur, Sayın İmdat Sütlüoğlu’yla beraber yurtdışına açıldı. Türk çayını dünyaya tanıtmanın peşindeler. Bu da Avrupa ve dünyadaki haber potansiyelinin arttığını gösteriyor. Genel olarak medyaya bakışınız nasıl? Eskiden çok çileler çektik. Telefonlar çalışmazdı. Şimdi internet çağındayız. Bu çağda haberleri ekran başında hemen gönderip hemen alıyoruz. Tabletlerimiz var. Şimdi çok daha rahatız. Eskiden haber yetiştirmek için telefotolarla, çok zor cihazlarla çalışıyorduk. Fotoğrafların tab edilmesi konusu vardı; şimdi yok. Dijital makinelerle hemen görüntüyü geçiyoruz, peşinden de yazımızı veriyoruz. O günkü haberimizi geçmiş oluyoruz. Bu, Türkiye ve biz gazeteciler için büyük bir başarıdır. ŞUBAT 2014 [23] [Çaykur’danhaberler] ‘Çaydan organik gübre’yle sürdürülebilir ve sağlıklı tarım Türk çayının kalitesini yükseltmek yönünde en önemli adımlardan biri de çay tarımında organik gübre kullanımını yaygınlaştırmak. Çaykur; Karadeniz Tarımsal Araştırma Müdürlüğü ve Atatürk Çay Araştırma Müdürlüğü ile birlikte çay atıklarının organik gübre olarak değerlendirilmesi yönünde çalışma yürütüyor. Bu kapsamda, siyah çayın işlenmesi aşamalarında açığa çıkan toz, lif ve çöp gibi çay atıkları, fosforlu ve potasyumlu gübrelerin yanı sıra kireç ve mikroorganizmalarla da zenginleştirilerek kompost haline getiriliyor. Bu sayede, çay atıklarının organik gübreye dönüştürülmesi için en uygun yöntem belirleniyor. Söz konusu çalışma kapsamında yaklaşık 5 ton kadar çay atığı, Karadeniz Tarımsal Araştırma Müdürlüğü’ne gönderilerek dört farklı içerikte kompost hazırlandı. Hazırlanan örnekler, Çay Araştırma Enstitüsü’nün klon bahçelerine uygulanarak çay bitkisinin verimine etkisi tespit edildi. Çay atıkları, toprağın fiziksel yapısını etkilediği gibi, besin maddesi kaynağı olması nedeniyle çay bitkisinin verimini de artırıyor. Ayrıca, çay atığının yarattığı çevre kirliliğinin önüne geçilmesi de mümkün oluyor. Besin elementlerince zengin bu materyalin organik tarım havzalarında gübre kaynağı olarak kullanılması amaçlanıyor. Çaykur, organik çay tarımının tüm Karadeniz Bölgesi’nde yaygınlaşması yönünde çalışmalarda bulunuyor. Çaykur; Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı başta olmak üzere üniversite ve enstitülerle işbirlikleri geliştiriyor. Çaykur Genel Müdürü İmdat Sütlüoğlu organik tarım ve organik gübre konusunda yürütülen bu çalışmaların Çaykur’un öncelikleri arasında yer aldığını belirterek üniversiteler ve araştırma enstitüleriyle birlikte sürdürülen projelerde önemli mesafeler kat ettiklerini vurguluyor. Çaykur 25 bin ton çay atığından elektrik üretecek Çaykur, çay yapraklarının işlenmesinin ardından arta kalan atıkların elektrik enerjisine dönüştürülmesi kapsamında, çevre sağlığını gözeten son derece önemli bir projeye imza atacak. ÇaykuR tarafından fabrikalarda işlenen çayın atıklarından piroliz yöntemi ile (yüksek derecede ısı ile metan gazı elde edilmesi) elektrik üretilmesi için çalışma başlatıldı. Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı’na bağlı Karadeniz Tarımsal Araştırma Enstitüsü Müdürlüğü Enerji Tarımı Araştırma Merkezi Bölüm Başkanı Mustafa Acar, Çaykur yetkilileriyle görüşerek atıklardan elektrik üretilmesi için piroliz yöntemini önerdiklerini söyledi. Yaklaşık bir buçuk yıllık bir ön çalışmanın ardından fizibilite raporu hazırlanacak projenin uygulanabilir bulunması halinde gerçekleştirileceği bildirildi. Piroliz yöntemiyle yaklaşık 25 [24] ŞUBAT 2014 bin ton çay atığından elektrik enerjisi elde edilmesi planlanıyor. Acar, Çaykur’un yıllık yaklaşık 20-25 bin ton çay atığının oluştuğunu dile getirdi. Acar, “Diğer özel çay fabrikalarıyla birlikte yıllık atık miktarı yaklaşık 45-50 bin tona ulaşıyor. Bu atıkların aslında tamamı biyoyakıta dönüştürülebilir. Çay atıkları piroliz yöntemi ile de işlenebildiği gibi, katı yakıta da dönüştürülebilir. Çok ciddi bir potansiyel olduğu ortadadır. Bu atıkların biyoyakıta dönüştürülmesi hem ciddi bir geri kazanım sağlayacak hem de çevreye olumsuz etki oluşturması ortadan kaldırılacak” diye konuştu. Çaykur ALMANYA’DA BioFach Fuarı’na katıldı “Dünyanın organik ihtiyacını Türkiye karşılayabilir” Dünyanın en büyük organik fuarlarından biri olan BioFach, Almanya’nın Nürnberg kentinde Şubat ayında gerçekleştirildi. Fuara katılan Çaykur Genel Müdürü İmdat Sütlüoğlu, Türkiye’nin, organik dünyasında hızla yükselen önemli bir aktör olduğunu vurguladı. Çaykur, dünyanın pek çok ülkesinden organik tarım ve üretim yapan kurum ve kuruluşları bir araya getiren Uluslararası Organik Tarım Fuarı’na (BioFach) katıldı. Almanya’nın Nürnberg kentinde düzenlenen fuarda Çaykur Genel Müdürü İmdat Sütlüoğlu da yer aldı. Fuarda basın mensuplarının sorularını yanıtlayan Sütlüoğlu, organik ürünlerin artık yükselen bir trend olduğunu ve tüketicilerin çoğunlukla sağlıklı ve organik ürünlere yönelmeye başladığını ifade etti. Her geçen sene fuarın ziyaretçi sayısının daha da arttığını dile getiren Sütlüoğlu, Türkiye’nin yurtdışı fuarlarda kendini çok iyi tanıttığını ve organik dünyasında önemli bir aktör olduğunu kaydetti. varsa bir ürünün organik olması mümkün değil. Bizim çayımız dünyada üzerine kar yağan, haşere barındırmayan tek çaydır. Dünyanın en kuzey iklim kuşağında biz çay yetiştiriyoruz. Dolayısıyla haşere yok, 1 gram bile pestisit kullanmıyoruz. Çayımızın tamamı organiktir. Dünyanın organik ihtiyacını da ancak Türkiye karşılayabilir”diye konuştu. “Dünyanın her yerine aynı kalitede çay satıyoruz” Türkiye’nin dünyanın en büyük beşinci çay üreticisi olmasına rağmen yurtdışına daha yeni yeni açılmaya başladığını aktaran Sütlüoğlu, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın talimatıyla çayda dünya markası olmayı hedeflediklerini dile getirdi. Sütlüoğlu, “Türkiye’nin en iyi çayı yurtdışına gönderiliyor, ikinci kalite çayı ise iç pazarda tüketiliyor’ iddiası gerçek dışıdır. Yurtdışına giden çay ile vatandaşın içtiği çay aynıdır. Dolayısıyla buna kimse inanmasın,” dedi. Sütlüoğlu, “Bizim paketlerimizde Rize’de ne satılıyorsa, onun içinde nasıl bir çay varsa Hakkari’de de, Edirne’de de aynı çay satılıyor. Almanya’da, Amerika’da ve dünyanın ulaşabildiğimiz her noktasında aynı kalitede çayı satıyoruz. Bizim markalarımızın kalitesi standarttır, hiçbir şekilde değişmez” şeklinde konuştu. “Çayımızın tamamı organik” Tüketici talebinden dolayı organik pazarının hızla büyüdüğüne işaret eden Sütlüoğlu, “Bu pazara ürün yetiştirmek özellikle çayda önemli bir problem. Çünkü bizim