İndir - Diyarbakır Kitapları
Transkript
İndir - Diyarbakır Kitapları
DİYARBAKIR YERÜSTÜ KAYNAKLARI 1 DİYARBAKIR YERÜSTÜ KAYNAKLARI 1 Tarım & Hayvancılık Koordinatör DİYARBAKIR YERÜSTÜ KAYNAKLARI 1 Prof. Dr. Yusuf Kenan HASPOLAT (Koordinatör) Katkılarından dolayı Müh. Murat TOMAR’ a teşekkür ederiz. T.C. Dicle Üniversitesi Dicle Üniversitesi Rektörlügü SUR / DİYARBAKIR Prf. Dr.Yusuf Kenan HASPOLAT Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Hastanesi SUR / DİYARBAKIR 1 DİYARBAKIR YERÜSTÜ KAYNAKLARI 1 Editörler Prof. Dr. Yusuf Kenan HASPOLAT Doç. Dr. Cuma Akıncı Yrd. Doç. Dr. Orhan KAVAK Yrd. Doç. Dr. Nizamettin HAMİDİ Yrd. Doç. Dr. Ramazan DEMİREL Öğr. Gör. Ahmet AKAYDIN Zir. Mühendisi. Murat TOMAR ISBN: 978-975-7635-44-4 HAZİRAN 2013 Baskı UZMAN MATBAACILIK VE CİLTLEME Kadir TÜRKMEN Davutpaşa Cad. Güven Sanaii sitesi B / Blok No: 315 Topkapı - İSTANBUL Tel: (O212) 565 23 00 Gsm: 0555 616 17 21 Grafik & Tasarım Eda Esra ÇELİK ve Seda ÇELİK Kapak Tasarım: Edip ÇELİK Yayınların Bilimsel ve Hukuki sorumluluğu Yazarlara aittir. Kaynak gösterilerek kısa alıntı yapılabilir. Kısmen ya da tamamen çoğaltılamaz. 2 TARIM Bölüm editörleri: Yrd. Doç. Dr. Ramazan Demirel & Doç. Dr. Reyhan Gül Güven Zir. Mühendisi. Murat TOMAR 1. Kulp İlçesinde Tarım ve Hayvancılık: Mehmet ADIGÜZEL (Sayfa 06-09) 2. Lice ve Tarım Ürünleri: Prof. Dr. Recep IŞIK (Sayfa 10-11) 3. Ergani’de Yetişen Sebze ve Meyveler: Prof. Dr. Cihat GÜZEL (Sayfa 12-13) 4. Eğil’de Üzüm ve Üzüm Ürünleri: Mahmut YILMAZ (Sayfa 14-17) 5. Çermikte ve Çüngüş’te Dünden Bugüne Bağcılık: Mehmet Ali ABAKAY (Sayfa 18-25) 6. Çüngüş İlçesi Bağcılığı ve Üzüm Üreticilerinin Örgütlenmeye Bakış Açıları: Songül AKIN , Remziye CENGİZ İnanç ÖZGEN, Fatma ÖCAL KARA (Sayfa 26-37) 7. Kocaköy’de meyvecilik: Yahya KAMÇI (Sayfa 38-40) 8. Hypericum (Kantaron) Türlerinin Biyoteknolojik Yöntemler İle Çoğaltılması: Doç. Dr. Süreyya NAMLI, Yrd. Doç. Dr. Çiğdem IŞIKALAN, Yrd. Doç. Dr. Filiz AKBAŞ (Sayfa 41-46) 9. Diyarbakır İli Bağcılık Potansiyeli Ve Gap Bölgesi İçerisindeki Yeri: Murat TOMAR (Sayfa 47-58) 10. Diyarbakır’da Kırmızı Mercimek Tarımı: Yrd. Doç. Dr. Zübeyir TÜRK (Sayfa 59-63) 11. Diyarbakır’da Nohut Tarımı: Yrd. Doç. Dr. Zübeyir TÜRK (Sayfa 64-68) 12. Hevsel bahçelerinde tarım: Prof. Dr. Kenan HASPOLAT (Sayfa 69-97) 13. Güneydoğu Anadolu Bölgesi Şartlarında Bazı Makarnalık Buğday Çeşitlerinin Uyum Kabiliyetlerinin Tespit Edilmes: Hasan KILIÇ. İrfan ERDEMCİ, Turan KARAHAN, Hüsnü AKTAŞ, Halil KARAHAN Enver KENDAL (Sayfa 98-107) 3 14. Diyarbakır Karpuzu Bostanlar ve Hülle Eglenceleri: Vedat GÜLDOĞAN (Sayfa 108-121) 15. Diyarbakır Kavunu: Mevlüt MERGEN (Sayfa 122-123) 16.Güneydoğu Anadolu Bölgesinde Sırta Ekim Sisteminin Uygulanabilme İmkânları: Hasan KILIÇ, Songül GÜRSOY, Ali İLKHAN (Sayfa 124-133) 17. Diyarbakır Koşullarında Farklı Çinko Uygulama Metotlarının Makarnalık Buğday Ve Arpanın Verim Ve Verim Unsurlarına Etkileri: Doç. Dr. İlhan DORAN, Doç, Dr. Cuma AKINCI, Yrd. Doç. Dr. Mehmet YILDIRIM, Doç. Dr. İSMAİL GÜL, Prof. Dr. Zülküf KAYA (Sayfa 134-141) 18. Diyarbakır’da toprak ve arazi kullanımı: Müh. Murat HASPOLATLI (Sayfa 142-151) 19. Diyarbakır’da badem yetiştiriciliği: Müh. Murat HASPOLATLI, Prof. Dr. Kenan HASPOLAT (Sayfa 152-157) 20. Diyarbakır’da Badem Badem Ezmesi ve Fıstık Prof. Dr. Kenan HASPOLAT (Sayfa 158-165 21. Diyarbakır ve Gül: M. Ali Abakay (Sayfa 166-195) 22. Gül ve Psikososyal Etki: Prof. Dr. Remzi Oto (Sayfa 196-198) 23. Tarımda Azot Kullanım Etkinliğinin Önemi: Ferhat KIZILGEÇİ (Sayfa 199-207) 24. Di̇yarbakır Tarımına Yeni̇ Ufuklar Solucan Kompostu Doç. Dr. İsmail GÜL Arş. Gör. Önder ALBAYRAK (Sayfa 208-213) 4 HAYVANCILIK Bölüm editörleri: Prof. Dr. Kemal Güven - Doç. Dr. Reyhan Gül Güven 1. Hayvancılığımızın Mevcut Durumu, Sorunları ve Çözüm Yolları Doç. Dr. Murat Sedat BARAN (Sayfa 214-217) 2. Güneydoğu Anadolu’da Küçükbaş Yetiştiriciliğinin Mevcut Durumu Sorunları ve Çözüm Önerileri Yrd. Doç. Dr. H. Deniz ŞİRELİ (Sayfa 218-232) 3. Geçmişten günümüze hayvancılık ve hayvansal ürün sektörü. Prof. Dr. Kenan HASPOLAT (Sayfa 233-317) 4. Çevresel Etkilerin Dicle Nehri Balık Türleri Üzerine Etkileri. Prof. Dr. Erhan ÜNLÜ (Sayfa 318-332) 5. AB. Üyelik Sürecinde Hayvancılığımızın Yrd. Doç. Dr. Ramazan DEMİREL (Sayfa 333-342) Değerlendirilmesi 6. Türkiye ve AB’de Hayvancılık / Yrd. Doç. Dr. Ali Murat TATAR (Sayfa 343-355) 7. Güneydoğu Anadolu Bölgesinde Kullanılan Yem Ham Maddelerinin Ve Karma Yemlerin Besin Maddeleri Yönünden Değerlendirilmesi Murat Sedat BARAN Ramazan DEMİREL Dilek ŞENTÜRK Demirel Tarkan ŞAHİN Derya YEŞİLBAĞ (Sayfa 356-369) 8. Eski Bir Avcının Gözüyle Diyarbakır’da Av Hayatı İbrahim ÇİL (Sayfa 370-371) 9. Diyarbakır’da örgü peynir teknolojisi Zir. Müh. Murat TOMAR Kenan YALÇIN (Sayfa 372-374) 10. Diyarbakır’da arıcılık.. Zir. Müh. Murat TOMAR (Sayfa 375-388) 11. Yem bitkileri Tarımının Önemi Ferhat KIZILGEÇİ (Sayfa 389-393) 12. Sığırcılık İşletmeleri İçin Barınak ve Ekipmanlar Zir. Müh. İbrahim Halil ÖRCAN Zir. Müh. Murat TOMAR (Sayfa 394-415) 13. Süt ve Besi Çiftliği Makine Ekipmanları / Zir. Müh. Murat Tomar (Sayfa 416-419) 14. Organik Hayvancılıkta Zeolitlerin Kullanımı Yrd. Doç. Dr. Dilek ŞENTÜRK DEMİREL1 Yrd. Doç. Dr. Ramazan DEMİREL Doç. Dr. İlhan DORAN (Sayfa 420-432) 5 KULP İLÇESİNDE TARIM VE HAYVANCILIK Mehmet ADIGÜZEL 1. GİRİŞ: Kulp ilçemizde aslında o kadar çok çeşit bitki – meyve ve sebze çeşitleri var ki, bunun için o dağları gezmek gerekir. Ama bu mümkün değildir. Kısaca en çok yapılan işlemleri yazayım. İlçemizde üzüm üretimi oldukça fazladır. Bağcılık gelişmiştir. Bağlarımız tarihi ve asırlıktır. Bizde asıl olarak üzüm yetiştirilir. Arazimiz engebelidir. Bu bile zor olmaktadır. Üzümlerimizin bağ bozumu zamanı geldiğinde yemeklik üzüm ve şire üzümü ayrılır. Şire üzümü dediğimiz üzümlerden; pestil,sucuk, kesme ve pekmez yaparız. Üzümleri önce sepetlere toplarız daha sonra bu üzümlerin üzüm suyunu çıkartmak için özel yapılmış havuzlara koyar ve bunları ezeriz. Kaplara koyup pişiririz ve bulamaç elde ederiz. Bunu savan adı verilen özel bezlerin üzerine ince bir şekilde sereriz. İstek üzerine ceviz veya susam bırakıp kurutmaya koyarız, kuruduktan sonra ters çevirir ve bezlerden çıkarıp kalıp yaparak kışın yeriz. Kışın enerji verir ve soğuk havalarda sıcaklık hissi uyandırır. Ceviz; oldukça fazla yetiştirilir. Aslında yetiştirilmez cevizin düştüğü yerde ceviz ağacı olur. Ceviz ağaçları genellikle ekilmemiş kendiliğinden yetişmiştir. Yörenin cevizi çok meşhurdur ve tadı da güzeldir. Armut; dağ armudu da denilir. Yeşil renklidir, çok sulu ve tatlıdır. Zuzak: dağlarda yetişen bir ottur. Bu ot toplanır ve kurutulur. Daha sonra havanda tuz ile dövülerek, ekmekle yenilir. Guluk; dağlarda yetişen yaprağı kalın bir bitkidir. Çok güzel kokuludur. Genelde pilavı yapılır. İlçe bitki örtüsü bakımından oldukça zengindir. Nitekim ilçe yüz ölçümünün arazi dağılışına baktığımız zaman arazinin % 59’unu meşelik ve fundalık alanların oluşturduğunu görmekteyiz. Özellikle Mazı Meşesi ve Palamut Meşesi türleri çok yaygındır. Ayrıca Lübnan Meşesi ile Saplı Meşe türlerine de rastlanır. Meşe ormanları yıllarca insanlar tarafından kışlık hayan yemi ve yakacak amaçlı tahrip edilmelerine rağmen geniş bir yayılım sahasına sahiptir. Ayrıca akarsu vadileri boyunca Kavak ve Söğüt türlerine sıkça rastlanır. İlçedeki diğer ağaç türleri: Badem, Akçaağaç, Alıç, Ardıç ve cevizdir. Bozkır formasyonu olarak, Geven, Sağır kuyruğu, Çoban yastığı, Kekik, Karaçalı ve Sütleğen gibi türlere rastlanır. İlçede bozkırların geniş yer kaplaması mera hayvancılığının gelişmesini sağlamıştır. Ayrıca ilçede Sarıçam ormanlarının kalıntılarına rastlanmaktadır. Bu da ilçede daha eski dönemlerde sarıçam ormanlarının bulunduğunun kanıtıdır. Tarımsal faaliyetler; tahıl tarımı, baklagil tarımı ve endüstri bitkileri veya yem bitkileri tarımı olarak belirlenebilir. Bu faaliyetler hem sulu hem de kuru tarım 6 alanlarında gerçekleştirilebilmektedir. Ancak Kulp’ta var olan tarım arazilerinin büyük çoğunluğu sulu tarım arazileridir. Bunda yüzey suları ve kaynakları potansiyelinin yüksek olmasının etkisi vardır. Ayrıca Kulp ilçesinin yeşil biberi de meşhurdur. İlçede en fazla üretilen tahıl buğdaydır. Daha çok kuru tarım alanlarında yaygın olarak ekilir. Halkın temel besin kaynağı olması ve iklim şartları ile toprak özellikleri bakımından fazla seçici olmaması nedeniyle buğday tarımı en fazla yapılan tahıl tarımıdır. Bir diğer tahıl türü olan arpa daha çok buğdayın yetişmediği ya da toprak veriminin düşük olduğu ayrıca yükseltinin daha fazla olduğu yerlerde yetişme imkânı bulmuştur. Hayvan yemi olarak kullanılan arpa ilçede hayvancılık faaliyetlerinin çok yoğun yapılması nedeniyle buğdaydan sonra en fazla yetiştirilen tahıldır. Kulp’ta yoğun olarak yetiştirilen bir diğer tahıl ise çavdardır. Sıcaklık koşullarının az olduğu yüksek yerlerde ve verimsiz arazilerde yetişebildiği için üretimi fazladır. Özellikle 1500 metre üzerindeki yükseltilerde yetişme imkânı vardır. Bazı yerlerde yerel olarak buğday ve yulaf ile karıştırılarak öğütülür ve ekmeği yapılır. İlçede baklagillerden fasulyenin ayrı bir önemi vardır. Bahçe alanlarında sulama yapılarak üretilen fasulye Diyarbakır’a getirilerek satılır. Fasulyenin hem yaş hem de kuru olarak tüketim alanı bulması ve sulu arazilerin yaygınlığı nedeniyle ilçede fasulye üretimi (özellikle Ayşe Teyze fasulyesi çeşidi) oldukça yaygındır. İlçede bir diğer baklagil olan nohut üretimi de fazladır. Fasulye ve Nohut’un yanında baklagillerden Mercimek, Susam, Yonca, Fiğ ve Korunga yetiştirilir. Özellikle Yonca ve Korunga hayvan yemi olarak yetiştirilmektedir. Genellikle vadi tabanlarındaki sulu arazilerde yeşil iken biçilip kurutulduktan sonra kışın hayvanlara yem olarak verilirler. İlçede yumrulu bitkilerden Patates ve Soğan endüstri bitkilerinden de Tütün ve Pamuk yetiştirilir. Patates kumlu topraklardan olan gevşek toprakları seven bir bitkidir. Verimsiz arazilerde de yetişme imkânı bulmaktadır. Tüketim alanı çok geniş olan patates özellikle Diyarbakır’a gönderilerek orada satılır. Yerel tüketim alanlarında özellikle, ova köylerine götürülerek Buğday ile takas edilir. Bu nedenle yetişme alanı ve üretim miktarı fazladır. Bir diğer yumrulu bitki olan soğan Diyarbakır ilçelerinde en fazla Kulp’ta yetiştirilir. Yetiştirilen soğanlar Diyarbakır sebze halinde satılır. Soğan da patates gibi sulama imkânlarının olmadığı ova köylerine satılarak, karşılığında buğday alınır. Kulp ilçesinde gerek arazi kullanımı açısından gerekse de geçim kaynağı olması açısından ele alınması gerekli olan en önemli faaliyet hayvancılıktır. Gerek meşelikfundalık alanları (% 59) gerekse de çayır ve mera alanlarının (% 28.7) oldukça geniş yer kaplamasıyla tarım yapılabilecek arazilerin (% 4.8) çok sınırlı olması nedeniyle ilçede hayvancılık yıllardan beri en yaygın geçim türüdür. Hayvancılık için uygun fiziki koşullar beşeri faktörlere etkide bulunarak halk arasında çok yaygın bir 7 alışkanlık haline gelmesine zemin hazırlamıştır. Bu nedenle ilçede hayvancılık çok çeşitlenmiştir. Türkiye genelinde en fazla küçükbaş hayvancılık Güneydoğu Torosları’nın eteklerinde yapılmaktadır. İlçede hayvancılık ekonomik faaliyetler arasında ayrı bir öneme sahiptir. Bir bakıma bölgenin doğal özellikleri ve gelenekleri hayvancılığın ayrı bir kol olarak gelişmesine zemin hazırlamıştır. Bölgede yüzyıllardan beri göçebe aşiretler hayvan beslemekte ve bölgenin hayvansal ürünler ihtiyacını önemli ölçüde karşılamaktadır. Bölgede büyük ve geniş yağlı kuyruklu Akkaraman, Morkaraman ve İvesi gibi farklı koyun ırkları beslenmektedir. Güneydoğu Toroslar’da çayır ve mera alanlarının geniş yer kaplaması yazın çok yoğun yaylacılık faaliyetlerine sahne olmaktadır. Buralarda koyun ve kıl keçisi beslenir. Ayrıca Bölgede meşe alanlarının geniş yer kaplaması kış aylarında hayvanlara yem olarak verilmesi nedeniyle hayvancılık gelişmiştir. İlçede daha çok küçükbaş hayvancılık yapılmaktadır. Arazi sarp ve kayalık olduğu için büyükbaş hayvan yetiştirmeye pek elverişli değildir. Hayvanlar otlatmaya götürüldüğünden ve küçükbaş hayvanların otlatılmasının daha kolay olduğundan dolayı bu tercih yapılıyor. Küçükbaş hayvancılık, bölgedeki çeşitli olaylar nedeniyle eski önemini kaybetmiştir. Hayvanları beslemek için yonca ekilir ve bunlar tarlalarda büyüdükten sonra biçilir. Toplandıktan sonra bir dizi işlemden geçilir ve kurutulur. Kışın hayvanların yemesi için stok yem olur. Hayvancılık açısından dağlarda yetişen kekiğin ineklere yedirilmesi hususudur. Bu sütü artırmakta, lezzetli hale getirmektedir. İlçede en fazla beslenen hayvan kıl keçisidir. İlçenin meşelik ve fundalık alanlarında otlatılan kıl keçisinin sütü ve peyniri çok lezzetlidir. Ancak yeni yetişen meşe fidanlarına zarar verdiği için meşe ormanlarının tahrip olmasına, ormanların kendi kendini yenileyememesi nedeniyle zamanla ortadan kalkmalarına neden olmuştur. Keçiden sonra ilçede en fazla beslenen küçükbaş hayvan koyundur. Koyun göçebe olarak yaşayan Yörükler tarafından kervanlar ve sürüler halinde beslenir. Yerel dilde Koçer olarak nitelendirilen Yörükler (göçer) kışın ilçenin güney kesimlerinde konaklarken ilkbahar aylarıyla birlikte daha serin olan yüksek alanlara hareket etmektedirler. 2. Büyükbaş Hayvancılık İlçede büyükbaş hayvan olarak Sığır, Manda, At, Katır ve Eşek beslenir. En fazla beslenen büyükbaş hayvan Sığırdır. Sığır özellikle ilçe merkezi ile nispeten düzlük alanlarda kurulmuş olan köylerde yoğun olarak beslenir. Yine mera arazisi az olan köylerde de büyükbaş hayvanlar beslenir. İlçede üretilen çeşitli hayvan sütlerinden elde edilen çökelek, kayda değer bir orijinalliğe sahiptir. İlkbaharda 8 çökelek yapılır, üstüne poşet geçirilir, onun üstüne kapak konur. Dere kenarında bir metre derinliğe konulur. Sonbaharda yemek ve satmak için çıkarılır. 3. Kümes Hayvancılığı İlçede kümes hayvancılığı da yapılmaktadır. Bunlardan Tavuk, Hindi, Kaz ve Ördek beslenmektedir. Söz konusu hayvanlar büyük çiftliklerden ziyade yerel tarzda geçimi sağlayacak büyüklükte aile işletmesi tarzında beslenmektedirler. Bu da yerel ihtiyaca yönelik beyaz et ve yumurta temini için yapılmaktadır. 4. Arıcılık İlçede çeşitli bitki örtüsüne bağlı olarak arıcılık gelişmiştir. 5. İpek böcekçiliği Kulp ilçesi ipekböcekçiliği alanında Türkiye’de İstanbul ve Bursa’dan sonra üçüncü sırada bulunmaktadır. İlçe ve köylerde bulunan dut ağaçları ipekböceği kozasının tek ideal yiyeceğidir (Adem KARAKUŞ’un “Kulp İlçesi Beşeri ve Ekonomik Coğrafya Özellikleri” adlı bitirme tezinden yararlanılmıştır. Kulpta Koza Üretimi Oldukça Yaygındır 9 LİCE ve TARIM ÜRÜNLERİ Recep IŞIK Lice çok eski bir yerleşim yeridir. Çaldıran savaşından sonra ilçe ve çevresi Osmanlı egemenliği altına girmiştir. Tarihinde birkaç defa deprem geçirdiği bilinmektedir. En son ilçenin bulunduğu yerde 1975 yılında şiddetli bir deprem meydana geldikten sonra ilçe dağ eteğinden bugünkü yerinde iskan edilmiştir. Çok eski zamanlardan 1975 yılındaki son deprem tarihine kadar; eski yerleşim yerinin doğası gereği su kaynaklarının bol olması ve yaygın olarak kullanılması sonucu bağ, bahçe ve meyve ağaçları ilçeye ayrı bir güzellik ve katkı sağlamıştır. Ancak, günümüzde bu yeşil alanlar su kaynaklarının farklı alanlarda kullanılması nedeniyle neredeyse yok olmak üzeredir. Eski seyyahların seyahatnamelerinde bile Lice’yi çepeçevre kuşatan bir yeşil kuşağın varlığından bahsedildiği kayıtlardan anlaşılmaktadır: ‘Licelilerin bahçelerinde narenciye ve zeytin hariç, tüm meyve ağaçları bulunurdu’. Bu gerçekten hareketle acilen tedbir alınması gerekir. Suları kesilen bu bahçelerin sularının tekrar eski haline getirilerek sulanması sağlanmalıdır. Aksi taktirde halen kurtarılması mümkün olan eski Lice’nin bu yeşil kuşağı yok olacaktır. Lice’nin iklimi Doğu ve Güneydoğu Anadolu iklimleri arasında geçiş iklimi özelliklerini taşır. Bu bakımdan birçok ürünün yetiştirilmesi mümkündür. Lice’nin arazi yapısı genellikle dağlık ve engebelidir. İlçenin toplam yüzölçümü 1.041.800 dekar olup; 60.500 dekarı çayır ve mera, 486.010 dekarı orman, 65.890 dekarı ise kullanışsız arazidir. Ancak tarıma elverişli arazi potansiyeli mevcuttur. Lice 399.400 dekar tarım arazisine sahiptir. Bu arazinin 33.815 dekarı bağ, 14.445 dekarı meyve ağaçlarından müteşekkildir. Meyveler dağınık ve karışık olarak tesis edilmiştir. Son yıllarda önemli bir bölümü odun olarak değerlendirilmek üzere kesilmiştir. Ayrıca önemli bir gıda ve ekonomik değeri bulunan fazla sayıdaki ceviz ağaçları maalesef bilinçsizce dışarıdan gelen tüccarlar tarafından mobilya yapımında kullanılmak üzere satın alınarak kesilmiş ve yok edilmiştir. Yörede kef sucuğu da denilen Lice ile özdeşleşen, yörenin üzüm şırasıyla bütünleşen tatlı ürünün yapımı bu bakımdan neredeyse tehlikeye girmiştir. Sulanabilir tarım alanlarının miktarı 41.000 dekardır. Kaynak, dere ve kuyu sulaması şeklindedir. Toplam tarım arazisi açısından değerlendirildiğinde sulu tarım arazisinin çok düşük miktarda olduğu görülmektedir. Devlet sulaması mevcut değildir. Yakın zamanda yapılması planlanan Silvan baraj projesi Lice’nin sınırlarını da kapsamaktadır. Bu proje ile sulanabilir alanların arttırılmasının sağlanabileceği 10 umut edilmektedir. Böylece birim alandan alınan ürün miktarında artış sağlanarak, ilçenin bozuk olan ekonomisine önemli katkı sağlanması beklenmektedir. Mevcut bağ ve meyve potansiyelinin önemli bir bölümü bakımsızlıktan zarar görmüştür. Bu ürünler dışında buğday, arpa, tütün, fasulye, mercimek, biber, domates, karpuz, hıyar, kavun, soğan ve yem bitkileri yetiştiriciliği yapılmaktadır. İlçede yazlık sebzelerin tümünün tarımı rahatlıkla yapılabilmektedir. İlçenin sebzecilik, bağcılık, meyvecilik ve tarla tarımına oldukça uygun olmasına karşın, maalesef bu durum yeterince değerlendirilememektedir. Özellikle yörede Lice domatesi diye ünlenen ve oldukça rağbet gören, önemli ekonomik getirisi olan, bir tanesinin ağırlığı yarım kilodan fazla büyüyebilen, oldukça lezzetli olan domatesten konserve, turşu ve salça üretiminde kullanılarak ilçeye ekonomik katkı sağlanabilir. Benzer şekilde rahatlıkla yetişen dut ağaçlarından faydalanarak ipek böceği yetiştirilebilir. Yine ilçede son derece modern bir yağ fabrikası vardır. Buna uygun son yıllarda giderek dışarıya daha fazla bağımlı hale geldiğimiz yemeklik ve yemlik yağ açığımızı karşılamak üzere yağlı tohumlu bitkilerin (ayçiçeği, kanola, aspir vb). yetiştirilme imkanları artırılabilir. Son zamanlarda Tarım İl Müdürlüğünün, çiftçilerin bilgilerini ve gelirlerini artırmaya yönelik proje ve destek çalışmaları (Badem ağacı yetiştirilmesi vb). mevcuttur. Yukarıdaki bilgi ve veriler çerçevesinde oldukça bakir bu alanlarda önemli ölçüde organik tarıma dayalı bilimsel ölçülerde ürünler yetiştirilebilir. Lice domatesi 11 ERGANİ’DE YETİŞEN SEBZE VE MEYVELER Cihat GÜZEL İlçenin yüzölçümü 1489 kilometrekaredir. Ergani İlçesi idari olarak Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nde bulunur, ama coğrafi olarak bir kısmı Doğu Anadolu Bölgesi’nde yer almaktadır. Kuzeyinde Elazığ iline bağlı Maden ilçesi, doğusunda Diyarbakır ili ve Diyarbakır’a bağlı Dicle ilçesi, güneyinde Urfa’ya bağlı Siverek ilçesi, batısında Diyarbakır’a bağlı Çermik ve Çüngüş ilçeleriyle sınır komşusudur. Denizden yüksekliği 955 metredir. Belli başlı akarsuları Dicle nehri, Boğaz çayı, Deve geçididir. İlçenin akarsularından Dicle nehri ilçenin 10 km kuzeyinden geçer. Kalender’den ve ilçe topraklarından 17. km boyunca aktıktan sonra Dicle topraklarına girer. Boğaz çayı ise Ergani›nin 7 km batısında boğaz mevkiinde çıkar. Yolköprü, Boncuklu, Yayvantepe köylerinin içinden geçip deve geçidine karışıp Dicle’nin bir kolunu oluşturuyorlar. Ergani’de sağlık açısından mucize sayılabilecek çok önemli bitkiler yetişmektedir. Ayrıca bu bitkilerin besin değeri yüksektir. Bu bitkiler şunlardır: 1. Menengiç: Ergani’nin kuzeyindeki dağ eteklerinde ve bağlarda yetişen şifalı bir bitkidir. Menengiç meyvesi kavrulup dövüldükten sonra kahve olarak içilir. Menengiçin boğaz ve ağız yarasına iyi geldiği kabul edilmektedir. Avcılar ayağı kırılan kekliğin menengiç sakızını gagasıyla koparıp kırık yere koyduğunu görmüşler. 2. Şıra ve şarap Üzümü: Besin değeri yüksek olan şıra üzümü Ergani’de bol miktarda yetişir. Şıra üzümü hem taze üzüm olarak tüketilir hem de kışlık yiyecek olan bağ ürünleri olarak ta pestil, kesme, sucuk, helva ve pekmez yapılır. Diyarbakır ve çevre illerin yaş üzüm ve kışlık yiyecek ürünlerini karşılar. Şarap pekmezinin kansızlığa iyi geldiği kabul edilmektedir. Çok önceleri çanak küplerde ve taş kuyularda şarap yapılıp Rusya’ya ihraç edilirmiş. Ergani’de yetişen diğer üzüm çeşitlerinin adları: Kınalı kırmızı üzüm, Hatun parmağı, Şam üzümü, Tilki kuyruğu, Tahnebi, Genç Mehmet, Öküz gözü ve musabak. 3. Bardak inciri: Bu bölgede yalnızca Ergani’de yetişir ve Sonbaharda bu bölgenin incir ihtiyacını karşılar. 4. Kullahlı kavun: Ergani’nin güneyindeki köylerde yetiştirilir. Kök kısmı dar, uç kısmı geniş armut biçiminde bir meyvedir. Güzel kokulu ve lezetlidir. 5. Karpuz: Ergani karpuzu yuvarlak ve elips şeklinde olur. Genellikle koyu renkli ve çizgilidir. Bu karpuzlar hayvan gübresiyle yetiştirilir. Yaz aylarında Doğu Anadolu Bölgesi ve Diyarbakır bölgesinin karpuz ihtiyacını karşılar. 12 6. Sumak: Dağ eteklerinde yabani olarak kendiliğinden yetişir. Kabuklu yeşil mercimeğe benzer ve ekşidir. Dolma ve meftune yemeğinde limon yerine ekşi tat kazandırmak için kullanılır. Büyük şehirlere sumak buradan gönderilir. 7. Karadut: Yerel adı şam dutudur. Ağız yarasına, diş yarasına ve boğaz yarasına iyi geldiği söylenir. Çevre illerin dut ihtiyacı buradan karşılanırdı. 8. Zahter: Kırsal kesimlerde ve kumsal yerlerde yetişir. Ateşli hastalıklarda ve gribal enfeksiyonlarda çay gibi kaynatılarak içilir. 9. Nar: Önceki yıllarda bölgenin nar deposu durumundaydı oysa şimdi ilgisizlikten nar ağacına rastlamak mümkün değildir. 10. Mamuk: Halk arasında mamuk adıyla anılan kara eriğe benzer ekşi bir meyvedir. Sulak yerlerde kendiliğinden yetişir. Bu meyveden komposto yapılır. 11. Ergani’de yetişen diğer meyvelerimizden bazıları şunlardır: Dağ kesimlerinde kendiliğinden yetişen Alıç ve Ardıç, paşa armudu, çekirdeksiz ve çekirdekli dut çok miktarda bulunur ve bu dutlardan dut pekmezi yapılır, eskiden Ergani’nin cevizleri meşhurdu ancak şimdilerde yeni ceviz ağaçları dikilemediğinden cevizler unutuldu. 12. Tahıl ve Bakliyat: Ergani’de bol miktarda Buğday, Arpa, Mercimek, Nohut ekimi yapılır. Kaynak: Mustafa ÜZÜLMEZ. Araştırmacı, Gazeteci, Yazar. 13 EĞİL’DE ÜZÜM VE ÜZÜM ÜRÜNLERİ Mahmut YILMAZ* 1. GİRİŞ Diyarbakır’ın kuzeyinde yer alan ve şehir merkezinden yaklaşık olarak 48 km uzaklıkta bulunan Eğil ilçesi, tarihi bir açık hava müzesi olmanın yanında sebze, meyve üretimi açısından da önemli bir yere sahiptir. Dicle Barajı yapılmadan önce su kenarları ve vadiler adeta bir sebze-meyve fabrikası gibiydi. Ancak Dicle Barajı ile birlikte sadece tarihi eserler değil, birçok bitki çeşidi ve sebze-meyve yetiştirme alanı da sular altında kaldı. Bu durum neticesinde sebze-meyve üretiminde önemli bir düşüş oldu. Ancak vadilerde değil de dağlık, tepelik alanlarda ve yamaçlarda yapılan bağcılık bundan etkilenmedi. Eğil ilçesi geleneksel yöntemlerle bağcılığın yoğun olarak yapıldığı bir coğrafyadır. 2. ÜZÜM YETİŞTİRİCİLİĞİ Eğil’de bağcılık ticari bir amaçtan ziyade ailelerin kendi ihtiyaçlarını karşılamak amacıyla yaptıkları bir faaliyet olarak hala devam etmekte ve bu alanda gübre ile ilaçlamanın dışında modern tarım yöntemleri de uygulanmamaktadır. Bağcılık bütün yıla yayılan zirai bir faaliyettir. Eğil’de Ekim sonu, Kasım başlarında ilk olarak bağ sürülür. Bahara kadar toprak dinlendirilir ve Mart ayında asmalar budanır. Birkaç gün içinde bitirilen budamadan hemen sonra toprak tekrar sürülüp asma dalları yerden kaldırılarak ağaç dallarına asılırlar. Mayıs ayında toprak bir daha sürülür. Dallar filizlenmeye başlar başlamaz ise zararlı haşerelere ve hastalıklara karşı ilaçlama yapılır. Haziran ayının sonlarında dallar tomurcuk açmaya başlar. Ağustos ayı sonlarında olgunlaşan üzüm, mevsimsel sıcaklığa bağlı olarak Eylül sonlarına doğru veya Ekim başlarında hasat edilir. 3. ÜZÜM ÇEŞİTLERİ Eğil ilçesi karasal iklimin hüküm sürdüğü bir coğrafyada kurulmuştur. İklim üzüm çeşitleri için uygun olmakla beraber daha çok Öküzgözü, Besni, Dımışki, Boğazkere, Sultani, Hatun Parmağı, Çekirdeksiz Kırmızı, Yeşil üzüm vb. çeşitler yetiştirilmektedir.1 4. BAĞ BOZUMU VE KULLANILAN ALETLER Ağustos sonlarına doğru olgunlaşmaya başlayan üzüm, Eylül sonları ile Ekim başlarında hasat edilmeye başlanır. Hayvanların sırtında ya da motorlu araçlar vasıtasıyla kasalarda veya örülmüş büyük sepetlerde taşınan üzüm ilk önce yıkanır, suyu süzüldükten sonra me’sre (Arapçadan gelen bu kelime sıkmak anlamına gelir) denilen ve yekpare kayanın oyulmasıyla veya betondan yapılmış teknelere konulup çizmelerle ezilir ve bir havuzda toplanan şıra (şire) plastik bidonlarda depolanır. * [email protected] 1 Dicle üniversitesi 14 Ezilen üzüm salkımları daha sonra un torbasına doldurulup üzerine taş bırakılır veyahut bir mengeneye alınarak sıkılır ve böylece tüm şıra çıkarılır. Üzüm artıkları ise hayvan yemi olarak kullanılır. Bağbozumu için en yaygın olarak şu aletler kullanılır: Büyük kazan, leğenler, kürekler, süzgeçler, kevgirler, çizmeler, mengene, savanlar, kasalar, ağaç dallarından örülmüş sepetler, mala vb. 5. ÜZÜM ÜRÜNLERİ 5.1. Pestil (Bastık-Bastuk) Şıra kazana konulur ve isteğe bağlı olarak kaynatılmadan önce süt veya ayran karıştırılabilir. Kaynatılmaya başlanan şıraya daha sonra un karıştırılarak bulamaç elde edilir. Ceviz ağacından yapılmış olan kürekle bulamaç karıştırılırken yıkanmış susam bulamaca karıştırılır ve kıvamını buluncaya kadar karıştırılmaya devam edilir. Daha sonra bakraçlara doldurulan bulamaç, düz damda serilmiş olan dikdörtgen şeklindeki çarşaflara (savanlara) dökülüp mala-kevgir yardımıyla düzgünce-ince bir şekilde, bulamacın her yana eşit olarak yayılması sağlanır. Savanın üzerine ceviz, badem, kayısı çekirdeği atılır. Pestilin savanlardan soyulması zamanı geldiğinde ise pestilin serili olduğu çarşaf, diğer temiz bir çarşafın üzerine ters çevrilir ve su ile ıslatılır. Daha sonra yumuşayan pestil çarşaftan çıkartılır. 5.2. Pekmez Kazana doldurulan şıraya süt karıştırılarak kaynatılmaya başlanır. Kaynadıkça şıranın üstünde köpük oluşmaya başlar. Bu köpük süzgeç ile alınır. Daha sonra kazanın üzerinde karşılıklı olarak iki kişi su geçiren bir bez tutar ve kaynayan şıra bir kepçe ile bu beze doldurulup kaynayan şırada oluşan tortular bu sayede alınır. Böylece pekmez daha saf ve kaliteli hale gelir. Kaynayan pekmez kıvamına gelince ocaktaki ateş söndürülür ve soğumaya bırakılır. Soğuyan pekmez plastik bidonlara doldurulur. Pekmez çeşitli şekillerde hazırlanıp tüketilebilir. Pekmez kaynarken kurutulmuş incir karıştırıp pekmezi daha sonra reçel gibi tüketmek de mümkündür. Kışları kar yağınca pekmeze kar karıştırıp cevahir denilen dondurmaya benzer güzel bir tatlı oluşturulup tüketilebilir. Yumurtalı, tereyağlı pekmez de yapılmaktadır. 5.3. Pekmez Helvası Şıra kazana konulduğu esnada yine pestil ve pekmezde olduğu gibi süt konulabilir. İki saate yakın kaynatılır ve pekmezde olduğu gibi kazan üstünde bir bezi iki kişi karşılıklı tutarak kaynayan pekmez beze konulup tortuları alınır. Kaynatılmaya devam edilirken bir yandan un ilave edilir diğer yandan ceviz ağacından yapılmış kürek ile karıştırmaya devam edilir. Bir saat daha kaynatıldıktan sonra ateş söndürülüp oluşan helva kürekle leğenlerde soğutulmaya bırakılır. Yirmi dört saat geçtikten sonra helva tüketilmek üzere plastik bidonlara veya keçi- koyun postuna konularak korunur. 5.4. Kesme Üzüm şırası kaynatılır, kazanın altındaki ateşin harareti söndürülüp şıranın sıcaklığı alınır ve daha sonra temiz bir çarşafla süzülür, tekrar kazana doldurulup iki saate yakın kaynatılır. Ateşin harareti alınıp un getirilir. Ceviz ağacından yapılmış kürekle erkekler kazandaki kaynayan şırayı karıştırırken bayanlar da avuçlarıyla unu 15 azar azar kaynayan şıraya koyar. Kaynayan şıranın üzerinde beyaz baloncukların oluşması helvanın kıvamına geldiği ve ateşin söndürülmesi gerektiği anlamına gelir. Daha sonra helvayı kazandan çıkarmak için kullanılan çelik bir kürek, helvanın yapışmaması için şıraya veya pekmeze batırılır. Erkekler kürek ile helvayı kazandan çıkarıp leğene koyarken kadınlar ise küreğin etrafına yapışan helvayı temiz bir mala ile temizler. Helvanın koyulduğu leğenler temiz bir örtü ile örtülüp gece soğuğuna bırakılır. Sabah erken saatlerde (seher vakti) leğenler damlara veya güneş alan yüksek bir yere çıkarılır ve bolca un serilmiş örtünün üzerine leğenler ters bırakılarak kalıp çıkarılır, ekmek bıçağı ile helva dilimler şeklinde kesilir. Üzerine un serilmiş çarşaflara bu kalıplar tek tek yerleştirilir ve kuşların zarar vermemesi için birileri bekçilik yapar. Birkaç gün boyunca bu kalıplar daha iyi kurumaları için çevrilir. Kesmeler kuruyunca toplanıp sepetlere veya sandıklara bırakılır. Pestil için hazırlanan bulamaçtan da kesme yapılabilir. 5.5. Dövülmüş Pekmez Pekmez normalinden biraz daha fazla kaynatılır, soğuduktan sonra bidona konulup soğukların gelmesine kadar (kırk gün) dinlendirilir. Daha sonra bir leğene bırakılıp yirmi gün boyunca sabah, akşam yarım saat ellerle çırpılır. Bilahare susam, ceviz, kurutulmuş incir bırakılabilir. Böylece dövülmüş pekmez tahin gibi tüketilmeye hazır hale gelmiş olur. 5.6. Sucuk Eğil’de ceviz, badem, meşe palamutlu veya sade sucuklar yapılmaktadır. En çok bademden sucuk yapılmaktadır. Bademler yumuşamaları için iki gün suya bırakılır ve daha sonra ipe geçirilerek güneşte biraz kurutulur. Hazır hale gelen bademler helvaya veya bulamaca tekrar tekrar batırılıp kurutulmaya bırakılır. Sucuk bağ bozumunun eğlence boyutunu da yansıtır çünkü ince fıstık, meşe ağacı dalları ile çeşitli şekillerde (insan, at, el vb) figürler yapılarak bunlardan da sade sucuklar yapılır. Özellikle fıstık ağacından yapılanların çok güzel bir kokusu olur. 5.7. Kurutulmuş Üzüm Çekirdeksiz veya kara üzümler toplanır. Kaynatılan su, bir metal leğendeki salkım üzümlerin üzerine boşaltılır ve üzüm derhal çıkarılıp başka bir leğene bırakılır ve üzerine yağ (çoğunlukla tere yağı) dökülür. Daha sonra yağını yiyen salkımlar güneş alan bir yerde serilmiş olan temiz bezin üzerine serilerek kurutulmaya bırakılır. Kuruyan üzüm taneleri çöplerinden ayrılıp ağaç dallarından yapılmış sepetlere bırakılır. 5.8. Konserve Şıra Kaynatılan sade şıra soğutulup şişelere konularak buzdolaplarına bırakılır ve kışları istenildiği zaman bunlardan bulamaç yapılıp evde tüketilir. 5.9. Ölü Helvası: Genelde ölüm vak’alarında misafir ve komşular için hazırlanmakla beraber aslında kışın evlerde tüketilmek amacıyla yapılan hamurlu bir tatlı çeşididir. Un bir 16 tencereye konulup kısık ateşte kavrulur ve azar azar pekmez dökülür. Tencereye yapışmayacak kıvama gelince tereyağı helvanın altına konulup helva çevrilir. Sonra isteğe bağlı olarak ceviz veya badem bırakılır. Helvanın ısısı alınınca da eller suya batırılıp helvadan parçalar alınır, istenilen şekiller verilir ve tüketilir. 6. EĞİL’DE YETİŞTİRİLEN SEBZE-MEYVE VE HAYVAN ÇEŞİTLERİ Eğil, iklimi ve toprağıyla birçok sebze, meyve ve şifalı otların yetişmesi için uygun şartların olduğu bir coğrafyadır. Her ne kadar karasal bir iklime sahip olsa da baraj göllerinin gelecek yıllarda bu iklimde bir yumuşama oluşturması ve bunun da tarım üzerinde etki bırakması olasıdır. Kısaca sıralarsak Eğil’de şu ürünler yetişmektedir; kayısı, vişne, çilek, armut, şeftali, elma çeşitleri, erik, nar, dut, ceviz, badem, fıstık, menengiç, böğürtlen, kuşburnu, ayva, yabani meyveler, incir, sumak, soğan, sarımsak, karpuz, kavun, kış kabağı, bal kabağı, kekik, henüz ismini bilmediğimiz birçok yabani faydalı bitki, nane, reyhan, maydanoz, turp, şeker pancarı (sarma için), patates, lahana, domates, biber, patlıcan, salatalık, Tahıl ürünleri olarak ise; en çok buğday, mercimek, nohut, yetiştirilmektedir. Çok az olmakla beraber mısır ve ayçiçeği de yetiştirilmektedir. Eğil de ekonomik değeri yüksek olan pamuk yetiştiriciliği de yapılmaktadır. Ayrıca Eğil’de hayvancılıkta yapılmaktadır. Balıkçılık köylerde önemli bir geçim kaynağıdır. Bunun yanında koyun, keçi, sığır, tavuk, tavşan beslenmekte ve elde edilen yoğurt, peynir, çökelek ve tereyağı ilçe ve şehir merkezinde satılmaktadır. Bazı yerlerde az da olsa arıcılıkta mevcuttur. Eğil üzümü, kalitesi nedeniyle rahatlıkla kendine Pazar alanı bulduğu gibi üzüm ürünleri de kalite, doğallık ve nezihliği dolayısıyla çok kolay bir şekilde satılabilmekte ve bağ sahiplerine maddi kazanç sağlamaktadır. Mevcut 26 köy ve 22 mezranın tümünde de bağcılık yapılmakla birlikte toprak azlığı, eğitim ve kooperatif ile altyapı eksikliği bu ürünün yetiştirilme oranını olumsuz etkilemektedir. İklim ve toprak üzüm yetiştiriciliği için son derece uygundur. Bu alanda gerekli teşvik ve yatırımlar yapıldığı taktirde üzüm ve üzüm ürünleri ilçenin gelişimine ve ekonomik büyümesine önemli katkıda bulunacak, köyden kente giderek hızlanan göçü de yavaşlatacaktır. KAYNAKLAR Eğil Kaymakamlığı Resmi Sitesi Eğil İlçe Tarım Müdürlüğü R. Ertan Anlı, Bağlar Güzeli; Üzüm ve Üzüm Ürünleri, YKY, İst., 2006 Sibel U. Parlak, Arsan Bilişli. Üzüm Pestilinin Üretimi, Özellikleri ve Tüketim Şekilleri Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi Mühendislik Mimarlık Fakültesi, Gıda Mühendisliği Bölümü / ÇANAKKALE 17 ÇERMİK VE ÇÜNGÜŞ’TE DÜNDEN BUGÜNE BAĞCILIK Mehmet Ali ABAKAY GİRİŞ Günümüzde Bağcılık, Diyarbakır’ın birçok ilçesinde ve köyünde karlı bir kazanç olmaktan çıkmış görünmektedir ve birçok bağlık alan köreltilerek, değişik bitkiler için tarım alanına dönüştürülmektedir. Diyarbakır’da yapılan bağcılık, teknik bilgiden yoksun, daha çok babadan oğula geçen bilgilerle sürdürülünce verim gittikçe düşmekte, yetiştirilen üzüm, pazarda alıcı bulamamaktadır. Böyle olunca elde edilen mahsulün, aile ihtiyacını karşılayacak derecede sınırlı tutulması için, mevcut bağlar küçültülmekte, böylelikle bağcılığın eskisi gibi devamlılığı kaybolmaktadır. Diyarbakır’ın ovalık ilçelerinde bağcılığın terk edilmesi söz konusu iken, engebeli alanlara sahip ilçelerde bağcılık gelişmektedir. Çınar’da bağcılık sadece birkaç köyle sınırlı iken engebeli araziye sahip Hani’de, Hazro’da sürülebilen alanlar, küçük de olsa bağa dönüştürülmektedir. Bu karamsar tablodan uzak olan beş ilçemiz, bağcılık alanında ileri konumdadır: Çermik Çüngüş, Ergani, Dicle ve Eğil. Toprağı bağcılığa verimli olan bu beş ilçeden en önemli olanı da Çermik’tir. Çermik’i önemli kılan yetişen üzümlerinin daha koruk iken alıcı bulması veya henüz hasad sonrası gelecek yılın üzümünün alıcı bulmasıdır. Öküzgözü ve Boğazkere üzümleri, üzüm piyasasında tercih edilen ve ülke çapında aranan üzüm çeşitleridir. Bu üzüm çeşitlerinden sonra gelen Şire üzümü de tatlılık oranı ve pekmez ile türevleri açısından en çok tercih edilen üzümdür. Elbette sadece sofralık yetiştirilen diğer üzüm çeşitleri de bulunmaktadır. Konu hakkında yaptığımız araştırmada bağcılık hakkında ilk bilgileri ve üzüm çeşitleri hakkında açıklamaları 1936’da yayınlanan Diyarbekir Yıllığı’nda görmekteyiz: “Diyarbekir Vilâyetinin en mühim bağcılık mıntıkası Çermik ve Osmaniye kazaları ile Merkezin Eğil nahiyesidir. Çermiğin hemen umum köylerinde az çok üzüm yetiştirilmektedir. Eğil de bu vaziyettedir. Çermiğin garp cephesine düşen köylerde üzüm hasılatı fazladır. Bilhassa Kuyu ve Külo haneleri namile maruf köyler bu hususile birinci dereceyi ihraz ederler. Bu kaza dahilinde en iyi yemeklik üzüm yetiştiren yer Nişnik, Palacık, Bitsin, Derezere ve Sinek köylerile kasaba bağlarıdır. Şaraplık üzüm yetiştiren mıntıka ise Yeniköy, Kuyu ve Medye Köyleridir. 24 Köyden ibaret bulunan Eğil nahiyesinde yanız Tayaran, Ferşikân, Kasan ve Gergivan köylerinde bağ yoktur. Diğer yirmi köyde 300 parçadan ibaret bağ vardır. Bu bağlar, 1-10 dönüm arasındadır. Çermik kazasında cari olan usule göre bağların tesisinde de ikişer buçuk metre aralıkla mustatil şekilde çukurlar açılır. Sıralar üzerinde dahi o kadar mesafe bırakılır. Çukurlara 50 santimetre derinlik, 20 santimetre genişlik ki, 1-1.20 metro uzunluk verilir. 110 santimetre uzunluğunda kesilen asma çubuklarının 18 40 santimetresi yarı yarıya toprakla dolu çukurlara ufkî olarak yarılır. Ve 50 santimetresi toprak sathına amudî olarak uzatılır. 25 santimetrelik bir kısmı da topraktan dışarı çıkarılır. Asmalar için en ziyade garp ve cenup marezlerindeki killi, kireçli veya kırmızı topraklar tercih edilir. Asmalara gübre vermek usulü carî olmadığı gibi bağların tesisinde dahi gübre kullanılmaz. Çubukların budanması ekseriya Mart iptidasında vaki olur. Asmaya su yürümezden evvel kuvvetine göre 6-10 göz ve kısa budama 2-3 göz üzerinde yapılır. Asmaların teksirinde en ziyade adî çelik ile âdî daldırma ve yarma kalem aşısı usulleri tatbik olunur“ (1). Diyarbekir Yıllığı’nda Diyarbakır’da yetişen üzümler şu şekilde tasnif edilmiştir: “Tahannebi, Müsebbak, Vengi, Kızıl Vengi, Şekeri, Şamî, Hatun Parmağı, Öküzgözü, Cılk Vengi, Şarap Üzümü, Sergi Üzümü, Sulu Morik, Şira Üzümü, Kış Kırmızısı, Tilki Kuyruğu, Gerger Şira Üzümü, Kirpet Üzümü, Yediveren, Mandalavat, Hapişli, Ağ Migeri, Kara Migeri, Kuş üzümü, Hassanî, Gildan, Apderî, Mazrunî, Tüzye, Samurî, Habbo, İstanbul, Kâfiran, Asurî, Bey Üzümü” (2). Diyarbakır’da yanlış kanı, bu üzümlerin sadece şehrimizde yetiştirildiğidir. Günümüzde bu üzüm çeşitlerinin bir kısmı körelmiş, unutulmuş durumdadır. Kuru üzüm için birinci derecede belirtilen çeşitler ise şunlardır: “Hassanî”, “Vanki”, “Kızıl Vanki”, “Şamî” ve “Hatun Parmağı”. Şarab için tercih edilen üzüm çeşitleri için de “Mazrunî” ve “Kara Üzüm” belirtilmektedir. Çermik konusunda arada bir çıkmış dergilerden başka, bugüne kadar yayınlanan iki müstakil kitap vardır. Bu kitaplardan biri Çermik, öbürü “1960’lı Yıllardan Bir Kesit Çermik“ ismini taşımaktadır (3). Hamdullah IŞIK’ın Çermik ismiyle hazırladığı ve ilçeyi dört bir yönüyle ele aldığı eserin üzüme ayrılan bölümünde bilgiler yer alır. Nurettin DEĞİRMENCİ’nin Çermik’ten kesitler sunduğu eserinde “Bağbozumu” başlıklı bölüm, dikkat çekicidir. Bu bölümde, kuru üzümün yapılması, şıra üzümünün toplanması, üzümün ezilmesi, kazanlarda kaynatılması, pekmez, pestil, sucuk ve kesme yapımı, üzüm posasından sirke yapımı, hatta bağbozumunda yapılan kavurma ayrıntılarıyla ele alınır (4). Çermik, Diyarbakır’ın diğer ilçelerine oranla üzümün en çok yetiştirildiği ilçedir 30.000 dekarlık alanda bağcılık yapılmakta olan ilçede il standardının çok üstünde bir verim söz konusudur. Bağcılık, arazisi olan herkesin uğraştığı, toprağının bir bölümünü ayırdığı uğraş alanıdır. Bağcılığın yaygın olduğu alan, ekstansif tarımın dışındadır. Engebeli alanda yapılan tarım, düz alanda diğer sebze ve meyve üretiminin yapılmasına, özellikle tahıl ve kısmen hububatın yapılmasına ayrılmıştır. 19 1. ÇERMİK’TE BAĞCILIK 1.1. Çermik Üzüm Çeşitleri Bağcılık, tamamıyla sektörel alanda, ticarî bir uğraştır. Üzüm yetiştiriciliği, Kuyu, Elifuşağı, Kalaç olmak üzere diğer köylerde öküzgözü ve Boğazkere üzümü ağırlıklıdır. Üzüm piyasasında bu iki üzüm çeşidi, ürün sahibinden, ürün olgunlaşmadan parası ödenerek, satın alınır, fabrikalarda işleme tabii tutulması için özel müşterilere satılır. Sofralık üzümler Şire, Avderî, Taannebî olmak üzere çeşitlilik arz eder. Şire üzümden pekmez, pestil, sucuk, helva, kesme yapılmaktadır. Üretilen şıra cinsi üzüm ürünleri Diyarbakır ve civar illerde alıcı bulmaktadır. 1.2. Çermik Üzümünün Özelliği Çermik üzümünü kaliteli kılan en önemli husus, bağcılıkta sulama yapılmamasıdır. Güneş gören toprağın organik bağcılığa elverişli olması, sunî gübrenin kullanımını da ortadan kaldırmaktadır. Özellikle Kuyu, Elifuşağı ve Kalaç Köyü üzümlerinin kendisine has bir aromaya, tada sahip olmasının sebebi mikroklimal özellikten kaynaklanmaktadır. Çizelge 1. Çermik’te Tarım Alanlarının Dağılımı (5). Tarım Alanının Kullanılış Şekli Alan/Ha Tarım Alanına % Oranı Tarla Arazisi MGD Kayıtlarına Göre 18.800 53,03 Nadas 88 0,24 Bağlık Alan-MGD Kayıtlarına Göre 1800 5,07 Sebze Arazisi MGD Kayıtlarına Göre 245 0,69 Meyvelik Arazi MGD Kayıtlarına Göre 54 0,15 Kavaklık 10 0,02 Çayır-Mera 14.448 40,76 TOPLAM 35.445 100.00 20 Çizelge 2. Çermik Genelinde Yetiştirilen Ürünlerin Dağılımı (6). İşletme Sayısı Arazi Sayısı Buğday (Makarnalık) Buğday (Ekmeklik) 2480 782 11332 3181 Ekili Alan (da,m2) 143.183,053 39.158,424 Üzüm Sofralık (Çekirdekli) 1507 2313 14.477,863 Pamuk Üzüm (Şaraplık) Arpa Karışık Sebzelik Çeltik Ayçiçeği (Yağlık) Nohut Mercimek kırmızı Nadas Antep fıstığı Karışık Meyvelik Karpuz Badem Yonca Fiğ Mısır (Dane) Nar Ceviz Bamya Patlıcan Mürdümük Kavaklık Susam Burçak Kiraz Biber (dolmalık) Çayır/Mera GENEL TOPLAM 294 136 157 706 23 38 53 38 16 20 38 10 10 8 5 4 4 2 3 3 1 6 1 1 1 1 1 3329 672 148 285 928 63 59 73 106 38 20 49 13 11 10 8 4 6 2 3 3 1 8 2 1 1 1 1 19342 7.894,843 4.042,878 3.399,999 2.323,213 2.284,522 1.598,307 1.377,689 1.311,313 843,158 248,497 224,122 211,588 157,117 79,152 51,218 47,120 22,643 19,750 17,085 13,550 12,285 10,779 10,664 7,000 5,200 5,000 3,656 223.041,688 Ürünler 21 Diyarbakır’ı konu alan araştırmalar, kaynak kitaplar, geziler... Sıcak bir temmuz günü… Ergani’den ayrılırken Çermik’e yöneliyoruz. Makam Dağı’ndan sabahın erken vakti inerken, Çermik’e gidiş…30 km. yolu kısa sürede alıyoruz. Sağlı-sollu üzüm bağları. Kimi yerler ekilmemiş, nadasa bırakılmış… Yeşillikler başlayınca anayolun iki tarafında belirginleşen yapılar…1971’de uğramışlığım var, Çermik’e…. Ailece gittiğimiz Çermik ve gördüğümüz Çermik, birbirinden farklı görünüyor. Kırk yıl öncesi ile sonrası… 1.3. Kırk Yıl Önce Çermik Aklımda kaldığı şekliyle özetlemek istiyorum, kırk yıl öncesini. Kaplıcalar, ilçe merkezinden oldukça uzaktı. İki katlı kerpiç oteli hatırlıyorum… Yine sıcak bir yaz günü… Kıştan biriktirilen kar yığını ve soğuk su içmek için almaya mecbur olduğumuz Cemed (kışın bastırılan kar)… Buzdolabının ilçelerde olmadığı o yıllarda cemedin nasıl yapıldığını soruyorum, küçük yaşımda… Kışın toplanan kar yığını, bastırılarak sıkıştırılıyor. Sıkıştırılan kar yığınına yeniden ekleme yapılıyor. Bu işlem en son yağan kar’a kadar devam eder…Havayla temasını önlemek için, ara tabaka olarak saman, samandan önce örtü… Toprak ve saman… Kaç kez bu işlem yapılıyor? Bilmiyorum. Fakat bana anlatılanın yıllar sonrasında hatırımda kalanları bunlar... Yaz aylarında bu kar yığınlarının bir köşesinden açılarak testere ile kalıplar şeklinde kesilir ve parça parça satılırdı... Tabi, dakikalarca sırada bekledikten sonra, O kar’ı satın almak da ayrıcalıktı... Yaz ortasında kar soğuğu su içmek... Hele “karlı ayran” içmenin verdiği haz... Tarifi imkânsız... Pazar çarşısından aldığımız Kenger Sakızı (kenger bitkisinin gövdesi kesilerek çıkan sütten sakızı elde edilirdi)… İpe dizilmiş kirli sarı-beyaz renkte… İstenildiği anda nasıl çiğneneceği, çiğnenmeden önce yapılacak işlem anlatılıyor, satıcı tarafından. İlk aldığımızda yorulan çenemiz ve bir türlü yumuşama emaresi göstermeyen sakız… Sonrasında sıcak suya bıraktığımızda yumuşadığını gördüğümüz sakızın, çikletlere oranla farklı tadını anlıyoruz, çiğneme esnasında. Çermik… Kırk yıl sonrasına dönüş…. Salgın bir hastalık olan uyuza, aşırı kaşıntılara “tedbir” diye uğradığımız kaplıca… Ailece kaplıcaya sabah, öğle ve akşamüzeri gidiyoruz… Her gidişimiz bir düğüne gidercesine şatafatlı…Farklı bir ilçeden gelenler olarak yabancı olduğumuz ortada. İki katlı kerpiç otelin bir odası bize ait… Yatma, dinleme ve mutfak, içice olan mekânda yer olarak paylaşılmış biçimde. Otelin aşağısında meşeodun kömürü satılmakta... Kırk yıl önce piknik tipi tüp gaz ya yoktu ya da bizim gibi dar gelirli aileler tarafından bilinmiyordu. Yemekler, ocakta pişiriliyor. Geniş otel avlusunda herkes, hazırladığı ateşte yemeğini pişirme telaşında. İkinci gün ilçede gezinti var… Çok iyi hatırladığım Merkez Camii, diğer ismiyle Çeteci Abdullah Paşa Medresesi. Üstü kapalı Pazar yeri ve köylünün satış tezgâhları. Kurutulmuş incir, kuru üzüm, sebzeler ve mevsim meyveleri… Yoksulluk diz boyu, âdeta… yapılan alış-veriş. Otel sahibi, sözü geçen biri olmalı… O dönemde çocuk başımıza Çermik’i anlamak oldukça zor, konuşulanları da. Gelip giden sırt çantalı, tuhaf 22 giyimli, konuştuğumuz dilin yabancıları var... ’’Turist’’ kelimesini ilk kez işitiyorum. Otel sahibi, yabancı dil biliyormuş. Kaldığımız kaplıca, en büyük olanı… Kadınlar ayrı erkekler ayrı hamamlarda şifa bulmak için suya giriyor... Suya ilk girişte nefes almak oldukça zor… Su sıcaklığına alışkanlık, mecburiyet. Ya kaşınmanın dayanılmaz sıkıntısı ya rahatlık… Kil ile yıkanan saçımız, güneşte pırıl pırıl... Kaplıcada sabun paralı… Aldığımız sabunu idareli kullanıyoruz. Günler oldukça çabuk geçiyor. On günün sonunda kapıları iplerle tutuşturulmuş, her tarafı âdeta dökülen otobüsün üstüne bırakılıyor, kap-kacak… Markasını bir türlü hatırlamadığım otobüs, dar yolda homurtulu sesler çıkararak ilerliyor...Çocuk halimiz… Çiğnediğimiz Çermik sakızı, elimizde tahtadan yapılmış salıncak ve cebimizde arada bir kaybolmasın endişesiyle yakaladığımız üç-dört minik sabun. Dün gibi kırk yıl geçerken kim derdi ki, Çermik’i anlatacak ve bugüne taşıyacağız kırık-dökük cümlelerle... 1.4. Kırk Yıl Sonra Çermik 2000’li, Yıllar… Yerel gazeteleri denetlemek için ilçeleri dolaşıyoruz. Çermik’e geldik, ikinci kez… Sonrasında il yıllığı hazırlama amacıyla üç kez gelişimiz var… Bir kuruluşun gecesinde şiir okuma daveti… 2004 senesinde “Çermik Melike Belkıs Hatun” adına yapılan Kaplıca Festivali’ne gelirken Çermik’le ilgili, “Çermik 2004” adı ile Çermik Kaymakamlığınca Hamdullah IŞIK tarafından hazırlanan tanıtım çalışması ulaştı, elimize. Bu çalışma öncesi Çermik’e ilişkin Nurettin Değirmenci’nin felsefi ağırlıklı ve özgün kitabını okumuştuk. Beldeler Dergisi Çermik sayısı, Kara Amid Dergisi’nde yer alan Fahrettin Kırzıoğlu’nun Çermik Notları… Çermik’i gezip dolaşırken, emeklilik sonrası kendisini fotoğrafa, Çermik’e adayan Mustafa beyle tanıştık ikinci kez. Diyarbakır’da açtığı fotoğraf sergisinden sonra söz verdiğimiz fotoğraf sanatçısını mekânında ziyaret ettik, kendisini. Çermik’e ait ne bulduysa, müzecilik anlayışıyla toplayan ve sergileyen Mustafa Bey, ilçede manevi şahsına münhasır bir kişilik… Yıllar sonra dolaştığımız kaplıcalar… Kükürdün yoğunlukta olduğu kaplıcalar… Halen dış görünümüyle orijinalliğini koruyan beyler sarayı, Çeteci Abdullah Paşa Medresesi, Ulu Cami, Çermik Hamamı… Uzun süren yaya gidişle vardığımız Şeyhan Dede Şelalesi...Haburman Köprüsü’ne giderken sağda yalnızlıkla baş başa kalmış tekke… Beyaz taştan yapılan kitabelerinin çoğunu satır satır rüzgara, yağmura, insan tahribatına yenik düşen Haburman Köprüsü, gözelerden içilen berrak su… Yudumlanan sımsıcak çaya eşlik eden yufka ekmek... Üzüm şırası, pestil, cevizli-bademli pestil sucuğu, helva… Gezdiğimiz yerlerde artık göremediğimiz kenger sakızı … Kırk yıl sonrasında Çermik hakkında yazı yazmak…Çermik’in hakkında anlatılan efsanelerin başlıcaları Melike Belkıs Hatun ile Gelincik Dağı hakkında anlatılanlar...Kaplıcaların faydalarını ön plana çıkaran efsaneler, hemen hemen aynı özellikler taşır. Belkıs Hatun’un ne zaman yaşadığı 23 bilinmese de kaplıcanın önemini insana hatırlatan, şifa yönünü ön planda gösteren efsane Çermik’in tanıtımında oldukça önemlidir. Yaraları iyileşmeyen ve tek başına ağaçlık alana bırakılıp, ölümü bekleyen genç bir kız… Kısa zaman da iyileşen yaralar ve bu yaraları iyileştiren kaplıca… Gelincik Dağı Efsanesi’nde taş olanların hikâyesi vardır. Kadîm Anadolu Mitolojisinde bu tarz yakıştırmalar çoğunluktadır. Hazro’da bir yerleşim alanının ortadan kalkması, bir hamile kadının bedduasına bağlanır. Çınar›dan Bahteri köyüne giderken yol kenarındaki kayalardaki şekiller, taşlaşan gelin ve damada atfedilir. Güneydoğu insanın temel besin maddesi olan ekmek›e kutsallığın atfedildiği efsanede, ekmeğin saygınlığının ön plana çıkarıldığı muhakkaktır. Efsanenin, taş kesilen alayın cezalandırılmasında yine ekmeğe saygınlık ön plandadır. Gelincik Dağı, Kapadokya›dan eksik yönü olmayan görsel güzelliğe sahiptir. Turizme kazandırılması, kaplıcalarla bütünlük sağlaması açısından ilçe tanıtımında büyük katkı sağlayacaktır. Turizm merkezinde ulaşımı sağlama amaçlı teleferik uygulaması burada da hayat bulmalıdır. Sinek Çayı yakınında ortaya çıkartılan kaya resimleri de tarihi açıdan önem taşımaktadır. Bu özelliğin ilçenin dışa açılımında etkili olacağı muhakkaktır. Çermik’in Gelincik Dağı ve kaplıcaları yanında ayağa kaldırılması gereken kalesidir ki ilçeye hâkim dağda yeniden inşa edilecek kale, termaller üzerinden yükselttiği zaman, ilçenin en büyük eksikliği tamamlanmış olur. Kırk yıl önce ve kırk yıl sonra Çermik’e dair aslında söylenecek çok şey vardır... 2. ÇÜNGÜŞ’TE BAĞCILIK Çüngüş’te bağcılık, Çermik’teki bağcılıktan farksızdır. Yalnız son yıllarda mevcut bağların gittikçe yaşlanması, bağcılığın önünde bir çıkmaz oluşturmuştur. Bu sebeple sağlanan destek sonucu 14,450 aşılı bağ çubuğu ile 145 dekarlık alanda ekim ve bakım çalışmaları yapılarak Çüngüş’teki bağcılık canlandırılmak istenmiştir. Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakfı’nın 1997 senesinde 15 aileye onar dekarlık örnek bağ tesisi yapması, bağcılığa verilen önemden kaynaklanmaktadır. Çüngüş’ün baraja yakın oluşu, iklim şartlarını zaman içinde değiştirmiştir. Bu şartlara Çüngüş’ün rakımı da dahil edilmelidir. Çermik’e 20 kilometre yakın olmasına rağmen Çermik ve Çüngüş üzümü arasında bu yüzden biraz farklılık vardır. Yine de Sinek Çayı ve Çüngüş arasında kalan bölümdeki bağların verimliliği Çermik Üzümü kalitesindedir. Yine de Çüngüş’te yapılan çalışmalar, ilerideki yıllarda bağcılık alanında verimin sağlanması hususunda önemlidir. Çermik’e duyduğumuz ilgi, bundan kırk sene önce başladı. Bu hususta yayınlanan bir makalemizde Çermik’e ilgi duyanlar için yeterince bilgi olduğu kanaatindeyim. Bu bildirinin sonunda dipnot kısmında bu makaleye Çermik’in daha iyi tanınması için yer veriyoruz (7). 24 3. SONUÇ Bildirimizde belirttiğimiz şekilde özellikle Çermik’te bağcılık, ilerideki yıllarda alternatif geçim kaynaklarından biridir. Mermer alanında yoğunlaşan yatırımlar, bağcılık alanında da yoğunlaşırsa ekonomik kalkınma daha çabuk gerçekleşir. Çermik’te bağcılığı tehdit eden mermer ocaklarındaki mermer tozlarının oluşturduğu aşırı derecedeki hava kirliliğinin de önüne geçilmelidir. Bağcılık alanında şahsî ticaretin kooperatifleşme süreci ile ortadan kalkması üretici ve tüccar arasındaki üzüm fiyatlarını dengeler. Kooperatifleşme ile üzümden yapılan birçok ürünün de üretimi, paketlenmesi, satışa sunulması mümkündür. Günümüzde üreticilerin yaptığı çalışmalar, ürünün piyasada tanınması için yeterli değildir. Boğazkere ve Öküzgözü üzümleri şarapçılık alanında tanınmasına rağmen, pestil, sucuk, kesme, sirke gibi ürünlerin de bu denkli tanıtılması gerekir. Diyarbakır Tekel Fabrikası’nın kapatılması da üreticilerin ürünlerini toplu olarak yerinde ucuz bir fiyatla kimi zaman elden çıkartmalarına sebebiyet vermektedir. Elbette Çermik için belirttiğimiz hususlar, ilçeye 20 kilometre yakınlıkta olan Çüngüş için de geçerlidir. Daha doğrusu bu bildiride Çermikî ele alırken beraberinde aynı alanda olan Çüngüş’ü de bağcılık yönünden tanıtmaya çalıştık. Ergani her ne kadar Çermik ve Çüngüş’ten nüfus ve ekonomik gelişme bakımından ileride ise de Bağcılık alanında yapılacak yatırımlardan Ergani de yararlanabilir düşüncesindeyiz. KAYNAKLAR 1. KONYAR Basri Diyarbekir Yıllığı. Sayfa 142 -144. Diyarbakır 1936 (Bu bölümde dönemin yazım özelliklerine bağlı kalınmıştır. Sadece ana metinde geçen “santimetro” kelimesi “santimetre” olarak değiştirilmiştir. M.A.A). 2. age sayfa 143-144. 3. DEĞİRMENCİ Nurettin. 1960’lı Yıllardan Bir Kesit, Çermik. s 236-240 Kendi Yayını Mersin 2002. 4. IŞIK Hamdullah Çermik Çermik 2004. 5. İlçe Tarım Müdürlüğü Verileri- 2011. 6. Çermik’e dair bu makalemiz, www.edebiyatdostlari.com ile www.tyb. org.tr sitesi’nde yayınlanmıştır. 25 ÇÜNGÜŞ İLÇESİ BAĞCILIĞI VE ÜZÜM ÜRETİCİLERİNİN ÖRGÜTLENMEYE BAKIŞ AÇILARI Songül AKIN1 Remziye CENGİZ2 İnanç ÖZGEN3 Fatma ÖCAL KARA4 ÖZET Bağcılılık Türkiye’nin en önemli tarımsal alanların başında gelmektedir. Bağcılık Türkiye’de üreticinin geçimi için önemli bir rol oynamakla birlikte ülke ekonomisine de önemli katkılar sağlamaktadır. Güneydoğu Anadolu bölgesi bağ alanlarımızın yaklaşık %25’i, üzüm üretimimizin ise yaklaşık %15’ini karşılaması nedeniyle önemli bir potansiyele sahiptir. Bu bölgede Diyarbakır ili Çüngüş ilçesi ülkemizin en kaliteli şaraplık üzüm çeşitlerinden olan Öküzgözü ve Boğazkere yetiştiriciliğinin yoğunlaştığı bir yöredir. Bu çalışma 2010 Nisan ayında yapılmıştır. Çalışma ile bu yöredeki üzüm üreticilerinin üretimden pazarlamaya kadarki tüm aşamalarda yaşadıkları sorunlar ile bu sorunların çözümüne yönelik örgütleneme biçimleri ile bu örgütlenme yapılarına bakış açılarının belirlenmesi amaçlanmıştır. Bu amaçla Çüngüş ilçesinde bağcılık yapan üzüm üreticileri ile yapılan anket çalışmaları ve nitelikli sohbetlerden elde edilen birincil kaynaklı veriler ile Tarım ilçe müdürlüğü elde edilen ikincil kaynaklı veriler kullanılmıştır Çalışma sonucunda, üreticilerin sadece % 36.9’unun daha önce tarımsal bir kooperatife üye oldukları ve bu üyelerin % 96.7’sinin kooperatif hizmetlerinden hiç memnun olmadıkları görülmüştür. Kooperatiflere karşı yargının oluşmasında katılımcıların %44.5’nin olumlu bir kooperatif örneği olmamasını neden göstermişlerdir. Anahtar Kelimeler: Örgütlenme, bağcılık, üzüm üreticileri, Çüngüş. Yrd.doç.Dr.; Dicle Üniversitesi Ziraat Fakültesi Bahçe Bitkileri Bölümü, 21280 Diyarbakır e-mail :sakin @dicle.edu.tr 2 Dicle Üniversitesi Ziraat Fakültesi Bahçe Bitkileri Bölümü öğrencisi 3 Yrd.doç.Dr.; Dicle Üniversitesi Ziraat Fakültesi Bitki Koruma Bölümü, 21280 Diyarbakır e-mail: ozgen @dicle.edu.tr 4 Arş.Gör.; Harran Üniversitesi Ziraat Fakültei Tarım Ekonomisi Bölümü 63280 e-mail: [email protected] 1 26 ABSTRACT Many crops can be grown easily in Turkey due to its suitable soil and climate conditions. Among these crops, production amount of grape is greater than amount of other fruits. South East Anatolian region of Turkey comprises 25% of total vineyard area of Turkey and supply %15 of total grape production of Turkey. In this region, Diyarbakır province Çermik district is the main grape growing location for Öküzgözü ve Boğazkere varieties for vine production. The present study aims to determine problems of grape growing and problems of grower’s organizations. For this purpose, surveys data from Cermik county vineyard grape growers and direct conversations with them used as the primary source, information from Agriculture district offices and development cooperation, are used. Operating as a result, 36.9% of producers ‘flour before being members of an agricultural cooperative, and that 96.7% of members’ services to give the cooperative was not at all satisfied. Against the judiciary, the formation of cooperatives, 44.5% of the participants’ lack of a positive example of co-operatives have demonstrated why. Key Words: Organization, Viticulture, Grape Grower’s, Çüngüş. 1. GİRİŞ Yaklaşık 7500 yıl önce Anadolu da kültüre alınan asma, her zaman bu bölgede toplumsal ve ekonomik yaşamında önemli katkılar sağlamıştır (Ergenoğlu ve Tangolar 2000). Ülkemizde üzümler genellikle sofra, kurutmalık ve şaraplık olarak değerlendirilmektedir. Milli ekonomide küçümsenemeyecek bir paya sahip olan bağcılık sektörü, üretim ve değerlendirme aşamasındaki bir çok sorundan dolayı bir gerileme sürecine girmiştir (Çelik ve ark, 1998). Üretici merkezlerinde faaliyet gösteren aracılar, birbirinden çok farklı şekilde çalışan simsarlar, komisyoncular, nakliyeciler, tüccarlar, tüccar komisyoncular, nakliyeci tüccarlar, satıcı üreticiler ve kooperatiflerdir. Hal yasası hallerde kooperatiflerin dolayısıyla üreticilerin öncelikle yer almasını öngörmesine rağmen, uygulamada üretici bölgesi hallerde komisyoncu ve tüccar komisyoncular ağırlık göstermektedir (Günes ve ark, 1986). Üreticilerin etkin olmadığı bir yapının yanı sıra üreticilerin finansman gereksinimleri Komisyonculardan karşılamaları ve örgütlü olmayışları, buna karşın komisyoncu ve tüccarların dernek ve kooperatifler adı altında örgütlenmeleri üreticilerin fiyat oluşumundaki etkilerini azaltmaktadır ( Hatırlı ve Yurdakul, 1992). Tarım sektöründe kaynakların sınırlı olması, doğal koşullara bağımlı olarak yüksek risk faktörü taşıması, ürünlerin muhafaza koşullarının özel olması, pazarlama alt yapısındaki aksaklıklar ve arz talep uyumsuzluğundan kaynaklanan fiyat dalgalanmaları nedeniyle örgütlenme gerekliliği önem kazanmaktadır (Kiracı ve Özdemir, 2005). Ülkemizdeki tarım sektörünün örgütlenme deseni ve örgüt yelpazesinin oldukça geniş olduğu görülmektedir. Ancak, Türkiye’de tarım sektö- 27 ründe mevcut organizasyon modellerinin yeterli ölçüde etkin olamadıkları ve mevcut organizasyonlar açısından bir kavram karmaşasının olduğu da açıkça görülmektedir (Yercan, 2007). Diyarbakır ilinde tarımsal kooperatifler sayısal olarak diğer gelişmiş illerin çok gerisinde olmamasına karşılık, mevcut örgütlenmelerin nitelik ve etkinlikleri açısından diğer illere göre çok daha evvelki bir düzeyde olduklarını söylemek mümkündür. Yörede kooperatif örgütlerinin genel olarak ortaklarına pazarlama girdi temini ve teknik destek sağlamadığı 2009 yılı içerisinde ilde mevcut kooperatiflerin %23’nün muaccel olduğu bilinmektedir (Anomin, 2010 a ). Bağcılık ülkemizde hemen hemen tüm bölgelerde bağcılığa uygun iklim ve toprak isteklerinin mevcut olması nedeniyle önemli bir faaliyet olarak çok eski tarihlerden bu yana yapılmaktadır. Güneydoğu Anadolu bölgesi bağ alanlarımızın yaklaşık %25’i, üzüm üretimimizin ise yaklaşık %15’ini karşılaması nedeniyle önemli bir potansiyele sahiptir (Akın ve Özdemir, 2010). 2. MATERYAL VE YÖNTEM Çalışmanın ana materyalini Diyarbakır ili Çüngüş ilçesinde bağcılık yapan üreticiler ile yapılan anket ve nitelikli sohbetler ile elde edilen birincil kaynaklı veriler ve Tarım il Müdürlüğü, Çiftçi Kayıt Sistemi ve Türkiye İstatistik Kurumundan elde edilen ikincil kaynaklı veriler oluşturmaktadır. Çalışmanın sosyo kültürel çerçevesinin de bulunması nedeniyle nicel deneysel çalışmanın yanında nitel bilimsel araştırmaya da başvurulmuştur. Niteliksel araştırmada; görüşme katılımcı gözlem, doküman analizi veya diğer tekniklerle birlikte kullanılabildiği için (Özdamar, 1999) nicel araştırma tekniği ile birlikte kullanılmıştır. Yapılan nitelikli sohbetlerin soruları ise anket uygulamasına çıkmadan önce yapılandırılmıştır. Araştırmanın ana kütlesi Çüngüş ilçesinin 37 köyünde ÇKS kayıtlarına göre 400 dekarın üzerinde bağ arazisi olan köylerdeki üreticiler olup örneklem büyüklüğü tesadüfî örneklem yöntemiyle bulunmuştur. Hesaplamada şu formül kullanılmıştır; n= Z2*N*P*Q/(N*D2+Z2*P*Q Bu formüle ait açıklamalar aşağıdaki gibidir. n= Örnek büyüklüğü Z= Güven katsayısı(%95’lik güven için bu katsayı 1.95 alınmaktadır) N= Ana kütle büyüklüğü P= Ölçmek istediğimiz özelliğin ana kütlede bulunma ihtimali Q= 1-P D= Kabul edilen örnekleme hatası (Çıngı, 1994) Yukarıdaki formül ile yapılan hesaplamada örneklem büyüklüğü 80 olarak hesaplanmış fakat anket uygulamaları sırasında çıkabilecek aksaklıklarda göz önüne alınarak 84 anket uygulanmıştır. Elde edilen veriler, SSPS bilgisayar programında, çok değişkenli analiz tekniklerinden faydalanarak yorumlanmıştır. Ayrıca birbiri ile 28 ilişkisi olduğu düşünülen bazı sorular arasında cevapların cevapları arasındaki sıklıkların tespiti için Chi-Square Tests kullanılmıştır (Püskülcü ve İkiz, 1989). 3. BULGULAR VE TARTIŞMA 3.1. Diyarbakır İli Çüngüş İlçesi Bağcılığının Genel Durumu Diyarbakır ilinin toprak yapısı ve iklim özellikleri incelendiğinde bu özelikler bakımından ilin bağcılık için son derece uygun bir ekolojik yapıya sahip olduğu görülmektedir (Özdemir ve Tangolar, 2005; Özdemir, 2009). Güneydoğu Anadolu Bölgesi illeri içerisinde önemli bir bağcılık potansiyeline sahip olan Diyarbakır ilinde 24 126 ha bağ alanında yaklaşık 130 741 ton üzüm üretilmektedir (Atalay ve ark., 2003; Anonim, 2009; Özdemir ve Karataş, 2009). Bu bölgede Diyarbakır ili Çüngüş ilçesi ülkemizin en kaliteli şaraplık üzüm çeşitlerinden olan Öküzgözü ve Boğazkere yetiştiriciliğinin yoğunlaştığı bir yöredir. Çüngüş Diyarbakır’ın en küçük yüz ölçümüne sahip ilçesidir. Sahip olduğu toplam tarıma elverişli alan miktarı 101 000 da olup sulanabilir tarım arazisi miktarı 25 199 da’dır. Coğrafi yapının dağlık ve engebeli oluşu nedeniyle özellikle tarım arazilerine ulaşımı olumsuz etkilemektedir. Arazi yapısındaki engebeli yapı ilçedeki tarım arazilerinin de parçalı bir yapı göstermesinde önemli bir etkendir. Ulaşım imkânlarındaki sınırlılıklar üreticilerin pazarlama imkânlarını kısıtlamakta ve üretilen tarım ürünlerinin genellikle ilçe merkezinde pazarlanmasına neden olmaktadır. İlçede buğday, arpa, mısır, darı, nohut, mercimek, tahıl grubu ürünler, kuru soğan, sarımsak gibi sebze grubu ürünlerde yetişmektedir. Diyarbakır ili Çüngüş ilçesi üzüm üretimi bakımından ilin en önemli kaliteli üzüm üretim merkezidir. İlçede en çok yetiştirilen ürünler sırasıyla; üzüm, badem ve cevizdir. İlçenin sahip olduğu bağ alanları Diyarbakır ili bağ alanlarının yaklaşık %15’ine tekabül etmektedir. (Anonim, 2010 b). 3.2. Üreticiler İle İlgili Genel Bilgiler Araştırma, Yeniköy, Oyuklu, Merkez, Kireçevleri, Çınarcık ve Aydınlı köylerinde yapılmıştır. Anket yapılan işletme sahiplerinin yaşları 20-75 arasında değişmekle birlikte ankete katılanların %32’nin 41-50 yaş aralığında olduğu görülmüştür. 20-30 yaş aralığında bulunan üreticilerin oranın % 16.7 olduğu görülmüştür. Akın ve Özdemir’in 2010 yılında Çermik ilçesinde 2010 yılında yaptıkları benzer çalışmada 20-30 yaş aralığında bulunan bağcıların oranı %8.3 olarak tespit edilmiştir. Üreticilerin bağcılık deneyimleri 5 ve 40 yıl arasında değişmekle birlikte,yoğunluklu olarak katılımcıların %28.6’nin 11 ile 15 yıl arasında, %23.8 oranında ise 21ile 30 yıl arasında bağcılık deneyimine sahip oldukları, tespit edilmiştir (Çizelge1). 29 Çizelge 1. Üreticilerin yaş dağılımları ve bağcılık deneyimleri. Yaş dağılımları Sayı % Oran Bağcılık deneyimleri Sayı % Oran 20-30 14 16.7 5-10 9 10.7 31-40 23 27.4 11-15 24 28.6 41-50 27 32.1 16-20 15 17.9 51-60 13 15.5 21-30 20 23.8 61-75 7 8.3 40-50 16 19 Toplam 84 100 Toplam 84 100 Çalışmada, üreticilerin %33.3’sinin ilkokul mezunu, sadece %3.6’nın okuryazar olmadığı işletmecilerin % 25’lik bir kısmının lise mezunu olduğu, %4.8’nin üniversite mezunu olduğu tespit edilmiştir (Çizelge 2). Bu durum Akın ve Özdemir’in 2010 yılında Çermik ilçesinde 2010 yılında yaptıkları benzer çalışmadaki veriler karşılaştırıldığında, üreticilerin eğitim düzeyinin Çüngüş ilçesinden oldukça düşük olduğunu göstermektedir. Çizelge 2. Üreticilerin eğitim düzeyi. Eğitim düzeyi Sayı % Oran Okuryazar değil 3 3.6 Okuryazar 6 7.1 İlkokul 28 33.3 Oratokul 22 26.2 Lise 21 25 Üniversite 4 4.8 Toplam 84 100 Ankete katılan üreticilerin % 53.6’sının sadece bağcılık, %20.2’sinin bitkisel üretim ve bağcılık, %6’sının bitkisel üretim, bağcılık ve hayvansal üretimi birlikte yaparak geçimlerini sağladıkları saptanmıştır. Toplam gelir içinde bağcılıktan elde edilen gelirin oranı incelendiğinde üreticilerin %14.3’ünün toplam gelirlerinin %10’unu, üreticilerin %11.9’nun gelirlerinin %70’ni, bağcılıktan elde ettikleri belirlenmiştir (Çizelge 3). 30 Çizelge 3. Tarımsal faaliyetin üretim şubeleri arasında dağılımı ve bağcılık gelirinin toplam gelir içindeki payı. Tarımsal faaliyetin üretim şubeleri arasında dağılımı Sayı % Oran Sadece bağcılık 45 53.6 Bağcılık ve bitkisel üretim 17 20.2 Bağcılık, bitkisel üretim 5 6.0 ve hayvansal üretim Farklı meslek ve bağcılık 7 8.3 Farklı bir meslek bağcılık 9 10.7 ve diğer bitkisel üretim Toplam 84 100 Bağcılık gelirinin toplam gelir içindeki payı Sayı % Oran %10 12 14.3 %20 16 19.0 %40 17 20.2 %50 18 21.4 %60 11 13.1 %70 Toplam 10 84 11.9 100 3.3. İşletmeler İle İlgili Genel Bilgiler Araştırma kapsamına alınan işletmelerin büyüklüğü 0–10 da ile 101 da ve üzeri arasında değişmekle birlikte işletmelerin %34.5’lik bir kısmının 10-30 da, %26.2’sinin 30-40 da, sadece %2.4’ünün 81-100 bir büyüklüğe sahip olduğu görülmektedir. Bitkisel üretim yapılan araziler içinde bağ arazilerin miktarı 2–4 da ile 51 da arasında değişmektedir (Çizelge 4). Çizelge 4. İşletmelerin toplam üretim alanı ve bağ alanı genişlikleri. Toplam üretim alanı (da) 0-10 10-30 30-40 40-50 41-50 51-60 61-80 81-100 Toplam Sayı 20 29 22 7 5 2 2 2 84 % Oran 23.8 34.5 26.2 8.3 6.0 2.4 2.4 2.4 100 Bağ alanı (da) 2-4 5-10 11-20 21-30 31-40 41-50 51-60 61 üzeri Toplam Sayı 11 22 22 16 6 5 2 0 84 % Oran 13.1 26.2 26.2 19 7.1 6 2.4 0 100 Üreticilerin bağ parsel sayıları 1-8 parsel arasında olup toplam üretici sayısının %2.4’nün 1 adet parsele, üretici sayısının %22.6’sının 4 parsele sahip ol olduğu belirlenmiştir. Üreticilerin parsel büyüklüğü 1 - 10 da üzeri arasında olup %44’lük bir çoğunlukla üreticilerin parsel büyüklüğü 1-3 dekar grubunda yoğunlaştığı görülmüştür (Çizelge 5). En genç parsel yaşı 2 ile 11 yaş ile sınırlandırılmış, ağırlıklı olarak parsellerin %31’nin 5 yıllık oldukları tespit edilmiştir. 31 Çizelge 5. Parseller ile ilgili bilgiler. Parsel sayısı 1 Parsel parsel Sayı % Oran büyüklüğü Sayı % Oran Sayı yaşı (Yıl) (da) 2 2.4 1-3 37 44 2 5 % Oran 6 2 8 9.5 4-5 20 23.8 3 21 25 3 17 20.2 6-8 12 14.3 4 15 17.9 4 19 22.6 9-10 12 14.3 5 26 31 5 16 19 10 ve üzeri 3 3.6 10 10 11.9 6 12 14.3 11 7 8.3 7 6 7.1 8 4 4.8 Toplam 84 100 Toplam 84 100 Toplam 84 100 Bağlarda yetiştirilen üzümlerin çeşitlere göre arazi dağılımına bakıldığında Boğazkere çeşidini yetiştiren üreticilerin %21.4’ünün parsel büyüklüğünün 26-35, Şire çeşidini yetiştiren üreticilerin ise %55.9’unun parsel büyüklüğünün 1-5 da arasında olduğu saptanmıştır (Çizelge 6). Çizelge 6. Yetiştirilen çeşitlerin dağılımı ve üretim alanı miktarları. Tahannebi Dekar Sayı % 017 20.2 1-5 29 34.5 6-15 2 2.4 16-25 1 1.2 26-35 Çeşitlere göre üretim alanı miktarları Şire Öküzgözü Boğazkere Sayı % Sayı % Sayı % 18 21.4 70 86.9 45 53.6 47 55.9 3 3.6 7 8.3 23 27.3 11 13.1 3 3.6 16 19 18 21.4 Banki Sayı % 52 61.9 20 23.8 7 8.3 1 1.2 Çüngüş ilçesi araştırma alanı içerisinde yer alan ağırlıklı olarak Boğazkere ve Öküzgözü şaraplık üzüm çeşitlerinin yetiştirildiği belirlenmiştir. İlçede ÇKS kayıtlarına göre 8500 da alanda bağcılık yaptıkları tespit edilmiştir (Anonim b 2010). Üreticilerin % 22.6’sı şarplık üzümü tercih etmmeme nedeni olarak günah seçeneğini seçmesine rağmen % 57.2’sinin saış konusunda zorluk yaşadıkları tespit edilmiştir (Çizelge 7). 2005 yılında Elazığ ve Diyarbakır’daki Tekel fabrikalarının kapanması ile birlikte özellikle şaraplık üzüm yetiştiren üreticiler ürünlerini yörede oluşan oligopson piyasa koşullarından olumsuz bir şekilde etkilendikleri bilinmektedir (Sarıözkan, 2006). 32 Çizelge 7. Üreticilerin şaraplık üzüm çeşitlerine karşı bakış açıları. Şaraplık çeşitlerinin tercih edilmeme nedeni Sayı % Cevap Yok Günah Satması zor 17 19 48 20.2 22.6 57.2 Toplam 84 100 Üreticilerin, %56’sı bağlarda en çok külleme hastalığına rastladıklarını belirtirken %22.6’lık bir kesim söz konusu hastalıkların hepsinin bağlarında olduğunu belirtmişleridir. Üreticilerin %20.2’sinin ilaçlama yapmadığı tespit edilirken, bağ alanı ve ilaç kullanım miktarı arasındaki ilişkinin P=0.0002 düzeyinde anlamlı bir ilişki olduğu tespit edilmiştir. Üreticilerin %58.7’lik bir kesiminin ilaçlamayı kendi düşüncesine göre yaptıkları tespit edilmiştir (Çizelge 8). Bağ alnı büyüklüğü ve ilaçlama şekli arasındaki ilişkinin tespiti araştırıldığında P= 0.881 olduğu görülmüş ve anlamlı bir ilişki tespit edilememiştir. Çizelge 8. Görülen hastalık, zararlılar ve mücadele şekilleri. Hastalıklar Mildiyö Sayı 24 % 13.1 Zaralılar Salkım Güvesi Sayı 9 % 10.7 Külleme 54 56.0 Filoksera 64 76.2 Ölü Kol 2 8.3 Sinek, Arı 5 6 Hepsi 4 22.6 Hepsi 6 7.1 Toplam 84 100 Toplam 84 100 Sayı % İlaçlama yapılma düzeyi İlaçlama şekli Sayı % Evet 63 75 Kendi bilgime göre 37 58.7 Hayır 21 25 İlaçtaki talimata göre 20 31.7 100 Ziraat mühendisine göre Toplam 13 63 20.6 100 Toplam 84 3.4. Üretici Örgütlerinin Varlığı Tanıma Düzeyleri ve Bakış Açıları: Çüngüş’te üzüm üreticilerinin yoğun olarak bulunmaktadır. Bu alanda bir kooperatif örgütlenmesi olmuş fakat kooperatif aktifleşemediği için 2009 yılında fes edilmiştir. Ankete katılan üreticilerinin örgütlülük düzeyinin tespitine yönelik sorulmuş olan oruda katılımcıların %36.9’unun tarımsal kalkınma kooperatifine daha önce üye oldukları ve bu katılımcıların % 96.7’sinin kooperatif hizmetlerinden hiç memnun olmadıkları tespit edilmiştir (Çizelge 9). 33 Çizelge 9. Hangi üretici örgütüne üyesiniz Üretici örgütleri Sayı % Memnuniyet derecesi 14 19.6 Çok memnunum 31 36.9 Memnunum Tarım satış Kooperetifine 7 8.3 Hiç birine üye değilim 32 Toplam 84 Ziraat odası Tarımsal kalkınma kooperatifi Sayı % Hiç memnun değilim 30 96.7 39.1 Bilmiyorum 1 3.3 100 Toplam 31 100 Genel anlamda kooperatiflerin üreticiye en fazla yarar sağlayacak hizmetinin hangisi olduğu ile ilgili soruya katılımcıların %38.5’inin depoloma Konusunda sağlayacağı faydayı önemsedikleri tespit edilmiştirki bu durum, üreticilerin ürünü hasat zamanında komisyoncuya ucuza satmak zorunda kalmasının bir yansıması olarak değerlendirilebilir. Katılımcıların %38.5’nin kooperatiflerin hiç bir faydasının olmadığını düşünüyor olmasıda yörede kooperatiflere karşı olumsuz bir bakış açısının mevcudiyetine işaret etmektedir (Çizelge 10). Çizelge 10. Kooperatif hizmetleri konusundaki bakış açıları. Sayı % Girdi temini Pazarlama Depolama Hiçbir faydası yoktur 10 9 32 32 12 11 38.5 38.5 Toplam 84 100 Kooperatiflerin en faydalı hizmeti hangisidir? Kooperatiflere karşı olumsuz olumsuz bakış açısının nedeninin ne olduğu konusunda sorulmuş soruya katılımcıların % 44.5’inin başarılı bir örnek görmedikleri için %41’nin kopperatif başkanına güvenmedikleri için %14.5’nin ise kooperatifin işleyişi hakkında bilgi sahibi olmamalarının bakışlarında etkili olduğu sonucuna varılmıştır (Çizelge 11). Akın ve Özdemirin 2010 yılında Çermik ilçesinde yapmış oldukları çalışmada konuyla ilgili bakış açısı üzerinde kooperatif başkanına karşı güvensizlik ilk sırayı, başarılı koopretifçilik örneklerinin olamyışı ikinci sırayı ve bilgisizlik üçüncü sırayı almıştır. Çizelge 11. Kooperatif örgütlerine bakış açılarının nedenleri. Bakış açıları Kooperatifin genel işleyişini bilmiyorum Kooperatif başkanına güvenmiyorum Başarılı bir örnek hiç görmedim Toplam 34 Sayı 12 35 37 84 % 14.5 41 44.5 100 3.5. Ürün İşleme Değerlendirme ve Pazarlama İle İlgili Bilgiler Üreticilerin %1’nin elde ettikleri ürünün tamamını sattıkları, %58’sinin ise üzümü pekmez, pestil ve kesmeye işledikleri tespit edilmiştir. Yapılan nitelikli görüşmelerde üreticiler, üzümü taze olarak satmanın daha karlı olmasına rağmen, ürünün nakliye ve depolama masraflarının yüksek olmasının bunu gerçekleştiremedikleri beyan etmişlerdir. Üreticilerin %27’ü pestilin, %10’u pekmezin karlı olduğunu düşünmektedir. Çüngüş yöresinin pestillerinin özellikle Diyarbakır ve çevre illerdeki damak zevkine uygun olması nedeniyle pazarda fiyat farkı olmasının bu tercihte etkili olduğu düşünülmektedir. Üreticilerin hiç birisi sözleşmeli üretim yapmamaktadır. Ürünü perakende olarak kendisi satan üreticilerin oranı %47.6’dır,bu durumun Çüngüş’te ulaşım imkanlarının daha kısıtlı olmasından kaynaklanabileceği düşünülmektedir (Çizelge 12). Çizelge 12. Üzümün işleme, değerlendirme ve pazarlanması. Değerlendirme şekli Tamamını satıyorum Aile içi tüketimden arta kalanı perakende olarak satıyorum İşleyip satıyorum (pekmez, pestil, kesme, sirke) Şaraba işleyip satıyorum Cevap yok Toplam Pazarlama Şekli Şözleşmeli üretim yapıyorum Perakende olarak kendim satıyorum Hale götürüp komisyoncuya satıyorum Yerel toplayıcılara bağda satıyorum Toplam Sayı % 1 1.2 İşleme şekline göre karlılık durumu Taze 20 24 58 69 - Sayı % 30 35.6 Pekmez 10 12 Pestil 27 32.2 Kesme 1 1.2 5 5.8 Şaraplık 16 19 84 Sayı - 100 % Toplam 84 100 20 15 49 84 23.8 17 58.2 100 35 4. SONUÇ Diyarbakır ili Çüngüş ilçesi üzüm yetiştiriciliği bakımından son derece uygun bir ekolojik yapıya sahiptir. İlçede çok uzun yıllardır yöreye adapte olmuş farklı üzüm çeşitleri ile üzüm yetiştiriciliği yapılmaktadır. Bu çeşitlerin başında ülkemizin en kaliteli şaraplık üzüm çeşitlerinden olan Boğazkere gelmektedir. Son yıllarda ilçede bu çeşitler dışında farklı çeşitleri yetiştirme isteklerinin olduğu görülmektedir. Bu isteğin temelinde son yıllarda şaraplık üzümün satışı konusunda üreticilerin komisyoncuların insafına kalmalarından kaynaklandığı düşünülmektedir. Çüngüş yöresinde Ulaşım imkânlarının diğer yerleşim yerlerine oranla daha kısıtlı olmaları karı daha yüksek olan taze olarak üreticinin pazara doğrudan mal satışını engellemektedir. Bu olumsuzluklara rağmen üreticilerin bireysel hareket etmeleri ve bir kooperatif çatısı altında toplanmamalarının nedenlerinin ortadan kaldırılması gerekmektedir. Ayrıca, bölgede görev yapan Üniversite, Araştırma Enstitüsü, Tarım İl Müdürlüğü gibi kamu kuruluşları ile şarap fabrikaları ve üzüm işleme sanayi gibi özel sektör kuruluşları arasında üzüm üreticilerimiz, üretici birliklerimiz ve kooperatiflerimizin de dahil edilecekleri üzümün üretiminden pazarlanmasına kadarki tüm aşamalarda yaşanan sorunların çözümünü sağlayacak ortak projelerin yürütülmesinin gerektiği düşünülmektedir. Çüngüş 36 KAYNAKLAR Anonim, 2009. TUİK Bitkisel Üretim İstatistikleri. http://www.tuik.gov.tr/ AltKategori.do?ust_id=13 (11.08.2010). Anonim, 2010 a. Diyarbakır Tarım İl Müdürlüğü Tarım İstatistikleri ve Çiftçi Kayıt Sistemi Verileri. Anonim, 2010 b. Çüngüş Tarım İlçe Müdürlüğü Tarım İstatistikleri ve Çiftçi Kayıt Sistemi Verileri Akın, S. ÖZDEMİR, G. 2010. Diyarbakır İli Çermik İlçesi Bağcılığı ve Üzüm Üreticilerinin Örgütlenmeye Bakış Açıları. IX. Tarım Ekonomisi Dergisi, C:1. S: 526-533 Şanlıurfa. Atalay, D.A. Özdemir, G. ve Karataş, H. 2003. Diyarbakır Bağcılığının Mevcut Durumu Sorunları ve Çözüm Önerileri. GAP III. Tarım Kongresi. 02-03 Ekim 375-378 s. Şanlıurfa Çelik, H. Ağaoğlu, Y. S. Fidan, Y. Marasalı, B. Söylemezoğlu, G. 1998. Genel Bağcılık. Sun Fidan A.Ş. Meslek Kitapları Serisi: 1, Ankara. 253 s. Ergenoğlu, F. Tangolar, S. 2000. Bağcılık İçin Pratik Bilgiler. TÜBİTAK, Türkiye Bilimsel ve Teknik Araştırma Kurumu. TARP, Türkiye Tarımsal Araştırma Projesi Yayınları. Adana. Güneş, T. Arıkan, R. Erdem, H. Ergenoğlu, F. Gezerel, Ö. Kaplankıran, M. Çetin, B. 1986. Adana ve İçel İllerinde Üretilen ve Ankara’ya Gönderilen Önemli Yaş Meyve ve Sebzelerin Pazarlanmasının Düzenlenmesi ve Masrafların Düşürülmesi Araştırması. TUBİTAK Proje No: TOAG - 550, Ankara. Hatırlı, S.A. Yurdakul, O. 1992. Mersin’de Örtü Altı Sebzeciliğin Pazarlama Yapısı ve Sorunları. Çukurova Üniversitesi Ziraat Fakültesi Dergisi 7,2. Adana Özdemir, G ve Karataş, H. 2008. Diyarbakır İli Bağcılığı. Ulusal BağcılıkŞarap Sempozyumu ve Sergisi. 6-8 Kasım 2008, s. 405 - 413, Denizli. Kiracı, M.A. ve Özdemir, G. 2005. Tekirdağ İli Şarköy İlçesi Bağcılığında Örgütlenme Olanakları. 6. Türkiye Bağcılık Sempozyumu. Cilt: I, s: 223, 19-23 Eylül, Tekirdağ Sarıözkan, S. 2006. Türkiye’de Hayvansal Ürün Fiyatları ve Girdi Maliyetleri (1995-2004), Erciyes Üniv Vet Fak Derg 3(2) 105-110, Kayseri, 2006 Yercan, M. 2007. Türkiye ve Avrupa Birliğinde Tarımın Örgütlenme Deseni ve Tarımsal Kooperatifler, Tarım Ekonomisi Dergisi 13(1): 19 – 29. 37 KOCAKÖY’DE MEYVECİLİK Yahya Kamçı Coğrafyacı ÜZÜM KARAZ, Kürtçe bağ işi anlamına gelen Kar- rez kelimelerinin birleşmesiyle oluş-muştur. İlçenin sınırları içinde çok sayıda bağın bulunması bunu kanıtlar niteliktedir. Kocaköy’de meyvecilik başlığı altında akla ilk gelen faaliyet tabiki bağcılıktır. Bağ ´´rez´´ denilen üzüm bahçesidir. İlçede en uygun bağ alanları ilçenin doğusunda ve kuzeyinde yer almaktadır. Eskiden Kocaköy arazisinin büyük bir kısmında önemli bir ticari ürün olan bağcılık yapılmaktaydı. Son zamanlarda bağcılık yerini tütün ve pamuk gibi ekonomik değeri daha yüksek olan ürünlere bıraktı. İlçedeki üzüm çeşitleri. 38 Meromi: Şıralık üzümdür. Bol şıralı, oldukça tatlı hemen hemen kokusuz bir üzümdür ağustos sonlarında olgunlaşmaya başlar. Cısan: Genellikle kırmızı yada siyaha çalan kahverengi-mor reklerdeki üzümlerdir. Genellikle erkenci türdür. Havine: En erken olgunlaşan çeşittir. Genellikle yuvarlak yada yumurta biçimlidir. Tane büyüklüğü nohut ile badem arasındadır. Temmuzi: Temmuz ayında olgunlaşan bir çeşittir. Taneleri ufak ve mor renklidir. (Üzümün şıra haline getirildiği yer) Enzêlî: Erkenci bir çeşittir taneleri uzun ve küt burunludur. Kadıyânî: İri yuvarlak ve kırmızı taneli bir üzümdür. Khırpok: İsminin keliem anlamı kırılgan demektir. Taneleri uzun ve uçları küt ve iridir. Aşırı bakım isteyen bir çeşit olup çok lezzetlidir. NAR İlçemizde bağcılıktan sonra en geniş meyve bahçeleri nar bostanlarıdır. İlçe merkezimizin tam ortasında 40-50 dekar alana sahip olan nar bostanları asırlardır ilçenin nar ihtiyacını karşılamaktadır. Bu bahçeler küçük parseller halinde çok sayıda aile’ye aittir. Buradaki narlar genellikle kışlık tüketim için yetiştirilmektedir. Son yıllarda İlçe Tarım Müdürlülüğünün desteğiyle Kokulupınar (Kaniyaâla) mahallesinde modern narcılığa başlanmıştır. BADEMCİLİK VE CEVİZCİLİK Eskiden Kocaköy’de hatırı sayılır miktarda badem bahçesi de vardı. Bademler, iyi verim veren ve iyi para eden meyvelerdir. Ancak son zamanlarda bilinçsiz zirai mücadele özellikle şeftali ağçlarından bulaşan bazı hastalıklarla bahçelerin miras yoluyla gittikçe küçülen paylara bölünmesi gibi faktörler yüzünden badem üretimi ekonomik önemini kaybetmiş durumdadır. Ceviz eskiden bazı ailelerin ekonomisine 39 katkı sağlayan meyveler arasındaydı. Fakat bu meyve de ilçede yok olma mertebesindedir. Şu anda bütün ilçede mevcut ceviz ağacı sayısı yüzden fazla değildir. KOCAKÖY’DE DİĞER MEYVELER Erik, kayısı, elma çeşitleri, şeftali ve Kocaköy’de incas ya da hincas denen bir erik türü de yetiştirilen ağaçlardandır. Fakat bunlar da bahçelerin sınır ve köşelerine dağılmış tek tük ağaçlardan ibarettir. Son yıllarda kiraz meyvesine bir rağbet müşahade edilmektedir. Vişne ilçemizde hemen hemen hiç bilinmemektedir. İncir ise çok zengin türleriyle oldukça bol yetiştirilimektedir. Ancak dayanıksız bir meyve olduğundan hemen hemen hiç pazarlanmamakta, tamamı iç tüketime tüketilmektedir. Kocaköy’de en çok rastlanan meyvelerden biri de mahalli adı ´´ti´´ ya da ´´tu´´ olan duttur. Yörede özellikle sindirim yolu hastalıklarına şifa olmasıyla bilinen dutun pek çok türü arasında beyaz dur, khumri dut, romi dut, kamaş dutu, yalancı dut, hurık dut, şeker dutu, çekirdeksiz dut… akla ilk gelenlerdendir. Dut, pekmez üretiminde de kullanılır. Dut pekmezi, özellikle mide ve barsak hastalıkları, sarılık ve basur için aranan şifalı gıdalardandır. İlçemiz, ipekböcekçiliğine matuf dutluklar için de gelecek vaat etmektedir. Kocaköy yaban hayatının meyveleri arasında gene türlü incir çeşitleri, birkaç üzüm çeşidi, Böğürtlen (dırık), belalug denen bir çeşit erik, yörede ´´godiş´´ adıyla bilinen iki beşbıyık türü, gene mahalli adı ´´şıkok/şekok (Zazaca ´´korç´´) olan ahlat (yabani armut), kıjbıv denen bir yabani badem çeşidi, mahalli adı ´´tı’ok/tü’ok´´ olan dardağan, mahalli adı şilef ol- an kuşburnu çeşitleri, mahalli adı ´´sımak´´ olan ve yemeklerde ekşi olarak kullanılan bir meyve veren sumak ağacı sayılabilir. Kaynak: Naci AKDEMİR (KARAZ KİTABI) 40 HYPERİCUM TÜRLERİNİN BİYOTEKNOLOJİK YÖNTEMLER İLE ÇOĞALTILMASI (Kantaron) Süreyya NAMLI* Çiğdem IŞIKALAN Filiz AKBAŞ GİRİŞ Teknolojik alandaki hızlı gelişmeler sayesinde yaşamın her alanında olduğu gibi sağlık alanında da hızlı arayışlar, araştırmalar yapılmaktadır. Bunlardan geleneksel tedavide yaygın olarak kullanılan türler ile ilgili çalışmalar ağırlık kazanmıştır. Özellikle antik çağdan beri tedavide kullanılan ve çalışma konumuz olan Hypericum ile ilgili çalışmalar dikkat çekicidir. Hypericum (Guttiferae) dünyada özellikle ılıman bölgelerde, çalılık ve fundalık alanlarda yetişen bir bitki cinsidir (Campbell., M.H. ve ark. 1984). Dünyada yaklaşık 400 türü bulunan Hypericum cinsi,Türkiye’de 43 ü endemik olmak üzere 89 tür ile temsil edilmektedir. Güneydoğu Anadolu bölgesinde de 13 türü tespit edilmiştir (Davis,P.H.,1988). Türkiye’de kantaron, koyunkıran, kantarum ve binbirdelik otu adlarıyla bilinir (Baytop, T.,1984 ve Kako, M.D. ve ark.1993). Geleneksel tedavide; yapraklı, çiçekli ve meyvalı dalları ile kökleri kullanılır. Türkiye’de geleneksel tedavide antispazmik, antiseptik ve sakinleştirici olarak kullanılmaktadır (Baytop,T.,1999). Modern eczacılık biliminin gelişmesi, diğer bazı bitkiler gibi Hypericum’un da tıbbi olarak kullanılabilen bir bitki olduğunu neredeyse unutturmuştur. Fakat sentetik ilaçların tehlikeli yan etkilerinin bulunması ve bitkilerin çok yönlü etkiye sahip olmaları, bu bitkilerin önemini yeniden gündeme taşımıştır. Özellikle Hypericum türlerinin çağımızın yaygın hastalığı olan depresyona karşı etkili olması bu bitkiler ve onlardan elde edilen bileşikler üzerinde çalışmaların artmasına neden olmuştur (Laakmann, G. et al. 1998). Hypericum türleri, biyolojik olarak aktif olan naftadiantron (hiperisin, psödohiperisin), floroglusinol, flavonoid, prosiyanidin, tanninler, aminoasitler, fenilpropanoidler, ksantonlar ve diğer suda çözünebilen çok sayıda bileşik içermektedir. Bunlar arasında hiperisin ve pseudohiperisin gibi naftadiantronlar en çok ilgi çekenlerdir. En eski ve yaygın kullanım alanına sahip olan Hypericum’un cins adı Yunanca kökenli olup “Hayalet, kötü ruh defeden” anlamındadır. Bu bitkinin şeytanı ve kötü düşünceleri kovduğu ve koruyucu gücünün bulunduğuna inanılırdı. Ayrıca Hypericum, hıristiyan azizlerden biri olan St. John’la ilişkilendirilmiştir. Hypericum’un çiçeklenmeye başladığı 21 - 24 Haziran döneminde St. John’un doğduğuna, Hypericum’un yapraklarında kırmızı beneklerin belirginleştiği Ağustos döneminde ise St. John’un öldürüldüğüne bu nedenle de bitkinin kanadığına inanılır. “ St. John’s Wort” olarak adlandırılan bu bitki “St. John günü” adı verilen özel günlerde toplanır. Hypericum türlerinin kimyasal bileşenleri üzerine yapılan çalışmalarda; tanen, uçucu yağ, flavon türevleri, ksanton türevleri, floroglusinol *([email protected]) 41 türevleri ve hiperisin türevleri saptanmıştır. Bitkinin yenilmesi sonucu sadece beyaz tüylü olan hayvanlarda (koyun, sığır, at) ölümle sonuçlanan deri hastalıkları meydana gelir. Siyah tüylü hayvanlarda bu tip bir duyarlılık meydana gelmemektedir (Kumper, 1989, Kako ve Saleem 1993). Bitki doku kültürü yötemleri kullanılarak tohumdan itibaren in vitro şartlar altında Hypericum retusum Aucher’ de farklı bitki hormonlarının etkileri araştırıldı (Namlı ve ark.2010). Hypericum spectabile’de in vitro şartlardaelde edilen yaprak explantlarından bitki rejenerasyonu sağlandı (Akbaş ve ark.2011). Hyperıcum Spectabile’ nin in vitro şartlarda elde edilen yaprak ve kök exsplantlarından indirekt sürgün rejenerasyonu gerçekleştirildi (Işıkalan ve ark.2011). Gadzovska ve ark. (2005) Hypericum perforatum’ da; Karakaş (2005) Hypericum triquetrifolium’ da; Surmuş (2006) Hypericum scabroides’te in vitro koşullarda hiperisin ve pseudohiperisin miktarının arttığını bildirmişlerdir. Bitki doku kültürü; Aseptik şartlarda, yapay bir besin ortamında, bütün bir bitki yada hücre (meristematik hücreler, süspansiyon veya kallus kültürleri), doku (çeşitli bitki kısımları) veya organ (apikal meristem, kök, vb.) gibi bitki kısımlarından yeni doku, bitki veya çeşitli bitkisel ürünlerin (sekonder metabolitler… vb.) üretilmesidir (Babaoğlu, M., Gürel, E., Özcan, S., 2001). MATERYAL VE YÖNTEM H. retusum’un olgun tohumları, musluk suyunda yıkandıktan sonra %70’lik alkolde 30 saniye çalkalanarak ön sterilizasyonu yapıldı. Daha sonra tohumlar %5’lik NaOCI çözeltisi içinde 10 dakika süre ile bekletildi ve ön sterilizasyonu yapılan tohumlar steril distile su ile 5 kez 5’er dakika çalkalanmak üzere NaOCI ‘den arındırıldı. Steril tohumlar, 30 gr/lt sakkaroz, 5.465 gr agar ile desteklenmiş 1/1 MS besi ortamına aktarıldı. Agar ilavesinden önce besi ortamının pH’sı 5.8 olacak şekilde ayarlanınır, kültür besi ortamı 1 atmosfer basınçta 121 OC de 25 dakika süre ile otoklavda steril edildi. Kültüre alınan tohumlar, büyüme odasında (büyüme odasının sıcaklığı 25±2 OC, ışık periyodu 16 saat aydınlık 8 saat karanlık; 3000-5000 lüx) çimlenmeye bırakıldı. Tohumların çimlenmesinden sonra, elde edilen materyaller hormon içeren yeni MS besi ortamına (1/1 MS, 0.05 mg/lt BA) aktarıldı. Elde edilen fideler, strese ( UV-B ışını – farklı sürelerde 7 gün) maruz bırakıldıktan sonra, morfolojik gözlemler alınarak, total hiperisin, fenolik ve flavonoid miktarlarının tespiti yapıldı. İn vitro koşullarda 28 günde bir yapılacak her alt kültürden sonra fidelerin morfolojik ve fizyolojik farklılıkları belirlendi. Elde edilen fidelerin, morfolojik gözlemleri alınarak, total hiperisin, fenolik ve flavonoid miktarlarının tespiti yapılacak ve doğal ortamda yetişen bitkilerdeki veriler ile karşılaştırılacak. Total hiperisin, fenolik ve flavonoid miktarını tespit etmek için yapılacak işlemler; İn vitro koşullarda yetiştirilen bitkiler besi ortamından uzaklaştırıldıktan sonra, oda ısısında ışık ve nem almayacak şekilde kurutuldu. Bundan sonraki aşama Genel Biyoloji Araştırma Laboratuarında gerçekleştirilmiştir. Öğütücüde toz haline getirilen örneklerden total hiperisin miktarını bulmak için: 200 mg kuru bitki alınıp kloroformla 3 defa yıkanacak, ardından 3’er defa metanolle yıkanacak ve bu süzüntü toplanarak çözücüsünden arındırılacak. Elde 42 edilen kuru materyal ölçülmeden önce metanolle tekrar çözülecek ve 589 nm’de absorbans değerleri alınacak. Hiperisin’in artan konsantrasyonuna karşı absorbans değerleri grafiğe geçirilecek, eğim çizgisi çizilerek R2 değeri bulunacak. Ekstraktların toplam hiperisin bileşen miktarı standart hiperisin grafiğinden elde edilen denklem kullanılarak hesaplanacaktır. Toz haline getirilmiş örneklerin Etanol ekstraktları; total fenolik ve flavonoid miktar tayini için kullanılacaktır. Ekstraktlar içindeki toplam fenol miktarı FolinCiocaltaeu yöntemine göre tayin edilecek. Standart olarak gallik asit kullanılacak. 765 nm’de absorbans değerleri alınacak. Gallik asidin artan konsantrasyonlarına karşı absorbans değerleri grafiğe geçirilecek Absorbans (A) = R²(0.0012 veya 0.0018 ) × gallik asit. Bu eşitlik kullanılarak her bir ekstraktın içerdiği toplam fenolik bileşen miktarı gallik aside eşdeğer olarak hesaplanacaktır. Ekstraktlar içindeki toplam flavonoid miktarı quercetin içindeki toplam flavonoid miktarını quercetinin artan konsantrasyonlarına karşı grafiğe geçirilerek hesaplanacaktır. Quercetinin artan konsantrasyonuna karşı absorbans (415 nm’de absorbans değerleri alınacak) değerleri grafiğe geçirilecek, eğim çizgisi çizilerek R2 değeri bulunacak. Ekstraktların toplam flavonoid bileşen miktarı standart quercetin grafiğinden elde edilen denklem kullanılarak hesaplanacaktır. Araştırma Dicle Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Biyoloji Bölümüne ait Biyoteknoloji ve Genel Biyoloji Araştırma Laboratuarında yapılmaktadır. TARTIŞMA VE SONUÇ Bu çalışmada bazı Hypericum (H. triquetrifolium Turra, Hypericum retusum Aucher, H. scabroides, H.spectabile) türleri tohumdan itibaren, in vitro ortamda çimlendirildikten sonra farklı hormon denemeleri ile sürgün prolifersayonu sağlandı. Üretilen bitkilerden ise çalışmanın ikinci aşamasında H. triquetrifolium Turra, UV-C ışınına maruz bırakılarak, bunların hiperisin içeriklerini artırmaya yönelik uygulamalar (15,30,45,60 dak.) yapıldı.Uygulanan parametreler sonucunda hiperisin içeriğinin 15 dakikalık uygulada diğer parametrelere göre daha fazla olduğu gözlendi (Namlı ve ark. 2009). İn vitro ortamda yetiştirilen H.scabroides’ in antioksidant aktivitesi üzerine UV-C ışınının etkileri ise yayın aşamasındadır. Hypericum retusum Aucher, , H.spectabile ile ilgili çalışmalar ise devam etmektedir.Güneydoğu Anadolu Bölgesinde yetişen Hypericum retusum Aucher , in in vitro ortamlarda yetiştirilmesi ve üretilen bitkiciklerin farklı sürelerde strese maruz bırakarak (Farklı UV-B uygulamalarının İn vitro koşullarda yetiştirilen Hypericum retusum’un total hiperisin, fenolik ve flavonoid bileşiklerinin miktarı üzerine etkisi) hyperisin içeriğinin artırılmasına yönelik araştırmalarımız devam etmektedir.Araştırmalarımız biyoteknolojik ve fizyolojik çalışmalar olarak 2 aşamalı yürütülmektedir.Ayrıca tıbbi ve ekonomik değere sahip olan Hypericum’ un bir türü olan H. retusum’un in vitro ortamda yetiştirilen fidelerindeki, total hypericin miktarı oldukça fazla miktardadır. Literatürde UV gibi stres koşullarının sekonder metabolit salınımını arttırdığı bilinmektedir. Bu bilgiler doğrultusunda, H. retusum’un tohum ve fidelerini UV-B’nin farklı sürelerine maruz bırakarak, sekonder metabolit miktarını artırma hedeflenmiştir. Bu çalışmamızda proje bağlamın da halen devam etmektedir. 43 Bu çalışma, tıbbı amaçla kullanılan Hypericum türlerinden biri olan H. retusum’un total hypericin, fenolik ve flavonoid miktarını artırmaya yönelik ilk çalışma olacaktır. Fidelerin in vitro koşullarda alt kültürlere alınması ve UV-B uygulaması sonucu, fidelerde meydana gelebilecek olan morfolojik ve fizyolojik değişiklilerin tespit edilmesi ile bölgemizde yetişen endemik ve tıbbı bitkilerin etken maddelerini artırmaya yönelik çalışmalara örnek bir protokol olacaktır. A. Hypericum tohumlarının in vitro . ortamda kültüre alınması C. Hypericum tohumlarının in vitro ortamdaki sürgün hali B. Hypericum tohumlarının in vitro ortamda çimlendirilmesi D. İn vitro ortamdan elde edilen sürgünlerin toprağa adaptasyonu E. Saksı denemeleri Resim1. Hypericum türlerinin in vitro ortamda mikroçoğaltımı. 44 KAYNAKLAR 1. CAMPBELL, M.H., DELFOSSE,E.S., 1984.The biology of Australian weeds13.H.perforatum L. J.Aust.Inst.Agr. Scı., 50,50-63. 2. DAVIS, P.H., 1988. Flora of Turkey and the East Aegean Islands.Edinburgh University Press, Edinburg 3. BAYTOP. T., 1984.Türkiye’de Bitkiler ile Tedavi.İstanbul Üniversitesi Yayınları,No: 3255,İstanbul. 4. KAKO,M.D., AL-SULTAN II SALEEM A.N., 1993. Studies of sheep experimentally poisoned with H. Perporatum.Veterinary and Human Toxicology, 35(4),298-300. 5. Baytop, T., 1999. Therapy with Medicinal Plants in Turkey. İstanbul University press, pp.66-67. 6. LAAKMANN, G., SCHULE, C., BAGHAI, T., KIESER,M.,1998. St.John’s wort in mild to moderate depression; the relevance of hyperforin for the clinical efficacy, Pharmacopsychiatry, 31,54-59. 7. KUMPER, H., 1989. Hypericum poisoning in sheep, Tierarztl Prax, 17(3), 257-261. 8. NAMLI S., AKBAŞ F ., IŞIKALAN Ç., TİLKAT AYAZ E., BAŞARAN D (2010). The effect of different plant hormones (PGRs) on multiple shoots of Hypericum retusum Aucher. P.O.J., 3(1): 12-17. 9. AKBAŞ F ., IŞIKALAN Ç., NAMLI S., KARAKUŞ P., BAŞARAN D. (2011). Direct plant regeneration from in vitro-derived leaf explants of Hypericum spectabile, a medicinal plant. Journal of Medicinal Plants Research Vol. 5(11), 2175-2181. 10. IŞIKALAN Ç., AKBAŞ F., NAMLI S., KARAKUŞ P. (2011) “Indirect Shoot Regeneratıon from in vıtro-derıved root and leaf explants of Hyperıcum Spectabile” Fresenius Environmental Bulletin. 20 (10a):2693-2698. 11. GADZOVSKA S, MAURY S, OUNNAR S, RIGHEZZA M, KASCAKOVA S, REFREGİERS M, SPASENOSKİ M, JOSEPH C and HAGEGE D (2005). Identification and quantification of Hypericin and pseudohypericin in different Hypericum perforatum L. in vitro cultures. Plant Physiology and Biochemistry 43: 591–601. 12. KARAKAŞ, Ö., (2005). İn vitro şartlarda yetiştirilen Hypericum triquetrifolium Tura. (Guttiferae)’ nın total hiperisin içeriğinin incelenmesi. (Yüksek Lisans Tezi). 13. SURMUŞ, H., (2006). Hypericum scabroides’in doku kültürü ile yetiştirilmesi ve hiperisin içeriklerinin araştırlıması. (Yüksek Lisans Tezi). 45 14. NAMLI S., TOKER Z., IŞIKALAN Ç., OZEN H.Ç. (2009) Effect of UV-C on production of hypericin in H.Triquetrifolium Turra grown under in vitro conditions. Fresenius Environmental Bulletin 18 (1): 123–128. 15. BABAOĞLU, M., GÜREL, E., ÖZCAN, S. (2001). Bitki Biyoteknolojisi –1- Doku Kültürü ve Uygulamaları. Selçuk Üniv. Vakfı Yayınları. 1-23,221,251. SUNULAN BİLDİRİLER 1. Işıkalan Ç., Namlı S., Akbaş F., Eniştekin S., Aksakal N., Uraz M. E., Başaran D. “Endemik bir tür olan Hypericum spectabile’nin farklı organlarından indirekt sürgün rejenerasyonu”. 20. Ulusal Biyoloji Kongresi, Pamukkale Üniversitesi, Denizli-2010. 2. Karakuş P., Işıkalan Ç., Namlı S., Akbaş F., Başaran D. “Endemik bir tür olan Hypericum spectabile’nin bitki doku kültürü yöntemleri ile mikroçoğaltılması”. 20. Ulusal Biyoloji Kongresi, Pamukkale Üniversitesi, Denizli-2010. 3. Namlı S., Toker Z., Işıkalan Ç., Özen H.Ç. “İn vitro şartlar altında yetiştirilen Hypericum triquetrifolium Turra’ya UV-C ışınının farklı sürelerinin etkisi”. 19. Biyoloji Kongresi, Karadeniz Teknik Üniversitesi, Trabzon-2008. PPOJELER 1. Farklı UV-B uygulamalarının İn vitro koşullarda yetiştirilen Hypericum retusum’un total hiperisin, fenolik ve flavonoid bileşiklerinin miktarı üzerine etkisi. DÜAPK–08-FF–53 No’lu proje,Yürütücü, 2009 (Devam ediyor). 2. Biyoteknolojik Yöntemlerle Hypericum spectabile’nin Mikropropagasyonu ve Elde Edilen Bitkiciklerde Uçucu yağ, Antimikrobial ve antioksidant Aktivetelerinin Tespit Edilmesi. DÜAPK-10-FF–122 No’lu Proje, Araştırmacı, (Devam ediyor). Dicle Üniversitesi Fen Fakültesi Biyoloji Bölümü 46 DİYARBAKIR İLİ BAĞCILIK POTANSİYELİ VE GAP BÖLGESİ İÇERİSİNDEKİ YERİ Murat TOMAR 1. GİRİŞ Diyarbakır ilinin coğrafi konumunun bağcılık için uygun olmasının yanısıra, yıllık yağışın kıt ve düzensiz, sulama olanaklarının da dar olduğu bu ilde kıraç, engebeli ve eğimli alanlarda en yetişme yerini bulan asma , tarım alanlarında ve halkın yaşamında önemli bir yer almıştır. Diyarbakır ili ekonomisinin büyük bölümünün tarıma dayalı olması nedeniyle kuru tarım tekniğine dayalı olarak yapılan tahıl üretiminden sonra bağcılık önem taşımaktadır. Diyarbakır ve yöresinde yaklaşık 21.000 ha’lık bir alanda bağcılık yapılmaktadır. İlin bölge bağcılığındaki payı %15.7’dir. Üretim yaklaşık 119.000 ton, verim ise ortalama dekara 511 kg’dır. Diyarbakır ilinin en fazla Çüngüş ilçesinde yetiştiricilik yapılmakta olup bunu Çermik, Ergani ve Eğil ilçeleri izlemektedir. İlimizde halen eski bağcılık tekniği uygulanmaktadır. Son birkaç yılda şaraplık çeşitlerde meydana gelen pazar talebinden dolayı yeni bağ alanlarının kurulması çalışmaları yürütülmektedir. Bağlarda floksera zararlısı yanında, omcaların yaşlı olması, kurak şartlarda bağcılık yapılması ve yeni gelişen tekniklerin bilinmemesi nedeniyle bağcılık gittikçe gerilemeye yüz tutmuştur. Bu gerilemeyi engellemek ve yeni bağ alanları tesis etmek için çok çabuk yeni bağcılık tekniğine geçmek başta olmak üzere bir dizi tedbirlerin alınması gerekmektedir. Bu çalışma ile Diyarbakır ili bağcılığının mevcut durumu gözden geçirilmiş ve ortaya çıkan veya çıkması muhtemel olan sorunlara çözüm önerileri getirilmeye çalışılmıştır. 2. DİYARBAKIR İLİNİN EKOLOJİK ÖZELLİKLERİ 2.1. İKLİM Bir bölgede ekonomik anlamda bağcılık yapılabilmesi için yıllık ortalama sıcaklığın +9o C ‘nin, en soğuk ayın ortalama sıcaklığının –2oC ‘nin, 10oC’nin üzerindeki sıcaklık toplamının; yani etkili sıcaklık toplamının da 900 gün-derecenin üzerinde olması gerekmektedir. Genel anlamda “ sıcak kara iklimi” ne sahip Diyarbakır’da, yazlar çok sıcak ve kurak, kışlar ise nispeten yağışlı geçmektedir. Gerek uzun yıllar ortalamasına ve gerekse son yıllara ait iklim verileri incelendiğinde, bağcılık için önem arz eder. Sıcaklık değerinin, Diyarbakır ilinde asmalarda büyüme ve gelişmeyi olumsuz olarak etkileyecek düzeyde olmadığı belirlenmiştir. 47 Çizelge 1 ‘ de görüldüğü gibi Diyarbakır ilinde bağcılık açısından önemli bazı meteorolojik değerlerin ortalamaları verilmiştir. Çizelge 1. 1991- 2002 Yılları Arasında Diyarbakır İli Sıcaklık Değerleri AYLAR Ortalama Sıcaklık Maksimum Sıcaklık Minimum Sıcaklık Yağış Nispi Nem Rüzgar Ocak 2.1 7.5 -2.3 63.8 73 N.W. 2.0 Şubat 3.0 8.9 -2.2 63.5 69 N.W. 2.3 Mart 8.0 14.3 1.8 74.6 66 N.W. 2.7 Nisan 13.4 20.0 6.2 55.6 65 N.W. 2.3 Mayıs 18.8 26.2 10.5 46.4 56 N.W. 2.2 Haziran 26.3 33.7 16.5 6.6 37 N.W. 3.0 Temmuz 31.2 38.6 21.2 0.3 28 N.W. 3.3 Ağustos 30.2 38.1 20.4 0.1 29 N.W. 3.0 Eylül 24.3 33.0 15.1 4.3 35 N.W. 2.5 Ekim 17.1 25.5 9.7 28.6 49 N.W. 2.0 Kasım 8.8 16.2 3.3 51.8 64 N.W. 1.6 Aralık 3.5 8.6 -0.1 76.4 77 N.W. 1.6 Çizelgede görülebileceği; gibi Diyarbakır ’ın iklim değerleri bağcılık için ihtiyaç duyulan değerlerle örtüşmektedir. Ortalama sıcaklıklar üzüm yetiştiriciliğinde bir sakınca oluşturmamakla beraber yaz aylarında görülen yüksek sıcaklıklar ve düşük nispi nem oranının olumsuz etkileri olabilmektedir. Sulama imkanlarının çok sınırlı olduğu ilimizde bağ alanlarında kuruma, kavrulma ve güneş yanıklığı gibi bazı fizyolojik rahatsızlıklar görülmektedir. Düşük sıcaklıkların ve donların bölgede bağcılık açısından önemli bir zararı bulunmamaktadır. Toplam yağış bakımından Diyarbakır’da yıllık 400-700 mm arasında değişim göstermektedir. Toplam yağış üzüm yetiştiriciliği açısından yeterli olmakla beraber yağışın yaz aylarında olmadığı dönemlerde sulama yapılması verim ve üretimde artış imkânı sağlayabilir. Haziran-Ekim dönemlerini kapsayan altı ay oldukça kurak geçmekte, yağışların büyük bölümü Kasım-Mayıs dönemlerinde yağmaktadır. 48 Kaliteli üzüm yetiştiriciliği için önemli kriterlerden birisi de güneşlenmedir. Diyarbakır’ da açık gün sayısı 134 gün, bulutlu gün sayısı 154, kapalı gün sayısı 74’ tür. İlimiz bu açıdan oldukça şanslıdır. Bir yörede bağcılığın ekonomik olarak yapılabilirliğine ilişkin en önemli kriterlerden birisi etkili sıcaklık toplamı, diğeri ise güneşleme süresidir. Diyarbakır ili için bu değerlerin uygun seviyelerde olduğu elde edilen meterolojik verilerle belirlenmiştir. İlde etkili sıcaklık toplamı 2500 –3000 gün-derece, toplam güneşlenme süresi de 1500-2000 saat civarındadır. Diyarbakır ikliminin bağcılık bakımından avantajları; toplam güneşleme süresinin ve etkili sıcaklık toplamının fazla oluşu ile donlu günlerin vejatasyon dönemi boyunca olmayışıdır. Dezavantajları, ise yağışın düzensiz dağılışı, yaz aylarındaki aşırı sıcaklık ve nispi nemin düşmesi şeklinde değerlendirmek mümkün olabilir (ANONİM 1991-2002). 2.2. TOPRAK Asma bilindiği gibi süzek, killi-tınlı, organik maddece zengin topraklar üzerinde dahi ekonomik anlamda yetiştirilebilen çok yıllık bir bahçe bitkisidir. Bu durum özellikle ülkemizde, asmanın yalnızca diğer bitkiler tarafından değerlendirilmeyen fakir, bozuk tekstür ve strüktüre sahip ve yüksek oranda meyilli arazilerde yetiştirilmesi gerektiği şeklinde yanlış bir düşüncenin benimsenmesine yol açmıştır. Oysa asma elverişli toprak şartlarını da en iyi değerlendiren bir kültür bitkisidir. Topraksu Genel Müdürlüğü’ nce toprak etütleri sonucunda Diyarbakır ili topraklarını dört büyük toprak gurubuna ayırmıştır. Bu guruplar; a) Kırmızımsı Topraklar ( orta meyilli %3-8) b) Kahverengi Topraklar (arızalı arazi ) c) Kahverengi Orman Toprakları (arızalı dağlık arazi ) d) Kireçsiz Kahverengi Topraklar ( arızalı arazi ) a) Kırmızımsı Kahverengi Topraklar: Bu toprakların % 75 ‘nin ziraate elverişli olduğu tahmin edilmektedir. Geri kalan mera arazisidir. Bu topraklarda mahsul ve ot verimini sınırlayıcı en önemli faktör rutubettir. Yağışlar 400 mm civarında gerçekleşir ve hemen hepsi kış ve bahar aylarında yağar. Granüler bir strüktüre sahip olduklarından orta derecede geçirgendir. İlimiz topraklarını çoğu bu gruba girmektedirler. b) Kahverengi Topraklar: Ziraate elverişli olmayan çok dik yarmalarla parçalanmış arızalı yüzeyleri kapsar. Üzerinde pek az toprak teşekkül etmiştir. Sahanın suyunu akıtan derelerin taşmasıyla meydana gelmiş dar şeritler halindeki alüviyal topraklar ve eteklerdeki küçük sahaları işgal eden bu toprak gurubunun % 20’sinin ziraate elverişli olduğu tahmin edilmektedir. İlimizde özellikle Çermik ve Çüngüş ilçeleri toprakları bu guruba girmektedir. c) Kahverengi Orman Toprakları: Toprak ve bitki örtüsünden mahrum hemen hemen dik meyilli kayalıklardan oluşmuştur. Bu arazinin % 6’sı kültür arazisi olmaya elverişlidir. 49 d) Kireçsiz Kahverengi Topraklar: Çıplak jeolojik materyallerden ve iskelet topraklarından ibarettir. Ağaç ve çalıların kesilmesi veya köklerinin çekilmesi, köklerin çıkarılması, sahanın aşırı derecede otlatılması ve bazı sahaların işlenmesi erozyona sebep olmuş ve arazinin büyük kısmının tahribatını hızlandırmıştır. Dar şeritler halinde alüviyal topraklar ziraate elverişli kısmı teşkil edip, sahanın % 15’ ni kapsarlar (DİZDAR, 2002 ). 3. DİYARBAKIR’DA BAĞCILIĞIN BUGÜNKÜ DURUMU Diyarbakır merkez, ilçe ve köylerde yaptığımız anket çalışmaları sonucunda bağcılığın %95 ‘nin yöresel ve nesiller arası aktarılan görsel bilgilerle yapıldığını ortaya çıkarmıştır. Maalesef henüz teknik anlamda bir kaç işletme dışında bağcılık yoktur. Bu işletmeler de son zamanda şaraplık sanayinin gelişmesi nedeniyle Çüngüş ve Çermik’ te yeni bağ alanlarının kurulması çalışmaları başlatılmıştır. Bu nedenle bağların bir çoğu küçük aile işletmesi halinde olup ekonomik açıdan yeterli değildir. Bir çok ailenin geçimini sağlayamamakta ve yan gelir kaynağı olarak görülmektedir. Genel olarak bölgede yetiştirilen üzümlerin %20 oranındaki kısmı bu bölgede yetiştirilmektedir. Ancak bu ilimizde hala eski bağcılık tekniğinin uygulanması ve üretimi yapılan çeşitlerin büyük bölümünün yerel tip olması, ildeki bağcılığın pazarda aldığı payın bu rakamların çok gerisinde kalmasına sebep olmuştur. Sulama suyunun kısıtlı olması nedeniyle sulu bağcılık yapılamadığı için istenilen verim alınamamaktadır. Çiftlik gübresi veya diğer gübreler ya hiç verilmemekte yada zaman zaman çok az miktarda verilmektedir. Terbiye şekli ve arazi yapısı nedeniyle bağların büyük bir kısmında mekanizasyona gidilememektedir. Bölge bağcısı budamayı yeterince bilmemektedir. Bağların önemli bir bölümü küçük arazi parçaları üzerinde birer aile işletmesi niteliğindedir. Bölgede bağlar oldukça yaşlıdır. Diyarbakır ve ilçelerindeki toplam bağ alanları; meyve veren yaştaki bağ alanı, 20.440 ha, meyve vermeyen yeni tesis edilmiş bağlar ise 1.360 ha’ dır. Bu oran Güneydoğu Anadolu Bölgesi bağlarının %15.7’sini teşkil etmektedir. Bölgede Gaziantep ve Mardin illerinden sonra üçüncü sırayı almaktadır. İldeki üzüm üretimi 118.444 tondur. GAP yöresinde %15.8’lik oran ile üçüncü sırada bulunmaktadır. İlde dekara verim ise 511 kg/da civarındadır. 50 Çizelge 2. Diyarbakır ve ilçelerinde 2004 yılı itibariyle bağ alanı ve üzüm üretim değerleri (ANONİM, 2002) İLÇELER Meyve Veren Yaştaki (ha) Meyve Vermeyen Yaştaki (ha) Sofralık Üzüm (ton) Kurutmalık Elde Edilen Üzüm Kuru Üzüm (ton) (ton) Merkez 600 155 1800 470 188 Bismil 200 ---- 1200 --- --- Çermik Çınar Çüngüş Dicle Eğil Ergani Hani Hazro Kocaköy Kulp Lice 3050 622 1800 2585 1100 3440 600 910 2 750 3381 102 100 700 5 204 50 2 8 1 3 5 21350 3110 9000 15510 5500 19952 3000 4550 14 4500 25385 800 ----500 500 ----550 --1500 5000 200 ----100 100 ----100 --300 1000 Silvan 1400 25 5600 350 --- TOPLAM 20440 1360 118444 9320 1988 Çizelge 3. Diyarbakır ve ilçelerinde 2002 yılı itibariyle Bitkisel Üretim değerleri ( DİE, 2002) Tarla Bitkileri Tahıllar Baklagiller Endüstriyel Bitkiler Yağlı Tohumlar Yumrulu Bitkiler Bahçe Bitkileri Yaprağı Yenen Sebzeler Baklagil Sebzeler Meyvesi Yenen Sebzeler Soğansı, Yumru ve Kök Sebzeler Bağ Ekilen Alan (ha) 443213 152195 63631 11304 1933 - Hasat Edilen (Kg / ha) 443022 148748 63631 11304 1933 - Üretim (ton) 1 047 320 177146 92195 135790 32210 699 3133 520151 - - 3592 Meyve veren Yaşta (Adet ) Meyve Vermeyen Yaşta (Adet ) Üretim 21100 105529 51 Çizelge 4. Diyarbakır ve ilçelerinde 2002 yılı itibariyle meyvelerin üretim değerleri ( DİE ,2002) Meyveler Yumuşak Çekirdekliler Armut Ayva Elma Sert Çekirdekliler Erik İğde Kayısı Zerdali Kiraz Şeftali Vişne Sert kabuklular Antep fıstığı Ceviz Badem Üzümsü meyveler Dut İncir Nar Toplam Toplam Ağaç Meyve veren Meyve vermeÜretim Sayısı (Adet) yaşta (Adet ) yen yaşta (Adet ) (ton) 205570 104945 21200 79425 244186 76160 76765 3750 31781 24285 31445 491960 276650 67850 147460 209825 87230 56085 66510 1151541 171565 91330 16605 63630 190866 61835 60250 3000 23546 19595 22640 291760 112900 60810 118050 157595 63795 44190 49610 811786 34005 13615 4595 15795 53320 14325 16515 750 8235 4690 8805 200200 163750 7040 29410 52230 23435 11895 16900 339755 4207 2031 472 1704 3472 1266 1168 41 321 282 3663 829 1487 1347 108264 1260 657 815 119606 4. DİYARBAKIRDA YETİŞTİRİLEN ÜZÜM ÇEŞİT VE TİPLERİNİN BAZI ÖZELLİKLERİ 4.1. Şıralık -Şaraplık Çeşitleri: Yapılan anket çalışması sonucu en fazla üretimi yapılan çeşidin şıralık olduğu sonucuna varılmıştır. Şıralık – Şaraplık çeşitleri sayıca az olmalarına rağmen yetiştirilme alanları büyüktür. Bu gruba giren başlıca çeşitler şaraplık (Boğazkere) İm, Kabarcık, Mazrumi ve Şirelik’tir. Boğazkere çeşidi yörede Şaraplık olarak isimlendirilmektedir. Şaraplık, özellikle Diyarbakır ilinin Ergani, Çermik ve Çüngüş ilçelerinde yaygın şekilde yetiştirilmektedir. Bu çeşit üretiminin tamamı şarap fabrikalarınca satın alınmaktadır. Pazarlama probleminin olmaması yüzünden yaygınlaşma eğilimi göstermektedir. İm çeşidi yörede çok eskiden beri şaraplık olarak değerlendirmektedir. Şirelik çeşidi, yetişme alanı bakımından Diyarbakır’daki en yaygın çeşittir. Geççi karakterde ve bol çekirdekli olmasına rağmen başta - şarap yapımı olmak üzere çok amaçlı olarak kullanılmaktadır. Bu çeşit üretiminin bir kısmı da fabrikalara satılmaktadır. Yine büyük alanlarda yetiştirilen Mazrumi çeşidi de ilimizde yaygındır. Orta büyüklükte, 52 sık taneli olan çeşidin omcaları verimlidir. Bölgenin önemli tiplerinden olan kabarcık sadece Diyarbakır Merkez ilçedeki bazı köylerde yetiştirilmekte ve kuvvetli gelişen verimli omcaları dikkat çekmektedir. Tahannebi üzüm çeşidine dölleyici olarak da kullanılan bu çeşit sofralık olarak pazara sunulmaktadır. 4.2. Kurutmalık Çeşitler Ağırlıklı değerlendirme biçimi kurutmalık olan bu çeşitlerin hepsi de çekirdekli olup, Sorava, Kaferan, Adberi çeşitleridir. Genel olarak sofralık olarak tanımlanan Sorava çeşidi bu yöremizde kurutmalık olarak değerlendirilmektedir. Sorava çeşidi, silindirsel kanatlı konik salkım şekli, hafif oval taneli, kırmızı renkli, kalın kabuklu, tane içi gevrek etli, orta tatlı ve çok verimlidir. Keferan; salkım şekli omuzlu, yuvarlak, kırmızı siyah rengi, orta kalın, dolgun etli, orta sulu orta verimli çeşittir. 4.3. Sofralık – Kurutmalık Çeşitler Bazı çeşitler yöre halk tarafından ağırlıklı olarak hem sofralık hem de kurutmalık olarak kullanılmaktadır. Bunlar; Ağek, Sarov, Şekeri, Vanki ve Zeyti’dir. Hem sofralık hem de kurutmalık amaçla kullanılan çeşitler arasında en yaygın yetişme alanı bulan çeşit Zeyti’dir. Beyaz büyük salkımlı ve albenisi yüksek bir çeşittir. Kuru üzümü de beğenilmektedir. Ağek çeşidi orta kalınlıktaki kabuk yapısına rağmen beğenilen, tat ve albenili salkımı ile önem kazanmıştır. Adberi küçük salkım yapısına rağmen sofralık ve kurutmalık özellikleri ile Ergani ve Çermik ilçelerinde benimsenmiştir. Siyah üzüm çeşidinin meyve eti ise orta derecede renkli bulunmuştur. Yüksek oranda şeker içeriği bulunan bu çeşit az yetiştirilmektedir. Şeker içeriği yüksek olan bir başka çeşitte Şekeri’dir. Daha çok kurutmalık özellikleri göstermekle beraber sofralık olarakta tüketilmektedir. Diyarbakır’da yaygın olarak yetiştirilen bir çeşitte Vanki çeşidi omuzlu dallı salkım, kısa oval yeşilsarı renkli, kalın gevrek etli, orta sulu tatlı ve çok verimli bir çeşittir. 4.4. Softalık Çeşitler Beyaz Sofralık Çeşitler: Beyaz Gıldun, Haseni, Hatun Parmağı, İstanbullu, Kohar Sipiyek, Şitu, Tahannebi. Yörede yetiştirilen beyaz sofralık çeşitlerden sadece üç tanesi Türkiye standart üzüm çeşitleri arasında yer almakta olup bu çeşitler Hatun parmağı ve Tahannebi’ dir. Bu iki çeşidinde yetiştirilme alanları fazla değildir. Hatun parmağı; iri taneleri, seyrek salkım yapısı ve ince kabuğuyla dikkati çekmektedir. Tahannebi ise morfolojik erdişi fizyolojik dişi çiçek yapısından dolayı döllenme problemi yaşamakta ve çoğu yıllar salkımlar eksik döllenmeden dolayı küçük kalmaktadır. Çok kaliteli bir sofralık olmamasına rağmen erkenci olması nedeniyle Temmuz ayı ortalarında olgunlaşmasından dolayı tercih edilmektedir. Şitu; Ekim ayı sonunda hasat edilmekte ve salkımları ilkel şartlarda kış ayları boyunca muhafaza edilmektedir. İri ve seyrek taneli salkım yapısı ve sevilen tadıyla bu çeşit dikkate alınması gereken bir çeşittir. Hasen; Diyarbakır ve ilçelerinde oldukça yaygın olarak yetiştirilen bir çeşittir. 53 Sofralık olarak değerlendirilmesine rağmen sofralık özellikleri iyi değildir. Taneler orta irilikte, bol çekirdekli ve şeker içeriği düşüktür. Sipiyek ve kohar çeşitleride sofralık olarak iyi değildir. Bu çeşitler orta mevsim beyaz üzüm çeşitleridir. İstanbullu çeşidi ise iri ve az çekirdekli tane yapısı ve albenili salkım yapısıyla standart görünümü vermektedir. 4.4.2. Renkli Sofralık Çeşitler Diyarbakır ve ilçelerinde yetiştirilen üzüm tiplerinin hiç birisi standart çeşitlerden değildir. Bunlar Kış Gıldunu, Kızıl Banki, Mikeri, Vilki, Siyah Gıldur, Tayfi ve Balcani çeşitleridir. Kızıl Banki; Diyarbakır ilinde en iri salkım yapısını veren üzüm çeşitidir. Salkım şekli omuzlu dallı, kısa oval kırmızımsı rengi, orta kalın gevrek etli az sulu tatlı ve çok verimli güzel bir çeşittir. Kış Gıldunu konik silindirsel omuzlu, yuvarlak yeşil-sarı renkli orta kalın gevrek etli orta sulu, az tatlı orta verimli bir çeşittir. Vilki konik omuzlu, yuvarlak orta kalın yumuşak etli, az sulu, tatlı orta verimli bir çeşittir. Son turfanda olarak ekim ayı sonlarında hasat edilmektedir. Bu salkımlar kışın tüketilmektedir. Mikeri; daha çok Diyarbakır Eğil ilçesinde yaygınlaşmıştır. Sofralık kullanımı yanında pekmezlik olarak da kullanılır. Yine geççi olan Tayfi ‘nin en belirgin özelliği tanelerin ucunda dikensi bir küçük çıkıntının olmasıdır. Kendine has bu özelliği Tayfi çeşidini diğerlerinden hemen ayırır. Balcani çeşidi iri ve gösterişli taneleri ile dikkat çeker. (GÜRSÖZ, 1993) 5. DİYARBAKIR BAĞCILIĞINDA UYGULANAN KÜLTÜREL BAKIM İŞLEMLERİ 5.1. BAĞLARDA SULAMA Diyarbakır da yaz aylarında sıcaklık oldukça yüksektir. Ancak sulama imkanlarının çok kısıtlı olduğu bu bölgede bağ alanlarında hemen hemen hiç sulama yapılmamaktadır. Burada verimi etkileyen en önemli nedenden biri sulamadır. Haziran ayından başlayarak Ekim ayına kadar olan dönemde bölge çok az yağış almaktadır. Oysa asma gözlerin uyanmasından yaprak dökümüne kadar 300-350 mm ‘lik yağış ister. Bu durumda sulama gerekmektedir. 5.2. BAĞLARDA GÜBRELEME Bölgemizde gübreleme pek yapılmamaktadır. Yapılan yerlerde çok az miktarda uygulanmaktadır. Bağcılığın bu kadar önemli olduğu ilimizde maalesef gübrelemeye gerekli önem verilmemiştir. Yaptığımız anket sonucu eski bağcılıkta Diyarbakır ilinde üreticilerin % 95’i gübre kullanmamaktadır. Ancak yeni bağcılıkta gübre kullanımına başlanmıştır.. Yapılan araştırmalarda 1 ton ürün için ve 600 kg yaprak ve çubuk ile topraktan 8 kg civarında azot, 3 kg civarında fosfor, 10 kg civarında potas kaldırmaktadır. Bu besin maddelerini her yıl toprağa iade etmek gerekir. Asmalar azota erken ilkbaharda ihtiyaç duyarlar. Çermik, Çüngüş ve Ergani ilçelerinde yeni modern bağ kuran birkaç üretici dışında gübre kullanımı yaygınlaşmamıştır. 54 5.3. BAĞLARDA BUDAMA Diyarbakır ve ilçelerinde budama genellikle Şubat ayı sonunda başlayıp, Mart ayı boyunca devam etmektedir. Bu yöremizde genellikle karılık budama uygulanmaktadır. Bu budama şeklinde aynı asma üzerinde aynı asma üzerindeki bir senelik dalların bir kısmı iki veya üç diğer kısmı ise yedi veya daha fazla göz üzerinde budanmaktadır. Kısa budananlara “Irgat”, uzun budananlara “Bayrak” adı verilir. Uzun budanan bayraktan o yılın mahsulü alınır ve dal kış budaması ile tamamen kesilir. Irgattan meydana gelen iki sürgünden üstteki kış budamasında tekrar bayrak alarak uzun, alttaki ise ırgat olarak kısa budanır. Bu şekil her yıl devam ettirilerek omcanın gövde yüksekliği pek değişmemiş olur. Budama da genellikle çekme adı verilen bıçak kullanılmaktadır(AĞAOĞLU, 1986 ). 6. HASTALIK VE ZARARLILAR Bölgede yapılan çalışmalarda Thysanoptera 2, Homoptere takımından 4 ve Lepitoptera takımından 3 adet olmak üzere toplam 9 adet zararlı böcek türü saptanmış ve mücadelesinin yapılabileceği bildirilmektedir. Bölgede hala üreticilerin büyük bir kısmının bağ zararlılarını tanımamaları zamanında gerekli mücadeleyi ve tekniği uygulamaması nedeniyle veya gereğinden fazla ilaçlamalar yaparak var olan doğal dengeyi bozmaktadırlar. Diyarbakır yöresinde Haziran- Eylül dönemi çok sıcak ve kurak geçmektedir. Bu aylarda hava nisbi nemi de oldukça düşmektedir. Bu durum külleme, mildiyö ve kurşuni küf gibi mantari hastalıkların ortaya çıkma ihtimali açısından olumludur. Diğer bölgelerde büyük problem yaratan mantari hastalıklar bu bölgede önemli oranda zarara neden olmamaktadır. Çermik, Çüngüş ve Ergani yöremizde bulunan ve gittikçe bölgeye yayılan floksera zararlısı bölgemiz için en önemli bir ve tehdit unsurudur. Bu zararlı için acilen önlem alınması gerekmektedir (KAPLAN, 2004 ). 7. DİYARBAKIR İLİ BAĞCILIĞINDAKİ SORUNLARI Yaptığımız anket çalışması sonucunda Diyarbakır ve yöresinde üretimin %75-95’nin iç pazarda tüketildiği görülmektedir. Son yıllarda şaraplık üzüme olan talepten dolayı batı illerinden Edirne’ den tüccarlar Çüngüş, Çermik ve Ergani ilçelerindeki şaraplık üzümleri tarladan toptan almaktadırlar. Hatta bazı üreticilerle sözleşme yaparak sezon başında bir miktar nakit vererek anlaşma sağlanmaktadır. Bu nedenle sözleşmeli şaraplık üzüm üretiminde artma görülmektedir. Bölge halkı genelde üzümü kendi imkanları ile işleyerek elde ettiği , pestil, cevizli sucuk, pekmez, helva, kesme, kuru sofralık üzüm olarak elde edilen ürünlerin bir kısmını kendi ihtiyaçlarını karşılamak için, kalan ürünleri de pazarda, çevre illerdeki pazarlarda sofralık satılmaktadır. Ayrıca Elde edilen sucuk, pestil, pekmez tüccarlardan tarafından alınıp batı illerine gönderilmektedir. Henüz üzümü işleyen bir tesis bölgede mevcut değildir. Pazarlama küçük ve kişisel olarak küçük işletmelerde yapıldığı için marka ve düzenli satış sistemine geçilmediği için büyük marketlere ve satış noktalarına ulaşılamamıştır. 55 Diyarbakır ve ilçeleri üzüm çeşidi bakımından oldukça zengindir. Hemen her ilçede ayrı çeşitler ve tipler yetiştirilmektedir. Bu değişim gen kaynağı açısından önemli olsa bile bu çeşitlerin büyük bölümünün standart dışı olması kalite, verim ve pazarlama yönünden olumsuz faktörlerdir. Diyarbakır’ daki üreticiler yeni bağ tesis edebilmek için istedikleri çeşitlerin aşılı köklü fidanlarını bulmakta güçlük çekmektedirler. İhtiyaç duyulan fidanların, bir kısmı üreticilerin kendi bağlarından, tanıdık ve yakın çevreden, genellikle Ege Bölgesindeki özel ve kamu kuruluşlarından kontrolsüz bir şekilde temin edilmektedir. Fidanlar ayrıca Elazığ Tarım İl müdürlüğüne bağlı üretim istasyonundan temin edilmektedir. Bu istasyonda şilfoni ve kışkırmızısı çeşitleri üretimi yapılmakta bu fidanlar yerli köklü olarak üretilip dağıtılmaktadır. Güneydoğu Anadolu Bölgesinin tamamında olduğu gibi Diyarbakır ve ilçelerinde de floksera zararlısı büyük bir sorun olmaktadır. Diyarbakır’ da ve ilçesinde halen eski bağcılık tekniğinin uygulanması ve floksera ile buluşan yerlerin tespit edilmesi amacıyla çalışmaların yapılmaması floksera zararlısının yayılmasına olanak sağlamaktadır. Çermikte olduğu gibi Diyarbakır’ın merkez ve diğer ilçeleri de bu zararlıdan büyük ölçüde zarar görmüştür. Eğer gerekli önlemler alınmazsa birkaç yıla kadar daha fazla zarar görecektir. Hastalık ve zararlılara karşı bir ilaçlama vs. gibi mücadele yapılmamaktadır. Floksera’ya karşı en etkili savaşım yöntemi bağlarda Amerikan asma anaçlara kullanılmasıdır. Floksera zararlısına rağmen eski bağcılık tekniğinin uygulanması, bağların yaşlı olması, mevcut bağların önemli bir kısmının standart dışı olması ve pazarlamadaki güçlükler nedeniyle ildeki bağcılık gittikçe gerilemektedir(ÖZDEMİR, 1998). 8. SONUÇ VE ÖNERİLER Bölgede bağcılığın geleceği açısından önerilerde bulunurken, öncelikle yörenin iklimi ve elde edilecek ürünün değerlendirme şekli dikkate alınmalıdır. Yörede erkenci üzüm çeşitlerine karşı yüksek bir talep bulunmaktadır. Bunu karşılamaya yönelik tedbirler alınmalıdır. Ekonomik destek olması nedeniyle MEY Alkollü İçecekler A.Ş’nin bağcılığı özendirici önlem alması yetiştiriciye üzüm alımı ve ödemeler konusunda güvence verilmesi, üreticinin bağcılığa yönelmesini sağlayabilecektir. Yöreye Çermik ve Ergani tarafından girip, hızla yayılmakta olan floksera zararlısına karşı yetiştiriciler bilgilendirilip, ivedilikle “yeni bağcılık” sistemine geçilmesi gerekmektedir. Yeni bağcılığı teşvik edici düşük faizli krediler ve uygun ödeme koşulları üreticilere sağlanmalıdır. Diyarbakırdaki bağcılığın gerilemesinin bir nebzede olsa önüne geçebilmek için, geliştirilmesini ve yeni bağcılık sisteminin oluşması için aşağıdaki tedbirlerin mümkün olduğu ölçüde hayata geçirilmesi uygun olacaktır. Diyarbakır ve ilçeleri üzüm çeşidi bakımından oldukça zengindir. Hemen her ilçede ayrı çeşitler ve tipler yetiştirilmektedir. Bu değişim gen kaynağı açısından önemli olsa bile bu çeşitlerin büyük bölümünün standart dışı olması kalite, verim 56 ve pazarlama yönünden olumsuz faktörlerdir. Diyarbakır’ daki üreticiler yeni bağ tesis edebilmek için istedikleri çeşitlerin aşılı köklü fidanlarını bulmakta güçlük çekmektedirler. İhtiyaç duyulan fidanların, bir kısmı üreticilerin kendi bağlarından, tanıdık ve yakın çevreden, genellikle Ege Bölgesindeki özel ve kamu kuruluşlarından kontrolsüz bir şekilde temin edilmektedir. Fidanlar ayrıca Elazığ Tarım İl müdürlüğüne bağlı üretim istasyonundan temin edilmektedir. Bu istasyonda şilfoni ve kışkırmızısı çeşitleri üretimi yapılmakta bu fidanlar yerli köklü olarak üretilip dağıtılmaktadır. Güneydoğu Anadolu Bölgesinin tamamında olduğu gibi Diyarbakır ve ilçelerinde de floksera zararlısı büyük bir sorun olmaktadır. Diyarbakır’ da ve ilçesinde halen eski bağcılık tekniğinin uygulanması ve floksera ile buluşan yerlerin tespit edilmesi amacıyla çalışmaların yapılmaması floksera zararlısının yayılmasına olanak sağlamaktadır. Çermikte olduğu gibi Diyarbakır’ın merkez ve diğer ilçeleri de bu zararlıdan büyük ölçüde zarar görmüştür. Eğer gerekli önlemler alınmazsa birkaç yıla kadar daha fazla zarar görecektir. Hastalık ve zararlılara karşı bir ilaçlama vs. gibi mücadele yapılmamaktadır. Floksera’ya karşı en etkili savaşım yöntemi bağlarda Amerikan asma anaçlara kullanılmasıdır. Floksera zararlısına rağmen eski bağcılık tekniğinin uygulanması, bağların yaşlı olması, mevcut bağların önemli bir kısmının standart dışı olması ve pazarlamadaki güçlükler nedeniyle ildeki bağcılık gittikçe gerilemektedir(ÖZDEMİR, 1998). 8. SONUÇ VE ÖNERİLER Bölgede bağcılığın geleceği açısından önerilerde bulunurken, öncelikle yörenin iklimi ve elde edilecek ürünün değerlendirme şekli dikkate alınmalıdır. Yörede erkenci üzüm çeşitlerine karşı yüksek bir talep bulunmaktadır. Bunu karşılamaya yönelik tedbirler alınmalıdır. Ekonomik destek olması nedeniyle MEY Alkollü İçecekler A.Ş’nin bağcılığı özendirici önlem alması yetiştiriciye üzüm alımı ve ödemeler konusunda güvence verilmesi, üreticinin bağcılığa yönelmesini sağlayabilecektir. Yöreye Çermik ve Ergani tarafından girip, hızla yayılmakta olan floksera zararlısına karşı yetiştiriciler bilgilendirilip, ivedilikle “yeni bağcılık” sistemine geçilmesi gerekmektedir. Yeni bağcılığı teşvik edici düşük faizli krediler ve uygun ödeme koşulları üreticilere sağlanmalıdır. Diyarbakırdaki bağcılığın gerilemesinin bir nebzede olsa önüne geçebilmek için, geliştirilmesini ve yeni bağcılık sisteminin oluşması için aşağıdaki tedbirlerin mümkün olduğu ölçüde hayata geçirilmesi uygun olacaktır. 57 KAYNAKLAR 1. ANONİM. 2002. Tarımsal yapı ve üretim. 2002 Devlet İstatistik Enstitüsü Yayınları ANKARA 2. AĞAOĞLU, Y S.1986. Çelik Bağcılık potansiyelinin geliştirilmesi Güneydoğu Anadolu Projesi Kalkınma Simpozyumu, Ankara Üniv. Basımevi Say: 211-229 ANKARA 3. ANONİM. 1991-2002. Ortalama, ekstrem sıcaklık, yağış değerleri bülteni, Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü,Meteoroloji Bölge Müdürlüğü DİYARBAKIR 4. ANONİM. 2004. Tarım İl Müdürlüğü Proje İstatistik Şube Müdürlüğü kayıtları DİYARBAKIR 5. ÇAKMUR, Ç. 1984. Bağcılığın yoğun olduğu bazı yerlerde üzüm üretim tekniklerinin ekonomik analizi, maliyeti ve pazarlaması ile sorunlarına ilişkin bir araştırma. 6. DİZDAR, M. 2002. Türkiye’nin Toprak Kaynakları TMMOB Yayınları, Say:160-161 ANKARA. 7. GÜRSÖZ, S. 1993. GAP alanına giren Güneydoğu Bölgesi Bağcılığı ve özellikle Şanlıurfa ilinde yetiştirilen üzüm çeşitlerinin amgelografik nitelikleri ile ve kalite unsurlarının belirlenmesi üzerinde bir araştırma Ç.Ü fen Bilimleri Enst. Doktora Tezi ADANA 8. GLEISBERG .W, 1938. Türkiye Bağcılığı üzerinde araştırmalar T.C Ziraat vekaleti Neşriyatı Umumi Sayı: 316, Araştırma Raporları sayı: 4. ANKARA 9. KAPLAN, M.2004. Güneydoğu Anadolu Bölgesinde Bağlarda Zarar Yapan Böcek Türleri (Lisans Bitirme Tezi ).225, DİYARBAKIR 10. KAPLAN, N. 1994. Diyarbakır ve Mardin illerinde yetiştirilen üzüm çeşitlerinin angelografik özelliklerinin saptanması üzerine bir araştırma (A.Ü Fen Bilimleri Doktora Tezi) ANKARA. 11. MAÇAN, S. 1984. Güneydoğu Anadolu Bölgesinde bağlarda zarar yapan böcek türleri, önemlilerinin tanımı , yayılışları , ekonomik önlemleri üzerinde incelemeler, Zirai karantina Genel Müdürlüğü Basımevi ANKARA. 12. ÖZDEMİR, G 1998. Diyarbakır ve Adana koşullarında yetiştirilen bazı sofralık üzüm çeşitlerinde fenolojik devreler ile bazı iklimsel etkenler arasındaki ilişkiler Çukurova Üniv. Fen Bilimleri Enst. Yüksek lisans tezi ANKARA 58 DİYARBAKIR’DA KIRMIZI MERCİMEK TARIMI GİRİŞ: Zübeyir TÜRK* Mercimek, ülkemizde nohuttan sonra en geniş ekim alanına ve en büyük üretim miktarına sahip olan bir yemeklik tane baklagil bitkisidir. Ülkemizde 214.931 ha’lık alanda mercimek ekimi yapılmakta, 302.181 ton mercimek üretilmekte ve 1405 kg/ha verim alınmaktadır (Anonim, 2009). Ülkemizde mercimek tarımının en yoğun olarak yapıldığı yer Güneydoğu Anadolu Bölgesi olup, esasen bu bölgemiz kırmızı mercimek üretim bölgesidir. Mercimek tanesinde % 20.4-30.9 gibi (Şehirali, 1988) gibi yüksek oranda protein bulunduran önemli birer yemeklik tane baklagil bitkisidir. Mercimek soğuğa, sıcağa ve kurağa dayanan ve fakir topraklarda yetişebilen bir bitki olması nedeniyle kışlık Tahıl-Nadas ekim nöbetinin uygulandığı kurak bölgelerimizde ekim nöbetine girerek birim alan verimini artırmada ve nadas alanlarımızı azaltmada önemli bir değere sahiptir. Mercimek bir baklagil bitkisi olarak, derine giden köklerine yerleşen azot bakterileri ile ortak yaşamları sonucu, havanın serbest azotunu bağlayarak, topraktaki azot oranını arttırmakta ve böylece toprak verimliliğine olumlu yönde etkide bulunmaktadır. Bugün, bütün ileri tarım tekniğinin uygulandığı yerlerde, geliştirilen yeni ekim nöbeti sistemlerinde, toprak verimliliğini korumak ve artırmak yönünden, o bölgeye uyan bir baklagil bitkisinin yer aldığı açıkça bilinen bir gerçektir. Tarım alanlarımızın büyük bir kısmında, yağışın yeterli olmadığı ve halen sulama olanaklarının da bulunmadığı düşünülürse, sıcağa ve kurağa dayanıklı ve bu bölgelerimizde sulanmaksızın ürün verebilen mercimek, ülkemizde, kuru tarım sisteminin uygulandığı yerlerde, önemli bir “Yemeklik Tane Baklagil” bitkisi olarak ortaya çıkmaktadır. Mercimeğin ülkemiz için diğer bir önemi de, “Yemeklik Tane Baklagiller” arasında, ihraç edilen birer ürün olarak yer almasıdır. Dünyanın değişik yerlerinde diğer bitkilerde olduğu gibi mercimekte de yapılan ıslah çalışmaları ile daha verimli ve daha kaliteli özelliklere sahip çeşitler geliştirilmektedir. Zira, hızla artmakta olan nüfusu beslemek bütün dünyanın sorunudur. Üretimin artırılması artık ekim alanlarının artırılması ile mümkün olmamaktadır. Üretimin arttırılması için birim alan tane verimini artırmak gerekmektedir. Bu ise başta yüksek verim potansiyeline sahip iyi bir çeşidin kullanılmasının yanısıra uygun yetiştirme tekniklerinin geliştirilmesi ile mümkün olacaktır. İyi bir çeşit olmadan sadece uygun yetiştirme teknikleri verimi artırmada yetersiz kalacaktır. * Yrd. Doç. Dr. Zübeyir TÜRK Dicle Üniversitesi Diyarbakır Tarım Meslek Yüksekokulu Bitkisel ve Hayvansal Üretim Bölümü 59 Bu makalede Diyarbakır’da Mercimek tarımı için uygun çeşit kullanımı, tohum yatağı hazırlığı, ekim yöntemi, ekim zamanı, tohumluk miktarı, gübreleme, sulama, hastalık, yabancı ot kontrolü ve hasat yöntemleri gibi konular ele alınmıştır. Çeşit ve Tohumluk: Diğer ürünlerin yetiştirilmelerinde olduğu gibi mercimek üretiminde de ilk ve temel konu çeşittir. Bölgede kullanılan çeşitler tescilli çeşitler olmayıp yıllardır çiftçilerin yetiştirdiği karışık populasyondur. Son yıllarda Güneydoğu Anadolu Tarımsal Araştırma Enstitüsü tarafından yürütülen adaptasyon çalışmalarında yöreye adapte olabilecek yüksek verimli mercimek çeşitleri tespit edilmiştir. Uzun yıllar verim denemelerine alınan söz konusu çeşitler bölgede yetiştirilen yerel populasyonlardan oldukça yüksek oranda birim alan tane verimi vermektedir. Bölge çiftçisi söz konusu çeşitleri kullandığı taktirde daha yüksek verim elde edecektir. Diyarbakır ekolojik koşulları için önerilecek mercimek çeşitleri ve bazı tarımsal özellikleri aşağıda verilmiş Şunlardır: 1. Fırat-87: Kırmızı kotiledon renginde, yarı yatık gelişme tabiatında, Güneydoğu Anadolu Bölgesi kışına ve kurağına dayanıklı, yüksek verimli, 1000 tane ağırlığı 390 gr, dane dökmesi az, harmanlanması iyi, tohum böceği (Bruchus)’ne dayanması orta derecede, danedeki protein oranı % 27.3 ve pişme durumu iyi derecede olan, ancak geçci bir çeşittir. 2. Seyran-96: Güneydoğu Anadolu Bölgesi kışına ve kurağına dayanıklı, kırmızı kotiledon renginde, dik gelişen,yatmaya dayanıklı, makinalı hasada uygun, erkenci, yüksek verimli, 1000 tane ağırlığı 300-360 gr, dane dökmesi az, harmanlanması iyi, bruchusa dayanıklı, diğer çeşitlere göre kısa sürede pişme özelliğine sahip bir çeşittir 3. Çağıl: Dik büyüyen, makinalı hasada uygun, kışa, kurağa ve yatmaya dayanıklı, iyi çevre şartlarında verimi yüksek bir çeşittir. Çevre şartları kötüleştikçe verimi düşmektedir. 4. Altıntoprak: Kötü çevre şartlarındaki verimi standart çeşitlerden iyi, çevre şartları iyileştikçe verim potansiyeli artan bir çeşittir. Sıcağa ve kurağa dayanıklı, dik gelişme formuna sahip, makinalı hasada uygun bir çeşittir. Öteyandan mercimek üretiminde çeşit kadar önemli olan diğer bir konu ise kullanılan tohumluğun kalitesidir. Zira, tohumluğun kalitesi ürünün verimi ve niteliği üzerine doğrudan etkili olmaktadır. İyi bir tohum yada tohumluğun taşıması gereken özellikler aşağıdaki şekilde olmalıdır. 60 a) Tohumluğun çimlenme gücü yüksek olmalı, b) Yabancı ot tohumlarından temizlenmiş olmalı, c) Taneler iri, dolgun olmalı, d) Tohum böceği (Bruchus) zararına uğramamış olmalı, e) Tane üzerinde hastalık belirtileri olmamalı, f) Tohumluk mutlaka selektörlenmeli, kırık taneler ve cansız maddelerden temizlenmiş olmalı, g) Kullanılan çeşit içerisinde başka çeşit olmamalı, Bölge çiftçisi bugüne kadar tohumluğunu kendisi temin etmektedir. Çiftçi yukarıda sayılan özelliklere sahip mercimek tohumluğunu ektiği taktirde daha yüksek verim elde edecektir. Tohum Yatağı Hazırlığı: Yağışa dayalı ekim sisteminde buğdaydan sonra mercimek yetiştiriciliğinde buğday hasadından hemen sonra birinci sürümün Soklu Pullukla 15-20 cm derinlikte yapılarak bitki artıklarının gömülmesi, ikinci toprak işleme ise yağmurlardan sonra ve ekimden önce Kazayağı+Tırmık veya Diskaro+Tırmık ile gerçekleştirilmesi tavsiye edilir (Anonim, 1983, 1985, 1986). Ekim Zamanı: Güneydoğu Anadolu Bölgesinde ekim yöntemleri ve sürüm aletleri dikkate alındığında mercimek için en uygun ekim zamanı Kasım ayı ortalarıdır (Orhan, 1991). Mercimekte ekim zamanı denemesinin çok yıllık sonucuna göre; Kasım ayında tavlı toprağa yapılan ekimler, verim artışı ve yabancı ot yoğunluğunun azalması bakımından faydalı bulunmuştur. Mercimek ekiminde geç kalındığında; yağışlardan dolayı mibzer kullanılamamakta, ekimin serpme olarak yapılması zorunluluğu ile karşı karşıya kalınmaktadır. Bu durum bir miktar tohum kaybına ve verim düşüklüğüne neden olmaktadır. Mercimeğin erken ekimlerinde ise yabancı otların daha büyük problem olduğu unutulmamalıdır. Ekim Yöntemi: Ekim, serpme veya mibzerle yapılabilir. Ancak en ideal ekim yöntemi mibzerle sıraya yapılan ekimdir. Bölgede kırmızı mercimek ekimi genellikle hububat mibzeri ile yapılmaktadır. Ancak mibzeri olmayan çiftçiler mercimeği serpme olarak ekmektedir. Serpme ekimde tohumluk kaybının yanında, ekim derinliğinin eşit olmaması nedeniyle bitkilerin çıkış zamanları farklı olmakta, üniform bir çimlenme sağlanamamakta ve bakım işlemleri güçleşmektedir. Tohumluk Miktarı: Birim alana ekilecek tohumluk miktarı; ekim sıklığına ve çeşitlerin tane büyüklüğüne bağlı olarak değişmektedir. Bölgede yürütülen çalışmalara göre; dönüme atılacak tohumluk miktarının mibzerle ekimde, kırmızı mercimekler için 9-10 kg olduğu tespit edilmiştir. Mibzerle ekimde; sıra arası mesafesi 20 cm, sıra üzeri 2-3 cm, ekim derinliği ise 4-5 cm. olmalıdır (Anonim, 1986). 61 Kaliteli ve temiz tohumluğun kullanılmasının yanı sıra doğru sulama, gübreleme ve ilaçlama yapılması çok önemlidir. Gübreleme: Toprak analizleri yapıldıktan sonra gübrelemeye karar verilmelidir. Zira; her toprağın gübre ihtiyacı değişmektedir. Güneydoğu Anadolu Tarımsal Araştırma Enstitüsü deneme alanlarında yürütülen araştırma sonucuna göre; ekimle birlikte dönüme 2.0-3.0 saf azot ve 6 kg/da saf fosfor düşecek şekilde gübre verildiğinde mercimekten en iyi verim alınmaktadır (Kaya, 1981). Söz konusu miktar 18-46-0 kompose gübresi kullanılarak sağlanır. Ekim mibzerle yapılacaksa, gübrenin ekimde verilmesi tavsiye edilir. Eğer ekim mibzerle yapılmıyorsa, ikinci sürümden sonra tarla yüzeyine fosforlu gübre serpilir ve kazayağı veya diskaro ile toprağa karıştırılır. Sulama: Bölgemizde ilave sulanan şartlarda mercimek veriminde önemli ölçüde artış olduğu araştırma sonuçlarıyla belirlenmiştir. Sulama sayısı ve zamanı yağış ve toprak nemine bağlıdır. Yüksek verim için Diyarbakır ve benzeri yerlerde mercimekte bakla bağlama devresinde bir defa sulamanın, Ceylanpınar gibi sıcakların erken olduğu yerlerde ise çiçeklenme devresinde yapılacak bir sulamanın yeterli olduğu tespit edilmiştir (Anonim, 1990, 1991). Yabancı Ot Kontrolü: Mercimek veriminin yüksek olması için yabancı ot mücadelesi şarttır. Geniş ve dar yapraklı yabancı otlar mahsulü gölgeleyerek ve onun besinine ortak olarak zarar yapar. Bu yüzden yabancı otlarla erken dönemde mücadele edilmelidir. İyi bir tohum yatağı hazırlamak, ekim derinliğini iyi ayarlamak ve uygun ekim sıklığı kültür bitkisinin sağlıklı gelişmesine yardımcı olabileceği gibi yabancı otlarla olan rekabetini de arttırır. Hastalıklarla Mücadele: Bölgemizde mercimek yetiştiriciliği için; kışlık tahılların hasadından sonra veya Sonbaharda yağmurlardan önce soklu pullukla 15-20 cm derinlikte ilk sürüm yapılması; özellikle toprak kaynaklı mantari hastalıklarla mücadele için tavsiye edilir. Yine hastalıklarla mücadele etmede dayanıklı çeşit kullanılması önemli bir yer tutar. Hasat ve Harman: Bölgemizde mercimekler el, orak, tırpan, traktörün kuyruk milinden hareket alan biçme makinasıyla önce hasat edilir, daha sonra harman edilir veya direkt biçer-döverle hasat ve harman yapılır. Özellikle tırpan, ot biçme makinası ve biçerdöverle yapılacak hasat için tarlanın düz ve taşsız olması gerekir. 62 Tırpan ve biçme makinası ile hasat, mercimekler sarardığı zaman yapılır. Biçer-döverle hasat yapılacaksa mercimeklerin kurumaları beklenmelidir. Fakat gereğinden fazla bekletilirse dane dökme başlar. KAYNAKLAR: 1. Alagöz, R., Keklikçi, Z., 1990. İki Yıllık Ekim Nöbeti Denemesi Sonuç Raporu. Güneydoğu Anadolu Tarımsal Araştırma Enstitüsü Müdürlüğü. DİYARBAKIR. 2. Anonim, 1981-90. Ülkesel Yemeklik Dane Baklagiller Projesi Raporları. Güneydoğu Anadolu Tarımsal Araştırma Enstitüsü Müdürlüğü. DİYARBAKIR. 3. Anonim, 2009. Bitkisel Üretim İstatistikleri Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK). Yücetepe Mah. Necatibey Cad., No:114, www.tuik.gov.tr, 06100 Çankaya/ ANKARA. 4. Kaya, M., 1981. Mercimekte Agronomik Araştırmalar. Ekim Sıklığı ve Kullanılacak Gübre Miktarı. Güneydoğu Anadolu Tarımsal Araştırma Enstitüsü Müdürlüğü. DİYARBAKIR. 5. Keklikçi, Z., Alagöz, R., Kılınç N., 1987. Diyarbakır Koşullarında Mercimeğin Tarla Hazırlığı Araştırması Sonuç Raporu. Güneydoğu Anadolu Tarımsal Araştırma Enstitüsü Müdürlüğü. Diyarbakır. 6. Orhan, A., 1991. Güneydoğu Anadolu’da Mercimek Tarımı, Sorunları ve Çözüm Yolları. Güneydoğu Anadolu Tarımsal Araştırma Enstitüsü Müdürlüğü. Yayın No: 1991.9 Diyarbakır. 7. Şehirali, S., 1988. Yemeklik Dane Baklagiller. Ankara Üniv. Ziraat Fakültesi Tarla Bitkileri Bölümü, Ankara. 63 DİYARBAKIR’DA NOHUT TARIMI Zübeyir TÜRK* GİRİŞ: Nohut, ülkemizde en fazla ekim alanı ve üretime sahip olan bir yemeklik tane baklagil bitkisidir. Ülkemizde 455.934 ha’lık alanda nohut ekimi yapılmakta, 562.564 ton nohut üretilmekte ve 124 kg/da verim alınmaktadır (Anonim, 2009). Nohut tanesinde %16.4-31.2 gibi yüksek oranda protein bulunduran önemli bir yemeklik tane baklagil bitkisidir (Şehirali, 1988). Nohut, yemeklik tane baklagiller içinde soğuğa, sıcağa ve kurağa en fazla dayanan ve fakir topraklarda yetişebilen bir bitki olması nedeniyle kışlık TahılNadas ekim nöbetinin uygulandığı kurak bölgelerimizde ekim nöbetine girerek birim alan verimini artırmada ve nadas alanlarımızı azaltmada önemli bir yere sahiptir (Alagöz ve Keklikçi, 1990). Ayrıca nohut bir baklagil bitkisi olarak, derine giden sağlam yapılı köklerinde yerleşen azot bakterileri ile ortak yaşamları sonucu, havanın serbest azotunu bağlayarak, topraktaki azot oranını arttırmakta ve böylece toprak verimliliğine olumlu yönde etkide bulunmaktadır. Tarım alanlarımızın büyük bir kısmında, yağışın yeterli olmadığı ve halen sulama olanaklarının da bulunmadığı düşünülürse, sıcağa ve kurağa dayanıklı ve bu bölgelerimizde sulanmaksızın ürün verebilen nohut, kuru tarım sisteminin uygulandığı yerlerde, önemli bir “Yemeklik Tane Baklagil” bitkisi olarak ortaya çıkmaktadır. Nohutun ülkemiz için diğer bir önemi de, “Yemeklik Tane Baklagiller” arasında, ihraç edilen bir ürün olmasıdır. Üretimin artırılması artık ekim alanlarının artırılması ile mümkün olmamaktadır. Üretimin arttırılması için birim alan tane verimini artırmak gerekmektedir. Bu ise başta yüksek verim potansiyeline sahip iyi bir çeşidin kullanılmasının yanısıra uygun yetiştirme tekniklerinin geliştirilmesi ile mümkün olacaktır. İyi bir çeşit olmadan sadece uygun yetiştirme teknikleri verimi artırmada yetersiz kalacaktır (Engin, 1989). Bu makalede Diyarbakır’da nohut tarımı için uygun çeşit kullanımı, tohum yatağı hazırlığı, ekim zamanı, ekim yöntemi, tohumluk miktarı, gübreleme, sulama, hastalık ve yabancı ot kontrolü ve hasat yöntemleri gibi konular ele alınmıştır. Çeşit ve Tohumluk: Diğer ürünlerin yetiştirilmelerinde olduğu gibi nohut üretiminde de ilk ve * Yrd. Doç. Dr. Zübeyir TÜRK Dicle Üniversitesi Diyarbakır Tarım Meslek Yüksekokulu Bitkisel ve Hayvansal Üretim Bölümü. 64 temel konu çeşittir. Çiftçiler tarafından kullanılan çeşitler tescilli çeşitler olmayıp yıllardır çiftçilerin yetiştirdiği karışık populasyonlardan oluşmaktadır. Son yıllarda GAP Uluslar arası Tarımsal Araştırma ve eğitim Merkezi tarafından yürütülen ıslah çalışmaları sonucunda; yöreye adapte oldukları tespit edilmiş, yüksek verimli nohut çeşitleri saptanmıştır. Uzun yıllar verim denemelerine alınan söz konusu çeşitler bölgede yetiştirilen yerel populasyonlardan oldukça yüksek oranda tane verimi verdikleri tespit edilmiştir. Diyarbakır çiftçisi söz konusu çeşitleri kullandığı taktirde daha yüksek verim elde edecektir. Diyarbakır ekolojik koşulları için önerilecek nohut çeşitleri şunlardır: ILC-482: Güneydoğu Anadolu Bölgesinde kışlık ekilebilen, erkenci, kurağa dayanıklı, antraknoz hastalığına tolerant, yüksek verimli, dane dökmesi olmayan, harmanlanması iyi, pişme durumu iyi, 1000 tane ağırlığı 290-310 gr, yarı dik gelişme tabiatında ve dallanma durumu nedeniyle makinalı hasada uygun olmayıp, bu yüzden küçük aile işletmeleri için çok uygun bir çeşittir. DİYAR-95: Güneydoğu Anadolu Bölgesinde kışlık ekilebilen, kurağa dayanıklı, antraknoz hastalığına tolerant, yüksek verimli, pişme durumu iyi, 1000 tane ağırlığı 400-450 gr, dik gelişme tabiatında, bitki boyunun uzun ve ilk bakla yüksekliğinin yüksek oluşu nedeniyle makinalı hasada uygun olan bir çeşittir. Öteyandan nohut üretiminde çeşit kadar önemli olan diğer bir konu ise kullanılan tohumluğun kalitesidir. Zira, tohumluğun kalitesi ürünün verimi ve niteliği üzerine doğrudan etkili olmaktadır. İyi bir tohum yada tohumluğun çimlenme gücü yüksek, yabancı ot tohumlarından temizlenmiş, taneler iri ve dolgun, tohum böceği (Bruchus) zararına uğramamış, hastalık belirtilerini taşımayan, kırık taneler ve cansız maddelerden temizlenmiş olmalıdır. Tohum Yatağı Hazırlığı: Nohut yetiştiriciliği için; kışlık tahılların hasadından sonra veya sonbaharda yağmurlardan önce Soklu Pullukla 15-20 cm derinlikte ilk sürümün yapılması, daha sonra ekimden önce tarla toprağı tava gelir gelmez ikinci toprak işlemesi Kazayağı+Tırmık veya Diskaro+Tırmık ile gerçekleştirilmesi tavsiye edilir. Ekim Yöntemi: Ekim serpme veya makinalı ekim yapılmaktadır. Serpme ekim metodunda daha fazla tohum kullanılmakta ve üniform bir çimlenme sağlanamamaktadır. Ancak en ideal ekim metodu tohum ekme makineleriyle sıraya ekimdir. Sıraya ekimde; sıra arası mesafesi 25-35 cm., sıra üzeri 3-5 cm. arasında değişir. Sıraya ekimde ekim derinliği 5-6 cm. olmalıdır. Tohumlar 5-6 cm’den daha derine ekilecek olursa , çimlenme zamanı, bitki başına düşen bakla ve çiçek sayısı azalır, çiçeklenme yavaş seyreder. 