dışımızdaki bütün dünya ülkelerinin organik üretme kapasitesi çok sınırlı” diye konuştu. Türkiye dışında, çay üreten birçok ülkenin haşere istilasından dolayı çok yoğun haşere zehiri (pestisit) kullandığını ifade eden Sütlüoğlu, “Pestisit, kimyasal gübre ŞUBAT 2014 [25] [fotohaber] TAYLAND çay Dünyadan ÇİN manzaraları Çay sadece Türkiye’de değil, dünyanın dört bir yanında yetiştirilen bir bitki. ABD’den Bangladeş’e, Japonya’dan Uganda’ya kadar hemen her kıtada uygun iklim ortamının bulunduğu ülkelerde çay tarımı yapılıyor. Ülkemizde “çaylık” olarak adlandırılan çay yetiştirilen alanlarsa bir başka güzellik sunuyor bizlere. Bulunduğu yörenin yeryüzü şekline göre dikimi yapılan çay, her yörede farklı biçimde düzenlenmiş bahçelerde, birer sanat eseri gibi diziliyor sıra sıra. UGANDA [26] ŞUBAT 2014 ŞUBAT 2014 [27] [fotohaber] G.AFRİKA ENDONEZYA SRİ LANKA TAYVAN ARJANTİN Türkiye’nin bir dağ gibi yükselen çay bahçelerinden Arjantin’in düzlüklere yayılmış sarmal çay bahçelerine kadar pek çok biçimde düzenlenen çay bahçelerinin ortaya koyduğu bu görsel şölen, çayın sadece bir tarım ürünü olarak değil, turizm açısından da mutlaka görülmesi gereken bir manzaranın parçası şeklinde değerlendirilebileceğini kanıtlıyor... NEPAL BANGLADEŞ [28] ŞUBAT 2014 ŞUBAT 2014 [29] [fotohaber] İRAN Tüm dünyada genellikle kadınların çalıştığı çaylıklar, geleneksel giysileri içindeki toplayıcılarla rengarenk bir görüntü arz ediyor. Üretici ülkelerin günlük yaşamında ve geleneklerinde çaya ait pek çok öğeye rastlamak mümkün. Şarkılardan edebiyata ve efsanelere kadar her alanda çayla ilgili bir anlatıya rastlamak mümkün. JAPONYA [30] ŞUBAT 2014 Japonya’nın dağlık bölgelerindeki çaylıklar da tıpkı Rize’deki gibi taraçalar şeklinde, tepeler boyunca uzanıp gidiyor. Elle hasat edilen Japon çayı, toplayıcıların sırtlarına astıkları sepetlere doldurularak fabrikaların yolunu tutuyor. SEYLAN KAMERUN ŞUBAT 2014 [31] [sağlık] Siyah Siyah çay, kişiyi stresten arındırması ve kalp krizi riskini azaltmasıyla bilim dünyasının da dikkatini çekiyor. [32] ŞUBAT 2014 çayla stresten kurtulun Yeşil çay ve insan sağlığı arasında ayrılmaz bir bağ olduğu yapılan araştırmalarla pek çok kez ortaya konulmuştu. Kalp hastalıklarından mide problemlerine, katarakttan kansere kadar pek çok hastalığa iyi geldiği, mucizevi etkileri olduğu yıllarca dile getirilmişti. Siyah çay ise sanki bir köşede unutulup kendi kaderine terk edilmiş gibiydi. Oysa yapılan son araştırmalar, sağlık üzerinde siyah çayın da en az kardeşi yeşil çay kadar önemli ve olumlu etkileri olduğunu gösteriyor. Stresin azaltılmasından kalp krizi riskini düşürmeye kadar pek çok alanda yardımcı bir unsur olarak tüketilen siyah çay, hak ettiği yeri artık alıyor. İngiltere’deki University College London’da yapılan araştırmada, günlük bir bardak siyah çayın stresle başa çıkmak için birebir olduğu belirlendi. Bilim adamlarının yaptığı bu araştırmaya göre siyah çay, vücuttaki stres hormonlarının seviyesine doğrudan etki ediyor. ‘Psychopharmacology’ isimli sağlık dergisinde yayınlanan araştırmanın sonuçları, siyah çay içenlerin stresten çok daha çabuk arınabildiğini ortaya koyuyor. Siyah çayın insanlar üzerinde anti-stres etkisi yarattığını ortaya çıkaran bilim adamlarının yaptığı araştırmalar kapsamında katılanlar içinde, altı hafta boyunca günde dört kez çay içenlerin kanlarında bulunan “cortisol” isimli stres hormonu seviyesinin, stresli geçen etkinliklerin ardından ölçüldüğü ve söz konusu hormonun beklenenin daha altında olduğu görüldü. Araştırmanın uygulandığı denekler, normal yaşamlarında düzenli olarak çay içme alışkanlığı bulunanlar arasından seçildi. İlk aşamada bütün denekler çay içme alışkanlıklarına bir süre ara verdi. Denekler iki gruba ayrılarak, bir gruba normal siyah çay verilmeye devam edilirken, diğer gruba siyah renkli, tadı çaya benzeyen ancak siyah çaydan farklı bir bitki çayı verildi. Her iki grubun da, stresli oldukları durumlardaki cortisol, kalp atışı ve kan basıncı değerleri ölçüldü. Her iki grubun stres seviyeleri birbirine yakın çıksa da, 50 dakika sonunda, normal çay içen grubun stres seviyesi yüzde 47 oranında düşerken, “başka” çay verilen grubun stres seviyesi en fazla yüzde 27 oranında düşebildi. Siyah çay içenlerin, yaşadıkları sorunların ardından daha hızlı ve kolayca rahatlayabildikleri gözlendi. Kalp krizi riski az Araştırmanın bir diğer sonucuna göre ise; çay içenler, içmeyenlere göre “kan pıhtılaşmasına bağlı gelişen kalp krizi” geçirme riskini daha az taşıyor. Uzmanlar, çay içmenin günlük yaşamdaki stresli durumlarda rahatlatıcı olduğuna inanıldığını, ancak bunun ilk kez bilimsel bir araştırma ile test edildiğini söylüyor. Uzmanlar, çayın içindeki hangi maddenin rahatlamayı ve stresi yenmeyi sağladığının ise henüz bilinmediğini vurguluyorlar. Çayın içinde birçok farklı maddenin bulunduğu ve bu maddelerden catechin, polyphenol, flavonoid ve aminoasitlerin beyindeki vericileri etkilediğinin daha önceki araştırma sonuçlarında ortaya çıktığını, ancak bu araştırma ile bu farklılığın nedenlerine ilişkin bir şey söylenemeyeceğini belirten bilim adamları, “Bizim araştırmamız, siyah çay içmenin günlük yaşamdaki stresten kurtulmak ve çok daha hızlı rahatlamakta etken olduğunu ortaya çıkardı; bununla birlikte, çay içmek, stres hormonunu normale indirmekte çok etkili,” diyorlar. İçeriğinde pek çok antioksidan madde barındıran çayın biyolojik etkileriyse şöyle sıralanıyor: Kolesterol ve kandaki LDL seviyesini düşürür. l Kan basıncını düşürür l Ruhsal rahatlık verir l Kan kanserini önler l Kısırlığı önler l Diş çürüklerini önler l Kataraktı da önlüyor Diğer taraftan, Hindistanlı araştırmacılar da çay içindeki maddelerin kataraktı önlediği görüşündeler. Göz merceğinin saydamlığını yitirmesi anlamlına gelen katarakt, körlük nedenleri arasında yüzde 40’lık bir paya sahip. Çay, birçok hastalık üzerindeki iyileştirici etkilerini, zengin bir antioksidan madde deposu olmasına borçlu. Bu maddeler, beden dokularına zarar veren ve “serbest radikaller” olarak adlandırılan kararsız oksijen moleküllerini yok ediyorlar. Haydarabad’daki L. V. Prasad Göz Enstitüsü’nden Moleküler Biyolog Dorairajan Balasubramanian, fare yavrularına katarakta yol açan bir madde aşılayarak, farelerin bir grubuna 12 gün süreyle, altı bardak çaya karşılık gelecek ölçüde yeşil çay ekstresi, bir gruba siyah çay ekstresi ve son gruba da yalnızca serum verdi. Altı haftalık olunca gözleri incelenen, yeşil ve siyah