65 Ekim Zamanı: Nohut ekim zamanı kullanılan çeşitlere göre değişmektedir. Antraknoz hastalığına dayanıklı nohut çeşitleri için kurulan ekim zamanı denemesinin çok yıllık sonucuna göre; Aralık ayında yapılan ekim çiftçinin geleneksel ekim zamanına (Mart ve Nisan) göre; % 100 verim artışı sağladığı tespit edilmiştir. Antraknoz hastalığına hassas nohut çeşitleri için ideal ekim zamanı ise 15 Şubat-15 Mart arasındaki dönemdir. Geç ekimlerde nohutun sıcaktan ve kuraktan zarar görebileceği dolayısıyla verimin düşmesine neden olacağı, erken ekimlerde ise nohutun soğuktan zarar görebileceği, daha fazla yabancıot ve daha yoğun antraknoz hastalığına maruz kalınacağı unutulmamalıdır. Tohumluk Miktarı: Birim alana ekilecek tohumluk miktarı, ekim sıklığına ve çeşitlerin dane büyüklüğüne bağlı olarak değişiklik gösterir. Konuya ilişkin yapılan araştırmalara göre; dönüme atılacak tohumluk miktarı ILC-482 çeşidi için 15-16 kg (Anonim, 1989), DİYAR-95 nohut çeşidi için ise 17-20 kg (45 bitki/m2) olacak şekilde ayarlanmalıdır (Türk, 1998). Gübreleme: Toprak analizleri yapıldıktan sonra gübrelemeye karar verilmelidir. Zira; her toprağın gübre ihtiyacı değişmektedir. Nohutun azotlu gübreye ihtiyacı azdır. Yapılan araştırmalar nohutta verilecek 2.5-3.0 kg/da saf azotun nohut verimini arttırmadığı ancak sonraki buğday verimini önemli ölçüde artırdığını göstermektedir. Nohutta dekara 5-6 kg saf fosfor verilmesi yeterlidir. Bunun için dekara 10 kg Triple Süper Fosfat gübresi vermekle fosfor ihtiyacı karşılanmış olur. Ekim mibzerle yapılacaksa, gübrenin ekimde verilmesi tavsiye edilir. Eğer ekim mibzerle yapılmıyorsa, ikinci sürümden sonra tarla yüzeyine fosforlu gübre serpilir ve kazayağı veya diskaro ile toprağa karıştırılır. Sulama: Bölgemizde ilave sulanan şartlarda nohut veriminde önemli ölçüde artış olduğu araştırma sonuçlarıyla belirlenmiştir. Sulama sayısı ve zamanı yağış ve toprak nemine bağlıdır. Yüksek verim için Diyarbakır ve benzeri yerlerde nohutta bakla bağlama devresinde bir defa sulamanın, Ceylanpınar gibi sıcakların erken olduğu yerlerde ise çiçeklenme devresinde yapılacak bir sulamanın yeterli olduğu tespit edilmiştir (Şakar ve Orhan, 1993). 66 Yabancı Ot Kontrolü: Nohut veriminin yüksek olması için yabancı ot mücadelesi şarttır. Geniş ve dar yapraklı yabancı otlar mahsulü gölgeleyerek ve onun besinine ortak olarak zarar yapar. Bu yüzden yabancı otlarla erken dönemde mücadele edilmelidir. İyi bir tohum yatağı hazırlamak, ekim derinliğini iyi ayarlamak ve uygun ekim sıklığı kültür bitkisinin sağlıklı gelişmesine yardımcı olabileceği gibi yabancı otlarla olan rekabetini de arttırır. Mekanik olarak nohut tarlasındaki yabancı otlarla mücadele yanında, kimyasal ot öldürücü ilaçlarla yapılan mücadele nohut tarımında daha ekonomik olmaktadır. Hastalıklarla Mücadele: Nohut yetiştiriciliği için; kışlık tahılların hasadından sonra veya Sonbaharda yağmurlardan önce soklu pullukla 15-20 cm derinlikte ilk sürüm yapılması; özellikle toprak kaynaklı mantari hastalıklarla mücadele için tavsiye edilir. Yine hastalıklarla mücadele etmede dayanıklı çeşit kullanılması önemli bir yer tutar. Nohutun yöredeki en önemli hastalığı, Antraknoz (Ascohyta rabici (Pass.) Labr.) hastalığıdır. Bu hastalığa yakalanan nohutların baklalarında lekeler bulunur. Bu lekeler de ufak siyah lekeler halinde hastalık amilinin piknitleri vardır. Hasta bitkiler solgun yeşil renkte görünürler. Bitkinin gövde ve daları lekelerin bulunduğu yerden kırılır. Bu hastalığa köylüler ‘’Bulut çaldı ‘’ demektedir. Hastalık özellikle çiçeklenme döneminde çok etkili olmaktadır. Zararlılarla Mücadele: Zararlıların başında nohut sineği (Liriomyza cicerina Rond.) gelmektedir. Nohutların alt yapraklarında sararma ve dökülmelerin başlaması, yaprakların iki zarı arasında boşluklar ve içlerinde kirli sarı renkli parlak küçük (2-3 mm.) larvaların görülmesi, tarlada nohut yaprak sineğinin mevcut olduğuna delildir. Nohut çimlenip topraktan çıktıktan bir hafta sonra dalcıklar üzerinde larvaları meydana getiren 2-3 mm. boyunda karın kısmı sarı çizgili üst kısımları gri siyah renkli sinekler görülür. Hasat ve Harman: Nohutta dane dökme problemi mercimek gibi büyük değildir. Yapraklar ve meyveler saman sarısı bir renk aldığında elle hasada girilir. Hasat, makine ile de yapılabilmektedir. Bu durumda, iyice olgunlaşan bitkiler biçer-döverle hasat edilir. Sökülerek hasatta, bitkiler tarlada yığın halinde kurumaya terk edilir. Daha sonra nohut harman makinasıyla harman yapılır. 67 KAYNAKLAR: 1. Alagöz, R., Keklikçi, Z., 1990. İki Yıllık Ekim Nöbeti Denemesi Sonuç Raporu. Güneydoğu Anadolu Tarımsal Araştırma Enstitüsü Müdürlüğü. DİYARBAKIR. 2. Anonim, 1989. ILC-482’de Ekim Sıklığının Verime Etkisi. Ülkesel Yemeklik Dane Baklagiller Projesi Sonuç Raporu, Güneydoğu Anadolu Tarımsal Araştırma Enstitüsü Müdürlüğü. DİYARBAKIR. 3. Anonim, 2009. Bitkisel Üretim İstatistikleri. Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK). Yücetepe Mah. Necatibey Cad., No:114, www.tuik.gov.tr, 06100 Çankaya/ ANKARA. 4. Engin, M., 1989. Çukurova Koşullarında Yüksek Verimli Nohut Çeşitlerinin Belirlenmesi Üzerine Bir Araştırma. Ç.O. Üniversitesi Ziraat Fak. Dergisi, 4, (6):1-134. ADANA. 5. Şakar, D., Orhan, A., 1993. Diyarbakır’da Kışlık Yetiştirilen Nohutlarda Sulamanın Dane Verimine Etkisi. Güneydoğu Anadolu Tarımsal Araştırma Enstitüsü Müdürlüğü Yayınları No: 1993-3. DİYARBAKIR. 6. Şehirali, S., 1988. Yemeklik Dane Baklagiller. Ankara Üniv. Ziraat Fakültesi Tarla Bitkileri Bölümü, ANKARA. 7. Türk, Z., 1998. Diyarbakır Ekolojik Koşullarında Farklı Ekim Zamanı ve Ekim Sıklığının Diyar-95 Nohut Çeşidinin Verim ve Verim Komponentlerine Etkisi. Harran Üniv. Fen Bilimleri Enstitüsü (Doktora Tezi), ŞANLIURFA. 68 HEVSEL ( ESFEL ) BAHÇELERİNDE TARIM Kenan Haspolat* Hevsel Bahçeleri; Diyarbakır’ın güneydoğusunda Diyarbakır surları ile Dicle nehri arasında kalan, Dicle nehrinin taşıdığı çok verimli alüviyal topraklara sahip birinci sınıf tarım arazisi niteliğinde bir bölgedir. Hevsel Bahçeleri, Mardinkapı’dan başlar güneyden 10 güzlü Köprüye, doğudan da Yenikapı’ya kadar uzanır. Kentin akciğeri olarak tanımlanan Hevsel Bahçeleri’nde çok eski tarihlerden beri sebze ve meyve tarımı yapılmaktadır. Bu nedenle kent tarihinde önemli yeri vardır. 1960’lara kadar şehir halkının bütün sebze ve meyve ihtiyacını karşıladığı bilinmektedir. Bugün için de yine bu ihtiyaçları önemli oranda karşılama potansiyeline sahiptir. Hevsel Bahçeleri toplamda yaklaşık 4000 dekar alana sahiptir. Bu alanın 1000-1500 dekarlık bölümü kavaklık olup, yaklaşık 2500 dekarlık bölümünde ise genelde sebze üretimi yapılmaktadır. Son yıllarda bu alanın yaklaşık %50’sinde meyve bahçeleri oluşturulmaya başlanmıştır.(31). Hevsel ve tarihi yönü: Diyarbakır’da Dicle kenarları cennet misali yeşillik ve çok sayıda kuş türünün arzı endam ettiği bir mekândır. Buradaki bahçelere Hevsel bahçeleri ismi verilmiştir. Diyarbakır’da Dicle kenarları kutsal olarak sayılmış, kimine göre Aden cenneti olarak mütalaa edilmiştir, bu mekâna halk “Esfe”l veya “Hevsel Bahçeler”i adını koymuştur. Ermeni Hıristiyanları anlayışına göre Aden bahçesi (Mıgırdıç Margosyan) ‘Adem ile Havva’nın cennetten kovulduktan sonra ilk defa ayak bastıkları topraklar Dicle kıyılarıdır (1). Yukarıda ifade edilen mekan kutsal dinlerdeki Aden cenneti tanımına uyar. *[email protected] 69 Halit Ötük Aden bahçesini şöyle tanımlar: “O bölgeye ADAN bahçaları (deniz kenarındaki bahçeler) denildiği, hevsel sonradan takılan bir isim olup atık suların akıtıldığı yer (Bizim haram su diye tabir ettiğimiz) anlamına gelmektedir (2). Diyarbekir’de bu bahçelerin kutsallık atfedilen dünyadaki Aden cennetine benzetildiğine işaret eden Musevî ve İsevî kaynaklara dayanan kimi yazarlar, işi o denli ileri götürmekte mahir ki, Hazreti Adem ile Hazreti Havva’nın dünyada ilk buluştukları yer olarak işaret eder (3). Kadri Göral Aden cennetinin Hevsel bahçelerinin yanındaki Acem gölü ve çevresine uyduğunu ifade eder (4). Yahudiler Aden bahçesi der. İslami kaynaklarda “Adn” diye geçiyor. Firdevs, bu da bir cennet Süryanilerin bölgeye verdiği isim. ‘Hz. Musa zamanında Tevrat tek nüsha halindeymiş, Ahid sandığından çıkarılıp halka okunurmuş. Asurlular ve Babilliler’in saldırısıyla İsrail Krallığı ve Yahuda krallığı ortadan kaldırılır, Süleyman mabedi yıkılır ve Tevrat kaybolur. Yahudiler Babil’ e sürülür. İ.Ö. Pers kralı Keyhüsrev’ in izniyle Yahudiler tekrar Filistine’e döner, Tevrat yeniden kaleme alınır. O sıra Yahudiler Filistin dışında yaşamaktaydılar. Akdeniz havzasının kullandığı Yunancayı kullandıklarından Tevrat Yunanca metin olarak yazıldı. Bu metinde ‘Ve Rab doğuya doğru Aden’de bir bahçe dikti’ buradaki doğu Anadolu’dur. Batı dillerinde Anatolie, Yunanca Ana-tole deyişinden gelir ve Doğu anlamına gelir. Yukarıda doğu yerine Anadolu kelimesini koyalım: “Ve Rab Anadolu’ya doğru Aden’de bir bahçe dikti ve Adem’i oraya koydu. Kutsal kitabın Fransızca çevirisinde bu doğuya değil doğu’da şeklinde geçer. Yani ‘Ve Rab Anadolu’da Aden’de bir bahçe dikti ve Adem’i oraya koydu” (5). İbrahim Hakkı Hazretleri ve Muhyiddin Arabi ise Aden cennetini adeta Hevsel bahçelerinin yanındaki İçkale olarak işaretler. Erzurumlu İbrahim Hakkı hazretleri Marifetname’ de Cennet konusunu işlerken şunları yazar: “Aden Cenneti, surlarla çevrili bir şehrin ortasındaki yüksek dağın üzerinde bulunan iç kale gibidir. Bütün Cennetlerin içinde ve ortasında da olduğundan, hepsine komşu, şereflendirilmiş bir mekândır; Cennetlerin nehirlerinin çoğunun kaynağıdır. Burası sıddıkların, hafızların makamıdır. Rahman’ın tecelli mahallidir” Muhiddin Arabi Aden Cenneti’nden şöyle bahseder: En üstün cennet Adn cennetidir. Hükümdarın sarayına benzer ve sarayın etrafını sekiz sur çevreler. (6). Hevsel Bahçeleri / 1985 - Adil Tekin 70 Dicle Yemyeşilliktir Hevsel Bahçeleri / 1985- Adil Tekin Bu bölge sadece yeşillik değil, aynı zamanda kuş cennetidir. Dicle Üniversitesi’nden Prof. Dr. Ahmet Kılıç, Türkiye’de tespit edilen 453 kuş türünün 221’i bu bölgede yaşıyor. Kılıç ve ekibi bölgeye, “kuş cenneti” demektedir. Diyarbakır’ın Hevsel Bahçeleri’ndeki kuş türlerine yönelik bir çalışma yürüten Gazeteci Selim Kaya, bu süre zarfında fotoğraflarla belgelediği 79 kuş türünden oluşan sergiyi Dağkapı Devlet Güzel Sanatlar Galerisi’nde Diyarbakır’ lıların beğenisine sundu. Tarihi kaynaklar bu bahçeler için şu şekilde tanımlama yapar: 1869 senesine ait resmi devlet belgesi olan Diyarbakır salnamelerinde bahçelerde menekşe ve güllükler vardır ki; ilkbaharın ilkinde menekşe nihayetinde gül ve feryad-ı andelib zamanı hulul ederek temaşaları yüz göstermeye başlar. Hele seher-i infilak, kuşlar güvercinliklerden, nehrin canib-i garbisindeki bahçelerden iftirak ederek suya doğru geldikleri zaman çıkardıkları avazelerin sami’a-nüvaz-ı mahzuziyet olan ihtizaz-ı hakikaten pek sevimlidir (7). Erzincanlı İzzet Paşa, Diyarbekir Valisi iken ‘‘Gerçi ki her tarafı Amid’in adn-asadır” der. Hevsel bahçeleri şairlere konu olmuştur. Birçok şair, Esfel’i şiirine taşımıştır: M. Mergen’ den Diclenin kenarı bağ ile bostan Suyundan içerdi, tarla, gülistan Masmavi tül gibi her baharistan M. Ali Abakay’dan Esfel adı konulmamış acılarımın mekânı Gençliğimin başımdaki kavak yelleri Bahçalarında çalışan insanımın alın teri Şimdi sahipsiz “Vah malamıné” dedirtir 71 Hevsel Bahçeleri: Diyarbakır’ın güneydoğusunda bulunan dicle nehri kenarında taşınmış alüviyal topraklardan oluşmuş üzerinde çeşitli meyve ağaçlarının ceviz, badem, incir, kayısı, erik, vişne, kiraz, şeftali...vb) ve hemen hemen bütün yazlık ve kışlık sebzelerin (domates, biber, patlıcan, salatalık, kabak, lahana, marul, mısır, karpuz, kavun, soğan, çilek, bamya, sarımsak, maydanoz, dereotu, fasulye, semizotu, roka, ıspanak...vb) yetiştirildiği yerlerdir. Ayrıca pamuk bitkisinin ve kavak ağaçlarının yetiştiği bölgedir. Arazi Özellikleri: Tesirli toprak derinliğinin 60-80 cm ve toprak yapısı bakımından killi-tınlı ve alüviyal yapıda olduğu, mutlak tarımın yapıldığı 1.sınıf tarım arazileridir (8). Yetişen Sebze ve Meyveler: Burada yetişen bitkileri eskiler şu şekilde anlatır: Ben ü Sen’de ve Hevsel bahçelerinde karahübür, kum şeftalisi, delibardağan, okçur, çikündür, kenger, ağbandır, acice, nane-çuçe, kazayağı, karpuz, kudret helvası yetişirdi (9). Abdullah Süheyl Baran, elli yıl önceki Hevsel’i anlatıyor: “Mardin yolundan hevsel’in kuzey ucuna kadar 5 tane işlek yol vardı. Biri patika, diğeri Mardinkapı’dan dosdoğru doğuya giden yol. Bu iki yol Mardinkapı’ya çıkardı. Üçüncüsü Yenikapı’ya çıkan yol. Dördüncüsü Dicle nehrinden Dıngılhava dediğimiz havuzlar bölgesine, Küpeli kapısına veya istersen, Hz. Süleyman camisinin yanından, Buzhana’ya ve Saray kapısına çıkan yol. Beşincisi de Fiskaya mahallesinden Dağkapı’ya, daha doğrusu Fiskaya’ya çıkan yol” diye anlatır. Bu bahsettiğim ana yollar birçok ara yolla birbirine bağlanırdı. Her bölgedeki bahçenin farklı adları vardı. Şimdi hiçbirini hatırlayamıyorum. Çoğu bahçeler sahiplerinin adı ile anılırdı. Mesela filankeslerin dutluğu gibi veya falanın şeftali bahçesi, filankesin erikliği gibi. Özellikle Yenikapı ve Mardinkapı altındaki sebze ekilen bütün tarlaların etrafında ipekçilikte kullanılan dutlar ekiliydi. 1960 lı yıllarda bile, baharda, bahsettiğim bu yollardan sırtlarında yapraklı dut dalları ile yukarı tırmanan işçileri görürdük. Belli bir süreye kadar dut yaprakları kıyılarak ipek böceklerine yedirilirdi. Yeteri kadar olgunlaşan ipek böcekleri, son olarak dik vaziyette yapraklı halde yerleştirilen bu dut dallarına salınır ve bunların yeşil yapraklarını yedikten sonra koza sarmaya başlarlardı. Yıllar geçtikçe, ucuz naylon ile rekabet edemeyen ipekçilik öldü, dut dalları artık taşınmaz oldu. En verimli çağına ancak 20 yılda gelen ipekçilik dutlarına ne oldu acaba? Dünyanın bir numaralı ipekçilik merkezi olan memleketimde ipekçilik öldü (18). Mevlüt Mergen o günlerde daha belirgin olan bugünde satılmakta olan bir dut çeşidi Karahöbür’ü anlatıyor: Şimdi siz Diyarbakır’ın dışında bir yerde “karahöbür” deyiniz ve karşınızdakine bu meyve hangi şehri hatırlatıyor diye sorunuz? Bilemeyecektir, öncelikle karahöbürü bilemeyecektir. Bilmesi için bu şehirde geçmişte birkaç gün yaşaması gereklidir de ondan bilemeyecektir. Deseniz ki şimdi yaşasa olmaz mı? Hayır olmaz, çünkü karahöbür o günlerin tadını ağızlara bıraksa bile o günlerdeki özlenilmişliğini, parmaklar arasına tutunarak o parmakları siyaha yakın kırmızıya boyayışını sanki kaybetmiştir de ondan bilemez. 72 Yenişehir’de, Ofis’te, Bağlar’da, Gaziler’de ve daha diğer yeni kurulmuş semtlerde oturanlar acaba akşam saatlerinde birilerinin dışarıda “karahöbür, hurma şeker” diye bağırışını duymuşlar mıdır?” Çıkmışlar mıdır balkonlarına “karahöbür karahöbür, hele gel gel” demişler midir? Görmüşler midir karşılarında pala bıyığıyla “Tahsin Figençiçeği” kendisine “hele iki kilo ver” demişler midir? Adaleti temsil eden terazide tartıldığına şahit olmuşlar mıdır kara höbürün? Evet, bu şehrin insanı karahöbürü sever, karahöbür bu şehrin insanını severdi, sevdiği için de kapılarına kadar giderdi o güzelim bal tatlısı meyve!.. Şimdi nostalji olsun diye satılıyor ve yeniyor. Küçük tasların, sahanların içinde sunuluyor insanlara. Tablada görmeyince de bir iki kilo alma aklınızın ucundan bile geçmiyor, hem niye o günlerin ucuzluğuyla satılmıyor da şimdi böyle pahalı? Sorulurdu satıcısına: «bu hangi bahçenin karahöbürü?» diye «Cin Ali» bahçesi en çok tercih edilen bahçe idi de «Benu-Sen» karahöbürü de iştahla ve zevkle yenirdi. Şimdi gurbette o günlerin Diyarbakır’ lılarının mezarı ve yaşayan torunları, O torunlara eğer ataları anlatmışlarsa sorsanız size söylerler «karahöbür Diyarbakır» diye. Meraklılarınca bu soru mutlaka sorulacaktır, biliyorum; «başka yerde yok mudur kara höbür?» mutlaka vardır ama adı karahöbür değildir, karaduttur, beyaz duttur ya da kırmızı duttur. Karahöbür, Diyarbekir›e hastır. Çünkü Diyarbekir› linin gözleri de karahöbürdür, sanırsınız kaşlarını o duttan elde edilen boya ile boyamışlar, vücutlarına sinmiş o dutun boyası «esmerleştirmiş» de merhum Güzelses bu yüzden «ne kadar esmer varsa hepsi bizim soydandır» demek gereğini duymuştur. Son söz: Karahöbür = Hurma şeker, leylası Arap!.. Hurma şekeri anlamışım da bu leylası Arab’ı bir türlü anlayamamışım, şöyle yorumlasam yanlış mı ederim acaba? Doğrudur, her mecnunun bir leylası var ve «leyla» her ırktan olabilir. Demek ki Diyarbakır bir Mecnun ve onun da leylası Arap!.. (32). Hevsel’de yetiştirilen sebzeler, meyveler de bazen hayvanların sırtında bazen insanlar tarafından bu patikalarda taşınırdı. Göbekli marullar, dut ve şeftali yuvarlak tablalarda taşınırdı. Satılan dutlar karahöbür denen simsiyah, parmak büyüklüğünde dutlardı. Dut mevsiminde, dutlara musallat olan serçeden biraz büyük, aşağı yukarı serçe renginde dut kuşları vardı. Bunlardan da epeyce avlayıp yediğim için etlerinin çok lezzetli olduğunu bilirim. Dut bahçelerinde bu kuşları kovmak için teneke çalan çocuklar olurdu. Boş tenekelere sopalarla vurup kuşları kaçırmaya çalışırlardı. Dutların aynı gün veya en geç ertesi gün tüketilmesi gerektiği için Diyarbakır dışına pazarlanması şansı yoktu. Tıpkı şeftaliler gibi. Diyarbakır şeftalisini, Diyarbakır dışında hiçbir yerde görmedim. İri bir kayısı büyüklüğünde, kabuğu kolayca soyulan, çekirdeği etinden kolaylıkla ayrılan, çok çok lezzetli bir şeftali türüdür. Bunu satarken “şeftaliiii... kum maliiii...” diye bağırırdım. Hafif kumlu arazide daha mı iyi oluyordu, bilmiyorum ama bu şeftalinin olgun olanlarının da dutlar gibi Diyarbakır dışına pazarlanacak kadar dayanıklılığı yoktu. Şeftalinin olgun olanları aynı gün en geç ertesi gün tüketilmezse bozulurdu. Öyle sandığa, hele hele torbaya konamazdı. 73 Hemen ezilirdi. İtina ile yuvarlak tahta tablalara dizilir üzerine büyük incir yaprakları örtülerek satışa sunulurdu (10). 1967 il Yıllığı ile 1967 yılında Diyarbakır, meyve ve sebze ihtiyacının bir kısmını Hevsel (Esfel) bahçelerinden sağlıyordu. Bu bahçelerde meyve olarak şeftali, erik, karaerik ve dut yetişmekteydi (18). Dr. Abdullah Süheyl Baran 50 yıl önceki hatıra defterinden Hevsel’in aşefçilerini dinleyelim: Hevselin Aşefçileri 1958-1960: İkindiden sonra Hevsel’in patikalarında sekiz on kişilik aşêfçi gurupları, sırtlarında kendilerine verilen sebzeler veya aşêfçi pazarında satabilecekleri çeşitli otlarla, şehre doğru tırmanırlardı. Pazarda aşêfçiler tarafından satılan otların bir kısmı insanlar tarafından tüketilen yabani otlardı. Bir kısmı da, birçok evde beslenen kuzuların yemesi için toplanan otlardı. Bu aşêfçileri ve aşêfçi pazarını etraflı olarak anlatmam lazım. Niye derseniz, benden başka, aşêfçiliği bizzat yaşayıp yazabilecek başka kişi olduğunu sanmıyorum. Çok iddialı bir laf oldu değil mi. Değil. aşêfçilerin tamamı bayan veya seyrek olarak çeşitli yaşlarda kız çocukları idi. Bu bayanlardan bir gün hatıralarını yazabilecek kadar okur-yazar birilerinin çıktığını veya çıkacağını sanmıyorum. Yanlarında taşıdıkları kız çocuklarını da okutabildiklerini sanmıyorum. Nitekim 6-7 yaşından sonra annemin yanından ayrılmayan kız kardeşim ne yazık ki okutul (a) madı. Aşêfçilik kadın işi sayıldığından olsa gerek, benden başka annesi ile birlikte ‘aşêfe giden ve aşêfçiler pazarında annesinin yanında durup otları satan başka, tek bir tane erkek çocuk hatırlamıyorum. O da okuyacak, sonra da aşêfçileri anlatacak. İmkânsıza yakın bir şey. Bunu aşêfçilerle konuşarak anlatabilecekler olabilir. O da ikinci el bilgi olur. Annemle ‘aşêfe gittiğim için, mahalleden bazı arkadaşların bana “ser jınık” (kadın kafalı) diye lakap taktıklarını hatırlıyorum. Benim Arapşeyh›teki arkadaşlarım ya okula gitmeyen çeşitli işlerde çırak olan ya da sepetçilik şeklinde hamallık yapan çocuklardı. Ya da okula gidip, kalan zamanlarında haylazlıklar yaparak boş, avare gezen çocuklardı. Tabii ki, zaman zaman ben de onlara katılırdım, fakat genelde ya babama seyyar satıcı arabasını itmek için yardım eder veya özellikle onun ölümünden sonra annemle birlikte aşêfe giderdim. Tabi ben Arapşeyh mahallesinin sura yakın, gecekondu kısmında olan çocuklarından söz ediyorum. Arapşeyh’in hali vakti yerinde olan kesimi de vardı. Arkadaşlarımın aşêf adına yaptıkları tek şey, nisan mayıs ayında bahçelerden yabani menekşe toplayıp destesini 25-50 kuruşa, Dörtyol›da veya Gazi caddesinde satmaktı. Bu da nedense sadece erkek çocukların işi idi. Aşêfçilerin menekşe toplayıp sattıklarına hiç şahit olmadım. Ben nadiren menekşe toplasam da bunu aşêfçiler pazarında satmaya çalışırdım. Bu pazarda da menekşe alan olmazdı. Çünkü normalde bu pazarda menekşe olmazdı. Genellikle menekşeler bana kalırdı. Bu menekşeler çok güzel kokardı. O zamanlar Diyarbakır›da hiç çiçekçi yoktu. Hevsel›den toplanan menekşe ve bazen köylülerin getirdiği sarı renkli kardelenler dışında çiçek satıldığını hatırlamıyorum. 74 On iki – on üç yaşımda iken bir ara annemle birlikte görünmekten utandığımı, annem bunu fark edince de, bu sefer utanmaktan utandığımı ve bu utancı inkar ettiğimi, şimdi utanç içinde hatırlıyorum. Bu yaşlardan sonra da yatılı okul ve yazın amcamın yanında medrese eğitimi gibi sebeplerle, ‹aşêfe gitme imkânım olmadı. Gelelim ‹aşêfçiliğe; Bir tarlada çalışılacaksa, sabah güneş doğarken tarlada olacak şekilde evden çıkar, ikindiye kadar tarlada çalışırlardı. O gün ekim dikim gibi bir iş değil de bir ürün toplanıyorsa her birine, eğri büğrüsünden, zaten pazara gönderilmeyecek, onlar olmasa atılacak olanlarından verilirdi. Genellikle tarladaki iş paydos olunca, çeşitli yabani otlar ve kuzular için, karuş, sarmaşık, bunlar yoksa bazen taze dut dalları da toplanıp aşêfçi pazarına götürülürdü. Seyrek de olsa, üründen bir miktar zulalayanlar olurdu, fakat bunları aşêfçi pazarında satamazlardı, çalıntı olduğu anlaşılırdı. Bunu sanıyorum kendileri tüketirdi veya defolular içine karıştırıp satarlardı. Aslında tanıdığım onlarca aşêfçi içinde buna yapan sadece bir kişi hatırlıyorum. Geri kalanının buna tevessül ettiğini hatırlamıyorum. Son olarak 19631964 yılında aşêfçilerle birlikte bulundum. O zamanki yevmiyeleri 350 kuruştu. Ben hiç yevmiyeli aşêfçi olamadım. Annemle birlikte gider fakat daha çok, aşêfçi pazarında satılabilecek yabani otları veya “xerrat” edilmiş bir tarladaki artık sebzeleri toplardım. Xerrat edilmiş tarladaki artıkları toplamak riskli idi, çalmadığını kanıtlaman gerekebilirdi. Yani riskli işti. Xerrattan topladıkları elinden alınanları hatırlıyorum. Galiba 1-2 defa ben de sorgulandım. “Xerrat” nedir onu da anlatmadan dediklerim havada kalacak. Bir bostanda, sahibi ürününü topladıktan sonra, geri kalan yani onun işine yaramayanlar xerrat diye, fakir fukaraya bırakılırdı. İlk bakışta xayrat kelimesinden bozma gibi görünüyor. Yani tarlada geri kalanı hayrat diye bırakmak gibi. Fakat kelimenin Kürtçedeki kullanılış tarzına bakıldığında orijinal Kürtçe olmalı. Cümle içindeki kullanımda xerrıtî, xerrıtandın, bıxerrıtîn gibi kürtçeye özgü kılıklara girdiğine göre, Kürdî bir kelime olmalı. Yabancı dilden alınanlarda, kelime türetmelerde başka kalıplar kullanıldığını sanıyorum. Sonuç olarak xayrat kelimesinden bozma olmadığı kanaatindeyim. Yine de bu işi dil uzmanlarına bırakıp çizmeyi aşmayayım. Aşêfçiliği anlatmaya dönelim. Tarlada aşêfçi olarak iş olmadığı zamanlarda, daha geç, öğlene doğru saatlerde evden çıkar, Hevsele iner, bahçe kenarlarında veya ekilmemiş bahçelerde, yabani otlar toplayıp pazara götürürdük. Aslında yevmiyeli aşêfçiliğin yapıldığı günlerin sayısını toplasanız, yılda 2-3 ayı geçmez. Geri kalan günlerde aşêfçinin yaptığı, satabileceği otları toplamaktı. aşêfçi pazarı, Melik Ahmet caddesi yıkıldıktan sonra balıkçılar başına yakın olan meydanlıkta ikindiden sonra kurulurdu. Buralara bina yapılınca Mardin Kapısı yönüne, sokak arası bir yere taşındı. Melik Ahmet Caddesi yıkılmadan önce bu pazar var mıydı, vardıysa nerede kurulurdu. Bilmiyorum. Bu pazara gelenler sebze almak için gelmişse bilin ki fakirdir. Yenebilen yabani ot müşterisi ise fakir orta halli veya zengin olabilir. Çünkü bu otları başka bir yerde bulamazdınız. Ya kendiniz gidip toplayacaksınız, ya da aşêfçi pazarı. 75 Bu otların tadını alanların, pazara sık sık uğraması kaçınılmazdı. Birçoğunun o gün bulamadıkları belli otlar için sipariş verdiklerini hatırlıyorum. Hele kuzu sahipleri mutlaka her gün gelirlerdi. Kuzularının otsuz kalmamasını garantiye almak için, sıkı sıkı tembih ederlerdi. Bu kuzu meselesi için ayrı bir paragraf açmak lazım. Diyarbekir›in orta halli ve özellikle alt gelir gurubunda sayılabilecek olanların birçoğu, ilkbaharda 2-3 veya daha fazla kuzu alıp beslerdi. Bu kuzuların besini, çoğu aşêfçi pazarından alınan, dut ve asma yaprakları, yonca, çeşitli sarmaşıklar ve qaruş dediğimiz deste yapılabilen uzun otlardı. Birçok kişi kuzusunu beslemek için, otunu kendisi toplardı. Dut ve asma yapraklarını dalları ile birlikte belli mevsimde toplardık. Yaz ortalarından sonra ve sonbaharda, bunlar kartlaştığı için pek makbul değildi. Genellikle sattığımız diğer otlardı. Bu kuzuların besininin önemli bir kısmı da evdeki karpuz ve kavun artıkları gibi şeylerdi. Anlatılmaya değer olan husus, birçok kuzu sahibinin, pazara kuzuları ile birlikte gelmesiydi. O yıllarda arkasında köpek gezdiren veya Diyarbakır’ın herhangi bir yerinde köpeğine tasma takıp gezen bir tek kişi hatırlamıyorum. Fakat mevsimi gelince, Melik Ahmet caddesinde, özellikle ikindi sonrası, peşinde kuzusu ile dolaşan onlarca kişi görebilirdiniz. Aşêfçi pazarından otu alıncaya kadar kuzunun tasmasından tutmak gerekirdi. Fakat otunu aldıktan sonra tasmayı çıkarırlardı. Kuzu, kuzu kuzu otu takip ederdi. Bunun bir sakıncası, bazen kuzunun elinde ot olan başka birinin peşine takılabilmesiydi. Dikkatsizlikten kuzusunu kaybedip orada burada arayanlar olurdu. Sahibi açısından kuzuyu anlattık. Bir de kuzunun gözünden anlatmaya çalışırsak; çarşı içinde sahibini, elindeki otu ile birlikte kaybeden kuzular çoktu, fakat kalabalık olmayan mahalle aralarında elinde ot olmayan sahibini bile kolay kolay kaybetmezlerdi. Aslında kuzu, sahibi diye birinin peşine takılma gafletinde bulunmamışsa, sahibini kaybettiğini anladığı anda melemeye başladığı için kaybolan kuzuyu bulmak pek de zor değildi. Bu kuzular sonbahara doğru iyice semirir, tamamı karaman cinsi olan kuzular, kocaman yağlı kuyruklarını taşıyamaz hale gelirdi. Sonbahar ortalarında kesilip kavurma haline getirilirlerdi. Kuzu beslenen evin çocukları birkaç hafta kuzuların yasını tutup unuturlardı. Biz topu topu bir defa, bir kuzu beslediğimiz için son söylediğimden çok da emin değilim. Belki hala kuzularının yasını tutanlar veya yapılan kavurmayı hiç yemeyenler vardır. Bu yüzden ömür boyu vejetaryen olanlar da var mıdır?.. Mümkündür. Aslında kuzulara ot taşıma işi pek makbul bir iş değildi. Kocaman destesi, taş çatlasın 50 kuruş ederdi. Hâlbuki aynı ağırlığın yarısı “kazayağı” veya “nanêçuçê” veya insanların tükettiği başka bir otu destesi 15-25 kuruştan satıp daha az ağırlıktan, 250 kuruş kazanmak mümkündü. Fakat insanların yediğini toplamak zor ve zaman alıcı, taşıması kolay; kuzuların yediğini toplaması çabuk ve kolay, taşıması zordu. Günün sonunda ele geçen para 150-350 kuruş arasında olurdu. Az gibi gelebilir fakat ölmeden yaşamamıza yetiyordu. Aslında bu kazanç her gün olsaydı fazla sıkıntı olmazdı. Yılın neredeyse yarısı, kar, yağmur ve çeşitli diğer sebeplerden aşêfçiler işsiz kalırdı. Mesela çok kar yağdığı zamanlarda annemin halden kuru soğan alıp, 76 yine aşêfçi pazarında karın üstüne yayıp sattığını, bu sırada soğuktan tir tir titrediğini hatırlıyorum. Bu aşêfçi pazarı şimdi var mı, varsa ne durumdadır? Çok merak ediyorum. Mesela bu pazarı da ele geçirip, gelen aşêfçilerin ellerindeki malları yok pahasına alıp, kendi tuttukları sahte aşêfçi kılıklılara sattırarak, kazanç sağlayan patronlar türemiş mi? Olur ya, ne de olsa geçen kırk yıl içinde kapitalizm denen rejimde epey ilerleme sağladık. Böylece aşêfçi pazarı sadece ikindiden sonra başlayan gerçek aşêfçilerin pazarı değil de, tam gün çalışan sahte aşêfçi pazarına döndü mü?.. Bu soruma cevabınız evet de olsa hayır da olsa sonuç benim için üzücü olacak. Böyle saçmalık olur mu diyeceksiniz. Şöyle olur. Evet derseniz sömürülen aşêfçilerden dolayı üzülürüm, hayır aynen devam ediyor deseniz halen aşêfçiliğin devam etmesi sebebi ile üzülürüm. Ancak, çok şükür artık aşêfçilere yeteri kadar yevmiye verildiği için bu tür işlerle uğraşmıyorlar, aşêfçi pazarı da kendiliğinden kapandı, artık gönlümüz yabani ot istiyorsa kendimiz gidip topluyoruz derseniz, işte o zaman memnun olurum. Yok böyle olmadı, belediye bu çirkinliğin şehrimize yakışmadığını düşünüp bu pazarı kaldırdı diyecekseniz, bunu hiç söylemeyin, bu kadar acıyı kaldıramam. Fedakâr anam, geçinmek ve beni okutmak için, ben Tıp Fakültesini bitirinceye kadar, son yıllarda yaşı nedeni ile aşêfe her gün gidemese bile, 60 yaşına kadar bu işi sürdürdü. 70 yaşında vefat etti. Son on yılını onun için gerçekten gurbet olan batı illerinde geçirdi. On yıl boyunca hep vatanım dedi, sonunda bir batı ilinin mezarlığında, mezar taşına; “Diyarbakırlı Zeynep Baran” diye yazıldı. Hepsi bu. Keşke mesleği de yazılsaydı. “AŞÉFÇΔ. Onun verdiği emeklere layık olmaya gayret ediyorum. Olabiliyor musun derseniz, sadece gayret ediyorum, sınıfı geçebildiğimden emin değilim. Bunca zor şartlarda verilen emeğe layık olmak kolay iş değil, Takdir edersiniz... (21). Hevselde Sonbahar 77 Mehmet Mercan, o yılları anlatıyor: O yıllarda Mardinkapı dışındaki bahçe henüz parka dönüştürülmemişti… Aileler oturdukları yerlerde iki-üç saat dinlendikten sonra kilimlerini toplar, evlerine dönerlerdi… Akşama yakın saatlerde bu kez çay kenarındaki hüllelere ya da köşklere akın başlardı. Hülleler, Dicle kıyısındaki karpuz bostanlarında, suyun sığ olduğu kıyılarda kurulurdu. Suyun içine direkler çakılır, üzerine çakılan tahtaların etrafı da kent içinde damlarda kurulan tahtların etrafına çevrilen STARA gibi kamışlarla örülürdü. Bostan sahibi aileler yazlarını bu hüllelerde geçirirlerdi. Aile fertleri hüllelerde yatardı. Yarısı suyun içinde kalan hülleler hem daha serin, hem zehirli böcek ve haşere bakımından güvenli olurdu. İşi, işyeri şehirde olan sabahın erken saatlerinde kalkar yola düşer, akşam olunca tekrar hüllelere dönerdi. Akşama yakın saatlerde Mardinkapı yokuşu, hüllecilerin eşeklerinin çıngırak sesleriyle çınlardı. Akşama yakın saatlerde kent içindeki işyerlerini kapatan esnaf ve tüccar süslü semerli, boyunlarına özel yapılmış çıngıraklar asılı eşekleriyle, Dicle kıyısındaki hüllelere ya da köşklere doğru yola çıkardı. Eşeklerin üzerindeki süslü heybelerin içi yiyecek ve içecekle doldurulurdu. Eşeklere yalnızca küçük çocuklar bindirilir, büyükler ise eşeklerinin yanında birbiriyle sohbet ede yürürdü. Zengin aileler ise köşklere paytonla giderlerdi… Değirmenlerin arasından, Savukhpar yokuşunu inen eşeklerin nal sesleri sağlı sollu sıralanan değirmenlerin şak-şakına karışırken ayrı bir ahenk oluşurdu… Ayni saatlerde bahçelerin “yorgun savaşçıları” AŞEFÇİLER de sırtlarındaki dolu bohçalarıyla Mardinkapı yokuşunu tırmanmaya başlarlardı. Eğer, Keçi burcunun üzerinde ya da tabanındaki kayalıkta oturan akşamcılar arasında güzel sesli biri şarkı söylüyorsa, aşefçiler de, hüllelere gidenler de adımlarını yavaşlatır, şarkıyı dinlerlerdi… Bazı aşefçiler, yokuşun başında oturur, hem dinlenir hem de geçen hüllecilere sebze, meyve satardı. Kentin hemen tüm sebze ve meyvesi Mardinkapı’daki bahçelerden sağlanırdı. Bahçelerin etrafındaki sulama kanalların kenarlarında Delibardağan, Naneçuçe, Kazayağı, Ağbandır, Acice, Dereotu, Tolık (Ebegümeci), Pırpar (semizotu) gibi yenecek hoş kokulu otlar yetişirdi. Kentin pazarlarında satılan bu otlar çeşitli yemeklerde, salatalarda kullanılırdı. Bazıları ise çiğ yenirdi. Bu bahçelerde de “AŞEFÇİ” adı verilen kadın bahçıvanlar çalışırdı. Bahçelerde yetişen sebze ve meyveyi az bir ücretle çalışan AŞEFÇİLER toplardı. Gün batımından önce yüklendikleri sebze torbalarıyla iki büklüm Mardinkapı yokuşunu tırmanan aşefçiler bunları kentteki sebzecilere teslim ettikten sonra, kendileri için topladıkları döküntü sebzeleri, meyveleri ve çeşitli otları seyyar pazarlarda ucuza satar az da olsa bir kazançları olurdu. 78 1940’lı, yıllardan 1960’lı yıllara kadar Aşefçi Pazarı şimdiki Bakırcılar Çarşısı’nın bitişiğindeki Eski Saman Pazarı’nda kurulurdu. 1960’lı yıllarda belediye burasını “Peynir ve Yoğurt Pazarı” olarak düzenleyince, bu kez aşefçiler, günümüzde Balıkçılarbaşı yakınındaki halk arasındaki adıyla Malikiejder (Malik El İştar) cami ve türbesinin bulunduğu, Nakiplerin konaklarının bulunduğu sokağa taşındı… Mehmet Mercan işin musiki boyutunu da ele alır Diyarbakır folklorunun baş menüsüdür HEVSEL. Diyarbakır’ın akciğeridir. Diyarbakır’ın rengidir. ... Hevsel Bahçeleri, Mardinkapı’dan başlar güneyden 10 güzlü Köprüye, Doğudan da Yenikapı’ya kadar uzanır. Diyarbakır’ın karpuz, kıtti bostanlar, Has (marul) bahçeleri buralardadır. Bostanların olmazsa olmazı HÜLLELER buralarda, Dicle kıyılarına kurulur. Ünlü mesireler bu bahçelerdedir; Cinali, Kuşdili, Hatun Kastali, Derin Encüme, Deyaz Encüme, Mennanağa, Kaniya Mahkuma, Acem Gölü, Ali Keşkül, Savuhpar ve daha başkaları. Hevsel bahçelerinin her kesiminin ayrı bir güzelliği ayrı bir özelliği var. Bazı bahçelerde çeşitli sebzelerin yanında dut, elma, şeftali, erik, kayısı gibi çeşitli meyve yetiştirilirken, bazı bahçelerde sadece gül, menekşe, nergiz üretilirdi eskiden. Mardin yolunun üzerindeki kayalardan Hevsel’i seyrettiğinizde, muntazam parsellere bölünmüş rengarenk görünürdü bahçeler. Kimi mor, kimi kırmızı, kimi beyaz, kimi yemyeşil… Bu renklerden bilirdik hangi bahçede menekşe, hangi bahçede gül, hangi bahçede nergiz yetiştiğini…Hevsel’in kum şeftalisinin tadı bir başka olurdu. Hele o mayhoş elması, yağlı marulu ve de alucesi… Şimdilerde çoğu yok... Tek-tük sebze bahçeleri kaldı ayakta.(11) Hevsel (Esfel) Bahçeleri, Osmanlı Dönemi’nde tümüyle dutluk alanlarla kaplı ve çevrelenmiştir. İpekçiliğin revaçta olduğu Osmanlı’da Esfel Bahçeleri, bir yönüyle de sebze ve meyve üretiminin gözde mekânıdır. Cumhuriyetle birlikte Esfel’de görülen değişim, dutluk alanların zamanla ortadan kalktığıdır. Osmanlı’nın son döneminde şehrin azalan nüfusu, Gayr-i Müslimlerin zaman içinde şehirden göçü ile ipekçilik gerilemiştir. 1950’li yıllardan sonra ipekçiliğin can çekişmesi, Esfel Bahçelerindeki dutluk alanların seyrekleşmesine sebep olmuş, “Kara Hübür”, “Leylası E’reb” denilen dutlar da yenilmez. Kum şeftalilerini yeniden yiyebileceğiz, Leylası E’reb Kara Höbür dutları tadacağız, Esfel Bahçeleri’nin gölgesinde tadı unutulmuş karpuzları bir öğle sıcağında serinletmek için güneşe bırakacağız, Dicle’de çocuk boyunu aşan balıkları görebileceğiz (12). 79 Esfel Bahçeleri – Foto: F. Türkoğlu Esfel Bahçeleri – Foto: F. Türkoğlu Esfel Bahçeleri – Foto: F. Türkoğlu 80 Ali Haydar CANLI, Hevsel tarımını anlatıyor: Alüce(Erik): Cin Ali bahçesinde, Numan bey, Derin Encüme, Deyaz Encüme ve Soğuk Pınar bahçelerinde yetişirdi. Sarı Erik, Gam götürmez bahçesinde yetişirdi Kum Şeftalisi, ince kabuklu yarma şeftali, beya hoşhoş elma, incaz yer elması, kış kabağı, Urum dutu, yağlı marul, meyhoş domates, paşa armudu,l ahana Hevselin diğer ürünleriydi. Araştırmacı yazar Mevlüt MERGEN, ‘Hevselde yetişen’sebze ve meyveler için şunları anlatıyor: Diyarbakır’ın “arka bahçesi” de diyebiliriz bu bahçeye. “Hevsel” halk dilinde söylene gelen bir isim olurken eskilerden “Abdüssettar Hayati Avşar” burasının adının “Esfel” olduğunu söylerken sebep olarak da bu bahçenin şehrin ana zemininden yüz metreye yakın bir düşüklükte olmasını gösterir. Ve cehennemdeki “Esfeles’safilin” denilen yerinde böyle çukur bir yer olduğuna dikkat çeker bu tesbiti yaparken. “Hevsel” bahçeleri asırlardan beri bu şehrin sebzesini, meyvesini yetiştirip karşılarken, Dicle kıyısına yakın olması hasebiyle “piknik” alanı olarak da kullanılmıştır. Şehirler arasındaki ulaşımın bu günkü gibi kolay, rahat ve sık olmadığı zamanlarda Diyarbakır’a dışarıdan sebze ve meyve gelmediğinden ve bu bahçe de ihtiyaca cevap verdiğinden burada her türlü sebze ve meyvenin yetiştirildiğini görmekteyiz. Bu gün, hemen her mevsimin sebze ve meyvesini mevsimi olsun, olmasın çarşı ve pazarda görmek mümkün iken Hevsel bahçesinde yetişen sebze ve meyvelerin “mevsiminde” yetiştiği günleri görmüş birisi olarak o günlerin özlemini çektiğimi söyleyebilirim. Burada sevgili peygamberimizin: “sebze ve meyvenin mevsiminde yenilmesi” gerektiği hakkındaki kutlu sözlerini hatırlatmak isterim. Israrla vurguladığım bir gerçek var, Diyarbakır geçmiş zamanlarda ürettiği her maddeyi, bu sebze meyve olsun, diğeri sanayi ve giyim ürünleri olsun mutlaka kendisi üretir ve öylece tüketirdi. Hevsel bahçesinde yetiştirilen patlıcan, biber ve domates gibi kurutmalık olarak da kullanılan sebzeler mutlaka sıcak yaz günlerinin sebzeleridir. Kışın bu sebzeler bulunamayacağı için yazdan kurutulur ve kışın öylece kullanılırdı. Domatesin burada yetiştirileni yemeklerde kullanılırken salça için mutlaka “Lice domatesinin” çıkması beklenirdi ki biraz daha geç gelirdi sebze haline. Büyük sandıklarda getirilir ve hemen her ev bu domates dolu sandıklardan evinin ihtiyacına göre birkaç sandık alır ve evinin salçasını kendisi yapardı. Domatesin salçalık olarak sıkılandan arta kalan posası bile atılmaz kurutulur ve kışın yakacak olarak kullanılırdı. Domates ayrıca dilimlenerek kurutulurdu ki, kışın domates yetişmezdi Hevsel bahçelerinde. Hevsel bir tek bahçe değil, birçok bahçeden oluşmuş bir sebzemeyve bağıdır aslında. Domates, patlıcan, biber, bamya, fasulye, lahana, salatalık, kabak ve daha birçok sebze çeşidinin yetiştirildiği yerdir. Hevsel bahçeleri. “Yeşillik” olarak 81 adlandırdığımız ve sofraların adeta olmazsa olmazı olan maydanoz, roka, nane ve diğer bitkilerinde yetiştiği topraklardır Hevsel bahçelerinin toprakları. Burada yetiştirilen ürünler çarşı pazara getirilirken ön elemeden geçirilerek getirilirdi, çünkü insanlara iyi ürün sunmak buradaki yetiştiricilerin üzerinde özenle durdukları gereklilikti. Beğenmedikleri ürünleri toplamaz, bunları şimdilerde adını bir çarşıya vermiş olan “aşifçi kadınlar” gelir toplar ve önce kendi ihtiyaçlarını sağlar, arta kalanını da balıkçılar başındaki o çarşının baş kısmında büyük mendillere serer ve ekonomik durumu iyi olmayanlara “Ucuz” ca satarlardı. Şunu da kaydetmeden geçemeyeceğim, sebze-meyve satan manavlar, müşterilerinin “Yeşillik” dediğimiz diğer bitkileri kendiliğinden verir, yeşillikten para almazlardı. Tabii yalnız sebze değildi Hevsel Bahçelerinde yetiştirilen ürünler, meyve de yetiştirilirdi, yalnız “portakal ve mandalina” bu bahçelerin yabancısı olduğu meyvelerdi.. Mevsimine göre şeftali yetiştirilirdi ve Diyarbakır şeftalisi karpuzu gibi toprakta değil, kumda hayat bulurdu ki, satıcıları “Şeftali kum maliii” diyerek ürünlerini sunarlardı alıcılarına.. Elma “Haşhaş” tı, elması Diyarbakır’ın biraz küçücüktü ama, çok nefis bir tadı vardı.. Salatalık mevsimi geldiğinde kokusuyla celb ederdi insanları.. “Marul” Yalnız Hevsel’de değil “Ben-u Sen” bahçelerinde de yetiştirildi ki, öyle üç beş yapraklı değildi bu marullar.. “Hatun Kastal” yeniden hayat bulsa da konuşsa ne kadar marul yıkandığını musluklarından ne kadar çok su akıttığını bir, bir söylese!.. “Kıtti” buna bazı yerlerde acur dense de Diyarbakır’lı kıtti der ve kumda yetiştirirdi ki bazıları yarım metreyi bile bulabilirdi de ye ye bitmezdi bu yeşil renkli güzelim kıttiler… Marullar tohuma durduğu zaman kılıç gibi boy verirdi. Kaysı da yetişirdi Hevsel bağ ve bahçelerinde. Üzüm, bu bahçede değil de şimdi yerleşim alanı olan ve koca bir ilçe olarak insanların yaşadığı “bağlarda” yetiştirilirdi. Karpuzunu da burada yetiştirirdi Diyarbakır’lı yetiştiriciler, yalnız Hevsel’de değil Dicle nehrinin uzantısınca kenarındaki kumlarda hayat bulurdu bu şehrin meşhur karpuzu, kavun da öyle.. Çok çeşitleri vardır ama bazılarının adını analım örnek olsun diye: “Azizo” “Hasso-Çerko” gibi kavunların yanı sıra bir de kışlık kavunlar yetiştirilirdi, bunlar yetiştirildiği günlerde değil de, evlerin kilerlerinde saklanır, soğuk kış günlerinde sobanın yanında ağızları tatlandırırdı… “Haram sudan atladım Martin çarşaf katladım Muradım olsun diye Her dertlere katlandım” Bu bir türküdür ve o haram sudur Hevsel bahçelerinde yetişen ürünlerin hayat bulmasında yardımcı olan. “Haramlığı” önceden kullanılmış olmasından gelirdi, yoksa akla ilk gelen kanalizasyon sularının karışmış olmasından değil… Bu su aslında “Anzele” nin suyudur, “Dabağhane ve “Salahane” Anzele’nin komşularıdır 82 ki burlarda su çok kullanılırdı.. Dolayısıyla kullanılan bu sular akar gider Hevsel bahçesi ve diğer bahçelerle buluşurdu, sonra kanalizasyonun karışmasıyla bu su gerçekten “haram su” oluverdi. Şimdilerde sağ olsun Tarım, Gıda ve hayvancılık Bakanı hemşerimiz Mehdi Eker’in gayretleriyle bu bahçelere tertemiz su akıtılıyor ve Hevsel bahçeleri hayata yeniden dönüyor. Hevsel bahçeleri nüfusu bir buçuk milyonu bulan bu şehrin sebzesini, meyvesini tamamen karşılamasa bile artık çevrede gelişen “seracılık” kültürü ile yakın bir zamanda dışa bağımlı olmaktan kurtulacak Diyarbakır, böylesi bir gelişmenin olması ayrıca sevindirici… Sözü noktalamadan önce şu gerçeği de hatırlatmak isterim, denebilir ki Türkiye’de ilk seracılık Diyarbakır’da yapılmıştır, hatırlarım Mardin kapıdan çıkışta “Hevsel-Esfel” e bakıldığında görülürdü camdan kaplanmış seralar.. Turfanda sebze yetiştirilirdi, bu seralarda… Bugün her konuda yitiğini arayan bu şehir artık o yitikleri bulmaya başlamıştır. Güzel olan ve sevindirici olan da budur… Hevsel eski günlerine dönüyor Diyarbakır’ın Akciğeri Çiçek Açtı DİYARBAKIR’ın akciğerleri’ konumundaki Hevsel bahçeleri son yıllarda dikimi yapılan şeftali, kayısı ve erik ağaçları çiçek açıp tarihi surlarla birleşince ortaya birbirinden güzel görüntüler ortaya çıktı. DİYARBAKIR-Merkez Sur İlçesi’ni saran 5 kilometre uzunluğundaki tarihi surların altında yer alan ve türkülere konu olan Kırklar Dağı ile Ongözlü Köprü’nün yanındaki Hevsel Bahçeleri 30- 40 yıl önceki özüne dönmeye başladı. Bir dönem şeftali, kayısı ve erik bahçelerinin bulunduğu, son 15 yılda büyük oranda sebze ve kavak ağaçlarının yetiştirilmesine ağırlık verilen Hevsel bahçelerinin gerçek konumuna dönmesi için tarla sahipleri 2- 3 yıl önce tekrar şeftali, kayısı ve erik fidanları dikmeye başladı. 83 AKASYA AÇTI: Bu yıl bahar mevsiminin erken gelmesiyle birlikte Hevsel bahçelerinde bulunan erik, kayısı ve şeftali ağaçları erken çiçek açtı. Atatürk’ün Diyarbakır’a geldiğinde dinlendiği yer olan Gazi Köşkü’nün de bulunduğu Hevsel bahçelerinde çiçek açan ağaçlar, yeşil bitki örtüsü dünyaca ünlü tarihi Diyarbakır surlarıyla birleşince ortaya kartpostal gibi görüntüler çıktı. Kent sakinlerinin hafta sonları mesire alanı olarak kullandığı tek yer olan Hevsel bahçelerindeki üreticiler, önceki yıllarda korkudan kimsenin bahçelere inemediğini son yıllardaki rahatlamayla birlikte özellikle hafta sonlarında ailelerin toplu halde piknik yapmaya geldiğini, bununda kendilerini sevindirdiğini söyledi. Diyarbakır Söz Gazetesi /17.03.2010 Dicle Nehri Çevresi Osmanlı Belgelerinde Hevsel: 16.Yüzyılda Dicle nehri ile şehrin surları arasındaki, bağ ve bahçelerle kaplı arazide, şehir halkı çeşitli ürünler yetiştirmekteydi. Bugün de, Evsel bahçeleri adıyla anılan bu arazide kavun, karpuz, pamuk ve buğdayın yanı sıra, çeşitli sebze ve meyveler yetiştiriliyordu. Yetiştirilen bu ürünler, yalnızca, satılmak üzere pazara getirildiğinde vergiye tabi oluyor, evde tüketilmek üzere ayrılan miktardan vergi alınmıyordu.(19) 19.yüzyılda Hevsel bahçelerinin ekonomik yönünü tarihi belgelerden öğreniyoruz.(27) Haziran 1900 yıllarına ait ŞD.1446/16 sayılı belge ‘Diyarbakır’daki Esfel bahçe ve tarlalarının cins ve miktarı ile tahmini değerini gösteren defterde bu arazilerden yıllık olarak alınan vergi belirtilmektedir. 8 Aralık 1892 tarihli BOA. ŞD.1466/16 sayılı defterde Esfel bahçelerinin 10 milyon kuruş değerinde olduğu, yıllık 250.00 kuruş öşür alındığı belirliyor.(17) Sultan Abdülhamide yazılan bir raporda Hevsel’de tarım ve ihracatının durumu gözler önüne sergileniyor. Şat(Dicle) Nehri kenarındaki mezralarda her çeşit sebzenin yetiştirildiğini, nehrin Mardin Kapı önlerindeki kesiminde dut bahçelerinin bulunduğunu, bu bağçelerin yalnız ipek elde etmede değerlendirildiğini yazmaktadır.(20). 84 Esfel Bahçeleri Seyahatnamelerde Hevsel’de Tarım: Yeşil Bursa tabirine benzer bir durum geçmişte Diyarbakır için de geçerliydi. Şimdi belli ölçülerde yeşil olan Diyarbakır’ın geçmişi muhteşemdi. Bu açıdan tarihi seyahatnamelere göz atmak yararlı olacaktır. Buckingham seyahatnamesinde Diyarbakır’ın bahçelik olduğunu ifade eder. H.Peterman Doğu’da Yolculuk isimli seyahatnamesinde Diyarbakır’ı şöyle anlatır 2 saat boyunca Dicle’nin kıyısından çeşit çeşit meyvelerle dolu bahçelerin, Diyarbekir’in ismiyle ün yapmış muhteşem büyüklükteki karpuzların yanından geçtik. Dr. Lamec Saad Diyarbakır 1890 yılı izlenimlerini şöyle anlatır:” Dicle kıyısı boyunca uzayan bahçeler, çeşitli nehir kollarının akmasıyla da, Diyarbekir›in güneyinde ve doğusunda verimli alanlar oluşturuyor. Bu alanda çeşitli sebze ve meyve yetiştiriliyor ki, bunlar arasında en ünlü ikisi şehrin adıyla anılan kavun ve karpuzdur. Özellikle meyveler çok lezzetli kayısı ve üzüm bu meyvelerin en ünlüleridir. Bu verimli alan ilkbaharın gelmesiyle gül ve menekşe bahçesine dönüşmektedir. Halkın eğlence yeri olarak da Dicle kenarında Urfa kapı ile Dağkapı arasında bahçeler çok ünlüdür. Lord Warkworth ise 1898 yılı intibalarında Güneye doğru uzanan vadi dut bahçelerinin devamlı bir uzantısı diye bahseder. Lowthıan Bell isimli seyyah ise 1911 yılı seyahatnamesinde ‹Güneybatı tarafı dut bahçeleri ve bağlarla süslüdür› der. Armand Colin ise seyahatnamesinde; ‹Diyarbekir Nehrin ötesinde ilginç ve hoş bir manzara arz eden yeşil bir vadiye bakmaktadır,› demektedir. (13) Resmi devlet belgesi olan tarihi Diyarbakır salnamelerinde ‹Haric-i surda bahçeler ve bostanlar kesret üzere bulunup her nevi sebze ve eşcar (ağaç) yetişmekte ise de eşçarın çoğu dut ve kavak ve söğüt ağaçları olduğundan duttan pek çok harir (ipek) imal olunur. Ve kavak ve söğüt ağaçlarının bir kısmı kelek bağlanarak Dicle ile Musul vilayetine sevk ve ihraç olunur. Lice kasabası beğ ve bahçeliktir. (3/222,223) Dahil ve haric-i şehirde bir hayli bağlar, bahçeler, güzel güzel mesireler ve köşkler mevcuddur.Hele mevsim-i baharda dağ ve Mardin kapıları haricindeki 85 nüzhetgahlarda temaşagah-ı erbab-ı tabiat olan badem,şeftali,elma çiçeklerinin manzara-i ferah-bahşasıyla Dicle nehrinin sağa ve sola temayül ede ede cereyan-ı tabiisinin teşkil etmekte olduğu cetveller o manzaraya başka letafetler vermekte ve bahçelerin bazısında huda-yi nabit menekşe çiçeği,yetiştirilen gül fidanları adeda birer gülzar-ı nükhet-i nisar-ı letafet teşkil edip bülbüllerin,tuyurun enva-ı nağamat-ı ferah efzası da da teşnif-i sevami eyler (5/84)(14). Esfel Bahçeleri Dicle Kenarı Esfel Bahçeleri 86 Esfel Bahçeleri’nden Farklı Diyarbakır Görünümleri Hevsel ve Yabani Hayat: Hevsel Bahçelerinin farklı ve önemli bir başka özelliği de irili ufaklı 100›e yakın kuş türünün yaşadığı “saklı kuş cenneti” olarak da bilinmesidir. Bahar gelince sayılarında büyük bir çoğalma görülen Söğüt bülbülü, yılın 4 mevsiminde orada olan Saka, başta olmak üzere Kızıl gerdan, Ak Mukallit, Kumru, Ağaç İncirkuşu, Kızıl sırtlı Örümcekkuşu, Ak gerdanlı Ötlegen, arıkuşu…. gibi 79 kuşun burada yaşadığı gazeteci Selim Kaya fotoğraflarla belgelenmiştir. Bunların yanı sıra şahin, atmaca kerkenez gibi yırtıcı kuşlar burada doğal denge içinde yaşamlarını sürdürmektedir (31). Her doğal alanda olduğu gibi buranın tek sahibi insan değil; varoluşlarının ta en başından beri kaderlerini bağladıkları sudan vazgeçemeyen daha nice canlı var Dicle vadisinde. Bunlardan akla ilk olarak ister istemez, bölgedeki akarsulara yapılan her müdahalede olduğu gibi, Fırat yumuşak kabuklu kaplumbağası (Rafetus euphraticus) geliyor. Adını aldığı Fırat’ta barajların su tutmaya başlamasıyla ülkemiz sınırları içinde kalan yaşama alanlarını birbiri ardına yitiren bu endemik tür şimdi neredeyse Dicle’ye sığınmış durumda ve karşı karşıya kaldığı yok olma tehlikesi her geçen gün artıyor. Akarsu akışının kesilerek suların yükseltilmesi bu nadir sürüngenin beslenebileceği, yumurtlayabileceği, güneşlenip dinlenebileceği kıyı ve adacıkları yok ettiği gibi, çok daha önemli bir etki yaparak, zaten az sayıdaki bireyden oluşan populasyonlarının bölünmesine ve gen akışı engellenen toplulukların bundan sonra daha da artan bir hızla küçülmesine yol açıyor. Aynı etkinin nehrin balıkları için de söz konusu olduğu rahatlıkla söylenebilir. Vadinin suyla kaplanmak istenen bölümünün, yanı başında bulunduğu büyük kentten kaynaklanan sayısız bozucu etkilere karşın hâlen yaban hayatı açısından son derece önemli olduğunun başka göstergeleri de var. Nehrin proje alanı içinde kalan kısmında doğu kıyısını boydan boya kuşatan Dicle Üniversitesi kampusü kesiminde en az 175 kuş türü tek tek belirlenmiş durumda. Özellikle ilkbahar ve sonbahar göçleri sırasında alanda konaklayarak kendilerini yenileme fırsatı bulan bu 87 kuşlar arasında bıldırcın kılavuzu, doğu ve orman söğüt bülbülleri, kuzey kamışçını, küçük çinte, İzmir yalıçapkını ve toy gibi Türkiye’de her görüldükleri yerde heyecan yaratan nadir kuşlar da var. Yine bu grup kuşlardan çizgili ishakkuşu Güneydoğu Anadolu’ya özgü bir baykuş türü ve yakın zamana dek ülkemizde bu kuşun yaşadığı bilinen yalnızca iki yer bulunuyordu; bunlardan Birecik’e uğrayan Avrupalı kuş gözlemcileri hâlâ bu kuşları görmeden gitmiyor. Türkiye’de soyu kritik derecede tükenme tehlikesi bulunan türlerden alaca yalıçapkını da bu alanı mesken tutan kuşlardan; yuvasını yapmak zorunda olduğu nehir kenarlarındaki dik toprak yamaçlar böylesi projeler yüzünden de yok ediliyor. Göç dönemlerinde Dicle vadisi üzerinden binlerce yırtıcı kuş geçiyor. Bu kuşlardan bazıları vadideki ağaçlara konarak dinleniyor ve yola devam etmek için uygun hava koşullarının oluşmasını bekliyorlar. Özellikle Efsel bahçeleri kendilerine (yerli kuş türlerinin de yoğun olarak kullandıkları) güvenli bir geceleme alanı sunuyor (16). Kuş cenneti Hevsel 05.10.2009. Diyarbakır Söz Hevsel Bahçelerindeki Kuşlar Ölecek/ 04 Nisan 2011: Mavi Gerdanlar, Bataklık Çitneleri ve Dağ Kuyruksallayanları gibi kuşların konakladığı Diyarbakır’daki Hevsel Bahçeleri’ndeki bataklıklar, insanların etrafa rastgele attığı çöpler nedeniyle kuşlar için tehdit oluşturmaya başladı. 88 Dicle Üniversitesi Biyoloji Bölümü öğretim üyesi Prof. Dr. Ahmet Kılıç, 180 tür kuşun barındığı Güneydoğu’nun kuş cenneti, Diyarbakır’daki Hevsel Bahçeleri’nde, önlem alınmazsa kuş türlerinin azalacağını söyledi. Prof. Dr. Ahmet Kılıç, görünen ambalaj ürünlerinin diğer çöplere göre daha az zararlı olduğunu belirterek, şunları anlattı: “Özellikle, deterjanlar ve onlara ait kalıntılar, yeme ve içmeyle vücuda girerek, canlıların biyokimyasal ve fizyolojik süreçlerine etki eder. Ambalaj atıkları doğada 100 yıl kalabiliyor. Bu tür yerlerin bir şekilde atıklardan temizlenmesi lazım aksi halde türlerde azalma görülebilir.” dedi.www.diyarinsesi.org Akkuyruklu Kızkuşu Hevsel bahçesinde görüldü/17 Nisan 2011 Türkiye’de kuş gözlemcileriyle ornitocuların (kuş fotoğrafçıları) uzun uğraşlara rağmen daha önce Kars, Ankara ve Gaziantep’te sadece bir kaç kez görüntülenerek kayıt altına alınan Akkuyruklu Kızkuşu, Diyarbakır’daki kuş cenneti Hevsel Bahçeleri’nin Dicle kıyısında görüldü. Güneydoğu ve Diyarbakır›ın gizli kuş cenneti olarak bilinen Hevsel Bahçeleri›nde bugüne kadar uzmanların kayıt altına aldığı 180 kuş türüne artık yeni bir tür daha eklendi. Ovalarda, platolarda ve nehir kenarlarında yaşayan Akkuyruklu Kızkuşunun, Hindistan ve Afrika’daki kışlama alanlarından mart ayında ayrılarak nisan ayında Afganistan’ı geçerek Türkiye’ye ulaştıkları belirtiliyor. Havzadaki Kuş Türlerine Bir Yenisi Eklendi: Dicle Üniversitesi Fen Fakültesi Biloyoloji Bölümü öğretim üyesi Prof. Dr. Ahmet Kılıç, Akkuyruklu Kızkuşunun sıklıkla görülen bir kuş türünün olmadığını söyledi. Bu kuş türünün neredeyse hiç görülmediğini belirten Prof. Dr. Kılıç, “Hevsel Bahçeleri’nde 180, Diyarbakır ve ilçelerini de kapsayan bir alanda ise 270 kuş türü bugüne kadar kayıt altına alınmıştır. Bugüne kadar Akkuyruklu Kızkuşuna rastlanmamıştı. Ancak 1950’li yıllardan beri var olduğu bilinmekteydi. Artık Diyarbakır’da yaşayan kuş türüne yeni bir türü ekleyebiliriz” dedi. 89 Hevsel Bahçesi’nde Eko Turizmi Yaygınlaştırmak Gerek: Akkuyruklu Kızkuşunu Hevsel Bahçeleri’nin, Dicle Nehri kıyısındaki bölümünde görüntülenmesinin önemli bir hizmet olduğunu belirten Prof. Dr. Kılıç, şunları söyledi: “Kuş cenneti olarak bilinen Hevsel Bahçeleri, yeni kuş ve sürüngenlere, büyük avantajlar sağlıyor. Koruma, korunma ve barınma ile beslenme anlamında büyük avantajları gören yeni türler, Hevsel Bahçeleri’ne geliyor. Uygun bir barınma merkezi olarak mevsim aralarında farklı kuş türlerini burada görmek mümkün. Bahçenin korunabilmesi ise çok zor. Çünkü kent merkezine bitişik bir alanda hem tarım yapılıyor. Burada tarım yapan halkı bilgilendirmek lazım. Onların bu kuş türlerini koruma altına almasını sağlamak ve av yasağına uyulması halinde kuş türleri koruma altına alınabilir. Bahçede eko turizmi sağlamak gerek. Böylece hem ekonomik anlamda bir katkı sağlarken, çevre faktörünü de ön plana çıkarmış olacağız.» 200 Gram Ağırlığında Ama 19 Yıl Yaşıyorlar: Eşeysel olgunluğa 1 yaşında ulaşan Akkuyruklu Kızkuşu, çoğu ancak 3 yaşında kuluçkaya yatar. 3- 4 yumurta yapan Akuyruklu Kız kuşunun kuluçka dönemi ise 22 ila 24 arasında değişiyor. 100 ila 200 gram ağırlığında olan bu kuş türünün ortalama 19 yıl yaşadığı biliniyor. Uzmanlar, Irak sınırları içinde Fırat nehri boyuncu 1953 yılında Yaygın olarak yaşandığı bilinen Akkuyruklu Kızkuşu, günümüze gelindiği sayılarının oldukça azaldığını belirtiyor.www.diyarinsesi.org Öz Hevsel’de hasat zamanı / 15.08.2011 Çiftçi Mehmet Uğurlu,“Yerli malı tüketelim” dedi. Selim KAYA Diyarbakır ile birlikte çevre il ve ilçelerin sebze-meyve ambarı konumunda bulunan Hevsel Bahçeleri’nde hasat zamanı başladı. Hevsel Bahçeleri’nde bir yandan şeftali, domates, elma, patlıcan, biber, bamya, marul, roka, maydanoz, nane, kabak ve salatalık hasadı yapılırken, bahçelerin bazı kesimlerinde ise, yeni 90 mahsullerin ekimi için hummalı bir çalışma var. Hevsel Bahçeleri’nde 23 yıldan bu yana çiftçilik yapan Mehmet Uğurlu, Diyarbakırlılara Anzele suyuyla yetiştirilen Hevsel ürünlerini tüketmeleri çağrısında bulundu. “Yerli Malı Tüketelim” Aynı zamanda 180 dolayında kuş türüne de ev sahipliği yapan, Türkiye’de “Kuş Cenneti” olarak bilinen Hevsel Bahçeleri’nde 23 yıldan bu yana çiftçilik yapan 40 yaşındaki Mehmet Uğurlu, Diyarbakırlıların öncelikle Anzele suyuyla yetiştirilen Hevsel ürünlerini tüketmeleri gerektiğini söyledi. Hevsel’de Erik hasadının tamamlandığını, buna rağmen şeftali, elma, domates, patlıcan, biber, bamya, marul, roka, maydanoz, nane, kabak ve salatalık baklagiller hasadının devam ettiğini belirten Mehmet Uğurlu, “Diyarbakırlı hemşerilerimizden yerli malı tüketmelerini rica ediyorum. Temiz Anzele suyuyla yetiştirilen sebze ve meyvelerimiz doğal ortamda yetiştiriliyor. Hevsel’de hormonlu ürün yetişmiyor. Bu da Hevsel Bahçeleri’nin önemli bir özelliği. Hevsel’de doğal ortamda yetiştirilen ürünlerin tadı da daha bir lezzetli oluyor. Serada yetişen bir domates ile bizim burada doğal ortamda yetişen domatesin tadı çok farklıdır. İsteyen bunu rahatlıkla deneyebilir” dedi. Yeni Kapı Semt Pazarı: Hevsel Bahçeleri’nde yetişen sebze ve meyvelerin Yeni Haldeki komisyoncular tarafından piyasaya sürüldüğünü, yüzde 20 oranındaki ürünlerin ise, Sur İçindeki tarihi Yeni Kapı Semt Pazarı’nda halka sunulduğunu anlatan Uğurlu, “Sur içindeki vatandaşlarımızın sebze ve meyve ihtiyacını karşılamak üzere kimi çiftçilerimiz ürünlerini sabah saat 06.00 dolayların da Yeni Kapı semt Pazarı’na götürüyor. Yeni Kapı’ya giden ürünler saat 08.00 dolaylarında tükeniyor. Sabah 09.00’da giden bir şey bulamaz. Yeni Kapı’da da genellikle şeftali, elma, domates, patlıcan, biber, bamya, marul, roka, maydanoz, salatalık, kabak, nane ve baklagiller satılıyor. Bu Pazarın, Hevsel’in meyve ve sebzelerinin tadına varan insanlar için önemi büyüktür. Bu pazarı bilen biliyor. Zamanında bu semtte oturup Dicle Kente yerleşen pek çok insan sabahları 06.00’da arabalarıyla buraya gelerek yerli şeftali alıyor. Buna pek çok kez şahit olmuşum” dedi. “Hevsel Bahçeleri Bir Cennet” İki milyon dolayında kavak ağacının da dikili olduğu Diyarbakır’ın akciğeri konumunda bulunan Hevsel Bahçeleri, tarımın yanında 180 dolayında kuş türünü de bünyesinde barındırırken, turizm açısında da önemli bir yere sahip. Hevsel Bahçeleri’nde 40 yıldır tarımla uğraşan 60 yaşındaki Şükrü Yaşar, Hevsel Bahçeleri’nin “Dünyadaki cennet” olarak tanımladı. Şükrü Yaşar, Hevsel’de tarımla ilgilenmenin insana huzur verdiğini söyledi. Tarlada çalışırken bir yanda Gaziköşkü, bir yandan tarihi Diyarbakır Surları, bir yandan Kırklar dağı ve bir yandan da Dicle nehrine baktıklarını, bütün bu güzellikler arasında bülbül sesleri eşliğinde çalışmanın kendilerini rahatlattığını belirterek, “Burada tarım yapılıyor. Pek çok kuş türü ve memeli hayvan var. Ancak burası yeterince tanınmıyor. Hevsel’in yeteri düzeyde tanıtılması durumunda Turizmde önemli bir ivme kazanacağını düşünüyorum” dedi. Özgür haber gazetesi. 91 Hevsel ve Reyhan (Fesleğen) Bahçeleri: Evliya Çelebi’nin Seyahatnamesi’nde bahsettiği Dicle nehri kenarındaki fesleğen bahçelerini ve bunları öğrenince insanın oturup düşünmemesi ve düşündükçe üzülmemesi mümkün değil (22). Önce reyhanı tanıyalım: Fesleğen (Reyhan) Yöresel adları: Fesliyen, peslan, reyhanotu, ırıhan, rahan Drog adı: Basilici herba / tüm bitki (kök hariç) Eterli yağ: Basilici aetheroleum Toplama/kurutma: Çiçeklenme aşamasında yapraklar ve çiçekli bölümler toplanır, gölge ve havadar bir yerde kurumaya bırakılır. Daha sonra ince kıyılır ve hava almayan kaplarda saklanır. Ama saksıda yetiştirilen bitkinin taze yaprakları her zaman kullanılabilir. Bileşim: Linalool, ve Methylchavicol içerikli eterli uçucu yağ, Cineol, tanen ve flavonlar. Etkileri: Yatıştırıcı, gaz söktürücü, mideyi rahatlatıcı, sindirimi uyarıcı Kullanım alanları: Fesleğen öncelikle sindirim sistemini ve sinir sistemini olumlu etkiler; şişkinlik, mide krampı, kolikler ve sindirim problemleri kullanım alanıdır. Mide bulantısını yatıştırır ve bağırsak parazitlerini öldürebilir. Yatıştırıcı etkisi sayesinde, sinirlilik, depresyon, gerginlik ve uykusuzluk durumlarında yardımcı olur. Epilepsi, migren ve boğmacaya karşı da denenmelidir. Geleneksel olarak, anne sütünü arttırmada kullanılır. Bitki özsuyu, sinek ve böcek ısırıklarının tedavisinde doğrudan ısırılan bölgeye sürülerek kullanılır. Fesleğen ayrıca antibakteriyel özelliğe de sahiptir. Fesleğenin lezzetli bir baharat olarak her mutfakta bulunması gereği de anımsanmalıdır. Kullanım biçimi: Yarım veya bir tatlı kaşığı ince kıyılmış fesleğen, orta boy bir su bardağı dolusu kaynar derecede sıcak suyla haşlanır, üstü kapalı olarak 10-15 dakika demlendikten sonra süzülür. Günde 2-3 bardak içilebilir. Fesleğen, genellikle tıpta ve aynı zamanda yemeklik maksadıyla da kullanılır. Özellikle Fransa’da tüylü olarak 3 fut (90,4cm “1 fut = 30,4cm”dir) yüksekliğinde yetişir. Dalı, yayvan ve dörtgen biçimindedir, çiçekleri beyaz, yapraklar halka biçiminde dizilmiş sarmal şekildedir, üst tarafı toparlak ve gergin dallıdır. Yaprakların altı gri-yeşil ve siyah noktalı yağ hücreleri vardır. 1inç uzunluğunda ve 1/3inç genişliğindedir. Dokunulduğunda serinlik ve yumuşaklık hissi verir. Farklı büyüklüklerde birkaç değişik şekilleri vardır. Yaprakları kokulu ve renklidir. Fesleğenin yaprakları çoğunlukla koyu yeşil renktedir. Kıvrık yapraklıdır ve çiçeklerinin kısa iğneleri vardır, kısa yapraklıdır ve kokusu rezeneye benzer. Kimyasal Maddeler: Fesleğenler, farklı çeşitlerde olduğu gibi kokuları da farklıdır. Çünkü bu şifalı ot, diğerlerine oranla farklı bir sayıda temel yağlar içerir. Tatlı Reyhan’ın, eugenolden gelen güçlü bir karanfil kokusu vardır. Bu kimyasalın 92 kokusu aynı karanfile benzer. Bu narenciyenin kokusu, limonlu reyhan ve misket limonuna benzer. Afrikan mavisi reyhanda keskin bir nane kokusu vardır. Çünkü içerisinde yüksek oranda camphene ve nane ruhu vardır. Meyan fesleğeni anethol içerir ve aynı meyanda bulunan anason kimyasalın verdiği meyanın kokusuna benzer. Ve bu sebeple kimi zaman fesleğene, anason fesleğeni de denilir. Sağlık Sorunları Bakımından: Fesleğen, rezene ve tarhun gibi, diğer aromatik bitkilere benzer. İçerdiği Estragole’nin fare ve sıçanlarda kanserojen ve teratogen olarak etkileri biliniyor. Şimdilerde insanlar üzerindeki etkileri, kemirgenler üzerinde 100 - 1000 arasında deney yapılarak, normal olan ve beklenen sonuç alındı. Fesleğenin, kanser riskini azalttığı keşfedildi. (23) Fesleğenin yaydığı koku sinekleri uzak tutar. Fesleğen bitkisi, bir yerli Anadolu bitkisi değildir. Anavatanı olan İran dolaylarından gelmiştir. Akşamları açıkta yenilen yemeklerde masaların fesleğen ile süslenmesi, bebeklerin yanına fesleğen konulması, yaz aylarında evlerin açık camlarının önünde fesleğen saksılarının olmasının sebebi fesleğenin yaydığı güzel kokunun yanında sinekleri kovucu özelliği olmasıdır. Hem taze, hem de kurutularak kullanılan fesleğen, pişirilerek ya da çiğ yenilen yemeklerde yaygın olarak kullanılır. Kendisi pişirildiğinde tadını çabuk yitirdiği için, genellikle yemeklere son anda katılır. (vikipedi) Hevsel ve Reyhan Bahçeleri: Evliya Çelebi Dicle kenarındaki fesleğen bahçelerini şu şekilde tanımlar:” Aşağıda akmakta olan büyük nehrin iki yanı güllük, gülistanlık, bağ, bostan ve reyhanlıktır. Reyhanların hepsinin kökü toprakta olduğundan bütün yaprakları yeşil olmakta ve yerden sürekli nem alarak da büyümektedirler. Bir evin reyhan duvarından görünme imkânı yoktur. Bunlar, o derece sık reyhanlı, reyhandan kulübeler olup gece gündüz içinde oturan erkek ve kadınların genizlerine reyhanların ve gül, sümbül ve erguvan gibi diğer çiçeklerin kokuları dolar.(24) Evliya Çelebi Seyahatnamesinde Fisk kayası adı ile meşhur yüksek bir tepe üzerine siyah taş ile yapılmış, yüksek ve gayet kuvvetli bir kaledir… O yüksek dağın tepesi geniş ve laleliktir…. Fis kayası mağaraları bu yüksek kalenin altındadır. Yunus Aleyhisselamın makamı da buradadır... Büyük nehir aktığından iki tarafı da gül bahçeleri, güzel kokulu bostan ve reyhan bahçeleridir. Her yıl vilayet halkının altı ay Diyarbekir’in Dicle fasıllarını yaptıkları mesire yerleridir. Evliya Çelebi, Diyarbekir’in Reyhan bağını, Batı Asyanın en güzel bahçeleri olan Dimaşk (Şam), Malatya, Konya, Adaliye, Maraş bağlarına muadil bulur.(25) Abdüssettar Hayati Avşar, yatsı namazından sonra konaklardaki musiki gecelerini şöyle anlatır. Muhammedi güllerinin, reyhanların, ıtırların, katmer kadifelerin, menekşelerin, lalelerin, zambakların, şebboyların, kılıflarının, nergislerin, sümbüllerin, yaseminlerin, zer leylakların ve diğer bir çok çiçeklerin birbirine karışmış kokularını almak için havayı koklar, teneffüs eder, fıskiyelerden dökülen suların şırıltılarını dinler ve kandillerin, avizelerin, fanusların etrafında daireler çizerek dönen çeşitli şekiller meydana getiren, aleve atılıp yanan pervaneleri seyrederdik.(26) Vedat Güldoğan Hevseli anlatıyor: Bilhassa iştah açıcı, hazımsızlığı gideren, öksürük kesici, esans yapımında kullanılan, yemek ve salatalara tatlandırıcı 93 olarak katılan ve yaprakları güzel koku veren bir süs bitkisi olan reyhan ile çok güzel kokulu menekşeler de yetiştirilirdi. Ali Haydar Canlı’nın hatıralarında, “ Dicle kenarında Hülle ve Kulübe yapılır. Erkeklere ve bayanlara ayrı olacak şekilde yapılır. Misafirliğe gelen erkekler erkek kulübesine, bayanlar da bayan kulübesine geçer. Bu şekilde birbirlerini görmezler. Her hüllenin önünde şadırvan yapılır. Hüllelerin etrafına Reyhan ekerler ayrıca gül ve çiçek çeşitlerini ekerlerdi. Reyhan kokuları Dicle kenarını misk amber gibi kokutur şehir halkı bostan sezonu bittikten sonra reyhanları kopartıp eve getirirlerdi. Evde ocakta yakarlardı. Yaktıkları için reyhan kokusu bütün şehri sarardı.(27)”der. Mehmet Mercan Hevsel’de reyhanı (fesleğeni) şöyle tanımlar: Fesleğeni de iri ve uzun olur ki, halk bunu kulübelerine direk ve kazık yaparlar. Bu fesleğenler yakıldığında mis gibi kokarlar. Reyhan bitkisinin kokusu sivrisineği uzaklaştırdığından Dicle kenarında kurulan hüllelerin etrafına ‘reyhan’ dikildiğini Evliya Çelebi seyahatnamesinde vurgulamakta ve reyhanın 7-8 aylık zaman zarfında gövdesi çadır direği olacak kadar büyüme gösterdiğini yazmaktadır.(28) Reyhan günlük hayatın içindedir. Diyarbakır’da kullanılan baharatlar. İçinde reyhan bulunmaktadır. Diyarbakır’lı reyhan’a rihan demektedir.(29) Yaz aylarında naneli, salatalıklı ve reyhanlı ayran en sık içilen meşrubattır. Diyarbakırlı Şair, şiirine reyhanı konu etmiştir: İnsanın her biri kokar ayrı ayrı Kimi gül, kimi amber, kimi reyhan özüdür (30). Reyhan hasatından bir görünüm Reyhan hasadı başladı / 04.09.2011;Yeryüzünün en şifalı bitkileri arasında bulunan ve bin bir derde deva olan reyhan bitkisinin hasadı Diyarbakır’da başladı. 94 Uzmanlar, reyhanın anne sütü artırımından, bağırsak ve mide ağrısı kesintilerinden saç bakımına kadar çok faydasının olduğunu belirtiyor. Diyarbakır’da tarımın yapıldığı Hevsel bahçelerinde bu aralar hummalı bir çalışma var. Bin bir derde deva olan reyhan hasadı başladı. Uzmanlar, reyhanın faydalarını saymakla bitiremiyor. Uzmanların, “Yaprakları güzel kokan bir süs bitkisidir. Öksürük kesicidir. Hazımsızlığı ve bağırsak gazlarını giderir. Yemek ve salatalarda tatlandırıcı olarak kullanılır. İştah açıcıdır. Baş dönmesini durdurur. Arı sokmasında faydalıdır. Ağız yaralarını tedavi eder. Esans yapımında da kullanılır” diye tanımladığı, fesleğen olarak da bilinen reyhanın sayılmayacak kadar faydasının olduğu belirtiliyor. 20.Yüzyılda Hevsel’de sağlık sorunları: Tüm çabalara karşın suyun yetersizliği, maliyet denetim eksikliği vb gerekçelerle bugün halen Hevsel Bahçelerinde kentsel atık su ile sulama işlemi sürmektedir. Bu durum kent açısından ciddi problemler yaratmaktadır. Atık suların uygun olarak toplanması ve arıtıldıktan sonra güvenli yöntemlerle tarımda kullanılması bugün birçok ülkede uygulanmaktadır. Ancak tüm şehrin sağlığı pahasına Hevsel Bahçelerinde hiçbir arıtma işlemi yapılmayan kentsel atık su kullanılmaktadır. Buralarda yetişen ürünleri ise daha çok ekonomik düzeyi düşük kesimler tüketmektedir. Bu şekilde halkın sağlığı ile oynamak suç oluşturmaktadır. Kaçak olarak atık su ile sulama yapanlar hakkında suç duyurusunda bulunmak da dâhil olmak üzere tüm önlemler en kısa sürede alınmalı ve kanalizasyon suyu ile sulamanın önüne geçilmelidir. 1980’lerin başında Hevsel Bahçelerine Dicle Nehrinden temiz su pompalamak için Köy Hizmetleri il Müdürlüğü tarafından bir pompajlı sulama projesi tasarlanmış ve plan kısmen 1984 yılında inşa edilmiştir. İşletme masrafları Valilik tarafından karşılanmak üzere bir yıl boyunca çalıştırılmasına karşın sonraki yıllar için işletme masraflarının karşılanması konusunda çiftçiler arasında bir uzlaşmaya varılamamış olması ve atık suyun da hala elde edilebilir olması bu sulama projesini kullanım dışı bırakmış ve pompa istasyonu kapatılmıştır. 1998–1999’ da DİSKİ (Diyarbakır Su ve Kanalizasyon İdaresi) tarafından yapılan Diyarbakır Atik su Projesi ve Ek Çevresel Koruma projesi kapsamındaki “Hevsel Bahçelerinde sulama sisteminin rehabilitasyonu” projesi ile bu sorunun kalıcı çözümü tasarlanmış, Anzele ve Hz Süleyman su kaynaklarının Hevsel Bahçelerine sulama suyu olarak verilmesi planlanmıştır. İşletme giderlerinin karşılanması için de bir birliğin kurulması, çiftçilerin birlik bünyesinde toplanması düşünülmüştür. Bu çerçevede Bakanlar Kurulu 27.12.2002 tarih ve 2002/5116 sayılı kararı ile Diyarbakır İl Özel İdaresi, Büyük Şehir Belediyesi, Sur Belediyesi ve Tarım İl Müdürlüğü tarafından “Hevsel Bahçeleri Sulama Birliği” kurulmuştur. Birlik kurulduktan sonra 2004 yılında sadece Anzele suyu herhangi bir tesis olmadan, DİSKİ tarafından inşa edilen şehir yağmur suyu şebekesi kullanılarak çiftçilerin daha önce su aldıkları atık su ana arkına, doğal akışına bırakılmıştır. Yaklaşık 2900 dekarlık tarımsal alanı olan Hevsel Bahçelerinin sadece 1/3 gibi bir 95 kısmı bu su ile sulanabilmiştir. 2005 yılında Diyarbakır Büyükşehir Belediyesinin ve DSİ’nin katkılarıyla sondaj kuyularının açılması planlanmış, ancak aynı tarihlerde, Tarım Bakanlığının, Hevsel Bahçelerine Devegeçidi Barajından kapalı boru sistemi ile cazibeli su getirme projesi gündeme gelince bu planlamalar askıya alınmıştır. 2006 yılında Tarım Bakanlığı tarafından bu projenin inşasına başlanmış, 2007 yılında önemli bir kısmı tamamlanmıştır. Ancak bu tesisin hala eksikleri bulunduğu ve birliğe devri konusunda Devegeçidi sulama tesisinin asıl sahibi olan DSİ ve tesisi devralmak suretiyle işletme ve bakım onarımını üstlenen Devegeçidi Sulama Birliği ile uzlaşmaya varılamadığından birlik tarafından henüz kullanılamamaktadır. 2009 yılında gündeme gelen bir başka çözüm önerisi ise Dicle Barajından Mardin’e su taşıyacak olan sulama kanalından Hevsel Sulama kanalına bir priz açılmasıdır. Ancak bunun hızlanması ve kesinleşmesi için de tüm kurumların desteği ile girişimlerde bulunmak gerekmektedir. 2009 yılında DİSKİ’nin desteğiyle Benusen su kuyusu birlik tarafından aktifleştirilmiş ancak o bölgede hala açıkta atık suların akıyor olması ve denetimdeki yetersizlikler ve DİSKİ’nin bu atık suları kalıcı bir şekilde kontrol altında tutamaması sonucu o bölgedeki çiftçiler üretimde atık su kullanmaya devam etmektedirler. Konu başta İl Hıfzıssıhha Kurulu olmak üzere birçok kurum ve kuruluşun sürekli gündemindedir. “13.06.2008 ve 30.04.2009 İl Hıfzıssıhha Kurulu Kararları’nda Hevsel Bahçeleri’nin atık suyla sulanmasının toplum sağlığını tehdit ettiği belirtilmiş, ilgili kurum ve kuruluşların ( İl Sağlık Müdürlüğü, Tarım İl Müdürlüğü, Çevre ve Orman İl Müdürlüğü DİSKİ) üzerine düşen sorumluluğu yerine getirmeleri konusunda uyarılmıştır (3,4) (31). KAYNAKLAR 1-Mıgırdıç. Margosyan.Biletimiz İstanbul’a Kesildi .5.Baskı Aras yayİst.2003 s.106) [email protected] 3- Mehmet Ali Abakay. Tarihten Bugüne Esfel Bahçeleri.. Tarım Doğa Çevre sempzoyumu 2010 4-Kadri Göral.Cevahir Çıkını Gökçe ofset.Ank.2009 .s39 5- Derman Bayladı:Dinler Kavşağı Anadolu.Say yay.İst.1998.s.68 6- İbn Arabi.Fütuhat-ı Mekkiye.Lıtera yay.İst.2.Baskı.2007.3/17 7- Ömer tellioğlu Diyarbakır salnameleri. Diyarbakır Büyükşehir Belediye yay.İst.1999.c.4.s.63,270 8-http://www.arkitera.com/project.php?ID=25&aID=184&action=displayPr oject&year= 9- Mehmet Mercan.Diyarbakır Türküsü.2 Basım.2011.s.51 10- [email protected] 96 [email protected] 12-.Mehmet Ali Abakay . Tarihten Bugüne Esfel Bahçeleri Tarım Doğa Çevre sempozyumu 2010 13-M.Şefik.Korkusuz.SeyahatnamelerdeDiyarbekir.Kent yay.İst.2003 ,s.93,94;127,157;158;192,213;219 14- Tellioğlu Ö (ed): Diyarbakır salnameleri.Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi.İstanbul Acar matb. 1999. 15- Martin van Bruinessen ve Hendrik Boeschoten.Evliya Çelebi Diyarbekir’de.İst.1997 .s.364,279,253 16- Prof.Dr. Murat Biricik / Atlas Kasım 2007, sayı 176. 17- Kenan Yakupoğlu, M.Salih Erpolat, Mustafa Sarıbıyık.Osmanlı Belgelerinde Diyarbakır.Diyarbakır Vailiği ve Dicle Ün yay.Diyarbakır.2011 s.215, 216,178,176,180,181,183,184,217,218 18- Diyarbakır İl yıllığı-1967.s.352 19- Fatma Acun 16. Yüzyılda Diyarbakır Şehrindeki Ekonomik Faaliyetler1. Bütün Yönleriyle Diyarbakır sempozyumu.2000.s.218 20- Prof- Dr- Musa Çadırcı. Abdülhamit’e Sunulan Bir Lâyiha”Heyet-i Teftişiye’nin Geşt ü Güzâr Eylemiş OlduğuMahallerin Ahvâliyle Heyet-i Mezkûr’un Harekâtı” http://dergiler.ankara.edu.tr/dergiler/19/835/10565 21- [email protected]:. 22-http://www.diyarbakirtarim.gov.tr/ 23- www.herbalistatabay.com 24- Martin van Bruinessen ve Hendrik Boeschoten. Evliya Çelebi Diyarbekir’de. İst.1997.s. 364, 279,253 25- Von Hammer. Büyük Osmanlı Tarihi.Emir yay.İst.2/449 26- Tuba Cengiz: Diyarbakır eski suriçi ve surdışı evlerinde çevresel etmenler..D.Ü.Mimarlık AD. Diyarbakır.1993.s.193 27- Ali Haydar Canlı Diyarbakır’ın eski yerlisi Esnaf Melik Ahmet caddesiDicle Kenarındaki Bağ Ve Bostanlar Tarım Çevre Doğa sempozyumu.2010. c.2s.413 28- M.Kadri Göral. Cevahir çıkını.Gökçe ofset.Ank.2009.s.104 29-- Beran B.Henek.2.Baskı.Peri yay.İst.2004.s.176,214 30- Muharrem Güler. Adım Adım Diyarbakır. Fon ofset.. Diyarbakır. 2008. s.24, 34,63,74 31- Doç. Dr. Ali Ceylan. Hevsel Bahçeleri Ve Tarımda Kullanılan Kentsel Atık Suyun Toplum Sağlığına Etkileri Diyarbakırda Tarım Çevre Doğa Sempozyumu.2011.C.1 32--Mevlüt Mergen Karahöbür = Hurma Şeker, Leylası Arap!.. Yeniyurt Gazetesi 26 Haziran 2012, 97 GÜNEYDOĞU ANADOLU BÖLGESİ ŞARTLARINDA BAZI MAKARNALIK BUĞDAY ÇEŞİTLERİNİN UYUM KABİLİYETLERİNİN TESPİT EDİLMESİ Hasan KILIÇ1 İrfan ERDEMCİ1 Hüsnü AKTAŞ1 Halil KARAHAN2 Turan KARAHAN1 Enver KENDAL1 ÖZET Güneydoğu Anadolu Bölgesinde 2001/2002, 2002/2003 ve 2003/2004 yetiştirme yıllarında Diyarbakır, Kızıltepe ve Ceylanpınar olmak üzere farklı 3 lokasyonda kurulan denemelerde Tarımsal Araştırma Enstitülerince geliştirilen 12 yazlık makarnalık buğday çeşidine ait tane verimi, SDS sedimentasyonu, protein oranı ve irmik rengi ile birlikte stabilite parametreleri incelenmiştir. Çeşitler, yağış miktarına bağlı olarak gerek verim ve gerekse kalite özelikleri açısından lokasyonlarda farklı performans göstermişlerdir. En yüksek tane verimi (774.7 kg/da) 2001/2002 yılı Diyarbakır lokasyonundan sağlanırken, en düşük tane verimi (96.5 kg/da) de stres şartlarına sahip 2002/2003 yılı Ceylanpınar lokasyonundan elde edilmiştir. Kalite özellikleri açısından en yüksek protein oranı (17.4) ve SDS semimantesyon değeri (18.7 ml) Ceylanpınar lokasyonundan elde edilirken, en düşük değerler ise Diyarbakır lokasyonundan elde edilmiştir. Çevresel değerler üzerine regresyonları kullanılarak bulunan genotip adaptasyonlarında tane verimi yönünden çeşitlerin çevrelere uyumları farklı bulunmuştur. Amanos-97, Diyarbakır-81 ve Fuatbey-2000 tüm çevrelere iyi uyum, Gediz-75, Haran-95 tüm çevrelere kötü uyum gösterirken, Ege-88 ve Sarıçanak-98 tüm çevrelere iyi uyumlu, Aydın-93, Ceylan-95 ve Salihli-92 tüm çevrelere ortalama uyumlu, Fırat-93 ise kötü çevrelere kötü uyum gösteren çeşit olmuştur. Anahtar Kelimeler: Makarnalık buğday, stabilite parametreleri, kalite özellikleri .Güneydoğu Anadolu Tarımsal Araştırma Enst. PK: 72 Diyarbakır. e.mail: kilichasan@ yahoo.com 2 . Ziraat Mühendisi Serbest çalışma Çağıl Köyü/Kızıltepe 1 98 Studies on Adaptation Ability of Durum Wheat in The Southeastern Anatolian Conditions ABSTRACT In this study, grain yield and quality traits of 12 different spring durum wheat varieties were compared in three different locations in the South Eastern Anatolia in 2001/2002, 2002/2003 and 2003/2004 growing seasons were studied together with stability parameters of grain yield. It was demonstrated that the grain yield of the varieties were affected differently by different locations and growing seasons indicating that the genotypes have different adaptation ability for grain yield in different locations. The highest grain yield (774.7 kg/da) was obtained from Diyarbakır location in 20012/2002 growing season,, while the lowest (96.5 kg/da) one from Ceylanpınar location that had stress condition in 2002/2003 growing season. In terms of the quality characters investigated that the highest values were obtained in Ceylanpınar location, while the lowest one in Diyarbakır location. Adaptation and stability of genotypes were studied using regression analysis of data in different growing environments while Amanos-97, Diyarbakır-81 and Fuatbey-2000 showed well level of adaptation to the all environments, Gediz-75 and Haran-95 had bad level of stability adapting to all environments. However, Aydın-93, Ceylan-95 and Salihli-92 moderate level of stability adapting to all environments. Ege-88 and Sarıçanak-98 had well level of adaptation to the all environments, while Fırat-93 showed bad level of adaptation to the bad environments. Key Words: Durum wheat, adaptation, grain yield, stability GİRİŞ Makarnalık buğdaylar dünyanın ancak belirli şartlarına sahip yerlerinde yetiştirilen bir üründür. Ülkemiz makarnalık buğday üretiminin büyük bir kısmını karşılayan Güneydoğu Anadolu Bölgesinde buğday alanları içersindeki payı % 30-40 civarındadır. Güneydoğu Anadolu Bölgesi agroekolojik yapısı nedeniyle çok farklı iklim kuşaklarına sahip bulunmaktadır (Şekil 1.). Bu bölgelerde yapılan buğday tarımı, büyük oranda tabiat şartlarına bağlı olmakla birlikte kullanılan çeşitlerin adaptasyon kabiliyetleri de önemli bir unsur olarak dikkati çekmektedir. 99 Son yıllarda çiftçilerimizdeki kültür seviyesinin de yükselmesiyle yeni çeşitlere olan talep artmış olup üretim alanlarında çok sayıda çeşide rastlamak mümkün olmuştur. Sanayici talepleri ile birlikte özellikle pazar değeri yüksek çeşitlere olan ilgi nedeniyle çeşitlerin ekim oranları çok hızlı değişmektedir. Zaman zaman en son geliştirilen yüksek verimli çeşitler yanınd-a verim potansiyeli düşük çeşitleri de görmek mümkündür. Bu bölgede çiftçinin özel talepleri yanında farklı unsurların tesiriyle meydana gelen ve özellikle birbirinden görmek suretiyle verim dalgalanmalarının en aza indirme gayretleri çeşit tercihlerinde önemli rol oynamaktadır. Çeşit ıslah çalışmalarının amacı, yüksek verim potansiyeline sahip olan ve yetiştiği farklı çevrelerde çok az verim dalgalanması gösteren çeşitleri bulmaktır (Altay, 1987). Bu sebeple ülkemizde verim stabilitesi, ıslah çalışmalarının bir parçası konumunda olmuş, üretime aktarılan tüm yeni çeşitlerde bu özellik aranmıştır. Söz konusu amaca ulaşabilmek için çok farklı metotlar kullanılmakla birlikte yetiştiği çevre ile en az interaksiyona giren istikrarlı çeşitlerin seçimine yönelmek gerektiği yönündeki görüşler ile birlikte son zamanlarda sulama imkanlarının da artması ile çevreyi bir derece kontrol altına alma gayretleri sonucu ancak iyi şartlarda yüksek verim potansiyeline sahip çeşitlerin tercih edilmesi gerektiği yönündeki görüşlerde ağırlık basmaktadır. Başka bir tabirle yağışa dayalı şartlar için, geniş anlamda adaptasyon kabiliyetleri yüksek çeşitlerin; sulama imkanı olan yüksek verim potansiyeline sahip yerler için de b değeri 1 den yüksek çeşitlerin kullanılması gerektiğidir. Bu şekilde stabilitesi tespit edilen genotiplerden bölge şartlarına uygun (sulu, kuru, soğuk, ılıman vb) yeni çeşitler bulunabilir. Bu çalışmada Güneydoğu Anadolu Bölgesinin birbirinden farklı 3 lokasyonunda yetiştirilen 12 farklı yazlık makarnalık buğdayın stabiliteleri belirlenerek uygun tavsiyelerde bulunulmuştur. MATERYAL VE METOT Çeşitler: Denemede, Kamu kuruluşları tarafından geliştirilen Gediz-75, Diyarbakır-81, Ege–88, Salihli-92, Aydın-93, Fırat-93, Sham-1, Harran-95, Ceylan-95, Amanos-97, Sarıçanak-98 ve Fuatbey-2000, yazlık tabiatlı makarnalık buğday çeşitleri kullanılmıştır. Çevreler Güneydoğu Anadolu Bölgesinde 2001/2002, 2002/2003 ile 2003-2004 yetiştirme sezonlarında üç farklı lokasyonda denemeler kurulmuştur. Üç yıl boyunca yürütülen bu denemeler her yıl aynı yerde kurulamadığından yıl faktörü dikkate alınmamış ve her deneme yeri bir çevre olarak kabul edilmiştir. 100 Şekil 1. Denemelerin Yürütüldüğü Lokasyonlar ve Uzun Yıllar İklim verileri Deneme Yerinin Toprak Özellikleri Araştırma toprakları, genellikle kırmızı-kahverengi büyük toprak grubuna giren, killi bünyede düz veya düze yakın meyilde, erozyonu çok az olan derin veya orta derin zonal topraklardır (Anonim, 1970)., Yapılan analizler sonucunda deneme yeri topraklarının ağır bünyeli, hafif alkali, kireçli ve organik madde yönünden fakir, fosforca yetersiz, potasyumca zengin durumda oldukları tespit edilmiştir. Deneme Alanının İklim Özellikleri: Uzun yıllar ortalama yağış miktarı yönünden yeterli yağışa sahip Diyarbakır lokasyonunda denemelerin yürütüldüğü her üç yılda da yağış ortalamanın üstünde kaydedilmiştir. Kızıltepe lokasyonunda da yeterli yağış alınmış olup, en kurak yağış rejimine sahip lokasyon Ceylanpınar olarak görülmektedir (Çizelge 1). Çizelge 1. Araştırmanın yürütüldüğü lokasyonlara ait yıllık yağış toplamları Yağış mm Uzun Yıllar 2001/2002 2002/2003 2003/2004 Diyarbakır 491.4 501.1 524 539.9 Ceylanpınar 294.4 250.1 329.3 395.5 Kızıltepe 356.4 261.4 441.3 416.9 101 Yöntem Denemeler tesadüf blokları deneme deseninde dört tekerrürlü olarak kurulmuştur. Parseller 6 m boyunda 6 sıralı olarak her çeşidin bin tane ağırlığına göre değişmekle beraber 425 tohum/m2 olacak şekilde ekim yapılmıştır. Ekimler deneme mibzeriyle, parseller arasında bir sıra boşluk kalacak şekilde ekilmiştir. Toprak analiz raporları dikkate alınarak, Diyarbakır da 12 azot ve 8 kg fosfor, Kızıltepe ve Ceylanpınar lokasyonlarında ise 9 kg/da azot ile 6 kg/da fosfor uygulanmıştır. Fosforun tamamı ile azotun yarısı ekimle, kalan azotun yarısı da sapa kalkma döneminde verilmiştir. Kızıltepe’deki denemede. 2001/2002 yılında Kızıltepe de yürütülen denemede çıkış amaçlı bir tav suyu verilmiştir. Hasat olgunluğuna gelen parsellerde hasat, Hege 140 (1.2 m x 5) parsel biçerdöveri ile yapılmıştır. Metot Elde edilen verilerin varyans analizler JMP-5 paket programı kullanılarak önemli bulunan faktör ortalamaları A.Ö.F. testi ile gruplandırılmıştır. Verim (kg/da) Çalışmada S.A. Eberhart ve W.A. Russel (1966) tarafından önerilip Arıcan (1998) ve Kılıç (2003) tarafından modifiye edilen model kullanılmıştır. Stabilite değerlendirmelerinin çoğunda olduğu gibi bu modelde de çeşitlerin verim kabiliyetleri ile daha iyi yetişme ortamları arasında pozitif doğrusal bir ilişkinin var olduğu kabul edilmektedir. Çevre şartları iyileştikçe çeşitlerin daha yüksek verim seviyelerine çıkacakları kabul edilmektedir. Bu metotta çevre ortalamaları apsis, çeşitlere ait ortalama verimler ise ordinat eksenleri üzerinde gösterilmektedir (Şekil 2). d Y=a+bx b= b a Çevre (kg/da) Şekil 2. Stabilite Parametreleri Herhangi bir çeşidin lokasyonlardaki verimi regresyon doğrusunun hesaplanmasında kullanılır. Doğruyu oluşturan noktalar çeşidin her çevredeki verimini temsil eder. Regresyon eğimi çeşidin çevrelerdeki performansı konusunda bilgi verir. Bir çeşidin satbil kabul edilebilmesi için: ortalama verimi genel ortalamanın üstünde, regresyon hattının eğimi 1 veya 1’e çok yakın olmalı, regresyon hattından 102 sapmaların kareler toplamı 0’a yakın olmalı, çeşidin düşük verimli şartlar için ortalama verimi genel ortalamaya eşit veya üzerinde olmalıdır. ARAŞTIRMA BULGULARI ve TARTIŞMA Tane Verimi Çizelge 2’de tane verimi bakımından yapılan varyans analizlerinde 2001/2002 yılı Diyarbakır ve Kızıltepe ile 2002/2003 yılı Ceylanpınar lokasyonlarında çeşitler arasından önemli bir farklılık tespit edilmiştir. İklim faktörlerinden yağış miktarının (Çizelge 1.) artışına paralel olarak tane veriminin de yükseldiği görülmektedir. Nitekim yağışın yüksek kaydedildiği Diyarbakır lokasyonu her üç yılda da en yüksek verimi sağlamıştır. Kılıç ve ark. (2004) 14 makarnalık buğday ile bölgede yürüttükleri bir çalışmada benzer sonuçlar elde ettiklerini bildirmektedirler. Çizelge 2. Denemenin yürütüldüğü 3 lokasyonda 12 makarnalık buğday çeşidine ait ortalama tane verimi ve oluşan gruplar D.Bakır K.Tepe C.Pınar 01-02 02-03 03-04 Ort. 01-02 Ort. 02-03 03-04 Ort. Genel Ort. Amanos-97 803,0 ab 548,3 477,9 609,7 678,0ab 678,0 88,3bc 220,8 154,6 469,1 Aydın-93 774,5abc 533,4 479,8 595,9 703,7a 703,7 91,7abc 162,3 127,0 457,1 Ceylan-95 748,1bcd 533,4 518,1 599,9 609,7b-e 609,7 80,8bc 185,6 133,2 445,6 821,3a 540,4 508,5 623,4 637,6a-d 637,6 76,3c 207,1 141,7 464,9 Ege-88 797,3abc 602,5 456,9 618,9 648,5abc 648,5 95,8abc 148,5 122,2 457,8 Fırat-93 701,3d 549,5 495,2 582.0 554,9e 554,9 134,8 124,1 424,3 Fuatbey-2000 737,3cd 591,3 549,0 625,8 644,5a-d 644,5 96,3abc 169,0 132,6 464.0 Gediz-75 772,7abc 587,5 451,0 603,8 604,5c-e 604,5 96,3abc 125,4 110,8 439,2 Haran-95 750,8bcd 585,2 476,9 604,3 615,5b-e 615,5 102,9ab 122,1 112,5 441,7 Salihli-92 824,8a 537,4 468,5 610,3 575,1d-e 575,1 88,8bc 171,3 130,0 443,9 Sarıçanak-98 816,0a 615,5 459,8 630,4 655,8abc 655,8 113,3a 96,3 104,8 459,1 Sham-I 749,0bd 565,8 503,1 606.0 545,0e 545,0 114,2a 194,6 154,4 445.0 AÖF (0.05) 63.6 ÖD ÖD - 73,3 23,2 67,8 Ortalama 774.7 565.8 487.1 609 622.7 96,5 161,5 Genotipler Dayarbakır-81 622.7 113,3a 129,0 450,9 *:Benzer harf grubuna ait değerler asgari önemli fark testine göre %5 seviyesinde farklı değildir. 103 Kalite Özellikleri Çizelge 3. Çeşitlere ait bazı kalite özellikleri için yıllar itibariyle lokasyon ortalamaları Diyarbakır Genotipler Tanede Protein Kızıltepe SDS Tane Tanede sedimen rengi Protein Ceylanpınar SDS sedimen Tane rengi Tanede Protein SDS sedimen Tane rengi Amanos-97 13,2 *17,5 *10.0 13,2 *18 *10 17,5 20 *10 Aydın-93 13,2 12,5 9,2 12,6 *16 9,5 *17,8 *15 8,5 Ceylan-95 13,3 12,5 *8,5 13,2 *11 10 17,6 11 8,5 Diyarbakır-81 13,2 *11.0 *8,5 *13,6 *10 *8.0 17,2 *11 7,5 Ege-88 *13,6 15,5 *8,5 12,9 *11 *8,5 17,4 *15 *8 Fırat-93 *13,6 *19,5 9.0 *13,4 *16 *8,5 *17,1 *24 8,5 Fuatbey-2000 12,9 15.0 *10.0 *12,2 *15 *8,5 17,4 21 *10 Gediz-75 12,9 14.0 *10.0 *12,5 12 *10,5 16,9 *26 9 Haran-95 *12,7 13,5 *10,2 13.0 13 9,5 16,9 17 9 Salihli-92 13.0 12,5 *10.0 *13,5 *10 *10,5 17,5 21 *10 Sarıçanak-98 13,5 14.0 9,5 12,8 *11 10 18 *25 9,5 Sham I *12,8 *11.0 9,5 12,8 *11 10 Ortalama 13.2 14.1 9.4 13.0 12,8 9,5 17,4 18,7 8,95 *:işaretli olanlar t testine göre ortalamadan %5 seviyesinde farklıdır. Çizelge 3’te çeşitler kalite kriterleri yönünden değerlendirildiğinde, protein oranı yönünden en yüksek değeri Diyarbakır lokasyonunda Fırat-93, Kızıltepe lokasyonunda Diyarbakır-81 ve Ceylanpınar lokasyonunda Sarıçanak-98 çeşidi vermiştir. Görüldüğü gibi protein oranı yönünden çevrelerde çeşitlerin protein oranı farklı olmuştur. Nitekim El-Haremein ve ark. (1998), protein içeriğinin çevreye bağlı olmakla birlikte çeşitlere göre değiştiğini bildirmektedirler. Gluten güçlülüğünün bir ifadesi olan (Quck ve Donnely, 1980) SDS sedimentasyonu yönünden en yüksek değeri Diyarbakır lokasyonunda Fırat-93, Kızıltepe lokasyonunda Amanos-97 sağlarken Ceylanpınar lokasyonunda Fırat-93 ile Gediz-75 vermiştir. Kalıtım derecesi yüksek olan bu özelliğin çok az değişkenlik gösterdiği görülmektedir. Tüketici açısından önemli bir kriter olan irmik rengi yönünden Diyarbakır lokasyonunda Harran-95, Ceylanpınar lokasyonunda Amanos-97, Fuatbey-2000 ve Salihli-92’den elde edilirken, Kızıltepe lokasyonunda Gediz-75 ve Salihli-92 çeşitlerinden elde edilmiştir. 104 Stabilite Analizleri Çizelge 4. 12 Makarnalık buğday çeşidinin tane verimi için tespit edilen stabilite parametreleri Regresyon Katsayısı (bi± S.H.) Regres. Ayrılış kareler ort. (s2di ) Sabit sayı (a) Genotipler Ortalama (X) Amanos-97 *469.1 1.006±0.064 1472,705 15,186 Aydın-93 457,1 1.031±0.070 1770,335 -7,918 Ceylan-95 445,6 0.959±0.045 736,008 13,246 Diyarbakır-81 *464.9 1.026±0.057 1153,22 2,188 Ege-88 457,8 *1.053±0.041 588,798 -16,933 Fırat-93 *424.3 *0.902±0.051 923,337 17,438 Fuatbey-2000 *464.0 0.985±0.061 1330,67 20,260 Gediz-75 *439.2 1.022±0.041 592,403 -21,633 Haran-95 *441.7 1.006±0.039 541,415 -11,976 Salihli-92 443,9 1.011±0.063 1416,965 -11,194 Sarıçanak-98 459,1 *1.102±0.067 1590,976 -38,135 Sham I 445.0 *0.898±0.055 1074,694 40,19 Genel Ortalama 450.9 1.00 *: p= 0.05; önem seviyesinde ortalamadan farklı Çizelge-4 ve Şekil 3’te tane verimi yönünden yapılan değerlendirmelerde; ortalamaları istatistiki olarak genel ortalamadan farklı olmayan ve regresyon katsayısı 1 civarında olan Aydın-93, Ceylan-95 ve Salihli-92 tüm çevrelere ortalama uyumlu olurken, tane verimi ortalamaları istatistiki olarak genel ortalamadan farklı olmayan ve regresyon katsayısı ortalama 1’in altında olan Sham-I kötü çevrelere orta uyum gösteren çeşit olmuştur. Verim ortalaması P=0.05 seviyesinde genel ortalamanın üstünde ve regresyon katsayısı 1 civarında olan Amanos-97, Diyarbakır-81 ve Fuatbey-2000 tüm çevreler iyi uyum, verim ortalaması P=0.05 seviyesinde genel ortalamanın altında ve regresyon katsayısı 1 civarında olan Gediz-75 ve Harran-95 tüm çevrelere kötü adapte olan çeşitler olarak belirlenmiştir. Verim ortalaması istatistiki olarak genel ortalamadan farklı olmayan ve regresyon katsayısı 1’in üstünde olan Ege-88 ve Sarıçanak-98 çeşitleri iyi çevrelere orta uyumlu olurken, tane verimi istatistiki olarak genel ortalamadan düşük ve regresyon katsayısı ortalama 1’in altında olan Fırat-93 kötü çevrelere kötü uyum gösteren çeşit olmuştur. Regresyon denklemi sabit katsayısı (a) bakımından Sham-1, Fuatbey2000,Fırat-93 Amanos-97 ve Ceylan-95 yüksek pozitif değerleri ile kötü şartlarda iyi bulunurken, diğer çeşitler negatif değerlere sahip olmuştur (Çizelge 4.ve Şekil 3). 105 Regresyondan ayrılış kareler ortalaması bakımından 0 değerine en yakın çeşitler sırasıyla Harran-95, Ege-88 ve Ceylan-95 olarak tespit edilmiştir. Regresyon katsayısı (b) 1,2 1,1 1 0,9 0,8 0,7 400 420 440 460 480 500 Genotip Ortalamaları (Yİ.) (gün) Amanos-97 Ege-88 Harran-95 Aydın-93 Fırat-93 Salihli-92 Ceylan-95 Fuatbey-97 S.Çanak-98 DYB-81 Gediz-75 Sham-I Şekil 3. Regresyon Katsayısı ve Deneme Ortalama Verimlerine Göre Çeşitlerin Uyum Durumları SONUÇ Denemelerin yürütüldüğü lokasyonlar agroekolojik yönden (Şekil 1) birbirinden farklı özelliklere sahip olması nedeniyle gerek ekim ve gerekse bazı kalite özellikleri yönünden çeşitlerin tepkisi de farklı olmuştur. Yapılan varyans ve stabilite analizlerinde Sarıçanak-98 ve Ege-88 çeşitleri iyi çevrelerde (sulama veya yüksek yağış vb) verim potansiyeli yüksek çeşitler olarak görülmüştür. Yağışa dayalı yetiştiriciliğin yapıldığı yörelerimizde istikrarlı bir verim için en az varyasyon gösteren çeşitlerden Aydın-93 ve Salihli-92; kötü stres şartlarında ise sırasıyla Sham1, Fuatbey-2000, Amanos-97 ve Ceylan-95 çeşitleri önerilebilir. Makarna ve bulgur sanayinin kalite talepleri birbirinden farklı olmakla birlikte (Dalçam, 1993) yüksek protein ve SDS sedimentasyon değerine sahip çeşitler her halükarda tercih edilmektedir. Bazı fabrikalar irmik rengini ön planda tutmaktadır. Bu itibarla yüksek irmik rengi yönünden Harran-95, Salihli-92 ve Fuatbey-2000 öne çıkan çeşitler olarak tespit edilmiştir. 106 KAYNAKLAR Altay, F. 1987 Kışlık Buğdaylarda Verim stabilitesi. Türkiye Tahıl Simpozyumu. 6-9 Kasım 1987 Bursa S.431-442 Anonim, 1970. Diyarbakır, Urfa, ve Mardin illeri toprak kaynağı envanter haritası. Topraksu Genel Müdürlüğü Raporları Serisi No: 12,13,14. Arıcan, M., 1998. Araştırma Notları. Sakarya Tarımsal Araştırma Enstitüsü Müdürlüğü, Adapazarı (Yayınlanmamış). Dalçam, E., 1993. Makarnalık Buğdaylarda Aranan Kalite Kriterleri. Makarnalık Buğday ve Mamulleri Sempozyumu. 30 Kasım-3 Aralık 1993 Ankara, Sayfa, 307-309. Eberhart, S.A., Russel, W.A., 1996. Stability Parameters for Comparing Varietes. Crop Sci., 6:36-40. El-Haramein, F. J., Impiglla, A., Nachit, M.M., 1998. Recent Application of Near-Infrared Spectroscopy to Evaluate Durum Wheat Grain Quality.Sewana Durum Research Network, ICARDA 11, rue Newton 75116 Paris, 22:329-333. Kılıç, H. ve Yağbasanlar, T. 2004 Güneydoğu Anadolu Bölgesi Koşullarında Makarnalık Buğday (Triticum Turgidum ssp Durum) Çeşitlerinin Bazı Kalite Özelliklerinin Genotip x çevre İnteraksiyonları Üzerinde Araştırmalar Türkiye 5. Tarla Bitkileri Kongresi, 13-17 Ekim, 2003, Diyarbakır. Sayfa 180-185. Quck., J. S., Donnelly, B.J., 1980. A Rapid Test for Estimating Durum Wheat Gluten Quality. Crop Sci., 20:816-818. 107 DİYARBAKIR KARPUZU BOSTANLAR VE HÜLLE EGLENCELERİ VEDAT GÜLDOĞAN* İlim, kültür ve folklor alanında bir çok bilgin, edip, şair ve devlet adımının yetiştiği Diyarbakır, surlarıyla ünlü olduğu kadar, karpuz yetiştiriciliğinde de ün salmıştır. Bilhassa Dicle Nehri kenarında kumlu, çakıllı ve milli topraklar üzerinde çukur kazılarak yetiştirilen karpuzlar lezetli, iri çekirdekli ve büyüktürler. Dicle Nehrinin ilkbaharda bilhassa nisan ayında sularının çekilmesiyle milli, kumlu ve çakıllı arazide karpuz yetiştiriciliği başlar. Birbirinden bağımsız halde 3’er metre aralıkla takriben 1 metre uzunluğunda ve 60 santim genişliğine, 40-60 santin derinliğinde kuyular açılarak bu kuyuların içerisindeki çakıl taşları dışarıya çıkarılıp kumlu tabakaya ve taban suyuna ulaşılır. Bu kuyuların bir tarafı biraz yüksek olur ve set gibi yapılarak karpuz tohumları oraya ekilir. Açılan bu kuyuların dip kısımları sulu olduğundan rutubetlidir. Bu rutubetten istifade eden tohumlar gelişerek yayılmağa başlarlar. Yeterince güvercin (koğa) gübresi bırakılır ve üzerine nemli kum serilir.Açılan çukurun iki yanına 4-5 adet karpuz tohumu ekilir.Bu tohumlar 10-15 gün içerisinde fide halne gelir. Yaprak açan fidelerin kuvetli olanlarının dışındaki fideler sökülür. Karpuz tohumunun ekiminden bir ay sonra önceden açılan çukurun içerisine bu defa güvercin (koğa) gübresiyle ahır gübresi karıştırılarak konur. Karpuzlar gelişmeye başlayınca kolları uzar. Bu esnada çukurlar milli ince kumla doldurulur. Haziran ayı başlarında ahır gübresi ile güvercin gübresi karıştırılarak 5-6 kürek atılır ve çukur toprak hizasına gelinceye kadar ince milli kumla doldurulur. Bu titiz çalışma ve bakımla 40-50 kiloluk karpuzlar elde edilir. Diyarbakır karpuzların en önemli özelliği büyüklüğü ve lezetli olmasıdır. İriliği kulanılan ahır gübresi (özellikle keçi ve koyun gübresi), lezzeti ise güvercin (koğa) gübresinin kullanılmasındandır. Bugün boranhane dediğimiz güvercinlerin barındığı, gübrelerinin toplandığı yerler bulunmamaktadır. Dolayısıyla koğa gübresi elde etmek zorlaşmıştır. 1884-1885 tarihli Diyarbakır Salnamesinde konu ile ilgili şu bilgiler verilmektedir: “Kavun ve karpuz beji ve sulu olmak üzere iki nevi olup sulusu sulaklarda ve nehr-i Dicle’nin etraf ve adalarında husule gelmektedir. Nehrî cinsinin cesâmet ve lezzetinin her yerde şöhreti olmakla bazı mahallerde dahi bu cinsten yetiştirilmek üzere vuku bulan talebe mebni suret-i zer’i hakkında yapılan tarife *Araştırmacı Yazar 108 geçen sene Ticaret Nezâret-i Celîlesi’ne takdim kılınmış ve Ziraat gazetesiyle neşr olunmuş idi. Fayda me’mûüyle bir aynı âtîde derç olundu. Diyarbekir vilayetinin kavun ve karpuzu gibi Memâlik-i Şahane’nin hiçbiri tarafında görülmemiştir. Bu vilayette olan kavun ve karpuzun kıt’ası gayet büyük olduğu gibi ziyade tatlıdır. Kıt’ası ol kadar büyük olur ki, iki karpuzu bir ester ancak götürebilir. Karpuz ve kavun dikilecek mahal nehir (Dicle) kenarında kumlu ve sulu olmalıdır. Böyle mahallerde bel (kürek) ile kuyular kazılır ve kuyular ol derece derinlikte kazılır ki altından bir karıştan nihayet dört parmağa kadar su zahir olmak lazımdır. Kuyuların tülü iki buçuk zirâ-i a’şârî ve arzı bir zira olacaktır. Bu kuyuların kazılmasından hâsıl olacak kum kuyunun dışarı tarafına yığılır ve kuyuların şu tûlleri itibarıyla her kuyunun derinliğinde olan iki başında iki batmanki altı okka itibar olunur-kadar yastık tabir olunur kum bırakılır. Ondan sonra bu yastıklara birer tane çillenmiş tohum dikilir. Bu yastıklara birer tohum dikilmesi bir ihtiyat içindir ki şayet bu kuyularda suyun çekilmesi me’mul olunur ise ol vakit şu yastıklara bu çillenmiş tohum dikilmeyip bir hafta kadar kuyular hali üzerine bırakılacak ve hafta başında kuyuların suyu her ne râddeye inmiş ise o itibarla çillenmiş olan çekirdek dikilecektir. Şu kadar ki su tamamıyla çekilmemiş olur ise tekrar kazılıp suyu tâhire çıkarmak lazımdır ve o su bir hafta zarfında ne kadar eksileceği ve kuyunun neresine ineceği tahmin olunduktan sonra suyun ineceği mahalle aşağıda tarif olunduğu veçhile çillendirilmiş olan tohum dikilecektir. Karpuz tohumundan lüzumu miktarını bir torbada akşam suya koyup sabahısı çıkarmalı ve nemli bir mahalli dört parmak derinliğinde kazıp bu kazılan yere tohumları kalınca serpmeli ve üzerine toprak çekmelidir. Bu tohumlar altı gün sonra dikilmeye elverişli bir surette çillenmiş olur. Bu çillerin baş tarafındaki çekirdek kabuğunu tamamıyla atmamış olmak makbul ise de şu çekirdek kabuğunu atmış olsa da beis yoktur. Çiller zuhurundan birinci ve nihayet üçüncü gününe kadar dikilebilir ise de dördüncü gününe kalır ise artık kartlaşıp yaprakları birbirinden ayrı olacağı cihetle bunları atıp yeniden başka çekirdekleri çillendirmek iktizâ eder. Binâenaleyh kazılan kuyular nispetinde tohum çillendirmek lazım gelir. Çillenmiş çekirdekler şu suretle dikilir: Kuyulardaki suyun ulaştığı mahalden suyun tâ kenarına dikilir. O halde çekirdeklerin incecik saçaklarının uçları suda kalmış bulunur. Çillenmiş çekirdekler bu suretle suyun ağzına kondukça bir avuç sulu kum çilin kökü üzerine konulup hafifçe bastırılacaktır. Bir gün sonra eski yanmış gübreden bir miktar gübre tohumunun köküne konmuş olan kumun üstüne dökülür ve bir hafta sonuna kadar böylece kalır ve bir haftadan sonra köklerin bu çilleri sararmış ise çıkarıp atmalı ve yerine ihtiyat olarak çillendirilmiş olan çillerden evvelce tarif olunduğu veçhile dikilmelidir. Çiller sararmayıp da yeşil rengi zayi 109 etmemiş ise tutmuş olduğu malum olur ve o halde kuyunun ortasında olan yaş kumları kuyunun iki başına dikilmiş olan çillerin etrafına yığıp bir hafta da böyle bırakılır. Hafta geçtikten kuyunun ortasında boş kalmış olan bir zirâ kadar mahal yine haliyle bırakılıp yani kum doldurulup bırakılmalı ve kuyunun tülünde olan iki tarafı kazıp suyu kuyudan zahire çıkarmalıdır. Ondan sonra birer buçuk okka kadar güvercin gübresini çillerin alt tarafında kalmış olan suya doğru dökmelidir. Bunun üzerine üç rub’u sarı ve güzel kum ve bir rub’u yanmış gübreyi birbirine karıştırarak sonradan kuyunun iki ucunun yanı başından kazılmış ve suları oraya alınmış olan sulu yerlere döküp doldurmalıdır. Bundan da bir hafta geçer geçmez kuyunun ortasında hali üzere kalan bir zirâ mahal bu sırada kazılıp ondan çıkan nemli kumun nısfiyet üzere köklerin bulundukları taraflara verilir ve o kazılan mahal ise tabii sulu ve boş kalır ve bu boş yere iki okka miktarı güvercin gübresi dökülüp evvelki gibi sarı kum ve yanmış gübre doldurmalı ve bir hafta da bu halde bırakılmalı. Ondan sonra en evvel kuyular kazılıp içinden çıkan ve kuyunun iki tarafında bırakılmış olan kumları kuyular düzelinceye kadar kuyulara doldurmalıdır. İşte bu vakte kadar kökler yetişmiş olur. Bu suretle dikilen bostandan alınan karpuz ve kavunun taâmı lezzetli olup kıt’aları ol kadar olur ki bazen kırk elli kıyye ve daha ziyade ağırlıkta karpuz ve yirmi kıyyeden ağır kavun hasıl olur” Rahmetli İsmail Habip Sevük 29 Haziran 1946 tarihinde “Cumhuriyet” gazetesinde yayınlanan “Karpuz ve Güvercin” başlıklı makalesinde karpuz için şöyle der: “O karpuzlar ki iriliğinin Türkiye’miz için değil, dünya çapında bir rekor olduğunu ispat için size şunu nakledeyim; Herkes bilir, Amerikalılar rekor bahsinde âdeta mani denecek kadar ileri giderler. Onlar Diyarbakır karpuzunun bu akla sığmaz iriliğini işitince böyle bir rekorun kendilerinde olmayışını bir haysiyet meselesi yaparak Türkiye’deki ticaret mümessillerinin en salâhiyetli bir adamına resmen emir veriyorlar. Adam, henüz trensiz zamanda, haftalarca yol cefasına katlanıp oraya gider ve gene haftalarca orada kalıp iklimi, toprağın cinsini, karpuzun ekilişi tarzını, ziraat ilmince ne lâzımsa hepsini inceden inceye tetkikten geçirir. Amerika’ya numune, numune toprak, torba, torba tohum, forma forma rapor gönderdikten sonra Amerikalılar, dünyanın her çeşit iklimini toplayan o uçsuz bucaksız ülkelerinde Diyarbakır’a uygun; sıcaklığı, toprağı, suyu oraya tıpatıp bir buluyorlar. Tohumlar, tıpkı bizim usul dairesinde ekilir. Artık o dünya rekoru yalnız Türkiye’de kalmayacak. Amerika’ya geçecek. Fakat Türk karpuzuna erişmek suretiyle eşitlik bir şey mi? Bir kere işin sırrına erdikten sonra, teknik ve bilgi üstünlükleri yüzünden, işi derece ileri götürecekler ki bir deveye bizim ancak iki karpuz yüklenebiliyorsa orada bir tanesi. Yani bizimki azmansa onlarınki azmanlar azmanı olacak. 110 Her şey bitip her şey yapıldı. Netice sadece karpuzun elde edilmesine kalmıştır. Karpuz yetişir. Fakat ne görsünler? Yetişkin karpuzlar iri, iri olacaklarına işi boya vererek metrelerle ve metrelerle uzunluğunda acayipler acayibi bir şey olmuş. Bu işe Amerikalılar da gülerek bir daha tekrarlamazlar. Kıssanın hissesi: iki bombada Japonya’yı yere seren Amerika, bizim karpuzu yenemedi ve dünya üzerinde Diyarbakır karpuzu hâlâ tek başına bir rekordur” Karpuz yetiştirilmesinde Güvercin (Boran) gübresi kullanılır. Bunun içinde özel olarak yapılan Güvercinlikler (Boranhaneler) mevcuttur. Bu güvercinliklerde elde edilen gübrelere “Koğa” denir. Diyarbakır karpuzu lezzeti ve büyüklüğü ile meşhurdur. Develere ancak iki tane yüklenip getirilen karpuzlar 60-70 kilo ağırlığında olurmuş. Ben 1965 yılında 37 kilo gelen karpuzu aldığımı hatırlıyorum. Vakti ile 80 kilo gelen karpuzların yetiştirildiği söylenir ve üzerine bir insan oturursa ayakları yere değmezmiş. Bu gün bu karpuzların yetiştirilemeyişinin sebebi Dicle’nin suyunun azalması, üretim masrafının fazla olması ve çok bakım istediğinden zahmetli olması o güzelim karpuzlarımızın yetiştirilmesinde engel teşkil etmektedir. Umarız ki devletimiz diğer konularda olduğu gibi bu konuda da karpuz yetiştirilmesini teşvik edici tedbirler alır ve üreticilere yardım yaparsa o muhteşem karpuzlarımız tekrar yetiştirilir. Diyarbakır’da karpuzun yanı sıra çok güzel ve lezzetli kavunlar da yetiştirilir. Kavunlar yazlık ve kışlık olmak üzere iki ye ayrılırlar. Yazlık kavunlardan; şeyhani ve cep kavunları, kışın yenmesi için yetiştirilen kavunlardan da; küllahi, dilimli, sarı ve asma nevileri meşhurdur. Diyarbakır karpuzu manilere söz dizisi olarak yansıdığı gibi bu maniler de türkülerimize söz dizi olmuşlardır. Karpuz ile ilgili bu manilerden bazıları şunlardır: Diyarbakır karpuzu Ata vurdum mahmuzu Anası çeyiz ister Gel de satma öküzü Karpuzun irisine Uruldum birisine Analar kız verdiler Yiğidin birisine Karpuzlar biter oldu Bostanı tutar oldu Gel artık ey sevgilim Ayrılık yeter oldu 111 Karpuz içinde çiğit Elinde altın divit Dostlar size emanet Bir ocakta bir yiğit Karpuz kavun almalı Pahalıya satmalı Senin kimi (gibi) güzelle Kış gecesi yatmalı Karpuz kestim kan kimi Uzadı urgan kimi Benim bir sevdiğim var Kınalı kurban kimi Ocakta duman olur Gün olur zaman olur Diyarbakır karpuzu Her yerden yaman olur Karpuz kes dilim dilim Gelecek nazlı gülüm Bilmem nettim darıldım Lal olsun ağzım dilim Tepside karpuzum var Üregimde sızım var Dünya hakka emanet İçimde bir kuzum var 112 Dicle nehri kenarında bulunan bostanlarda ekilen karpuzlar Diyarbakır karpuzu mahalli kıyafet giyinmiş bir kızın omuzunda 113 . Yakın Zamana Kadar Diyarbakır’da Yetiştirilen Karpuz Çeşitleri: 1. Pembe Karpuz: Çekirdeği ufak ve siyah olup etinin rengi kırmızıdır. Tatlıdır. Çok ekilen bu karpuz türü 2-30 kg. arasındadır. Kabuğu ince olduğundan uzak yerlere nakledilmesi uygun olmayan bu karpuzun kabuğu parlak ve yeşil olup dilimleri daha koyu yeşildir. 114 2.Ferik Paşa Karpuzu: Kabak renginde kabuğu vardır. 4-10 kg. arasındadır. Etinin rengi pembe olup çekirdeği orta büyüklüktedir. Lezzeti normaldir. Genellikle az ekilir. 3.Kara Karpuz: Ağırlığı 5-10 kg. arasında olan bu karpuz türünün eti az tatlı, çekirdeği siyah olup az ekilir. 4.Alaca Karpuz: Özellikleri kara karpuz gibidir. Yalnız bunun kabuğu alacadır. 5.Sürme Karpuzu: Kabuğu koyu yeşil olup dilimleri daha da koyu yeşildir. Etinin rengi kırmızıdır ve lezzeti tatlıdır. Çekirdeği iri ve siyah olan bu karpuzun kabuğu kalın olup ağırlığı 5-75 kg. arasında değişir. 6.Yafa Karpuzu: Kabuğu düz ve yeşil renktedir. Etinin lezzeti normaldir. Ağırlığı 4-10 kg. arasında değişir. Az ekilir. 7.Mehmet Emin Karpuzu: Dilimleri ince çizgili olup kabuğunun rengi yeşil veya koyu yeşildir. Etinin rengi çok kırmızıdır. Tatlıdır. Çekirdeği iri ve kırmızı olan bu karpuzun ağırlığı 4-10 kg. arasındadır. Ve çok ekilen bir karpuzdur. Bostanlar ve Hülle Eğlenceleri: Dicle nehri kenarında bulunan bostanlar Diyarbakırlıların sadece kavun karpuz yetiştirdiği ve ihtiyaçları kadar ektikleri sebze tarlaları olmayıp aynı zamanda bu bostanlar birer mesire yeriydi. Yaz sıcağından bunalanların gidip serinledikleri yerler olan Dicle kenarındaki bu bostanların ayrı bir özelliği de akşamları burada yapılan bostan eğlenceleridir. Bostan sahiplerinin barınmaları için yaptıkları çardaklara “Hülle” denir. Hülleler kamıştan yapılır. Genellikle serin olsun diye Dicle’nin kıyısında ve çoğunlukla da Dicle’nin üzerinde kurulur. Hüllelerin etrafı çoğunlukla çiçeklerle kaplı olur, Bostan sahiplerinin yakınları ve dostları da akşam olunca bu bostanlara giderler ve burada gündüzün yorgunluğunu üzerlerinden atmaya çalışırlar. Diyarbakır kalesinin eteklerinden on gözlü köprüye kadar sıralanan bu bostanlarda akşamları çeşitli eğlenceler tertip edilirdi. Bu eğlencelerin en güzelleri bostan sahiplerinden Şahin Kardeş, Hallo Baran ve Küpeli Tahir’in bostan ve hüllelerinde yapılırdı. Çalgılar çalınır, türküler söylenir, halaylar çekilirdi. Bu eğlencelere Diyarbakır musikisini icra edenler de katılır ve sabaha kadar eğlence devam ederdi. Hülleler arasında gidiş gelişler olur ve her hülle de genellikle bu eğlenceler yapılırdı. Bu bostan eğlencelerini Evliya Çelebi Seyahatnamesinde şöyle anlatmaktadır; “Gezinti yerlerinin en ünlüleri, Anadolu’da Konya Merâmı, Antalya’da İstanaz Bağı, Mısır’da Feyûm Bağı, Şam’da Mencik Bağı, Darende’de Darende Bağı, Malatya’da Aspuzan Bağı tarafımızdan görülüp özellikleri yazılmıştır. Fakat Diyarbekir’in Şattu’l-Arab kıyısında olan Reyhan Bağının ve düzenli bostanının Anadolu’da, Arap ve Acem diyarlarında benzeri yoktur. İlkbahar mevsiminde Şattu 115 ’l-Arab’ın taşması geçip tatlı suyu durularak akmaya başladığında, Diyarbekir halkının zengin ve fakiri çoluk çocuğuyla birlikte Şat kıyısına göçer. Nehir kıyısında atalarından ve babalarından verasetle intikal etmiş sınırlar içinde çadır kurup bostanlarına kavun, karpuz ve çeşit, çeşit sebzeler ve çiçekler ekip çalışırlar. Burada özel bir tür reyhan herkesin sınırına dikilir ve bir ayda sanki orman olur. Mızrak boyuna kadar olunca o reyhandan içeriyi görmek ihtimali yoktur. Şattu’l-Arab kıyısındaki bütün kulübelerin duvarları, kapıları ve yüzeyleri tamamen reyhan kaplıdır. Reyhanların hepsinin kökü toprakta olduğundan bütün yaprakları yeşil olmakta ve yerden sürekli nem alarak da büyümektedirler. Bir evin reyhan duvarından görünme olasılığı yoktur. Bunlar o derece sık reyhanlı, reyhandan kulübeler olup gece gündüz içinde oturan erkek ve kadınların gelinlerine reyhanların ve gül, sümbül ve erguvan gibi diğer çiçeklerin kokuları dolar. Her bağın kadınlara ait bölümleri de böyle reyhandan yapılmış görülmeye değer kulübelerdir. Her kulübedeki havuz ve şadırvanların suyu Şat nehrindendir. Her bağ ve bostan arasında açılan kanal ve suyolları, Şat suyunu bostanlara akıtmıştır. Tam yedi ay boyunca Şat kıyısında, herkes dost, arkadaş ve ahbaplarıyla gece gündüz bir hây hûy, saz, sözle yiyip içerek Hüseyin Baykara sarayına mahsus zevkleri yaşardı. Yine bütün sanat erbabı bostan mevsiminde kazanç işlerine meşgul olup her tür yiyecek ve içecek bulunur. Binlerce adam sabahleyin şehre gidip türlü, türlü işler yapıp yine ikindiden sonra bölük, bölük Şat kenarındaki bağlarına gelerek zevk ve sefalarına dalarlar. Bu bostanlarda yetişen sulu kavun başka bir bölgede olmaz, belki Van’da Bohtan kavunu bu kavuna benzeyebilir. Fakat Diyarbekir kavunu iri, çok sulu ve yemesi hoştur. Misk ve saf ambere benzeyen bir tür güzel kokusu vardır ki, bir kere yiyenin genzinden bir haftaya dek kavun kokusunun gitme ihtimali olmaz. Hatta Kürdistan âlimleri ve Soran’ın bilge kişilerinin: “Hazret-i Ebubekir kavun gibi kokardı,” sözüne karşılık, Diyarbekir âlimleri: “Bizim Şat kavunu kokusu gibi kokar,” demişler. O kadar güçlü bir tür kokusu vardı ki, yiyenin yahut koklayanın genzine amber kokusu dolar. Kimi Diyarbekir kavunu kırkar ellişer vakiye ağırlığında olup hepsi yeşildir. İnsanlar, tazeliğini koruyabileceği yere kadar onu hediye götürürler. Birçok kimse tarçın, karanfil ve pirinç ile Muaviye’nin buluşu zerde yemeği yaparlar. Anadolu’da Atina balından, bu derece kokulu kavun zerdesi yapma ihtimali yoktur. Fakat karpuzu övgüye layık değildir. Diğer yandan, reyhanı da öyle iri ağaç olur ki, yedi-sekiz ayda çadırlara direk ve kazık haline gelir. Ateşte yakıldıklarında Hıtayi sümbülü gibi kokarlar. Kısacası Diyarbekir halkının bu Şattu’l-Arab kıyısındaki yedi sekiz aylık zevk ve eğlencelerini cihan halkı kıskanır. Çünkü onların geceleri Kadir, gündüzleri Kurban Bayramı olup Hüseyin Baykara eğlenceleri yaparak “Fâni cihandan biraz kâm aldık” zannederler. Her gece Şat kıyısı kandil, fener ve mumlarla donatılır. İnsanlar bin bir şekilde süsledikleri yağ lambalarını ve balmumlarını tahtların üzerine bırakır. Şatt’ın üstünde bir taraftan diğer tarafa akan çerağlar, karanlık geceleri sanki aydınlık gün yaparlar. 116 Her kulübede, çalgıcılar, hanendeler, taklitçiler, meddahlar, ayrıca udi, çârtayi, şeştari, berbuti, kanuni, çengi, rebâbi, mûsikari, tanbûri, santuri, nefiri, belebani, ney ve denenk, denene çalanlar bulunur. Sözün kısası, çalgıcıların hepsi Şafii vaktine dek Baykara eğlencesi yaptıktan sonra müezzinler yanık sesleriyle övgüler ve hamdler okuyup bütün tarikat ehli, sâdık âşıklar Fisagoras-i Tevhidi ederler. Çünkü Diyarbekir halkı tamamen Hâceğân (Nakşibendi) ve Gülşeni tariklerinden olmakla tevhid zevk ve şevkinden de geri durmazlardı. Sözün özü, bu İrem bağında gûy-gûy ve hûm-gûm sohbetleri olup padişahın devletinin devamına dua ederler. Huda derecelerini yüksek ede” Bu bostan eğlencelerine Diyarbakır’ın musiki folkloruna büyük katkıları olan ve bugün birçoğu hayatta olmayan, Hayık Aşçı, Garabet Menekşe (Bube), Naci Balıkçı, Gazi Gurbet (Kanuncu), Berber Enver Balçık (Diyarbakır mayalarını bil hakken okur idi), Çok güzel folklor oynayan Kömürcü Ziya, Hamamcı Yaşar (Vahap ağa hamamının sahibi), Terzi Hanna, Celal Güzelses, Tarık Çıkıntaş, Celal Sevimli, Berber Hasan Tuncay (Güzel maya okurdu) ve Hüsnü İpekçi sıkça davet edilirlerdi. Bostanlara gelen misafirlere sabahları paça ikram edilirdi. Her hüllede genellikle sabahları paça içilir. Akşamdan hazırlanan paça büyük bir kazana konur ve sabaha kadar ateş üzerinde kaynatılır. Bostan sahipleri biri birlerinin paça kazanlarını kaçırmayı bir eğlence haline getirmişlerdi. Bilhassa misafiri bulunan bostan sahiplerinin paça kazanlarını kaçırmak adet halini almış idi. Bundaki amaç bostan sahibini kendisine gelen misafirlerine karşı mahcup etmekti. Misafiri olan her bostan sahibi kaynayan paça kazanının yanına bir nöbetçi bırakır ki bir başkası gelip kazanı kaçırmasın. Bu paça kazanlarının kaçırılmasından kimse kırgınlık ve küskünlük içerisinde olmazdı. Bostan eğlencelerinin en görkemli anı da Karpuzların içi oyularak gazla yoğrulmuş kül doldurulup yakılarak Dicle’ye bırakılmasıydı. Sanki Dicle nehrinde meşaleler yanıyor gibi çok güzel bir manzara meydana gelirdi. “Santur” adı verilen salapurya biçimli kayıklarla bu güzel görünüm arasında dolaşmak ise ayrı bir zevk idi. Bu eğlencelerin yapılışını yaşları bir hayli ilerleyen büyüklerimiz halen gözleri dolarak bir özlem içerisinde anlatırlar Ziya Gökalp’ın Babası M. Teyfik Efendi 1302 Salnamesinde yazmış olduğu bir yazısında bostan eğlencelerini ve mesire yerlerini şöyle anlatmaktadır: “Haric-i Sur’da bahçeler ve bostanlar kesret üzre bulunup, her nev’i sebze ve müsmir ve gayri müsmir eşcâr yetişdirilür. Bağçelerde benefşe ve güllükler vardır ki, ilkbaharın bidâyetinde benefşe ve nihayetinde gülistan seyirleri olur. Ve andelib devri yetişür kavun ve karpuzları pek lezizdir. Kırk elli kıyye ağırlığında karpuz ve yirmi kıyye vezninde kavun hâsıl olarak, her mahalde şöhreti vardır. Dicle’nin her iki tarafında bu kavun ve karpuzları huslüle getirmek için bostanlar yetişdirilür ki, manzarası fevkalâde latif ve mehtâbiyyeleri sezây-i ta’rifdir. 117 Bu bostanlarda güz mevsiminde çadırlar rekzolunur. Ve kamışdan âdetâ konak gibi odalara ve sofalara münkasim harem ve selamlık dâireleri yapılır. Ahâlimizin bir kısmı bir iki mâh kadar orada teneffüs ederler. Şatt’ın (Dicle’nin) cânib-i garbisini muhit olarak Fiskayası’nın sâyesi gündüzün (ezâni) sâat ondan sonra Dicle’ye düşerek, Dağkapusu semtinde Çiftkastal nam mahalden, Mardinkapusu’nda Acemgölü ta’bir olunan mevki’a kadar Dicle ile cânibeynini şemisden muhâfaza eylediğinden, tarâvet-i mevki’yye bir kat daha artar. Mehtap’ın vuku’u gecelerde Dicle âbı âyenesi kesilüp, her tarafı pırıl, pırıl parlamakda. Ve Mehtâb olmayan geceler, yukarudan yıldızların aksinden ve aşağıda mahsûsen ashâb-i zevkin işâl ede geldikleri gaz fenerleri ile kanâdilin şu’lelerinden Dicle, yaldızlanmış gümüş deryâsına döner. O mevsimde Şatt’ın mülâyimâne sûretde çağlayarak cûşisi, fikirleri ihtiyarsızlık ve gaşyi haletleri içün tahliyye ederek bu suretle sabâha sürer. Sabahlayın şafakın infilâkı ve sonra şemsin tulû’a meyli zamânında keyfiyyet-i sebânenin iftirâkı üzerine, sabâ ve ziyâ âlemleri gelüp yetişür. Hateb (odun) keleklerinün yukarıdan gelüp aşağıya akışı ve bir yandan göğercin-hanelerden ve civar bağçelerden suya yetişen tuyûr-i mütenevvi’anın ihtirâz ve envâ-i âvâzları şâyan-i intizâr olunur. Bu bostanlardan başka, Diyarbekir’in tenezzüh mahalleri ve seyrân-gâhları daha vardır. İlkbahar ve sonbahar mevsimlerinde Fiskayası’nın bâlâsı (şimdiki hastahaneler semti ile eski lisenin bulunduğu yerler), dâmeni gibi safâ-âver mevaâki’den olup, manzarası, (kuzeydoğudaki) Dicle Boğazı ve sevimli sahâri ve vâdilerdir. Dicle akup çağlayarak teşkil ettiği adalar ve nehirden ayrılup yeşillikler içinde taraf, taraf akan sulara, Fiskayası’nın dâmenindeki bağcelerin eşcâr-i mütenevvi’asını bezetmekte olan çiçekler seyrolunur. Bu kayadan mahal-be mahal çıkup birleşe, birleşe aşağı dökülen soğuk ve berrâk sular, mevki’in letâfetini bir kat daha tezyin etmekdedir. Fiskayası’nın sağ tarafında ve Yenikapu semtinde vâki olan silsilesi dahi yine bu manzarada olarak, oradaki Dingilhava ve civarındaki mevâki’i ferah-fezâ ile cenûb cihetinde vâki silsilenin Kumarhâne üstü ve etrâfı, hep tenezzüh-gâh mevâki’dendir. Şu mevkiler, o tarafda bulunan vâsi arâzinin câmi olduğu (Esfel denilen) bağçelere ve Kavs denilen lâtif bir sahrâya nezâret etmektedir ki; Dicle, bu mütenevvi bahçelerle ol lâtif safariyi tefrik ederken akup gitmekte ve buralarda dahi nefis bostânlar husûle getürülmekdedir. Kavs dahi, tenezzüh içün ahâlinin gidip eğlendikleri seyrân-gâhlardandır. Yine Mardinkapusu’nda Kibâr-i Evliyâ’dan Şeyh-Muhammed Hazretleri’nin medfûn olduğu mahallin cenûb ciheti ve Şemsiler nâm mahallin alt ve üst taraflarında vâki olan (Köşkler semtindeki) bağçe ve Dicle nezâreti, az sevimli değildir. Rum (Urfa) kapusu’nda vâki Benüsen seyrângâhı, bir çemeniştândır ki senenin dokuz mâhı içinde letâfet ve nümayişi zâil olmaz. Benüsen’in üst tarafındaki 118 kayalıkda mahal-be mahal tenebbü eden sâfi ve berrak sular mahsûsen yapılmış olan havuzlarda çağlayanlar teşkil etmişdir. Mevki’i pek dil-nişin ve havâsı fevkalâde lâtifdir Rumkapusu ile Dağkapusu (şimdiki çiftkapı/ Hindibabakapısı ile Mühendis evleri) miyânında vâki olan Kantaralar (Kanuni’nin 27 gözlü su kemerleri) arazisi suların kesretile ilk ve sonbahar mevsinlerinde çemenlerle zinet görür. Dağkapusu’ndaki (Kışlaların kuzeyinde bulunan) Seyrantepe’si dahi nezâret ve letâfete mendûh mevâki’den bulunmuşdur”. Diyarbakırlı şairlerden Hamdi Dicle nehrini ve etrafındaki bostanları yazmış olduğu aşağıdaki şiiri ile çok güzel anlatmıştır. Adı bûstan bir güzel dilberdür el-hak sebz-gûn Cûy-i Şatt olmuş meyânında anun zerrin kemer Bir iki şems-i felek, anun hezârân şemsi var Seyr-i bûstan eylesen ibretle ey sâhib-nazar Olalı şem’-i şebistan anda bir bûstan-fürüz Şeb-çerağ-ı mâhı istemez geceyle tâ seher Bû bağışlar her şemâme anber-i eşheb gibi Yemyeşil bûstan yatur bir Bahr-i Ahder’dür meğer Nehr-i Şat’dur kehkeşân bûstana dönmüştür felek Anda yıldızlar keleklerdür ki kudretten biter Gûş eden pendüm kamer-ruh bir güzelsüz gitmesün Seyri bûstânun olur mehtâb olunca mu’teber Her kavun bir kûzedür şerbetle pür bûstânda Sâha-i AMİD olur bir şekkeristân serteser Bir güzeldür bûstân kim hatt-i-nev reyhânlığı Nâmına HAMDİ kavun deyü şekker satar 119 36 yılında Dicle nehri kenarında kurulan hülleler 1970 yılında kurulan bir hülle 120 Boranhane 1933 yılı yılında boranhane Boranhane 121 KAVUN ÜZERİNE BİR MAKALE DİYARBAKIR KAVUNU Mevlüt MERGEN (*) Diyarbakır, iklimi çok sıcak olan şehirlerden biridir. Böyle olduğu içindir ki, burada yaz aylarında serinletici meyveler en çok aranan gıda maddeleri olmuş ve yetiştiriciliği de böylece oluşmuştur.Başta “Esfel” yani Hevsel bahçeleri olmak üzere Dicle nehrinin kenarında oluşan bağ, bostan ve bahçelerde mevsimine göre sebze ve meyve yetiştirilmiş ve bu ürünlerden bazılari ülke çapında ün kazanmıştır, bunların başında gelen “Diyarbakır Karpuzu” ve onunla yakın arkadaş olan “Diyarbakır Kavunu” ilk etapta zikredilebilir. Dicle nehri, kenarındaki bereketli topraklara deyim yerinde ise hayat taşırken bu topraklarda yetiştirilmesi için çaba sarf edilen ürünlere de ayrı bir tat ve lezzet taşımıştır. Şu anda tekrar yetiştirilmek istenen ve bir zamanların meşhur “kum malı şeftali” sinin yanı sıra kaysı ve elma gibi meyvelerde şehirlinin ağız tadında unutulmaz bir iz bırakmıştır. Derler ki, Diyarbakır her ne kadar sıcak bir iklime sahip ise de bazı kışları çok zorlu geçermiş, işte bu çok zorlu geçen kış gecelerini de hesaba katan insanlar, birçok çeşidi bulunsa da özellikle bazen” kış kavunu” bazen “asma kavun” diye nitelendirdikleri bir cins kavunu sonbaharda yetiştirir ve bir kısmını tüketirken bir kısmını da evlerinin kilerlerindeki direklere asarak odun sobasının gümbürdeyerek yandığı günlere saklarlarmış. “Mış” diyoruz, çünkü artık ne o evler var, ne o kilerler, lakin o kavun hala var. Sözün bir kısmını da kavunları anlattıktan sonraya bırakarak diyelim ki: CEP KAVUNU: İş bu cep kavunu yuvarlak olup sanki alttan ve üstten basılıdır. Dilim, dilimdir, dıştan bakıldığında. 5 ila 10 kilo arasında değişir büyüklük olarak. İnce kabukludur ve de 20 gün kadar muhafaza edilebilir. KÜLAHLI KAVUN: Eskiler her ne kadar “beyzi” derken yeni nesil şimdi oval diyor bu kavunun şekline bakıp..Dilimli olduğu gibi dilimsiz türü de vardır. Eti beyazdır, lakin renk literatürüne “kavuniçi” deyimi sanırım bu kavuna bakılarak geçirilmiştir, bazen de sarı olarak görülür bu külahlı kavun. Tadı mı? Doyumsuz lezzette olup çok tatlı olmayan bu kavun ihtiva ettiği şeker maddesi yönünden “cep kavunundan” çok daha fazla şekerlidir. Lifleri kuvvetli olup serttir. Kabuğu kalın olduğu için de 3 – 4 ay gibi uzun bir zaman saklanabilir.. Ağırlığına gelince tıpkı karpuz gibi devasa büyüklüktedir diyebiliriz, zira 10 kilo ile 25 kilo arasında büyüdüğü görülür. ŞEYHANİ (Tat kavunu): Bu kavunda dilimli olup yuvarlaktır. 10 kilo ile 20 kilo arasında değişir büyüklüğü.. Eti hoş kokulu ve lezzetlidir. Beyaz veya kırmızıya yakın bir sarılıktadır etinin rengi. Tarladan kopardıktan sonra bir ay kadar bir zaman saklanabilinecek bir özelliğe sahiptir. 122 ASMA KAVUN: Rengi turuncudur. Kabuğu ve eti beyazdır. Oldukça tatlı bir kavundur. Hasat zamanı son bahardır, yani ekim ayında toplanır, hemen yenmez, yense de istenen kıvamda değildir, dilimlerinden iple bağlanarak tavana asılır ve odun sobusının gümbürdeyerek yandığı kış gecelerinde sofraya konarak yenir. Üç ay saklanabilir. 4 ile 8 kilo arasında değişir ağırlığı. MOLLAKÖY KAVUNU: Bu kavun da dilimli olup oval bir görünüşe sahiptir. 20 gün kadar saklanabilir, 4 ve 8 kilo arasında değişir ağırlığı. Eti hem tatlı ve hem de kendine has güzel bir kokuya sahiptir. Turuncu ve beyaz renklidir. Ağırlık olarak 4 ve 8 kilo arasında değişir. Saklama süresi 20 gündür Mollaköy kavununun. BEJİ KAVUN: Tarladan koparıldıktan sonra ancak 3-5 gün saklanabilen ve ancak 1 ila 5 kilo arasında değişen bir büyüklüğü olan bu kavun susuz arazide yetiştiği için “beji kavunu” olarak adlandırılmıştır, tıpkı aynı şekilde yetiştirilen “beji karpuzu” gibi. Kabuğu çok incedir.. Genellikle sıcak yaz günlerinde Temmuz ayında piyasaya çıkar.. Hem tatlı ve hem de meyhoş türleri vardır. Kokuludur. Genelde andığımız isimlerle anılır Diyarbakır kavunu, ancak bazen başka isimlerle de anıldıkları olur, mesela “Azizo kavunu” gibi, mesela “Hasso-Çerko” gibi, bu isimler daha ziyade yetiştiricilerinden ötürüdür. Kavunları böylece tasnifledikten sonra biraz da bu kavunların kullanılışlarından söz edelim.. Diyarbakır’lı acıktığı zaman, bir kavun alır, yanına biraz otlu peynir ve lavaş ekmeğini de kattımı doyumsuz bir lezzetle karnını doyurur, bu tür karın doyurma daha çok sabah kahvaltılarında ve eğle vakitleri esnaf dükkânlarında görülen bir yemek şeklidir. Hass-Çerko diye nitelediğimiz ve gayet küçük olan bu kavunları bir zamanlar evlere çuvallarla götürürdü şehir halkı, öylesine mebzuldu ki, evlerde anneler çocuklarına “çok yemeyin sıtma olursunuz” derlerdi. Sözü, bir-iki anlatımla bitirelim, derler ki adamın biri bir hana inmiş ve hancıya: “Bana öyle bir yemek ver ki hem ben doymuş olayım, hem de atım doysun, hem de gecemi eğlenerek geçireyim demiş,” hancı hemen bir kavun, bir ekmek ve biraz da peynir getirip yolcunun önüne koymuş, yolcu kavun peynir ekmekle kendi karnını doyurmuş, kabuklarını da atına yedirmiş ve kavunun çekirdeği ile de gecesinin eğlenerek geçirmiş. Bu hikâye çoğunlukla karpuz olarak anlatılır ama doğrusu kavun olsa gerek. Söz sözü açtı ya, anlatalım, bir zamanlar Diyarbakır’da böylesine çerez satan dükkânlar yoktu ama evlerde çerez olarak karpuz ve kavun çekirdeği vardı, hem de bol olarak. Zira yenilen karpuz ve kavunun çekirdeği atılmaz, güneşte kurulur, kış geldiğinde karpuz çekirdeği külde haşlanırken kavun çekirdeği de kavrulurdu, böylece uzun kış gecelerinde yaşlı ninelerin anlattıkları masallar da çekirdek yenerek dinlenirdi. (*) Arş. Şair yazar (Diyarbakır Yazarlar Birliği üyesi) 123 GÜNEYDOĞU ANADOLU BÖLGESİNDE SIRTA EKİM SİSTEMİNİN UYGULANABİLME İMKÂNLARI Hasan KILIÇ1 Songül GÜRSOY1 Ali İLKHAN2 ÖZET Ülkemizde gittikçe önem kazanan sırta ekim sistemi 1999 yılından itibaren Güneydoğu Anadolu bölgesi sulanır şartlarında buğday tarımında araştırmalara konu olmuştur. Söz konusu sistemin esası 70 cm olarak oluşturulan sırtların tepesine 2-3 sıra buğday tohumu gelecek şekilde ekimin yapılmasıdır. Yaklaşık olarak 10 kg/da tohumun kullanıldığı bu sistemde tarla trafiğinin düzenli kullanımı, sulama suyu yönetiminde kolaylık ve tasarrufu, bitki kök hastalıklarının kontrol altına alınması, süne ile mücadelede yer aletlerinin kullanımına imkân tanıması ve ağır topraklarda bitkilerde su kesmesinin önlenmesi gibi faydaları nedeniyle uygulamada başarılı sonuçlar alınmıştır. Bu sistemin en fazla uygulandığı ürünlerin başında buğday gelmekle birlikte pamuk, nohut, kolza ile II ürün olarak mısır, soya ve ayçiçeğinde de başarıyla ekilebileceği tespit edilmiştir. Özellikle pamuk-buğday ekim nöbetinde pamuk sonrası sırtlar bozulmadan zamanında yapılan direk ekim ile birlikte girdilerin azaltılması sağlanmış olmaktadır. Yanı sıra buğday sonrası direk sırtlara ekimi yapılabilen II.ürün mısırda da benzer faydalar sağlanmıştır. Bu güne kadar yürütülen araştırmalar ışığında ve çiftçi şartlarında kurulan demonstrasyonlarda sırta ekim sisteminin Güneydoğu Anadolu Bölgesi sulanır şartlarında başarı ile uygulanabileceği görülmüştür. Anahtar Kelimeler: sırta ekim, daimi sırtlar, sulama sistemi, buğday, ekim nöbeti .Güneydoğu Anadolu Tarımsal Araştırma Enst. PK: 72 Diyarbakır. .Güneydoğu Anadolu Tarımsal Araştırma Enst. PK: 72 Diyarbakır 2 .GAP Eğitim Yayım ve Araştırma Merkezi Müdürlüğü Akçakale/Şanlıurfa e.mail:[email protected] 1 1 124 The Possibilities to apply Bed Planting for Irrigated Conditions in the Southeastern Anatolia ABSTRACT The bed planting system, increasing its importance in recently, has been studied in Southeastern Anatolia under irrigated wheat conditions since 1999. In this system, the beds are formed 70 cm intervals to plant 2-3 rows on top of beds. There area some benefits of this planting system such as low seed rate (10 kg/da.), decrease of field traffic, better irrigation management facilities, the control of rot diseases, better usage of chemical application machines for sunny bug and in heavy soil condition better control of excess water and because of these benefits successful results have been observed. Researches are done generally on wheat in this region. This system also could be practiced crops like maize, chickpea, rape, soybean and sunflower. Especially cotton-wheat rotation system after cotton the beds are used without tillage on the permanent bed and benefits are gained on economic benefit. Similarly same results have been observed second crops such as maize on the region. According to results got from researches, demonstration and farm practices, this method could be applicable in Southeastern Anatolia Region. Keywords: Wheat, bed planting, furrow irrigation. GİRİŞ Güneydoğu Anadolu Bölgesi ülkemiz tarımsal üretiminin önemli bir parçasıdır. Yaklaşık 3 milyon hektara yakın ekilebilir tarım alanına sahip olması, bu alanın yaklaşık yarısının sulanabilir özellikte olması, söz konusu bölgede verimin artırılmasında yeni teknolojik paketlerin uygulanmasını gerekli kılmaktadır. Bölgenin sulanır şartlarında en fazla üretilen ürünlerin başında pamuk, buğday ve II ürün mısır gelmektedir. Ekim nöbeti de söz konusu ürünler arasında yapılmaktadır. Son yıllarda bitki ıslahında kaydedilen mesafeler özellikle buğdayda yeni ıslah edilmiş çeşitlerin bölgenin her tarafında ekilmesini sağlamıştır. Bununla birlikte globalleşme ile dünya piyasalarında tarım ürünlerinin serbest piyasa fiyatları ile satılması, ülkemizde girdilerin yüksekliği üreticileri daha az maliyetle daha yüksek verim sağlayan sistemlere itmiştir. 125 Bölgede üretim teknikleri açısından yüksek verimli çeşitler kullanılmakla birlikte ekim yöntemleri yönünden arzu edilen seviyeyi bulmak mümkün değildir. Özellikle pamuk-buğday münavebe sisteminde, buğday serpme ekilmektedir. Bu da fazla tohum kullanılmasına ve düzensiz çıkışa sebep olmaktadır. Bu sebeple araştırıcıların birim alandan daha az girdi ile daha yüksek verim sağlayan teknikler üzerinde durmaları gerekmektedir. Sırta ekim yöntemi başta sulama suyu tasarrufu yanında, tarla trafiğinin düzenlenmesi, verimin artırılması, toprak erozyonunun azaltılması, tohumluk üretiminde yabancı başak seçiminin kolaylığı gibi sebeplerle tercih edilebilecek bir sistem olarak görülmektedir. Bilhassa GAP bölgesinde yeni sulamaya açılan alanlarda suyun tasarruflu kullanımı açısında üzerinde durulması gereken bir uygulama olarak düşünülebilir. Sırta ekim sistemi esas alınarak, ıslah ve agronomik (ekim zamanı ve sıklığı, gübreleme vb ) çalışmaların bir an evvel başlatılması önem arz etmektedir. Normal ekim mibzerlerinin modifiye edilmesi ile çiftçiye ek bir maliyet oluşturmadan adaptasyonu sağlanabilir. Ele alınan bu çalışmada Meksika’nın Obregon bölgesinde büyük bir kısmında uygulanmakta olan sırta ekim tekniklerinin Güneydoğu Anadolu Bölgesinde uygulanabilirliği ve darboğazları üzerinde durulmaya çalışılmıştır. Güneydoğu Anadolu Bölgesinde Mevcut Tarım Sistemi: Bölge alanını kaplayan 7.5 mil ha alanın % 42 si işlenebilir tarım alanları oluşturmaktadır. İşlenen tarım alan içersinde % 37 oran ile tarla arazisi başta gelmektedir. (Erkuş, 1999). Çizelge 1. Güneydoğu Anadolu Bölgesinde bazı ürünlere ait ekim alanları Ürün Ekili Alan Pamuk 283.047 Buğday Mısır 1.149.952 31.761 Sulanan Alan Ha. 589.737 Çizelge 1’de görüldüğü gibi sulanan alanın yaklaşık yarısında pamuk, diğer yarısında buğday-II.Ürün mısır ile diğer ürünlerin tarımı yapılmaktadır. Sırta Ekim Sistemi Yönünden Bölge Toprakları: Bölge toprakları işlemeye uygun arazi varlığı yönünden Orta kuzey ve Orta güney Anadolu bölgelerinden sonra üçüncü sırada (3,840.000 ha) yer almaktadır (Eser ve ark. 1997). 126 Çizelge-2. Güneydoğu Anadolu Bölgesi Tarım Topraklarının Durumu Toprak Derinliğine Göre Arazi Dağılımı Derinlik 0-20 cm Oran % Derinlik Oran % Derinlik Oran % Derinlik Oran % 20-50 cm 50-90 cm 90<cm 4.448.644 15.39 2.922.300 12.38 1.687.393 18.14 1.201.658 10.92 Arazi Kabiliyet Sınıfları (000 Ha.) Yüzölçümü I. sınıf II. sınıf III.sınıf 11.254 914 999 1.010 Eğime Göre Arazi Dağılımı (%) IV. Sınıf Toplam 917 3.840 % * %** 34.1 14.50 Eğim % 0-2 Oran % Eğim %2-6 Oran % Eğim %6-12 Oran % Eğim %12< Oran % 1.508.010 18.4 1.351.528 16.17 1.608.050 19.24 3.890.535 46.55 *:Bölgedeki işlemeli tarıma uygun arazi varlığının bölgenin yüzölçümüne oranı **:Bölgedeki işlemeli tarıma uygun arazi varlığının ülkemizdeki işlemeli tarıma uygun arazi varlığına oranı Güneydoğu Anadolu Bölgesi toprakları çoğunlukla derin ve orta derin olmalarına karşın Diyarbakır, Şanlıurfa ve Mardin illerinin 4. sınıf arazilerinde topraklar çok yüzlektir. Bu sistem ince yapılı, düz, tesviyeli ve zayıf drenajlı topraklarda daha iyi sonuç vermekte olup % 4 den daha fazla eğimli arazilerde uygulanması tavsiye edilmez (Karaman, 2005). Bu haliyle bölgede % 0-2 eğime sahip arazı miktarı 1.532 mil. hektar olup bu da bölge topraklarını %18.4’üne tekabül etmektedir. Münavebe: Bölgede münavebe hakim ana ürünler arasında yapılmakta olup, pamuğa dayalı münavebe en fazla uygulanan yöntemdir (Kılıç ve ark, 1999). Bölgede sırasıyla: Pamuk-Buğday Pamuk-Buğday/II.Ürün Mısır Pamuk-Pamuk Buğday-Mercimek münavebe sistemlerine rastlamak mümkündür. Bölgenin sulanır alanlarında pamuk-buğday münavebe sistemi çoğunlukla uygulanmaktadır. Bilindiği üzere bölge iki alt bölgeye ayrılmaktadır. Harran ve Mardin ovalarının yer aldığı birinci alt bölgede vejetasyon süresi II.ürün bitkilerinin gelişmesine yeterli süre imkanı tanırken, Diyarbakır’ın yer aldığı ikinci alt bölgede ekim nöbetine giren bitkilerde zamanın darlığı sebebiyle sıkıntılar yaşanabilmektedir. Pamuk hasadı genel olarak Aralık ilk yarısına kadar sarkabilmektedir. 127 Üreticiler buğdayı erken ekebilmek için olabildiğince tarlaya erken girme imkanı tanıyan ekim metotları üzerinde durmaktadır. Bu amaçla farklı ekim yöntemleri gelişmiştir. 1. Yöntem: Pamuk hasadını müteakip parçalanan sapların arkasından fırfır ile buğday serpilmekte arkasında goble disk veya kültüvatör geçirilmektedir. 2. Yöntem: Sapları parçalanmış tarla kültüvatör ile sürülerek fırfır veya ayakları çıkarılmış mibzer ile serpme ekim yapılmakta akabinde goble disk veya kültüvatör çekilmektedir. 3. Yöntem: Pamuk saplarının parçalanması veya sökülmesini müteakip pullukla sürüm yapılmakta, mibzerle yapılan ekimden sonra 70 cm aralıklı sırt aleti geçirilmektedir. Bu metot daha ziyade erken hasad edilen pamuk tarlalarında uygulanmaktadır Söz konusu her üç yöntemde de en son işlem olarak buğdayda düzenli bir sulama sağlayan 70 cm aralıklı sırt makinesi geçirilmektedir (Şekil-1, geleneksel-2). Üreticiler yeterli çıkışı sağlamak üzere pamuk sonrası buğday ekiminde gereğinden fazla tohumluk kullanmaktadırlar (25-30 kg/da). Bu durum girdi maliyetlerinin yükselmesine sebep olmaktadır. Sırta Ekimin Esası Esasını, 70 cm lik açılan karıkların ortasındaki sırtlara 20 cm arayla 2 li ve ya 3 lü sıralar şeklinde ekimin yapılmasıdır. Sulama da karık usulü yapılmaktadır. Şekil 1. Buğday da Ekim sistemleri 128 Sırta Ekim Sisteminin Uygulanabileceği Ürünler. Gerek ülkemizde ve gerekse bölgemizde pamuk tarımı 70 cm sıra aralıklı sırta ekim tarzında yapılmaktadır. Sistemden farkı, ekimin düz yapılıp sırtların birinci sulama öncesi boğaz doldurma suretiyle yapılmasıdır. Sırta ekim sistemi başta pamuk olmak üzere buğday, mısır, soya, kolza, susam, arpa ve nohut gibi ürünlerde başarıyla uygulanabilmektedir. Sırta Ekimin Faydaları Tohum tasarrufu sağlaması Tarla Trafiğinin düzenli kullanılmasına imkan tanıması Yabancı ot kontrolünü kolaylaştırmak ve herbisit kullanımını azaltması Buğdayın sapa kalkma döneminden sonra tarlaya makinelerin girişine elverişli olması Toprağın daha erken tava gelmesine olanak sağlayarak pamuk, mısır gibi ürünlerin ekiminde erkencilik sağlaması Sulama suyunun yönetiminde kolaylık ve suyun tasarruflu kullanılmasına imkan tanıması Uygun olmayan toprak koşullarında meydana gelen fide kök çürüklüğü ve solgunluk gibi bitki hastalıklarını kontrol altına alınması Kötü drenajlı topraklarda bitkilerde meydana gelen su kesmesinin önlenmesi ve fazla suyun topraktan uzaklaştırılması Daimi sırt ekim yönteminde yakıtta tasarruf sağlaması. SIRTA EKİM YÖNTEMLERİ Bu yöntemin en kolay uygulandığı ürünlerin başında buğday gelmektedir. Sırtların oluşturulmasında bir önceki bitkinin tarlayı terk ediş tarihi, tarlada bıraktığı sap miktarı önemli rol oynamaktadır. Bölgenin sulanır şartlarında ekonomik tercihler nedeniyle buğdayla münavebeye giren ürünler her yıl değişebilmektedir. Kışlık ana ürün –buğday münavebe sisteminde Sırta Ekim: Bölgede hakim ana ürünlerden olan mercimek ve nohut gibi ön bitkiler tarlayı erken terk ettiği için buğday istenildiği zaman ve yöntemde rahatlıkla ekilebilmektedir. Söz konusu ürünler gibi az artık ve uygun zaman bırakan II ürünlerden soya ve susam gibi bitkiler ön bitki olarak yer alabilir. Sulama imkanı olduğu için Eylül Ekim aylarında tarlayı tavına getirmek üzere sulanabilir. Tohum yatağı hazırlanan tarla en uygun ekim zamanında (Ekim-15, Kasım-15) sırta ekim mibzeri ile ekilebilmektedir. Üretilen veya modifiye edilen kombine mibzerler ile hem sırt oluşturma hem de ekim bir işlemde yapılabilmektedir. Kullanılan tohumluk miktarı çeşit özelliği ve dane iriliğine göre değişmekle birlikte ortalama 10 kg/da dır. Gübreleme de ise sulu 129 şartlarda çeşitli araştırmalarla bölge için belirlenen miktarın aynısı olmalıdır. Güneydoğu Anadolu Tarımsal Araştırma Enstitüsünde yapılan bir çalışmada (Kılıç ve Gürsoy, 2002) Sırta ekim sistemi ile yarı yarıya tohumluk kullanıldığı gibi verimde önemli bir farklılık görülmemektedir. Bin tane ağırlığı ve hasat indeksi bazı verim unsurlarında artış görülmüştür (Çizelge-3) Çizelge- 3 Fırat- 93 Çeşidinde Farklı Ekim Yöntemlerinin Verim ve Bazı Verim Unsurlarına Etkisi m2 de başak Bin tane ağırlığı Hektolitre ağırlığı Hasat indeksi Tane verimi kg/da Sedde ekim 353 53 79 47 538 Düz ekim 653 48 79 42 523 Ekim Sistemi Pamuk-Buğday Münavebe Sisteminde Sırta Ekim: Bölgede pamuk hasadının gecikmesi özellikle bazı yıllar Aralık ayına kadar sarkması, müteakip buğday ekiminin gecikmesine buna bağlı olarak verimin düşmesine sebep olmaktadır. Yukarıda bahsedildiği gibi üreticiler en erken ekimi sağlayan serpme ekim metodunu tercih etmektedir. Ekim esansında oluşturulan sırta ekim sisteminin uygulanması ekilecek buğday için bir erkencilik sağlamaz. Yağışların erken gelmesi, tarlanın fazla nemli olması mibzerle ekimde olduğu gibi bu sistemde de zor olmaktadır. Bu amaçla pamuk-buğday münavebe sisteminde daimi sırtlar üzerinde durmaya çalışacağız. Sıfır toprak işleme de tabir edilen bu sistemde pamuk saplarının parçalanmasından sonra mevcut sırtlar olduğu gibi bırakılmakta ve özel anız mibzeri ile sırtların tepesine iki sıra gelecek şekilde ekim yapılmaktadır (Şekil 2). Bu sistemde daha az işlem ve daha az girdi ile en kısa zamanda ekim yapılabilmektedir. Daimi sırtlara ekim sistemi çok sayıda ülkede başarı ile uygulanmaktadır Güneydoğu Anadolu Tarımsal Araştırma Enstitüsünde yapılan çalışmalarda başarılı mesafeler alınmış ve geleneksel metotlarla mukayese edildiğinde birbirine yakın verimler alındığı tespit edilmiştir. (Çizelge 3 ve 4). Şekil-2 Daimi Sırtlara Buğday Ekimi 130 Çizelge 4. Pamuk-Buğday Ekim Sisteminde Pamuk sonrası En Uygun Tohum Yatağı Hazırlığı ve Ekim Şeklinin Belirlenmesi Sistemler Pamuk sapları Toplanmış Pamuk sapları parçalanmış Ortalama Geleneksel-1 serpme 563.1 553.8 Geleneksel-II serpme 594.3 557.8 576.1 abc Korumalı 608.7 603.2 605.9 a Azaltılmış-I 561.3 543.9 552.6 c Azaltılmış-II 626.7 562.5 594.6 ab Sırtlara Direk Ekim 589.7 580.4 558.1 abc Ortalama 590.6 566.9 558.4 bc Şekil- 3 Daimi Sırtlara Buğday Ekimi . Şekil-4 Sırta Ekilmiş Buğdayda Çapalama Buğday-II. Ürün Sisteminde Sırta Ekim: Bölgemiz sulu alanlarında üretimi yapılan mısırın büyük bir kısmı buğdaydan sonra ekilen II.ürün mısır teşkil etmektedir. Bilindiği üzere buğdaydan sonra ekilen mısırda yetişme sezonunun kısalığı hasadı geciktirmekte ve dane neminin istenilen seviyeye ulaşmasını zorlaştırmaktadır. Bu nedenle üreticiler buğday hasadı sonrası yaptıkları toprak işleme operasyonları nedeniyle zaman kaybetmektedirler. Bu sistem ile, buğday için oluşturulan daimi sırtlara II.ürünün ekilmesi sonucu bir haftalık bir zaman kazanımı elde edilmiş olunmaktadır. 131 Şekil 3’te pamuk-buğday münavebe sistemine benzer şekilde hasat edilen buğday ürününden sonra sap toplanmakta veya homojen bir şekilde parçalandıktan sonra mısır anız mibzeri ile sırt tepelerine birer sıra ekilebilmektedir. Akabinde karıklara verilen sulama ile çıkış en kısa sürede sağlanmaya çalışılmaktadır. Şekil-3 Buğday-II.Ürün Ekim Nöbetinde Daimi Sırtlara Ekim Yöntemi Kötü Drenajlı Topraklarda Sırta Ekim Sistemi: Sırta ekim sistemi, sulama suyunun yönetimindeki kolaylıktan dolayı tercih edilmesinin yanında, söz konusu sistemin yağışı yüksek ağır toprak yapısına sahip bölgelerde, suyun topraktan uzaklaştırılması maksadıyla da uygulanabileceği tespit edilmiştir (Sayre, 1998, Kılıç, 2004). Çok ağır killi ve infiltrasyon hızı düşük bu tip topraklarda yağış fazlalığı bir sorun olarak ortaya çıkmaktadır. Diyarbakır merkeze bağlı Mermer bölgesinde yaklaşık 10 bin ha. Alanda benzer sorunlar mevcuttur. Söz konusu bölgede yapılan çalışmalarda sırta ekim ile bu sorunun aşılabileceği anlaşılmıştır. Sırta ekim ile toprakta tutulan fazla suyun karıklar arasından uzaklaştığı bunun sonucu bitki gelişiminin sağlıklı devam ettiği görülmüştür (Nicol, 2003). 2004/2005 ekim sezonunda sorunlu bölgede (Büyük Çelikli köyü) yaklaşık 500 da.’lık alan bu sistem ile ekilmiş ve başarılı sonuç alınmıştır. SONUÇ Son yıllarda tarım yöntemlerinin seçilmesinde sürdürülebilir yetiştiricilik yanında ekonomik faktörlerin öne çıktığını görmekteyiz. Yetiştirme tekniklerinin çiftçilerde uygulanabilir olması için, verimin yükseltilmesi veya verimi korumak suretiyle girdilerin azaltılması ile mümkündür. Bu güne kadar bölgede mevcut münavebe sistemi içersinde sırta ekim yönteminin adaptasyonu sağlanmaya çalışılmıştır. Gerek denemelerde ve gerekse çiftçi şartlarında kurulan demonstrasyonlarda karşılaşılan darboğazlar tespit edilerek en uygun sırt yapım teknikleri belirlenmeye çalışılmıştır. Bu itibarla pamuk-buğday/II.Ürün mısır münavebe sisteminin çoğunlukla uygulandığı bölgede pamuk hasadı sonrası mevcut sırtların bozulmadan anız mibzeri ile sırtlara direk ekim en uygun pratik yöntem olarak bulunmuştur. Klasik sırt yapım sistemlerinin söz konusu münavebe sistemi içersinde uygulanabilirliliği oldukça güçtür. Bununla birlikte ağır toprak yapısı nedeniyle su kesmesinin yoğun görüldüğü yerlerde sırta ekim sisteminin söz konusu zararı en aza indirdiği görülmüştür. 