çay içen farelerde kataraktların, kontrol grubuna göre daha yavaş geliştiği gözlendi. Hintli araştırmacı, bunu çay ekstrelerinin oksidasyon stresini ortadan kaldırmasına bağlıyor ve dünyada en çok çay tüketen ülke olan Çin’de kataraktın az görülmesine dikkat çekiyor. ŞUBAT 2014 [33] [aileveçocuk] Kitaplarla iç içe olan, okumayı seven ve kendilerini sürekli geliştiren çocuklar geleceğin aydınlık yüzleridir. Çocuklara kitap sevgisini aşılamak ve okumanın erdemlerini anlatmaksa ailelere düşen en önemli görevlerden biri şüphesiz... Her anne-baba çocuklarının çeşit çeşit kitaplar okumasını, hayata hazırlanırken birçok şeyi öğrenmesini ister. Kendi okumasa bile, onun okuması, öğrenmesi için elinden geleni yapar. Kitap fuarlarında kendisi için kitap almayan ama çocuğunun istediği kitapları tereddütsüz alan ebeveynlere rastlamıyor muyuz? Peki, şuna ne demeli?: Eve onlarca kitapla geliyoruz; rengârenk, çeşitli ebat ve türde pek çok kitabı paraya kıyıp alıyoruz, ama çocuğumuz okumuyor! Saatlerce televizyon izliyor, bilgisayarla oynuyor, ama bırakın okumayı, kitapların kapağını olsun açmıyor! Okuma sevgisi ailede başlıyor [34] ŞUBAT 2014 sevmeden sevdiremeyiz Çocuklarımıza okumayı sevdirmek istiyoruz; peki ya biz “okuyan” bir anne-baba mıyız? Eğer çeşitli sebeplerden dolayı okuma alışkanlığı edinememiş veya okumaya vakit bulamadığını söyleyen birer yetişkinseniz işe önce kendinizden başlamanızı tavsiye ederiz. Çünkü “kendi nefsini ıslah edemeyen, başkasını ıslah edemez”... Hele en yakını olan çocuğunu asla! Zaman probleminden bahsediyorsanız bunun o kadar basit çareleri var ki, bu çareler saymakla bitmez. Toplu taşıma araçlarında, vapurda, trende kitap okuyabilirsiniz. Avrupa’da kırmızı ışıkta 20-30 saniyelik o kısacık zaman dilimini bile kitap okuyarak değerlendiren insanlar olduğunu duyanlarınız olmuştur mutlaka. Uzun bir seyahate çıkarken yanınıza bir kitap alabilir, böylece hem can sıkıntınızı giderebilir, hem de vaktinizi değerlendirebilirsiniz. Piknikte bile kitap okuyabilirsiniz. Bir ağacın altında, çimenlerin üzerinde kitap okumanın keyfini tatmayan bilemez. Elektrik, su, telefon, doğalgaz faturası ve hastane kuyruklarında beklerken geçen zamanları düşündüğünüzde okumak için aslında ne kadar çok zaman olduğunu daha net görebilirsiniz. Televizyon ve bilgisayardan/internetten yapacağınız fedakârlıklarla ciltler dolusu kitap bitirebileceğinizi söylemeye gerek bile yok. Her gün uyumadan önce beş dakika bile olsa kitap okumayı alışkanlık haline getirebilirsiniz. Kitap okuyanları örnek gösterin Okuma konusunda güzel örnek olacak insanları çocuklarınıza gösterin. Onlara büyük insanların hayatlarını okuyun, okutun, anlatın. Çocuğunuza faydalı ve büyük bir hedef vermeye, yol göstermeye çalışın. Bir ideali varsa onu ortaya çıkarın. Bu ideal ve hedef ile okuma arasındaki bağlantıya vurgu yapın. Okumanın hayattaki yerini açıklayın. Okuyanla okumayanın farkını örneklerle ortaya koyun. Ama bu arada onların çocuk olduğunu da asla unutmayın; kendi çocukluğunuzu gözünüzün önüne getirin ve onlara aşırı derecede yüklenmeyin. ŞUBAT 2014 [35] [aileveçocuk] Kütüphanelere gönderin Kitabı ona okutuN, Siz dinleyin Çocuğa okumayı sevdirmek için, sevdiği konuları tespit ederek o konularla ilgili kitap ve yazılardan bahsedin; okuyun ve bizzat kendisine okutup dinleyin. Böylece, okumak çocuğa daha eğlenceli gelecek, kendisine verilen değeri görecek ve okumayı belki de bu şekilde sevecektir. Ders dışı kitaplar okutun Derslerden sıkıldığında nefes alması için eline, zihnini dinlendirecek, zevkle okuyabileceği bir kitap almasını tavsiye edin. Bir süre sonra, tazelenmiş olarak derslerine yeniden başlayacağı gibi bu arada okuma sevgisi ve alışkanlığı da gelişmiş olacaktır. Burada “Önce dersini bitir” komutuyla ders dışı kitap okumasına izin vermemek çok yanlış bir yaklaşımdır. Derslerini ihmal etmemek kaydıyla, ders dışı okumalara izin vermeli; roman, hikâye, gazete, dergi gibi yayınları okumaya teşvik etmelisiniz. Çocuğunuza okumayı seven arkadaş arayın Çocuğunuzun okumayı seven bir çevrede yetişmesi, o atmosferi teneffüs etmesi işinizi kolaylaştıracaktır. Bunun için, gerekirse imkânları zorlayarak da olsa ev, okul, sınıf vb. değişikliğine gidin. Onlara “arkadaş” arayın! Okumayı çok seven insanların çocukluk yıllarına baktığımızda, onları okumaya yönlendiren çevreler içinde, arkadaşların çok önemli bir yeri olduğunu görürüz. Arkadaşlarının ve başkalarının, “Bu çok güzel bir kitap!”, “Şu kitabı mutlaka okumalısın!” şeklinde hararetli tavsiyeleri, çocuklarınız üzerinde sizin aynı yöndeki tavsiyelerinizden daha etkileyici olur. [36] ŞUBAT 2014 Çocukları, sınıf ve okul kütüphanelerinden yararlanmaları için teşvik edin. İyi düzenlenmiş bir sınıf ve okul kütüphanesinde çocuklar, yaşlarına uygun pek çok kitap ve dergi bulacaklardır. Nasıl okuyacağı konusunda çocuğunuza daha iyi yardımcı olabilmek için onun okuldaki durumunu yakından bilen öğretmenleriyle de görüş alışverişinde bulunun. Ortaklaşa yönlendirmeler yapın. Her eve bir kütüphane Evde her şeyden önce bir kütüphaneniz olmalı. Ve bu kütüphaneye vitrininizden daha çok önem vermelisiniz. Kütüphanede ya çocuğunuzun kitapları için yer ayırmalısınız ya da onun özel bir kitaplığı olmalı. Çocuğun kendisine ait kitaplarının olması, ona okuma ve kitap sevgisini kazandırmada son derece önemlidir. Eve alınacak düzeyli, ilgi çekici ve kendini okutan gazete ve dergiler, onları okumanın büyülü dünyasına çeker. Çocuklar için hazırlanmış, onların ilgi alanına hitap eden dergilere de abone olabilirsiniz. Fakat en güzeli çocuğun kendisinin abone olması ya da bu dergilerin birlikte gidip alınmasıdır. Televizyonu kapatın Bu konuda yapılabilecek en önemli şey, kitap okumanın televizyon izlemekten daha yararlı olduğunu çocuğa hissettirmek ve bunu bizzat uygulamaktır. Sizin televizyonu kapatıp kitap okuyabilmeniz, çocuklarınızın üzerinde büyük bir etki uyandıracaktır. Bilgisayar için de aynı durum geçerlidir. Takdir ve teşvik edin Okumada teşvik ve yönlendirmeyi; çocuğun yaşını, ruhsal durumunu, yapısını, zeka, ilgi ve kültür seviyesini göz önüne alarak, duygularını da işin içine katabilecek şekilde ve en uygun zamanlamayla yapın. Çocuğa takdirlerinizi açık bir şekilde bildirin. Çocuk kendi halinde kitap okurken, arada kısa, teşvik edici cümlelerle ona iltifat edin. Örneğin anne, ev işlerini yaparken, oyalanması için çocuğa çizgi film seyrettirmek yerine, teşvik ve iltifatlarla, “İş yaparken bana kitap