132 KAYNAKLAR: Erkuş, A., 1999. Tarımda işletme büyüklüğü ve GAP için önemi. GAP 1. Tarım Kongresi 26-28 Mayıs 1999 Şanlıurfa Sayfa 1-8 Eser, D., Geçit, H.H., Çiftçi, C.Y., Emeklier, H.Y ve Ünver, S. 1997. Tarım Topraklarımızın Durumu. Türkiye II. Tarla Bitkileri Kongresi (22-25 Eylül 1997 Samsun) s:xxxııı-xxxxıx. Karaman, Y., 2005. Anız Örtülü Tarım. Tarımsal Araştırma Bülteni. Tarımsal Araştırmalar Genel Müdürlüğü yayını No:3:4-5 Ankara Kılıç, H.,Alagöz, R. Ve Özberk, İ. 1999. Sulanır Şartlarda Pamukla Rotasyona Girebilecek Ana Ve II. Ürün Seçeneklerinin Belirlenmesi. Türkiye 3. Tarla Bitkileri Kongresi, 15-18 Kasım 1999, Adana Kılıç, H. Ve Gürsoy.S., 2002. İki farklı ekim sisteminin yazlık makarnalık buğday çeşidinde mukayese edilmesi (ön çalışma) Tarımsal Araştırma Özetleri (Editör, Hasan Kılıç).s:44 Kılıç, H., 2003. Su kesmesine maruz Mermer bölgesinde sırta ekim sistemi. Seminer notları. Güneydoğu Anadolu Tarımsal Araştırma Enstitüsü Diyarbakır Nicol, J., 2003. Cropping on raised soil beds. CIMMYT Annual report 20032004 s. 22-23 Sayre, K.D., 1998. Ensuring the use of sustainable crop management strategies by small wheat farmers in the 21st century. Agronomi Wheat Program, CIMMYT, Mexico. 133 DiYARBAKIR KOŞULLARINDA FARKLI ÇİNKO UYGULAMA METOTLARININ MAKARNALIK BUĞDAY VE ARPANIN VERİM VE VERİM UNSURLARINA ETKİLERİ İlhan DORAN1 Cuma AKINCI2 İSMAİL GÜL2 Mehmet YILDIRIM2 Zülküf KAYA3 ÖZET Bu çalışma, Diyarbakır ekolojik koşullarında yoğun olarak yetiştirilen Diyarbakır 81 makarnalık buğday ve Şahin 91 arpa çeşidinin verim ve verim unsurları ile bitkilerin çinko seviyeleri üzerine ZnSO4.7H2O ve Teprosyn F-2498 gübrelerinin uygulanma yöntemleri ve farklı dozlarının etkilerini belirlemek amacıyla yürütülmüştür. ZnSO4.7H2O gübresinin 0-1-2-3 kg Zn/da dozları ekim sırasında toprağa, %0.0-%0.1-%0.3-%0.5 dozları sapa kalkmadan itibaren 15 gün aralıklarla üç kez bitkilere püskürtme ve Teprosyn F-2498 preparatının 0-3-6-9 L/ton dozları tohuma yapıştırma şeklinde uygulanmışlardır. Çinko içerikli gübre dozlarının buğday ve arpanın verim ve verim unsurları ile bitkilerin çinko seviyeleri üzerinde, uygulama yöntemlerinin ise tane ağırlığı, danenin protein oranı ve bitkilerin çinko içerikleri üzerine etkileri önemli bulunurken, verim üzerine etkileri yalnız buğdayda önemli bulunmuştur. Verimde sağladıkları artış, ekonomik olmaları ve uygulanabilirlikleri nedeniyle toprağa 3 kg/da ZnSO4. 7H2O gübresi veya tohuma 6 l/ton Teprosyn F-2498 preparatı veya ZnSO4.7H2O çözeltisinin %0.3 dozu makarnalık buğday ve arpa üreticilerine önerilebilir. 1. GİRİŞ Dünyada kültür altında bulunan toprakların yaklaşık %30’unda, 3. Dünya ülkelerinin %50’sinde çinko noksanlığı bulunmaktadır. Son yıllarda yürütülen geniş çaplı toprak analizleri sonuçlarına göre de Ülkemiz topraklarının yaklaşık %50’sinde, Diyarbakır ili tarım topraklarının %65’inde çinko noksanlığı vardır. Dünya gıda tüketiminde çeltik, mısır, buğday gibi tahılların payı %54, gelişmekte olan ülkelerde ise %90’a ulaşmakta olup, tahıl ağırlıklı beslenen insanlarda görülen yetersiz çinko beslenmesi bir dizi beslenme sorunu yaratmaktadır. Nitekim yapılan Dicle Üniversitesi Ziraat Fakültesi Toprak Bilimi ve Bitki Besleme Bölümü Dicle Üniversitesi Ziraat Fakültesi Tarla Bitkileri Bölümü 3 Çukurova Üniversitesi Ziraat Fakültesi Toprak Bilimi ve Bitki Besleme Bölümü E – posta: [email protected] 1 2 134 araştırmalarda Dünya nüfusunun yaklaşık %40’ında demir, çinko ve iyot eksikliğine bağlı hastalıkların bulunduğu belirlenmiştir (1, 2). Çinko noksanlığı insanlarda boy kısalığı, ağırlık kaybı, bağışıklık sisteminin zayıflaması, seksüel olgunlaşmanın gerilemesi vb. gibi sağlık sorunları ile karşımıza çıkmakta ve olay daha ziyade çocuklarda, hamile bayanlarda ve yaşlı insanlarda görülmektedir (3). Tahıl ağırlıklı beslenen insanlarda görülen yetersiz çinko beslenmesinde rol oynayan faktörlerden birisi fitin asidi/çinko oranıdır. Fosforun tohumdaki birikimi olan fitin asidinin çinkoya oranı 25-30’un üzerinde ise çinkonun yarayışlılığı önemli ölçüde azalmaktadır. Çinko noksanlığı olan Orta Anadolu Bölgesinde yetiştirilen buğdaylarda fitin asidi/çinko oranı 120’ye kadar yükselmiştir (3). Diyarbakır yöresi topraklarının çinko bakımından fakir materyalden meydana gelmesi, alkali özellik göstermesi, toprak ve bitkinin yüksek fosfor konsantrasyonu, kil ve kireç içeriğinin yüksek, organik madde seviyesinin düşük olması, yetersiz yağış ve aşırı buharlaşma gösteren kurak bir iklime sahip olması nedeniyle çinko noksanlığı çok yaygındır (4). Tahıllarda görülen gelişme bozukluklarının hangi mikrobesin elementinden kaynaklandığını tespit amacıyla yapılan çalışmada (5). Eskişehir’in hububat alanlarında Tokak arpa çeşidine Zn, Fe, Mn, Cu, B içerikli gübreleri topraktan uygulamışlar ve dane verimini artıran tek elementin çinko olduğunu, Zn içerikli gübrenin artan dozlarının dane veriminin 266 kg/da’dan 309 kg/da’a yükselttiğini ve 0.5 kg Zn/da (2 kg ZnSO4.7H2O/da) dozunun en iyi sonucu verdiğini, keza yapılan bir çalışmada (2) bir ekmeklik, bir makarnalık buğday çeşidine Zn, Fe, Cu içerikli gübrelerin farklı dozlarını yapraktan uygulamışlar ve verimi artıran tek elementin çinko olduğunu ve 25 g Zn/da uygulamasının en iyi sonucu verdiğini belirlemişlerdir. Eskişehir koşullarında yürütülen bir çalışmada (6) toprak, yaprak ve tohuma yapıştırma şeklinde buğdaya uyguladıkları çinko içerikli gübrelerin, toprağa uygulama yönteminde verim ve verim unsurlarını daha fazla artırdığını, bunu tohuma ve yaprağa uygulama yöntemlerinin izlediğini, buğdayda yapraktan uygulanan 450 g Zn/ha dozunun dane verimini daha fazla artırdığını saptamışlardır (7). Değişik arpa, buğday, çavdar, tritikale ve yulaf çeşitlerinin şiddetli çinko noksanlığı gösteren kireçli bir toprakta çinko noksanlığına tepkilerinin test edildiği bir sera çalışmasında (8), çinko noksanlığına makarnalık buğdayın çok hassas, arpa çeşitlerinin ise orta derecede duyarlı olduklarını ve çinko noksanlığı nedeniyle verimde azalmanın arpada %35, makarnalık buğdayda %62 seviyesine ulaştığını belirlemişlerdir. Güneydoğu Anadolu Bölgesinin kuru ve sulu koşullarında çinko ve bor içerikli gübrelerin arpa çeşitlerinin tane verimleri ve verim unsurları üzerine etkilerini belirleme amacıyla yürütülen bir çalışmada (9), çinkonun tane verimi üzerine etkili olamadığını ancak çeşitler arasında tane verimi bakımından önemli 135 farklılıklar yarattığını, GAP ve Orta Anadolu koşullarında yürütülen çalışmada buğday genotiplerine çinko uygulamasının danelerin çinko içeriğini yükseltirken fitin asidi/çinko oranını düşürdüğü belirlenmiştir (3). TÜBİTAK tarafından desteklenen bu çalışma, Diyarbakır ekolojik koşullarında yoğun olarak yetiştirilen Diyarbakır 81 makarnalık buğday ve Şahin 91 arpa çeşidinin verim ve verim unsurları ile bitkilerin çinko seviyeleri üzerine ZnSO4.7H2O ve Teprosyn F-2498 gübrelerini uygulanma yöntemleri ve farklı dozlarının etkilerini belirleme amacıyla yürütülmüştür. 2. MATERYAL VE METOT 2000-2002 Yılları arasında Dicle Üniversitesi Ziraat Fakültesi araştırma alanında yürütülen çalışmada materyal olarak, Diyarbakır 81 makarnalık buğday ve Şahin 91 arpa çeşitleri, topraktan ve yapraktan uygulanan ZnSO4.7H2O ve tohumdan uygulanan Teprosyn F-2498 adlı preparatlar ile amonyum nitrat (%33 N), amonyum sülfat (%21 N) ve diamonyum fosfat (%18 N-%46 P2O5) gübreleri kullanılmışlardır. Buğdaya 6 kg/da P2O5 ve 12 kg/da N, arpaya 6 kg /da P2O5 ve 10 kg/da N gübreleri uygulanmış olup, azotun yarısı ekimle diğer yarısıda sapa kalkma döneminde ve fosforun tamamı ekimle beraber verilmiştir. Topraktan çinko uygulamasında ZnSO4.7H2O gübresinin 4 dozu (0, 1, 2, 3 kg/ da) ekim sırasında, yapraktan uygulamada ZnSO4.7H2O çözeltisinin 4 dozu (0, %0.1, %0.3 ve %0.5) toplam 3 kez ve kardeşlenme döneminden itibaren 15 gün aralıklarla bitkilere püskürtülmüştür. Tohuma yapıştırma yönteminde ise Teprosyn F-2498 adlı preparatın 4 dozu (0, 3, 6 ve 9 lt/ton tohum) ekilecek tohum miktarını nemlendirecek miktarda suda çözüldükten sonra tohumla muamele edilmiş ve bilahare tohumlar ekilebilecek kadar kuruduktan sonra mibzerle ekim yapılmıştır. Diyarbakır yazları sıcak ve kurak, kışları ılık ve yağışlı bir iklime sahiptir. Yıllık ortalama yağış 496 mm olup bu yağışın büyük bir kısmı kış ve erken ilkbaharda düşmektedir. Yaz döneminde yağış yok denecek kadar azdır ve aylara göre dağılımı eşit değildir. 2000-2001 üretim döneminde 537 mm, 2001-2002 döneminde ise 474 mm yağış olmuştur. Deneme yıllarında aylar itibariyle ölçülen değerler ile uzun yıllar ortalama değerleri, bitkilerin suya en fazla ihtiyaç duydukları ekim öncesi, kardeşlenme ve başaklanma öncesi dönemleri dikkate alınarak karşılaştırıldığında 2001-2002 üretim yılı lehine bir yağış dağılımı olduğu görülmüştür. Bu arada deneme yıllarında aylar itibariyle ölçülen ortalama sıcaklık değerleri ile uzun yıllar ortalama sıcaklık değerleri ve nispi nem oranları bitkilerin gelişimi ve verimini etkilemeyecek derecede benzerlik göstermiştir (10). 3. BULGULAR VE TARTIŞMA Alınabilir çinko (0.37 ppm) ve organik madde miktarı yetersiz, alınabilir P miktarı orta, değişebilir K ve kireç içeriği yüksek olan hafif alkali karakterde, 136 tuzluluk sorunu olmayan, killi tın tekstür sınıfında bir toprakta yürütülen çalışmadan elde edilen bulguların istatistiksel değerlendirmelerinde; 3.1. Başaklanma süresi: Çinko içerikli gübre dozları ve uygulama yöntemlerinin Diyarbakır 81 makarnalık buğday ve Şahin 91 arpa çeşidinin çeşidinin başaklanma süresi üzerine etkileri önemsiz bulunmuştur. 3.2. Bitki boyu: Dozların ve uygulama yöntemlerinin buğdayın bitki boyu üzerine etkileri önemli bulunmuştur. İstatistiksel değerlendirmelerde çinkonun üçüncü dozu ile toprak ve yaprak uygulamalarının bitki boyunu daha fazla artırdıkları saptanmıştır. Arpa bitkilerinde ise uygulama yöntemleri arasındaki farklılıklar önemsiz bulunurken, dozların etkileri önmeli bulunmuştur. İstatistiksel değerlendirmelerde çinkonun üçüncü ve ikinci dozlarının bitki boyunu daha fazla artırdıkları saptanmıştır. Bu arada istatistiksel anlamda bir farklılık olmamasına rağmen tohuma yapıştırma uygulamasının da bitki boyunu daha fazla artırdığı belirlenmiştir. Arpada tohuma, makarnalık buğdayda toprak ve yaprağa uygulama yöntemlerinin daha etkili olmaları; tahıl türlerinin çinko noksanlığına duyarlılıklarının makarnalık buğday > yulaf > ekmeklik buğday > arpa > tritikale > çavdar şeklinde azalması ve arpanın gelişme periyodunun kısalığı ile kök sisteminin diğer hububat türlerinden daha zayıf olmasından kaynaklanabilir (8). 3.3. Başak uzunluğu: Çinko dozlarının buğdayın başak uzunluğuna etkileri önemli bulunurken, uygulama yöntemlerinin etkileri önemsiz bulunmuştur. Ancak istatistiksel anlamda bir farklılık olmamasına rağmen tohuma yapıştırma uygulamasının başak uzunluğunu daha fazla artırdığı belirlenmiştir. Arpada başak uzunluğu üzerine çinko dozları ile uygulama yöntemlerinin etkileri önemli bulunmuş ve istatistiksel değerlendirmelerde her iki bitkide de çinkonun ikinci ve üçüncü dozları ile arpada tohuma uygulama yönteminin başak uzunluğunu daha fazla artırdıkları saptanmıştır. 3.4. Başakcık Sayısı: Çinko dozlarının her iki bitkide de başakcık sayısı üzerine etkileri önemli bulunurken, uygulama yöntemlerinin etkileri önemsiz bulunmuştur. İstatistiksel değerlendirmelerde çinkonun ikinci ve üçüncü dozlarının başakcık sayısını daha fazla artırdıkları saptanmıştır. 3.5. Başaktaki Tane Sayısı: Çinko dozlarının her iki bitkide de başaktaki tane sayısı üzerine etkileri önemli bulunurken, uygulama yöntemlerinin etkileri önemsiz bulunmuştur. İstatistiksel değerlendirmelerde çinkonun ikinci ve üçüncü dozlarının başaktaki tane sayısını daha fazla artırdıkları saptanmıştır. 3.6. Başaktaki Tane Ağırlığı: Çinko dozlarının buğdayda başaktaki tane ağırlığı üzerine etkileri önemli bulunurken, uygulama yöntemlerinin etkileri önemsiz bulunmuştur. Ancak istatistiksel olarak önemli olmasada çinkonun tohuma 137 uygulanma yönteminin başaktaki tane ağırlığını daha fazla artırdığı belirlenmiştir. İstatistiksel değerlendirmelerde ise çinkonun ikinci ve üçüncü dozlarının başaktaki tane ağırlığı daha fazla artırdıkları saptanmıştır. Arpanın başaktaki tane ağırlığı üzerine çinko dozları ve uygulama yöntemlerinin etkileri önemli bulunmuş ve istatistiksel değerlendirmelerde çinkonun ikinci ve üçüncü dozları ile tohuma uygulama yönteminin başaktaki tane ağırlığını daha fazla artırdıkları saptanmıştır. 3.7. 1000 Tane Ağırlığı: Makarnalık buğday ve arpa bitkilerinde 1000 tane ağırlığı üzerine çinko dozlarının etkileri önemli bulunurken, uygulama yöntemlerinin etkileri önemsiz bulunmuş ve çinkonun ikinci ve üçüncü dozlarının 1000 tane ağırlığını daha fazla artırdıkları saptanmıştır. 3.8. Bitkide Çinko Miktarı: Makarnalık buğday ve arpa bitkilerinde çinko dozları ve uygulama yöntemlerinin bitkilerin çinko miktarları üzerindeki etkilerinin önemli olduğu ve çinkonun üçüncü ve ikinci dozu ile yaprağa uygulama yönteminin bitkilerin çinko miktarını daha fazla artırdıkları saptanmıştır. 3.9. Dane Verimi: Çinko dozları ve uygulama yöntemlerinin buğdayın dane verimi üzerine etkileri önemli bulunmuş ve yapılan istatistikî değerlendirmelerde çinkonun ikinci ve üçüncü dozları ile topraktan uygulama yönteminin dane verimini daha fazla artırdıkları saptanmıştır (Çizelge 1). Dane veriminde kontrole göre 1. dozda %7.8 , 2. dozda %15.0 ve 3. dozda %17.4‘lük verim artışları sağlanmıştır. Çizelge 1. Çinko İçerikli Gübrelerin Buğday Bitkisinin Dane Verimine Etkileri (kg/da) Uygulama Yöntemleri* Çinko Dozları** Tohumla Topraktan Yapraktan Ortalama 200001 200102 200001 200102 200001 200102 Zn0 402.77 514.00 413.97 535.00 417.73 506.33 464.97 c Zn1 453.37 543.67 430.33 599.00 451.57 530.33 501.38 bc Zn2 493.60 533.33 489.57 623.67 484.37 585.00 534.92 ab Zn3 465.33 564.00 502.57 702.33 467.97 572.00 545.70 a Ortalama 453.77 538.75 459.11 615.00 455.41 548.42 Uygulama Ort. 496.26 b LSD Yöntem: 30.02 537.05 a Doz: 41.63 *: (p<0.05), **: (p<0.01), Ö.D.: Önemli değil 138 501.91 b 511.74 YöntemxDoz İnt.: Ö.D a, b, c : Aynı sütunda farklı harfler taşıyan gruplar arası farklar önemlidir. Arpada çinko dozlarının dane verimi üzerine etkileri önemli bulunurken, uygulama yöntemleri arasındaki farklılıklar önemsiz bulunmuşlardır (Çizelge 2). Dane veriminde kontrole göre 1. dozda %10.4, 2. dozda %17.5 ve 3. dozda %16.5‘luk verim artışları sağlanmıştır. Çizelge 2. Çinko İçerikli Gübrelerin Arpa Bitkisinin Dane Verimine Etkileri (kg/da). Uygulama Yöntemleri Çinko Dozları** Tohumla Topraktan Yapraktan Ortalama 200001 200102 200001 200102 200001 200102 Zn0 412.70 466.33 425.40 452.67 417.63 453.33 438.01 b Zn1 451.47 485.67 494.77 476.67 513.10 481.33 483.83 a Zn2 491.93 511.00 511.83 516.33 533.53 524.00 514.77 a Zn3 466.03 502.33 530.60 534.00 523.67 505.33 510.33 a Ortalama 455.53 491.31 490.65 494.92 496.98 491.00 Uygulama Ort. LSD 473.42 Yöntem: Ö.D. 486.73 492.79 493.99 Doz: 44.74 YöntemxDoz İnt.: Ö.D. **: (p<0.01), Ö.D.: Önemli değil a, b : Aynı sütunda farklı harfler taşıyan gruplar arası farklar önemlidir. Deneme toprağımızın çinko içeriği 0.37 ppm olup, yürüttüğümüz çalışmada kontrol parselinden 464.97 kg/da verim alınırken 3 kg ZnSO4.7H2O/da uygulaması ile verim 545.70 kg/da yükselmiş ve kontrole göre verimde artış %17.4 oranında yüksek olmuştur. 0.35 ppm Zn içeren bir toprakta yürütülen bir çalışmada (11) kontrol parselinde 265 kg/da olan buğday veriminin 2.2 kg ZnSO4.7H2O/da uygulamasıyla 320 kg/da’a yükseldiğini yani verimde %17.2 oranında artış olduğunu bildirmişlerdir. Bulgularımız; Eskişehir koşullarında çinkoyu toprağa, yaprağa ve tohuma yapıştırma şeklinde uygulanan bir buğday çalışmasında (6), toprağa uygulamanın verimde en yüksek artışı sağladığını, bunu tohuma ve yaprağa uygulamaların izlediğini 139 ve toprağa uygulanan 2 kg ZnSO4.7H2O/da dozunun dane verimini 310 kg/da’dan 419 kg/da’a yükselttiğini, keza Konya koşullarında 6 arpa çeşidine artan çinko dozlarının topraktan uygulandığı bir çalışmada (12), dane veriminin 379 kg/da’dan (kontrol) 470 kg/da’a (3.6 kg ZnSO4.7H2O/da) yükseldiğini gösteren bulguları paralellik gösterirken, Güneydoğu Anadolu Bölgesinin kuru ve sulu koşullarında yürütülen bir çalışmada (9) çinko içerikli gübrelerin arpa çeşitlerinin dane verimi üzerine etkili olamadıklarını ancak çeşitler arasında verim bakımından önemli farklılıklar yarattıkları yönündeki bulguları ile farklılık göstermiştir. 3.10. Tanede Protein Oranı: Çinko dozları ve uygulama yöntemleri buğday ve arpanın danedeki protein oranı üzerine etkileri önemli bulunmuş ve çinko içerikli gübreleri tohuma ve toprağa uygulama yöntemlerinin danedeki protein oranını daha fazla artırdıkları saptanmıştır. Çinko içerikli gübrelerin artan dozlarının danenin protein oranını artırması çinkonun amino asit sentezi üzerindeki olumlu etkisinin protein sentezine yansımasından kaynaklanabilir (13). Konya koşullarında yürütülen bir çalışmada da (12) 6 arpa çeşidine topraktan uyguladıkları ZnSO4.7H2O gübresinin artan dozlarının danede protein oranı bakımından çeşitler arasında önemli bir farklılık yaratmadığını, buna karşın dozlar arasındaki farklılığın önemli olduğunu belirlemişlerdir. Danede protein oranı haricindeki özelliklerde yıllar arasındaki farklılıklar önemli bulunmuştur. Denemenin her iki yılında da makarnalık buğday ve arpanın aynı çeşidi kullanıldığından incelenen özelliklerin yıllar arasında gösterdiği farklılıklar iklim faktörlerinden özellikle yağışın miktarı ve başaklanma-erme döneminde düşen kısmı ile topraktaki besin maddelerinin miktarlarından kaynaklanabilir (14). 140 KAYNAKLAR 1. Eyüpoğlu, F., N. Kurucu ve S. Talaz., 1998; “Türkiye Topraklarının Bitkiye Yarayışlı Bazı Mikroelementler Bakımından Genel Durumu“. Toprak ve Gübre Araştırma Enstitüsü, Sayfa:15-63, Ankara. 2. Kalayci, M., M. Aydin, V. Özbek, C. Çekic ve İ. Çakmak., 1998; “Eskişehir Koşullarında Buğdayda Çinko Noksanlığı Üzerine Yapılan Çalışmalar“. I. Ulusal Çinko Kongresi, sayfa:107-113, Eskişehir. 3. Erdal, İ., A. Yilmaz, M. Kalaycı, İ. Çakmak ve F. Hatipoğlu., 1998; “GAP ve Orta Anadolu Bölgesinde Yetiştirilen Buğday Çeşitlerine Çinko Uygulamasının Fitin Asidi ve Fitin Asidi/Çinko Oranına Etkisi“. I. Ulusal Çinko Kongresi, Eskişehir. 4. Çakmak İ., 1996; “Bitki ve İnsan Sağlığına Yansımaları ile Toprakta Çinko Eksikliği”. Bilim ve Teknik (Tübitak). 349, 54-59, Ankara. 5. Aydın, M., M. Kalaycı, V. Özbek, C. Çekiç ve İ. Çakmak., 1998; “Eskişehir Koşullarında Arpada Çinko Noksanlığı ve Genotipik Farklılıklar”. I. Ulusal Çinko Kongresi, Eskişehir. 6. Özbek, V. ve A. Özgümüş., 1998; “Farklı Çinko Uygulamalarının Değişik Buğday Çeşitlerinin Verim ve Bazı Verim Kriterleri Üzerine Etkileri”, I. Ulusal Çinko Kongresi, sayfa:183-190, Eskişehir. 7. Brennan, RF., 1991; “Effectivenes of Zinc Sulfate and Zinc Chelate as Foliar Sprays in Alleviating Zinc Deficiency of Wheat Grown on Zinc Deficient Soils Western Australia”. Australian J. of Experimental Agriculture.31:6, 831-834; 24 ref. 8. Torun, B., Ö. Çakmak, H. Özbek ve İ. Çakmak., 1998; “Çinko Eksikliği Koşullarında Yetiştirilen Değişik Tahıl Türlerinin ve Çeşitlerinin Çinko Eksikliğine karşı Duyarlılığının Belirlenmesi”. I. Ulusal Çinko Kongresi, sayfa:363-369, Eskişehir. 9. Çölkesen, M., İ. Çakmak, İ. Öktem ve N. Eren., 1997; “Harran Ovasının Kuru ve Sulu Koşullarında Çinko ve Borun Değişik Kökenli Arpa Çeşitlerinin Verim ve Verim Unsurlarına Etkisi Üzerine Bir Araştırma“. II. Tarla Bitkileri Kongresi, Samsun. 10. Anonim, 2002; “Meteoroloji Bölge Müdürlüğü, Diyarbakir”. 11. Kenbaey, B. ve B. Sade., 1998; “Konya Kıraç Koşullarında Arpa Çeşitlerinin Çinko Dozlarına Tepkilerinin Belirlenmesi”. I. Ulusal Çinko Kongresi, sayfa:339-348, Eskişehir. 11. Bansal, R.L., S.P. Singh and V.K. Nayyar., 1990; “The Critical Zinc Deficiency Level and Response to Zinc Application of Wheat on Typic Ustochrepts”. Experimental Agriculture , 26 (3), 303-306. 12. Aktaş, M., 1995; “Bitki Besleme ve Toprak Verimliliği”. A.Ü. Ziraat Fakültesi, Yayın No:1429, Ankara. 13. Kün, E., 1996; “Tahıllar I. Serin İklim Tahılları”. A.Ü. Ziraat Fakültesi, Yayın No:1451, Ankara. 141 TOPRAK VE ARAZİ KULLANIMI Murat HASPOLATLI* Genel Toprak Yapısı İlimizde tarım toprakları Dicle Irmağı’na dere ve çayların vadilerinde zincirleme birsıra oluşturur. Büyük bir bölümü aluvyal vadi tabanlarından oluşur. %10’un üstünde olan tarım toprakları dalgalı platolara, dağlık ve tepelik alanlara yayılmış durumdadır. Mermer, Hani ve Lice ovaları gibi küçük düzlüklerin dışında kalan ovaların büyük bir bölümünde topraklar killi olup, Dicle vadisinde yer yer orta ve hafif yapıda topraklara rastlanır. Islakken çok yapışkan olan bu topraklar nemli iken dağılabilir yapıdadır. Nadas alanlarında yağışlardan sonra yüzey 3–4 cm. kalınlığında bir kabuk bağlar. Bununla birlikte kolaylıkla kırılarak tanecikli bir nitelik alırlar. Kireç oranları genellikle iyi ise de üstteki kirecin tümü ya da bir bolumu yıkanmıştır. Mermer ovası engebeli dağlık bir alan olup ana madde yer yer kalkerli kumlu ya da siltli kildir. Kireçtaşı bakımından genellikle derin, geçirgenlikleri iyi, içerdikleri organik madde oranı düşükür. Kalker bir taban üzerinde oluşan Lice ve Hani ovalarının toprakları kahverengi orman toprakları grubuna girer. Diyarbakır havzasında yer alan tarıma elverişli bu topraklar arasında özellikleri bakımından önemli farklar görülür. Toprak İklim topoğrafya ve ana madde farklılıkları nedeniyle Diyarbakır’da çeşitli büyük toprak grupları olmuştur. Büyük toprak gruplarının yanı sıra toprak örtüsunden yoksun bazı arazi tipleri de görülmektedir. Alüvyon Topraklar: Bu topraklar akarsular tarafından taşınıp depolanan materyal üzerinde oluşan (A) C profili genç topraklardır. Mineral bileşimleri akarsu havzasının litolojik bileşimi ile jeolojik periyotlarda yer alan toprak gelişim bağlı olup heterojendir. Profillerinde horizonlaşma ya hic yok ya da çok az belirgindir. Buna karşılık değişik özellikte katlar görülür. Çoğu yukarı arazilerden yıkanan kireçce zengindir. Aluvyal toprakları, bünyelerine veya bulundukları bölgelere yahut evrim devlerine göre sınıflandırılırlar. * Bakanlık Müşaviri 142 Bunlarda üst toprak alt toprağa belirsiz olarak geçit yapar. İnce bünyeli ve taban suyu yüksek olanlarda düşey geçirgenlik azdır. Yüzey namlı ve organik maddece zengindir. Alt toprakta hafif seyreden bir indirgenme olayı hüküm sürer. Kaba bünyelikler iyi drene olduğundan yüzey katları çabuk kurur. Üzerlerindeki bitki örtüsü iklime bağlıdır. Bulundukları iklime uyabilen her turlu kültür bitkisinin yetiştirilmesine elverişli ve üretken topraklardır. Alüvyon topraklar Diyarbakır ilinde daha çok Dicle nehri ve Batman çayı boyunca uzanmaktadır. Toplam alanları 28.328 hektardır. Bunun 27.935 hektarı I. Sınıf, 368 hektarı II. Sınıf, 25 hektarı III. Sınıf arazilerdir. Diyarbakır ilindeki aluvyal toprakların tuzluluk ve alkalilik sorun yoktur. Kolüvyal Topraklar: Genellikle dik eğimlerin eteklerinde ve vadi ağızlarında yer alırlar. Yer cekimi, toprak kayması, yüzey akışı ve yan derelerle taşınarak birikmiş materyaller üzerinde oluşmuş (A) C profili genc topraklardır. Ayrıca özellikleri bakımından daha çok çevredeki yukarı arazi topraklarına benzerlerse de ana materyalde derecelenme ya hic yada yetersizdir. Profilde yağışın veya yüzey akışın yoğunluğuna ve eğim derecesine göre değişik parça büyüklüğü içeren katlar göülür. Bu katlar aluvyal topraklarda olduğu gibi birbirine paralel olmayıp düzensizdir. Dik eğimliler ve vadi ağızlarında bulunanlar çoğunlukla az topraklı olup, kabataş ve molozlarla parçaların çapları kücülür. Eğimin çok azaldığı yerlerde parçaların çapları küçülüp aluvyon parçaları düzeyine geleceğinden bu gibi yerlerde koluvyal topraklar gecişli olarak aluvyol topraklara karışır. Bunlarda eğim tek tip olup materyalin geldiği yöne doğru artmaktadır. Ara sıra taşkına maruz kalırlarsada eğim ve bünye nedeniyle drenajları iyidir. Tuzluluk ve sodiklik gibi sorunları yoktur. Koluvyol topraklar Diyarbakır ilinin her yerinde özellikle küçük akarsu vadilerinde bulunmaktadır. Yağışın yeterli olması veya sulanmaları halinde verimleri yüksektir. Toplam alanları 21.032 hektardır. Kahverengi Orman Toprakları: Kahverengi Orman toprakları kireçce zengin ana madde uzerinde oluşur. Profilleri A (B) C şeklinde olup Horizonlar birbirine tedricen geciş yapar. A horizonlar cok gelişmiş olduğundan iyice belirgindir. Koyu kahverengi ve dağılgandır. Gozenekli veya granüler bir yapıya sahiptir. Reaksiyonu genellikle kalevi bazen de notr’dur. B horizonunun rengi acık kahverengi ile kırmızı arasında değişir. Reaksiyonu A horizonundaki gibidir. Yapı granüler kil birikmesi olabilir. Çok az miktarda kil birikmesi olabilir. Horizonun aşağı kısımlarında CaCO3 bulunur. Kahverengi orman toprakları genellikle geniş yapraklı orman ortusu altında oluşur. Bunlarda etkili olan toprak oluşum işlemleri kalsifikasyon ve biraz da podzollaşmadır. Drenajları iyidir. Çoğunlukla orman veya otlak olarak kullanılır. Tarıma alınmış olanların verimleri 143 iyidir. Kahverengi orman topraklarına Diyarbakır’ın her ilcesinde rastlanmaktadır. Bunun 86.568 hektarı I. – IV. Sınıfları, diğerleri VI. – VII. Sınıflardadır. Eğimleri yuksek buna bağlı olarak derinlikleri sığ, yer – yer cok sığ’dır. Kireçsiz Kahverengi Orman Toprakları: A (B) C profilli topraklardır. A horizonu iyi oluşmuş ve gözenekli bir yapısı vardır. (B) horizonu zayıf oluşmuştur. Kahverengi veya koyu kahverengi granuler veya yuvarlak koşeli blok yapıdadır. (B) horizonunda kil birikimi yok veya çok azdır. Kireçsiz kahverengi orman toprakları genellikle yaprağını döken orman örtüsü altında oluşur. Bu topraklar Çüngüş ilcesinde bulunmaktadır. Toplam alanı 251 hektardır. Kahverengi Topraklar: Ceşitli ana maddelerden oluşan ABC profilli topraklardır. Oluşumlarında kalsifikasyon rol oynar. Bu işlem sonucu profillerinde cok miktarda kalsiyum bulunur. Erozyona uğrayanlarında A ve C horizonu kahverengi veya grimsi kahverengi 10-15 cm. kalınlığında ve granuler yapıdadır. Organik madde içeriği ortadadır. Reaksiyonu notr veya kalevidir. B. Horizonu acık kahverengiden koyu kahverengiye değişir ve kaba yuvarlak köşeli blok yapıdadır. Bu horizon tedrici olarak soluk kahverengi veya grimsi, çok kireçli ana maddeye geçit yapar. Kahverengi topraklarda bütün profil kireçlidir. B. Horizonunun altında beyazımsı ve çoğunlukla sertleşmiş kireç birikme katı yer alır. Bu topraklar yazın uzun periyotlar kuru kalır ve bu periyotlarda kimyasal ve biyolojik etkinlikler yavaştır. Kahverengi topraklar Merkez, Bismil, Dicle, Hazro, Lice, Silvan ilçelerinde bulunmaktadır. Toplam alanları 197,312 hektardır. Eğimleri genellikle dik ve cok dik olup, derinlikleri genellikle sığdır. Kırmızı Kahverengi Topraklar: Solunum rengi haricç hemen bütün özellikleri kahverengi toprakların aynı veya benzeridir. A horizonu tipik olarak kırmızımsı kahverengi veya kırmızı ve yumuşak kıvamdadır. B horizonu kırmızı veya kırmızımsı kahverengi, daha ağır bünyeli ve oldukca sıkıdır. B horizonu bulunur. Beyazımsı olan bu horizon yumuşak veya çimentolaşmış olabilir. Kırmızımsı kahverengi toprakları çeşitli ana maddeler üzerinde oluşur. Doğal bitki ortusu uzunca otlar ve çalılarda doğal drenajları iyidir. Bu topraklar Merkez, Bismil, Cermik, Cınar, Dicle, Ergani, ilçelerinde bulunur. Toplam alanları 307.508 hektardır. 144 Bazaltik Topraklar: Bu toprakların ozellikleri bir dereceye kadar, benzer iklim koşullarında kireçtaşı üzerinde oluşmuş topraklarınkine benzemektedir. Ağır kili topraklardır ve profilleri iyi gelişmemiştir. A horizonunun yapısı granulerden blok’a kadar değişim B horizonu genellikle daha ağır bünyeli ve blok yapıdadır. Bazaltik topraklarda nötr ile orta kalevi arasında değişir. Fiziksel özellikleri kotu olduğundan verimleri düşüktür. Diyarbakır’da bu topraklar Merkez, Çermik, Çınar, Dicle ve Ergani ilçelerinde bulunur. Eğimleri dik veya çok dik buna bağlı olarak derinlikleri sığ veya çok sığdır. Bu toprakların % 38’i taşlı, % 13’u kayalıdır. Bu toprakların % 63’u toprak işlemeli tarıma uygundur. Çıplak Kaya ve Molozlar: Üzerinde toprak örtüsü bulunmayan parçalanmamış veya kısmen parçalanmış sert kaya ve taşlarla kaplı sahalardır. Genellikle bitki örtüsünden yoksundurlar. Bazen arasında toprak bulunan kaya çatlaklarında veya topraklı küçük ceplerde yetişen çok seyrek orman ağaçları çalı ve otlar bulunabilir. Diyarbakır genelinde bu tip arazilerin toplam alanı 42.439 hektardır. Bu alan il genel alanının % 2,8’ini oluşturur. Irmak Taşkın Yatakları: Akarsuların normal yatakları dışında feyezan halinde iken yayıldıkları alanlardır. Genellikle kumlu, çakıllı ve molozlu malzeme ile kapatırlar. Taşkın sulan ile sık-sık yıkanmaya maruz kaldıklarından toprak materyali ihtiva etmezler ve bu nedenle arazi tipi olarak nitelendirilirler. Tarıma elverişli olmadıkları gibi üzerlerinde doğal bitki örtüsü de yoktur. Diyarbakır’da bu tur arazilerin toplam alanı 16.054 hektardır. İl Genel yüz ölçümünün % 1 ‘ini meydana getirirler. Toprak Bünyesi Yapılan analizler sonucunda tuzluluk ve alkalilik sorununun olmadığı görülmektedir. Ayrıca toprakların orta kireçli olduğu ve organik madde bakımından zayıf olduğu tespit edilmiştir. Toprak Kirliliği İlimizde tahıllar için genelde ekim esnasında kullanılan yapay gubrelerden dolayı toprak kirliliği yalnız Bismil ilcesi kırmızı – kahverengi ve kahverengi orman topraklarında fosfat birikmesi olarak saptanmıştır. Dicle nehrinin suyu ve sedimentinde Bakır (Cu), Kurşun (B), Cinko (Zn), Nikel (Ni) ve Kobalt (Co) gibi ağır metallerin konsantrasyonunun standart değerlerden yuksek olduğu ve Dicle nehri ile sulanan tarım topraklarında özellikle Cu ve Zn tutularak bitkileri zehirleyici düzeye cıktıkları saptanmıştır. 145 Kullanılan pestisidler toprak ve yeraltı suyunu kirletecek miktarda verilmediğinden topraklarda bir pestisid kirliliğine rastlanmamıştır. Arazi Sınıfları Diyarbakır ili arazi kabiliyet sınıfları dağılımı ARAZİ SINIFLAMASI ALAN (Da.) I. SINIF ARAZİ 1.252.860 II. SINIF ARAZİ 1.913.670 III. SINIF ARAZİ 1.552.230 IV. SINIF ARAZİ 1.828.170 V.VI.VII.VIII SINIF ARAZİ 8.393.790 YERLEŞİM SAHASI 337.184 SU YUZEYİ 277.096 T O P L A M 15.555.000 Kaynak:Tarım İl Müdürlüğü Arazi Kullanım Durumu Arazi Kullanımı CİNSİ Miktarı (Ha.) % TARIM ALANI 684.289 44 ÇAYIR-MERA 230.092 15 ORMAN 335.094 22 TAR. ELVERİŞSİZ ALAN 301.717 19 TOPLAM 1.555.527 100 Kaynak: Tarım İl Müdürlüğü Arazi Problemleri: İlimizde belli arazi problemleri şunlardır. 399 Ha. Alanda drenaj, 463.638 Ha. Alanda taşlık 1.151.616 Ha. Alanda orta şiddetli ve çok şiddetli derecede su erozyonu problemi mevcuttur. 223.357 Ha. Alan derin, 210.739 Ha alan orta derin, 367.827 Ha. Alan sığ, 649.645 Ha’ lık toprak alanı cok sığdır. 146 Drenaj İlimiz tarım topraklarının 399 Ha. lık alanında sorun vardır. (II., III. Ve IV. Sınıf topraklarda). Tuzluluk – Sodiklik: İlimiz topraklarında aşırı derecede tuzluluk ve sodiklik yoktur. Erozyon İlimiz toprakları ve tarım arazileri genellikle su erozyonundan etkilenmektedir. II., III. Ve IV. Sınıf arazilerde 402.596 Ha. alan, II. Ve VII. Sınıf arazilerde 7.490.230 Ha. alan, toplam olarak 1.151.616 Ha.lık su erozyonuna maruz kalmaktadır. Bununla birlikte II., III. Ve IV. Sınıf arazilerde 338.643 Ha. alan, VI. Ve VIII. Sınıf arazilerde 28.022 Ha. toplam olarak 366.665 Ha. alanda orta derecede erozyon görülmektedir. II., III. Ve IV. Sınıf arazilerde 63.978 Ha. alan, VI. Ve VII. Sınıf arazilerde 340.647 Ha. alan, toplam olarak 380.376 Ha. lık alanda cok şiddetli erozyon görülmektedir. Diyarbakır ilinde rastlanan erozyon çeşidi yüzey erozyonu dediğimiz eğimli arazilerde, aşırı yüzeysel akışlar sonucu toprağın oldukça eşit kalınlıkta ince tabakalar halinde yıkanarak taşınan şeklidir. Yüzey erozyonu şiddet olarak duüyanın hemen hemen tüm ülkelerinde dort derece üzerinde sınıflandırılır. I. Derece : Hiç veya Hafif erozyon (Üst toprağın yaklaşık %25’inden azı gitmiştir. II. Derece : Orta şiddette erozyon. (Üst toprağın %75’i gitmiştir.) III. Derece : Şiddetli Erozyon (Üst toprağın hemen hemen tümü alt toprağın ise %25 kadar gitmiştir.) IV. Derece : Cok şiddetli erozyon (Üst toprağın ve alt toprak katmanın da büyük bir kısmı gitmiştir. Ham ve taşlı alt yapılar yüzeye çıkmıştır. Seyrek, derin, sık ve sığ yarıntılar görülür. Erozyonla mücadele yöntemleri çok çeşitlidir. Gradon tipi yapımı, ot ekimi, kuru duvar eşik yapılması, taş kordon yapımı, çukurda fidan dikimi, ahşap cit yapımı vb. temelde hepsi erozyonla mücadele yöntemi olup farklı uygulama alanları vardır. Mesela oyuntu ve yarıntıların ıslahı icin kuru duvar eşik yapılırken meyilli arazilerde gradoni tipi veya ahşap citlerde arazinin yer işlendirilmesine çalışılır. Bazı uygulamalarda gradon teraslar arasına çizgide ot ekimi de yapılmaktadır. 147 Ormanların Ekolojik Yapısı Diyarbakır Havzası, Basra Korfezi’nden başlayıp Toros eteklerine kadar uzanan ve Guneydoğu Toroslar yayını çizerek Amanos dağları ve Lübnan yolu ile Filistin’e ulaşan “Verimli Hilal”in kuzey ucunda yer alır. Havza; Karacadağ, Mardin Eşiği ve Toros dağları arasında bir step adacığı görüntüsündedir. Bu step adacığının çerçevesini orman tahripleri sonucunda çıplak kalmış sahalar veya bodur meşe toplulukları meydana getirmiştir. Bu nedenledir ki, Diyarbakır bölgesi bitki örtusu ve orman yönünden cok fakir bir durumdadır. Step kenarında yer alan meşeler bolgede Akdeniz iklimine yaklaşan karasal bir iklim tipi hüküm sürdüğü icin kurakçıl orman karakterindedir. Tabii ormanın alt sınırı Diyarbakır Havzasının kuzeybatı ucu ile Mardin Eşiği’nin dış eteklerinde diğer bölgelere göre biraz daha yüksektir. Dicle ile Hazro ilçeleri arasında çizilecek bir hattın kuzeyinde ise yer yer, nispeten az tahrip edilmiş meşe toplulukları yer almaktadır. Yabani meyve ağaçları ise Dicle nehri yakınlarında bulunur. Meşe trleri arasında en yaygın olanı mazı meşesidir (Quercus infestoria). Bununla beraber Quercus brantii, Quercus vesca gibi türlere de rastlanmaktadır. Havzayı kuzey ve kuzeydoğudan kuşatan Bitlis-Hakkari Torosları’nda da başlıca ağac türlerini meşeler (Quercus iberica, Quercus castaneafolia, Quercus infectoria vb) oluşturmaktadır. Kışların uzun sürdüğü yüksek kısımlarda meşelerin yerini soğuğa karşı daha dayanıklı olan ardıclar yer almaktadır. Kuytu ve sulak vadi tabanlarında ise söğüt, çınar, ceviz, kavak ve menengic gibi ağac türlerine rastlanır. Bu dağlık sahada ormanın ust sınırı tahribatın olmadığı yerlerde 2400 m’ye kadar çıkmakta ve bu sınırın üzerinde de Astragalus ve Acanthalimon’un geniş capta yayıldığı alpin kat yer almaktadır. İlin önemli bir bölümünü oluşturan steplerde yağış az, bağıl nem düşük ve kurak dönem çok uzundur. Bu durum bitki yaşamı icin onemli bir engel oluşturur. Havzadakistep bitkilerinin başlıcaları Verbascum, Astragalus, Delphinium, Eryaglum, Euphorbia,Gentiana, Silene, Trifolium, Bromus, Thymus, Achillea ve Convulvulus’ların ceşitli türleridir. Doğal orman alt sınırının Siirt civarında 700 m’ye, batıda ise Ergani’nin güneyindeki kalker topografya üzerinde 800 m’ye kadar inmesi stepin çekirdek sahasını az çok belirtmektedir. Çeşitli nedenlerle orman alanları gittikçe daralmış, ortaya çıkan step alanı ise genişlemiştir. Bitki örtüsü aşırı otlatma sonucu ortadan kalkmış, toprağın ince taneli üst tabakası aşınarak verimi düşmüştür. 148 İlin Orman Envanteri Diyarbakır’da orman varlığı çok zayıftır. En çok dikkati ceken orman ağacı meşelerdir. Meşeler içinde mazı meşesi (Quercus infestoria) önemlidir. Yuksek kesimlerde aşırı soğuklara dayanıklı ardıçlar on plana geçer. Orman değilse de çalılık ya da bozuk baltalık olarak yer yer menengic ağaçları görülür. Diyarbakır’ın il genelindeki orman alanının genel alana oranı %23,3’tur. Bu oran ülke genelindeki arzulanan %25 oranına cok yakındır. Ancak yöremizde var olan ormanlar çoğunlukla bozuk karakter taşıyan ormanlar olduğundan rehabilitasyon zarureti vardır. Diyarbakır Orman İşletme Müdürlüğünün saha döküm verileri şöyledir; Normal koru : Bozuk koru : Normal baltalık : 73.681 ha Bozuk baltalık : 273.396 ha Açıklık alan : 1.141.251 ha Genel alan : 1.488.328 ha İl ormanlarında normal koruluk yoktur. Meşe dışında, ormanların ana ağac yapısını ardıç, karacam, soğut, çınar, ceviz, kavak ve menengic gibi turler oluşturmaktadır. Diyarbakır ilinde orman funda olarak kullanılan arazilerin toplam alanı 384.662 hektardır. Bunun % 0,2’si duz % 1,7’si hatit % 18,1 ‘i orta, % 79,3 ‘i dik eğime sahip olup, % 1,3 ‘u orta, % 4,9 ‘u sığ, % 93,6 ‘sı toprak derinliğine sahiptir. Bağ-Bahce arazilerinin toplam yuz olcumu 28,705 hektardır. (Koy Hizmetleri Genel Mudurluğu ) Orman Kadastro ve Mülkiyet Konuları Diyarbakır Havzası yaklaşık olarak 6000 yıldan daha eski bir zamandan beri yerleşim sahasıdır. Diyarbakır’a yerleşen ilk insanlar kendilerine tarım arazisi temin etmek, yakacak ihtiyaçlarını karşılamak ve hayvanlarını otlatmak için meşe ormanlarını tahrip etmiştir. Bunun en canlı örneğini Ergani-Dicle yolu üzerinde görmek mümkündur. Yol boyunca uzanan bağlar, meşe çalılıkları arasında küçük parseller biçiminde yer alır ve insanın doğal bitki örtüsü üzerinde yol açtığı değişikliği yansıtır. Diyarbakır ili stepleri büyük ölçüde doğal değil, antropojendir (insanın olumsuz etkileri sonucunda ortaya çıkmıştır.) Özellikle dağlık alanlarda ve tepelik yörelerde rastladığımız, ağacın hiç olmadığı, çalının bile bulunmadığı yerler insanın 149 doğaya verdiği zararların sonucunda bu duruma gelmişlerdir. Bugünkü Ergani ve dolayları, Karacadağ, Güneydoğu Toroslar geçmişte büyük ölçüde ormanlarla kaplıydı. Ormanların hiç tükenmeyeceği sanılarak ağaçsız Arap çöllerine, Musul’a, Bağdat’a yüzyıllar boyunca odun ve tomruk taşındı. Ormanlar yakılarak tarlalar elde edildi. Diyarbakır’da sayısı pek çok olan hamamlar dağlardaki ormanların tüketilmesinde önemli rol oynadı. Yüz yıl kadar önce kuzey yamaçları ormanlarla kaplı olan Karacadağ’da bugun bu ormanlardan eser kalmamıştır. Doğal bozkır bulunmayan Diyarbakır ilinde antropojen bozkırlar da 1950’li yıllarda başlayan tarımda makineleşme sonucu tahıl yetiştirilen ekeneklere dönüştürülmüştür. İlimiz topraklarında yağış rejiminin düzensiz oluşu, bitki örtüsünün zayıflığı, mera hayvancılığının yaygın oluşu, mevcut meralarda aşırı otlatma nedeniyle, zayıf olan bitki örtüsünün daha da zayıflaması neticesinde erozyon meydana gelmektedir. Erozyonu önlemek için yukarı orman sahalarının su toplama havzalarında bozuk ormanları ıslah etmek, istinat duvarları ile orman rejimine alınan su toplama havzalarında doğal dengeyi sağlamak gerekir. Bu amaca yönelik olarak 1987 yılında Karakaya Erozyon Kontrol Projesi ile 5.144 ha saha yapılmıştır. Bu projede 1650 ha sahada çalışmalar sonuçlandırılmıştır. Bu proje Diyarbakır iline 140 km uzakta, Cunguş ilcesi dahilinde yurutulmuştur. Amacı Fırat nehri üzerinde kurulmuş olan Karakaya baraj havzasını yeşil örtü ağaçlandırma ve kuru duvar tesisleriyle korumaktır. İlimizde orman alanlarının genişletilmesi amacıyla çalışmalar yürütülmektedir. Çayır ve Mera: İlimiz Cayır ve mera varlığı 381642 hektardır. Arazinin % 1’i duz, % 12,2’si hafif, %36,5’i orta, % 50,2 ‘si dik eğime sahiptir. Cayır – mera arazinin % 0,3’u derin, % 1,1 ‘i orta derin, %29,4’u sığ, %69,01 cok sığ toprak derinliğine sahip olup, %0,6’sı hafif, %13,9’u orta, %49,4’u şiddetli, %36’sı cok şiddetli eğime sahip arazilerdir. Bunun en büyük bölümü Çınar, Ergani ve Merkez ilçelerinde bulunmaktadır. İlimizde cayır vemeralar yeterli değildir. Ekilen yem bitkileri ise çok sınırlıdır. Büyük boyutlarda bozulmuş olan bölgemiz meralarının ıslahı teknik çalışmalarla çok zordur. Tek çözüm ise ekstansif hayvancılıktan entansif hayvancılığa geçmektir. Yapılan çalışmalarla yem bitkilerin ıslahı ve ekiminde nisbi bir başarı sağlanmış olmakla beraber yeterli değildir. 150 KAYNAKLAR : 1. Tarım İl Mudurluğu Araştırma Planlama Şubesi Faaliyet Raporu 2. Tarım İl Mudurluğu Brifing Raporu, 2007 3. Ağaclandırma ve Erozyon Kontrol Başmuhendisliği Bolgesel Araştırma Raporu- Diyarbakır 4. Dicle Universitesi Cevre Araştırma Merkezi,’’Dicle Havzası Diyarbakır ve Yoresi Cevre Araştırma Projesi 1. Aşama Nihai Raporu’ 5. Diyarbakır Valiliği’ 2000’e Beş Kala Diyarbakır 6. Komisyon’’Yurt Ansiklopedisi, Turkiye İl İl, Dunu, Bugunu, Yarını’’ III. ve IV. Ciltler, Anadolu Yayıncılık 151 DİYARBAKIR’DA BADEM (Prunus amygdalus L.) YETİŞTİRİCİLİĞİ Murat HASPOLATLI Tabiat, insanoğluna gereksinimlerini karşılamak üzere çeşitli bitkiler sunmuştur. İnsanoğlu zamanla doğanın sunduğu bu bitkilerden maksimum düzeyde yararlanmanın yollarını aramış ve başarılı olmuştur. Günümüzde, teknolojinin ilerlemesiyle bitkiler sadece temel besin kaynağı olarak değil, aynı zamanda eczacılık, kozmetik, giyim ve kağıt üretimi gibi sanayi alanlarında da kullanılmakta ve gittikçe ön plana çıkmaktadır. Dünya’da canlı sayısındaki artış, beraberinde gereksinimlerin çeşitlenmesine ve artışına neden olmuştur. Bu nedenle insanoğlu, teknolojiden faydalanarak birim alandan daha fazla ürün almanın yollarını aramaya başlamıştır. Aynı zamanda, tüketilen temel besinin yanı sıra karbonhidrat, vitamin ve minerallerce zengin olan meyve yeme alışkanlığı kazanılmıştır. Ayrıca meyve tüketiminin dengeli beslenmedeki öneminden dolayı, çeşitçe zengin ve daha kaliteli meyveler üretebilme çabası içerisinde meyve bahçeleri kurmak amacıyla, yeni yöntemlere başvurulmuştur. Ülkemiz, dört mevsimin yaşandığı her türlü meyve ve sebze yetiştirmeye uygun topraklara sahip olması açısından şanslıdır. Modern teknolojiyi yaşadığımız bu dönemde, standart, kaliteli, verimli meyve üretebilmek ve üretilen ürün ile hem kendi talebimizi karşılamak, hem de dış piyasaya arzedebilmek, ülke ekonomisine büyük katkı sağlayacağı gibi, yetiştiricinin de refaha çıkmasını mümkün kılacaktır. Dünya üzerinde meyveciliğin yapılmaya başlamasından itibaren meyve ıslahı da yapılmaktadır. Öteki kültür bitkilerinde olduğu gibi meyvecilikte de çok eski zamanlardan itibaren yabani formlardan bilinçli seleksiyonlar yapılmış ve bu çalışmalar ıslahın başlangıcını oluşturmuştur (Özbek. 1971). Badem Rosaceae familyasının Prunus cinsine bağlı Prunus amygdalus L. alt cinsi içerisinde yer almaktadır. Bu alt cinse ait 40’a yakın badem türü tespit edilmiştir (Soylu,2003). Bademin anavatanı Batı ve Orta Asya’dır (Küden ve Küden, 2000). Bu meyve türü daha çok meyvesi için önem kazanmış olup Hindistan, İran ve Pakistan’da doğal bir yayılım göstermiş ve zamanla bu ülkelerden Akdeniz bölgesine yayılmıştır (Rugini and Monastra, 2003). Bu meyve türü, yurdumuz iklim koşullarına adapte olmuş önemli sert kabuklu meyve türlerinden biridir (Çağlar veark. 1995). Günümüzde ülkemizin Doğu Karadeniz Bölgesinin bazı yüksek kesimleri dışında neredeyse her bölgesinde doğal olarak yayılmış durumdadır (Dokuzoğuz ve Gülcan, 1973). Ülkemizdeki badem ağaçlarının büyük bir kısmı tohumdan yetiştirilmiştir (Dokuzoğuz ve Gülcan 1973). Bu nedenle aynı bahçedeki bademler 152 dahi farklı özellikler gösterebilmektedir. Bu çöğür popülâsyonu yurdumuz için genetik bir hazine olup, bu popülâsyonda yapılacak seleksiyonlarla üstün özelliklere sahip bademlerin ortaya çıkarılmasına büyük bir katkı sağlayacaktır. Ancak, ülkemizde bademe öteki meyve türleri kadar önem verilmemekte olup, genellikle tarlaların kenarında sınır ağacı olarak yetiştirilmektedir. Erken çiçek açan bir meyve türü olan bademde ilkbahar donları çiçeklere zarar verdiğinden badem ağaçlarından düzenli bir şekilde ürün alınamaması da ticari badem yetiştiriciliğinin gelişmemesinde önemli bir etkendir. Bademin anavatanı Anadolu olmasına rağmen, ülkemiz bu meyve türünün dış satımında önemli bir yere sahip olamamıştır. Türkiye’nin yıllık badem üretimi 41 000 tondur. Komşumuz İran 111 000 tonla, ülkemizden çok daha küçük üretim alanına ve ağaç sayısına sahip, Yunanistan ise 44 000 tonluk üretimiyle bizi geçmektedir. Ülkemizdeki bu düşük verimin nedenlerinin başında bilinçsizce yapılan tarım ve ilgisizlik gelmektedir. Bugünkü tarımsal üretimde amaç kısa sürede birim alandan maksimum ürün elde etmektir. Agroekosisteme verilecek zarar ikinci planda gelmektedir. Ancak doğayı bir kaynak olarak düşünerek üretim yapılmalıdır. İnsanların ihtiyaçlarının karşılanması için tarımsal faaliyetler agroekosistemde sürdürülür. Tarımsal faaliyetlerin bilinçsizce uygulanması genellikle -yarardan çok zarar getirmektedir. Bu bilinçsizce uygulamalar sonucunda meydana gelen olumsuzlukların en başında bitki ve hayvan varlığının değişerek doğal dengenin bozulması gelmektedir. Ülkemizin iklim ve toprak özelliği badem yetiştiriciliğine çok uygundur. Yerli çeşitlerin yanı sıra dışarıdan getirilen kültür çeşitleri de kolayca adapte olmuşlardır. Geçci ve verim kalitesi yüksek olan badem ağaçları ile kurulacak bahçeler ülke halkına gelir kaynağı olabileceği gibi, dünya badem yetiştiriciliğinde bulunmamız gereken yerlerde olmamızı sağlayacaktır. (Işıkalan 2003) Memleketimizde badem yetiştiriciliği bugün bile büyük ölçüde çekirdekle yetiştirmeye dayanmaktadır. Bu nedenle piyasaya arz edilen çeşitler büyük bir zenginlik ve karışıklık içindedir. Türkiye, Avrupa Ekonomik Komisyonunun bir üyesi olarak, badem standartlarını uygulamayı kabul etmiştir. Türkiye’de badem yetiştiriciliğine elverişli birçok alan vardır. Bu durumda yapılacak iş, bir yandan yerli çeşitler içerisinden yetiştiricilik ve piyasa yönünden en uygun olanları seçip bunları aşı ile üretmek suretiyle kaliteli çeşitleri tespit etmek, diğer yandan da dünya üzerinde başlıca üretim bölgelerindeki çeşitleri getirerek, bunların değişik bölge şartlarına uyma durumlarını denedikten sonra, uygun görülenlerinin aşı ile üretilip yayılmalarını sağlamaktır (Özbek, 1978). Genel olarak meyve ağaçlarının çoğaltılmasında; tohum, çelik, aşılama, daldırma ve mikroçoğaltma gibi değişik yöntem ve yollar kullanılmaktadır. Uygulanan bu yöntemlerin birinin diğerlerine göre avantajları yanında dezavantajları da bulunmaktadır. Bademin ilkbahar geç donlarından zarar görmesi yalnız yurdumuzda değil diğer badem üreticisi ülkelerde de büyük bir sorun olarak ortaya çıkmıştır. Bu nedenle 153 Amerika, Rusya, Yugoslavya, Bulgaristan, Yunanistan, İtalya, İspanya, Fransa ve Portekiz gibi dünya badem yetiştiriciliği ve dış satımında önemli yeri olan ülkelerde ilkbahar geç donlarından zarar görmeyecek, geç çiçek açan çeşitlerin üzerinde çalışılmaktadır (Küden ve Ark., 1997). Amerika Birleşik Devletlerinde, badem üretimi tamamen belirli standart çeşitlerle yapılmaktadır. Amerika’da ilk yıllarda İspanya, İtalya ve Portekiz’den getirtilen badem çeşitleri yetiştirilmiştir. Daha sonra bu çeşitlerin tohumlarından yetiştirilen bireyler içinde yapılan seleksiyonla bazı değerli çeşitler elde edilmiştir. İspanya ve İtalya’da da badem yetiştiriciliği, tohumla üretim yanında seçilmiş tipler ve melezleme sonucu elde edilen aşılı fidanlar ile yapılmaktadır. Böylece kısmi bir standardizasyon sağlanmıştır. Diğer Akdeniz ülkeleri de standart çeşitler üzerinde çalışmaktadır (Özbek, 1978; Dokuzoğuz, Gülcan, 1979). Bodur acı bademin (Amygdalus nana L.) Anadolu’da zengin varyasyonlar göstererek yayılmış olması, ülkemizin, bademin gen merkezlerinden biri olduğunu kanıtlamaktadır. Bilindiği gibi badem, soğuklama gereksinimi düşük olan bir meyve türüdür. Bu bakımdan ülkemiz, bademin gen merkezlerinden biri olmasına rağmen, ilkbahar geç donlarının hüküm sürdüğü yerlerde badem ağaçlarından verim alınamamaktadır (Özbek, 1978; Dokuzoğuz, Gülcan, 1979). Ülkemizde badem yetiştiriciliği, özellikle Güney-Batı Ege kıyılarında yoğunlaşmıştır. Bu bölgede yetiştirilen çeşitler yerli çeşitler olup, bazı ekstrem yıllarda, ilkbahar donlarından zarar görmektedir. Bunlar üzerinde yapılan seleksiyon çalışmalarında, bazı geç çiçeklenen çeşitler bulunmuştur (Dokuzoğuz ve Gülcan, 1979). Örneğin, geç çiçeklenen bir badem çeşidi olan Texas çeşidinden 1-2 gün kadar geç çiçeklenen 101-9, 101-13 ve 101-23 (Gülca-1) gibi tipler saptanmıştır (Kaşka ve ark., 1993). Ancak İspanya, İtalya, Fransa ve ABD’de yapılan ıslah araştırmaları, hem çok geç çiçeklenen hem de yüksek kaliteli ve verimli olan aynı zamanda aşırı soğuklardan zarar görmeyen çeşitlerin elde edilmesini sağlamıştır. Ayrıca elde edilen çeşitlerin bazılarında yetiştiricilik için çok önemli bir özellik olan, kendine verimlilik sağlanmıştır. O halde bu çeşitlerin kendi çeşitlerimizle karşılaştırmalı olarak GAP bölgesinde denenmesinde, ülkemizin tarım ekonomisine katkısı açısından büyük yararı vardır. Öte yandan, sulanabilir alanlarda kurulacak modern badem bahçeleri, kısa zamanda yetiştiricilere yüksek gelir sağlayabilecektir (Küden ve Ark, 1997). GAP bölgesi sahip olduğu iklim koşullarından dolayı badem için en önemli bölgelerimizdendir. Bu bölgemizde yetiştirilen bademin 2007 yılı verilerine göre toplam ağaç sayısı 557.322 adet, toplam meyve veren ağaç sayısı 369.055 adet, ağaç başına verim 10 kg, üretim 3.752 ton ve kapladığı alan 11.642 dekar olmasına rağmen 2008 yılı verileri incelendiğinde toplam ağaç sayısı 705.170 adet, toplam meyve veren ağaç sayısı 373.015 adet, ağaç başına verim 12 kg., üretim 4.453 ton ve kapladığı alan ise 17.842 dekara yükselmiştir (Anonim, 2007; Anonim, 2008). Bu değerlerden de anlaşılıyor ki Güneydoğu Anadolu Bölgesinde badem yetiştiriciliğinde hızlı bir artış görülmektedir. 154 Türkiye genelindeki 41.000 tonluk badem üretiminin 5278 ton’luk miktarı Güneydoğu ve Doğu Anadolu Bölgesi’nde yer alan Diyarbakır, Elazığ ve Mardin illerinden karşılanmaktadır. Bu rakam, Türkiye geneli üretimin yaklaşık %13’üne denk gelmektedir (DİE, 2002). Türkiye’de 1968 yılından günümüze kadar bir çok araştırmacı tarafından badem seleksiyonu çalışması yürütülmüştür (Dokuzoğuz vd., 1968; Dokuzoğuz ve Gülcan, 1973; Kalyoncu, 1990; Cangi ve Şen, 1991; Aslantaş ve Güleryüz, 1995; Bostan vd., 1995; Karadeniz vd., 1996; Beyhan ve Şimşek, 2007; Gerçekçioğlu ve Güneş, 1999; Balta, 2002; Şimşek ve Küden, 2007; Şimşek, 2008). Türkiye’de günümüze kadar badem ile ilgili yapılan çalışmaların önemli bir kısmında meyve kalite kriterleri, geç çiçeklenme, verimlilik vb. konular üzerinde durulmuştur. Ancak, bu çalışmaların çoğunda sadece umutlu tipler seçilerek çalışma sonlandırılmış, çoğaltılarak adaptasyon çalışmaları yapılmamıştır. Bu yüzden, hem yurdumuzun farklı yörelerinden seçilen ve hem de yurt dışında verim ve kalitesiyle üreticilerin beğenisini kazanmış çeşit ve tipleri birbirleriyle karşılaştırmak ve o yörede en başarılı sonuç veren tip ve çeşitleri yetiştirmek gerekir. Ülkemizin önemli badem yetişme alanlarından olan Güney Doğu Anadolu Bölgesinde hem erken çiçeklenme nedeniyle ilkbahar geç donlarından etkilenmeyen, soğuğa dayanıklı türler ile geç çiçeklenen meyve verimi yüksek türler araştırılmalı, hem de; entomolojik (Heteroptera, Cleoptera takımlarına ait türler ile süne zararlıları vb.) zararlılarla mücadelede araştırmalar yapılarak meyve verimi ve üretimin artımı için acilen bu araştırma sonuçlarının uygulamaya aktarılması gerekmektedir. BADEMLERİN ÖZELLİKLERİ Bitkisel Özellikleri Bademler pomolojik olarak iki gruba ayrılır: 1. Acı bademler, 2.Tatlı bademler. Acı Bademler Siyanidrik asit içerdiklerinden zehirlidirler. Acı bademler badem yağı çıkarmak için kullanılır. Tatlı Bademler •Tatlı bademler el, diş, sert kabuklu ve taş bademler olarak dört gruba ayrılır. Kabuk kalınlığı arttıkça randıman düşmektedir. •Çiçekleri erseliktir. •Kazık köklüdür. •Çiçek tomurcukları buket dallarda ve bir yıllık sürgünlerde bulunur. •Badem genel olarak kendine uyuşmaz bir türdür. •Döllenme arılarla olmaktadır. 155 Bademin Kabuk ve İç Özellikleri Kabuklu Bademlerde •Kabuk ne çok sert ne de çok yumuşak olmalıdır. Sert ve taş bademlerde randıman düşüktür. El ve diş bademlerinin saklanması zordur. •Karın kısmı kapalı olmalıdır. •Kuş zararının olmadığı yerlerde ince kabuklu el ve diş bademleri tercih edilebilir. •El ve diş bademlerinde kabuğun delikli üst tabakası kendiliğinden ayrılabilir, bu durum pazarlamada sorun olabilmektedir. İç Bademde •İrilik 1 onz (28.3 gr)’daki iç badem sayısına göre; 30’dan fazla olursa küçük, 25-30 orta, 20-25 iri, 20’den az ise çok iri olarak değerlendirilir. • İç açık renkli, kırışıksız, tüysüz olmalıdır. • İç randımanı yüksek, çift ve ikiz badem oranı düşük olmalıdır. Ekolojik ve Toprak İstekleri •Sıcak ılıman iklim bitkisidir. Kış soğukları bitkilere zarar verecek kadar (-25°C) düşük olmamalıdır. (-18 °C’de gözler zararlanır). • Soğuklama ihtiyacı + 7.2 °C’de 300-500 saat kadardır. •Kış soğuklarından çok ilkbahar geç donları daha çok önem taşımaktadır. Çünkü birçok ılıman meyve türünden daha önce çiçek açar. Bu nedenle ilkbahar geç donlarının sürekli görüldüğü yerlerde düzenli ürün alınamaz. •Pembe tomurcuk döneminde –4, -6.5; çiçeklenme başlangıcında –3, -4; çağla döneminde –1, -0.5 °C’ de zarar görürler. • Badem meyvelerini olgunlaştırabilmesi için yüksek sıcaklığa ihtiyaç duyar. • Kurak koşullara uyabilmektedir, ancak yağış 300 mm’nin altına düşerse verim düşer. •Süzek ve derin alüvyal yerlerde iyi sonuç verir. Böyle yerlerde kökler 3-3,5 m derine gidebilir. • Kumlu, orta derecede killi ve kireçli alanlarda da yetişir. • Fazla su tutan ağır topraklar sakıncalıdır. 156 Bahçe Tesisinde Dikkat Edilecekler •İlkbahar geç donları dikkate alınmalıdır. Kuzey yönünde, havalanması iyi yerler seçilmelidir. • Don çukuru oluşturan alanlar ile taban suyu yüksek yerlere bahçe kurulmamalıdır. •Kapama bahçeler iki yolla tesis edilir. 1- Aşılı fidanlarla dikim yapılarak, 2Doğrudan araziye tohum ekimiyle. •Doğrudan tohum ekimiyle bahçe tesisi daha çok sulama imkânı az olan yerlerde, çöğürlerin yerinde aşılanması şeklinde uygulanır. •Taban ve sulanabilen arazilerde aşılı fidan kullanılmalıdır. •Bölgeye uygun çeşitler ve dölleyicileri kullanılmalıdır. •Bademlerde kendiyle ve karşılıklı uyuşmazlık görüldüğünden bahçeler en az iki çeşitten kurulmalıdır. •Dikim mesafesi, kullanılan anaç, çeşit, ekoloji ve bakım şartlarına göre 5x6, 6x6 m olabilir. Zayıf ve az derin topraklarda 5x6m, kuvvetli topraklarda dikim aralığı 7-9 metreye kadar çıkabilmektedir. 157 DİYARBAKIR’DA BADEM VE BADEM EZMESİ VE FISTIK Kenan HASPOLAT Malabadi köprüsün yanındaki Halan Çemi(M.Ö.11.000)’de çevrede ağaç olarak,badem türleri mevcuttu.(11) Yani Silvan ilçesi bademin ata yurdudur. Diyarbakır’da bademe’e “Çakala” denir 19.Yüzyıl ve Diyarbakır Bademi Resmi valilik yıllığı olan 19.yüzyıl Diyarbakır salnamelerinde, Zirai ürün olarak ‘Hınta, Şa’ir,hububat-ı saire,kesilen ağnam,balmumu,fetik,yapağı, kıl, kök boya, mazı veteferruatı, nar kabuğu,sumak yaprağı,sumak, fetik, penbe-i ham,Safi erz, Cild-i sansar,Cildi tilki, Cild-i tavşan,harir kozası ve badem geçer(4/72) Resmi devlet belgesi olan tarihi Diyarbakır salnamelerinde ‘şira üzümünden pekmez yapılarak kesret üzere sarf olunur ve bundan başka pestil, sucuk ve envaı yapılır. Eğil ahalisinin pestil ve sucuk mamulatı pek leziz.(3/358) denmektedir. Resmi devlet belgesi olan tarihi Diyarbakır salnamelerinde ‘Eşcarımüsmireden şeftali, zerdali,kara erik,vişne,elma, armud, nar, sükkeri, incaz, kiraz,badem ceviz,ayva,fındık,incir, bıttım, dut,ekşi dut, aluc başlıcalarıdır 1869-1905 yıllarında Diyarbakır’dan badem, buğday, pirinç, mazı, kereste ihraç edilmektedir (Salname 4/276) (12) Arifi paşa Diyârbekir valiliği sonrasında, 1891’in Mart-Nisan-Mayıs aylarında Diyarbekir, Ergani, Çermik ve Çüngüş’te bulunmuş; gördüklerini Seyahatnamesinin Diyarbekir Seyahatı bölümünde anlatmıştır. Çermik Gezisi/ 6 Nisan sene 1307 Cum’artesi-9 Ramazan sene 1308 Saat sekizde esbe süvar olduğum hâlde Yahudi mahallesinden bi’1-mürûr Huburman Köprüsü temâşa olundu. Yirmi metro tülunda onbeş metro irtifa’ında bir cesim gözü olup cenâhlarında iki ufak gözü daha temâşa olundu. Oradan meşhûr Tetnik suyu mevki’ine gidildi. Suyu Çermik’deki miyahın eltafı imiş. Oradan Çermik’in menazırı pek latîfdir. Çünki Çermik’e 200 metro irtifa’dadır. Mevki’i çimen-zârdır. Câ-be-câ badem, armut, nar ağaçları da vardır. Armut baharda, badem çiçek burnu çağla idi. Bir hayli devr ve temâşadan sonra bağçelerin içinden eve gelindi (18). 158 16.yüzyıl ve Diyarbakır Bademi 16.yüzyılda Diyarbakır’da üzüm ve hurma pekmezi (duşab), kızıl boya, fitil yağı/mum yağı (revgan-ı çerağ), badem, şap, neft, kalay, kırmızı boya (zencerf) ve pamuk gibi nesneler de, transit ticarete konu olan mallar arasındaydı..(13) Cumhuriyet dönemi ve Diyarbakır Bademi 1936 yılında H.Basri Konyar’ın kaleme aldığı Diyarbakır yıllığında, Vilayetin en mühim badem ve ceviz mıntıkasını Lice ve Silvan kazaları teşkil eder. (s.139) der. 1937 yıllarına ait bir kitapta ‘İl içinde geniş miktarda meyva ağaçları vardır. Başlıcaları: ceviz, badem, dut, şeftalidir.Bu arada fıstık ekimine de önem verilerek dağlardaki menengiç denilen sakız ağaçlarına fıstık aşılanmaktadır.Sebzecilik ancak mahalli ihtiyaçları karşılayacak kadardır. (14) 1949 yılında Diyarbakır’ı ziyaret eden gazeteci Cahit Beğenç izlenimlerini Ulus gazetesinde yazmış, Diyarbakır ve Raman isimli kitabında da bu izlenimlerini detaylandırmıştır. Başlıca ihraç maddeleri yağ, yapak, canlı hayvan,çeltik,hububat bakliyat,hayvan derileri,mazı,kitre,badem ve ceviz içidir.Badem 200 ton ihraç edilmiştir. Borsa binasında, zamanına göre yapağı, mazı, kitre, acıbadem, deri, pirinç gibi mallar da arttırılmaktadır(15) 1967 il yıllığına göre, Çermik’te armut, zerdali, kayısı, erik en önemli meyve olarak yetirdi. Sebzesi de boldu. Sinek, Aşağı şeyhler, Pehsot, Hasut, Haburman, Erkek, Gaybiyan, Karamusa, Killat köylerinde de meyve ve sebzecilik ileriydi. Çüngüş’te ilçe merkezinde; Adış, Elyos, Hoya köylerinde sebze ve meyvecilik ileriydi. Meyve olarak incir, nar, erik, elma, armut, badem, ceviz, dut başta gelirdi Ergani’nin doğu ve batısını meyve ve sebze bahçeleri kaplamıştı. Erik, armut, elma, kiraz, vişne, kayısı, badem, ceviz, incir, ayva ve nar başlıca meyvelerdi. Günlük yaşamla badem iç içeydi. Kışın uzun gecelerinde bazen yemekten birkaç saat sonra sucuk, bastık, ceviz, badem gibi yazdan hazırlanmış kışlık nevaleler çıkarılıp yenirdi (16) Ürünler Ağaç (Adet) Üretim/(ton) Badem Dut 115.666 63.660 1.303 1.366 Meyve ve sebze: Tarım Master Plânı Diyarbakır 2001 Meyveler Toplam Badem Toplam Meyveli yaşta Meyvesiz yaşta Üretim (ton) 1 213 386 864 530 348 856 119 780 143 260 121 450 21 810 1 417 Kaynak: Tarım İl Müdürlüğü, 2005 /http://www.diyarbakir-cevreorman.gov.tr/ 159 Çermikte Yetiştirilen Badem Ağacı Diyarbakır bademi 160 Hani Bademi 161 Bademcilik çalışmaları Hazro’da badem yetiştiriciliği start aldı. Diyarbakır’ın Hazro ilçesinde Badem Yetiştiriciliğini Geliştirme Projesi kapsamında 25 proje sahibine fide dağıtıldı. Hazro ilçesinde Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakfı Başkanlığı’nın Sosyal Riski Azaltma Projeleri (SRAP) kapsamında Hazro İlçe Tarım Müdürlüğü ile ortaklaşa olarak hazırladığı 25 adet “Badem Yetiştiriciliğini Geliştirme Projesi”nin uygulama aşaması sona erdi. Projeden faydalanan üreticilere fideleri teslim edilirken, projenin toplam bedelinin 240 bin 222 TL olduğu belirtildi. www.diyarinsesi.org 21 Mayıs 2009 Bismil’de çiftçilere bin badem fidanı dağıtıldı Bismil Gıda Tarım ve Hayvancılık Müdürlüğünce çiftçilere bin adet badem fidanı dağıtıldı. Gıda Tarım ve Hayvancılık İlçe Müdürü Memduh Bülbül, fidan dağıtımının ardından gazetecilere yaptığı açıklamada, badem yetiştiriciliğinin Türkiye’de özellikle Ege bölgesinde yoğunlaştığını ifade ederek, Akdeniz ve İç Anadolu bölgelerinin de Ege’yi izlediğini söyledi. Diyarbakır’da da badem üretimini teşvik etmek istediklerini ifade eden Bülbül, ‘’Normal fiyatı 4-6 lira olan fidanlar, çiftçilerimize tanesi 1 liradan Dicle Üniversitesi Ziraat Fakültesi’nden temin edildi. İlçemize bağlı Akçay, Gedikbaşı, İsapı nar, Koğuk, Koyunlu ve Sinan köylerimizdeki çiftçilerimize dağıtıldı. Biz üstümüze düşen görevi yaptık, bundan sonra görev çiftçilerimizde’’ dedi.www. diyarinsesi.org. 17 Nisan 2012 162 Diyarbakır’da Badem Ezmesi (Lebüzünye) Yapımı Malzeme: ½ kg.badem, ½ kg pudra şekeri, 1 çay bardağı su Yapılışı: Bademler haşlandıktan sonra kabukları soyulur, kurutulur. Kıyma makinesinde çekilir. Bir tepsi içinde şekerle karıştırılır. Azar azar su ilave edilerek yoğrulur. Hamur haline gelince düz bir tepsi üzerine merdane ile bir parmak kalınlığında açılır. İstenilen biçimde kesilir. Genelde baklava biçimi dilimi şeklinde kesilmektedir.(Tümü 4915 kalori) (17) Abdulkadir Güler ne güzel söylemiş: Aklımdan gitmiyor Seyrantepesi Gazi Köşkü, Dicle, Aslan çeşmesi Kavunu, Karpuzu, badem ezmesi Bir altın çanaksın oy Diyarbakır Diyarbakır türkülerinde Ağlama Yar Ağlama’ya bakıyoruz ve badem için ne söylenmiş: Ağlama yar ağlama Mavi yazma bağlama Mavi yazma tez solar Ciğerimi dağlama Bugün ayın üçüdür Girme bostan içidir Dudakların bal kaymak Dilin badem içidir Eczacı İ. Rıza Yazıcıoğlu meşhur Diyarbakır badem ezmesini anlatıyor. LEBZÜNYE (BADEM EZMESİ) Kelime anlamı dudakta eriyen demektir. Badem ve şekerle yapılır. Diyarbakır yöresine ait bir şekerlemedir.Daha sonraları ülkemizin başka yörelerinde yapılmaktaysa da bu ezmeler gerek yapılış şekli,gerek badem ve şeker oranı,gerekse Diyarbakır yöresine ait lezzetli ve yağ oranı yüksek bademler kullanılmaması , değişik badem çeşitleri ve kaysı çekirdeği kullanıldığından aynı lezzeti vermemektedir.Genellikle kız isteme,nişan ,düğün,sünnet,mevlit,önemli günler ve bayramlarda yapılır ve ikram edilir.Osmanlı döneminde tepsilerle yapılan Badem Ezmesi Diyarbakır’dan İstanbul’a padişahlara gönderilirdi.Badem Ezmesi Osmanlı Saraylarının vazgeçilmez şekerlemelerindendir.Kanuni Sultan Süleyman’ın İran seferi dönüşü Diyarbakır’dan tepsilerle Badem Ezmesini İstanbul’a götürdüğü bilinmektedir. Geşmişte Önemli günlerde taş dibeklerde ağartılıp kabuğu soyulmuş 163 badem ve şeker eşit miktarda macun kıvamına gelinceye kadar dövülerek yapılırdı. Günümüzde ise modern makinalarla yapılmaktadır.Diyarbakır ve Güneydoğu Anadolu bölgesinin yağ oranı yüksek,tatlı ve oldukça lezzetli bademleri ile yapılmaktadır.Halen Diyarbakır’da Badem Ezmesi üretimi yapan 2 şekerlemeci mevcuttur.Diyarbakır Badem Ezmesinde,kaysı çekirdeği,acı badem,ithal badem,fındık ve Datça bademi kesinlikle kullanılmamaktadır.Önemli ve mutlu günlerin ikramı olan Badem ezmesinin kalorisi de oldukça yüksektir. KAYNAKLAR 1. ÖZBEK, S., 1978. Özel Meyvecilik, Ç. Ü. Ziraat Fakültesi Yayınları: 128. Ders Kitabı: 11, Adana, 485 S. 2. KÜDEN A., KÜDEN, A. B., KAŞKA N., AĞAR İ. T., 1997. GAP Bölgesi’ne Adapte Edilebilecek Şeftali, Kayısı, Badem ve Erik Çeşitlerinin Saptanması II. Ç. Ü. Ziraat Fakültesi. Genel yayın: No: 198. GAP Yayınları No: 113, Adana. 3. DOKUZOĞUZ M., GÜLCAN R., 1979. Badem yetiştiriciliği ve sorunları. Tübitak Yayınları, No: 432, Toag Seri no 90, Ankara, 80 s 4. KAŞKA N., KÜDEN A., KÜDEN A. B., DÜNDAR Ö., 1993. GAP Bölgesi’ne Uyabilecek Şeftali, Kayısı, Badem ve Nektarin Çeşitlerinin Saptanması Üzerinde Çalışmalar. Ç.Ü.Z.F. (DPT Projesi). 5. IŞIKALAN Ç., Bademin (Amygdalus communis L. cv Nonpareil) Biyoteknolojik Yöntemlerle İn vitro Koşullarda Mikropropagasyon Yollarının Araştırılması.( D.Ü. Fen Bilimleri Enstitüsü, Doktora tezi). 6. AKBAŞ F., S. Namlı, Ç. Işıkalan, B. E. Ak “Effect of plant growth regulators on in vitro shoot multiplication of Amygdalus communis L. cv. Yaltsinki.” African Journal of Biotechnology Vol. (22), pp. 6168–6174, 2009. 164 7. IŞIKALAN Ç., Akbaş F., Namlı S., Başaran D.,” Adventitious shoot development from leaf and stem explants of Amygdalus communis L. cv. Yaltinski” Journal of Plant Biology and Omics, Vol. 3 (3), pp. 92–96. ( 2010) 8. IŞIKALAN Ç., F. Adıyaman (Akbaş), S. Namlı, E. Tilkat, D. Başaran. “In Vitro Micropropagation of Almond (Amygdalus Communıs L. Cv. Nonpareıl)” African Journal of Biotechnology Vol, 7 9. DİE 2002. Tarımsal Yapı (Üretim, Fiyat, Değer) T. C. Başbakanlık Devlet İstatistik Enstitüsü Yayınları. No: 2885, Ankara, 7-309 s. 10. Çağlar S, Güngör MK, Küden A, Kaşka N (1995). Badem yetiştiriciliğinde saçak köklü çöğür ve fidan eldesi üzerinde araştırmalar. Türkiye II. Ulusal Bahçe Bitkileri Kongresi. ÇÜ Zir. Fak. Bahçe Bitkileri Bölümü. 3-6 Ekim 1995. Cilt: 1, 384- 388. 11. George Wıllcox.Manon Savard.Güneydoğu Anadolu’da tarımın benimsenmesine ilişkinveriler.Mehmet Özdoğan,Nezih Başgelen/ed): Türkiye’de Neolitik Dönem. Arkeoloji ve Sanat yayİst. 2007. s. 427- 440 12. Diyarbakır salnameleri. Diyarbakır Büyükşehir Belediye yay. İst. 1999. 13. Fatma Acun16. Yüzyılda Diyarbakır Şehrindeki Ekonomik Faaliyetler 1. DİTAV kongresi. 2000. s. 206 14. Usman Eti.Diyarbekir. Diyarbekir matb. 1937. s. 27 24,25 s49 s. 127 15. Cahit Beğenç: Diyarbakır ve Raman. Ulus Basımevi.Ankara. 1949. s. 16. Şefik Korkusuz. Eski Diyarbekir’de Gündelikhayat. Kent yay. İst. 2007. 17. Mebrure Değer. Annemin Diyarbakır Yemekleri. Hayy kitap. İst. 2009. 18- http://www.uzulmez.info/muslum/makale/arifipasa.htm 165 GÜL VE DİYARBAKIR Mehmet Ali ABAKAY* Giriş Bu sempozyumun bildirisinde alışılmışlığın dışında Gülcülüğe dayalı yazılan kaynaklardan kimi iktibaslarda bulunacak ve “Gül” ile “Diyarbakır” arasındaki ilişkileri ele almaya çalışacağız. Diyarbakır konulu kimi kaynaklarda gülcülüğe dair anlatımlar yok değil. Bu -anlatımlar, daha çok birbirinin tekrarı biçimdedir. Bundan olmalı ki anlatımları eksen alanlar, bir kaynakta ele alınan konuyu diğer kaynaklara kendince aktardıklarında sunulan bilgiler, karşılaştırıldığı zaman, aktarımlarda eksiklik-fazlalık söz konusu olur. Bu sebeple Cumhuriyat Dönemi’nde Gülcülüğe dayalı ana kaynak 1936’da yayınlanan Diyarbekir Yıllığı’dır. Bu yıllıkta geçen bilgileri, aslına uygun biçimde aktaracağız. Diyarbakır’da gülcülük konusunu ele aldığımız zaman, akla gelen bu işin bu şehirde hiç gerçekleşmediğidir. Kaynaklara, kimi minyatürlere bakıldığı zaman, şehrin geçmişinde gülcülüğün oldukça önemli bir yer tuttuğu görülmektedir. Günümüz yazarlarının bir konu hakkında bilgi sahibi olduğu için ilk başvurdukları kaynak, daha çok Evliya Çelebî’dir. Seyahatname, bir ansiklopedi misali şehre dair birçok bilgiyi içine aldığı içindir ki Çelebî’nin ne yazdığı varsa bu kabul ediliyor. Çelebî’nin belirttiği her şeyi doğru kabul etme, kimi yanlışlıkları da beraberinde getirmektedir. Nihayetinde Seyyah’ın gördüğü ve duyduğu bir araya gelerek, eserini oluşturmakta iken, anlatılanların eserin temel yapısını oluşturduğunu belirtelim. Yazarın belirttiği Çay önü sefaları, günümüzde oldukça kullanılan metinlerdendir. Evliya Çelebî, hüllelerdeki anlatımında sık sık reyhan(Fesleğen)’den bahseder, Kosbağı Mesire alanını şu şekilde tarif eder: “Bu gezinti yeri Şatt’ın karşı tarafında Cennet bahçesinden bir köşeyi andırır ki anlatılması imkânsızdır.”1 Evliya Çelebî’den çok önce şehrin bir minyatüründe Esfel Bahçaları’nı gülle çalışmasına nakşeden Matrakçı Nasuh, o dönemin gözden kaçmayan ayrıntısının üzerinde durmayan birçok araştırmacıyı adeta şaşırtmıştır. Çelebî’den önce yaşamış ve Osmanlı Padişahı Sultan Süleyman ile Irak Seferi’ne çıkan Nasuh, şehrin oldukça önemli bir alanı “Gül Bahçeleri” şeklinde tasvir etmiştir. * e-mail: [email protected] 166 Matrakçı Nasuh ve Diyarbakır Kalesi Gülcülüğün bundan önceki seyri hakkında kimi araştırmalarda şehir ve gülcülüğün tarihi asında önemli ilişkilerin mevcut olduğunu biliyoruz. Şehrin Tarihi’nde gülcülüğün varlığına dair bizim açıklamalarımız, bir başkasına delil, kaynak sunmayı gerektirmeyecek denli açıktır. Deliller Hanı’na gelen Hac Yolculuğu Rehberleri, bu handa özellikle gül yağı temin eder ve böylelikle bu gül yağını Mekke-i Mükerreme’ye-Medine-i Münevvere’ye götürmektedir. 1500’den Cumhuriyet’e kadar uzayan 500 Senelik tarih içinde Gülcülüğün şehirde geliştiği ve çevrede birçok kişinin ev avlusunda olmazsa olmazı arasında gül ağaçları olduğu bilinmektedir. 167 Avlulu Diyarbakır Ev mimarîsinde, avlu ortasında küçük bir havuz ile etrafında küçük bir gülistanlık, düne kadar devam etmiş, halen kısmen de olsa yaşamaktadır. Eski Mimarî’den gelen bu güle duyulan iştiyak, gülün sadece süs bitkisi olarak değil, gülden gül suyu, reçel, marmelat, ilaç yapımı olmak üzere birçok alanda yararlanmayı sağlamaktadır. Diyarbakır Mutfak Kültürü’nde gülün kullanım alanları hakkında kısa bilgiler verirken gülün mutfakta kullanım alanları: Diyarbakır Mutfağı’nı temel alan iki kitaba baktığımız zaman, bu kitaplarda gül reçelini, gül marmelatını, gül suyunu göremiyoruz. Gülün kendisine has kokusunu taşıyan ve tatlılara lezzet katan sular, maalesef yemek kitaplarındaki tariflerde yerini bulmamıştır. 