okur musun?” diyebilir. Harçlığın bir kısmı kitaba... Çocukları, harçlıklarının bir kısmını kitaplara harcamak için teşvik etmenin de ayrı bir önemi var. Yazar Yaşar Nabi Nayır, “Okuma sevgisi bende çok erken yaşlarda başlamıştı. İstanbul’da 9-10 yaşlarında bir yandan okula giderken, bir yandan da her hafta biriktirdiğim harçlığı köşe başındaki sahaftan Nat Pinkerton kitapları, çocuk dergileri almaya harcardım,” diyor. Fikir alışverişinde bulunun Çocuğa onu okumaya yönlendirecek kısa yazılar bulup okutun ve görüş alışverişinde bulunun. Biriyle konuşurken, onun da sizi dinlediğinin hiç farkında değilmiş gibi, okumaya teşvik edecek ifadeleri sıklıkla kullanın. Ailece “okuma saati” Akşamları ailece bir “okuma saatiniz” olsun. Bunu her akşam yapamıyorsanız iki-üç akşamda bir ya da haftada bir akşam yapın. Bu okuma saatlerinde, herkes eline bir kitap alıp bir tarafa çekilirken, okumayı bilmeyen küçükler de resimli kitaplara bakabilirler. Okuma saatinin son 10 dakikasında herkes kendi okuduğu kitap hakkında bilgi verebilir. Böylece bir görüş alışverişi ve sohbet havası doğar. Bu okuma saatlerinde seçkin bir eseri tanıtabilir, uygun gördüğünüz yerleri yüksek sesle okuyabilir veya okutabilir, bu bölümler hakkında birlikte değerlendirme yapabilirsiniz. Okuma sırasında veya arkasından küçük ikramlarda bulunabilirsiniz. Günlük programınız ne kadar dolu olursa olsun, planlı hareket ederseniz, böyle bir uygulama için az da olsa zaman bulabilirsiniz. ŞUBAT 2014 [37] [teknolojigünlüğü] Bilim dünyasına damga vuran buluşlar Higgs parçacığı Nobel getirdi Bilim dünyasında son yılların en sarsıcı gelişmelerinden biri CERN’in (Avrupa Nükleer Araştırma Merkezi) Higgs bozonunun varlığının kesinleştiğini açıklamasıydı. İngiliz bilim adamı Peter Higgs’in, 1964’te maddelere kütle kazandıran bir parçacık ve alan olması gerektiğini öne sürmesinin ardından başka fizikçiler de buna paralel bir görüş açıkladı. Uzun yıllardır yürütülen çalışmalar sonrası CERN’de 103 ülkeye mensup araştırmacıdan oluşan 9 bin kişi Higgs bozonunun varlığını kanıtladı. Söz konusu buluşa katkı yapanlar arasında Türkiye’den de bilim insanları vardı. Peter Higgs ve Francois Englert, Higgs mekanizmasını önerdikleri için 2013 Nobel Fizik Ödülü’nün sahibi oldular. Beyin hücrelerinin ölmesini engelleyen protein Beyine giden damarların tıkanması sonucunda, oksijensiz kalan beyin hücrelerinin kısa sürede ölmeye başladığı ve bu durumun felce neden olduğu biliniyor. Oxford Üniversitesi araştırmacıları, beynin belirli bir bölümündeki hücrelerin “hamartin” adlı bir protein üreterek uzun süre oksijensiz yaşadığını buldu. Profesör A. Buchan, beyinde hafıza ve yön bulmada önemli rolü olan hipokampus adlı bölgedeki hücrelerin, beyin oksijensiz kaldığında hamartin üreterek uzun süre nasıl yaşadığını keşfetti. Bu hücrelerin ürettiği hamartinin, hücreleri enerji tasarrufuna zorladığı ve hücrelerin de faaliyetlerini durdurduğunu açıkladı. Beyin hücrelerinin, hamartinin etkisiyle protein üretmeyi durdurup var olanları parçalayarak kendileri için kullandıkları anlaşıldı. Buchan, beynin diğer bölümlerinin de kansız kalınca hamartin üretmesini sağlayacak bir yöntem bulunursa felcin neden olduğu ölümlerin önlenebileceğini vurguladı. [38] ŞUBAT 2014 Kanat çırparak uçan mikro robot Harvard Üniversitesi’nde, 12 yıldır mikro robot geliştirmek için araştırma yapan Profesör R. J. Wood ve ekibi, robotun tüm parçalarını kendileri üretti. Wood ve ekibi, arıların ve sineklerin kanat çırpışını filme çekip analiz etti ve hafif malzemelerden kanat ve mikro motorlar yaptı. Saniyede 120 kez kanat çırpan mikro robotların boyu 3 santimetre, ağırlığı ise 0,080 gram. Kanatlarını gözle görülemeyecek bir hızla çırpması için elektrik alanı uygulanınca büzülen, ince seramik çubuklar kullanıldı. Parmak ucu kadar hassas suni deri ABD’de Georgia Institute of Technology’de, Profesör Z. L. Wang, akıllı suni deri üretti. Suni deride 8 bin transistör bulunuyor. Transistörler basınç altında birbirinden bağımsız olarak elektrik üretiyor. Her transistör, tıpkı insanın parmak ucu gibi, 10 kilo paskal basıncı hissediyor. Bu deriyle robotlar, hassas işleri yapabilecek. Elini kaybedenlerin robot elleri, bu deriyle kaplanarak hissetmeleri sağlanacak. Kanserli ve sağlıklı dokuyu ayırdedebilen cerrahi bıçağı İngiltere’de Imperial College of London’da öğretim üyesi olan Macar kimyacı Z. Takatz, “iBistüri” geliştirdi. Takatz, cerrahların elektrokoter denilen cerrahi bıçağıyla hastanın dokularını keserken kanserli dokularla sağlıklı dokuların çıkardıkları dumanlardaki gazın yapılarının farklı olduğunu buldu. Böylece, cerrahlar, ameliyatta kestikleri dokunun kanserli mi sağlıklı mı olduğunu birkaç saniyede öğrenecek. Analizin patoloji laboratuvarında yapılması ise 30 dakika sürebiliyor. Yakında kullanıma sunulacak cihaz, ameliyatlarda kanserli dokuların içeride kalabilmesi ya da sağlıklı dokuların kazara alınması gibi riskleri ortadan kaldıracak. Bükülebilen ve esneyebilen pil ABD’de Northwestern ve Illinois Üniversitesi’nin ortak çalışmasıyla, esneyen ve bükülen pil üretildi. Çok küçük 100 lityum iyon pili esnek tellerle birbirine bağlandı. Esnek bir plastik malzeme üzerine yerleştirilen pil, uzaktan şarj edildiği için kablolu şarj cihazına gerek duyulmuyor. Bükülebilen bilgisayar ve televizyonlar için gerekli olan bu pilin uzaktan şarj edilir olması önemli bir gelişme olarak kabul ediliyor. Kuantum mikroskoBu Avustralya’da Queensland Üniversitesi ve Avustralya Ulusal Üniversitesi’nin ortak çalışmasıyla, kuantum mekaniğinin prensibi kullanılarak mikroskop yapıldı. Mikroskop, yaşayan hücrelerin iç yapılarını hücreye zarar vermeden inceleme olanağı sağlayacak. Doç. Dr. W. Bowen, bu çalışmayla kuantum fiziğinin teknolojiye uygulanabileceğini kanıtladıklarını vurguladı. Mikroskopla hücrelerin yaşam döngüsü de izlenebilecek. Dünyanın en küçük çizgi filmi IBM araştırmacıları, karbonmonoksit moleküllerini, Taramalı Tünelleme Mikroskopu ile hareket ettirerek dünyanın “en küçük” çizgi filmini yaptı. Araştırmacı Prof. Dr. H. Rohrer ve G. Binnig, 1981’de bu mikroskobu geliştirmesiyle 1986’da Nobel Fizik Ödülü’nü almıştı. Bu mikroskopla malzemelerin yüzeyi atom düzeyinde görüntüleniyor. IBM araştırmacıları atom düzeyinde araştırma yaparken “Çocuk ve Atomu” adlı bir çizgi film hazırladı. Bakır levha üzerine yerleştirilen karbonmonoksit molekülleriyle çocuk ve topunun şekli oluşturuldu. Mikroskopta, karbonmonoksit molekülündeki oksijen atomu nokta halinde görünüyor. Bu yöntemle 242 farklı resim üretilerek 94 saniyelik çizgi film yapıldı. Demir pası ve güneş ışığıYLA ucuz hidrojen üretimi Lozan Üniversitesi’nden Prof. Dr. M. Gratzel ve Technion Teknoloji Enstitüsü profesörlerinden A. Rotschild, ucuz malzemelerle yeni bir teknik geliştirdi. Gratzel, ekibiyle yaptığı çalışmalarla, güneş pillerinin verimini artırmak için 1990’larda geliştirdiği birleşik pillerin pratik kullanımını sağladı. Pilin verimini artırma çalışmaları sürüyor. ŞUBAT 2014 [39] [haber] Baksı Müzesi Yerelden evrensele “Orada doğdum. Öğrendiklerimi ve düşündüklerimi doğduğum yere taşımak istiyorum” diyen Prof. Hüsamettin Koçan, Bayburt’un Baksı Köyü’nde dünyanın birçok ülkesinden ziyaretçi çeken, modernle gelenekseli birleştiren bir müze kurdu. Baksı Müzesi, aralık ayında Avrupa Konseyi Parlementer Meclisi’nde yapılan bir oylamayla “2014 Avrupa Konseyi Müze Ödülü”ne layık görüldü. Koçan bugün, gelecek kuşaklara bir selam göndermek için kurduğu Baksı Müzesi’yle sadece Türkiye’ye değil dünya kültür mirasına da bir eser kazandırmanın haklı gururunu yaşıyor… [40] ŞUBAT 2014 ŞUBAT 2014 [41] [haber] Müzedeki bölümlerden kısaca bahseder misiniz? 2010 yılında düzenlenen açılış sergisinde günümüz sanatı bölümünü, çok sayıda sanatçı, “gelenek ve sanat” olgusundan yola çıkarak yaptıkları resim, heykel, video, yerleştirme gibi geniş bir yelpazeye yayılan eserlerle oluşturdular. Asma Kat Galeri’de her yıl bir tasarımcının yerel malzeme çıkışlı tasarımlarını sergilemesini hedefliyoruz. Müzenin açılış sergisinde bu bölümde moda tasarımcısı Özlem Süer’in ehram kumaşından tasarladığı giysiler yer almıştı. Halk resimleri koleksiyonu benim yıllar içinde oluşturduğum bir toplam. Bunlar, halk resmi geleneğinin zengin ürünlerinden oluşuyor. Müzedeki bölümleri esasen altı başlıkta toplamak mümkün… Bunlar sırasıyla şöyle: Sergileme Salonu: 1.500 metrekarelik bu alanda, Şahmaran, Köroğlu, Ashab-ı Kehf temalı halk resmi örnekleri, camaltı ve işleme koleksiyonu, yazı resimleri, şifa tasları, alemleri taş baskılar, çömlek ve seramikler, ehramlar müzenin geleneksel el sanatlarını temsil ediyor. Ressam, akademisyen ve kültür programcısı olmak üzere üç farklı kimlikle, sanatta düstur edindiği ‘türler arasılık’ anlayışını kariyerine de yansıtmayı başaran Prof. Dr. Hüsamettin Koçan, bir sanatçının ulaşmak istediği en büyük hayale uzanarak, adını ‘ölümsüzler’ listesine yazdırmayı başardı. Üstelik Koçan’ın ölümsüzlüğe giden yolu, başkasına göre ‘kuş uçmaz kervan geçmez’ denilecek kadar uzak ve sarp bir diyardan geçti. Memleketi Bayburt’un Bayraktar Köyü’ne açtığı Baksı Müzesi ile sanatın elinden tutan Koçan, onu merkezde kalma gafletinden uyandırıp, halkla buluşturdu. Hatta daha fazlasını yapıp, merkezdeki sanata ve sanatsevere göz kırptı, onları harekete geçirip ayağına kadar getirdi. Bu coğrafyada, bulundukları yer itibarıyla insanı şaşırtan eserler vardır hani... Trabzon’daki Sümela Manastırı, Sivas’taki Divriği Şifahanesi, bir çölün ortasındaki vaha gibi insanı hem şaşırtır hem büyüler bu eserler... Koçan’ın Baksı Müzesi de, ülkemizin yeni ve modern bir vahası adeta… Görmek bir yana, orada olduğunu bilmek bile insanı mutlu etmeye yetiyor. Hüsamettin Koçan’la yaptığımız söyleşide, sanatın eğitim penceresinden başlayıp Baksı Müzesi’ne kadar sürdürdük yolculuğumuzu. Koçan’ın köyde toprağa düşen, bir saksı içinde büyük şehre [42] ŞUBAT 2014 taşınıp, burada büyüyen ve sonunda kendi toprağına fidan veren hayatının öyküsünü de yine bu söyleşide öğrendik… Baksı Müzesi’ni kurma fikri nasıl oluştu? Bu eseri hayatımıza kazandırmakla neleri hedeflediniz? 1984 yılında babam vefat ettiğinde, cenazesini köye götürdüm. Babam gurbetçiydi, kendi toprağında kalmak istiyordu. Bizim için zahmetli olacak diye bunu açık açık söylememişti ama ben hissetmiştim. Gittiğimizde gördüm ki, benim doğduğum köy çok değişmiş. Köyde eskiden bir konak vardı. Konağın 40 odası vardı, her öğün yemek pişerdi. İnsanlar yemek yemeden önce cami meydanına gider, Tanrı misafiri var mı diye bakar, varsa ona sahip çıkardı. Babamın cenazesi için gittim, bir baktım konak yok. Herkes küçük evler yapmış, içine de bir televizyon koymuş. Aileler içlerine kapanmışlar. Kimse kimseyle görüşmüyor. Hâlbuki yaşlılar akşam yemekten sonra konağa giderdi eskiden. Âşıklar gelir, atışırlar, masallar anlatılır, tel helvası çekilirdi. Orası bir kültür, bir iletişim ortamıydı. Bu ortadan kalkıp herkes televizyon karşısına oturunca, köyde bile iletişim ortamı yok olmuştu. “Bu kötü bir şey!” dedim ve kütüphanesi olan modern bir konak yapabilir miyiz diye düşünmeye başladım. Benim babam, dediğim gibi, gurbetçiydi, köye iki yılda bir gelirdi. Kar yağdı mı, hemen dışarı çıkar, babamı beklerdik. Uzaktan her geleni babam sanırdık. Bunun getirdiği bir hasret yaşardım. İnsanlar gurbete gitmesinler, burada doğsunlar, burada doysunlar ve yaşasınlar diye düşündüm. Geleneğimiz ve hayallerimiz birlikte olmalıydı. Ben Baksı’da bu ikisini bir araya getirdim. En avangart yapıt ile, bizim köylünün tası beraber sergileniyor müzede. Eskiden o bölgeden göçmek isteyenler vardı, şimdi oraya gitmek isteyenler var. Bayburt Evi: Özgün bir Bayburt evinin yerel mimari unsurlarını yansıtan birim etnografik eşyaları bünyesinde barındırıyor. Daha açılmadan bile duyup gelenler olmuş sanırım... Evet, hazırlık aşamasında, bir gün köy meydanında İngiliz bir kadınla karşılaştım. Bölgeden geçerken, Baksı Müzesi’nin adını duymuş, internette araştırıp gelmiş. Ben biraz mahcup oldum, oraya kadar gelmiş ama biz daha Baksı’yı yeni bitiriyoruz, boyası yapılıyor, hazır değil... Benim böyle mahcup olduğumu görünce, dedi ki, “Hiç üzülmeyin, ben böyle bir hayalle karşılaştığım için o kadar mutluyum ki, inanın bunun hayali bile yeter.” Yine bir gün doktor bir çift telefon ettiler. “Karadeniz’den Bayburt’a doğru geçeceğiz, sizin yaptığınız bu yerde kalmak istiyoruz,” dediler. Biz henüz işletmeyi açmamıştık. Çocuklara telefon ettim, “Misafirlerimizi ağırlayın,” dedim. Yine bir başka çift kalmak istemişti, “Henüz açılmadı” dediğimde, “Olsun, biz arabada uyuruz,” demişlerdi. Baksı Müzesi yolun bittiği bir tepenin üstünde. Bu da şu anlama geliyor: Yol biter ama hayaller bitmez. İnsanın coşkusu, yapma arzusu bitmez. O yüzden Baksı benim açımdan onur duyulacak bir iştir. Atölyeler: Sürekli üretime yönelik dokuma ve seramik atölyeleri yıl boyunca yerel halka hizmet verecek, kaybolan el sanatlarını yeniden