2Gülün sağlıkta kullanım alanları, herkesin malûmudur. Gül yaprağı lapasının kullanım amacı acı dindirmek, iltihaplı çıbanı sağaltmaktır. Yeni mahsul gülün balla, zeytle (zeytinyağı) karıştırılıp dinlendirilmesi, sinir hastalıklarına, şişkinliklere, ağrılı bölgelerde acının dindirilmesine iyi gelir. Cilt hastalıklarının tedavisinde uçucu özelliğe sahip gülyağının kalıcı biçimde hastalığın emarelerini ortadan kaldırdığını, cildi yumuşattığını, hücre yenilemesine yardımcı olduğu bilinmektedir. Kozmetik sanayinde gülün kullanımı zaten bilinmektedir. Gülün kokusunun insan zihninin dinlendirilmesinde etken olduğu, aromaların zihni uyardığı, böylelikle kişinin kendisini dinç hissetmesinde etkin olduğu yıllardan beridir gelenekte yerini almış bir durumdur. İnanç cephesinde kişinin gül suyu kullanımı, gül yağı sürünmesi kendisine bir rahatlık vermektedir. Kişi, salavat getirerek de işin inanç boyutuyla rahatlar. Hazreti Muhammed(a)’in gül kokusunu sevmesi, terinin gül kokması ve bundan gelen gelenekle en çok kokan güle, “Muhammedî Gül” denilmesi anlamlıdır. Kitapların arasında kurutulan güller, gül yaprakları bazen elbiselerin arasında da kendisine yer bulur. Şiirlerde gülün kullanılması, kitap ciltlerinde gül motifinin varlığı da gülün herkesçe bilindiğini gösterir. Gül’ün nakışta yer alması, sevginin işareti bilinmesi, kilimde ve diğer dokumalarda geçmişten günümüze gelişi, apayrı bir mana taşır. Kız çocuklarına verilen isimler içinde gül isminin çokluğu da dikkat çeker: Gülbeyaz, Sadegül, Ayşegül, Fatmagül, Pembegül, Ravzagül, Semagül, Gülbîn, Nurgül, Esengül, Aygül, Gülistan, Gülfidan, Gülperî, Gülay, Gülsenem, Gülendam, Gülşîn, Gülçin, Gülrûz, Gül, Gülcan, Birgül, Songül, Gülşevkat, Gülnida, Güldan, Gülden, Gülşen, Goncagül, Gülbahar, Gülben, Gülce, Gülçiçek, Gülce, Güler, Gülen, Gülser, Gülseli, Gülrûh, Gülten, Gülşah, Gülbaran, Gülasor, Gülazer, Gülistan, Gülrevan, Gülcihan, Gülaçem, Gülacem,… Yazdığımız ve Diyarbakır’ı gül motifi ile ele alan şiirimizi aktararak, güle duyduğumuz iştiyakı ifade etmek istiyoruz: 168 Diyarbakır ve Gül İnsanı gül yüzlüydü, güller şehrinin Konağı, köşkü, evi gülsüz karşılamazdı misafiri Cümle kapısından geçerken içeri Kuyu kenarında, havuz başında Muhammedî pembe, Yedi veren kan kırmızı gülleri Her gül denilişinde Salavat-ı Şerif Elleri yüzlerinde yaşlıların ki o yaşlılar bilir Ey Şehr-i Amid!... Gönüllerin gül şehri Ey Şehr-i Dilrûba Ey Şehr-i Selam Gül ikliminden yüreğime gir içeri Hayatımın renk vereni kokusu remzi Ömrümün nişanesi yaprakların misali Gün gün yaprak yaprak Acılarım kederle birleşir bülbül olurum Bağban habersiz bahçada kahrolurum Bülbül olmak kolay mı demde güç iştir biline Ah başlar sancısı yüreğimin vurulurum gül mevsiminde Bir dost uzatmasın elini çekmesin beni dışına bahçanın Ben derdimden razıyım Ben hem güle hem bu şehre evvelden sevdalıyım Şehr-i Amid’e uğrarken her gelen kimse Yirmiyi aşkın çeşidiyle gülün kokusu Merhaba denmek için karşılar adeta kendisini Esfel Bahçaları›nda Şeyh Muhammed Düzlüğü›nde Bir şehr-i gül şehrayini başlar kendiliğinden Birer maket gül bahçesidir her avlu Dur ve şehri dinle Istırabı güllerden uzak düşmek olmasın sakın 169 Gül mevsiminden dol yüreğimin içine Ey Şehr-i Âmid, gönül ikliminin usaresi güldür Her mevsimde yetişen güldür Gül yüzlü insanların hatırına Çekilen sıkıntıları dindir Bilmez misin tek beklentimiz güldür Gül sağnağından sor gönlümüzü o güldür Bizi gülden sor bizi adımız bülbüldür Şehr-i Âmid diyarında içimizi yaralayan güldür Herkes güler tebessüm ederken İçimiz büryan hûn teknesi sebebi güldür Şiirinde güle mana vermek isteyen çok şair olmuştur. Her şair, hayatından kesitleri, duygularıyla bütünleştirip, düşüncesiyle harmanlayarak verir. Bildiri sonunda Diyarbakır Folkloru’nda önemli yer tutan Gül Motifi’ne ait kimi örnekleri sunarak, gül motifi ile bütünleşen şehrin birbirinden ayrılmaz hale geldiğini göreceğiz. Diyarbekir Yılığı’nda yer alan “Gülcülük ve Çiçekçilik” başlıklı bölümü, dönemin anlatım biçimiyle, imlasında ve noktalama işaretlerinde değişiklik yapmadan alıyoruz: “Diyarbekri’de Gülcülük ve çiçekçiliğin başladığı tarih hakkında esaslı bir malûmat yoksa da Fatih Paşa Camile Karakolun duvarlarında müşahade edilen çinilerde mevcut nakışlardan ve hususile Gül, Karanfil, sünbül ve saire gibi muhtelif çiçek resimlerinden bahçıvanlığın tezyinat şubesini teşkil eden bu bediî san’atların eskiden beri bu havalide malûm olduğu istidlâl olunmaktadır. Tabiatın en güzel, cazibedar ve nazik birer mahlûku olan güllerle çiçekler, bediî manzaraları ve lâtif kokuları itibariyle daima insanın ruhuna neş’e vererek şairane hissîyatını tahrik ettiğinden bunların meftunu olan Diyarbekir halkı arasında da bir çok şair ve edipler yetişmiştir. 1932 senesi Mayıs ayının ortasına doğru vilâyet Halkevinde ilk defa olarak açılan gül ve çiçek sergisine halkın büyük bir alaka ile iştiraki, bedîyatta olan bu merak ve meftuniyetin yüksek bir delilidir. Bu sergide 18 gül nevi gül ile bir çok tenevvürleri havi 20 cins çiçek ve 13 cins nebatatı tezyiniye teşhir edilmiştir. Yakın zamanlara kadar Diyarbekir vilâyetinde Gül yağcılık dahi memnuniyeti mucip bir dereceyi bulmuşken maalesef umumî harbın ilcaatile bu san’at yavaş yavaş sönmeğe mahkûm olmuş ve bugün bu işle iştigal eden kimse kalmamıştır. 170 Takriben 37 yıl önce Diyarbekirin gül ve gül yağcılığına olan istidat ve kabiliyetini nazarı itibara alan Osmanlı Hükümeti, bu havalide Mustafa Efendi adında mutahassıs bir memur göndermiş ve bu gayretli memurun teşvik ve himmeti sayesinde Diyarbekir kasabasile etrafındaki köylerde oldukça geniş ve muntazam gülüstanlar tesis edilmişti. Bu memurun buraya izamından evvelde Diyarbekirde gülcülük merakı gerçi vardı ve bu merakın yayğın bir ifadesi olmak üzere kasabanın dört tarafında yani Mardin ve Urfa kapılarile Dağ Kapı ve Yeni Kapı semtlerinde, Esfel bahçelerinde ve Mardin Kapısının haricindeki umum köşklerde birer ve ikişer ve bazen üçer dönümlük bir çok gülüstanlar vücuda getirilmişti. Ancak memurun teşviki üzerine gülcülüğe daha fazla ehemmiyet verildiğinden Çanakçı, Şehkent, Şilbe, Fabrika, Çöllü, Zoğa, Zoravan, Bacavan, Hashavar gibi bir çok köylerde dahi muazzam ve geniş gülükler meydana getirilmiş ve bu ara Gülyağcılığına da başlanılmış idi. Vaktile köklü fidan tarzından başka gül yetiştirmek usulüne vakıf olmayan halk memurun tarif ve tavsiyesi üzerine gül çeliklerini otuz kırk santim derinliğinde ihzar denilen hendeklere ufkî olarak yatırmak suretile de güllükler tesisine başlamıştı. Toprak seviyesinden itibaren 15-20 santim derinliğinde hendeklere yatırılan gül çiçekleri üzerine 4-5 santim toprak ve bunun üzerine o kadar da gübre koymak usulü teamün etmiş idi. Bununla beraber fidanlar yükseldikçe üzerine toprak ve gübre ilâve etmek itiyadı da mevcut idi. Az çok fennî bir usul ile gülcülüğü muvvafakıyetle tetbik eden maddî faidelerini gören halk bir taraftan mevcut güllüklerin tevsi ve ıslahına, diğer taraftan da gülyağcılığına mütealik ufak alât ve edevatı sipariş etmiş ve Diyarbekir muhitinde bu sanatın ilerlemesine sebep olmuştur. Vaktile gül bahçelerinin inkişaf ettiğini mayıs ayında bir çok kibâr aileler, gülüstanların lâtif manzaralarını temaşa eylemek üzere şehir etrafındaki bahçelere gidip eğlenirlerdi. Bir taraftan gül kokulu saf ve temiz havayı süzüp ciğerlerine çekerler, diğer taraftan da bediî zevklerini bihakkın tatmin ederlerdi. Muntazam güllüklere malik bahçe sahiplerinin bu kibâr âilelere hediye namile takdim eyledikleri gül boketlerine karşı mezkûr âileler tarafından bahçivanlara bahşiş suretile para vermek âdeti cari idi. Gül mevsiminde hergün müteaddit ziyaretlerden alınan bu bahşişlerden maada atarlara peştemaller dolusu gül satılmakta idi. Eskiden bu havalide elyevm istimal edilen muhtelif kolonyalarla diğer itrî maddeler mebzulen mevcut ve ucuz olmadığından bütün düğünlerde mevlitlerde ve hatta berber dükkânlarında gül suyu rağbetle kullanılmakta idi. Bunun için evlerde atarlar tarafından hususi surette kurulan imbikler gül mevsiminin devam ettiği müddetçe faal bulunuyordu. Bundan başka güllerden geniş mikyasta şurup, reçel ve gayet nefis rakı yapılmakta olduğundan halk büyük bir ihtimam ve hevesle gül yetiştirmekte idi. O 171 tarihlerde Hani ve Lice havalisinde ehemmiyetle yetiştirilen güller ticaret maksadiyle vilâyet merekzine kadar sevk olunuyordu. 1315 tarihinden itibaren vilâyette gül istihsalâtı fevkalâde çoğaldığından 400 Dirhemden ibaret olan beher okkası şimdiki para ile beş kuruşa satılmakta idi. Vaktile her evde lâkaâl birer kilo gül suyu bulunduğundan istihsalâtı fazla idi. Gül suyu maimukattar olmak itibarile önceleri göz ve vücut iltihaplarına karşı deva olarak ta kullnılırdı. Düğün ve mevlûtlerde gümüşten mamûl Gülâpdanlıklarla halk üzerine gül suyu serpmek adet idi. Gerek erkek gerek kadın cemiyetlerinde senede tahminen beş altı bin kiloluk gülsuyu sarfedilmekte olduğu rivayet edilirdi. “ 3 Aynı Yıllıkta “Gül Nevileri ve Evsafı” başlığı altında Diyarbakır’da yetiştirilen güller hakkında bilgi verilmiş, hangi gül çeşidindin ne zaman Diyarbakır’a getirildiği üzerine farklı açıklamalarda bulunulmuştur. Günümüzde bu gül çeşitlerinin tümünün Diyarbakır’a ait olduğu kanaatine varan kimi araştırmacılar, yanılgılarını düzeltmelidir. Bu sebeple önemli gördüğümüz açıklamaları aynen sunuyoruz: 1. Beyaz Gül: Vilâyet Parkı için 1932 senesinde Mersinden getirilen güllerden aşı kalemi tedarik edilmek suretile yetiştirilmiştir. Dalları tikensiz yaprakları iri çiçeği beyaz katmerli, kıvrık ve büyüktür. Fakat kokusu azdır. İlkbahardan itibaren senede altı def’a çiçek açar. 2. Krem Gül: 1928 Senesinde Esbak Evkaf Müdürü Musatfa Afif Bey tarafından oğlu Hasan Efendile talebesi Müftü zade B. Şeref’e Urfa’dan gönderilmiş ve sureti mahsusada çoğaltılarak gayet güzel bir nev’i elde dilmiştir. Dalları tikensiz yaprakları orta büyüklükte çiçeği katmerli ve kokusu azdır. Mevcut satış güllerinin en iyisi sayılır. 3. Mikado Gülü:1928 senesinde Levazım Reisi B. Kenan tarafından çiçekleri İstanbuldan getirilip teksir edilmiş bir güldür. Dalları tikenli, yaprakları ufak çiçeği penbe kıvrık ve katmerlidir. Senede yedi defa açar gayet lâtif kokuludur. 4. Arif Bey Gülü: İlk def Behram Paşa tarafından umumî harpten evvel Halepten getirilerek oğlu Arif Bey namına izafe edilmiştir. Penbe olan çiçeği büyük, kokulu ve çok katmerlidir. İlk bahardan itibaren daimi surette çiçek açar, elyevm Diyarbekirde mevcut güllerin en makbul ve muteberidir. 5. Rumkale Gülü: Bu gün Rumkaleden Urfaya ve oradan da Vilâyet eski Tapu memurlarından Feyzi Efendi tarafından 1926 senesinde Diyarbekire ithal edilmiş olduğundan bu namla şöhret bulmuştur. Dalları tikensiz ve yaprakları orta cesamettedir. Koyu penbe ve kokulu olan çiçeği çok katmerli ve büyüktür. Nisan, Mayıs, haziran ve Temmuz aylarında senede dört defa çiçek açar. 6. Hacı İbrahim Gülü: Yaprakları ufak, dalları tikenli ve yüksektir. Çiçeği ebru, penbe, kokulu ve senede yedi defa açar. Hacı Kadirağazade Hacı İbrahim Efendi tarafından bu havalide teksir edildiği için onun namına izafe edilmiştir. 172 7. Koyu Sarı Gül: Yaprakları ufak, dalları tikenlidir. Çiçeği çok katmerli, kokusuz ve yedi veren nevilerindendir. Buna kaysıgül dahi denir. 8. Açık Sarı Gül: Dalları az tikenli, yaprakları orta boyludur. Çiçekleri sende yedi defa açar ve kokusu azdır. 9. Fes Kırmızısı Gül:Yediveren nevilerinden olup çiçekleri katmerli ve çok kokuludur. Yaprakları orta büyüklükte ve dalları az tikenlidir. 10. Malatya Gülü: Yaprakları orta boyludur. Koyu penbe renginde bulunan çiçeği kokulu ve çok katmerli ise de az kıvrık ve yedi veren nevilerindendir. Bunun açık penbesi de vardır. 11. Üç Renk Aşılı Gül: Fes Kırmızısı renginden olan bu gülün dalları sarı, ve Akif Bey Gülü nevileriyle aşılanmış olduğundan muhtelif üç renkli bir gül elde dilmiştir. Bu gül Tevfik Efendizade B. Sıtkı tarafından üretilmiştir. 12. Cevat Paşa Gülü: Yaprakları orta cesamette, koyu yeşil dalları az tikenli çiçekleri ufak katmerli ve kokuludur. Sabık Elcezire Cephesi Kumandanı Ferik General Cevat zamanında Vilâyete ithal ve teksir edilmiştir. 13. Malta Gülü: Yaprakları orta boyda, koyu yeşil dalları az tikenli ve çiçekleri kokulu penbe katmerli ve kıvrıktır. İlkbahardan itibaren kış mevsimine kadar mütemadiyen çiçek açar. Fidanı kuvvetli, bodur ve arsızdır. Çiçekleri zarif ve lâtif olduğundan bahçelrde tezyinat makamında kullanılır. Sık dikildiği takdirde koyu yeşil olan yapraklarile Taflan gibi güzel bir manzara alır. Bu gülün beyaz, sarı ve kırmızı renkli olmak üzere yirmiye yakın nev’i vardır. Fakat bunlar henüz Diyarbekire ithal edilmemiştir. 14. Dantilamur Gülü: Yaprakları uzunca, dalları bir az tikenli ve çiçekleri kokulu ve katmerli olup iptida koyu kırmızı ve sonra erguvanî bir enk alır. İlkbahardan kışa kadar mütemadiyen çiçek açar. 15. Penbe Esans Gülü: Mütemadiyen çiçek açar, katmerli ve zarif bir güldür. 16. Viktoriya Gülü: Gayet zarif ve latif olan bu gülün beyaz, kırmızı, al ve lâıl gibi muhtelif renklerde olmak üzere 34 nev’i sayılmaktadır. Fakat Diyarbekirde bunun yalnız penbe nev’i mevcuttur. 17. Asma Gülü: Hacı Sadık Efendizade Ağabey tarafından 1340 senesinde Mersinden getirilmiş ve rebabı meraktan Belediye Su Memuru B. Ethem tarafından çoğaltılmış olan bu gülün manzarası gayet lâtiftir. Yaprakları orta cesamette, dalları az tikenlidir. Çiçekleri koyu penbe ve çok katmerlidir. Vilâyet Halkevinin ilk sergisinde teşhir edilen bu güllerden maada muhitinde daha birçok gül nev’i yetiştirilmektedir ki onlar da yüz yaprak nesrin, yabani, beyaz, sarmaşık, yediveren, Muhammedî, Sultan Gülü, Çeper Gülü ve Tas Gülü namlarile maruftur. 173 18. Çeper Gülü: Dalları fazla dikenli olduğu için bahçeleri muhafaza eylemek üzere eseriya çıt makamında kullanılır. Çiçekleri sarıca,yalın kat ve nadiren katmerli olur. 19. Muhammedi Gül: Bu gül haddi zatında kızanlık gülüdür. Bunun çiçekleri çok kokulu olduğundan ıtriyatta makbuldür. Mayıs nihayetine doğru bir defa ve havalar müsait giderse bazen ikici teşrinde ikinci defa olarak çiçek açar. Gül çiçeğinin yaprakları yarım katmerlidir. Konca halinde iken koyu penbe ve açıldığında açık penbe rengini alır. Dalları sık dikenlerle mücehezdir. Çabuk büyümek kabiliyetini haiz olmakla berbaerr, dikildiğinin üçüncü senesinden itibaren bol mahsul verdiğinden san’at maksadile gül ziraatile iştiğal edenler için en faideli bir nevi sayılır. Bunun içindir ki, burada gülyağı ve gül suyu çıkarmak ve gülrakısile şurup ve reçel için tercihan bu nevi güller kullanılmaktadır. Muhammedi gülü tabir edilen Kızanlık Gülü sulu ve susuz olmak üzere iki türlü yetişir. Fazla gülyağı çıkarmak için susuz yetişen kısmı ve çok çiçek almak için sulu kısmı tercih olunur. Bunun itrî maddesinin evvelinkinden daha az olmasına rağmen kolay yetiştiğinden dolayı teammüm etmiştir. 20. Sultan Gülü: Bazı bahçelerde tezyinat makamında kullanılır. Çiçeklerinin rengi koyu kırmızı olduğu halde kokusu çok azdır. Bunun için o kadar makbul değildir. 21. Yediveren Gülü: Çiçekleri nim katmerli ve az kokuludur. Şubat ayından itibaren çiçek açmağa başlar ve Mayıs nihayetine kadar devam eder. Bir müddet tevekkuftan sonra tekrar faaliyete geçer ve çiçek açmağa başlar. Bu gül, Şeyhzade Osman Bey tarafından takriben bundan bir asır evvel Diyarbekire ithal edilmiştir. Onun için mumaileyhin namına izafeten Osmanbey Gülü tevsim edilmektedir. 22. Yüzyaprak Gülü: Diğer yerlerde “Satberk” denilen bu gül, isminden dahi anlaşıldığı üzere çok katmerli olduğundan Yüzyaprak demişlerdir. Bu nevin ıtrî kıymeti çok yüksektir. Fakat fidanları fazla soğuğa tahammül etmez. Bunun çıplak kopçalı ve yosunlu gibi nevileri de vardır. Fakat bunlar Diyarbekirde henüz malûm değildir. 23. Nesrin Gülü: Bunun rengi beyaz çiçekleri ufak kokusu lâtif ve az katmerlidir. Tezyinatta kullanılır. 24. Yabani Beyaz Gül: Bu da çeper gülünün evsafını cami ve onun gibi çit makamında müstameldir. Yalınız bunun çiçekleri yalınkat ve beyazdır. 25. Sarmaşık Gülü: Çardak duvar ve parmaklık gibi yerleri örtmek için kullanılan bir güldür ki, ilk bahar sonunda yalnız bir defa çiçek açar.” 4 Yazarın Diyarbakır’da saydığı 25 gül çeşidinin beraberinde “Diyarbekirde Çiçek Çeşitleri” adı altında şehirde bilinen ve yetiştirilen çiçekler, şu şekilde tasnif edilmiştir: 174 “1932 senesinde Diyarbekir Halkevi tarafından açılan sergide cins itibariyle teşhir edilen çiçekler şunlardır: Sardunya, Hüsnü Yusuf, Karanfil, Arslan Ağzı, Hercaî Menekşe, Ful, Nişan Çiçeği, Brağonya, Begonya, Küpe, Gilye, Ortanca, Zambak, Telgraf, Itır, Şeboy, Kamelya, Flördamur, Düğme, Mercan, Pırpır(Gündüz Safa), çiçeklerile Kuş Konmaz, Kaynana Dili, Mevlevî Külahı, Frenk İnciri, Palmiye, Çam, Mazı, Limon, Taflan, Zakkum, Şimşir, Katran, Kana ve Lâstik gibi muhtelif nebatatı tezyineden ibarettir. Şehrin hemen bütün evlerinde daha bir çok çiçek nevilerine tesadüf edilmekte ise de; bunlar ekseriya sabit fideler halinde yere dikilmiş olduğundan sergide teşhirine imkân hasıl olmamıştır.” 5 Gülcülüğe ilişkin 2011’de Diyarbakır’da yapılan Gül Şehri Diyarbakır Sempozymu’nda şehre ve gülcülüğe dair birçok bilgi yer almıştı. Bu bildiriler kitabında yer alan “Kültürümüzde Gül * çalışmamızda güle ilişkin verdiğimiz bilgileri kısmen alıyoruz: “Diyarbakır Kültürümüzde Gül’ü tebliğimiz için konu başlığı olarak seçerken, sempozyum bildirilerini sunan kıymetli katılımcılarla aynı noktalara ister istemez değineceğiz. Bu sebeple tekrarlar olursa, olmuş ise beni ma’zur görünüz. Çünkü bu Şehr-i Diyarbekir’in “Güller Şehri” olduğunun ispatıdır. Fazla söze ne hacet!... Demek ki birbirinden habersiz olanlar aynı noktada buluşmaktadır. Kültürümüzde Gül’ü anlatırken Mezopotamya öncesine gitmeyeceğiz. Biz edebiyatçıyız, tarihçi değiliz. Fakat Kanunî Sultan Süleyman’a sunulan Matrakçı Nasuh’un Diyarbekir Tasvirinde şehrin kalesi resmedilirken gül bahçelerinin varlığı, bu şehrin güllerle tarihteki dostluğunun yegâne belgesidir. Matrakçı Nasuh’un çiziminde olduğu görünümü, biz 19. Yüzyıl başlarında yitirmişiz. Evliya Çelebî’nin Dicle Önü’nü anlatırken çizdiği güzel tasvire burada yer vermeye gerek var mı? Merak içinde olan hûllelerde aylarca süren ve yaz denildi mi sonbahara dek süren gülistanlar içindeki yaşantıyı, Çelebî’den okuyabilir. Mimarî’de her evin avlusundaki kuyu ve bazalt havuzun çevresinde yetiştirilen güller, şehir insanının güllere verdiği, kazandırdığı mana ortadadır. Giyimde kuşamda gülün hayata kattığı mana, genç kızların, gelinlerin gül misali olduklarının işaretidir. Sabahın erken deminde bahçede gezinirseniz gül yaprağındaki su damlasından etkilenmez misiniz? Bir çiğ tanesi ve yaprak arasındaki ilişkinin ruha yansımasının şaire verdiği heyecanı kelimelerle ifade etmek mümkün mü? Gülün tomurcuk hali ve yapraklarının açılması… Gül, niçin yetişir? Neden yaprak açar? Her gülün kokusu, toprağı aynı olmasına rağmen neden farklıdır? Rengahenk güllerin yansıyışının ruha verdiği esintilerin insana kazandırdığı ve şaire, yazara verdirdiği his atmosferinde estetizmin ruha eşlik eden biçimi.. 175 Hayatın birçok merhalesinde vazgeçilmez sembollerden biri… Bir hekimin elinde dertlere şifadır, gül, hastalıklara devadır. Bir kilimde halıya nakşedildiğinde yüzyılların zevki söz konusudur. Bir minyatürde yer alan gül, ressamının ismini ölümsüz kıldığı gibi, nakkaşın nakışlarında gül olmazsa nakşedilenler kemale ermez, bir türlü… Gelinlerin çeyizinde geçmişten gelen duyguların kendisini bulduğu remz olan gül, işlendiği destmalı eşsiz kılar, hasretin imbikten geçirilmesi misali, şekillendirilen motifle. Hastanın başucuna konulduğunda ruhen insanı rahata erdiren varlığa dönüşür. Şairin kaleminde aşkın, sevginin, hasretin tecessümüdür, gül; maddeden öte manada buluşmanın adresi, tefekkürle varılabilen çizgi… Çocuklar güle benzetilir, sevilenler gülle ifade edilir, en çok sevilenlerin işaretçisidir, gül… Çocuk teninin tazeliğinde dokunsan sihrini kaybedercesine nazik, zerafetiyle ihtişamın misali, insanı dünyası içinde büyüleyen yapraklar ve şekilleriyle büyüleyen figür… Güle ulaşmak isteyenin dikene razı olduğu demler… Güle ulaşmak, bilmeyen için dalından koparılmasıdır. Lakin güle ulaşamayanların sıkıntısı vardır, düşünce âleminde. Gülün beraberinde taşıdığı dikenler söz konusudur. Kokusu, rengi, görünümü apayrı olan gül, bahçıvanın da şehadette bulunduğu gülleri, beraberinde büyütür. Güller, neden dikenleriyle büyür? Bunun sırrı nedir? Dikeni olmayan gülün kıymeti var mıdır? Tasavvuf erbabının, fikir adamının, felsefe ile iştigal edenin gözünde gülün diken taşımasının manası oldukça engindir, düşünce ufkunda. Hayatta mutlu olmayı gül haliyle düşünenlerin mutluluğa giden yolda karşılaştığı her engel diken ile telaffuz edilir, edebî lisanla. Varılmak istenen hedef ve karşılaşılan zorluklar, gül ve diken ile tecessüm kazanır, yazıya dökülürken. Vuslatı geciktiren, bazen de engelleyen dikenler, felekle tarif edilir, edebiyat dünyamızda. Tasavvufta Allah’la buluşmanın önündeki en büyük dikenlerden biri nefistir. Buluşulmak istenen gül ve engelleyen diken nefistir. Nefsin ıslâhı çileden, insanın kendisini bilerek birçok nimetten alıkoymasını gerektirir. Bunun için bir lokma bir hırka, insan için her dünyevî zevkten daha iyidir. İnanç âleminde Peygamberin teni gül kokar, teri gülün kokusudur. Peygamberi anımsatan gül, hasretle sevdayla karılır, kendisini gülün tezahüründe bulur. 176 “Gül” denilince akla gelen peygamberdir, İslam İnancı’nda. İslam’ın resmedilme durumunda takındığı yasak, insan ve hayvan şekli dışında en çok gül için serbestliğe dönüşmüştür. Gül ile şekillendirilmek istenen birçok duygu vardır, serbest bırakılan. Cennette tasvir edilen bahçeler ve kokular için Kur’an-ı Kerim’de geçen birçok âyete ve Peygamberin hadis-i şerifine bakılabilir. Fikir adamları, ideallerinin gerçekleşmesinde karşılaşılan zorlukları tarif ederken” Her gülün bir dikeni vardır.” ifadesini sık kullanır, anlatılarında... Heykeltıraşın gülü tasviri vardır, bitkiler içinde şekillendirdiği, can vermek istediği. Bu can veriş, mana itibariyledir… Önceleri bahçelerde kişinin zevkine göre yetiştirilen gül, sonraları suya atılan taşın halkalar misali büyüyerek, birçok ülkede gül bahçelerinin oluşmasına zemin hazırlamış, hüküm süren sultanların, hükümdarların nazarında ehemmiyet arz etmiş, her saltanat süren padişahın, şahın, kralın, imparatorun köşkü, konağı, malikanesi bu gül bahçeler içinde farklı öneme haiz hale gelmiştir. Dün suyu ile bizim hayatımızda etken hale gelen gül, bu gün sektörel alanda oldukça getiriye sahip bir hammaddedir. Tıbbîyatta eczanın bazen en çok aranan hammaddesi olan gül, günümüzde itriyat-koku dünyasının ana malzemesi haline gelmiştir. Tıbbiyatta hazmedici olma beraberinde birçok hastalığa deva olan gül, cerrahî alanda vazgeçilmezdi. Birçok yönüyle antioksidan, dezenfekte olmak üzere hijyen alanında kullanılan gül ürünleri, içecek alanında şerbet, şurub yiyecek alanında reçel, pasta, tatlı olmak üzere birçok alanda alternatif özelliğe sahiptir. Halen şişliklerde, iltihabî durumlarda, kadın hastalıklarında, cerrahî müdahalelerde, psikolojik tedavilerde geleneksel tedavîde güle verilen kıymet söz konusudur. Biz, edebiyat alanında çalışan ve araştırma içinde olan biri olarak işin sağlık yönünü tıbbiyata bağlı bilirken, edebiyat alanında bir çok şair, gülsüz bir hayat düşünmemiştir. Doğu kültüründe hayata dair manalar sembollerle anlam kazanır, anlaşılmak üzere çoğunlukla. Gül sevileni sembolize eder, halk şiirinde; sevene “Bülbül” denilir. Kerem’e, Ferhat’a, Mecnun’a, Mem’e karşılık Aslı, Şirin, Leyla, Zin söz konusudur. Halk şirinde olan bu tarz yaklaşım, Divan Şirinde de egemen motiftir. Fuzulî’nin Su Kasidesi’nde egemen olan motif güldür.(1) Ahmed Haşim’in Merdiven’inde hem gül vardır hem bülbül. Mehmet Akif’te Bülbül, bir devri anlatan şiire isim olmuştur. Sezai Karakoç’ta gül vardır, Ahmed Arif’te yedi veren gülleri vardır. 177 Diyarbakırlı Şairlerde, yazarlarda gül eksik olmadı, hiçbir zaman. Gül, bülbülle birlikte anıldı, söylendi, yazıldı. “Gül” denilince önceleri Şehr-i Diyarbekir akla gelirmiş, öyle anlaşılırmış. Duyduklarımıza, anlatılanlara ve yazılanlara göre. Bilir misiniz, bu şehrin diğer isminin “Güller Şehri” olduğunu, “Güller Şehri” olarak bilindiğini? Karacadağ’ın kiliminde, halısında duyguların güle dönüştüğünü bilir miydiniz? Genç kızların nakışlarını şekillendirdiği kanaviçelerde gülün eksik olmadığını bilir miydiniz? Bohçaların içinde gülkurularının saklandığını, üzerindeki işlemelerin sadece gül olduğunu bilir miydiniz? Mendillerin bir ucuna işlenirdi, göz nuruyla bir zamanlar. Bu mendiller, işleyenin kokusunu taşırdı, hiç yıkanmadan. Bahçelerinde güller vardı, şehrin. Her avluda mutlaka birkaç gül ağacı yetiştirilirdi. Avlular, gülsüz kalmazdı. Kuyunun, havuzun yanı başında gül, dikilen ilk ağaçtı. Esfel Bahçaları’nda Dicle’ye nazır köşklerde gül yetiştirmek bir sanattı, geçmişte. Gülün reçeli vardı, her evde. Kış ortası içilen şerbet, gül şerbetiydi. Her misafir, gül suyuyla karşılanırdı, evde. “Gül” denilince Hazreti Muhammed(a)’e salavat getirilirdi, eller yüze sürülerek. Konuşmalarda gül mutlaka geçerdi, gelenekte bir önemli konu ele alındığında. Zorluklar anlatıldığında gülün dikensiz olmadığı vurgulanırdı, özellikle. “Gül” denildiğinde dikenden soyutlanmazdı, konuşulan.. 178 Gül, yakaya, saça takılandı. Büyüğe saygının ifadesiydi, huzurun simgesiydi, bir dönemler. Güller şehriydi, Diyarbekir… Hanların avlusundan bile eksik olmazdı. Mardin Kapı’dan Sem’ân Köşkü’nün ötesine uzayan geniş alan kokularıyla farklılık arz ederdi. Bu gün, evlerin avluları kalmadı, gül ağaçlarına mekân olma adına. Betonarme yapılar yükseldi, dönem dönem tarihî evlerin bağrından. Birçok gül yetiştiren gül yüzlü adamlar, gül bakışlı kadınlar küstü hayata. Tebessümler bile goncayı çağrıştırırdı, şiirde. Boşuna gül goncası denilmezdi, yaşı küçük olanlara. Çocuklar güldü, küçük yaştan itibaren. Evlerin pencerelerinde saksılara konuldu, sonraları balkonlarda yitip giden güller, bir bir unutuldu hayatta. Gül yetiştiren gül yüzlü insanlar, ömürlerinin son demlerini yaşarken nefes alamaz hale gelen betonarme yapılar içinde çaresiz son anlarını bekler oldu, dünü her hatırlayışlarında. Ne kasımpatılar kaldı ne fesleğenler. Begonyaya yabancı, karanfil görmemiş olanlar, gülsüz kalmanın acısını nereden bilsin? Muhammedî güller unutulup gitti, o güzelim kokularıyla. Hayattan göçüp gidince güzellikler bir bir, nasibini alanlardan biri de güller oldu. Terk-i diyar eden yedi veren gülleri, kan kırmızı-yedi veren gülleri artık yok. Bembeyaz gülleri, sapsarı safran renkli gülleri, yârin yanağı gibi pembemsi gülleri anımsayanlar arasında kala kala biz ara kuşak kaldık, gibi. Doğallıktan kopan yaşam, yerini mekanik hayata terk edince albenili-kokusuzruhsuz güller çıktı, ortaya. Hastaların başucuna konuldu, bir bir. Bu güller su bile istemez cinse sahip. Plastik olduğu biline biline hastaya takdim edilen güllerin egemenliğinde yaşamın tadı kalır mı ? Isparta, “Gül Şehri” olarak anılıyor muydu, şehrim “Güller Şehri” olarak adlandırıldığı zaman? Diyarbekir güller şehriydi, bir dönemler. Biz, o dönemi hayalmeyal hatırlayanlardanız. Diyarbekirli Şairler dünde gülü o kadar şiirlerine konu etmiş ki yaptığımız araştırmada birçok şairin bu konuda şiiri söz konusudur ya da şiirinde gülü ele almışlığı vardır. Biz sadece kimi şairlerden kısa değinmelerde bulunacağız: 179 İhsan Fikret BİÇİCİ’den: “Bu senin Diyarbekir oluşun Bazen Yediveren bir gül gibi, Ama çok kere kanlı bir kurşun Gibi durur canevimde”.(Diyarbekir-Şaraban’dan…) *** Sezai KARAKOÇ’tan: “Dicleyle Fırat arasında Bir eski şehir cennet titremesi Sarı güller çevirmiş dört yanını Yabancı bir şehir gibi Kırmızı güller yerli Kuzların doğması nasıl beklenirse o ülkede Güllerin açması da öyle beklenir gün doğmadan önce Bahar yağmurları böyle günlere gebe İner gökyüzünden bahçelere Nişanlarda gül şerbeti içilir Hastalara gül şurubundan ilaç Gül yeni bir yeni yıl gibi Hızır fısıltısı say onu Baharın salavatı güller Yeryüzüne gelerek sabahları Yataklara dökülerek “ …. “Gelin gülle başlıyalım şiire atalara uyarak Baharı kollayarak girelim kelimeler ülkesine “ *** 180 Rûşenî’nin Kâmî’ ile beraber söylediği gazelden: Kâmî: Dahl ederdim bî muhaba bülbül-i şeydâya ben Şimdi dil verdim vuruldum bir gül-i ra’naya ben Rûşenî: Beste-i târ-i siyah-i zülfün olmuştur gönül İhtiyarsız düşmüşüm zalim yaman sevdaya ben *** Mehmet Tevfik’ten: Bûy-i vatanla gönlümüze verdi inşirah Bir gül getirdi sanki cinandan sabâ bize *** Vehbi’nin Kaldı redifli gazelinden: Elim yetmez güle pâder-kef-i hâr olduğum kaldı Bu gülşende heman bülbül gibi zâr olduğum kaldı Kemâle irmeden bedr-i ümidim buldu noksanı Hilâl-i minnet-i çarh-i sitemkâe olduğum kaldı *** Mâhir’in Ey Bülbül redifli gazeli: Acep gülden mi yoksa hârdan mı dâdın ey bülbül Ki âteş urdu bağa nâle ü feryâdın ey bülbül Benüm gibi esir-i derd-i hicrân olmamışsın sen Hemân taklid ile olmuş figan mu’tadın ey bülbül Pasendide ederlerse dahi gül nağmeni asla Bu gülşende açılmaz hîç dil-i nâşâdın ey bülbül Tutup zâğı ne gun gülzâ<rdan bahs-i kafes kaldın Cihânda olmasun aslâ senin sayyadın ey bülbül Bu gûna ah-i dilsûzu sana kim eylemiş ta’lim Aceb Mâhir midir bilmem senin üstâdın ey bülbül *** 181 Râif’in bir şiirinden beyit: Cûda düştüm o dem ki nev-nihal-i gülizârımdan Cihan doldu seda-yi nâle-i feryâd u zârımdan *** Hayalî’nin Senin redifli gazeli’nden: Gülleri şermende eyler reng-i ruhsarın senin Öğredir serve edâlar naz ü reftarın senin Terk-i Gülşen etti hasretle hezaran reşkten Gördüler nadîde rengin hüsn ü etvarın senin Gülün damlası mı olur? (2) Olur dostlar olur. Gül solunca yaprağı düşer. Kıpkırmızı gülden düşen yaprak, damla kabul edilir. Ağlamaktadır, gül. Hüznün yansımasıdır, düşen yaprak. Ondandır güle bakıp bülbülün ağlaması. Aşklar değişken olmadan evveldi., sevilene sunulan ve ömür boyu saklanan gül. Alınan işlemeli mendil ve o bakışın yıllarca hatırlandığı an. Ne sevgili kaldı ne âşık… Ondandır göç etmesi hayatımızdan güllerin. Gül damlası daima bana bunu hatırlatır. Bildiri Dipnotları: 1. Evliya Çelebi Seyahatnamesi Cild 4 Sayfa 456 Üçdal Neşriyat İstanbul 1986 2. Annemin Diyarbakır Yemekleri Güneydoğu’dan 100 Yıl Önceki Lezzet Mebrure Değer hayykitap İstanbul Ekim 2009/ Diyarbakır Mutfağı DİTAV İstanbul 2003). 3. KONYAR Basri Diyarbekir Yıllığı sayfa146-148 Diyarbekir Vilayet Neşriyatı 1936. 4. age sayfa 150-153 5. age sayfa 153-154 (*)Kültürümüzde Gül Bildirisinin Dipnotları “Gül ve Diyarbakır” bildirisinden ayrı biçimde aşağıya alınmıştır. 1. Halk hikâyelerinde mesnevîlerde gül ve bülbül, daima sevilen ile sevenin remzi olarak kabul edilmiştir. “Diyarbakır Folklorlundan Kesitler Celâl Güzelses” kitap çalışmamızda Diyarbakır Folklorunda Gül-Bülbül Motifi hakkında yaptığımız araştırmayı sunuyoruz: 182 “Doğu Kültüründe bülbülün gül yüzünden çektiği acılar, ciltler dolusu tutar. Sevenin sevilenin remzi olan “Gül” ile “Bülbül”, Diyarbakır Folklorunda ele alınmamış bakîr konulardandır. Şiirini semboller üzerine kuran Ahmed Haşim’in Şiiri’nden remzler: Eğilmiş arza kanar, mutassıl kanar güller; Durur alev gibi dallarda kanlı bülbüller, Sular mı yandı neden tunca benziyor mermer (Merdiven ) Düştükçe vurulmuş gibi yer yer Kızgın kokusundan kelebekler Gönlüm ona pervane kesildi (Karanfil ) Gül ile bülbül bazen mumla pervane, bazen Leylâ ile Mecnun olur, Doğu Kültürü’nde. Fuzûlî’nin Su Kasidesi’nde Gül ile Bülbül: Suya virsün bağban gülzârı zahmet çekmesün Bir gül açılmaz yüzün tek virse bin gülzâre su Arızun yâdıyla nemnâk olsa müjgânım n’ola Zayi olmaz gül temennâsıyle virmek hâre su İçmek ister bülbülün kanın meğer bir reng ile Gül budağının mizâcına gire kurtare su Misalleri çoğaltmak mümkün olduğu bu şiirlerden, folklordaki Gül ve Bülbül ikilemine geçiyoruz. Celâl Güzelses’in saba makamındaki “Ana Beni Bir zalime verdiler” isimli eserinde Gül Motifi egemendir: Ayrıldım gülüm senden Saçı sümbülüm senden Ağamın elinden Yârimin derdinden Nasıl edem Gül ve Bülbül ikileminde seven, sürekli sevilenden yana fedakârdır: Senin yeren Gül sevdim senin yeren Sen ölme canan yazıh Ben ölem senin yeren 183 Sevilenin sevenden yana şikâyeti de manilerde yerini bulur: Gül demedi Elinde gül demedi Ya ben nasıl güleyim Yâr bana gül demedi Manilerin bir önemli özelliği de aynı maninin diğer şehirlerde hatta farklı ülkelerde aynılık göstermesidir: Gamze deler Gönlümü gamze deler Sinem tabib delemez Delerse gamze deler Güle olan meyil, çok şeyin üzerindedir. Hasrete programlı gönül, istenilene varma için çok şeyden feragât eder: Gül senindir Bağ senin gül senindir Kendin gül adın çiçek Korkma gönül senindir İnsanın gülmesi, kültürde hoş karşılanmaz. Günlük geçim telâşı, ayrılıklar, eşdost derdi, alınan terbiye hele aşk ile yoğrulmuşsa, “gülme” yerini ağlamaya bırakır. Öyle bir ağlamak ki… Gülmenem Bülbül benem gülmenem Gönlü şad olan gülsün Ben dertliyem gülmenem Hüznü eksen alan manilerden biri: Güle naz Bülbül eyler güle naz Girdim dost bahçasına Ağlayan çok gülen az 184 Gül ile Bülbül, ayrılığın adıdır. “Bahar olur yeşillenir “de gül, “sümbül”, bülbül “ağlayan” olmuştur: Bahar olur döker bağlar gazeli Yârim sümbül elvan elvan güzeli Gidi(n) sorun dünya âlem ne ağlar Ben ağlaram nazlı yârdan olmuşum Aşağıdaki manide sevgilinin benzi güle benzetilerek, ayrılıktan dolayı sevenin çektiği acı dile getirilip, kavuşmanın önüne geçen engeller, dağlar ile ifade edilmektedir: Bu dağlar olmasaydı Gül benzin solmasaydı Ölüm Allah’ın emri Ayrılık olmasaydı Celâl Güzelses’in bir araya getirip musıkîmize kazandırdığı eserler, bugün musıkîmizin seçkin ürünlerini oluşturmaktadır. Celâl Güzelses’in Ulu Camiî Müezzinlik yıllarından, unutulmayan uşşak makamındaki şaheserde yine Gül ve Bülbül motifi egemendir: Her bir gülün râyihası âlemi tuttu Feryâda getirdi gülü gülzârı Muhammed Diyarbakır’da yetiştirilen bir gül çeşidine de “Gül-i Muhammedî” ismi verilir. Tasavvufla iç içe olan bu motif, tasavvufta vazgeçilmez sembol halindedir. Emre’den: Sordum sarı çiçeğe Neden boynun eğridir Çiçek eydür derviş baba Benim aslım topraktır…”(age Sayfa 66-68 ) *** Mehmed Âkif’in Bülbül Şiiri’nden: … Eşin var, âşiyanın var, baharın var, ki beklerdin; Kıyâmetler koparmak neydi, ey bülbül, nedir derdin? 185 0 zümrüd tahta kondun, bir semâvî saltanat kurdun; Cihânın yurdu hep çiğnense, çiğnenmez senin yurdun, Bugün bir yemyeşil vâdi, yarın bir kıpkızıl gülşen, Gezersin, hânmânın şen, için şen, kâinatın şen. Hazansız bir zemin isterse, şâyed rûh-i ser-bâzın, Ufuklar, bu’d-i mutlaklar bütün mahkûm-i pervâzın. Değil bir kayda, sığmazsın - kanadlandım mı - eb’âda; Hayâtın en muhayyel gayedir ahrâra dünyâda, Neden öyleyse mâtemlerle eyyâmın perîşandır? Niçin bir damlacık göğsünde bir umman hurûşandır? Hayır, mâtem senin hakkın değil... Mâtem benim hakkım: Asırlar var ki, aydınlık nedir, hiç bilmez âfâkım! Tesellîden nasîbim yok, hazân ağlar bahârımda; Bugün bir hânmansız serseriyim öz diyârımda! Ne husrandır ki: Şark’ın ben vefâsız, kansız evlâdı, Serâpâ Garba çiğnettim de çıktım hâk-i ecdâdı! Hayâlimden geçerken şimdi, fikrim herc ü merc oldu, SALÂHADDÎN-İ EYYÛBÎ’lerin, FATİH’lerin yurdu. Ne zillettir ki: nâkûs inlesin beyninde OSMAN’ın; Ezan sussun, fezâlardan silinsin yâdı Mevlâ’nın! Ne hicrandır ki: en şevketli bir mâzi serâp olsun; O kudretler, o satvetler harâb olsun, türâb olsun! Çökük bir kubbe kalsın ma’bedinden YILDIRIM Hân’ın; Şenâatlerle çiğnensin muazzam Kabri ORHAN’ın! Ne heybettir ki: vahdet-gâhı dînin devrilip, taş taş, Sürünsün şimdi milyonlarca me’vâsız kalan dindaş! Yıkılmış hânmânlar yerde işkenceyle kıvransın; Serilmiş gövdeler, binlerce, yüz binlerce doğransın! Dolaşsın, sonra, İslâm’ın harem-gâhında nâ-mahrem... Benim hakkım, sus ey bülbül, senin hakkın değil mâtem!.. *** 186 Ahmed Arif’in şiirinde Gül …. Uy havar! Muhammed, İsa aşkına, Yattığın ranza aşkına, Deeey, dağları un eder Ferhadın gürzü! Benim de boş yanım hançer yalımı Ve zulamda kan-ter içinde, asi, He desem, koparacak dizginlerini Yediveren gül kardeşi bir arzu Oy sevmişem ben seni… … Açar kankırmızı yediverenler Ve kar yağar bir yandan Savrulur Karacadağ Savrulur zozan… *** Sezai Karakoç ve Gül: … “Güllerin içine yağdığı Bahar aydınlıklarının“ … “Yaratılışa dönmüşüm baharla İlk yaratılışa Gül saçarım düşmanıma bile Bir ilgi var ölenle bulut Doğanla güneş arasında Taş bile çiçeklenir baharda” “Eski çocuk gül gibi dağıldı gitti atlarda Atlar kan çizgileri ufuklarda Çocuklar Tiftiklenmiş öyküler bahar akan mezarlarda Genç ölmüşlerdir dedelerim İlgim yok benim bu erken ağarmış saçlarla Denizin düşüyüm ben karada ….. Güneşte yanmış bir gül sesi” ….. 187 “ Ve kapılar açmış doğum zindanına Diriliş ayazmasına Yusuf’un hücresine Düş olmuş Düşmüş asmalardan Babilin dudaklarından Kudüs sarnıçlarından Çalkantılar taşımış Mısır’ın kızgın umutsuzluk akşamlarına” “Eski zamanlarda söylenmiş apaçık Ama gelecek zamanlarda sırra dönüşen Yüce erlerin sözlerinden Sözlerin gençleşen hayallerinden Kabarmış yeşil damarlı elleriyle Alınyazısıyla döğmeli gül devşirmede Araştırıyor gözleriyle kuşlukta biriken Muştulu kader seslerini Bir şey olacak biliyor ama ilerde” …. “-Bahar gelmiş Yusuf Çok düş gördük Gül getirilmiş hapishaneye Çok düş yorumladın ama Henüz çıkamadık geniş Ve aydınlık yeryüzüne Bir gül getirilmiş Ama aşamadık duvarları Çıkmadık gül bahar ülkesine” “Son insan ölmeden önce Bir ülkü inecek bahçelere” …… Size bir mutluluk haberi gibi Gül gelecek Kıyamet demek gülün geri gelişi demek Gül peygamber muştusu peygamber sesi…” …. “Seni ben gönderdim Gülün muştusunu vermek için … 188 Seni sevenin ismiyle yetiş bize Yetiştir bize Günahlarımızı kül edecek ateş harmanını Verim yağmuru insin ülkemize Mekkeye Medineye Şama Kudüse Bağdata İstanbula Semerkanda Taşkente Diyarbekire Yetiş Peygamber imdadı yetiş Yetiş Allah’ın izniyle” “ Gül diksinler diye yeni topraklarına İnsanın ta gönlüne Yetiştir erenlerini Allah’ım” …. Gül alıp gül satarlar Gülü gül ile tartarlar Gülden terazi tutarlar Çarşı pazar güldür gül”. … Monna Rosa siyah güler ak güller Geyve’nin gülleri beyaz yatak Kanadı kırık kuş merhamet ister Ah senin yüzünden kana batacak Monna Rosa siyah güller ak güller … *** Aziz Mahmud Hûdaî’den: Gül ağlama gül bize Ele diken gül bize Gül olanın yüzünde Gül açılır gül bize!” *** Güle dair yazdığımız bir beyit: Bir dikene rast geldi şu sargılı elim Güldendir bunca gün acı çektiğim *** 189 2- Ocak 2007’de yayınladığımız derginin ismi Gül Damlası idi. Bu dergi, görev yaptığımız okulun yayın organı olarak, tarafımızdan çıkartılmıştır. Bu sempozyum bildirimizin ana hatları da bu derginin 32. Sayfasında yer almıştır. Gül Motifi hakkında yayınlanan diğer çalışmalarımız: Bahçe Gül ve Yaşlı Adam Önceleri kökleriyle toprağa sırdaşlık eden gül ağaçlarının bahçelerde koruyucusu idi, bahçevanlar. Her bahçevan, elinde makası ile gül ağaçlarının yetiştirilmesine özenle bakar ve bu özenin karşılığında renkahenk güllerin yetiştirildiğini gördüğü zaman, duyduğu haz ve yaşadığı coşku ile emek vermenin karşılığını alıyor, harcanan ömre ve zamana acımıyordu. Çünkü emeğinin karşılığını alan bahçevan, yetiştirdiği güllerle ustalığının derecesini çevresine ilan ediyordu. Toprağa düşen fidan, zaman içinde serencamını yaşarken, renkahenk güllerin verileceği zamana kadar, koruyucusu olan bahçevanın elerlinde bir bebek misali özenle yetiştiriliyor, sıcağa ve soğuğa karşı alınan tedbirlerle bahçevanın göz nuru el emeği sayesinde insan derecesinde hususî ihtimamla varlığının esas sebebinin bilincinde kendisine harcanan zamanı ve emeği boşa çıkartmıyordu. Zamanla bahçelerdeki ağaçlarla beraber güller de söktürüldü, yerine betonarme binalar dikilmek üzere. Toprak, köklerini bağrına aldığı ağaçlardan kopmak istemese de kullanılan zor, direngenliğin ölçüsünü kırıyordu. Bahçeler bir bir yaşanan hatıraların merkezi olmaktan çıkarak, birer çok tabakalı evlere, apartman dairelerine dönüştü. Bahçeler, birer maket şeklinde yaşatılmak istense bile ihtiyaçlar arttığı için ya araba parkına ya da topraktan haz etmeyenler tarafından betonlaştırıldı, etrafı demir aksamlarla çevrelendi. Gül Yetiştiren Adamlar, şehirde olmanın insan benliğini yaralayan oluşumlar karşısında çözümü balkonlarda saksılarda gül yetiştirmekte buldular, en azından. Gül, toprağa olan hasretinden saksılarda istenileni vermeyince, esaret kabul edince saksıdaki duruşunu, Gül Yetiştiren Adamlar kınandı, zaman içinde. Onlar, yaşlansa da bu davranışlarını gelenekten kaynaklanan alışkanlık ve gereklilikle sürdürdü. Çocukları ihtiyaçtan bahçeleri betonlaştırdıklarını ifade ederek kendi vicdanlarını rahatlatmak isterken Gül Yetiştiren Adamlar, gözyaşlarını saksılardaki sıska güllerin fazla kokmayan, kokusunu kaybetmiş yapraklarına dökmeye devam etti. Torunlarına bunu aşılamak isteyen Gül Yetiştiren Adamlar, saksı ile buluşmaktan yorgun düşen güllerin bir bir solduklarını gördü, yaşlı gözlerle. Saksılarda gül yetiştirme yerine kuşları kafeslerden azad etme halinin daha mütenasip olduğunu bilenler saksılardaki gülleri toprak ile buluşturmaya ahd etti, güller uzak topraklara zorunlu sürgüne tabiî tutuldu. Balkonlarda gül yetiştiriciliği kalmadı, artık. İnsanoğlu, toprağa çıplak ayakla basmaktan imtina etti. 190 Küçük çocuklar, her gün ağaçların gölgesi altında oyunlar oynamaz oldu. İki ağaç arasında gerili, minderle desteklenmiş salıncaklarda uyumadı, bebekler. Cıvıldaşmadı kuşlar eskisi gibi, yeşillikler içinde. Ne bir demet maydanoz ne bir deste nane ne de kokusu kopartılırken elden kolay gitmeyen birkaç yeşilimsi domates… Bahçelere eskiden oluşan tufanlar gibi bir musibet gelmiş, toprağın altı ve üstü değiştirilmişti. Hiçbir yeşile tahammül etmeyen anlayış, daha çok kazanma adına her gördüğü yeri, bahçeyi apartmanlaştırmaya koyulmuştu. Önceleri şehirleşmede cazip gelen daire hayatı, sonradan tadı tuzu olmayan bir yaşam dönüşünce balkonlarda oturup çay içemez hale geldi, insanlar. Merdiven basamaklarını bile çıkmaktan acziyet içinde olanlar, asansörü kullanır oldu. Çoğunlukla pencereler bile açılmaz oldu, isin, kurumun ve tozun ev içine dolmaması için. Balkonlar da gözden çıkarıldı. Evin mahremiyetine karşı olan balkonlar, bir bir gözden çıkarıldı. Bir depo haline getirildi, öncelikle küçük balkonlar. Sonrasında büyük balkonlar, misafir gelince oturulur, kullanılır hale geldi. Bazen bahçede yaşananın canlandırılması yapılmak istense de boşunaydı, çırpınışlar. Komşular, yakılan mangalın, yapılmak istenen yemeğin kokusundan rahatsızlığını dile getirir, oldu. Ev içinde bile yüksek sesle konuşmalar yasaklandı, aile fertlerince. Çocukların uslulaşması, ehilleşmesi sessizliklerine bağlandı. Ne denli sessiz oturur ve konuşmazlarsa, hareketsiz dururlarsa mükâfatlandırıldı, mahalle bakkalından alınan şekerlemeler ve bisküvilerle. Artık çocuklar bile yaşayamaz oldu yaşlılarla birlikte. Apartman hayatı, gönüllü esaretin ismi haline dönüştürüldü. Yüz metre kare alanda küçücük odalarda yaşanan hayat, yeşilin ve toprağın hayattan çekilmesiyle beraber bir cehennem hayatına dönüştü. Bahçelerde güllerin yetiştiricileri unutuldu, bir bir. Akan suyun şırıltısı, yerini madeni seslere bıraktı. Güller, saksılardan aforoz edilince yerini vazolarda yapmacık, kokusuz, suya ihtiyaç duymayan plâstik çiçeklere-güllere bıraktı. Hastaların başucuna bırakılan, alımlı, güzel görünüşlü güller kokmadığı için, değer görmese bile, yeşile olan hasret dinmediği için, masalarda süs dekoruna dönüştü, sunî güller. Göze hoş, ruha ıstırab veren güllerin aynı kalması, zamana ihanet misali bir ibret vesikası gibiydi. Solan gülle hüzünlenen insan kalmadı, ölümü hatırlayanlar azaldı. Solan gülün yapraklarına bakıp, hayatı bir film şeridi gibi gözünün önünden geçirenler azaldı. Hatta güzel kokan güllerin verdiği şevkle salavat getirenlerin çocukları, bu güzel hasleti unutuverdi. Kimi sebeplerden dolayı gül suyu Evleri balkonsuz yapan mimarların alnından öpen Şairi hatırlarım… Bizim 191 evlerimizde kullanmak, hoş görülmedi, gül yağının çağrıştırdığı yan etkiler (!) sebebiyle gül ile olan irtibatımız ortadan kalktı. balkon yoktu, bahçeler vardı. Bahçelerde hane halkı istediği gibi rahat ediyordu. Geyvenin gülleri yetiştirilmiyor, artık bahçelerde. Ne kan kırmızı kadife güller ne Muhammedî güller. Ne bir çimen ne bir yeşillik!... Hekimler, artık yaşlılara, çocuklara parklardaki yeşilliklerde oksijen solumayı reçeteleştirir oldu. Ev içinde sıkılan insana, rahatlık verdirme adına duvarda çerçevelerin, odada kanepelerin yerlerinin değiştirilmesi tavsiye edilir oldu, psikologlar tarafından. Yılda bir beş-on gün bile olsa tatile çıkma tavsiye edilir oldu. Şehirde has ekmeğe talim edenlere, kepekli köy ekmeği tavsiye edilir oldu. Baldan uzak düşenler, pekmezi tanımazken, şerbete yabancı olanlar, hazır içecekler tüketmeye başladı. Yoğurdun bile makinelerde işleme tabiî tutulduğu şehirde insan, ayranı bile hazırlamaya üşenir oldu, hazır ayran içer duruma geldi. Gül şerbetlerinin tadı, reçellerinin kokusu, gül sularının ve özellikle yağlarının baş döndüren mutluluk hissi yerini kimyevî maddelere bırakalı, hastalıkların önü alınmaz oldu, tetikleyen sebeplerle. Ekmekler bozuldu, sular kirlendi, çevre yeşilliğinden eser görülmüyor, insanlar aynı tornadan çıkmış robotlara dönüşeli, emekli olanlar çareyi geçmişe dönmekte arar gibidir. Köye gidişe hazırlanan ruh, rahatlıktan elini çekmek istemeyince iç çatışmalar başladı, beraberinde. Gül Yetiştiren Adamlar, Mimarîde Balkona Düşman Mimarlar ve Toprağa Hasret Güller!... Gül işlemeli mendili koynunda saklayan da kalmadı, günümüzde. Ne kanaviçeye ne etamine işlenir oldu, gül. Şairler bile şiirlerinde güle methiye dizemez oldu. Bülbülden bahsetmediğimizin farkında mısınız? Onu da bir başka yazıda gülle bülbülün sohbeti olarak ele alalım. Ben de alnından öpmek istiyorum, evleri balkonsuz yapan mimarların. Ben de Geyvenin Gülleri’ni elime almak isterim. Ben de akşamüstleri batan güneşin güle verdiği ihtişamı görmek isterim. Mutassıl kanayan güllere bakıp, eteklerinde güneş rengi bir yığın yaprak bırakan biri olarak, ağır ağır çıktığım merdivenin son basamağında ağlarken güle hasret çektiğim bilinmelidir. Gül Yüzlü İnsanlar azalınca gülden bahsetmek zorlaştı. Şair şiir bahçesine gülle girerken dirilişten esintiler, ruhumuzda bir iz bırakacak mı? Ben bahçemdeki gülleri istiyorum, kokusuz, renkahenksiz gülleri değil. Bunca zamandır hayatımızda olmayan bahçe ve gül motifi, bundan sonra şehirleşmede zorunlu olarak yerini alırken bizi bahçesiz ve gülsüz bırakanlar suçlu görülmeyecek mi? 192 Onların yargılanarak birer bahçe yapma cezasına çarptırılmalarını ve her bahçede de en azından yirmi gül çeşidi dikmelerini istiyorum. -Bayım siz kendinizde misiniz? Hasta iseniz bir ambulans çağıralım. Yaşlı adam, göz yaşını silerek, önündeki gence baktı: -Hayır evladım, hasta değilim. Genç, anlayamadı söyleneni: -Fakat ağlıyorsunuz? Yaşlı adam, gözyaşını silerek başını kaldırdı, gence bakarak: -Evladım, bir zaman burası bahçelik idi, güllerle kaplı idi, her alan… Genç, sormadan kendisi konuşmaya devam etti: -Buralarda geçen çocukluğumu hatırladım… Bahçede birçok yemiş ağacı vardı. Şimdi bir şey kalmamış. Genç, sormadan edemedi: -Kim sattı, bu bahçeyi, kim bu beton mezarları diktirdi, Beyefendi? Yaşlı Adam, ayağa kalkmaya çabaladı, banktan kalkamadı: -Ben yaptım evladım, ben!... Açıklama: Bu çalışma, ilk bölümü ile bir eleştiri, son bölümü ile eleştirinin hikâyeye dönmüş halidir. Gül ağacının toprağa kök saldığı ve bahçelerde renkahenk güllerin açıldığı zamanların şahitliğinde yazan birisiyim. Güllerin kokularının varlıklarının tanıklığına işaret ettiği çocukluk günlerimizde, reçelinden suyuna ilacından dermanına kadar olanı ve biteni yaşayan ve araştıran birisiyim. Yazdıklarımız belki okura geçmişe hasret satırlar olarak algılanabilirse de işin özünde bunun var olduğunu inkâra kalkışmanın beyhude bir uğraş olduğunu belirtmekle beraber, yazının maksadının sadece bu olmadığını ifade etmek isteriz. Kaynak: www.tyb.org.tr 193 Nefsimle Söyleşiler-II Ömrün en güzel yıllarını yolunda harcadığım, yaşlılığın hayata acı veren senelerinde sensizliğe tahammülüm söz konusu değilken, sınır tanımaz hasretin tek kalmışlığında tutunacak dal ararken, var olmanın insan ruhuna vermiş olduğu huzuru dünya yaşamında çekemeyenlerin sıkıntı üstüne sıkıntı, eza üstüne eza ile beni karşılaştırma istekleri karşısında gönlüm dalında açan güllerin kokusunun letafetiyle her şeyi bana unutturur oldu. Ne dem gül denilirse yâda düşen hatıraların eşlik ettiği benliğimde kimliğime isim olan gül… Kimliğime isim oluşuyla gülden hazzetmeyenlerin gülü kopartmak adına çırpınışlarına şehâdetim, belge istemezken her gülistanda bülbül olmak, benim için bir vazifedir, omzumda taşıdığım yük misali mükellefiyet içindeyim, dile getiremediğim hususlar karşısında. Bülbül olma mecburiyetinde oluşu şart koşan zaman, bize taş yerine gül atanların artık azaldığını göstermektedir. Taş atanların verdiği eziyeti unutmak için gülün hayali yeterdir, doktorun derde derman niyetine verdiği ilaçlar yerine. O hayal eksilmesin yeter ki hayallerimizi süsleyip, bizi bu hayallere kavuştursun. Gül için bilirim birçok kimse, eşhas kalemi eline alırken, ben kurak-çorak bırakılmak istenen gönül coğrafyamda gönülden damıtılanla yetiştirmek istediğim güllerin devrana vereceği ruhu ser-hoş eden ıtır karşısında kendi halimden memnuniyet duymaktayım, bir bakıma. Katlanılan sıkıntılar karşısında o gül devrini hatırlatmak için, içinde bulunduğum çırpınışları, bulunmak mecburiyetinde olduğumuz acıları başka bir nesle devretmektense onlara gül bahçeleri içinde bülbül olmayı miras bırakmak daha güzel ve latif davranış olmaz mı? Ey nefsim!.. Hayata bakarken ne acılar çeken ruhuma eşlik etmede kusursuz davranan sen, bazen halinden şikâyet etmektesin ki bir bak etrafına ve seyre daldığın âlemde hayallerini gerçekleştirmek için candan, canandan vazgeçen kaç kişi görmektesin? Bırak bu dünya hayatını ve ebedî olandan yana taraf ol ki, dem gelince sana sorulmaya hesaplar… Her dem hayalimi süsleyen, ruhumu tezyin eden güle karşı, kini, nefretini sanat adına kusanların içinde bulundukları zûl duruma bir bak ve kendisi için elli-altmış senelik bir dünya hayatı biçilenlerin geride bıraktıkları eserlerin onları kaç sene yaşattıracaklarını düşün… Onlara Ömer Muhtar olmayı tavsiye edemezsin… Onlara kalkıp bir başka sembol kişiyi tavsiye edemezsin…. Ellerinde bir başkalarından miras kalan mühürle alnından damgalandığın zaman, alkış tutan ellerin sızlamayan vicdanları, kendi rahatlarının bozulmasını istemeyecek, var oluşlarının devamlılığı için kaç insanın ölümü olursa olsun, bunun önemli olmadığını belirteceklerdir. Ey Nefsim!... Güle tahammül edemeyenlerin çalı dikeni olan kişilikleri karşısında dikenlerini saklamaktan aciz benlikleriyle gülün karşısında duruşlarına bir baksana!...Kendisini sunî kokularla allandırıp pullayanların utanmazlığı o denli 194 ayyuka çıktı ki yükselmek adına her çırpınış daha da aşağılara inmeye sebep olurken, karşılarında buna kananların pişmanlıkları da geçerli olamaz. Kolunu bu karanlık dehlizde kalanlara kaptıranların, aydınlığa her çıkış isteklerine karşı dikilen sedlere karşılık, merdivenler yasaklanmaktadır, sedleri aşmak için… Kanayan bağrım, kan çanağına dönen gözlerim, hüzne yenilip her dem gözyaşı ile bağrımda yumuşatmaya kalkıştığı yüz senelerin derdiyle iç içe iken, bize bizi kırdırtmak emeli ile çırpınanların güle zarar vermek için en küçük girişimleri bile ters tepmeye mahkûm kılacaktır, biline!... Bilirsin her ölüm, yeni bir dirilişin habercisidir, gönlümüzde olan için. Doğduğumuz topraklar, tarih içinde birçok kez el değiştirirken, değişmesini istemediğimiz insan ve erdem için ortaya koyduğumuz tek ilkemiz,”Önce İnsan Önce Erdem” biz eli kalem tutanlar yaşadıkça kendi özüyle ayakta kalacaktır. Kendilerine efendi bulmakta zorlanmayanların her zamane insanını baş tacı etmesine bir şey demekten uzak olan gönlüm, içinde açan sevda çiçeklerinin güle imrenmesine tahammülsüzlük karşısında duaya iltica ederken, mültecî benliğimde damarlarımda dolaşan kanın, isyankârlığına davetiye çıkartan olup bitenlere başka nasıl bir tepki gösterir? Ne kadar yaşlansak da genç olan gönlümüz, her seher vakti yeniden sevda şarkılarını terennüm etmeye başlar, gülle gelen medeniyetin vuslatı için… Kaç efendi gördük, kaç gül taklidine şahit oldu, gözlerimiz, zamanla unutulup giden… Bizim hayat menbaımız güle sevdalıydı, güle zarar vermeye niyetli kim varsa sözümüz yeterliydi, onları kendilerine getirmeye. Bizi üzen gülden olup aslını inkâr edenlerin tavrıdır. Devşirme fikirlerin asıl varken revaçta oluşu karşısında hüzne aşina gönül, onların çaresizliğini görmüyor musun her dem, senin varlığını kendilerinin yok oluşlarına sebep bilmelerini… İşte gül işte gülistan!... Kaç bülbül, hûn kokan terennümleriyle hasret ırmağında yitip gitti, mirası bize kalmış.. Kaç bülbül, halâs için reddetti, altından kafesleri? Zümrüde, elmasa, inci u mercana , her türlü mücevherata meyledenlerin kafeslerinde kalmasına diyeceğimiz yoktur. Uçmayı unutmuş, kanatları kendisine fazlalık gelen bülbülün gülzârdan nasıl haberi olur, olabilir? Sahi bahçevandan bahsetmeye zaman kalmadı, şimdilik. Ey Nefsim!.. Diktiğin ağacın gölgesinin, verdiği yemişin adına kasem olsun, kıyametin kopacağına bir saat kaldığını bilsem, o kutlu vecizenin muhatabı bilmelisin kendini. Kalk ve gelen baharla bir gül fidesi dik, öncesi yılın güllerinin etrafını düzenle, kurumuş dalları kes… Ey Gül!... O kokunun hatırı içindir ne varsa!...Seni gönlümüze dikene selam olsun!... Kaynak: www.tyb.org.tr 195 GÜL VE PSİKOSOSYAL ETKİ Remzi OTO* İçinde yaşadığımız çevremizin; gelişimimiz, ruhsal yapımız ve kişiliğimiz üzerinde önemli etkileri vardır.Başta gül olmak üzere, çiçek ve ağaçların, hem kendilik algımız, hem çevre algımız hem de çevre ve diğer insanlarla (toplumla) ilişkimizde etkileri yadsınamaz.Dünyaya geldikten itibaren algılamalarımz, beş duyu organımızın beynimize gönderdiği ham maddelere bağlı olarak işler.Bu ham maddeler içinde, farklı renk, koku, görünüm, dayanıklılık ve anlamı içinde “Gül” önemli bir yer tutmaktadır. Birey, Algı ve Gül Kendimiz ve çevremizi tanımamız ve adlandırmamız için sürekli bir algılama süreci yaşarız.İçinde bulunduğumuz yaş ve olgunluk düzeyimiz gereksinimlerimizi belirlerken, yaşadığımız çevre bu gereksinimlerimizi gidermemiz için bize fırsatlar sunar. J.Locke’ın ünlü “Tabula Rasa” (Boş Levha) örneğindeki gibi, birey -yalnızca kalıtımla değil- çevreden edindiği izlenimlerle gelişir ve kendilik algısını oluşturur. Bu çevre faktörleri, gelişim süreci içinde, her bireyin psikolojik haritasında bir şekilde yer alır.Bireyin bir yerle ilgili kurduğu ilişkide, gördükleri, duydukları, dokundukları, kokladıklları, tattıklarından ve bu uyaranların kendi iç etkileşimlerinden oluşan bir algılama sözkonusudur. Çevremizdeki hiçbir şey tek başına algılanamaz.Bu bağlamda çevremizin; görünümleri, renkleri, kokuları vb. özellikleri ile haz veren uyaranlardan oluşması, düşünce yapımızı, davranışlarımızı ve duygularımızı bu doğrultuda biçimlendirecektir. Yenidoğan bir bebeğin annesini algılaması ve onu diğerlerinden ayırt etmesi, annesinin kendisine haz veren kokusuyla başlar.Bu haz veren koku onun (bebeğin), kendini güvende hissetmesini sağlar Bebekken annesinin “gül kokulu” bağrında kendini güvende hisseden birey, gençlik döneminde sevgisinin sembolü olarak “Gül”ü kullanmaya başlar. İletişim ve Gül Kültürel ögeler algılamalarda önemli etkiler oluşturur.Böylece algılamalarımız ve duygular/ davranışlar/düşüncelerimiz arasında sembolik ilişkilendirmeler ve geçişler oluşmaya başlar.Gül artık, sözsüz iletişimin önemli bir ögesidir.Sevgi, özlem, şefkat, şükran vb. bir çok duygusal tepki, ”gül” ile ifade edilmeye başlanır.. *Dicle Ü.Tıp Fakültesi Psikiyatri Anabilim Dalı-Diyarbakır 196 Bu bazan bir çerçevede,bazan bir halı ya da kilimin motiflerinde ya da saksıda yapay/ gerçek bir çok durumda karşımıza çıkmaya başlar. Konuşma dilimizde bitki olarak “gül” ve davranış olarak “gül” “sesteş”tirler. Ama gerçekte iki sözcük de, huzur, sevgi, mutluluk vb birçok olumlu duygudurumu ifade etmesi bakımından “anlamdaş” da sayılır.Bunun en güzel örneği olarak,tasavvuf edebiyatında peygamber efendimizin ismi zikredilmeden “Gül” ifadesi ile tanımlanması,”Gül”e, inanç ve kültürel yaşam içinde ayrı bir önemin verilmesini sağlamıştır. Sağlık ve Gül Gül, yalnızca insan ilişkilerinde güven ve hazzın sembolü olarak değil, aynı zamanda psikiyatrik durumların tedavisinde de kullanılmaktadır. İbn-i Sina ve Biruni gibi ünlü tıp bilginleri, gül esansı ve kokusunun, birçok hastalığı önleyici ve tedavi edici olduğunu saptamış ve hastalar üzerinde uygulamışlardır.Evliya Çelebi(1611 - 1682),İstanbul Bayezit ve Amasya Bimarhanelerinde1 psikiyatrik hastaların tedavisinin, müzik(ney), banyo, su sesi vb ortam düzenlenmeleri ile sazendeler ve nazendeler” eşliğinde yapıldığını yazar.Burada gül yağı ve kokusunun önemli oranda kullanılmakta olduğu bilinmektedir.Çevrede oluşturduğu görünüm, kokusu ve yağı başta akıl hastalıkları olmak üzere bir çok hastalığın tedavisinde kullanılmaktadır. Kent ve Gül Kentlerdeki çevre düzenlemelerinde, gülün kullanım oranı ve çeşitliliği, o kentin ve belediyesinin gelişmişlik kriterlerinden biri olmaya başlamıştır.Gününün önemli bir bölümünü kapalı çalışma ortamlarında ve gerginlik içinde geçiren bireylerin, çalışma saatleri dışındaki yaşam alanlarında, huzur veren, olumlu çağrışımlar yaptıran ve sonuçta stresini azaltan ya da stresiyle başa çıkmasını kolaylaştıran bir etken olarak farklı renk, farklı koku ve farklı görünümde “güller”, kentlerin, parkların, hobi bahçelerinin düzenlenmesinde sıklıkla kullanılmaktadır. SONUÇ Gül;algılamadan, iletişime; edebiyattan günlük yaşama her alanda olumlu izlenimler edindiren ve bireylerin yaşama bakışlarını olumlu yönde geliştiren önemli bir çevresel faktördür.Başta psikiyatrik hastalıkların tedavisi olmak üzere,daha sağlıklı bir yaşam için önemini korumayı sürdürmektedir. 1. Bimarhane :Osmanlı İmparatorluğu döneminde çoğu zaman cami ve medreselerin bitişiğinde yer alan tedavi merkezleri.Ancak zamanla yalnızca akıl hastalarının bakıldığı,tedavilerinin yapıldığı yerlere dönüşmüşlerdir. 197 KAYNAKLAR 1995. 1. Morval J. (Çev: N. Bilgin,) Çevre Psikolojisine Giriş, Ege Ü. Basımevi, 2. Güvenç B. İnsan ve Kültür, Remzi Kitabevi,1994 3. Kağıtçıbaşı Ç. Sosyal Psikoloji, Evrim yayınevi, 1984. 4. Şerif M. Şerif C. Sosyal Psikolojiye Giriş (2 cilt),Sosyal Yayınları,1995 5. Güvenç B. İnsan ve Kültür, Remzi Kitabevi,1994 6. Bulut Y. Göktuğ T. H. : Sağlık Bulma Yönünde Çevresel Bir Etken Olarak İyileştirme Bahçeleri. GOÜ Ziraat F. Derg. 2006, 23 (2), 9-15. 7. Altıntaş A. Gül İlaçların En Güzeli, Hayy kitap, İst. 2009, 198 TARIMDA AZOT KULLANIM ETKİNLİĞİNİN ÖNEMİ Ferhat KIZILGEÇİ* ÖZET Sentetik gübrelerin aşırı kullanımı; toprak yapısının bozulmasına, çevre kirliliğine, ürünlerde kalıntılara ve sızarak yeraltı sularına karışmasıyla doğal dengeye zarar vermektedir. Azot bitkisel üretimde en fazla ihtiyaç duyulan ve verimi artıran en önemli bitki besin elementidir. Azot kullanım etkinliği, uygulanan birim gübre azot’a karşı elde edilen tane verimi şeklinde tanımlanmaktadır. Dünya’da tahıl üretimi için azot kullanım etkinliği yaklaşık % 33’tür. Geriye kalan % 67 ise yıllık 159 milyar dolarlık azot gübresindeki kayba denk gelmektedir. Aşırı azot uygulamalarında, bitkinin gübreden aldığı azot oranı azalmakta ve yıkanmayla azot kaybı artmaktadır. Bitkilerde; çeşit, gübrenin cinsi, uygulama zamanı ve miktarı, iklim, toprak yapısı, sulama, münavebe, bitki büyüme düzenleyicileri gibi uygulamaların seçiminin ve uygulamasının doğru yapılması N-kullanım etkinliğini artırmaktadır. 1. GİRİŞ: Modern tarım tekniklerinde yüksek verim alma isteği aşırı gübre kullanmayı teşvik etmektedir. Modern tarıma dayalı uygulamalarda, yüksek oranda verim artışı sağlanırken, maliyet ve çevre kirliliği de giderek artmaktadır. Bunun yanında sentetik ve kimyasal gübreler doğal dengenin bozulmasına, ürünlerde kalıntılara neden olmaktadır (1, 2). Ayrıca aşırı gübre kullanımı, koruyucu toprak tabakasının da terkine neden olmaktadır. Bu nedenlerden dolayı günümüzde doğal dengeyi bozmayan, çevre kirliliğini asgariye indiren, toprak tuzlulaşmasını azaltan, insan ve hayvan sağlığına zararlı olmayan tarım sistemlerine yönelinmiştir (2, 3). Son yıllarda güncel bir konu olan çevre kirliliği ve ekonomik nedenlerden dolayı azotun kontrollü kullanılmasının zorunlu olduğu ifade edilmektedir. Fazla azot kullanımı üreticiye önemli maddi yük getirmektedir. Ayrıca kullanılan azotun fazlası sulama suyu ile yıkanarak, taban suyuna ve oradanda içme suyu olarak kullanılan kuyu ve kaynak sularına karışabilmektedir. Buda insan ve hayvan sağlığı yönünden sakıncalar oluşturmaktadır ( 3). Yoğun tarım bölgelerden alınan içme suyu örneklerinde yapılan nitrat analizi sonucunda 125 ppm NO3 (28 ppm N) saptanmıştır. Bu rakam Dünya Sağlık Örgütünün kabul ettiği sınır olan 45 ppm NO3’la karşılaştırıldığında azotlu gübrelerin çevreye verdiği zararlarını önemi daha da belirginleşmektedir (4). *Bismil İlçe Gıda, Tarım ve Hayvancılık Müdürlüğü, DİYARBAKIR 199 Yüksek dozda kullanılan azotlu gübreler yaprakları kullanılan bitkilerde nitrat ve nitrit birikimine yol açmaktadır. Bu bitkiler tüketildiğinde, içerdikleri nitrat insan bünyesinde nitrozaminlere dönüşerek kanserojen etki yapmaktadır (5). Tarla koşulları altında bir vejetasyon süresinde bitkiye verilen azotun kaldırılma oranı % 30-80 arasında değişmekte olup, geriye kalan miktarı mineral azot formunda toprak profilinde kaybolup, yeraltı suyunda biriktiği yada N2O formunda atmosfere karıştığı bildirilmektedir (3, 6). Yapılan çalışmalarda, bitkiye bir yetişme dönemi boyunca uygulanan azotun yaklaşık % 50’ sini kullanmakta, % 25’i toprakta birikmekte ve % 25’i ise toprağa sızarak kaybolmaktadır (7). Ancak uygulanan azotun ne kadarının taban suyuna karıştığını ve ne kadarının atmosfere yayıldığını tam olarak saptamak zordur. 2. AZOTUN BİTKİLER İÇİN ÖNEMİ Azot bitkisel üretimde noksanlığı en sık görülen ve en çok gereksinim duyulan, aynı zamanda verimi artırıcı en önemli girdi olarak kullanılan bitki besin elementidir. Bitkilerin yaşamsal faaliyetleri bakımdan önemli bir besin olan azotun toprakta bulunan miktarı yapay yollarla düzenlenebilmektedir. Azot bitkilerin bileşiminde genellikle % 1-5 oranlarında bulunur (7, 8). Bitkilerde verim, çeşitlerin genetik potansiyeline bağlı olmakla birlikte, ekim sıklığı ve azot miktarı gibi faktörlerde bu potansiyelin artırılmasında önemli rol oynamaktadır (9). Ayrıca toprak yapısı, sıcaklık ve yağış gibi temel iklim faktörleri de, topraktaki bitki besin elementlerinin yarayışlılığını, alımını ve kullanımını etkilediği bilinmektedir (10). Bitkilerde, ekimden 2-6 hafta sonraki süre içinde N noksanlığı verim potansiyeli olumsuz etkileyebilmektedir (8). Azot bitkinin fizyolojik özelliklerini iyileştirerek yaprak alan indeksi ve net asimilasyon gibi değerleri de artırmakta ve bütün aminoasit ve proteinlerin temel yapıtaşını oluşturmaktadır. 3. AZOT KULLANIM ETKİNLİĞİ VE SÜRDÜRÜLEBİLİR TARIM Bitkilerde birim alanda üretilen kuru madde miktarı, topraktan yeterli miktarda N, P ve K almasına bağlıdır. Önemli bir besin elementi olan azot bitkilerin gübrelemesinde ilk sırayı almaktadır. Bitkinin azottan yararlanmasını toprak tekstürü, toprak nemi, toprak profilinden yıkanması, organik madde içeriği, diğer bitki besin elementlerinin toprakta bulunma miktarı vb. etkilemektedir. Bitkilerce birinci derecede nitrat formunda alınan azot, daha az oranlarda amonyum formunda alınabilmektedir. Nemli, ılık ve iyi havalanabilen topraklarda azot bileşiklerinin çoğu nitrat formunda bulunur. Toprakta çoğunlukla bulunan bu iki azot formu, bitki köklerine kütle akımı ve yayılma düzenekleri ile taşınır (11, 12). Azot kullanım etkinliği, uygulanan birim gübre N’unun hasat döneminde yüzde olarak geri alımı şeklinde tanımlanmaktadır (13). Farklı miktarlarda azot uygula ması, toplam ürün miktarını ve bitkinin azot alımını etkilemektedir (14). 200 Artan azot dozlarında yetiştirilen mısır bitkilerinde genellikle bitkide koçan sayısının ve koçan veriminin arttığı, ancak bu artışın çeşitlere göre değiştiği saptanmıştır. Genotipler arasında görülen bu farklılığın, ortamdaki azotun bazı çeşitler tarafından daha etkili kullanılmasından kaynaklanabileceği araştırmalarla tespit edilmiştir. Buna karşın, azot dozunun artışına paralel olarak azottan yararlanma randımanının azaldığı da ifade edilmektedir. Bitki tür ve çeşitlerinin gübreden farklı yararlanma kapasitelerinin olması nedeniyle, adaptasyon kombinasyonu ve verim stabilitesi yüksek, uygulanan gübreyi daha iyi ve etkin kullanan çeşitlerin tespit edilmesi önemlidir. Çeşitler arasındaki azot kullanım etkinliğindeki farklılıklar özellikle düşük azot uygulaması altında çiçeklenmeden önce biriken azotun kullanımındaki varyasyondan kaynaklandığını tespit edilmişlerdir. Çiçeklenmeden hemen sonra N asimilasyonu yüksek verim ve yüksek AKE için gereklidir. yüksek hasat indeksine ve düşük sap verimine sahip buğday çeşitlerinin AKE daha yüksek olduğunu tespit etmişlerdir. Tanede biriken azotun 2/3’ü döllenme öncesinde bitkinin farklı organlarında depolanarak, döllenme sonrası taneye taşınmaktadır. Bu nedenle yapılacak genotipik seçmelerde hem topraktan fazla miktarda azot alabilen hem de bu azotun çoğunu taneye aktarabilen yani, azot hasat indeksi olarak ifade edilen tanedeki azot miktarının toprak üstü kuru maddedeki azota oranının yüksek olduğu genotipler üzerinde durmak gerekmektedir. Geliştirilen yeni bitki çeşitleri topraktaki bitki besin maddelerini daha etkili bir şekilde alıp bunu verimde göstermektedir. Bu çeşitler, bitki besin maddesi noksanlığı veya fazlalığından ileri gelen toksitelere, kuraklık zararına ve bununla birlikte ortaya çıkan problemlere karşı daha iyi tolerans gösterirler. Eğer geliştirilen çeşidin gübre kullanma etkinliği iyi değilse yetişme döneminde tarlaya verilen gübrenin bir kısmı yağan yağmur veya sulama suyu ile yıkanarak yeraltı ve yer üstü su kaynaklarına kirletici olarak karışacak, diğer bir kısmı da gaz halinde buharlaşarak atmosfere karışacaktır. Bu nedenlerden dolayı, doğal kaynakların üretim kapasitesini artıran, sağlıklı gıda üretimini amaçlayan, çevre üzerindeki olumsuz etkilerini en aza indiren ve üreticilerin yeterli düzeyde gelir elde etmelerini de kapsayan bir tarımsal üretim şekli olarak tanımlanan sürdürülebilir tarımda azot kullanım etkinliği yüksek çeşitlerin tespiti ve tarımsal üretimde kullanımı önem taşımaktadır. 4. BİTKİLERDE NEDEN AZOT KULLANIM ETKİNLİĞİ DÜŞÜKTÜR? Uygulanan azotlu gübrelerin yüzey akışı ile kaybolan miktarı % 1 (15) ile % 13 (16) arasındadır, bu miktar sıfır sürüm koşullarında genellikle daha düşüktür. Üre gübresinde azotun NH3 şeklinde kaybı % 40’ı aşmaktadır (17) ve genellikle toprak sıcaklığın artması, toprak pH’sının yükselmesi ve yüzeyde birikimin artmasıyla bu orandan daha düşük olmaktadır. Tahıllarda yapılan N15 denemelerinde azot gübre kaybı % 20-50 arasında olduğu bildirilmiştir. Ancak bu miktar sulanan bitkilerde artmaktadır. Yapılan azot gübreleme çalışmalarında bitki azot kaybı mısırda % 52 ile %73’ü arasında (18), kışlık buğdayda ise bitkinin % 21 (19) ile %41 (20) arasında ol201 muştur. Soya fasulyesinden gaz halinde azot kaybı 45 kg/ha’dan fazla olduğu tespit edilmiştir (21). Uygulanan azot gübresindeki gaz halinde alınan azotun denitrifikasyonla kaybı, kışlık tahıllarda; % 9.5 (22), çeltikte % 10 (23) ve mısırda % 10 ile % 22 arasında olduğu belirtilmiştir. Bu kayıpların nedeni denitrifikasyon, buharlaşma ve/veya yıkanmanın kombine etkisine bağlanmaktadır. 5. AZOT KULLANIM ETKİNLİĞİ NASIL ARTIRILIR? A.K.E = [(tane verimi) / (uygulanan toplam azot) - ( topraktaki mevcut azot miktarı + yağışlarla gelen azot miktarı)]. Tahıllarda ortalama azot kullanım etkinliği gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde sırası ile % 42-29 dur. Günümüzde dünya genelindeki tahıl üretimi için harcanan azot miktarının kullanım etkinliği % 1 artarsa, azot gübresi kullanımı giderlerinde 234.658.462 dolar tasarruf edileceği öngörülmektedir (1). Bitkilerde azot kullanım etkinliğini artırma yolları aşağıda özetlenmiştir. 5.1. Çeşit Bitkilerin besin elementlerini alma yetenekleri genetik kontrol altında olduğu bilinmektedir. Bitki besin elementi alımındaki farklılıklar değişik bitki türleri arasında olduğu gibi aynı bitki türünün çeşitleri arasında da olmaktadır. Genotipler arasında görülen bu farklılığın, ortamdaki besin elementlerinin bazı çeşitler tarafından daha etkili kullanılmasından kaynaklanabileceği araştırmalarla tespit edilmiştir. Yapılan bir çalışmada (24) aynı türün çeşitleri arasında azot kullanım etkinliği yönünden farklılık görüldüğü bunun genetik yapı, kök morfolojisi ve kök uzunluğu ile iyon değişim kapasitesinden farklılıktan kaynaklanmaktadır. Mısırda azot kullanım etkinliği üzerine yapılan başka bir çalışmada, düşük azot dozu uygulamalarında, bazı çeşitlerde yüksek N kullanım etkinliği görülürken, yüksek azot dozu uygulamasında tüm çeşitlerin azot kullanım etkinliği daha düşük olmuştur (13, 25). Bitki tür ve çeşitlerinin gübreden farklı yararlanma kapasitelerinin olması, bir tür doğal ayıklama yöntemi olup, adaptasyon kombinasyonu ve verim stabilitesi yüksek, uygulanan gübreyi daha iyi ve etkin kullanan çeşitlerin tespit edilmesi ve tarımsal üretimde kullanılması sürdürülebilir tarım stratejisi içerisinde önemli yarar sağlayacaktır. 5.2. Münavebe Buğday-baklagil ekim sisteminde, buğday-nadas ya da buğday-buğday ekim sistemine göre azot kullanım etkinliği daha yüksek olmaktadır (26). Yoğun tarım sistemlerinde (bir yılda birden fazla ürün yetiştirilmesi) azot kullanım etkinliği artmakta ve bu durum toplam ürün miktarında artışa dolayısıyla ekonomik olarak avantajlı olmaktadır (27). Kuru tarım sistemleri azot kullanım etkinliği bakımından yazlık arpa-mısır rotasyonu, kışlık buğday-nadas’ın yerine önerilmektedir (28). 202 Sulu tarım bölgelerinde yada yüksek yağış alan bölgelerdeki soya fasulyesi-mısır münavebesi, tek ürün mısır yetiştiriciliği ile karşılaştırıldığında soya fasulyesi-mısır ekim sisteminde azot kullanım etkinliğinin yükselmiş ve yıkanma ile kayıp olan azot miktarı azalmıştır (29). Bu nedenle sulu tarım bölgelerinde azot klanlım etkinliğini yükseltmek ve azotun kaybını önlemek için buğdaygil-baklagil ekim sistemine ağırlık verilmelidir (30). 5.3. Azotun Uygulama Zamanı ve Şekli Kışlık ekimlerde ekimle birlikte toprağa karıştırılan azot ile daha sonraki döneminde uygulanan azot karşılaştırıldığında, geç dönemlerinde uygulanan azot danedeki protein oranının arttığı ve azot kullanım etkinliğinin yükseldiği bildirilmiştir (31). Yapılan bir çalışmalarda (32), çiçeklenme döneminde ürenin yapraklara uygulanmasıyla buğdayda dane protein oranının % 4.4 yükseldiğini tespit etmişlerdir. Buğdayda gelişme dönemine göre geç dönemlerde (sapa kalkma ve çiçeklenme dönemi) yaprağa yada serpme olarak uygulanan azot ekimle birlikte verilen azota nazaran azot kullanım etkinliğinin daha yüksek olduğunu bildirmişlerdir. Yapılan benzer çalışmalarda azotun çiçeklenme döneminde uygulanması ekimle birlikte uygulanmasına göre azot kullanım etkinliğini % 55 ile % 80 oranında artırdığını bildirilmiştir. azotun yapraktan püskürtme yoluyla uygulanması serpme uygulamasına göre tanenin azot oranının yükseldiğini tespit etmişlerdir. 