kazandırmayı amaçlayacak. Yaz aylarında, konuk sanatçıların gözetiminde çağdaş sanat atölyeleri de gerçekleşiyor. Konferans Merkezi: Seminer, konferans, panel ve gösterilere ev sahipliği yapacak 150 koltuk kapasiteli salonda el sanatlarının yanı sıra ziraat, hayvancılık, sağlık konularında da eğitici programlar düzenleniyor. Kütüphane: Bu birimde, binlerce sanat yayını, halk bilimi ile ilgili yayınlar yer alıyor. Konuk Evi: Aynı anda 30 kişinin konaklayabileceği ayrı bir birim… Araştırmacılar, eğitimciler, sergi düzenleyicileri ve davetli sanatçılar için tasarlandı. ŞUBAT 2014 [43] [haber] Köyde başlayan eğitiminiz, sayısız birincilik, takdir ve ödülle taçlanan bir akademik hayata dönüştü. Eserleriniz yurtdışında tanınıyor, Türkiye’de son derece önemli bir kültür programcısı olarak kabul görüyorsunuz. Sizin hayatınızda, sanat eğitiminin kıvılcımı nasıl çaktı? Ben bu konuda gerçekten bir örneğim. Erkek sanat enstitüsü mezunuyum. Babam mühendis olmamı istemişti. Almanlar’ın tesadüfen kurduğu bir okul vardı, sanat enstitüsü mezunlarını alıyorlardı, o okula gittim. Devlet Tatbiki Güzel Sanatlar Yüksek Okulu Resim Bölümü’ne 12 kişi almışlardı, ben sondan birinci girdim. Bir yıl içerisinde sınıfın ortalarına yükseldim. Mezun olduğumda hem dernek başkanıydım hem okul birincisiydim. O okulda eksiklerimi çok kolay gördüm. Bayburt’tan gelmiştim, diğer öğrencilerden biraz farklıydım. Bazı arkadaşlarım benimle dalga geçerlerdi. Fakat Alman hocalar beni hiçbir zaman ezdirmediler, kendimi müdafaa etmek zorunda bırakmadılar. Hocalarım potansiyelimi gördü ve beni destekledi. Okulda geçen bir yılın sonunda ben de gördüm ki, bu çocuklarla benim aramda bir fark var. Bu çocuklar felsefe, mantık okumuşlar. Bu farkı görünce, akıllı bulduğum çocuklara gidip hangi kitapları okuduklarını sordum ve kitapların isimlerini bir kâğıda yazdım. Bu 10 kitabı alıp yaz tatilinde köye gittim. Annemin ben öğrenciyken sorduğu soru şuydu: “Sınıfını geçtin mi?” Ben de “Geçtim anne,” derdim. O yıl da aynısı oldu. Annem sordu, ben “Geçtim,” dedim. Fakat eve 10 tane kitap alıp gelince, annemi bir telaş aldı. “Bu çocuk geçtim diyor ama ders çalışıyor” diye düşünmüş olmalı. Bahsettiğim kitapları okuduktan sonra, okula farklı döndüm. Ortam bana “senin eksiğin var” dedi, ben de o eksiği görerek giderdim. Şunu demek istiyorum ki; güzel sanatlar fakültelerine girmek isteyen bir öğrenci, alttan zayıf gelebilir. Fakat eğer öğrenciye sağlıklı bir zemin hazırlayabilirsek kendisini geliştirecektir. Ben ilkokulun birkaç yılını medresede okudum. Tek hoca beş sınıfa birden giriyordu. Öyle bir eğitimden geçtim. Bana imkân sunuldu, o imkân benim potansiyelimi açığa çıkarmama yardımcı oldu. Ben de, imkân sunalım, potansiyelleri açığa çıkaralım diyorum. Dekanlığım sırasında, Avustralya, Japonya, Kore, Almanya, İngiltere, Fransa, İspanya, İtalya ve daha nice ülkeye gidip eğitim sistemlerini inceledim. Benim gördüğüm, doğuya gittikçe kimlik biraz zayıflıyor. Batıya gittikçe, öğrenciye daha çok güveniliyor, öğrenci serbest bırakılıyor. Bizim eğitim sistemimizin de, öğrenciye seçenek sunan, ona yanılma hakkı veren bir sistem olması lazım. [44] ŞUBAT 2014 Avrupa’nın En Prestijli Müzecilik Ödülü Baksı’nın Avrupa Konseyi Parlamenter Meclisi (AKPM) tarafından verilen ‘Avrupa Konseyi Müze Ödülü’ EMYA’nın 2014 ödülü için aralık ayında Paris’te AKPM Kültür Komisyonu’nda oylama yapıldı. Baksı Müzesi, Letonya’dan ‘Zanis Lipke Memorial’ ve İsveç’ten ‘Bildmuseet’i oylamada geçerek ödülü almaya hak kazandı. EMYA jürisi, Baksı Müzesi’nin finale kalmasıyla ilgili olarak şu açıklamayı yaptı: “Kurucusu Hüsamettin Koçan’ın ve ona destek olan 160 çağdaş sanatçının, samimi bir gayeyle, yüksek kalitede sanat ve tasarımı Doğu Anadolu kırsalına götürmesi, bir yüreklilik örneği oluşturuyor. Bu proje, yerel halkın kültürel ve ekonomik olarak kendi toprağında kök salmasına destek olarak merkez ile periferi arasındaki uçurumun nasıl aşılabileceğine son derece ilham verici bir örnek olarak beliriyor.” Bir ressam olarak, sanat anlayışınızın temellerini hangi değerler üzerine kurdunuz? Sanatçının gelecek kuşaklara aktaracak bir selamının olması lazım. İnsanı ancak o zaman anlamlı buluyorum. Yoksa insan bir beden, bir organizma… Bir konferansta yaşımı sordular. “İnsanlık tarihini algılayabildiğim kadar eskide doğdum, yaptıklarım unutuluncaya kadar da yaşarım,” dedim. İnsanın hayata böyle bakması gerektiğini düşünüyorum. Doktora tezim aşamasında, herkes güncel konuları araştırırken ben halk resimlerini araştırdım. Hiçbir zaman sanatımın pazar tarafından şekillendirilmesine izin vermedim. Yaptığım resimler bu coğrafyadan beslensin, beslendiği coğrafyanın öyküsünü gelecek kuşaklara sunsun istedim. Benim resmimin bir ayağı Anadolu coğrafyasının içinde, kültürel derinliktedir. Bir başka ayağı da gelecek hayallerindedir. 1990’a kadar yaptığım resimler, daha geleneksel ve akademik çalışmalardı. Çok güzel resimlerdi kuşkusuz, ama net bir anlatımları yoktu, sadece güzel olmak istiyorlardı. Hâlbuki sanatın bir şey anlatması lazım. Bu düşünceden hareketle, “Anadolu’nun Görsel Tarihi” adılı diziler yaptım. 1994 yılında Gülhane’de “Osmanlı Sarayı” adlı bir sergi açtım. Sanatımdaki asıl kırılma noktası odur. Hemen onun arkasından bir seçki hazırladım. Alanya Tersanesi, Türkler’in Anadolu’ya geldikten sonra ilk kurdukları deniz tesisidir. Sergimi burada açmaya karar verdim. Ölçüleri almaya gittiğimizde farkına vardım ki, biz buraya geldiğimizde sırılsıklam oluyoruz. İçeride müthiş bir rutubet var. Ben de o dönemdeki çalışmamda malzeme olarak çamur kullanmıştım. Rutubet, resimlere zarar verecekti. Önce tahta çıtaları çıkarmaya karar verdik. Peki ya çamur ne olacaktı? Ressamların sergilerden önce uzun bir okuma dönemi olur. Ben de Selçuklu hakkında ne kadar kitap varsa okumuştum. Orada gördüm ki, aslında Selçuklu sultanları mumyalanıyor. Bu bilgiyle, “Biz de resimleri mumyalayalım” dedik ve mumyaladık. O malzemeyi o coğrafyada bugün kullandık. Sanat belirli bir zümreye mi ait olmalı? Sadece resimde değil, örneğin Tanzimat’tan sonraki dönemde sıkça tartışılan “Sanat sanat için mi, yoksa toplum için mi?” konusuna siz nasıl yaklaşıyorsunuz? Bu kısır bir döngü halini almadı mı? Sanatın, İstanbul, Ankara, İzmir gibi sosyal erozyonun yoğun olarak gerçekleştiği mekânlarda kalmasını doğru bulmuyorum. Sanat, gerçek anlamda ‘insan’la buluşmalı. Küreselleşme her yeri aynılaştırmaya yönelse de merkezlerin bu süreçten daha da güçlenerek çıktığını inkâr edemeyiz. Herkes İstanbul’da, Beyoğlu’nda bir yerim; galerim, atölyem, müzem olsun istiyor. Ben bu nedenle sanatı insanın olduğu yere götürmenin doğruluğuna inandım. Bu merkezlerin dışına taşımak istedim ve “Anadolu’nun Görsel Tarihi” adlı bir dizi yönettim. 