5.4. Sulama Sulamanın azot kullanım etkinliğine etkisi; toprak yapısına, bitki türüne, çeşide ve uygulanan azot miktarına göre değişmektedir. Kumlu topraklarda uygulanan azottan daya iyi faydalanmak için gübrenin uygulama şekli (serpme, banda ve yapraktan uygulama), uygulama zamanı ve uygun sulama çok önemlidir (33). Mısır bitkisinde yapılan bir çalışmada sık sulamanın ışıklanmanın iyi olduğu durumlarda N- kullanım etkinliğini yükselttiği, ancak uygulanan N miktarı düşük ise mısırın azot ihtiyacı karşılanamadığından N-kullanım etkinliği düştüğü bildirilmiştir (34). Gübrenin sulama suyuna karıştırılarak bitkiye verilmesi, toprağa uygulamaya (toprakta yavaş çözündüğü için) nazaran azot kaybının daha az olduğunu belirtilmiştir (35). Serin kuzey bölgelerde mısırda suyun besin maddelerinin kök bölgesinden sızmayacak kadar uygun bir düzeyde olduğu zaman verim ve azot kullanım etkinliğini artırdığı tespit edilmiştir (25). Farklı bitkilerde sulama suyuna gübre ilave edilerek yürütülen çalışmalarda azot kayıplarının azaldığı, azot kullanımının, tane verimini artırdığını ve gübrenin sızarak kaybının azaldığı bildirilmiştir (35). Azotlu gübrenin bölerek her sulama suyuna ilave edilmesi ile gübrenin bitkinin kök bölgesinden uzaklaşmasının önüne geçilecek ve gübre kullanım etkinliğinin artacağı bildirilmiştir (25). Bitkide azot kullanım etkinliği genellikle su kullanım etkinliği ile paralel olduğu bildirilmiştir (36). 203 5.5. Bitki Büyüme Düzenleyicileri Bitkilerin gübre kullanım etkinliğini artırmak için, bitkinin hormonal denge ve gelişim için besin madde absorpsiyonları büyük önem taşımaktadır. Yumrulu bitkiler için gibberalik asit, Megiquant Klorit ve Trinexapak Etil uygulamaları ile önemli derecede verimlerinin ve N kullanım etkinliğinin arttığı bildirilmiştir. Bitki büyüme düzenleyicilerinin bitki gelişimi ve verilen azotun ürün tarafından fiske edilmesini veya nodülasyon inoküle edilmiş bitkilerde bitki besin maddelerinin alınımını arttırdığı tespit edilmiştir (37). Bu nedenle erken ve güçlü bir çıkış sağlayan ve kök sistemini teşvik eden bazı tohum uygulamaları var olan besin maddesi alımını artırmakta ve bitkinin azottan yararlanma kapasitesini artırmaktadır. 6. AZOT KAYIPLARININ AZALTILMASI İÇİN ALINMASI GEREKEN ÖNLEMLER Azot kullanım etkinliğinin artırılarak, kayıpların azaltılması için alınması gereken önlemler; 1) Toprağa uygulanan azot derinlere doğru yıkandığı için aynı alanda sürekli farklı kök sistemine sahip bitki türlerinin yetiştirilmesi 2) Sulama suyu kalitesi bitkilerin N kullanım etkinliğinin artırmaktadır bu nedenle sulama suyu kalitesinin iyileştirilmesi 3) Bitki ile uyumlu sulama sistemlerinin geliştirilmesi 4) Tahıl-baklagil bitkilerinin rotasyonu ve birlikte ekim 5) Bitkiler için uygun gübreleme miktarını belirlemek için iyi bir toprak test programı uygulanmalı 6) Uzaktan algılama yöntemi ile bitkilerin N isteklerini tayin etmek gibi yeni teknolojilerin geliştirilmesi 7) Bitki isteğine göre azot uygulaması N-kullanım etkinliğini artırmaktadır. 8) Azotlu gübrelerin bölerek yada geç uygulanması olarak sıralanabilir. 7. SONUÇ: Azotlu gübre kullanımını azaltabilecek önemli yöntemlerden biri, kök bölgesindeki ön bitkiden kalan mineral azot miktarını gübrelemede göz önünde bulundurmaktır. Bir önceki ekili olan üründen toprakta kalan N miktarı, gelecek bitkiye ne kadar N uygulamak gerektiğini gösteren bir ölçüttür. Bitkilerde azot tavsiyesi; iklime, çeşide, bitki türüne, ekim sistemine, ön bitkiye, toprak tipine, ekim öncesi topraktaki mineral azot miktarına ve büyüme döneminde topraktaki azot miktarı göz önünde bulundurularak yapılmalıdır. Unutulmamalıdır ki yüksek gübreleme verimi bir noktaya kadar artırmakla birlikte, optimum N dozunun üzerindeki uygulamalarda, bitkinin gübreden aldığı N oranı azalmakta ve ihtiyaç 204 fazlası azot yıkanmayla kaybolmaktadır. Bitkinin besin elementlerinden etkin olarak yararlanması; artan gübre fiyatları, dünya nüfusu ve çevre kirliliği dikkate alındığında ne denli önemli olduğu kendiliğinden ortaya çıkmaktadır. Konu üzerinde çalışmaların devem ettirilmesi çevre kirliliği, insan sağlığı, ekonomik değer ve sürdürülebilir tarım açısından büyük önem taşıdığı düşünülmektedir. KAYNAKLAR 1. Keeney D. R. 1982; “Nitrogen Management For Maximum Efficiency and Minumum Pollition”. Nitrogen in Agricultural Soils. Stevenson, F, J., 605-649. 2. Schröder J. J., Neteson J. J., Withhagen, J. C. M. and Noij I. G., 1998; “Effect of Applicationon Agronomic and Enviromental Parameters in Silage Maize Production on Sandy Soil”. Field Crops Research, Vol.58 (1) p: 55-67. 3. Hatipoğlu F., Alpaslan M. ve Güneş A., 1996. “Türkiyede Gübre Kullanımı ve Çevre Üzerine Etkileri”. Tr. J. of Agriculture and Foresty (20)1-5. 4. WHO, 1993; “Guidelines for Drinking Water Quality”, 2nd edn. 1. Recommendations, WHO, Geneva. 5. Ecetoc, 1988; “Nitrate and Drinking Water”. European Centre for Ecotoxicology and Toxicology of Chemicals, (No: 27). Brussels. 6. Bock B. R., 1984; “Efficient Use of Nitrogen in Cropping Systems”. ASA, Madison, WI, p: 273-295. 7. Nelson D. W., Huber D., and Frank K., 1992; “Nitrification Inhibitors for Corn Production”. Crop Fertilization Iowa State University. 8. Jones C. A., 1985; “Grasses and Cereals: Growth, Development and Stress Response”. John Wiley&Sons, Inc., New York. 9. Giray F. N. ve Ülger A. C., 1996; “Çukurova Koşullarında İkinci Ürün Mısır Bitkisinde (Zea Mays L) Değişik Azot Dozları ve Sıra Üzeri Mesafenin Verim ve Verim Unsurları Üzerine Etkisi”. Ç.Ü. Fen Bilimleri Enstitüsü Dergisi, Adana. 10. Ashhari M. and Hanson R. G., 1984; “ Influence, Climate and Previous Crop Effect on Corn Yield and Grain –N”. Agron. J., 76: 536-542. 11. Miley W. N. and Maples R. L., 1988; “Cotton Nitrate Monitoring in Arkansas”. Spec. Rep. Univ. ArkansasAgric. Exp. Stn., Fayetteville, AR. 205 12. Lafitte H. R. and Edmeades G. O., 1994; “Improvement for Tolerance to Low Soil Nitrogen in Tropical Maize III. Variation in Yield Across Enviroments”. Field Crops Res., Vol. 39, p: 27-38. 13. Moll R.H., Kamprath E. J. and Jackson W. A., 1982; “Analiysis and Interpretation of Factors Which Contribute to Efficiency of Nitrogenutilization”. Agronomy Jour. 74: 562-564. 14. Baligar V. C. and Barber S. A., 1979; “Genotipic Differences of Corn for Nitrition Uptake”. Agron. J., 71: 870-873. 15. Blevins D. W., Wilkison D. H., Kelly B. P. and Silva S. R., 1996; “Movement of Nitrate Fertilizer to Glacial Till and Runoff from a Claypan Soil”. J. Environ. Qual. 25: 584–593. 16. Chichester F. W. and Richardson C. W., 1992; “Sediment and Nutrient Loss from Clay Soils as Affected by Tillage”. J. Environ. Qual. 21: 587–590. 17. Fowler D. B. and Brydon J., 1989; “No-till Winter Wheat Productionon the Canadian Prairies: Placement of Urea and Ammonium Nitrate Fertilizers”. Agron. J., 81: 518–524. 18. Francis D. D., Schepers J. S. and Vigil, M. F., 1993; “Post-anthesis Nitrogen Loss from Corn”. Agron. J., 85: 659–663. 19. Harper L. A., Sharpe R. R., Langdale G. W. and Giddens J. E., 1987; “Nitrogen Cycling in a Wheat Crop: Soil, Plant and Aerial Nitrogen Transport. Agron. J., 79: 965–973. 20. Daigger L. A., Sander D. H. and Peterson G. A., 1976; “Nitrogen Content of Winter Wheat During Growth and Maturation. Agron. J., 68: 815–818. 21. Stutte C. A., Weiland R. T. and Blem A. R., 1979; “ Gaseous Nitrogen Loss from Soybean Foliage. Agron. J., 71: 95–97. 22. Aulakh M. S., Rennie D. A. and Paul E. A., 1982; “Gaseous Nitrogen Losses from Cropped and Summer Fallowed Soils. Can. J., Soil Sci. 62: 187–195. 23. De Data S. K., Buresh R. J., Samsom M. I., Obcemea W. N. and Real J. G., 1991; “Direct Measurement of Ammonia and Denitrification Luxes from Urea Applied to Rice. Soil Sci. Soc. Am. J., 55: 543-548. 24. Maizlish N. A., Fritton D. D. and Kendall W. A., 1980; “Root Morphology and Early Development of Maize at Varying Levels of Nitrogen. Agron. J., 72: 2531. 25. Wienhold B. J., Trooien T. P. and Reichman G. A., 1995; “Yield and Nitrogen Use Efficiency of Irrigated Corn in the Northern Dreat Plains. Agronomy Journal, 87; 842-84. 206 26. Badaruddin M. and Meyer D. W., 1994; “Grain Legume Effects on Soil Nitrogen, Grain Yield, and Nitrogen Nutrition of Wheat. Crop Sci. 34: 1304–1309. 27. Kolberg R. L., Kitchen N. R., Westfall D. G. and Peterson G. A., 1996; “Cropping Intensity and Nitrogen Management Impact of Dryland No-Till Rotations in The Semi-Arid Western Great Plains”. J. Prod. Agric. 9: 517–522. 28. Halvorson A. D. and Reule C. A., 1994; “Nitrogen Fertilizer RequireMents in an Annual Dry Land Cropping System”. Agron. J. 86: 315–318. 29. Huang W. Y., Shank D. and Hewitt T. I., 1996; “On-farm Costs of Reducing Residual Nitrogen on Cropland Vulnerable to Nitrate Leaching. Rev. Agric. Econ. 18: 325–339. 30. Anderson E. L., Kamprath E. J. and Moll R. H., 1984; “Nitrogen Fertility Effects on Accumulation, Remobilization and Partitioning of Dry Matter in Corn Genotypes Differing Prolificacy”. Agron.J. 76: 397-404. 31. Wuest S. B. and Cassman K. G., 1992a; “Fertilizer-nitrogen Use Efficiency of Irrigated Wheat: I. Uptake Efficiency of Preplant Versus Late-Season Application”. Agron. J. 84: 682–688. 32. Finney K. F., Meyer J. W., Smith F. W. and Fryer H. C., 1957; “Effect of Foliar Spraying of Pawnee Wheat Withurea Solutions on Yield, Protein Content and Protein Quality”. Agron. J. 49: 341–347. 33. Oberle S. L. and Keeney D. R., 1990; “Factors Influencing Corn Fertilizer N Requirements in the Northern U.S”. Corn Belt. J. Prod. Agric. 3: 527–534. 34. Russell W. A. and Balko L. G., 1980; “Effects of Nitrogen Fertilizer on Maize Inbred Lines and Hybrid Progeny. I. Prediction of Yield Response. Maydica 25: 65-79. 35. Freney J. R., 1997; “Strategies to Reduce Gaseous Emissions of Nitrogen from Irrigated Agriculture. Nutr. Cycling Agroecosyst. 48: 155–160. 36. Eghball B. and Maranville J. W., 1991; ”Interactive Effects of Water and Nitrogen Stresses on Nitrogenutilization Efficiency, Leaf Water Status and Yield of Corn Genotypes”. Commun. Soil Sci. Plant Anal. 22: 1367–1382. 37. Akinrinde E. A. and Okeleye K. A., 2005; “Short and Long Term Effects of Sparingly Soluble Phosphates on Crop Production In Two Contrasting Nigerian Alfisols”. W. Afr. J. Appl. Ecol., 8: 141-150. 207 DİYARBAKIR TARIMINA YENİ UFUKLAR: Solucan Kompostu Doç. Dr. İsmail GÜL * Arş. Gör. Önder ALBAYRAK** Özet Diyarbakır ilinde tarımla uğraşan çiftçilere klasik ürünlerin yanı sıra, yeni ve alternatif üretim alanları oluşturmak gerekmektedir. Solucan kompostu, kalıp çim üretimi, fide, fidan ve süs bitkileri yetiştiriciliği, silaj paketleme gibi üretim konuları alternatif konulardan bazılarıdır. Bu makale üreticilere ufuk açmak niyetiyle komposttan ve özellikle solucan kompostundan bahsetmektedir. Summary Create new and alternative production area as well as classic crop is required for farmers engaged in agriculture in Diyarbakır. Some of these alternative matter vermicompost, the sod production, agriculture of seedling, ornamentals plants and packing silage. In this article is mentioned compost and especially vermicompost with the intention to open new prospeets for farmer. Giriş: Kompost, organik tarımın ana merkezidir. Gerçekte doğanın yolunu takibi amaçlar, doğal bitki artıklarının dekomposizyonunu (ayrıştırılmasını) teşvik ederek toprağı ıslah etmektedir. Kompost yapılacak maddeler sınırsızdır. Sonbaharda yere düşen yapraklardan, sofra artıklarına kadar her şey kompost olarak kullanılabilir. İlimizde bu amaçla; DİSKİ’nin ürettiği arıtma çamurları, hayvan dışkıları, semt pazarı atıkları, tütün fabrikası atıkları, bitki atıkları değerlendirilebilir. Dünya tarımında binlerce tonla ifade edilen solucan kompostu üretim değerleri ülkemizde oldukça azdır. Toprak; canlı organizmaların sığındıkları bir yuvadır. Bakteriler, funguslar, böcekler ve solucanların milyonlarcasının yaşadıkları, beslenmeleri için organik maddeleri kullanarak, onları bitkiler için faydalı hale dönüştürdükleri bir ortamdır. Diğer taraftan kimyasallar, ihtiyaç duyulan faydalı mikroorganizmalara ve toprak sakinlerine zarar vermeksizin, sadece zararlı böceklere ve hastalık yapan organizmalara zarar vermek için sürekli toprağa ilave edilemezler. Organik tarımcılar; uygun olan bütün organik maddeleri toprağa geri vermelidirler. Bu durum hem malçlama ile, çürümeleri amacıyla toprak üzerine sermeyle ve kompost yapımıyla olabilir. Bu anlamda çöpler bile kullanılmaktadır. (*)(**) Dicle Üniversitesi Ziraat Fakültesi, Tarla Bitkileri Bölümü 208 Organik metotların ilk öncüsü; Albert Howard’dır. Sir Albert; insanoğlu, hayvanlar, toprak ve ürünler arasında yapılan doğal olmayan ayrıma üzüldüğünü ifade etti. O, doğayı kompleks bir yapı olarak kabul etmekteydi ve yapılan araştırmaların bütün olarak ele alınmasının gerekliliğine inanmaktaydı. 1900’lü yılların başında Albert’inde içinde olduğu birçok araştırmalar yapıldı. Organik maddelerin toprağa ilavesi ile daha sağlıklı ürünler elde edildi. 1940 Yılında J. I. Rodale, Albert Howard’ın çalışmalarını okuyarak, Amerika’da organik tarımın duayeni oldu. Rodale üzerine derin etkiler bırakan Albert’in öğretileriyle bir çiftlik satın aldı ve ailesi için organik ürünler yetiştirdi. Organik bahçecilik ve tarım dergisini kurdu, daha sonra kar amacı taşımayan ve tarımsal araştırmaları destekleyen bir kuruluş olan Toprak ve Sağlık Kuruluşu’nu kurdu. Bu konuda bir diğer prestij sahibi lider “Yaşayan Toprak” adlı kitabı ile İngiliz Eve Balfour’dur. 1946 yılında İngiliz Toprak Kuruluşunun ilk başkanı oldu. Toprak kuruluşu İngiltere’de organik metotlarla ilgili önemli araştırmalar yaptı. Dr. G.H. Earf Thomas Amerika’da kompostun öncülüğünü yapmıştır. Kompost, doğada sürekli devam eden yeniden inşa ve ölüm sürecinin bahçe için yoğunlaştırılmış şeklidir. Yapraklar, biçilen çimler, otlar, dal ve sürgünler bir yerde biriktirilerek, kompost yapılır ve tekrar humus olarak toprağa ilave edilir. Kompost metotları şöyledir; -içmekan metodu: Sir Albert Howard’ın uyguladığı ilk organize kompost metodudur. Kapalı alanda bulunan zemine kompost yapılacak materyalin bir tabaka halinde serilme işlemidir. En alta 20 cm kalınlığında çiftlik gübresi serilir. Bu tabak üzerine ürün atıkları, yapraklar, otlar gibi yeşil maddeler serilir. En üstte ise kireç taşı ve üst toprak serpilir. Tabaka bu sırayla yaklaşık 4 metre olana kadar tekrarlanır. Kompost yığını 6 hafta sonra karıştırılır ve yığının her tarafı hava ile temas ettirilir. 3 ay sonra kompost tamamlanmış olur. -14 gün metodu : Kompost yığınına katılacak bütün maddeler kıyılır. Yığının örtülmesi, 14 gün metodunun en önemli özelliğidir. Öğütme; kompostun yüzey alanını artırdığı için mikroorganizmaların çoğalması hızlanır, kompost yığınının havası materyal özelliğinden dolayı artar. -Aneorobik metot: Aneorobik metot havasız bir ortamda kompostun yapılması anlamına gelmektedir. Birkaç bölümden oluşan kapalı konteynerde kompost yapılır. Aneorobik metot iki dezavantaja sahiptir. Oksidasyon (CO2 ve organik azot tahrip olabilir) ve bazı kıymetli sıvı atıklarının aşağıya sızarak komposttan uzaklaşmasıdır. Ancak aneorabik kompostun son yıllarda plastik kaplarda yapılması bu sorunları azalttığı bilinmektedir.. -Yatak tabaka metodu : 209 Sheet metodu da denilen yatak metodu, bahçe toprağını ıslah etmede sürekli kullanılmakta olup, en çok avantajlı olan yöntemdir. Toprak üzerine taze olarak gübre ve organik maddelerin yayılması işlemidir. Bitkilerin yetişmediği 1-2 ay ara esnasında materyal serilerek çürütülmeye terk edilir. Çürüdüklerinde organik maddeler toprağa faydalı hale dönerler. Çürümemiş materyale azot ilave edildiğinde dekompoze işlemi tam olarak gerçekleşmiş olur. Solucan kompostu diğer adıyla vermicompost, -Solucan kompostu Organik tarımcılar; solucanları faydalı ve kıymetli bir arkadaş olarak kabul ederler. Büyük populasyonlu solucanlara sahip topraklar mineral maddelerce zengin, yağmurun nüfuzu için yeterli boşluklu ve yeterli havaya sahiptir. Solucanları teşvik etmek için kimyasal madde kullanımından kaçınmak gerekmektedir. Solucan toprak verimliliğinin en önemli göstergesidir. Solucanlar toprağı yerler, sindirime uğratırlar ve besin elementlerince uygun hale getirirler. Bağırsaklarından geçirerek sindirdikleri toprakta, yedikleri topraktan daha fazla mineral madde bulunmaktadır. Her bir solucan her 24 saatte ağırlıkları kadar toprak sindirirler. Toprağın 2 metre altına kadar, oyuklar meydana getirerek, oluşan deliklerden hem toprağın havalanmasında hem de toprağın geçirgenliğine yardım ederler. Solucanlar oluşan sert toprak tabakasını da parçalarlar. Solucanların ölen vücutları toprak için azot kaynağıdırlar. (dekar başına 112 kg dan daha fazla). Kimyasal gübreler, solucanların toprakta yaşama şansını ortadan kaldırırlar. DDT, toksopen, kireç, sülfür, merkürik klorür, arsenata yol açan kimyasallar solucanlara zarar verirler. Toprağa organik madde ilavesi ile solucanların sadece sayıları artmaz, aynı zamanda büyüklükleri de artar. Solucanların hibrit olarak satışları da yapılmaktadır. Bu amaçla kullanılan bazı solucan türleri şu şekildedir. Allolobophora chlorotica (Savigny) (Lumbricidae) Green worm 210 Amynthas corticis (Kinberg,) (Megascolecidae) Snake Worm, Crazy Worm, Black Wriggler Aporrectodea trapezoides (Dugés) (Lumbricidae) Southern Worm Eisenia fetida (Savigny) (Lumbricidae) Manure Worm, Compost Worm Lumbricus terrestris L. (Lumbricidae) Nightcrawler 211 Lumbricus rubellus (Hoffmeister) (Lumbricidae) Red Marsh Worm, Red Wriggler Kompost yapımında kullanılan solucanları, bir diğer kompostta kullanmak istediğimizde, kürekle kompostun en üstüne vurduğumuzda, solucanlar kompostun altına kaçarlar. Üst tabaka alındığında, altta biriken solucanları toplu halde yeni kompost yerine taşımamız mümkün olur. Kış aylarında solucan faaliyetleri neredeyse durur. Toprak donduğunda solucanlar daha aşağılara hareket ederler. Koşullar uygunlaştığında faaliyetlerine devam ederler. Solucan metodu için kompost iç mekanda veya dışarıda bir çukurda veya kutuda yapılır. Kutular iki metreden fazla olmamalı, genişliği ise ihtiyaca göre belirlenir. Çukurların yine uzunluk ve genişliği komposta olan ihtiyaç belirler. Solucanlar ışığı sevmediklerinden dolayı, ağaçtan bir kapak örtülür, yağmur yağdığında kapak kaldırılmalıdır. Materyal ısındığında karıştırılmalı ve sulanmalıdır. Solucanlar tutulabilir veya satın alınabilir. 1 metre kare için 1000 solucan yeterlidir. Komposta katılacak maddelerin % 70’i organik materyal (yaprak, ot, çim), % 15 çiftlik gübresi % 10-15 topraktan oluşturulmalıdır. Bu oran az çok değişebilir, kompost iki ay içerisinde hazır olur. Solucan kompostunun diğer kompostlardan en önemli farkı bitki için elverişli olmayan besin elementlerini elverişli hale getirmesidir. Toprakta alkalilik, asitlilik, kireç, mikroorganizma dengesizliği, tuzluluk gibi olumsuz etkilerin çözümü toprağa organik madde ilave etmektir. Bu da kompost yapımıyla mümkündür. Son yıllarda solucan kompostunun sıvılaştılmış şekli de ticari olarak satılmaktadır. 212 Kaynaklar Aina P. Q. 1984. Contribution of earthworms to porosity and water infiltration in a tropical soil under forest and long-term cultivation. Pedobiologia 26 (2): 131136. Andersen C. 1980. The influence of farmyard manure and slurry on the earthworm population (Lumbricidae) in arable soil. In: Dindal, D. L. (ed.). Soil Biology as Related to Land Use Practices. EPA, Washington, DC. pp.325-335. Barnes B. T., F. B. Ellis. 1979. Effects of different methods of cultivation and direct drilling and disposal of straw residues on populations of earthworms. J Soil Sci. 30:669-679. Blake F., 1994. Organic Farming and Growing. Croowood Press, U. K Bostrom U. 1986. The effect of soil compaction on earthworms (Lumbricidae) in a heavy clay soil. Swedish J. Agric. Res. 16:137-141. Bureau of Sport Fisheries and Wildlife. 1970. “Earthworms for bait.” U.S. Fish and Wildlife Service, Division of Fish Hatcheries. Leaflet FL-23. (This leaflet is being revised.) Chadwick L. C. and K. Bradley. 1948. “An experimental study of the effects of certain earthworms on crop production.” Proceedings Amer. Soc. for Horticulture Science 51:552-62. Douglas, D. E., and Gaddie R. E. 1975. “Earthworms for ecology and profit.” Vol. I. Scientific earthworm farming Bookworm Publishing Co., P. O. Box 655, Ontario, CA 91761. Loockeretz W., 1981. Organic Field Crop Production in The Midwestern United States). Biological Husbandry, Oxford. U.K. Lampkin N., 1997. Organic Farming. Farming Press, U.K. Sönmez K., 1997. Toprak Koruyucu Madde Organik Madde. TEMA Vakfı Faaliyet Dergisi,4:14, Sh: 48-49, Kaya Basım, İstanbul. Stonehouse B., Biological Husbandry, a scientific approach to organic farming. University of Broadford, Oxford. U.K. 213 HAYVANCILIĞIMIZIN MEVCUT DURUMU, SORUNLARI VE ÇÖZÜM YOLLARI Murat Sedat BARAN* Ülkemizin tabiat şartları ve arazi yapısı hayvancılığa elverişli olmakla beraber, hayvan başına alınan verim oldukça düşüktür. Bunda populasyondaki kültür ırkı ve melezlerinin oranının düşük olmasının yanı sıra yetiştiricilerimizin hayvancılık konusunda yeterli bilgiye sahip olmamasının ve tesislerinin hayvancılık için teknik, hijyenik şartlara uygun olmayışının büyük rolü vardır. Çiftlik hayvanlarından yüksek verim almada verim potansiyeli yüksek hayvanların kullanılması yanında, bunların rasyonel bir şekilde beslenmeleri de çok önemlidir. Ülkemizde sürekli olarak kaliteli kaba yem sıkıntısı çekilmektedir. Bunun başlıca nedenleri; çayır ve meralarımızın verimlerinin yıllardır süren aşırı ve sürekli otlatmalar nedeniyle azalması ve ekilebilir tarım arazileri içinde kültür yem bitkilerine (yonca, korunga, fiğ, burçak, sorgum otu vs). ayrılan payın hayvancılığı gelişmiş ülkelerde %30 civarlarında olmasına karşın ülkemizde %3 gibi oldukça az olmasıdır. Hayvancılığın modern yapıldığı ülkelerde çayır-meralarla hayvancılık birlikte ele alınmaktadır. GAP Bölgesinin hayvancılık potansiyelinin çok yüksek olmasına karşın, tarla tarımı içerisinde yem bitkileri ekim oranı (yaklaşık % 0.3) Türkiye ortalamasının çok altındadır. Bunun yanında aşırı otlatma nedeniyle bölge meralarının verimi ve ot kalitesi oldukça düşüktür. Bölgede hayvansal üretimdeki temel sorun verim düşüklüğüdür. Sığır yetiştiriciliği öncelikle yonca, sorgum, melez mısır, sudan otu, hayvan pancarı, korunga, fiğ ve burçak gibi yem bitkilerinin bol miktarda üretilmesine bağlıdır. Çayır ve meralar ülkemizin ihmal edilemez en önemli doğal yem kaynaklarıdır. Çiftçilerimizin 40 yıldır beklediği Mera Kanunu ve bu Kanunun uygulanmasını sağlayacak olan Mera Yönetmeliğinin çıkması ülke hayvancılığımız açısından oldukça sevindiricidir. Bir ülkede hayvancılığı geliştirmek için kaliteli karma yem sorununun da çözümlenmesi gerekir. Türkiye’de karma yem üretiminin büyük bir kısmını gerçekleştiren yem sanayinde son yıllarda hızlı bir gelişme olmuştur. Fakat bölgemizdeki karma yemlerin büyük bir kısmının kalitesi standart değerlerin altındadır. Türkiye’de toplam üretilen konsantre yem miktarı 4 milyon ton kadardır. Bunun da yaklaşık 2.5 milyon tonu sığır ve koyun, 1.5 milyon tonu da kanatlı yemidir. Ülke genelinde 10 milyon sığır olduğu düşünülürse sığır başına yılda yaklaşık 250 kg konsantre yem düşmektedir. Bu değerler normal sınırların çok altındadır. Bunun yanı sıra, karma yem kullanımının arzu edilen düzeye eriştiğini de söylemek mümkün değildir. * Doç. Dr. Murat Sedat BARAN Dicle Üniversitesi Veteriner Fakültesi, Zootekni ve Hayvan Besleme Anabilim Dalı E – posta: [email protected] 214 Kültür ırkı hayvanların mevcut genetik potansiyellerini kullanabilmeleri için gerekli çevre koşullarından en önemlisi beslemedir. Hayvancılıkta bakım ve beslemenin verim üzerindeki etkisi % 70 civarındadır. Özellikle süt hayvancılığında kaliteli kaba yem kullanımı bir zorunluluktur. Büyük ve küçükbaş hayvanların yıllık ihtiyacı olan yaklaşık 45 milyon ton kaliteli kaba yemin ancak 15 milyon tonu üretilmekte geri kalan kaba yem ihtiyacı (30 milyon ton) ise (sap, saman) bitkilerden karşılanmaktadır. Kaba yem olarak besleyici değeri çok düşük olan saman hayvanların beslenmesinde tek başına yaygın bir şekilde kullanılmaktadır. Saman çok az sindirildiği gibi diğer yemlerin sindirilmesini de azaltır. Yüksek verimli hayvanlara saman verilmesi verimi (et, süt) olumsuz yönde etkilemektedir. Ülkemizde ana yem maddesi olarak kullanılan saman Avrupa ülkelerinde genellikle altlık olarak kullanılmaktadır. Ülkemiz hayvan varlığı açısından Avrupa ve hatta Dünya ülkeleri arasında ön sıralarda olmasına rağmen birim başına üretim bakımından yeterli düzeyde değildir. Türkiye’de hayvan başına yıllık ortalama karkas verimi; sığırda 213.5 kg , koyunda 20.3 kg, manda da 170.5 kg’dır. Yıllık ortalama süt verimi ise; sığırda 2510 kg, koyunda 48.5 kg manda da 956 kg kadardır. Diyarbakır’da kültür ırkı ineklerin süt verimi ortalamasının (3887 kg) belirgin bir biçimde yüksek olduğu, yerli ırkların ise Türkiye ortalamasının altında kaldığı (1256 kg) ve bu nedenle Diyarbakır’da genel ortalamanın % 20 dolayında daha düşük olduğu ortaya çıkmıştır. Diyarbakır’da toplam sığır karkası üretimi 9.504 ton dolayında olup ortalama karkas verimi 207 kg kadardır. Kültür ırkı sığır varlığının yaklaşık yarısı (% 53) Ege ve Marmara Bölgelerinde bulunurken, Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgelerimizdeki sığır varlığının % 75 ‘ten fazlasını yerli sığır ırkları oluşturmaktadır. Gerek süt gerekse et üretimi amacıyla yapılan sığır yetiştiriciliğinde beslenme tekniğine bağlı olarak görülen sorunları; rasyon hazırlama tekniğinin yeterince bilinmemesi, samanın kaba yem olarak tek başına yaygın olarak kullanılması, ineklerin kuru dönemde enerjice zengin rasyonla beslenmesi, rasyondaki ham selüloz oranına dikkat edilmemesi, ineklerde doğum öncesi dönemde rasyonda fazla miktarda kalsiyum bulunması, sürüde gözlenen beslenme hatalarının saptanamaması ve gereksiz vitamin tüketimi şeklinde sıralayabiliriz. Bölgemizde sığır ve koyun besiciliği ekonomik bir şekilde yapılmamaktadır. Et üretimi bakımından geri kalışımızın başlıca nedenlerini; bölgemizde uygulanan sığır besisinde verim gücü düşük, diğer bir ifadeyle besi performansı iyi olmayan hayvanların büyük ölçüde kullanılmasında ve besi sığırlarına rasyonel bir besleme yönteminin uygulanmamasında aramamız gerekir. Araştırmalar halk elinde yerli ırk sığırlarla yapılan besilerde hayvanlardan günde 350-550 g arasında canlı ağırlık artışı sağlandığını oysa gerek üniversite, gerekse araştırma kurumlarında aynı ırk hayvanlarla yapılan besilerde günde 800-950 g canlı ağırlık artışı elde edildiğini göstermektedir. Sığır besiciliğinde iki önemli kriterin üzerinde durulması gerekir. Bunlardan birincisi canlı ağırlık artışı diğeri ise yemden yararlanmadır. Bir besicinin bu özellikleri bilmesi gerekmektedir. Çünkü bu iki kriter besiciliğin ekonomik şekilde 215 yapılmasında önemli rol oynar. Özellikle kesif yeme dayalı entansif beside yerli ırkların yerine mümkün olduğu kadar kültür ırk ve melezleri besiye alınmalıdır. Yerli ırkların besiye alınması durumunda ise Doğu Anadolu Kırmızısı (DAK) danalar seçilmelidir. Besiye alınacak hayvanın büyüme dönemini tamamlamamış olması başka bir ifade ile olgunluk çağına ulaşmamış olması gerekir. Aksi takdirde besi ekonomik olmayacaktır. Kültür ırkı sığırlar için olgunluk çağı 1.5 yaş, yerli sığırlar için ise 2.5-3 yaştır. Genç sığırlar tükettikleri yemi en ekonomik şekilde değerlendirirler. Çünkü bu hayvanlar yedikleri yemin az bir bölümünü yaşama payı için harcarlar, büyük bir bölümünü ise canlı ağırlık artışı için kullanırlar. Oysa yaşlı sığırlar tükettikleri yemin çoğunu yaşama payına harcarlar. Besiye alınan hayvanlardan sağlıklı olmak koşulu ile, kondüsyonu en düşük olanlar en hızlı ve en ekonomik olarak canlı ağırlık kazanır. Düşük kondüsyonlu hayvanlar tükettikleri yemin az bir bölümünü yaşama payına çoğunu ise canlı ağırlık kazancı için harcarlar. Besi süresince hayvanlara mümkün olduğu kadar aynı saatlerde yem verilmelidir. Öte yandan verilen yemlerin miktar ve kalite bakımından da kontrol edilmesi gerekmektedir. Besi sığırlarının besin maddelerinden birini veya enerjiyi yetersiz düzeyde kapsayan rasyonlarla beslenmesi halinde hayvanlar gerek canlı ağırlık artışı gerekse yemden yararlanma kabiliyeti bakımından istenilen düzeye ulaşamazlar. Örneğin rasyonda protein yetersiz olduğunda birim canlı ağırlık artışı için tüketilen yem miktarı artmaktadır. Hayvanda geviş getirme ve tükürük salgısı gibi fizyolojik olayların normal düzeyde olabilmesi verilecek kaba yeme bağlıdır. Kaba yemler hayvanlarda sindirim sisteminin normal çalışması ve diğer yemlerin daha iyi değerlendirilmesi için gereklidir. Kaba yemler hiç verilmez veya yetersiz miktarlarda verilirse hayvanda mekanik doyum sağlanamayacağı için hayvan yem niteliği taşımayan maddeleri yemek ister. Hayvana verilecek kaba ve konsantre yem miktarı yemin kalitesine, hayvanın yaşına ve yapılacak besi şekline göre değişiklik gösterir. Genç hayvanlarda büyüme hızı fazla buna karşılık yem tüketim kapasitesi düşük olduğundan, bunlara sindirilme derecesi yüksek kesif yemler daha fazla verilir. Kısa sürede fazla ağırlık artışının beklendiği entansif besi yönteminde hayvanlara kesif yeme dayalı rasyonlar verilmeli ve kaba yem sınırlı tutulmalıdır. Buna karşılık ekstansif beside kaba yem miktarı artırılabilir. Besi sığırlarına canlı ağırlıklarının %0.5-1’i kadar kaba yem verilmesi pratik bir yol olarak seçilebilir. Hayvanlarda yem tüketimi kuru madde üzerinden belirtilir. Bunun nedeni yemlerde bulunan su miktarının birbirinden farklı olmasıdır. Bu bakımdan yem tüketimi hesaplanırken yemlerin kapsadığı kuru madde miktarları dikkate alınmalıdır. Genç hayvanlar birim canlı ağırlık için yaşlılardan daha fazla yem tüketirler. Örneğin 3 ve daha yukarı yaştaki hayvanlar canlı ağırlıklarının %1.5-2’i kadar yem (kuru madde) tüketirken, 2 yaşındakiler %2-2.5; 1 yaşındakiler %2.5-3 ve buzağılar %3.54’ü kadar yem tüketirler. Hayvanın tüketebileceği kuru madde içerisinde ihtiyacı olan enerji ve diğer besin maddelerinin tam olarak bulundurulması gerekir. Aksi halde optimum performans düzeyine ulaşılamaz. Protein eksikliğinde hayvanlarda 216 iştah azalır ve yemler gereği gibi değerlendirilemediğinden büyüme geriler. Fabrika yemi veya süt yemi olarakta adlandırılan konsantre yemdeki ham protein miktarının yaklaşık %16 olması istenilir. Besi sığırlarının özellikle kalsiyum, fosfor ve sodyum gibi makro mineral gereksinimleri karşılanmalıdır. Hayvanlara kaba yem olarak legüminözler (yonca, korunga, tırfıl vb.) verilmezse rasyona dışardan kalsiyum kaynakları ilave edilmelidir. Ani ve hızlı kesif yem alımıyla oluşan rumen asidozunun önüne geçmek için yeni rasyona belli bir alıştırma döneminden sonra geçilmelidir. Diyarbakır iline ait toplam sığır varlığı (yerli+melez); 2010 yılı kayıtlarına göre 210.951 baştır. Diyarbakır iline ait süt ineklerinin 27.128’ ini kültür ırkı (%13), 67.088’ini melez ırk (%32), 116.735’ini yerli ırklar (%55) oluşturmaktadır. Türkiye geneline kıyasla Diyarbakır’da kültür ırkı sığır ve melezlerinin payı da çok düşüktür. Türkiye’de kültür ırkı sığır ve melezlerinin payı sırasıyla %33 ve % 41 dir. Diyarbakır ilinde köyden kente yoğun bir göç yaşanmaktadır. Bu nedenle köylerde genç nüfus azalmıştır ve yaşlı nüfus ta hayvancılığı terk etme eğilimindedir. Salgın hayvan hastalıkları, kaçak hayvan kesimleri ve nakilleri önlenememektedir. Barınaklar ilkel ve hijyen kurallarına aykırıdır. Üretici örgütleri çok zayıf ve edilgendir. Hayvancılık işletmelerinde yem giderleri toplam maliyetin yaklaşık % 70 ‘ini oluşturmaktadır. Yem sorunu nitelikli hayvan materyali ile birlikte ele alınması ve çözümlenmesi gereken bir sorundur. Uygun besleme yöntemleri ile Türkiye’de sığır varlığının büyük bir kısmını oluşturan yerli ırklarımızdan yüksek et verimi alınarak üretim potansiyeli şimdikinin çok üzerine çıkarılabilecektir. Hayvancılıkta öncelik verilmesi gereken şey, kaliteli ve ucuz yem üretimini sağlamaktır. Ülkemiz sığır populasyonundaki yüksek verimli kültür ırklarının ve melezlerinin oranını artırmak, hayvan başına et ve süt üretimini yükseltmek, süt sığırcılığı işletmelerinin devamlılığını sağlamak için ıslah çalışmalarına önem verilmelidir. Ayrıca silaj (mısır, sorgum) ve kültür yem bitkisi kullanan sığırcılık işletme sayısı arttırılmalıdır. Çitçileri kooperatifleşmeye, şirketleşmeye teşvik etmek, bu suretle onlara rekabet ve pazarlık gücü vermek şarttır. Küçük işletmelerin ülkemiz ekonomisinde önemli birer varlık haline gelebilmesi için hayvancılıkla ilgili kooperatiflerin etkin bir şekilde geliştirilmesi gerekmektedir. Kayıtlı yetiştiricilik, eğitimli ve deneyimli işgücü mutlaka ve hızla artırılmalıdır. Üretim maliyetleri, karı ve verimi azaltmayacak şekilde asgari seviyelere düşürülmelidir. Barınak ve barındırma koşulları iyileştirilmelidir. Bölgede yöresel farklılıkları dikkate alan üretim sistemleri geliştirilmelidir. Bölgemizde son yıllarda verilen teşviklerle çok sayıda besicilik işletmesi kurulmuştur. Fakat bugün bu işletmelerin büyük çoğunluğu boştur veya amacı dışında kullanılmaktadır. Bu nedenle böyle teşviklerin gerçekten bu işi severek yapacak çiftçilere verilmesi daha uygun olacaktır. Besiye alınacak hayvanların besi öncesinde iç ve dış parazitlere karşı ilaçlanması gerekir. Süt ve et sığırcılığında çok önemli ekonomik kayıplara neden olan paraziter hastalıkların ortadan kaldırılmasına çalışılmalıdır. Koruyucu Veteriner Hekimlik hizmetleri öncelikli kılınmalıdır. 217 GÜNEYDOĞU ANADOLUDA KÜÇÜKBAŞ YETİŞTİRİCİLİĞİNİN MEVCUT DURUMU SORUNLARI VE ÇÖZÜM ÖNERİLERİ H. Deniz ŞİRELİ* 1. GİRİŞ Hayvancılık, bir taraftan toplumun hayvansal protein ihtiyacının karşılanmasını sağlarken, diğer taraftan da bitkisel üretim yapısına, kırsal refahın gelişmesine ve genel ekonomiye önemli katkılarda bulunur. Hayvancılık, gelişmişlik durumu ne olursa olsun, tüm ülkeler için büyük önem arz etmektedir. İnsanlığın ilk çağlarında, özellikle göçebelik dönemlerinde yapılan en önemli ekonomik faaliyet hayvancılık olmuştur. Açlık-tokluk, iyi-kötü beslenme gibi insan odaklı konular günümüz dünya siyasetini etkilemektedir. Aynı zamanda, hayvansal üretimden elde edilen ürünlerin insan refahının temeli olduğu ifade edilmektedir. Günümüzde hayvancılık, gelişmiş ülkelerde bir endüstri haline gelmiş, ekonominin ayrılmaz bir parçası olmuştur. Bu durum, hayvancılığın ulusal düzeyde geliştirilmesi gereken stratejik bir sektör olduğunu ortaya koymaktadır. Bu çerçevede, hayvancılık sektörü, önümüzdeki dönemlerde de ekonomik yapıdaki ve insan beslenmesindeki önemini artırarak sürdürecektir. Türkiye ekonomisinde hayvancılık; artan nüfusun hayvansal protein ihtiyacının karşılanması, bölgeler ve sektörler arası dengeli ve istikrarlı kalkınmanın sağlanması, kalkınma finansmanının öz kaynaklara dayandırılması, doğrudan insan gıdası olarak değerlendirilmeyen bitkisel ürünlerin ve artıklarının hayvanlara faydalı gıdalara dönüştürülmesi, sanayiye hammadde sağlanması ve istihdama olan katkılarından dolayı önemli bir sektördür. Türkiye’nin, özellikle ülke insanının yeterli ve dengeli beslenebilmesi için, bu konudaki mevcut potansiyelini ve uyguladığı politikaları iyi analiz etmesi ve sektörün sürdürebilirliğini sağlaması gerekmektedir. Ayrıca, giderek liberalleşen dünya ticaretinde, hayvancılık sektörünün uluslararası rekabete uyumunu sağlayacak politikalara yönelmesi büyük önem arz etmektedir. Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nin hayvan varlığındaki değişimi, Türkiye’nin genel tablosu ile benzer bir eğilim göstermesine rağmen; genel olarak Türkiye ortalamasının üzerinde bir azalma gerçekleşmiştir. Bölge’nin ekonomik açıdan geri kalmışlığı, hayvansal üretimin kapalı ekonomi içinde yer alması ve terör olayları *Dicle Üniversitesi Ziraat Fakültesi Zootekni Bölümü e-posta: [email protected] 218 sonucu meraların boşaltılmasıyla artan göçler hayvancılığın gelişmesini sınırlayan önemli etkenlerdir. Ayrıca Bölge’de: hayvan ıslahı, bakım ve besleme, hayvan has talıklarıyla mücadele, verim düşüklüğü, örgütlenme ve pazarlama, eğitim, destekleme politikaları ve finansman kaynaklarına erişim alanlarında ciddi sorunlar çözüm aramaktadır. Güneydoğu Anadolu Bölgesi’ndeki hayvancılık potansiyelinin akılcı plan, strateji ve desteklemelerle geliştirilmesi gerekmektedir. Özellikle ticari hayvancılığın geliştirilmesine yönelik bir dizi çalışmanın yapılması, Bölge’yi canlı hayvan, hayvansal ürünler ve hayvan yeminde ihracatçı konumuna getirecektir. Türkiye ekonomisinde hayvancılık; artan nüfusun hayvansal protein ihtiyacının karşılaması, bölgeler ve sektörler arası dengeli kalkınma ve kalkınma istikrarını sağlaması, sanayi ve hizmet sektörlerinde istihdam olanakları yaratarak kırsal alanlarda İşsizlik sorununu azaltması ve gizli işsizliği önlemesi, göçü önlemesi, kalkınma ve sanayileşme finansmanını öz kaynaklara dayandırması, doğrudan insan gıdası olarak değerlendirilemeyen bitkisel ürünlerin ve artıklarının hayvanlara faydalı gıdalara dönüştürmesi, sanayi için hammadde sağlaması, ihracatı artırması açılarından önemli potansiyele sahip bir sektördür. Türkiye’nin tarımsal üretimi içinde hayvancılık önemli bir yere sahiptir. Türkiye’de hayvancılığın GSYİH’ya katkısı % 6 ve toplam tarımsal üretim içindeki payı yıllara göre % 33-36 arasında değişmektedir. Tarımda ileri ülkelerin çoğu, bitkisel üretimin önemli bir bölümünü hayvansal üretimi artırmak için kullanmaktadırlar. Bu ülkelerde hayvancılığın tarımsal üretimdeki payı daima % 50’nin üzerinde bulunmakta ve bu pay artmaya devam etmektedir, örneğin: Fransa’da % 60, İngiltere ve Almanya’da % 70’e kadar yükselmektedir (Akman ve Tatar, 2006: Faostat, 2006). Türkiye’nin geleneksel tarım kültürü içinde bitkisel üretim birincil üretim faaliyeti durumunda olup, hayvansal üretim tarımsal üretim değerinin % 25-30’unu oluşturmaktadır. Bu durumun birçok önemli bir nedeni bulunmakla birlikte, temel nedeni Türkiye’de hayvancılığın ticari bir faaliyet olarak algılanmamasıdır. Türkiye’deki mevcut işletmelerin büyük çoğunluğu ekonomik işletmecilikten uzak, orta ölçekli veya aile işletmeciliği tarzındadır. Bu işletmeler, daha yüksek verim için uygun çevre sağlamak yerine: mevcut koşullara uyum sağlama çabası içerisindedirler. Verim kontrolleri ve kayıt işlemleri yapılmadığından ıslah faaliyetleri ve üretim planları yapılamamaktadır. Ayrıca işletmeler yeterli alet ve ekipmandan yoksundur. Hayvansal ürünlerin üretim ve tüketim miktarları, günümüzde gelişmişliğin bir ölçüsü olarak kullanılmaktadır. Türkiye, hayvan sayısı bakımından önemli bir potansiyele sahip olmasına karşın; tüketilen hayvansal ürünler açısından gelişmiş ülkelerle karşılaştırıldığında durum pek parlak görünmemektedir. Türkiye’de kişi başına tüketilen et miktarı 19 kg/yıl, süt miktarı 170 litre/yıl, yumurta miktarı 120 adet/yıl dolayındadır. Gelişmiş ülkelerde bu değerler; et için 80 kg/yıl. süt için 350 219 litre/yıl, yumurta için 350 adet/yıl’dır. Türkiye’de kişi başına tüketilen hayvansal ürünlerin düşüklüğü ve talebi karşılamak için hayvansal ithalata başvurulması sektördeki yetersizliğin önemli göstergeleridir. Hayvancılık için büyük bir potansiyele ve uygun iklim yapısına sahip olan Türkiye’de, üreticiler yıllardan beri gelen alışkanlıkları gereği, kendi kendine yeterliliği benimseyen kapalı sistem bir üretim modeli içerisinde, hayvansal ürün ihtiyacını karşılama çabasında olmuşlardır. Son yıllarda ülkemizdeki tarım sektöründe sadece hayvancılık yapan işletme oranı % 2,36, bitkisel ve hayvansal üretimi birlikte yapan işletme oranı ise % 97,64 olarak tespit edilmiştir. Özellikle AB’ye uyum ve rekabet gücünün artırılabilmesine yönelik olarak hayvansal üretimin tarımsal üretim içindeki payının artırılması için gerekli alt yapı ve mevzuat çalışmalarının yapılması gerektiği açık olarak görülmektedir. Bu çerçevede, hayvancılık sektörü, önümüzdeki dönemlerde ülke ekonomisi ve insan beslenmesindeki önemini artırarak sürdürecektir. Türkiye’nin özellikle ülke insanının yeterli ve dengeli beslenebilmesi için. hayvancılık alanındaki mevcut potansiyelini ve uyguladığı politikaları iyi analiz etmesi ve sektörün sürdürebilirliğini sağlaması gerekmektedir. Ayrıca, giderek liberalleşen dünya ticaretinde, hayvancılık sektörünün uluslararası rekabete uyumunu sağlayacak politikalara yönelmesi büyük önem arz etmektedir. 2. GÜNEYDOĞU ANADOLU BÖLGESİNDE KEÇİ YETİŞTİRİCİLİĞİNİN GENEL DURUMU Türkiye tarımında keçi yetiştirme, değişik ekolojik ve sosyo - ekonomik koşullara bağlı olarak farklı sistemler halinde şekillenmiştir. Bununla beraber keçi yetiştiriciliği daha çok gelişmemiş veya gelişmekte olan ülkelerde yoğunluk kazanmıştır. Bu nedenle keçi yetiştiriciliği genellikle çevre ve yetiştirme koşullarının diğer çiftlik hayvanlarının yetiştirilmesine elverişsiz olduğu ülke, bölge ve yörelerde yaygın olarak yapılmaktadır. Keçi yetiştiriciliği, yetiştiricinin genellikle tek geçim kaynağıdır. Keçi yetiştiriciliğinin tümüyle mera ve doğa koşullarına dayalı biçimde yürütüldüğü bu bölgelerde yetiştiriciler ve sürüler göçebe veya yarı göçerdir. İnsanlar genellikle tüm yaşam umut ve geleceklerini keçi sürülerine bağlamışlardır. Ovalık alanlardan dağlık yörelere gidildikçe işletmelerin ekonomik güçleri daha da azalmakta, hayvancılık bakımından doğaya bağımlılık artmaktadır. İşte özellikle bu bölgelerde keçi yetiştiriciliği önem kazanmaktadır. Her türlü elverişsiz yaşam koşullarının egemen olduğu bu bölgelerde yaşayan insanların en önemli ve hatta çoğu kez tek geçim kaynağını keçi yetiştiriciliği oluşturmaktadır. Keçi yetiştiriciliği özellikle çevre koşulları yetersiz bölgelerde yaşayan, sınırlı gelire sahip halk kitlelerinin esas gelir ve besin kaynağını oluşturması bakımından büyük öneme 220 sahiptir. Bunun yanında çeşitli ülkelerde ticari keçicilik işletmeleri de mevcuttur. Keçi yetiştiriciliği genellikle az gelişmiş ve gelişmekte olan ülke insanlarının geleneksel ve vazgeçemedikleri bir hayvansal üretim alanı olarak bilinir. Oysa hayvancılığı gelişmiş ülkeler de keçiye önem vermektedir. Bu ülkelerde keçiler üzerinde çok sayıda ıslah çalışmaları yapılmış ve birçok sütçü keçi ırkı oluşturulmuştur. Güneydoğu Anadolu Bölgesi küçükbaş hayvan yetiştiriciliği, hayvan sayısı ve üretim değeri bakımından önemli bir potansiyele sahiptir. Türkiye kıl keçi varlığının % 19.4’ü ve tiftik keçisi varlığının ise % 7.3’ bu bölgede yetiştirilmektedir. Kıl keçisi tüm Türkiye’de olduğu gibi Güneydoğu Anadolu Bölgesinin de hakim keçi ırkıdır. Yine Türkiye’ nin en fazla süt veren yerli keçi ırkı olan Kilis keçisi de Güneydoğu Anadolu Bölgesinde Kilis ve Gaziantep yöresinde lokal olarak yetiştirilmektedir. Bunun dışında Siirt, Batman ve Şırnak illerinde ise Tiftik keçisi (Ankara Keçisi) yetiştiriciliği yapılmaktadır. Çizelge 1, 2, 3, 4’te Güneydoğu Anadolu Bölgesi’ ne ait keçi varlıkları, sağmal ve kesilen keçi sayıları, üretilen et, süt, deri, kıl ve tiftik miktarlarının yıllara göre değişimleri verilmiş olup yıllar geçtikçe keçi sayılarında düşüşler gözlenmektedir. Çizelge 1. Yıllara Göre Güneydoğu Anadolu Bölgesi Keçi Varlığı Değişimi (Baş). 2004 2005 2006 2007 2008 Kıl Tiftik Kıl Tiftik Kıl Tiftik Kıl Tiftik Kıl Tiftik Adıyaman 148.305 - 138.650 - 103.397 - 71.535 - 61.349 - Batman 162.790 1.643 48.356 1.594 76.950 - 87.464 3.256 82.635 7.014 Diyarbakır 250.708 - 241.690 - 240.392 - 225.644 - 172.493 - Gaziantep 165.625 - 152.883 - 152.988 - 131.992 - 121.782 - Mardin 121.091 6.684 133.047 6.050 179.583 6.350 133.480 3.600 117.082 3.945 Siirt 128.800 8.550 128.983 8.750 136.800 9.690 138.581 10.807 148.800 6.050 Şanlıurfa 129.917 - 132.395 - 132.575 - 131.280 - 124.879 - Şırnak 148.320 1400 172.709 1.100 195.953 - 204.027 - 184.976 - Kilis 60.070 - 57.200 - 54.100 - 56.000 - 55.000 - GAB 1.315.626 18.277 1.205.913 17.494 1.272.738 16.040 1.180.003 17.663 1.068.996 17.009 Türkiye 6 379 900 230037 6 284 498 232966 6 433 744 209550 6 095 292 191066 5 435 393 158168 Oranı (%) 20 0.07 19 0.07 19 0.07 19 0.09 19 1 Kaynak :TUİK 221 Çizelge 2. Yıllara Göre Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nde Sağılan ve Kesilen Keçi Sayıları (Baş). 2004 2005 Kesilen Keçi Sağılan Keçi Sağılan Keçi 2006 Kesilen Keçi Sağılan Keçi 2007 Kesilen Keçi Sağılan Keçi 2008 Kesilen Keçi Sağılan Keçi Kesilen Keçi Adıyaman 45.990 23.057 43.172 26.257 31.423 11.144 22.341 33.631 20.227 20.492 Batman 17.283 12 16.298 17 19.298 19 29.876 33 16.111 26 Diyarbakır 90.441 11.876 86.982 4.371 85.509 18.743 74.841 9.810 44.109 3.814 Gaziantep 51.688 4.276 49.311 12.762 51.811 11.776 42.332 11.842 39.472 4.654 Mardin 9428 57 44.285 45 70.021 80 54.083 - 47.085 121 Siirt 21.114 202 20.233 9.531 26.245 8.825 28.650 13.106 25.683 3.163 Şanlıurfa 42.378 4.781 42.840 4.090 43.302 2..907 42.428 4.385 40.076 6.124 Şırnak 60.316 2.090 68.505 3.660 61.938 1.794 83.838 1.250 76.246 11.125 Kilis 27.325 9.862 26.279 2.641 24.998 3.860 25.827 7.200 25.409 1.829 GAB 365.963 81.257 397.905 63.374 414.545 56.241 404.216 81.257 334.418 51.348 Türkiye 2.476.574 570 512 2.426.993 688 704 2.420.642 803 063 2.263.629 1256348 1.997.689 767 522 Oran (%) 14 14 16 0.09 17 0.07 17 0.06 16 0.06 Kaynak :TUİK Çizelge 3. Yıllara Göre Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nde Sağılan Süt ve Kesilen Et (ton) Miktarı. 2004 2005 2006 2007 2008 Süt Et Süt Et Süt Et Süt Et Süt Et Adıyaman 5..335 431 5.008 435 3.645 196 2.591 610 2.352 345 Batman 1.464 0.204 1.472 0.289 1.814 0.361 2.898 0.627 1.733 0.416 Diyarbakır 9.496 145 9.133 55 8.978 252 7.558 162 4.631 76 Gaziantep 5.582 81 5..326 242 5.596 236 4.571 236 4.268 97 Mardin 4..344 1 4..540 1 7.697 2 6.123 - 5.368 2 Siirt 1.847 3 1..940 149 2.583 138 3.399 167 2.928 39 Şanlıurfa 4.492 85 4..541 68 4.590 64 4.497 75 4.248 78 Şırnak 6.230 22 7.157 39 6.503 21 8.802 18 8.005 151 Kilis 2.787 145 2.680 44 2.550 50 2.639 143 2.592 20 GAB 31.898 913 25.450 1.033 43.956 959 43.078 1.411 36.125 808 Türkiye 259.087 10 300 253.759 12 390 253.759 14 133 237.487 24 136 209.570 13 753 Oran (%) 12 0.08 10 0.08 17 0.06 18 0.05 17 0.05 Kaynak :TUİK 222 Çizelge 4. Yıllara Göre Güneydoğu Anadolu Bölgesi’ nde Deri (adet), Kıl ve Tiftik (ton) Miktarları. 2004 2005 2006 2007 2008 Deri Kıl Tift Deri Kıl Tif. Deri Kıl Tif Deri Kıl Tif Deri Kıl Tift. Adıyaman 24.530 54 - 27.980 50 - 12.100 37 - - 26 - 21.343 22 - Batman 12 16 3 17 16 2 19 23 - - 30 3 26 23 7 Diyarbakır 12.904 107 - 4.685 104 - 80 102 - - 92 - 4.501 68 - Gaziantep 4.464 65 - 13.730 60 - 17 61 - - 49 - 7.144 47 - Mardin 57 38 7 45 40 5 80 60 5 - 45 3 1.782 40 3 Siirt 221 45 12 10.481 45 12 4.510 48 14 - 49 15 3.478 52 7 Şanlıurfa 5.181 53 - 4.424 54 - 3.146 54 - - 54 - 6.681 51 - 1 65 4.026 61 1 1.973 69 - - 76 - 12.237 69 - Kilis 10.711 19 - 2.744 20 - 4.117 19 - - 18 - 2.011 18 - GAB Top. 62.544 398 87 68.132 450 20 26.042 473 19 - 439 21 59.203 390 17 Türkiye 595052 2715 304 719 675 2 654 302 841112 2728 274 1293280 2 536 237 802208 2238 194 Oran (%) 10 14 28 0.09 16 0.06 0.03 17 0.06 - 17 0.08 0.07 17 0.08 Şırnak Kaynak :TUİK Yukarıdaki çizelgelerde de görüldüğü gibi keçilerden elde edilen ürünler toplam üretim içerisinde küçümsenemeyecek bir paya sahiptir. Ancak, elde edilen ürünlerin nicelik ve nitelik bakımından istenilen düzeyde olduğu söylenemez. Gerek keçilerin genetik yapıları, gerek bakım, besleme, yetiştirme ve pazarlama koşullarının yetersizliğinden kaynaklanan bu durum hayvan başına düşen gelirin çok az olmasına neden olmaktadır. Ancak keçi yetiştiriciliğinin Türkiye’deki durumu ve yapısı göz önüne alındığında aile ve ülke ekonomisindeki önemli yerini daha uzun süre koruyacağı kolayca anlaşılır. Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nde keçi yetiştiriciliği genellikle küçük işletmeler düzeyinde, ekstansif koşullarda ve daha çok dağlık ve engebeli arazilerde yoğunlaşmıştır. Bölgede teke katımı Eylül - Ekim aylarında başlatılmakta ve serbest aşım şeklinde uygulanmaktadır. Oğlaklar 2-2.5 aylık yaşta sütten kesilerek meraya dayalı büyütmeye tabi tutulmaktadır. Keçi sütünün işlenmesi sonucunda elde edilen yoğurt, peynir ve yağ gibi ürünlerin satışları yetiştiriciler için önemli bir gelir kaynağı durumundadır. Yapılması düşünülen projelerle, kırsal alanlarda sürdürülebilir gelir getirici faaliyetlerin desteklenmesi ve çeşitlendirilmesi yoluyla yoksulluğun azaltılması ve istihdam olanaklarının artırılması yüksek verimli ırklar kullanılarak, uygun 223 teknolojik müdahaleler yapılarak keçi yetiştiriciliğinin verim sorunu aşılacak, pazarla doğrudan bağlantı kurulacak, üreticilerin eğitim ve bilgi ihtiyaçları, sürekli olarak verilecek olan bir yayım sistemi ile karşılanacaktır. GAP’ın devreye girmesi ve bitkisel üretim deseninin değişmesiyle beraber mera alanlarında hissedilir bir daralma olacağı açıktır. Bunun sonucu olarak da bölgede bitkisel üretim yapan işletmelerin üretim artıklarını değerlendiren ve bağ-bahçe tarımı ile uğraşan küçük aile işletmecilik modeli gelişecektir. Aile işletmeciliğinin esası ailenin süt ve kısmen de et ihtiyacının karşılanacağı ve üretim fazlasının ise pazarlanması sonucunda aile gelirine ek gelir sağlayacak bir sistem olmasıdır. Bu tür işletmelerde keçi sayısı 3-5 baş veya 8-10 başlık süt keçilerinden oluşacaktır. GAB’ ne daha önce yapılan projeler ile kültür ırkı süt keçisi getirilmiş olup halen az sayıda da olsa yetiştirici elinde mevcuttur. Fakat sıcak bölgelere adaptasyon yeteneği oldukça iyi olan ve yüksek döl ve süt verimine sahip GAB’ de yetiştiriciliği yapılan Kilis keçisi bölge için en uygun süt keçi ırkı olacaktır. Bu durum aynı zamanda Kilis keçilerinin gen kaynağı olarak korunmasında da etkili olacaktır. Bu tip yetiştiricilikte keçilerin besin gereksinimleri genel olarak tarım arazilerinin ekilmeyen alanlarının otlatılmasıyla ve aynı zamanda elden besleme (yarı entansif sistem) ile sağlanmaktadır. Yine GAB’ de yetiştiriciliği yapılmakta olan Kıl keçileri ve Tiftik keçilerinin verimleri üzerinde de kayda değer ıslah çalışmalarının yapılmadığı, ıslah projesi adı altında yürütülen çalışmaların ise kontrollerinin yapılmaması ve tüm yükün yetiştiriciye yüklenmesi sonucunda çalışmaların sonuçsuz kalmasına neden olmuştur. Yapılacak olan ıslah çalışmalarında en önemli unsur çalışmanın uzman kişiler tarafından hazırlanan prototipe uygun şekilde yürütülmesi, kayıt tutulması ve sürdürülebilir olmasıdır. Islah projelerinin beklide en önemli unsurunun sürdürülebilir olması ve bir müddet sonra projenin kendi kendine yetebilmesi şarttır. Buda ancak projeleri yürüten kişilerin konuyu iyi bilen uzman kişilerce yürütülmesi veya destek alınması ile sağlanabilir. GAB’de yetiştirilen Kıl keçisi tipleri belirlenerek bunların ıslahına çalışılmalıdır. Yerli keçi ırklarımızdan gen kaynağı olabilecek olanların dışındakiler, Sütçü keçi populasyonuna dönüştürülmelidir. Bunun için yurt dışından getirilecek olan sütçü keçi ırkları Türkiye’nin değişik bölgelerindeki kamu işletmelerinde adaptasyon, saf yetiştirme, genel kombinasyon yeteneği, genotip x çevre interaksiyonu ve otlatma davranışları yönlerinden test edilerek, bölge şartlarına en iyi uyum gösteren kombinasyonlar veya ırklar kıl keçisi ıslahında kullanılmalıdır. GAB özellikle dağlık kesimlerde yetiştiriciliği yapılan Kıl keçilerinin ıslahı için geliştirilecek melezleme programlarında sütçü keçi ırkına ait tekelerin bu bölgelere gönderilmesi amaçlanmalıdır. Ayrıca öngörülen melezleme programı ile birlikte Kıl keçi yetiştiricilerinin yem temini ile süt ve süt ürünlerinin pazarlama gibi, sorunlarını çözecek organizasyonlar da geliştirmek gerekmektedir. 224 Kıl keçilerinin sütçü keçilere dönüştürülmesinde ve keçi – orman ilişkilerine getirilecek düzenlemelerde ormanın yanında orman içi keçi yetiştiricilerinin de kollanması gerekmektedir. Keçi etinin sevilerek tüketildiği bölgelerde etçi tiplerin elde edilmesinde göz önünde bulundurulmalıdır. Bu amaçla yurt dışından etçi keçi ırkları (Boer keçisi) getirilerek melezleme çalışmaları yapılmalıdır. Keçi etinin hak etmediği 2. Sınıf olarak algılanmasını ortadan kaldıracak önlemler alınmalı bunun için keçi eti satışındaki kısıtlamalar kaldırılmalı, diğer türlerin etleri ile karışık olarak bazı et ürünlerinde kullanılması özendirilmelidir. Oğlak eti dış satımı teşvik edilip desteklenmelidir. Keçi sütünden yapılan özel peynirlerin üretim tekniklerini uygulayan peynir imalathaneleri desteklenmeli, elde edilen ürünlerin dış satımı sağlanmalı ve desteklenmelidir. Kıl keçilerinden elde edilen kıl değerlendirilmeli, el sanatları üretimi teşvik edilmelidir. Yeni keçi tiplerinin oluşturulmasına yönelik çalışmalarda, Üniversiteler ve kamu tarım işletmeleri devreye sokulmalıdır. Yayım çalışmaları yaygınlaştırılmalıdır. Ayrıca bu çalışmalara Damızlıkçı Keçi Yetiştiriciler Birliği de dahil edilmelidir. 2.1. KEÇİLERDE ISLAH İÇİN NELER YAPILMALI 2.1. 1. SÜT VERİMİNİN ISLAHI Türkiye keçi populasyonunun büyük çoğunluğunu oluşturan kıl keçilerinin ıslahı için iki önemli metot uygulanmalıdır. İlk olarak kıl keçilerinin ağırlıklı olarak melez süt keçilerine dönüştürülmesi. Çünkü orman içi ve kenarı yetiştiricilerinin başka çareleri yoktur. İkinci olarak ova ve yamaç yerlerde entansif nitelikte fakat sürü olarak değil küçük aile yetiştiriciliği şeklinde küçük sürülerle süt keçiciliğinin geliştirilmesi doğrultusunda olmalıdır. Bu amaca yönelik olarak ilk aşamada Saanen, Alpin vb gibi yüksek süt verimli kültür ırkı keçi ırklarının saf yetiştirme yaparak Çekirdek Damızlıkçı İşletmeleri (Nucleus populasyonları) oluşturulmalıdır. Bu işletmelerden melezleme yapılacak damızlıkçı işletmelere (Damızlık İstasyonları) gen aktarımı yapılmalıdır. Damızlıkçı işletmelerde kalıcı melezleme proğramlarıyla yeni sütçü tipler oluşturulmalıdır. Damızlıkçı işletmelerde oluşturulan yeni sütçü tipler ağırlıklı olarak da erkek damızlıklar üretim işletmelerine (Hedef Yetiştiricilere) Kıl keçilerinin melezlenmesinde kullanılmalıdır. Erkek materyal koşullara bağlı olarak test edilmiş teke ve sperma (taze yada dondurulmuş) şekilde aktarılmalıdır. Melez süt keçiciliği yanında Kilis ve Malta gibi yerli keçilerin ıslahında seleksiyon ve melezleme etkinliklerinin de önemi unutulmamalıdır. Bu genotiplerin melezleme ile ıslahında Saanen, Beyaz Alman ve Damascus ırkları kullanıla bilinir. 225 2. 1. 2. ET VERİMİNİN ISLAHI Kıl keçilerinin ağırlıklı olarak sütçü melez tiplere dönüştürülmesi yanında, yine melezlemeden yararlanılarak et veriminin artırılması için Boer ırkı ile melezlenebilir. Bu çalışmalarda kullanma (ticari) melezlemesi uygulanabileceği gibi çevirme veya tip geliştirmesi şeklinde yapılabilir. 2. 1. 3. TİFTİK VERİMİNİN ISLAHI Tiftik keçilerinin ıslahı için sürekli olarak saf yetiştirme ve seleksiyon yöntemleri uygulanmalıdır. Bu bağlamda ıslah etkinliğinin planlanması ulusal düzeyde bir proje ile gerçekleştirilmelidir. 3. GÜNEYDOĞU ANADOLU BÖLGESİNDE KOYUN YETİŞTİRİCİLİĞİNİN GENEL DURUMU Güneydoğu Anadolu Bölgesi kalkınmışlık bakımından Türkiye’nin geneline göre geri durumdadır, kırsal nüfustaki azalma hızı ve nüfus artış hızı ülke genelinin üzerindedir ve de iş imkanları son derece kısıtlıdır. Bölgede kişi başına düşen koyun sayısı Türkiye genelinin üzerindedir. Bu durum bölgede Türkiye geneline göre daha yoğun koyunculuk yapıldığını ve bölge koyun yetiştiriciliğine önem vermemiz gerektiğini, istihdam bakımından da koyunun bölge için önemli olduğunu, ihmal edilemeyecek türlerin başında geldiğini göstermektedir. Türkiye genelinde son yıllarda üretimden tüketime kadarki tüm süreçlerde yaşanan bir takım olumsuz gelişmelere bağlı olarak, koyun sayısı önemli ölçüde azalmıştır. Türkiye’de koyunculuk alanında yaşanan olumsuz gelişmelerin yanında GAP’la birlikte nadas, anız ve doğal mera alanlarının azalacak olması bölge koyunculuğunu çok ciddi olarak tehdit etmektedir. GAP’ın etkilerinin görüleceği yakın gelecekte endüstri bitkileri tarımının artması ve zaten yetersiz olan çayır mera alanlarının azalması daha yüksek verimli genotiplerle çalışmayı zorunlu kılacaktır. Zira gelecekte entansif tarım yapacak işletmelerde, sulamanın getireceği avantajlar düşünülürse, ekim nöbetine giren yem bitkileri ile birlikte süt sığırcılığının yanında koyunculuğun da bir takım gelişmeler göstermesi beklenebilir. Bölge halkının asırlardan beri süre gelen tüketim alışkanlıkları ve komşumuz olan Arap ülkelerine ihracat potansiyeli, koyun ve koyun ürünlerine talep her koşulda devam edecektir. Bu durum bölge topraklarının % 100 sulama olanaklarına kavuşması halinde bile değişmeyecektir. Ayrıca Türkiye kırmızı et açığının karşılanmasında koyunun önemli rolü vardır. Bu nedenle koyunculuk, yapılacak kademeli melezleme çalışmaları ile değişecek koşullar altında karlı olabi lecek şekilde yeniden yapılanmalıdır. GAP ile birlikte 1.7 milyon ha alanın sulu tarıma açılması öngörülmekle birlikte, bölgede yine sulu tarım yapılmayan yerler bulunacaktır. Sulu ve kuru 226 tarım yapılan kesimlerde farklı özelliklere sahip işletmeler bulunacağından, bu işletmelerin damızlık talepleri ve üretim biçimleri de farklı olacaktır. Sayılan nedenlerle ekstansif koşullarda üretim yapan yetiştirici daha çok bölgeye mükemmel uyum sağlamış yerli ırklardan damızlık talebinde bulunurken, entansif koşullarda çalışanlara hayvanlarının şu andaki verimleri yeterli gelmeyecektir. Zira bölgenin en popüler süt ırkı olan İvesi koyunu bile ekoloji ve bitki örtüsüne bağlı olarak çok az miktarda (80-100 kg/lak) pazarlanabilir süt ve doğuran koyun başına 1’den az kuzu verebilmektedir. Bölgede sözü edilen şartlar altında, bölge yetiştiricilerinin ihtiyaçlarına cevap verebilecek, koyunculuktan elde edilecek karlılığı artıracak bölge koşullarına uygun bir koyun tipinin geliştirilmesine ihtiyaç vardır. Koyun yetiştiriciliği ülkemizde en yaygın olarak yapılan hayvansal üretim dalı olup, kurak ve vejetasyonu zayıf alanlarda yapılmaktadır. Koyun yetiştiriciliği tüm Türkiye’ de olduğu gibi GAP Bölgesinde de ekstansif sistemde yapılmakta, zayıf çayır - mera ve anıza bağlı olarak beslenmektedir. Ekstansif koyunculuk yapan üreticiler kendilerine aşağıdaki avantajları sağladıkları için tercih etmektedirler. Herhangi bir masraf olmayan anız, çayır-mera ve nadas alanlarından yararlanmaları, bu sistemde üretilen ürünler düşük kalitede olmasına rağmen aynı fiyattan işlem görmektedirler. Bitkisel üretime uygun olmayan arazileri daha iyi değerlendirebilmektedirler. Barınak masrafları asgari düzeyde olması, yem girdisi ve diğer giderleri en asgari düzeyde kullanmaları, bu sistemde % 80 mera ve % 20 daha çok kış aylarında olmak üzere ek yemlemeyi içerir. GAP illerinde koyunculuk en yaygın olarak yapılan hayvansal üretim dalı olup, toplam 3 861 755 baş koyun varlığı ile Türkiye koyun varlığının % 14’ üne sahiptir. Bölgenin en önemli ırkı, Akkaraman koyununun Karakaş varyetesi ve İvesi koyunu olup bölgedeki oranları sırası ile % 75 ve % 25 dir. İvesi yüksek süt verimine sahip yağlı kuyruklu bir yerli ırkımız olup, Devlet İşletmelerinde ve yetiştirici şartlarında Akkaraman koyunlarının süt verimlerin artırmak için kullanılmaktadır. Ayrıca Doğu Anadolu Bölgesi ile sınır olan illerde geçiş bölgesi olması itibariyle Morkaraman koyunlarına da rastlanmaktadır. Yine özellikle Diyarbakır’ın Karacadağ bölgesinde ırk tanımlanması yapılmamasına karşın bölge yetiştiricilerinin severek yetiştirdikleri yöresel Zom koyunu ve Şırnak, Batman illerinde ise Norduz koyunu yetiştiricilikleri yapılmaktadır. GAB’ de koç katımı Haziran ve Ekim aylarında serbest olarak geçekleştirilmekte, kuzu doğumları ise Aralık ve Mart aylarında gerçekleşmektedir. Kuzular 2-2.5 aylık yaşlarda sütten kesilerek meraya bağlı olarak yetiştirilmektedirler. Mera sonrasında kuzular ya besicilere satılır ya da kışlattırılarak ertesi bahar meralanmasından sonra satılırlar. Süt ve kuzu satışı, üreticilerin nakit geliri için önemli bir gelir kaynağını oluşturmaktadır. Bölgede yapılacak ıslah çalışmalarında, yerli-primitif ırkların melezleme ve seleksiyonla verimlerinin artırılması yoluna gidilmelidir. Bu amaçla bir yandan Ceylanpınar Tarım İşletmesi’nde halen devam etmekte olan İvesi koyunlarının saf 227 yetiştirme ve seleksiyonla verimlerinin artırılması çalışmalarına devam edilmelidir. Diğer yandan yüksek verimli ırklarla melezleme çalışmaları yapılarak bölge şartlarında başarıyla yetiştirebilecek tipler geliştirilmelidir. Zira, Bölgede entansif üretim sistemine geçmesi beklenen işletmelerin ise entansif koyunculuğa geçişte en önemli ölçüt olan döl verimine dayalı olarak et verimini artıracak damızlıklar talep edecekleri diğer yandan, aile işletmelerinin kendi ihtiyaçlarını karşılamak maksadı ile küçük ev tipi sürüler ile koyunculuk faaliyetlerine devam edecekleri göz önüne alındığında, bölgede yapılacak ıslah çalışmalarında döl verimi yanında yeterli düzeyde süt verimi ve döllerinde besi özellikleri üzerinde durulması gereken diğer özellikler olarak değerlendirilmelidir. Çizelge 5, 6, 7 ve 8’de Güneydoğu Anadolu Bölgesi’ ne ait koyun varlıkları, sağmal ve kesilen koyun sayıları, üretilen et, süt, deri ve yapağı miktarlarının yıllara göre değişimleri verilmiş olup, yıllar geçtikçe koyun sayısı düşmüştür. Çizelge 5. Yıllara Göre Güneydoğu Anadolu Bölgesi Koyun Varlığı Değişimi (Baş). 2004 2005 2006 2007 2008 Yerli Merinos Yerli Merinos Yerli Merinos Yerli Merinos Yerli Merinos Adıyaman 220.710 1.170 217.390 1.210 193.140 470 153.419 520 149.936 495 Batman 162.790 1.900 159.020 1.990 171.417 - 421.137 - 507.171 - Diyarbakır 717.000 156 675.230 156 898.382 425 720.427 146 630.346 120 Gaziantep 326.511 - 327.572 - 327.483 - 345.857 - 333.085 - Mardin 332.200 29.711 335.179 - 335.378 - 480.267 - 464.965 - Siirt 212.203 - 213.950 - 238.100 - 247.435 - 363.670 71.000 Şanlıurfa 1.428 - 1.434 - 1.451..920 - 1.425.850 - 136.533 - Şırnak 33.128 800 151.952 720 173.896 - 180.870 30.855 128.778 - Kilis 71.157 - 83.900 - 75.900 - 76.000 - 75.000 - GAB 2.077.127 33.737 2.165.627 4.076 2.413.656 895 4.051.262 31.521 2.759.484 71.615 Türkiye 24 438 459 762 696 24 551 972 752 353 24 801 481 815 431 24 491 211 971 082 22 955 941 1 018 650 Oranı (%) Kaynak :TUİK 228 Çizelge 6. Yıllara Göre Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nde Sağılan ve Kesilen Koyun Sayıları (Baş). 2004 Adıyaman 2005 2006 2007 2008 Sağılan Koyun Kesilen Koyun Sağılan Koyun Kesilen Koyun Sağılan Koyun Kesilen Koyun Sağılan Koyun Kesilen Koyun Sağılan Koyun Kesilen Koyun 73.001 21876 72.681 27934 58.885 21491 49.442 30.877 47.699 34.800 Batman 57009 122 55.881 106 59.241 115 111.471 262 117.055 134 Diyarbakır 256.283 532062 228.510 455365 240.514 728483 242.739 863.945 227.911 663.075 Gaziantep 93.861 93.760 303164 94.936 315584 102.044 377.772 111.659 490.387 310970 Mardin 119.927 15941 113.362 3171 131.051 5782 200.254 726 184.570 254 Siirt 30.225 285 30.179 210 51.522 260 77.734 33.978 127.526 9.960 Şanlıurfa 601.216 581 603.944 27146 606.144 33679 588.025 81.626 563.068 81.162 Şırnak 42.191 119558 56.663 100098 51.950 95507 77.618 2.700 62.002 14.310 2274 38.915 4309 32.629 1536 32.508 15.685 32.250 10.806 Kilis 33.985 GAB 1.307.698 1003669 Türkiye 9919191 1.293.895 921503 1.326.872 1202437 1.481.835 1.407.571 1.473.740 1.304.888 3 933 973 10166091 4 145343 10245894 4 763394 10109987 6 428866 9642170 5 588 906 Oranı (%) Kaynak :TUİK Çizelge 7. Yıllara Göre Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nde Sağılan Süt ve Kesilen Et Miktarı (ton). 2004 Adıyaman 2005 2006 2007 2008 Süt Et Süt Et Süt Et Süt Et Süt Et 5.967 433 5.940 517 14.772 421 15.172 99.962 400.882 687.276 3 4.443 2 4.739 2 Batman 4.533 Diyarbakır 21.015 Gaziantep 7.603 Mardin 18.737 6414 19.721 6834 6043 7.595 8.798 Siirt 2.025 Şanlıurfa 8.917 5.502 936.443 2.417 21.153 11.666.056 1.869.646 8.777.232 10932 5842 7.690 5521 8.265 6.819.260 904.438 8.324 275 8.502 59 9.829 92 15.019 15.246 1.384.277 4.572 6 2.022 4414 3.452 5 5.208 430.190 1.136.309 122.900 51.705 9 51.939 499 52.128 620 50.570 1.545.840 4.842.385 1.373.006 Şırnak 3.325 2812 4.466 2215 4.104 2089 107.578 47.700 521.417 217.330 Kilis 2.787 35 3.191 70 2.676 27 2.666 366.920 2.645 230.502 GAB Top. 107.758 16030 106.835 20452 119.111 19709 234.548 20.996.676 11.998.442 11.423.559 81 899 782 587 117 524 746 872 96 738 Türkiye Top. 771 716 69 715 789 877 73 743 794 681 Oran (%) Kaynak :TUİK 229 Çizelge 8. Yıllara Göre Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nde Deri (adet) ve Yapağı (ton) Miktarları. 2004 2005 2006 2007 2008 Deri Yapağı Deri Yapağı Deri Yapağı Deri Yapağı Deri Yapağı Adıyaman 23819 371.434 30348 366.019 23553 323.374 32.988 257.309 37.800 251.428 Batman 122 327.211 106 320.093 115 337.691 262 829.640 134 992.127 Diyarbakır 585255 1.777 500781 1.705 801193 13.560 916.063 1.749 729.273 109.650 Gaziantep 341675 546.253 332950 548.028 346465 547.879 413.065 578.619 537.585 557.251 Mardin 17365 689.209 3313 592.596 6141 592.948 726 849.112 254 822.058 Siirt 285 458.358 210 462.132 260 514.296 37.330 592.780 9.930 998.527 Şanlıurfa 617 2.660 29846 2.671 37029 270.348 88.983 2.634..933 88.625 2.542.244 Şırnak 131207 224.401 109770 255.469 104625 289.537 2.970 406.951 15.741 287.675 Kilis 2501 106.736 4740 125.850 1690 113.850 16.389 114.000 11.504 112.500 GAB 1102846 2.728.039 1012064 2.674.563 1321071 3.003.483 1.508.776 3.638.160 1.430.846 6.673.460 Türkiye 4 265 536 45 972 000 4 492 625 46 175 000 5 168 738 46 776 000 6 884 829 46 751 000 6 051 011 44 166 000 Oranı Kaynak :TUİK Türkiye’de koyunculuğun yüz yüze olduğu sorunların bir arada görülmesi amacıyla problemler aşağıda maddeler halinde sıralanmaktadır. Verimlerde önemli bir artış sağlanamamasına rağmen koyun sayısı yıldan yıla azalmaktadır. Koyun üreticilerinin halen Türkiye’ nin en örgütsüz ve suistimal edilmeye açık kesimlerinden birisi oluşu. Koyun ıslahına yönelik bir çaba gösterilmemesi. Çoğunluğunu yağlı kuyruklu ırkların oluşturduğu koyun populasyonunda kültür ırkları ile melezleme için önemli araçlardan biri olan yapay tohumlama uygulamalarından kamu tamamen çekilmiş olması. Kuzu etine olan talebin azalması. Koyun yetiştiriciliğinde bilgi ve teknoloji kullanımının yok denecek kadar az olması. Hayvan hastalıklarıyla mücadelenin yetersiz olması. Gençlerin bu alanı cazip bulmamalarından dolayı kırsal kesimde aile işgücüne dayalı olarak yürütülen koyunculuğun azalması. 230 Çoban bulmakta sorunların olması. Kamunun koyun yetiştiriciliğinin sorunlarına yeterince eğilememesi. Koyundan sağlanan gelirlerin giderlerdeki artışı karşılayamaması. Koyun yetiştiriciliğinde geleneksel üretim biçimini zorlayacak teşebbüslerin yaygınlaşamaması. İhracat gerçekleştirebilen nadir hayvancılık kollarından olmasına rağmen, buradan sağlanan yararın üreticiye yansıtılamamış olması. Koyun yetiştiriciliğinden kaçışın devam etmesi, nitelikli hayvanlara olan talebi azaltmıştır. Koyunculuk alanında sermayenin ilgi duyulacağı bir ortam yaratılamaması. 4. KÜÇÜKBAŞ HAYVAN YETİŞTİRİCİLİĞİNDEKİ RAKAMSAL DEĞERLERİN DÜŞMESİNİN NEDENLERİ GAB’nde küçükbaş hayvan varlığında son yıllarda meydana gelen önemli sayısal düşüşe; uygulanan yanlış tarım politikaları, çayır mera alanlarının hayvancılık aleyhine azalması ve tahribi, yaşanan terör olayları nedeniyle meraların kullanılamaması ve bölgeden diğer bölgelere göç sebep olarak gösterilebilir. Diğer taraftan bölgenin coğrafi konumu ve sınır hattının uzunluğu, sınırlardan bölgeye kaçak hayvan girişini artırmaktadır. Bölge, kaçak hayvan girişi nedeniyle hayvan hastalıklarının (sığır vebası, şap vb.) sık görüldüğü ve buna bağlı olarak da hastalıktan kaynaklanan önemli ekonomik kayıpların gözlemlendiği bir yer konumundadır. A - Üreticinin koyun ve keçi yetiştiriciliğini bırakması; Çevre Bakanlığının uygulamaları sonucu mera alanları daraldı Çoban bulmakta zorlanıyor Koyun eti fiyatları uzun yıllardır değişmedi Yasal olmayan yollardan koyun girişi devam etti Koyun etine yönelik olumsuz propaganda Yapağı talebi olmamakta ürün elde kalmaktadır Yeni işletmeler kurulmuyor olması B - Yurt dışı fiyatlarının artması; Türkiye’deki koyun ve keçi eti fiyatları ile İran, Irak ve Suriye’deki koyun eti fiyatları arasında bir önceki yıla göre 2 kat fark oluşmuştur. Bu durum doğu ve güneydoğu illerinden yasal olmayan yollardan hayvan satışını artırmıştır. 231 C - Kaçak hayvancılığın artışı; Sınır ülkelerdeki küçükbaş hayvan eti fiyatının yüksek olması kaçak hayvancılığı artırmaktadır Damızlık hayvan sayısının azalmasına bağlı besiye alınan hayvan sayısının düşmesi Dişi hayvanların kaçak olarak kesilmesi. D - Mera alanlarının azalması, F - Çevre bakanlığınca yürütülen keçi zararlarının azaltılması eylem planı ile keçi ırkının yok olmasına yönelik yanlış politikaları. 5. SEKTÖREL ÖNLEMLER VE ÇÖZÜM ÖNERİLERİ Damızlık işletmelerin kurulması teşvik edilmelidir (Bölgelere göre teşvik sistemi), Irk ıslahı yapılmalı, Karkas tanımının yapılması (yağlı/ yağsız), Optimal işletmelerin özel teşvik desteği kapsamına alınması, Ulusal Kırmızı Et Konseyi en kısa sürede kurulmalı, Dişi koyun ve kuzu kesimi belli dönemlerde yasaklanarak, teşvik sistemi ile desteklenmeli, Doğu illerinde sınır ülkelerle yapılan tersine kaçakçılığın önüne geçilmeli, Yeni Mera alanları açılmalı ve erken kuzu kesimlerinin önüne geçilmeli, Dişi hayvanların kesimi belli bir süreliğine yasaklanmalı, Kuzu başına destek verilmeli ve Çobana sosyal güvence sağlanmalıdır. 