1995’te Alanya - Selçuklu Tersanesi’nde bir sergi açtım. O sergi, merkezin dışında açılmış, Cumhuriyet tarihimizin en büyük kişisel sergisidir. Arkasında bir sanat TIR’ı yaptık. Elimizde bir koleksiyon vardı, onu yükleyerek Diyarbakır’a, Van’a, Erzurum’a, Bayburt’a götürdük. Bunu bütün Türkiye’ye dolaştıracaktık ki, büyük deprem oldu. Bu sefer deprem bölgesinde bir sanat çadırı oluşturduk. Sanat çadırında altı ay boyunca, çocuklara ve ailelere rehabilitasyon kökenli bir yaratıcılık eğitimi verdik. Bundan dört yıl önce Yozgat’ta büyük bir tuz madeni vardı. 10 km’lik bir labirent bu. Hitit’ten beri Anadolu kaya tuzunu oradan alıyor. Tuz madeninde çok büyük bir sergi açtım. Açılışa 5 bin kişi katıldı. Bu konuda en son yaptığım, Bayburt’ta bir dağın başında Baksı Kültür Sanat Vakfı’nı kurmak oldu. Baksı projesi benim hayatımın projesi. “Sanat insanın ayağına gitmeli” anlayışının bir sonucu. Sanat merkezde olarak kendisini daha gururlu hissedemez. İnsan neredeyse sanat da oraya gitmeli. Ben Marmara Üniversitesi’nde dekanken, Göztepe’de galeriler açtık. Birçok kişi, “Bunlarla ne uğraşıyorsun, Beyoğlu’na git,” dedi. Merkezde değil diye başlangıçta kabul görmeyen o sergilerin her biri 500 kişiyle açıldı. İnsan alışkanlığın dışına çıkıp doğru dürüst bir şey yaparsa heyecan yaratır. Sanat en uzağa gitsin, ne olacak? Etrafında bu kadar alkış olmasa da olur. Baksı’da açtığımız merkez bunun bir örneğidir. ŞUBAT 2014 [45] [gezigünlüğü] Dadaşlar Diyarı ERZURUM Avrupa ve Balkanlar’dan Kırım ve Kafkasya’ya, Anadolu’dan Mısır ve Arabistan’a kadar uzanan toprakları dolaşmış ünlü gezgin Evliya Çelebi (1611-1685), 1800’lerin sonunda yayınlanan ve gezi notlarından oluşan “Seyahatname”sinde bakın Erzurum’dan nasıl bahsediyor: “Erzurum gerçi sert kış yurdudur ama düzenli bostanları bol olup kavunu, karpuzu, lahanası, patlıcanı ve çirişi çok olur bir toprağı geniş, ucuzluk ve verimli memlekettir. Geniş vilayeti bakımlı, arpa ve diğer hububatı meşhur, yiyecekleri güzel ve beğenilir, ekinlikleri geniş, bereketi bol, nimetleri çok, nice bin ırmak ve kaynakları akar bayındır bir Anadolu şehridir’’. Evliya Çelebi’ye kulak vererek Doğu Anadolu’nun en büyük kenti olan Erzurum’a uzanıyoruz bu sayımızda. Sert kışlarıyla ünlü olduğu kadar bereketli toprakları, kervansarayları, hanları, medreseleri, camileriyle de bizi karşılayan Dadaşlar diyarı Erzurum’a… Peki Erzurumlular’a neden ‘Dadaş’ diye hitap edilir, biliyor musunuz? “Dadaş” kelimesi aslında Erzurum ve yöresine ait bir halk oyunu olan Erzurum Barı’nı oynayan oyuncuları ifade ediyor. Ama aynı zamanda Dadaş sözcüğü bu yörede erkek kardeş, yiğit, delikanlı, babayiğit kimse, arkadaş veya dost anlamlarında da kullanılıyor. Kişiye hitaben bazen doğrudan söylenilebildiği gibi, bazen de yüceltme sıfatı olarak kullanılan bu sözcüğün, dostluk, sevgi, saygı, insanlar arasındaki sosyal yardımlaşma ve dayanışmanın altyapısını oluşturan sembolik bir anlamı var. Palandöken Dağı eteklerinde kurulu olan kent son yıllarda kış turizmi açısından büyük önem kazanmış durumda. Pek çok tarihi eseri bünyesinde barındıran ve adeta bir açıkhava müzesini andıran kent, günümüzde bir turizm değeri olarak da adından sıkça söz ettiriyor. Erzurum taşınmaz kültür ve tabiat varlıkları açısından son derece zengin bir kent. Yörede arkeolojik, kentsel, doğal ve tarihi olmak üzere toplam 28 SİT alanı bulunuyor. Palandöken Kayak Merkezi ile kış turizminin gözde duraklarından biri olan Erzurum son yıllarda inanç turizmi ile de öne çıkıyor. Gelin, Evliya Çelebi’nin deyişiyle “Bayındır bir [46] ŞUBAT 2014 Ulu Camii Anadolu şehri” olan Erzurum’un tarihi ve doğal zenginliklerine, ziyaret edilmeden dönülmemesi gereken merkezlerine yakından bakalım… Ulu Camii Şehrin en eski ve en büyük camiisi olan Ulu Camii, Anadolu Selçuklu ulu camilerinin tüm özelliklerini taşıyor. İlk dönem İslam mimarisinin sütunlar üzerine oturan düz dam ve örtülü avlu şeklinde yapılan camileri örnek alınarak Anadolu’da “Ulu Camiler” imar edilmiş. Sıcak ülkelerde üzerleri açık bırakılan avlular, Anadolu’da küçültülmüş ve caminin içine alınmış. Bu anlayışla Çifte Minareli Medrese cami adeta kapalı bir mekâna dönüştürülmüş. Ulu Camii de ilk dönem İslam mimarisinin günümüze dek kalan en önemli yapılarından biri. 830 yılı aşkın bir süredir varlığını sürdüren Ulu Camii başta Erzurumlular olmak üzere bütün İslam âleminin huzura açılan ‘kapısı’ niteliğinde... Çifte Minareli Medrese Varlığını günümüze kadar koruyabilmiş ve Erzurum ilinin sembolü haline gelmiş olan medrese her yıl binlerce yerli ve yabancı turist tarafından ziyaret ediliyor. Anadolu Selçuklu dönemi medreselerinden olan bu eşsiz yapının 1. Alaaddin Keykubat’ın kızı Huvand ŞUBAT 2014 [47] Çobandede Köprüsü [gezigünlüğü] Yakutiye Medresesi Palandöken Kayak Merkezi Rüstempaşa Bedesteni Hatun zamanında yaptırıldığı ileri sürülüyor. Yapı, bu nedenle, Hatuniye Medresesi olarak da biliniyor. Açık avlulu medreselerin Anadolu’daki en büyük örneği olan medresenin kuzey cephesindeki “taç kapı” bir sanat eseri olarak dikkat çekici. Taç kapının iki yanından yükselen silindirik minareler tuğla ve mozaik çiniler ile süslenmiş. Bu minarelere “Allah”, “Muhammed” ve “ilk dört büyük halife” nin isimleri işlenmiş. Yakutiye Medresesi Hoca Celaleddin Yakut tarafından MS 1310 yılında inşa edilmiş olan medrese İlhanlı döneminden günümüze kalan nadir eserlerden biri. Bu olağanüstü yapı bugün İslam Eserleri ve Etnografya Müzesi olarak hizmet veriyor. Kapalı avlulu, eyvanlı ve revaklı medrese tipinin Anadolu’daki en büyük örneği olup, varlığını günümüze kadar koruyabilen Yakutiye Medresesi’nin taş kapısındaki işlemeler eşsiz birer sanat eseri niteliğinde. Medresenin yan duvarındaki aslan ve çift başlı kartal figürleri İslam açısından önem taşıyor. Ajurlu bir küreden çıkan hurma yaprakları, iki pars ve kartal figürlerinden oluşan “hayat ağacı” ise Orta Asya Türkleri’nin önemli simgelerini bir araya getiriyor. Lala Mustafa Paşa Camiİ Erzurum’daki ilk Osmanlı camisi olan Lala Mustafa Paşa Camii, Koca [48] ŞUBAT 2014 Sinan’ın eserlerinin listesini veren tezkirelere göre Mimar Sinan tarafından yapılmış. Bir hamam, muvakkithane, şadırvan, sübyan mektebi gibi ilavelerle zaman içinde bir külliyeye dönüşmüş. Mimar Sinan’ın İstanbul Şehzade Camii’ndeki gibi merkezi plan tipi ile tasarladığı camii içerisinde çok değerli halı, şamdan ve hat örnekleri bulunuyor. Çobandede Köprüsü Erzurum-Kars karayolunun 58’inci km’sinde, Bingöl Çayı ile Hasankale Çayı’nın birleşme noktasında bulunan köprü, 1297 yılında, İlhanlı hükümdarı Gazan Han’ın veziri Çoban Salduz tarafından yaptırılmış. Kemer boyunca yükselen ve kesik konik şeklinde sonuçlanan ayaklar üzerinde yatay kalın silmelerle Selçuklu üslubu ile işlenmiş geometrik geçme motifli süsleme şeritleri yer alıyor. Rüstem paşa Bedesteni Kanuni Sultan Süleyman’ın sadrazamı Rüstem Paşa tarafından yaptırılmış olan bedesten Osmanlı mimarisinin özelliklerini taşıyor. İki katlı olan bina oltu taşı dükkânlarının yer aldığı bir çarşı olarak hâlen kullanılıyor. Erzurum Oltu Taşı Erzurum, oltu taşı işçiliğiyle de meşhur. Oltu taşı, kolay işlenebilme özelliğinden ötürü genellikle ziynet eşyaları yapımında kullanılıyor. Oltu taşından yapılan tespihler, ağızlıklar, bilezikler, gerdanlıklar; broş, küpe, saç tokası yörenin önemli hediyelik eşyaları arasında yer alıyor. “Kehribar taşı” da denilen bu değerli taş Erzurum’un Oltu ilçesinde çıkıyor ve yüzyıllardan beri yörede genellikle babadan oğula geçen evatölyelerde üretiliyor. Her ne kadar oltu taşından yüzük, kolye, bileklik, küpe, ağızlık gibi aksesuarlar yapılsa da oltu taşı tespih, taşın adeta simgesi olarak kabul ediliyor. Oltu taşı tespih kullanan insanların, vücutlarında birikmiş olan statik elektriği böylece attıklarına ve stresten kurtulduklarına inanılıyor. Narman Peri Bacaları Peri bacalarının Kapadokya’ya özgü oluşumlar olduğunu sanıyorsanız yanılıyorsunuz. Erzurum’un Narman ilçesi de bu eşsiz doğa oluşumlarına ev sahipliği yapıyor. Rüzgâr ve su erozyonunun toprağı milyonlarca yıl aşındırması sonucu oluşan peri bacaları bu bölgenin en önemli turizm zenginlikleri arasında. Yaz aylarında yöresel sanatçıların katılımıyla Narman ilçesinde Peri Bacaları Şenlikleri düzenleniyor. Palandöken Kayak Merkezi Uluslararası Kayak Federasyonu’nca dünyanın ikinci büyük kayak merkezi olarak nitelendirilen Palandöken Dağı’ndaki 6.5 km.’lik profesyonel kayak merkezi yılın 180 günü kayak yapma imkânı sunuyor. Üniversitelerarası Kış Olimpiyatları’na ev sahipliği yaparak uluslararası ününü pekiştiren Palandöken Kayak Merkezi’nde kayak sezonu genellikle ekim ayının sonlarına doğru açılıyor. Yüksek kesimdeki pistlerde mayıs ayının ortalarına kadar kayak yapılabiliyor. Bölgenin kuru bir havaya sahip olması ve geceleri hava sıcaklığının eksi 40 dereceye kadar inmesi nedeniyle kar kalitesi bozulmadığı için kayak sporu burada çok daha keyifli bir hale geliyor. Şehir merkezine sadece 7 km uzaklıkta olan kayak merkezine gün içinde belediye tarafından seferler düzenleniyor. Ayrıca doğayla baş başa olmak isteyenler için merkezde konaklama seçenekleri de mevcut. Dadaşlar kentini gezmeye ünlü seyyah Evliya Çelebi ile başlamıştık. Yine onun ünlü “Seyahatname”sinden, Erzurum’u anlatan başka bir bölümle noktalayalım: “Kış böyle sert olur. Hatta insanların dilinde darb-ı meseldir ki bir dervişe; -Nereden gelirsin?, derler, -Kar rahmetinden gelirim, der. -O ne diyardır, derler; -Soğukdan ‘Ere zulüm’ olan Erzurum’dur, der. -Orada yaz olduğuna rast geldin mi, derler? Derviş der: -Vallahi 11 ay 29 gün sakin oldum, bütün halkı yaz gelir derler, amma görmedim, der. Hatta bir kere bir kedi bir damdan bir dama atlarken aralıkta donup kalır. Sekiz aydan sonra bahar gelince, anılan kedinin donu çözülüp mırnav deyip yere düşer. Bu da latife şeklinde anlatılan bir darb-ı meseldir (Misâl olarak söylenen meşhur söz)’’. ŞUBAT 2014 [49] [serbestkürsü] Çalışmalarını bizimle paylaşmak isteyen arkadaşlarımız için iletişim adresimiz: [email protected] 1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 11 12 1 2 3 4 5 6 7 8 Z 9 10 SOLDAN SAĞA: 1) Kuşları inceleyen bilim dalı 2) Bilinç-Aile ile ilgili 3) Ortadoğu’da bir devlet-Grönland’ın kodu-Radyumun sembolü 4) Bir soru sözüHollanda’nın trafik kodu-Bir işaret sıfatı-Bir sayı 5) Düz ve geniş arazi-Piston 6) Bir ilimiz-Toplu Konut İdaresi’nin kısa yazılışı 7) Türk Telekom’un kısa yazılışı-Kur’anda bir sure ismi 8) Şerif Gören’in bir filmi-Bir harfin okunuşu 9) Birkaç federe devletten oluşan devlet yapısı-Sakağı hastalığı 10) Esnasında-Bir İtalyan yemeği YUKARIDAN AŞAĞIYA: 1) Denizbilimi 2) John Le Carre’nin bir kitabı-Bir mastar eki 3) Kutsal ışık-Kavga,gürültü,kargaşa 4) Asya’da bir devlet-Evcil bir geyik türü 5) Delikli kalbur 6) Özcan ….(Eski bir futbol hakemimiz)-Bir çeşit yapıştırıcı madde 7) Lityumun sembolü-Birinci tekil şahısKarışık renkli 8) Yetişkin,ergin-O sıfatının eski biçimi 9) Şeker,jelatin ve sitrik asit gibi maddelerden elde edilen bir karışım-Bir besin maddesi-Karakter 10) Duman kiri-Kiliselerdeki duvar resimlerine verilen ad-Öğütülmüş tahıl 11) Güç,kuvvet-Simgesi SN olan element 12) Gökkuşağı Hazırlayan: MİTHAT BAYRAKOĞLU - Veri Hazırlama Kontrol Memuru / Ardeşen Çay Fabrikası [50] ŞUBAT 2014 Kalbini Bİr Ömür Almaya Geldim! Sevgilim, sultanım, kurbanım sana! Kapından çevirme, kalmaya geldim! Sevgine muhtacım, lütfeyle bana! Aşkımın kölesi olmaya geldim! Sensiz bir saadet yok benim için, Kalbime nazar et sen bunun için, Yaşamak umudum hep senin için, Boş gönül sarayım, dolmaya geldim! Yüzüne bakarken soluyor yüzüm, Beni yâr bilmeni arzular özüm, Bin kere assalar değişmez sözüm, Canımı amade kılmaya geldim! Vuslat arzusudur pembe rüyalar, Özümde kalmadı başka duyular, Bu aşkı konuşur dağlar, kayalar, İzlerin nerede, bulmaya geldim? Ruhumun huzuru güzel cemalin, Aşkımı taç eyle, bitsin emelin, Tariften beridir bin bir şemalin, Gizemli deryana dalmaya geldim. Peşine takıldım dönüp bakmadan, Aşkınla yak beni, narlar yakmadan! Sevginle buluştur canım çıkmadan, Yâr, gönül kapını çalmaya geldim! Ne olur yâr deyip fermanı versen! Bu meftun yüreğe dermanı versen, Cennete yürüyen kervanı versen, Kalbini bir ömür almaya geldim! Mustafa Hoşoğlu (Derepazarı Çay Fabrikası)
Benzer belgeler
Çaylık Mayıs 2015
Cemal Sahir Sokak No: 26 - 28 Profilo Plaza A Blok
Kat: 2 Mecidiyeköy / İstanbul T: 0 212 337 51 00 pbx
Çaylık Aralık 2015
Cemal Sahir Sokak No: 26 - 28 Profilo Plaza A Blok
Kat: 2 Mecidiyeköy / İstanbul T: 0 212 337 51 00 pbx
Çaylık Mart 2016
Cemal Sahir Sokak No: 26 - 28 Profilo Plaza A Blok
Kat: 2 Mecidiyeköy / İstanbul T: 0 212 337 51 00 pbx