232 TARİHTEN GÜNÜMÜZE HAYVANCILIK VE HAYVANSAL ÜRÜN SEKTÖRÜ Kenan HASPOLAT* Diyarbakır’da hayvancılık, tarihin derinliğinden beri ön plana çıkmıştır. Hal böyle olunca hayvansal ürünler, örneğin; et ve ürünleri, süt, yoğurt, yağ, yapağı ve deri alanında da söz sahibi olmasını bekliyoruz. BÖLÜM-1: DİYARBAKIR’DA HAYVANCILIK, ET VE ET ÜRÜNLERİ Önce Diyarbakır’da hayvancılığın bir geçmişine bakalım: Neolitik dönemde hayvancılık: Bu dönem MÖ. 8000 yıllarına tekabül edip, Ergani Çayönü yerleşimlidir. Diyarbakır bölgesinde ağırlıklı olarak yabani koyun ve keçi, daha az olarak geyik tüketilmiştir.(1) Artuklulardan başlayarak sonraki dönemlerde de Diyarbakır’da hayvan ve hayvancılığa verilen önemi surlardaki hayvan resimlerinden anlıyoruz. Diyarbakır surları ve diğer mimari eserler üzerindeki figürlere hayvan ve hayvancılığın etkisi: Boğa: Diyarbakır’da Ulu Camii ve Diyarbakır Kalesi’nde farklı boğa tasvirlerine yer verilmiştir. Bütün boğa tasvirlerinde ortak olan özellik bu figürün yenikliği ve güçsüzlüğü sembolize etmesidir. Ulu Camii ve iç Kale’deki mücadele sahnelerinde boğanın sembolik anlamına, mücadele sahneleri bölümünde değinilmiştir. Ulu Camii’nin revaklarındaki boğa başları cepheden işlenmiştir. Yüzde boynuz, göz ve ağız belirtilmiştir. * [email protected] 233 Dağkapı ve Mardin Kapısı’nda karşımıza çıkan Abbasi dönemine ait boğa tasvirlerinin yakın benzerlerini, Abbasi dönemine ait seramik tabaklar üzerinde görmek mümkündür. Selçuklu burcundaki karşılıklı iki boğa ön ayakları üzerine kapaklanmış vaziyettedir. Vücutları profilden, başları 3/4 cepheden verilen boğalar burç üzerindeki süsleme programı içinde değerlendirilmiştir. Boğaların mücadele sahnelerinde olduğu gibi yenik durumları vurgulanır şekilde çökük tasvir edilmeleri bu figürlerin düşman totemi olarak değerlendirilmesine nedendir. Kuşlar: Diyarbakır’da bağımsız ya da farklı figürlerle birlikte kullanılan kuşların büyük bölümü Diyarbakır Kalesi üzerinde yer almaktadır. Kuşların türünü kesin olarak tespit etmek mümkün değildir. Çift başlı kartal gibi bazı kuş tasvirleri doğada örneği görülmeyen gerçeküstü uygulamalardır. Diyarbakır’da en erken tarihli kuş kabartmaları Dağkapı’da Abbasi dönemine tarihlendirilen bir ağacın iki tarafında resmedilen karşılıklı iki kuştur. Bir hayat ağacının iki tarafında yer alan kuşların fiziksel görünümleri kaza benzemektedir. Dağ Kapı’da kapının güneyindeki nişin yüzeyinde bağımsız bir kuş motifine yer verilmiştir. Kanatları açık şekilde profilden işlenen kuşun benzer örnekleri Nur ve Melikşah burçları üzerinde de görmek mümkündür. Nur Burcu üzerinde bağdaş kurarak oturmuş karşılıklı insan figürlerinin başları üzerine yerleştirilen kuşlar dikkat çekmektedir. At: Diyarbakır’da at tasviri sadece Nur Burcu üzerinde yer almaktadır. Karşılıklı simetrik işlenen atlar koşar vaziyette profilden verilmiştir. Kuyrukları düğümlü atların koşum takımları ayrıntılı olarak işlenmiştir. Nur burcunda atlar Geyik (Antilop): Diyarbakır’daki yapılarda geyik figürü Diyarbakır Kalesi’nde Nur ve Selçuklu burçlarındaki süsleme programlarının bir parçası olarak 234 karşımıza çıkmaktadır. Karşılıklı bir birine bakar vaziyette profilden işlenen geyikler uzun kıvrımlı boynuzları ile dağ keçisi ve antilop figürlerini de anımsatmaktadır. Koç: Koçbaşı olduğunu tahmin ettiğimiz bir kabartma Mesudiye Medresesi eyvan kemerinin kilit noktasında yer almaktadır. Stilize işlenen basın yan kesimlerinde daire olarak belirtilen boynuzlar bulunmaktadır. Koç figürü gücü, hâkimiyeti, bolluk ve bereketi simgelemektedir. Dönemin dini ve siyasi görüşünün öğretildiği bir medresede derslerin okutulduğu eyvanın kemer kilit noktasında yer alan koçbaşı Artuklular’ın gücünü simgeliyor, olmalıdır (65). 16. yüzyıl’da hayvancılık: Osmanlının Diyarbakır’ı alış dönemi ekonominin her alanında olduğu gibi tarım ve hayvancılıkta da zirve söz konusuydu. 16.yüzyılda Bölgede 2 milyon baş hayvan mevcuttur (2). 16.yüzyılda Diyarbakır İstanbul’un et ihtiyacını sağlayan önemli bir merkezdi. Tarihte Diyarbakır İstanbul’un et ihtiyacını karşılıyordu. 8 Temmuz 1560 tarihli Diyarbakır’dan İstanbul’un et ihtiyacını temin için koyun gönderilmesi için Diyarbakır beylerbeyine gönderilen bir hüküm göğsümüzü kabartıyor (3). 17 Temmuz 1565 İstanbul’un et sıkıntısı gidermek için Diyarbakır’dan koyun gönderilmesi hakkında hüküm de gurur vericidir (3). 1564 senesine ait bir kanunnameye göre Diyarbakır merkez şehrinde 153.000 adet koyun yetiştirilmekteydi (2). 1564 tahrir defterinde ise Diyarbakır’da Pöçiyan, Pusiyan ve Zeylan nahiyelerinde 590.000 koyun olduğu anlaşılmaktadır (4). 1564 seneli tahrir defterine göre Lice’nin eski yerleşim yeri olan Antak’ta 1564’de 11 bağımsız mezra ve 8 köy mezrası bulunmakta olup bağımsız mezralardan 6000 akçe gelir elde edilmekteydi. 70.000 küçükbaş hayvan vardı (5). Hayvancılık Diyarbakır’a önemli gelir getiriyordu. 1564 Seneli tahrir defterlerine göre Diyarbakır’ın hayvancılıktan 295.000 akça geliri mevcuttu (4). Üretim bol olunca ihracat da söz konusuydu. XVII yüzyılda Diyarbakır’dan Halep’e büyük miktarda hayvan ihracı yapılmıştı (6). 19. yüzyıl: 19. yüzyılda ziraat durumu için Diyarbakır salnamelerine (Diyarbakır il yıllığı) bakacağız. Diyarbakır salnameleri c.3: 19. yüzyıl Diyarbakır salnamelerinde; Mevsim-i hasatla alelumum aşair hayvanatını ra’y için bu çayırlara götürülürler. Alelhusus hayvanat-ı ehliyeden koyun ve keçi pek çok olup koyunların yapağıları merinos koyunlarının yapağılarına pek ziyade müşabih olduğu gibi keçilerin kılları dahi çok yumuşaktır. Mevcud olan koyunların adedi 668.744 ve keçilerin adedi de 363.886 ve bunlardan istihsal olunan yapağının esmanı da senevi altmış bin Osmanlı lirası tahmin olunuyor’ yazılıdır. 9. YY Salnamelerinde küçük ve büyük baş hayvan durumu ele alınır: 235 Koyun ve Keçi: Koyun ve keçi çölde ve çölün gayri mahallerde de pek çok besleniyor. Başka mahallerde beslenen ağnam dahi kış mevsiminde çöle gönderilir. Vilayetin lahm ihtiyacını def etmekle beraber Halep ve Şam vilayetlerine ve Mısır tarafına senevi bir mikdar ihracatı vardır. Cizre ve Midyat kazalarında bulunan tiftik keçilerinin tiftiği Avrupa’ya kadar çıkar. Yapağı ve revgan-ı sâde hasılatının dahi buraca olan sarfiyatından fazlası yukarılara gönderilir. Sığır ve Manda: Bu hayvanat dahi buralarda az değildir. Çiftliklerde inek ve dişi manda beslenir ki, dölleri alınarak çift işinde istihdam görür. Bazan tüccarı Musul vilayetinden sığır ve manda iştirâsıyla yukarı taraflara götürmek üzere buralara uğradıkta içlerinden beğenilip alınanları dahi vardır. 1904 yılında bir kağnı (47) 20.yüzyıl başları 1904 Dağ kapıdan giren bir süvari: (47) 236 1904 Dicle’den geçen bir kervan: (47) Cumhuriyet dönemi hayvancılık:1922 yılı Mardinkapı (53) 1922 yılı Kıtılbil (Üniversite köprüsü arkası) (53) 237 1932 Yedikardeş burcu önünde küçükbaşlar: (47) 1932 Deliller hanı: (47) 1936 yılında: Sığırlar en çok Karacadağ ve Diyarbekir soylarına mahsustur. 94934 karasığır, 6617 manda, 763849 koyun,443700 keçi vardır. Koyun bu mıntıkanın bol para getiren kaynaklarından biridir. Keçi daha çok dağlık kısımda yetiştirilir. Basri Konyar 1936’da Hani ilçe ekonomisini şöyle anlatır: Koyun, at, öküz, eşek dahi beslenmekte ve mahsulatı hayvaniyeden istifade edilmektedir (7). 1936 yılında H.Basri Konyar’ın kaleme aldığı Diyarbakır yıllığında; Vilayetin birinci derecede ihracatı koyun ve keçidir, her yıl külliyatlı miktarda Suriye ve İstanbul havalisine ihraç edilir denmektedir (s. 106) (54). 238 1938 yılına ait bir kitapta: 1937 yılında Diyarbakır’da 224076 koyun, 229815 keçi, 583 tiftik, 1337 deve, 6252 manda, 103812 sığır, 8988 at, 27242 eşek, 1643 katır vardı, denmektedir (54). 1949 yılında hayvancılık: 1949 yılında Diyarbakır’ı ziyaret eden gazeteci Cahit Beğenç izlenimlerini Ulus gazetesinde yazmış, Diyarbakır ve Raman isimli kitabında da bu izlenimlerini detaylandırmıştır. Diyarbakır’da canlı hayvan: Sığır, koyun ve manda ihracatı da bir yekün teşkil etmektedir.110 bin baş hayvan istasyondan gönderildiği kayden sabittir (8). 1962 yılında hayvancılık: 1962 yılında Diyarbakır’da 202.433 koyun, 211.432 keçi, 81.542 öküz, 64.221 inek, 7.863 at, 29.962 katır, 1.441 deve, 163.800 tavuk, 18.200 horoz, 39.150 hindi, 5.250 kaz, 2.300 ördek mevcuttu (54). 1967 il yıllığına göre: KOYUN İlçesi 1965 KIL KEÇİSİ 1966 İlçesi Merkez hocam bu tablo word’e ayarsızdı düzenleme yaptım kontrol ediniz 1965 1966 53.340 38.138 56.152 38.320 Merkez 130.665 135.836 Bismil 81.895 84.100 Çermik 27.195 69252 Çermik 29.686 40.477 Çınar 34.624 36.072 Çınar 43.861 46.969 Çüngüş 16.725 31.400 Çüngüş 7.554 9.820 Dicle 25.841 28.192 Dicle 5.327 6.025 Ergani 35.353 39.550 Ergani 62.115 69.000 Hani 14.267 20.305 Hazro 12.737 12.520 Hani 5.862 6.420 Kulp 44.705 72.463 Hazro 11.302 11.304 Lice 40.607 32.000 Kulp 8.161 9.572 Silvan 32.128 57.000 Lice 10.612 10.600 Toplam 375.660 493.226 Silvan 46.450 74.000 (1) Rakamlar İl Veteriner Müdürlüğünden alınmıştır. Toplam 443.490 504.123 239 1973 il yıllığına göre: 1973 il yıllığına göre Diyarbakır’da 1973 yılında 610.344 koyun, 437.437 keçi, 342.705 sığır, 227.077 manda, 480.000 baş kanatlı hayvan mevcuttu. GÜNÜMÜZDE BÜYÜK BAŞ HAYVANCILIK Diyarbakır da Sığır Varlığı YILLAR 2001 2002 Sığır Sayısı(1000 Adet) 270.932 250.013 Sığır Artışı (%) 100 -8 Diyarbakır Tarım master planı) (Tarım müd) 2003 2004 248.285 247.484 -9 -9 Diyarbakır Tarım müdürlüğü verileriyle: Sığır Yetiştiriciliği: 2004 yılı sonu itibariyle ilimizde sığır sayısı yaklaşık 11,8 bin adet olarak saptanmıştır. Son 20 yıl içersinde tüm Türkiye de olduğu gibi ilimizde de sığır sayısında azalma gözlenmesine rağmen ilin et ve süt üretiminin büyük çoğunluğu sığır kaynaklıdır. İlimizde sığırların et üretiminde payı %57 süt üretimindeki payı ise %63 dolaylarındadır. Sığır Besiciliği: Sığır besiciliğinde, kültür ırkları ve kültür ırkı melezleri ile, damızlık dışı olan erkek ve dişiler besi materyali olarak kullanılmaktadır. Diyarbakır ilinde ekstansif (meraya dayalı), yarı entansif (ahır besisi ve mera) ve entansif (ahır besisi) olmak üzere üç tip besi işletmeciliği yapılmaktadır. En verimli olan ahır besisinde ise, kapalı ve yarı açık ahırlar kullanılmaktadır. İlimizde genellikle kapalı ve eski sistem ahırlar mevcut olduğundan besiye alınan hayvanlarda önemli oranda performans düşüklüğü görülmektedir. 240 Toplam sığır varlığı içerisinde yerli ırk %75, kültür ırkı ve kültür ırkı melezi ise %25’ını teşkil etmektedir. Besi işletmelerinde ortalama sığır karkas ağırlığı 160180 kg. arasında değişmektedir. Diyarbakır canlı hayvan kesimi yapan EBK’ nun yanı sıra iki adet modern tesis mevcuttur. İlimizde kesimi yapılan hayvanların büyük çoğunluğu il dışına gönderilmektedir. Diyarbakır bu konumu itibari ile bölgede önemli bir potansiyele sahiptir. Özellikle ilimiz kurban bayramlarında büyük kuruluşların (Mehmetcik Vakfı) kurban kestirdikleri ve il dışına kurban gönderdiklerinden bölgede bu mevsimde çok sayıda canlı hayvana ihtiyaç duyulmaktadır. Bu açıdan da Diyarbakır önemli bir konuma sahiptir (55). Kocaköy’de oldukça fazla büyükbaş hayvan vardır: Diyarbakır ili Ergani ilçesinde sığır besiciliği: Besi işletmelerinde ortalama sığır sayısı 23.9 baştır. İşletmeler 3 ile 98 arasında sığıra sahiptir. İlçede işletmelerin genellikle küçük aile işletmesi yapısında olmasına rağmen ortalama 23.9 baş hayvan olması Türkiye şartlarında ve özellikle Güneydoğu Anadolu şartlarında iyi bir rakam olduğu kabul edilebilir. Sığırların %40.5’i yerli, %16.6’sı melez esmer, %18.8’i melez simental, %22.9’u melez holştayn, ve %1.2’si kültür ırkından oluşmaktadır. (64) Ergani - Gevran ovasında hayvancılık 241 Gevran ovasında tezekler Erganide hayvancılık: Terkan’da tezekler Et entegre tesisleri 242 Hilar yakınında hayvancılık Erganiye Yeni Hayvan Pazarı 30 Ocak 2012 Diyarbakır’ın Ergani ilçesinde içinde sosyal yaşam alanlarının da bulunacağı yeni bir 65 bin metrekare alan üzerinde hayvan pazarı inşa edilecek. Halen Adnan Menderes mahallesinde bulunan hayvan pazarı yerine de 65 bin metrekare alan üzerinde ihtiyaca cevap verebilecek şekilde yeni bir hayvan pazarı inşa edilecek. Söz konusu projede bu yıl ihale edilerek hayata geçirilecek. Yeni hayvan pazarı Et Entegre Tesisine yakın bir yerde 65 bin metrekare alan üzerinde yapılacak. (Osman İçli - İLKHA). Çermik İlçemizde suni tohumlama çalışmaları özel veteriner klinikleri tarafından gerçekleştirilmektedir. Ayrıca Yayıklı Köyü Boğa İstasyonu’nda 2010 yılında 117 baş inek tabii olarak tohumlanmıştır. İlçemizde bulunan büyükbaş hayvanlar genellikle kültür ırkı, melez ve yerli ırk türlerinden oluşmaktadır. Çermik’te 10-100 başlık işletmeler halinde faaliyetini sürdüren yaklaşık 50 besi ahırı mevcuttur. 2200 kadar büyükbaş hayvan bu ahırlarda beside bulunmaktadırlar. Tarım Bakanlığımızca son yıllarda uygulanan hayvancılık desteklemelerinde özellikle yem bitkileri ve suni tohumlama teşvikleri besiciliğin gelişmesinde önemli etken olmuştur (50). 243 Çermik’te bir sokak Foto: Abbas Oruç Manda ve Koyun koruma altına alınacak 10 Şubat 2012 Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı’nca nesli tükenmekte olan manda ile “zom” ve “karakaş” ırkı koyun, koruma altına alındı. Gıda Tarım ve Hayvancılık Diyarbakır İl Müdürü Mehmet Ali Koçkaya, AA muhabirine, geçen yıl altyapısı hazırlanan ‘’Halk Elinde Islah’’ projesinin bu yıl uygulanmaya başladığını, bu kapsamda Diyarbakır’da nesli tükenmekte olan hayvan ırklarının tespitinin yapıldığını söyledi. , Tespiti yapılan hayvan ırklarından birinin, halk arasında ‘’camış’’ olarak tabir edilen manda, diğerinin ise genetik potansiyeli yüksek ‘’zom’’ ve ‘’karakaş’’ ırkı koyun olduğunu anlatan Koçkaya, bu kapsamda kentte 2 bin 14 manda, 12 bin 600 ‘’zom’’, 6 bin 300 de ‘’karakaş’’ ırkı koyunun koruma altına alındığını bildirdi.www. diyarinsesi.org 244 Ambar çayında büyükbaş hayvanlar 2007 yılında (TUİK) İlimizde Yetiştirilen Büyükbaş Hayvan Türleri : Sığır 248 072 - - Sığır(kultur) 11 290 Sığır (kultur melezi) 51 941 Sığır (yerli) 184 841 Dana (kultur) 2 753 Dana (kultur melezi) 14 129 Dana (yerli) 33 371 Manda 3 721 - - Manda 2 272 Manda yavrusu 1 049 Kaynak: Tarım İl Mudurluğu İlde 2008 yılı itibariyle 235 bin baş sığır bulunmaktadır (55). Diyarbakır’da il tarım md kayıtlarına göre 2009 yılında Diyarbakır dışına 25.479 baş sığır ve manda satılmıştır (56). Karacadağ’da büyük baş 245 Karacadağ’da büyük baş GÜNÜMÜZDE KÜÇÜKBAŞ HAYVAN YETİŞTİRİCİLİĞİ Diyarbakır ilinde küçükbaş hayvan yetiştiriciliği en önemli sektörler arasında yer almaktadır. Bölgemizde küçükbaş hayvan yetiştiriciliğini yapan çok sayıda aile mevcuttur. İlimizde toplam et üretimimizin %43’ü, süt üretiminin ise %37’si koyun ve keçiden sağlanmaktadır. Küçükbaş hayvan yetiştiriciliği genel olarak zayıf meralar, anız ve üretime uygun olmayan bitkisel alanlar değerlendirilerek yapılmakta ve bunlardan et, süt, yapağı, kıl ve deri gibi ürünler elde edilmektedir. Küçükbaş hayvan yetiştiriciliği çoğunlukla aile işletmeciliği şeklindedir. İlimiz koşulları ve doğal kaynaklar yanında, küçükbaş hayvanların üretimi ve tüketiminde geleneksel alışkanlıklar nedeni ile küçükbaş hayvanlardan elde edilen ürünler bölgemizde tercih edilmekte ve bolca tüketilmektedirler buda küçükbaş hayvancılığı bölgede vazgeçilmezler arasına sokmaktadır. Tablo - Diyarbakır’ın Küçükbaş Hayvan Varlığı (1000 Adet) (TİM) YILLAR 2001 2002 2003 2004 Koyun 836 456 689 610 725 626 717.156 Kıl Keçisi 247 804 249 663 303 934 250.708 Toplam 1 084 260 939 273 1 029 560 967.864 Diyarbakır ilinde yetiştiriciliği yapılan yerli ırk koyunlar, akkaraman, morkaraman, ivesi, dir. Keçi ırkı olarak bölgemizde kıl keçisinin yetiştiriciliği yapılmaktadır. Küçükbaş hayvanlar içerisinde süt, yapağı ve kombine verimli kültür ırkı hayvan sayısı oldukça düşüktür. Kültür koyunu bölgemizde yok denecek kadar azdır. İlimizde koyun varlığının hemen hemen tamamı yerli koyun ırklarından oluşmaktadır bu koyun ırklarımızın da %90’ı Akkaraman % 2 İvesi %8 Mor karaman ırklarıdır.Kaynak: Tarım İl Müdürlüğü, 2005. 246 Kocaköy Kocaköy-Koyun kırkması İlde 2008 yılı itibariyle ,630bin baş koyun ve 172 bin baş keçi olup,GAB genelindeki koyun varlığının %15.3’ü ve keçi varlığının %15.9’una Diyarbakır ili sahip bulunmaktadır (55). Ergani Gökçe köyü Foto: M. Oğuz Devegeçidi arka bölgesinde (Hamza baba) küçük baş hayvancılık 247 Günümüzde Eğil’de hayvancılık Günümüzde Silvan’da hayvancılık Çermik ilçesinde: Çermik’in doğu ve güneydoğusundaki arazilerin elverişli olması nedeniyle küçükbaş hayvancılık yaygındır. Diğer bölgelerimizde ise büyükbaş hayvancılık çoğunluktadır. Yörede genellikle koyun ve kıl keçisi yetiştiriciliği yapılmaktadır. Son yıllarda devletin verdiği teşviklerle hayvancılık büyük gelişme göstermiştir. Bölgemizde yaz mevsiminin oldukça sıcak geçmesi nedeniyle küçükbaş hayvancılıkla uğraşan ailelerin çoğu hayvanlarını ilkbaharla birlikte Erzurum, Bingöl, Tunceli, Elazığ yaylalarına götürmektedirler (50). İlimizde Küçükbaş Hayvan Varlığı (adet) Koyun 939.199 Keçi 240.392 2010 yılında En fazla keçiye sahip ilçe; 1.515 baş ile Eğil, en az keçiye sahip ilçe ise 581 baş ile Merkez İlçedir. Çüngüş’te 1.054, Ergani’de 928 ve Çınarda 678 baş keçi bulunmaktadır (17) (41). 248 Ergani ( M. Üzülmez ) Karacadağ’da küçükbaş 249 Keçicilik Neolitik dönemde Diyarbakır’da keçi ‘Ergani yakınlarındaki Çayönü kazılarında gün ışığına çıkarılan çeşitli kalıntı ve buluntuların ortaya koyduğu, yalnız Anadolu’nun değil, bütün Güneydoğu Asya ve Avrupa’da İsa’dan 7 bin yıl önce ilk karma ekonomisi gerçekleşmiştir; koyun, keçi, köpek gibi hayvanlar evcilleştirilmiş, yerleşik bir düzen içinde özgün bir mimariye sahip insan toplulukları yaşamıştır. Halan Çemi kazılarında 14 karbon ile erken Neolitik kültür kalıntıları ortaya çıkarılmış, Doğu Anadolu’nun en eski kültürü bulunmuştur. Kazıda hayvan kalıntıları bulunmuştur. Bunlar koyun, keçi, geyik, sığır, kaplumbağa, kuş, balık gibi türlerdir, Selçuklu döneminde surlar ve keçi motifi: Diyarbakır surları ve dağ keçi kabartması Mardin kapı ve Dağ Kapı’da Abbasilere ait kabul edilen boynuzlu hayvan (Keçi, öküz) figürleri bulunmaktadır. Selçuklu (Melikşah) Burcu’nda mücadele eden iki keçi kabartması, burcun kitabesinin birinci satırının altında orantılı yer almıştır. Nur Burcu’nun kitabesinin son satırının üstünde iki dağ keçisi kabartması, Melikşah Burcu’ndaki kabartmalardan daha ustalıklı işlenmiştir. Günümümüzde keçinin durumu Diyarbakır’ın Küçükbaş Hayvan Varlığı (1000 Adet) (TİM) YILLAR 2001 2002 2003 2004 Koyun 836 456 689 610 725 626 717.156 Kıl Keçisi 247 804 249 663 303 934 250.708 Toplam 1 084 260 939 273 1 029 560 967.864 Diyarbakır ilinde yetiştiriciliği yapılan yerli ırk koyunlar, akkaraman, morkaraman, ivesi dir. Keçi ırkı olarak bölgemizde kıl keçisinin yetiştiriciliği yapılmaktadır. (60) Diyarbakır İlinde keçi yetiştiriciliği bölge genelinde hakim ırk olan Kıl keçisi yetiştiriciliği şeklinde yapılmaktadır. Türkiye genelinde de keçi yetiştiren işletmeler alanlarında özelleşmemiş olup, keçi yetiştiriciliğini koyunculuğun yanında tali olarak yapmaktadırlar. Sadece keçi yetiştiriciliği yapan ihtisaslaşmış keçi işletmesi yok denecek kadar azdır. Diyarbakır İli keçicilik işletmelerinin yapısal özelliklerini belirlemek amacıyla düzenlenen bu çalışma, Diyarbakır Merkez, Çınar, Çüngüş, Ergani ve Eğil ilçelerindeki toplam 125 işletmede araştırma sonucu işletme başına düşen ortalama hayvan sayısı keçi, çepiç, teke, oğlak, koyun, koç ve kuzu sırasıyla; 38.02, 10.88, 2.17, 30.54, 38.71, 2.76 ve 27.11 baş bulunmuştur. Keçi yetiştiren işletmelerdeki sürülerin laktasyon süresinin 2.5-5.5 ay, sütten kesim yaşının ise, 1.5-3.5 ay arasında değiştiği belirlenmiştir. Meraya dayalı yetiştiricilik yapan işletmelerde sürüler 250 ortalama 107.92 gün yaylada otlatmaktadırlar.; işletmelerin hayvan barınakları incelendiğinde; ağılların %64’nun taş, %36’sının ise briketten yapılmış olduğu görülmüştür (44). Diyarbakır merkezde hayvancılık sektörü 251 Hayvancılık işletmeleri Tablo 2: Türkiye, GAB ve Diyarbakır İlinde Büyükbaş Hayvanı Olan İşletmelerin İşletme Ölçeğine Göre Dağılımı Güneydoğu Anadolu Bölgesi Türkiye İşletme sayısı Toplam İçindeki payı (%) 1– 4 baş 1.043.022 5–9 baş Diyarbakır İşletme sayısı Toplam İçindeki payı (%) İşletme sayısı Toplam içindeki pay (%) 59.71 90.783 72.04 14.560 50.07 447.078 25.59 23.674 18.79 7.794 26.80 10–19 baş 196.193 11.23 9.872 7.83 5.604 19.27 20–49 baş 55.598 3.18 1.392 1.10 965 3.32 > 50 baş 5.036 0.29 296 0.23 157 0.54 Toplam 1.746.927 100 126.017 100 29.080 100 İşletme Ölçeği 252 Tablo 3: Türkiye, GAB ve Diyarbakır İlinde Küçükbaş Hayvanı Olan (Koyun ve Keçi) İşletmelerin İşletme Ölçeğine Göre Dağılımı İşletme Ölçeği Güneydoğu Anadolu Bölgesi Türkiye Diyarbakır İşletme sayısı Toplam İşletme Toplam içiniçindeki payı sayısı deki payı (%) (%) İşletme sayısı Toplam içindeki pay (%) 1–4 baş 64.744 12.21 8.432 8.03 838 5.06 5–9 baş 58.400 11.02 14.768 14.06 1.802 10.88 10–19 baş 88.192 16.64 23.622 22.49 3.506 21.16 20–49 baş 155.231 29.28 37.459 35.66 6.029 36.39 50–149 baş 130.048 24.53 17.742 16.89 3.634 21.93 150–299 baş 27.250 5.14 2.579 2.46 637 3.84 > 300 baş 6.286 1.19 432 0.41 124 0.75 Toplam 530.151 100 16.570 100 105.034 100 Tablo 2 ve 3 incelendiğinde, Diyarbakır ilinde mevcut büyükbaş işletme ölçeklerinin Türkiye geneli ve bölge ortalamasına göre daha büyük olduğu görülmektedir. Bu durum büyükbaş hayvancılık işletmelerinde ihtisaslaşma durumunun Bölge ve Türkiye ortalamasına göre daha yüksek olduğunu gösterse de bu ölçek büyüklüğünün yeterli olduğunu söylemek mümkün değildir. Diğer taraftan, Diyarbakır ili ve GAB’da bulunan küçükbaş işletmelerinin işletme ölçeklerinin Türkiye ortalamasına göre daha küçük olduğu göze çarpmaktadır (63). Arıcılık: Salnamelerde (c.4) balla ilgili şu cümlelere rastlıyoruz. Bal ilimizin önemli ürünlerindendir. 1869 yıl Diyarbakır salnamesinde balmumu 5000 yekün-i mahsul keyl-i aşari denmektedir (10). 5 Temmuz 1841 tarihli bir belgede asker için Diyarbakır’dan 30000 kıyye bal alındığı ifade ediliyor. 1936 yılında H.Basri Konyar’ın kaleme aldığı Diyarbakır yıllığında Vilayetin Çermik ve Kulp mıntıkalarında oldukça nefis bal istihsal olunmaktadır. Bereketli senelerde bir kovandan vasati 5-6 kilo bal istihsal olunur (s. 155) denmektedir. 1961 yılında Diyarbakır’da 11903 kovan mevcuttu,81312 kg bal istihsali olmuştur (54). Arıcılık toprağa bağlı olmadan, küçük sermaye ve az masrafla yapılan, kısa zamanda gelir getiren tarımsal uğraştır. Arıcılık aynı zamanda topraksız ve az topraklı çiftçilere ek gelir yaratması, orman içi ve orman kenarı köylerde yaşayanların gelir düzeyini artırarak köylerden kente göçü yavaşlatmaktadır. Bu bakımdan özellikle son yıllarda ilimizde arıcılık konusunda olumlu gelişmeler yaşanmakta olup, Çermik’in bitki örtüsü arıcılığa elverişlidir. İlçemizde arıcılık, daha çok küçük aile işletmeciliği ve özel girişim şeklinde yapılmaktadır. İlçede 4085 fenni, 70 yerli kovan olmak üzere 253 toplam 4.155 kovan bulunmaktadır. İlçede 2010 yılında üretilen bal miktarı, 34.570 kg dır (50). İlimizde Arı Yetiştiricileri Birliği etkin olarak görev yapmaktadır. Birliğe 410 adet arıcı kayıtlı olup, bunlardan %80 civarı gezginci arıcılık yapmaktadırlar. İlimiz de Arıcılar Birliğinde kayıtlı toplam 75.039 adet arılı kovan mevcuttur (58). 2008’de Diyarbakır’da Bal üretimi 274,7 ton. Balmumu üretimi. 16.3 ton (59). Çermikte arıcılık Çermikte kovanlar 254 Fotoğraflar. M.Ali Abakay Kanatlı Kümes Hayvanları Yetiştiriciliği: 2003 yılında İlimizde kanatlı kümes hayvanlarını kırsal kesimde köy ve mezralarda köylü kendi ihtiyacı ile pazar için başta tavuk, hindi, kaz ve ördek yetiştirmektedir. Şehir merkezine yakın yerleşim birimlerinde ticari olarak yetiştiricilik yapılmaktadır. Bunlar Köy – Tür ile sözleşmeli çiftçilik yapan et tavukçuluğu yetiştiricileridir. Ayrıca Büyük bir entegre tavuk besiciliği yapan işletme bulunmaktadır. İki adette yumurta tavukçuluğu yapan işletme bulunmaktadır. İlimiz kanatlı kümes hayvanı varlığı 2003 yılı olarak 848.000 tavuk, 11.000 hindi, 4.800 ördek, 6.100 kaz adedi bulunmaktadır. Toplam üretim Diyarbakır ve çevresi ihtiyacına yetmemektedir. Bölge kendi yumurtasını kendi üretmektedir 255 Balıkçılarbaşı Köy tavuğu satıcıları Köy yumurtası Geçmişte bir bağ evinde tavuklar (47) 256 Günümüzde tavuk satan bir köylü Urfakapı eskihalde kanatlı hayvanlar 257 Diyarbakır ilinde Toplam ticari işletme sayıları çok azdır. En bilinenleri Gün Tavuk işletmesi, Diyar Tavuk İşletmesi, Varan Kanatlı işletmesi, Tuncay Kanatlı İşletmesi, Kadir Eser Kanatlı İşletmesi, gibi çok az sayıda işletmeler vardır. Bu işletmeler yumurta üretimi, et üretimi, damızlık civciv ve hindi palazı büyütme gibi değişik üretimler yapmaktadır. 1. Güntavuk İşletmesi 5x10.000=50.000 Ad./gün yumurta 2. Diyartavuk İşletmesi 15.000 Ad./gün yumurta ,15.000 Ad. etçi/dönem 3. Varan Kanatlı İşletmesi 15.000 Ad./gün yumurta 4. Karacan Tavuk İşletmesi 3.500 Ad./gün yumurta , 17.000 Ad. Hindi Palazı 5. Tuncay Kanatlı İşletmesi 3.500 Ad. /gün yumurta , 2.500 Ad. Hindi Palazı 6. Kadir Eser Kanatlı İşletmesi 45.000 Ad./devre etçi Mevcut olan bu ticari kanatlı işletmeleri çoğu zaman düşük kapasite ile çalışmakta, hatta çoğu zamanda üretim yapamamaktadırlar. İşletmeler kendini yenileme, geliştirme imkanından uzaktır. 2009 yılında: Tavuk sayısı: 404.800 Hindi sayısı: 59. 603 Kaz sayısı: 15.536 Ördek sayısı: 13.730 Tavuk yumurtası: 40.480.000 adet Hindi Yumurtası: 1.788.090 adet Kaz yumurtası: 466.080 adet Ördek yumurtası: 411.900 adet Etçi tavuk üretimi: sıhhatli ve kesin değildir. 250.000 adet Ancak tüm bu rakamlar Kanatlı hayvan çeşitleri olarak; Tavuk, Hindi, Kaz, Ördek, Bıldırcın, Devekuşu, Keklik, ve merak süs amacı ile beslenenler gelmektedir (51). 258 Diyarbakır’da tavukçuluk sektörü Köy tavukçuluğu Eğil-Amini köyü Urfakapı’da hindi satışı Gevran ovası Malabadi’de ördekler Tılalo’da hindi çiftliği Gazi köşkünde Ördekler Ördek eti 259 Bıldırcın Avcılık: Çermik İlçemiz av hayvanları bakımından zengindir. Avdöneminde tavşan, tilki, kurt, keklik, şahin, kartal, atmaca, yaban ördeği, güvercin gibi hayvanlar avlanmaktadır. İlçemizde akarsu ve göletlerin çokluğu balık avının gelişmesine neden olmuştur. Çermik’teki sularda yaşayan balık türleri sazan, şalbut, ağzıbol, çepik, yayın ve yılan balığıdır (50). Diyarbakır’da Av hayatı (Prof. Y. Coşkun koleksiyonu) Tilki 260 Ceylan Sansar Kirpi 261 Avcılık Diyarbakır tarihinde önemli bir yere sahipti. Diyarbakır salnamelerine göre bulunan kuş türleri: Keklik, ördek, kaz, hindi, leylek, keçe kerkes, kartal, çalağan, papağan, doğan, karakuş, tavûsi, karazağ, bıldırcın, güvercin, kumru, saka kuşu, turna, balıkçın, kaz, yarasa, ishak kuşu, baykuş, tarh, serçe, bülbül, yaban bülbülü, vahşi bat, askü, darı kuşu, yaban serçesi, incir kuşu, fıüdhüd, ebabil, kırlangıç, kagırlak, cure, kör tavuk, boran, torac, pirinç kuşu, yeşil karga, Hasan Hüseyin tavuğu, el kuşu gezeze, mezmezdek, tut kuşu, kum kuşu, karabİtak, (Salname 3/362). Günümüzde kuş türleri: 1993-2010 yılları arasında Diyarbakır il sınırları içinde, standart ornitolojik donanım eşliğinde gerçekleştirilen arazi çalışmaları ve yayınlanmış eserler topluca değerlendirilerek yörede gözlenen kuş türlerinin listesi ve mevsimsel statüleri ile ilgili, yapılan değerlendirmeler sonucunda, ilimiz ve yakın çevresinde 17 takıma ve 55 familyaya ait 285 kuş türünün bulunduğu belirlenmiştir. Saptanan türlerden 21 tanesi küresel ölçekte nesli tehlike altında olup, bunlardan en az beş tanesi yörede üreyen türlerdir. Diyarbakır ili ve çevresinde 17 ordo ve 55 familyaya ait 285 kuş türü tanımlanmıştır. Saptanan türlerden 129’unun Passeriformes, 156’sının da Nonpasseriformes grubuna dâhil olduğu belirlenmiştir. Çalışma alanında belirlenen 285 türün Türkiye statüleri ve bölgesel statüleri karşılaştırılarak bunlardan 71’inin yerli, 87’sinin yaz misafiri, 61’inin kış misafiri ve 61 türünde göç dönemlerinde yöremizde gözlenen türler oldukları, 5 türün ise rastlantısal gözlenen tür olduğu belirlenmiştir. Yörede belirlenen türlerin global alandaki tehlike durumlarına da bakılarak, belirlenen türlerden 21 tanesinin (Küçük Karabatak, Tepeli Pelikan, Pasbaş Patka, Dikkuyruk, Kızıl Çaylak, Küçük Akbaba, Büyük Orman Kartalı, Şah Kartal, Küçük Kerkenez, Ala Doğan, Ulu Doğan, Bıldırcın Kılavuzu, Toy, Karakanatlı Bataklık Kırlangıcı, Sürmeli Kızkuşu, Büyük Suçulluğu, Çamurçulluğu, Kervançulluğu, Gökkuzgun, Alaca Sinekkapan, Boz Kirazkuşu) global anlamda nesli tehlike altında olan türler oldukları belirlenmiştir. Dünya ölçeğinde tehlike altında olan bu türlerden en az 5 tanesi (Pasbaş Patka, Küçük Karabatak, Küçük Kerkenez, Toy ve Gökkuzgun) ilimizde üreyen türlerdir. Yörede bugüne kadar 29 yırtıcı kuş türünün olduğu belirlenmiş olması ve tüm Türkiye’de Falconiformes takımının 38 türle temsil ediliyor olması yörenin yırtıcı kuşlar açısından ayrı bir önem taşıdığı sonucunu da göstermektedir (61). 19. yüzyıl salnamelerinde bahsedilen diğer av türleri: Varşak, Çakal, Tilki, Su iti, Sansar, Tavşan, Veseh. Hayvanat-ı mezkûreden veseh dayak yedikçe semizlendiği ve Kürdler tarafından lahmı eki oluna geldiği cihetle tutulur ve semizlenmek için değnekle dayak altına alınarak dayak yedikçe kesb-i semen etmesi üzerine boğazlanır. Diğer hayvanat postlarının kurbanı olmak üzere saydlarında devam olunuyor. Postları kürk yapılarak epeyce câlib-i menfaattir. Yalnız tavşanın saydı telezzüz için olarak lahmı dahi mubahtır. Tilkinin lahmını Şafii mezhebinde olanlar yerler. Hınzır, Kurt, Pelenk, Ayı, Keftar: Şu yırtıcı hayvanat dahi arazimizin beslediği ecsâmdandır. Hınzır denilen canavar erz tarlalarına sokulup îrâs-ı hasar 262 edegeldiğine mebnî her sene bir mikdarı o tarlalarda kurşunla telef edilir. Kurt, koyun ve keçi ağıllarında çobanların tüfengine hedef ve mahsusan beslenen kelblerin âzûlarıyla mecruh olurlar. Postları kürkçü dükkânlarında pazara çıkar. Pelenk ve keftar ve ayı yalnız gördükleri insanlara mazarrattan halı değildirler (3/362). 1936 yılında H.Basri Konyar’ın kaleme aldığı Diyarbakır yıllığında: Ünlü avcıları bulunan Diyarbekir’in yönünde karatavuk, yabani ördek, toy, turna bulunduğu gibi kılkuyruk burada çok mühim bir yer tutar. Keklik, çil bura acılarının yüzünü güldüren bir varlıktadır. Çulluk, sarıasma, arıkuşu, ağaçkakan ve balıkçınların türlüsü bulunur. Keklikten sonra üveyik gelir (s. 825) denmektedir (54). Yük Hayvanları At ve Eşek At arabasi Abbas Oruç-Çermik Çermik ilçesi Ahmetli köyünde eşekler Diyarbakır 263 Diyarbakırda diğer hayvan türleri (Prof.Y. Coşkun serisi) DİYARBAKIR’IN BAZI HERPETOFAUNA ÖRNEKLERİ DİYARBAKIR’IN BAZI OMURGASIZ HAYVAN ÖRNEKLERI DİYARBAKIR’IN BAZI MEMELİ FAUNASI ÖRNEKLERİ 264 YEM BİTKİLERİ Buğday Gazal boynuz Karma yem (Fabrika yemi) Et kemik unu Üçgül Mısır silajı Melas Soya küspesi Kepek Mısır DCP ( Dikalsiyum fosfat ) Yaprak yemi (Karmaem ) 265 Diyarbakır ili tarla bitkileri ekim alanı ve üretim değerleri (TUİK, 2009) Ürünler Ekiliş Alanı (1000 da) Üretim (1000 ton) Fiğ (ot) Yonca (ot) Korunga 49.4 5.7 0.4 28.2 7.3 0.02 Diyarbakır’da Yem Bitkileri: Diyarbakır İli hayvancılığının başlıca kaba yem kaynakları; doğal çayır-mera alanları, yem bitkileri ve tahıl-mercimek samanları ile anızlardır. Bölgede yem bitkisi olarak fiğ, burçak, yonca ve korunga tarımı yapılmaktadır. İl’de 2008 yılı verilerine göre, 14 bin ha çayır ve 167 bin ha mera alanı mevcut olup, bu alanların tüm ülkede olduğu gibi, aşırı, zamansız ve bilinçsiz otlatılmaları neticesinde verim güçleri iyice azalmıştır. Bölgede yem bitkisi tarımının yaygınlaştırılması için öncelikle, önemli bir potansiyel olan doğal çayır-mera alanlarının ıslahına ve amenajmanına ağırlık vermek gerekmektedir. Ancak bu alanların ıslahı kısa vadede mümkün görülmemektedir. Bu durumda bölgedeki kaliteli kaba yem açığını kapatabilmek için tarla tarımı içerisinde fiğ, yonca ve silajlık mısır gibi yem bitkileri yetiştiriciliğine önem vermek gerekmektedir. Bu amaçla Dicle Üniversitesi Ziraat Fakültesi Tarla Bitkileri Bölümünde yapılan ıslah çalışmaları sonucu 5 adet fiğ çeşidi (Dicle, Kral Kızı, Görkem, Karakaya ve Özgen) 1 adet sentetik yonca çeşidi (Başbağ) tescil ettirilmiş olup, bu çeşitlere ait sertifikalı tohumluklar çoğaltılarak bölge çiftçilerinin hizmetine sunulmaktadır. Bölgede yem bitkisi tarımının geliştirilmesi için bazı çözüm önerileri aşağıda verilmiştir. 1. Bölgede entansif hayvancılığık teşvik edilmeli ve yaygınlaştırılmalıdır. 2. Tarım Bakanlığı tarafından yem bitkilerine verilen üretim desteği daha makul düzeylerde devam ettirilmelidir. 3. Yem bitkileri üreten çiftçilere pazarlama konularında yardımcı olunmalı, bu amaçla üreticilerle hayvan sahiplerinin buluşacağı bir ot borsası kurulmalıdır. 4. Çiftçilerin kooperatifleşmeleri teşvik edilmelidir. 5. Yem bitkileri üretim ve değerlendirme aşamalarında kullanılan tarımsal alet (mibzer, ot biçme, balya ve silaj makinaları vb). alımlarında çiftçiler desteklenmelidir. 6. Bölgede yem bitkileri ile ilgili yayım ve bilgilendirme hizmetleri artırılmalıdır. 7. Bölge şartlarına uygun, verimli ve kaliteli yem bitkileri sertifikalı tohumluklarının çiftçilere uygun fiyattan sağlanması, bu tohumlukların mümkünse bölgede üretilmesi teşvik edilmelidir (52). 266 Üniversitede silajlık mısır ekimi Dicle üniversitesi arazisinden saman toplanımı 267 Diyarbakır İli ve GAB’da Arazi Kullanım Durumu ve Yem Bitkileri Üretimi: Diyarbakır’da hayvansal üretimi ilgilendiren önemli bir husus da, ilin mera varlığı ve/veya ilde üretilen yem bitkilerinin miktarıdır. Diyarbakır ilinde toplam 798.754 hektarlık alan tarım arazisi olarak kullanılmakta ve çoğunlukla kuru tarım yapılmaktadır. İlde çayır ve meralar toplam 182.893 hektarlık bir alanı kaplamaktadır. İldeki toplam arazi varlığının %52’si tarım alanı, %19’u orman ve fundalık, %12’si çayır-meralardan oluşmakta olup %17’si ise tarıma elverişsiz alanlardan meydana gelmektedir. Çayır-mera alanlarının büyük bölümü (yaklaşık %70) Çınar, Ergani ve Merkez ilçelerinde bulunmaktadır. İlde çayır ve mera alanları ve kalitesi yeterli düzeyde değildir. 2007 yılı itibariyle Diyarbakır ili genelinde 1360 da yonca, 438 da korunga, 37003 da fiğ ve 9457 da silajlık mısır ekimi yapılmış olup oldukça düşük bir seviyede bulunmaktadır. GAB ve Diyarbakır ilinde toplam ekilen tarla alanı içerisinde yem bitkisi ekimi yapılan arazilerin oranı tablo 9 sunulmuştur. Tablo 9: Diyarbakır ve GAB İllerinde Toplam Ekilen Tarla Alanı İçerisinde Yem Bitkileri Ekim Alanlarının Oranı İller Adıyaman Batman Diyarbakır Gaziantep Kilis Mardin Siirt Şırnak Şanlıurfa G.A.B. Türkiye Yem Bitkisi Alanı (Ha) 938 1.415 2.905 1.276 214 485 2.320 1.955 2.302 13810 938.910 Toplam Ekilen Tarla Alanı (Ha) 244.418 117.162 642.762 196.113 50.535 315.544 56.004 97.090 958.406 2.678.034 18.148.000 Toplam İçerisindeki Yeri (%) 0.38 1.21 0.45 0.65 0.42 0.15 4.14 2.01 0.24 0.52 5.17 Tablo 9’da görüldüğü üzere Diyarbakır ili ve diğer bölge illerinde yem bitkileri ekim alanlarının toplam tarım arazileri içindeki payı Türkiye genel ortalamasının altındadır. Türkiye ve Diyarbakır ilinde büyükbaş hayvan birimi başına düşen çayırmera alanına ilişkin veriler tablo 10’da verilmiştir. 268 Tablo 10: Türkiye ve Diyarbakır İlinde Büyükbaş Hayvan Birimi Başına Düşen Çayır ve Mera Alanı Hayvan sayısı Hayvanlar Koyun Kuzu Keçi Oğlak Sığır Dana Manda Manda yavrusu At BBHB(1) 0.1 0.05 0.1 0.05 1 0.5 1.8 0.9 1.3 BBHB cinsinden hayvan sayısı Türkiye–08 Diyarbakır–08 Türkiye–08 Diyarbakır–08 2008 (2) 2008 (3) (1*2) (1*3) 16.809.034 394.172 1.680.903 39.417 7.165.557 236.294 358.278 11.815 3.851.143 113.816 385.114 11.382 1.742.418 58.677 87.121 2.934 8.203.164 189.973 8.203.164 189.973 2.656.778 44.992 1.328.389 22.496 66.801 2086 120.242 3.755 19.496 515 17.546 464 179.855 2.365 233.812 3.075 Katır Eşek Toplam Çayır-Mera alanı (ha) 1 0.5 62.248 273.520 BBHB Başına Düşen Çayır-Mera Alanı (ha) 1369 6.518 62.248 1.369 136.760 3.259 12.613.577 289.937 14.616.700 182.893 1.16 0.63 Tablo incelendiğinde, Türkiye’de BBHB başına düşen ortalama çayır-mera arazinin 1.16 ha ve Diyarbakır’da 0.63 ha ile oldukça düşük bir seviyede olduğu dikkati çekmektedir. Bu bakımdan ilde hayvan varlığına göre düşük düzeyde bulunan çayır-mera alanlarının varlığının korunarak genişletilmesi ve kalitesinin artırılması gerekmektedir. Türkiye 1950’lerden itibaren tarımda yapılan yanlış uygulama ve makineleşme politikalarıyla daha fazla bitkisel üretim uğruna çayır ve mera alanlarını büyük ölçüde yitirmiştir. Türkiye’nin birçok bölgesinde yaşanan bu olumsuz gelişmenin Diyarbakır ili için de geçerli olduğu görülmektedir. Ülkenin birçok bölgesinde çayır ve mera alanlarının yok olması nedeniyle giderek entansifleşmek zorunda kalan hayvancılık işletmelerinde üretim maliyetleri, yetiştiricinin ve üreticinin bu sektörde üretimi devam ettirmesine imkân tanımayacak seviyelere ulaşmıştır. Diyarbakır ilinde mevcut hayvan varlığına karşılık, yetersiz olan çayır ve mera alanlarında benzer yanlışları daha fazla sürdürmeden ıslah çalışmalarına gereken önem verilmeli ve yeni çayır ve mera alanları oluşturulmasına gidilmelidir. Hayvancılık işletmelerde maliyeti oluşturan masraf unsurlarından en önemlisi şüphesiz yemdir. Hayvansal üretimde maliyetleri düşürmede, karlı ve verimli çalışmada önemli rol oynayan kaba ve kesif yem gereksiniminin bol, kaliteli ve ucuz olarak temin edilmesi gerekir. Bunun için çayır ve mera ıslah çalışmaları yanı sıra, yem bitkileri üretimine de gereken önemin verilmesi zorunludur (63). 269 İLİMİZ MERA ALANLARININ GENEL DURUMU Tarihte meralara büyük önem verilmiştir. Örneğin (66) Tarihte mera teşvik ve düzenlemesi ile ilgili belge. 1 Aralık 1564 Karacadağ meracılığa çok uygundur. Tarihte Mili aşiretinin merasıydı (67). İlimizde çayır mera alanları arazi varlığı içinde önemli bir yere sahiptir. Toplam arazi varlığının % 15’ni teşkil etmekte ve hayvancılığın en temel unsurlarından bir durumundadır. Diyarbakır ili Güneydoğu Anadolu iklim bölgesine dâhil olup, yazları sıcak ve kurak, kışları ise nispeten soğuk ve yağışlı bir iklim özelliği göstermektedir. Yağış rejimi yıllık 493,3 mm(uzun yıllar ort.) civarındadır. Bu yağışlar genellikle kış ve ilkbahar aylarında düşmektedir. Bu da beraberinde mera alanlarında vejetasyon süresinin kısalığını getirmektedir. İlimiz mera alanlarının genel yapısı ilimiz coğrafyası ile örtüşmektedir. İlimiz mera alanları yoğun olarak; Karacadağ bölgesi; Buralar Bağlar, Kayapınar merkez İlçeleri ile Çınar, Ergani, Çermik ilçeleri sınırları dahilinde kalmaktadır (110 000 ha.). Bu mera alanları genel itibarı ile taşlık yapıda % 50-80 oranında olup makineli tarıma elverişsiz durumdadır. Yöre halkı tarafından küçükbaş (özellikle koyun) otlatılmak suretiyle değerlendirilmekte ve koyun merası olarak tanımlanmaktadır. Bu bölgede mevcut meralar yüzölçümü çok büyük parseller halinde bulunmaktadır. Mevsimsel yağışların yeterli olduğu yıllarda çok yüksek ot verimine sahiptirler. Özellikle baklagil çayır mera bitkileri (Trifolium repens (Ak Üçgül) Medicago sp). (yonca) açısından oldukça zengin bir bitki örtüsü mevcuttur. Dicle havzası; mera alanları bu alanlar Dicle nehrinin kıyılarında bulunmaktadır. Yoğun olarak Bismil ilçesi sınırlarında kalmaktadır. Taban suyu seviyesi yüksek olup toprak yapısı itibarı kumlu tınlı bir yapıya sahiptir. İlimiz ova alanları; bulunan mera alanları, bu kısımlarsa yamaç olarak tarif edilen alanlardır. 270 Kuzey bölgesi mera alanları; Kulp, Lice, Dicle, Hani ilçelerinde bulunan alanlar bu kısımlarda yaylalar mevcut olup yoğun olarak kulp ilçesi Muş ili sınırlarında kalmaktadır. Kadastro çalışmaları açısından değerlendirildiğinde, 3 ilçemiz tamamen, 7 ilçemiz kısmen, 4 ilçemiz ise hiç kadastro görmemiştir. Bu kapsamda tesis kadastrosu gören mera alanımız 127.648,70 hektar, kadastro görmeyen mera alanımız tahminen 101820,6 hektar olup, toplam mera alanımız 229.469 hektardır (62). Tablo: Diyarbakır İli İlçeler Bazında Mera Varlığı İlçe Adı Kadastro Gören Köy Mezra Sayısı Sayısı Parsel Alanı Sayısı (Hektar) Parsel Sayısı Alanı (Hektar) Toplam (Hehtar) BİSMİL ÇERMİK ÇINAR ÇÜNGÜŞ DİCLE EĞİL ERGANİ HANİ HAZRO KOCAKÖY KULP LİCE MERKEZ SİLVAN 107 76 90 24 81 38 24 77 37 11 56 19 146 50 - 2247,2 6280 11268 4041 7764 232,9 4451,5 1333,7 23,59 49865,4 13569 744,3 12420 8186,2 26606,1 19112,7 4778 9772 39624,2 4451,5 1576,2 23,59 49865,4 13569 35148,2 4336,2 - 101820,6 229.469 TOPLAM 836 GENEL TOPLAM 77 41 66 24 104 46 41 86 38 18 115 41 224 91 401 134 294 146 364 146 364 42 785 - 12420 5939 20326,1 7844,7 737 2008 39391,3 242,5 35148,2 3591,9 1012 2676 127.648,70 229.469 Hektar Kadastro Görmeyen ET ÜRETİMİ 271 Et ürünleri: 1931 yılı üretim: Barsak 27130 kg. kavurma 164.000 kg,sucuk 55.500 kg,pastırma 7200 kg (7). Diyarbakır 1973 il yıllığına göre; Diyarbakır’da 1973’te mezbahalarda yılda 150.000 baş,mezbaha dışı 75.000 baş olmak üzere 225.000 hayvan kesilmektedir. Bunlardan elde edilen 4.000.000 kilo et ilimizde tüketilmektedir. Yıllık ortalama olarak şahıs başına bütün ilde 17 kg. et tüketilmektedir. (Türkiye ortalaması fert başına 16 kg.dır). Tablo Küçükbaş Hayvan Yetiştiriciliğinden Elde Edilen Et Miktarı (Ton) YILLAR 2001 2002 2003 2004 Koyun Eti 5 637 020 5 331 580 4 973 840 - Kıl Keçisi Eti 1 763 325 1 112 250 1 880 190 - Toplam Et Üretimi 7 400 345 6 443 830 6 854 030 8.266.871 Kaynak: TİM -Kaynak: Tarım İl Müdürlüğü, 2005 Tablo Sığır Eti Üretimi (1000 Ton) YILLAR 2001 2002 2003 2004 Sığır Eti 4 430 700 3 481 950 3 000 000 - Dana Eti 4 832 050 5 948 100 5 733 150 - Manda Eti 110 950 74 550 105 000 - Toplam Et Üretimi 9 373 700 9 504 600 8 838 150 5.630.585 Kaynak: DİE 272 Tablo 2005.İlimizde Elde Edilen Hayvansal Ürünler: Hayvansal ürünler Miktar (ton) Toplam - Süt Koyun sütü Kıl keçisi sütü Tiftik keçisi sütü İnek sütü Manda sütü Et Koyun eti Kıl keçisi eti Tiftik keçisi eti Sığır eti Manda eti Deri Koyun derisi Kıl keçisi derisi Sığır derisi Manda derisi Yapağı Kıl 213 645 24 288 8 063 179 681 1 613 9 854 3 883 91 5 876 4 440 791 386 389 7 346 47 035 21 1 259 89 Yumurta 3 434 Bal 437 Kaynak: DİE, Tarımsal Yapı (Üretim, ) Kaynak: Tarım İl Müdürlüğü, 2005 Tablo 2005 Kesilen Hayvan Sayıları: Hayvanlar Sayı Koyun 454 159 Kıl keçisi 3 144 Sığır 22 924 Kaynak: Tarım İl Müdürlüğü, 2005 273 2007 yılında (TUİK) İlimizde Elde Edilen Hayvansal Ürünler (ton) Et (ton) Sığır eti 5 876 ton Manda eti 4 Et 9854 ton Koyun eti 3 883 Kıl keçisi eti 91 Kaynak: Tarım İl Müdürlüğü 1955 yılı meşhur kasap Selim Mendi (47) TUİK verilerine göre Diyarbakır ilinde 2008 yılında kesilen 46.360 baş sığır ve 663.075 baş koyun söz konusudur. GAB’da gerçekleştirilen sığır ve koyun kesimlerinin sırasıyla %53.5’i ve %0.8’i Diyarbakır ilinde kamu ve özel sektöre ait mezbaha ve kombinalarda yapılmıştır (29). Büyükbaş et üretimi 14.892 ton, küçükbaş et üretimi 7.573 ton (57). Kurbanlık sektörü Kurban sektörü 274 Kurban sektörü DİYARBAKIR MUTFAĞINDA ET VE ET ÜRÜNLERİ Diyarbakır mutfağında Et olarak kuzu ve koyun eti çok kullanılır. Sığır, dana ve tavuk eti daha az tüketilmektedir (9). Tarihi perspektif olarak ele alırsak burada üretim bolluğu bunda rol oynamıştır. Seyyah Sestini Diyarbakır için şunu der ‘Ekmek ve et lezzetli ve çok ucuz (10). Prof. Dr.Halil Değertekin 1950-60 anlatıyor: Bir Kasap Klasiği; Çarşıdaki kasap dükkanlarında ise, en doğal şartlarda yetiştirilmiş ve şehir içindeki mezbahada kesilmiş, kuzu, koyun, dana ve sığır, bacaklarından asılmış halde veya parçalar halinde küçük çaplı soğutucuların içinde satışa hazır beklerdi. Genellikle her ailenin devamlı alış veriş yaptığı bir kasabı vardı. O gün evde sulu yemek yapılacaksa küçük parçalar halinde kemikli et (but veya kürek) veya kuşbaşı, dolma yapılacaksa yağlı kıyma, köfte yapılacaksa yağsız kıyma, çiğ köfte yapılacaksa özel çiğköftelik kıymanın adını söylemek yeterliydi. Etin kokusu ve tadı, tavuk etinin kokusu ve tadı gibi adına yaraşırdı. Günümüzün tatsız tutsuz, kokusuz etleri gibi değildi tabii ki. Sebze ve meyvenin kilosunun kuruş, etin kilosunun birkaç lira olduğu o dönemlerde beş on lira ile günlük masrafı yapmak mümkündü. Prof. Dr. Halil Değertekinhttp://diyarbakiranilari.blogspot. com/2011/09/ şehir-hayatindan-manzaralar.html Et ürünleri: But: Kalçadan dize kadar olan bacakların adıdır. Kuyrukla birlikte sağ but daha üstün tutulur. Leğen kemiği: Sığırların leğen kemiğidir. Yağlı et ihtiva eden bu parça kıymetli ettir. Kaburga: Pirzola kebapları için tercih edilir. Kol: Fazla tercih edilmez. Kürek kemiğinden dize kadar olan ön bacak etleridir. Kuyruk sokumu: Değerli etlerdendir. Boyun: Boyun omurlarının oluşturduğu ettir. Lezzetlidir. Ancak kemik oranı fazladır. Omurilik: Tek başına yenmez. Uzun kemiklerin içinde olduğu için, uzun kemikle birlikte yemeğe lezzet katar. 275 Kavurma: Tuzlanıp bir gün kadar dinlendirilmiş etin kendi yağıyla pişirilmesiyle elde edilir. Soğuk mekânlarda kışlık tüketim için saklanır (49). Diyarbakır et yemeklerinde tercih edilen kısımlar: Diyarbakır lüle kebap kuzu kaburgada yapılır kuyruk yağı kaburgayı denkleştirilir ve harman edilir. Kuşbaşı kuzu budundan yapılır özel terbiyesi verilir. Pirzola kuzu sırt kısmında yapılır ve özel terbiyesi verilir. Diyarbakır’ın kuzu kaburga dolması kol kısmında yapılır doldurulur ve buharda pişirilir.Patlıcanlı kebap kuzu kaburga kıymasında yapılır. (Hazrolu Mehmet usta). Sakatat: Kör barsak: Yenmez. Safra: Yenmez Meme: Yenmez Dalak: Kansız hastalara verilir. Bugün tıp dalak yemeği önermiyor. Beyin: Kelle suda haşlandıktan sonra kafatası açılır, pişmiş beyin tuz ve baharatla çocuklara verilir. Tıp bugün önermiyor. Paçalar: Büyük baş hayvanların bacaklarının dizden aşağı kısmıdır. Et yönünden zengin değildir. İlik ve jelatin bakımından zengindir. Lezzetlidir, ancak yahnisi yağlıdır. Yürek, böbrek: Doğranıp kebap yapılır, çabuk pişer, kemiksiz olduğu için tercih edilir. İşkembe: Pişirilmeden önce iç duvarı bıçakla kazınıp iyice temizlenir. Büyükbaş hayvanların işkembesi yahni, küçükbaşların ise kelle paça ile birlikte pişirilir. Karaciğer: Kuyruk yağıyla kebabı şiş kebabı sevilir. Ayrıca kavurma, sote, yahnisi de yapılır. Akciğer: Fazla sevilmez, sadece haşlaması yenir. Bağırsak: Bağırsaklar içinden bol miktarda su geçirilerek iyice temizlendikten sonra içi dışına geçirilir. Bulgur, dövme, kısır ya da pirinçten yapılan bol baharatlı ve bazen kıymalı bir harç ile doldurulur. Bunun haşlaması yapılarak yenir. Küçükbaş hayvanların bağırsakları daha çok kelle paça yemeği ile karışık yapılır. Dil: Sakatat içinde en fazla tercih edilenlerdendir. Sığır dilleri, yutak kısmıyla birlikte satılır. Kelle: Hayvan kellesinin haşlaması ve kızartması yapılır. Kellepaça: Küçük baş hayvan kellesi, dizden aşağı bacakları, işkembesi ve bağırsakları bulunur (49). Pastırma: İşin en ağır ve zor olanı kavurma ve pastırmaydı. Şırdan pastırma ise daha sonra yapılırdı. Tokaç şeklindeki şırdanlara doldurulan baharatlı kıyma, tavanlara tek tek asılırdı. Pastırma kıyması ile yapılan köftelerin dumanı ve kokusu bütün mahalleye yayılırdı (11). 276 Malzemeler: Kıyma, şırdan, kırmızı biber, kişniş, karabiber, tuz, bahar Yapılışı: Kıyma bir gün önceden alınır, tuz ilave edilerek baskıya konur, kanları süzüldükten sonra baharatları ve tuzu karıştırılarak yoğrulur. Şırdanlar yıkanır, içine dışına kişniş serpilir. İçine kıyma doldurulur. Açık havadar, güneş görmeyen bir yere asılır. Kuruyunca indirilir (40). Sucuk: Salnamelere göre19. yüzyılda sucuk, satılmakta idi (12). Sakatat Yaz aylarında çay önünde kazanla kelle paça yapılır,çayda çıra gösterileri uygulanırdı (13). Paça Barsak kökenli yemek kibe mumbar : Malzemesi: 500 gr pirinç, 500 gr kıyma, Nane, Karabiber, Domates salçası, 500 gr bumbar (koyun), Tuz 277 Diyarbekir denince akla gelen yemeklerimizden birisi de Sade “Ciğer Kebabı”dır. Diyarbekir’e gidipte bir sabah kahvaltısını Ciğer kebabı yiyerek yapmadıysanız, (Diyarbekir’e) bir daha gitmelisiniz derim. Diyarbekir’den çok uzaklarda olan arkadaşlar ben gidemiyorum ama yapmakta istiyorum diyenler önce malzemelerini alsınlar: Kuzu Ciğeri Kuyruk yağı Kişniş Pulbiber, Tuz Pişirmek için mangal, Kömür ve şiş Kuzu ciğeri temiz bir şekilde yıkanır. Süzgeçten geçirilir. Daha sonra küçük küçük (Kuş başı gibi) parçalar halinde kesilir. Bu küçük parçalar Pul biber, kişniş ve tuz ile terbiye edilir. Ciğer parçaları şişe geçirilirken arasına kuyruk yağı yerleştirilir. Kömür ateşinde pişirilir. Sıcak servis edilerek yenir. Afiyet olsun (18). Ciğer Sabah kahvaltılarının ve akşam geç saatlerin menüsü: Diyarbakır mutfağı ile Güneydoğu mutfağının kesiştiği bir yiyecek ciğer kebabıdır. Diyarbakır kebabı: 1608-1609 yıllarında Diyarbakırı ziyaret eden Polonyalı Simeon’un seyahatnamesinde; ‘Tokat’ın paçası, Haleb’in mıklası ve Harput’un çakıl ekmeği gibi Amid’in de kebabı meşhurdur demektedir. 278 Meşhur lüle kebabı Aubonne Baronunu şövalyesi Jean Baptiste ‘Tavernier’in Türkiye’ye, İran’a ve Hindistan’a altı yolculuğu’ eserinde Diyarbekir’de, hiçbir yerde oradaki etle yapılan et yemekleri kadar güzel et yemedik ‘demektedir (14). Halit Ötük anlatıyor: Dörtyol’da Hacı Cemil Şallı’nın sahibi olduğu Hacı Baba Kebap Salonu Diyarbakır’a özgü Lüle Kebebını ve kış mevsiminde Paçayı en temiz ve lezzetli yapan bir lokantaydı. Hacı Baba aynı zamanda şiirleri ve bestelemiş olduğu türküleri ile’de ünlü, tertemiz uzun beyaz sakallı ve güzel yüzlü bir şahsiyetti. Lüle Kebabı: Etin bıçakla (ZIRH İLE) çok hassas bir biçimde kıyılarak, belli bir oranda kuyruk yağı ilavesi ile yassı bir şekilde değil, silindirik bir tarzda şişlere dizilerek, meşe kömürü ateşi ile pişirilirdi ve içerisine tuz dışında hiç bir baharat konmazdı. www.hancepek.com.Şehir Mektupları-14 Güveç Tarifi: Çüngüş yöresinin aksanıyla; Güzel eti getirürsün, dograrsın, etin birezini yaharsın, güzel daglanur. Onnan batlıcanı doğrarsın. Batlıcani, damates, biber onarı güzel bi kat altına damates, onın üzerine getirürsün batlıcan, onın üzerine biber, o birez bişer, üzerine getirürsün sumagını süzersin,ekşisini birez nana atarsın. Oda güveç (15). 279 Kemikli kebap: Patlıcan kebap: Diyarbakır sebzeli kebap: 280 Kuşbaşı kebap: Çiğköfte: Kavurma: tuz. Kavurma tarifi: Malzemeler; 5 kg kemiksiz süt danası et, 3 kg. kuyruk yağı, Yapılışı: 3 kg. kuyruk yağı eritilerek süzülür. Et, el büyüklüğünde doğranarak tuzlanıp, 1 gün bekletilir. Kendi suyu ile kısık ateşte 1 saat pişirilerek suyu alınır. İçerisine eritilen. Kuyruk yağı dökülerek 1.5 saat kısık ateşte pişirilir. Pişirilen kavurma serin,kuru bir yerde saklanır (40). Kavurma Diyarbakır’ın vazgeçilmez 281 bir yiyeceğiydi. Özellikle Ergani bölgesinin çepiç eti tercih edilirdi. Kavurma nıkra denilen kazanlarda yapılırdı. Etler belirli bir süre piştikten sonra kemiklerinden ayrıştırılırlardı. Kemiklerinden ayrılan etler, kuyruk yağında kızarana kadar tekrar pişirilirdi. Bu kanın içine az ve dinlenmiş çakıl ekmek (pide) atılırdı. Kavurma tarifi: Çüngüş yöresinin aksanıyla; Kassım ayında da kavurma bişmeg zamanıdur. şindi bu çüngüşte elesi hepi davar keserler. Davar kesen, geçi kesen, koç kesen; üç tene, kuvvati yeten beş tene, iki tene onarı keserler, kalur sabbahtan tezden kaharlar,onarı dograrlar ufah ufah-ona da kazan deruh kavurma kazanı- o kavurma kazanına da işte onarı koruh, duzunı seperuh,bi de azgını kaparuh,birez bişer,biştuhtan sora o egişlen gine adamahıllı alttan üstten karıştıruruh.baharsın daha bişmiş,ona getirürsün yag da verürsün, yagda da güzel kızarur. Onın yanı sıra getirürler ekmegi bölerler, güzel yagın içine atarlar. Bi kaç erkegler de gelür, evin hizmetçisi de gelür, o ekmegi güzel çıhardurlar, kavurmasına barabar bırahurlar, onı yederler, yeduhtan sora küplere çinkolara basarlar o da bahara teyin yenür. Başka bir tarif: Kışın iç kızarturuh sogan gine kızarturuh kavurmadan. Maydinoz,biber onı yugururuh,arasına gine koruh, yaparuh bişirüruh. Onı yerler kışın, işte ele şeler. Yemege hepsi de yemeg (15). Şimdi o günlere özlem var. Şair: Kavurma nıkrayla ebedi küstü Sarı tunç mangallar,siniler süstü Paçaya hasrettir sobanın üstü Bu hasret közünde yanaram bibi (M.Mergen) 282 Kavurma Kavurma (Ergani): Sonbaharda genellikle keçi, koyun, dana etlerinden yapılır. Çok eskiden deve ve keklik, bıldırcın etlerinden de yapanlar varmış. Kavurmayı ancak ekonomik durumu iyi olanlar yapabilirdi. Buzdolabı kullanımının yaygınlaşması, hızla çoğalan ve her yerde açılan marketlerden dolayı kavurma yapımı artık eskisi gibi rağbet görmemektedir. .Ancak ilçemizde yinede de hatırı sayılır oranda kavurma yapılmaktadır. Sabah kahvaltılarında kavurmanın sadesi, ısıtılmışı veya yumurtalısı, kahvaltı masasına ayrı bir renk verirken, mideler de bayram eder. İşgenesi de güzeldir. Kavurma evlerde bir çok yemeğe de katılır,hem yemeğin tadı güzel olsun,hem de güç-kuvvet versin diye (16). Kavurma Ayvalı kavurma Kavurma Yapılan Kazan? Eski Diyarbakır’da Kavurma Günleri şenlikli olurdu. Evde kesilmiş koyunların etleri, ya da kasaptan alınmış gövde etler yumruk büyüklüğünde doğranır, bolca sade yağ ve kuyruk yağı ile büyük kavurma kazanlarına atılarak pişirilirdi. Kavurma günü yakın akrabalar evde toplanır, bir yanda etler pişerken bir yandan da kesilmiş koyunun ciğeri ve yüreği ile kebaplar yapılırdı. Avlunun uygun yerinde ya da mutfaktaki ocakta gür ateş üzerine kurulu, SACAYAĞI denilen demirden üç ayağın üzerine konulmuş büyük kazanlarda fokur fokur yağda kavrulan etlerin arasına ayva atılırdı. Bunlar da kavurma ile birlikte pişerdi. Kavurma ile birlikte pişen ayvalar sıcak sıcak dilimlenir yenirdi. Kazandaki kavurmanın yağına ekmeğimizi batıp yemeye can atardık. Etler kavrulduktan sonra bir miktar alınır, yağa batırılmış ekmeklerin üzerinde, üstü örtülü tabaklara konur, mahalledeki yoksul ailelere ve komşulara gönderilirdi… Pişen kavurma sıcak sıcak özel sırlı küplere doldurulur soğumaya bırakılırdı. Etler büyük kepçelerle küplere doldurulurken ailenin büyüğü ninemiz ya da annemiz kavurmanın bereketli olması için besmele çeker dua ederdi. Dualar eşliğinde küplere doldurulan kavurma, zorunlu olmadıkça, kar düşene kadar kullanılmazdı. ---------------------------------------------------------------283 Eski Diyarbakır’da Eylül ayı başlarından itibaren Ekim ayı sonuna kadar süren KIŞ HAZIRLIĞI içinde KAVURMA GÜNLERİ önemli yer tutardı. Bir gün öncesinde tuzlanarak dinlenmeye bırakılan kavurmalık doğranmış et ve kuyruk yağı sabahın erken saatlerinde avlunun ortasına kurulmuş ocağın üstüne yerleştirilen SACAYAĞI’nin üzerine konulan kazanların içine atılır, önce suyunu çekinceye kadar haşlanmaya bırakılır, sonra üzerine yeteri kadar sadeyağ dökülerek kavrulması sağlanırdı. Bu büyük kavurma kazanları boy boy olurdu ve her evde bulunmazdı. Bazı evlerde bu kazanlardan HAYRAT için bulundurulurdu ve kavurma yapan komşulara da sevabına verilirdi. Bu büyük kazanlar hem kavurma yapımında, hem dövmelik buğday kaynatmada kullanılırdı. Bu kazanlardan, ayrıca da bağ bozumu döneminde, kuru üzüm, pekmez, pekmez sucuğu, pastil yapımında kullanılırdı ve bunlara “Mahsere Kazanı” denirdi… (18). Nıkra kazanı: Yumruk büyüklüğünde doğranmış, LÖP-LÖP etlerin, kehribar sarısı ayvalarla birlikte fokor fokur kavrulduğu KAVURMA KAZANI meğer ne çok arkadaşımızın ağzını sulandırmış. Afiyet olsun… Şimdilerde kaldı mı bilmiyorum. Ama eski Diyarbakır’da hemen tüm evlerde bu mevsimde genellikle avluların kuytu bir yerinde kurulan NIKRA –NIKRE denilen kazanlarda KAVURMA yapılırdı. Dev kazanların kurulduğu ocağın harlı ateşinde koca koca özel yapılmış tahta küreklerle, ya da kalın bakırdan özel olarak imal edilmiş kevgirlerle karıştırılan etlerin arasına atılan ayvalar kavrulan etlere ayrı bir tat, ayrı bir rayiha (hoş koku) verirdi… Kuzu dolması: Diyarbakır’ın yerel yemeklerinden birisinin de “Kuzu Dolması” olduğunu biliyor muydunuz? Daha önce anlattığımız «Kaburga Dolması»nın değişik bir versiyonu olan bu yemeğimizde en önemli ayrıntı, bu yemeğimizin pişirilmesinde kuzu bütün olarak kullanılır. İlk önce almamız gereken malzemeyi yazalım. 1 adet küçük kuzu (4 veya 5 kğ›lık) 1.5 kğ prinç 2 kğ kuşbaşı et 250 gr badem 6-7 çorba kaşığı tereyağı 1 yemek kaşığı salça 1 yemek kaşığı yenibahar 1 yemek kaşığı karabiber Tuz 284 Temizlenmiş kuzunun gövdesinin içi biraz baharat, tuz ve karabiberle iyice ovulur. Dışına salça sürülerek büyük bir tencereye tereyağı konup nar gibi iyice kızartılır. Arzu eden, dışa sürülen salçaya çok az miktarda Bal karıştırarak ta yapabilir tam ve lezzetli kızarması arzu ediliyorsa. Ayrıca iyice pişirilen ve ufak ufak doğranmış kuşbaşı etle beraber pirinç pişirilir. Bu pişirme işleminde dikkat edilmesi gereken nokta pirinci tam pişirmeyip, diri kalacak kadar pişirmek. Kavrulan bademler, kalan baharat, tuz, pilavla iyice harmanlanır ve Kuzunun içine doldurulur. Doldurma işleminden sonra açık kalan yerler dikilerek tencereye konur. Üzerine su ilave edilerek iyice pişmesi sağlanır. Sıcak servis yapılır. Afiyet olsun (18). Sac tava: Kaburga Dolması: Kaburga Dolması: Hazırlama Süresi: 60 dk Pişirme Süresi: 3 saat 20 dk 4 kişilik 285 Gerekli Malzemeler : 1 su bardağı pirinç 1 çay bardağı iri çekilmiş badem 2 çorba kaşığı tereyağı 1 su bardağı su 2 çay kaşığı pulbiber 1 çorba kaşığı reyhan veya fesleğen 1 demet ince kıyılmış maydanoz Tuz, karabiber Kaburga malzemesi: 1.5 kg kuzu kaburga (ön kol) Yarım çorba kaşığı biber salçası 1 çay kaşığı karabiber Hazırlanışı: Pirinci yıkayıp süzün. Tencerede tereyağını eritip pirinç ve bademi kavurun. Karışımın yarısını bir kaba alıp ayırın. Kalan karışıma 1 su bardağı su ekleyip pirinçler yumuşayıncaya kadar pişirin. Pilav soğuyunca pul biber, tuz, karabiber, maydanoz, reyhan ve ayırdığınız pirinçli karışımı ekleyip karıştırın. Kaburgayı iç pilavla doldurup sağlam bir iplikle dikin. Kaburga dolmasını büyük bir metal süzgece yerleştirin ve uygun bir kapakla kapatın. Süzgeci, içinde su bulunan büyük bir tencerenin üzerine yerleştirin (suyun süzgece değmemesine dikkat edin). Buharda 3 saat pişirin. Biber salçasına karabiber ve çok az su ekleyip karıştırın. Kaburga dolmasını fırın tepsisine alıp salçayı üzerine sürün. 190-200 derece ısıtılmış fırında üzeri kızarıncaya kadar yaklaşık 20 dakika pişirip. Servis yapın. Şefin Yorumu: Dolma yapacağınız kaburgayı kasapta özel olarak kestirip içini dolduracağınız kısmı cep şeklinde açtırın. (TuRKoCaN tarafından düzenlenmiştir) 286 BÖLÜM-2 DİYARBAKIR’DA SÜT, YOĞURT, PEYNİR, YAĞ SEKTÖRÜ Diyarbakır mutfağında yumurta, süt ve süt ürünleri bol miktarda tüketilir. Özellikle peynir ve yoğurt çok fazla yenilmektedir (19). Süt ürünleri için en önemli üretim merkezi Karacadağ’dı. Tarihte Karacadağda Milan aşireti ve Türkmenler özellikle yazın ikamet etmiş, hayvancılık yapmıştır. Karacadağ’da koyunculuktan elde edilen kasaplık hayvan,süt ürünleri, çok beğeniliyordu (20). 19. yüzyıl başlarında tarihi bir fotoğrafa bakalım (39). Köyde keçi sağan bir kadın Tarihi perspektif içinde Cumhuriyet dönemi üretimine bakalım. 1936 yılında H.Basri Konyar’ın kaleme aldığı Diyarbakır yıllığında (s. 168) 1931 yılındaki üretim şu şekildedir. Süt. 9.954.000 kg., Yoğurt 6.457.000, idi. 1936 yılında H.Basri Konyar’ın kaleme aldığı Diyarbakır yıllığında Sütçülük: 1936 yılında H.Basri Konyar’ın kaleme aldığı Diyarbakır yıllığında Vilayet dâhilindeki sığır ve koyun hayvanlarından ehemmiyetli miktarda süt istihsal olunmaktadır. Alınan sütün mühim bir kısmı yoğurda, sadeyağa ve bir kısmı peynire tahvil olunur. Südün aynen sarfiyat miktarı tahvil olunan miktara nisbetle pek cüzidir. Yağ ve yoğurttan sonra ikinci derecede beyaz peynir yapılmakta ve bu hususta kuzu ve oğlak gibi genç hayvanların Şirden denilen dördüncü midesinden istihsal olunan adi maya kullanılmaktadır. Vilayetin en mühim ve nefis yağ mıntıkası (Mağal ve Metinan ve Karacadağ) havalisidir. İkinci derecede ise Osmaniyenin (Ergani) Gevran ovasile Eğil ve Piran mıntıkalarıdır (s. 155). Ulus gazetesi 26/1/1940 sayısında: Diyarbakır’ın yağı nefistir, perakende olarak 80-85 kuruşa satılıyor. Halep yağı, Urfa yağı adları altında tanılan meşhur yağların çoğu bu civarındır. Diyarbakır senede bir buçuk milyon kilo yağ ihraç ediyor, denmektedir (11). 1949 yılında Diyarbakır’ı ziyaret eden gazeteci Cahit Beğenç izlenimlerini Ulus gazetesinde yazmış, Diyarbakır ve Raman isimli kitabında da bu izlenimlerini detaylandırmıştır. Diyarbakır’da en hararetli 287 alışveriş, yağ ve hububat borsalarında görülür. Diyarbakır yağlarının toplandığı ve büyük şehirlere doğru sevk edildiği yağ borsasına uğradım. Borsa binası, Selçuk yapı tarzında eski bir kervansaray, şimdi adına Çifte han diyorlar. Dört tarafı kapalı, iki katlı bir bina, ortası avlu, İki de kapısı var. Yağ kapıların birinden giriyor, ötekinden çıkıyor. Avluda grup grup yağ tenekeleri var. Duvarada da bir sürü çuval dayamışlar. Bunlar ipek kozası ile dolu. Beyaz yağ daha makbuldür. Çünkü keçi yağıdır. Koyun yağı biraz sarımtırak olur. Diyarbakır’daki tüccarlara veya komisyonculara dışarıdan yağ sipariş edilir. Valilik borsaya bir kimyager tayin ettirdi. Şimdi, Diyarbakır borsasında satılacak ve satılan yağlar muayeneye tabi tutuluyor. Senede 2 milyon kilo sadeyağ Diyarbakır’dan ihraç edilmektedir. Mıgırdiç Margosyan, küçüklüğünde Karacadağ tereyağıyla güneşte pişirip özenle hazırlanan kayısı reçelinin ekmeğe sürerek yemeği en büyük zevki olarak hatırlıyor. Ayrıca erimiş Karacadağ tereyağının,toz şeker veya pekmezin saçta pişirilen sıcak yufka ekmeğe dökülmesine taş ekmeği denirdi. 1938 yılına ait bir kitapta Diyarbakır yağları: Öteden beri Türkiye’de en çok tanınmış ve nefaseti itibarı ile yurdun dahil ve haricinde daima müşteri bulmuş olan Diyarbakır yağlarının nefasetine söz söylenmez, denir (54). 1973 il yıllığına göre Diyarbakır’da 1973 yılında ilimizde 700.000 yon inek sütü, 6000 ton manda sütü,14.000 koyun sütü,10.000 ton keçi sütü olmak üzere yılda 100.000 ton süt elde edilmektedir. İlimizde fert başına 165 litre süt düşmektedir. Bu Türkiye ortalamasının üstündedir. Günümüzde: Tablo- Küçükbaş Hayvan Yetiştiriciliğinden Elde Edilen Süt Miktarı (Ton) YILLAR 2001 2002 2003 2004 Koyun 146 745 75 217 84 626 82.560 Kıl Keçisi 56 420 34 856 32 344 25.400 Toplam Süt Üretimi 203 165 110 073 116 970 107.960 TİM Tarım müdürlüğü verileriyle Süt Sığırcılığı: Diyarbakır ilinde süt sığırı yetiştiriciliği küçük ölçekli işletmeler de ve son yılarda Tarım Bakanlığı tarafından desteklenen kooperatiflerde yapılmaktadır. İlimizde kültür ırkı ve kültür melezi hayvan sayısı az, yerli ırk hayvan sayısı fazla olduğundan dolayı birim hayvan birim hayvan başına alınan süt miktarları oldukça düşüktür. Süt verimini ve üretimini istenilen düzeye getirmenin en önemli etkeni kaliteli ve yüksek verimli ırklar kullanmak ve yeterli ve dengeli besleme programları uygulamaktır. Bu 288 saydığımız unsurlar olmadığı takdirde süt sığırı sayısı ne kadar olursa olsun süt üretimi istenilen düzeye çıkartılamaz. Bunun yanında bölgemizde işletmeler genellikle küçük ölçekli işletmelerden oluştuğundan sanayiye sağlıklı ve yeterli süt aktarımı yapılamamaktadır. Bu sebepten dolayı ilin süt ihtiyacının büyük çoğunluğu il dışından karşılanmaktadır. Tablo Büyükbaş Hayvanlardan Elde Edilen Süt Miktarı (Ton) YILLAR 2001 2002 2003 2004 Süt Üretimi (İnek) Süt Üretimi (Manda) Toplam Süt Üretimi 237 898 207 000 191 000 215.545 1 660 1 494 1450 1354 239558 208 494 192 450 216.899 Kaynak: TİM İlimizin süt hayvanı başına yıllık ortalama süt verimi 1800-2000 litre, kültür ırklarında ise süt verimi yaklaşık 3000 Litre dir. Süt mamulleri üretim sektörü, süt işleme tesisleri ile daha çok peynir ve yoğurt üretimi yapan mandıralardan oluşmaktadır. İlimizde süt ve süt mamulleri üreten modern işletmeler mevcut olup yeterli süt bulamadıklarından kapasitelerinin ancak %10’nu kullanabilmektedirler. Koyun sağımı Diyarbakır 1973 il yıllığı: 2007 (TUİK) Hayvansal ürünler Miktar (ton) (21). Küçük baş Süt 213 645 Koyun sütü 24 288 Kıl keçisi sütü 8 063 289 Büyük baş-Süt 213 645 İnek sütü 179 681 Manda sütuü1 613 Kaynak: Tarım İl Md. 2010 Süt üretimi ve gelirleri: İlçeler Merkez Çınar Çüngüş Ergani Eğil Toplam Satılan (kg) 61.100 72.000 31.500 23.500 49.850 237.950 Süt ürünleri: Süt sağımı: Süt sağımına ‘Beri,’ sütü sağan hanıma da ‘Berivan’ denir. Bahar aylarında günde iki kere, yazın bir kere süt sağılır. Yavru süt emdikten sonra kalanı berivanlar sağar. Yaz aylarında sürü eve gelmez, geceyi kırda geçirir. Akşam berivanlar süt sağımına gider, beraberinde çoban ve köpeğin yiyeceğini de götürür. Sütün süzülmesi: Süt, saten benzeri ve ince sık dokulu kumaşlardan yapılmış torbalardan geçirilerek süzülür. Daha sonra süt makineleri bu işi yapmaya başladı. Adan: Makineden geçirilen sütün yağlı kısmıdır. Adan sütleri birkaç gün biriktirilir, sonra tereyağı üretmek için mayalanıp yayılır. İmansız: Makineden geçirilen sütün yağsız kısmıdır. İmansız sütler düşük kaliteli peynir haline getirilip satılır. Sütün kaynatılması: Sterilizasyon için kaynatılır. Kaynarken taşmamsına dikkat edilen süt,vücut ısısı mertebesine kadar ılıtılıp mayalanmaya hazır hale getirilir (49). Peynir: Salnamelere göre Diyarbakır’da 19 yüzyılda Diyarbakır’da kayda değer miktarda peynir, satılmakta idi (22). 1936 yılında H. Basri Konyar’ın kaleme aldığı Diyarbakır yıllığında (s. 168) 1931 yılındaki üretim şu şekildedir, beyaz peynir 410.000 kg. idi. 1936 yılında H.Basri Konyar’ın kaleme aldığı Diyarbakır yıllığında Vilayet dâhilindeki sığır ve koyun hayvanlarından ehemmiyetli miktarda süt istihsal olunmaktadır. Alınan sütün mühim bir kısmı yoğurda, sadeyağa ve bir kısmı peynire tahvil olunur. Sütün aynen sarfiyat miktarı tahvil olunan miktara nisbetle pek cüzidir. 290 Yağ ve yoğurttan sonra ikinci derecede beyaz peynir yapılmakta ve bu hususta kuzu ve oğlak gibi genç hayvanların Şirden denilen dördüncü midesinden istihsal olunan adi maya kullanılmaktadır. Vilayetin en mühim ve nefis yağ mıntıkası (Mağal ve Metinan ve Karacadağ) havalisidir. İkinci derecede ise Osmaniye’nin (Ergani) Gevran ovasile Eğil ve Piran mıntıkalarıdır (s. 155). 2001 Master planda Diyarbakır‘da; Diyarbakırda yıllık 218.200 ton süt, 28500 ton peynir üretimi vardır. Peynirciler çarşısı ve Diyarbakır peyniri: Dünyada sadece Diyarbakır’da üretilen (örüklü peynir), Türkiye ve Avrupa’nın birçok yerinde de ilgi görüyor. Yabancı ülkelerden Diyarbakır´daki Peynirciler Çarşısı’na siparişler yağıyor. Balıkçılarbaşı Mahallesi’nde bulunan “Peynirciler Çarşısı”, Türkiye ve dünyanın her yerine adını duyurmuş bir yer. Yaklaşık 350 usta ve çalışanıyla günlük 40 ton peynir üreten Peynirciler Pazarı esnafı, şunları ifade ediyor. Ustalarının her gün anlaşmalı olduğu köylerdeki evlerde ve çadırlarda peynir ürettiğini belirten esnaflardan Fatih Aybak, Peynirciler Çarşısı’nın Türkiye’nin kalbi olduğunu söyledi. Peynirden söz edildi mi ilk akla gelen yerin kendi pazarları olduğuna dikkat çeken Aybak, Diyarbakır’ın kendine özgür peynir çeşitleri olduğunu ve bu çeşitlerin Diyarbakır dışında bulunmadığını kaydetti. Diyarbakır’da (örüklü), (dil), (lavaş), (geniş lavaş) ve kerkor çeşitlerinin üretildiğini belirten Aybak, “Kerkor otu dünyanın hiçbir yerinde yok. Türkiye’de sadece Dicle Üniversitesi’nin arkasında bulunan arazide var. Bu ot peynire harika bir tat veriyor” dedi. Hunandî marka olabilir: Türkiye’nin birçok yerinden peynir için sipariş aldıklarını hatırlatan Fatih Aybak, şunları söyledi: “Fransa, Almanya, İngiltere, Irak ve Türkiye’nin birçok ilinden peyniri siparişi alıyoruz. Aldığımız siparişleri kargoyla gönderiyoruz. Bu pazara sahip çıkılırsa, buradaki peynir dünyada marka olur. Çünkü bazı peynir çeşitleri sadece Diyarbakır’da yapılıyor.” Karacadağ’ın peyniri daha kaliteli: Esnaflardan Hemdin Amak ise Karacadağ bölgesinde yapılan peynir çeşitlerinin kalitesinin çok daha yüksek olduğunu belirtti. Söz konusu kalite ve tadı Karacadağ’ın doğal yaşamına bağlayan Amak, şunları şöyle konuştu: “Karacadağ’ında su çok soğuk, rüzgârı çok soğuk, suyu berrak ve istemediğiniz kadar çok. Karacadağ’da çok farklı ot çeşidi var. Hayvanları besili. Koyun ve keçilerinin türü zom. O bölgenin her şeyi doğal. Dolayısıyla doğal ortamda yapılan peynirin tadı ve lezzeti de doğal ve çok kaliteli olur” (23). Örgü Peyniri: Örgü peyniri Diyarbakır’ın karacadağ yöresinde mahalli olarak üretilen ve salamurada olgunlaştırılan geleneksel bir peynir çeşidimizdir. Lezzet olarak Çerkez peynirini andıran örgü peyniri üretimi emek isteyen tuzsuz peynir, yapım aşamasında tuzlu suda kaynatılıyor ve peynirin lezzeti de buradan geliyor.Örgü peyniri üretim tekniği yönünden kaşar peynirine, bileşim yönünden ise beyaz peynire benzemektedir. 291 Üretim Şeması: çiğ süt sütün ısıtılması 90 derece peynir kültürü ilavesi teleme kırma işlemi telemeden su uzaklaştırma tuzlu suda haşlama işlemi % 3-7 tuzlu su 70-80 derece 5-6 dk örgü işlemi soğutma salamura işlemi 1 gün % 12-13 ambalajlama torbalar içinde vakumlanarak veya teneke ambalaj içine alınarak depoya aktarılır. Kimyasal Bileşim kuru madde miktarı: % 44.8 kül:% 7.43, tuz:% 6.02 magnezyum:% 40.79 mg/ 100gr kalsiyum:459.04 mg/100gr sodyum:%2731.49 mg/100gr (24). Malzemeler: 20 kg taze dinlenmiş (suyu süzülmüş) peynir (1 tenekelik) 3 demet peynir otu Kaya tuzu (iri taneli tuz). Yapılışı: Büyük bir tavaya su konup kaynatılır. İnce dilimlenmiş peynirler tavadaki suya atılır. Elle tutulduğunda uzayacak hale gelmişse kevgirle alınarak içinde süzgeç bulunan bir kabın içine alınarak takriben 1 dakika sonra elde yoğrulup, uzatılarak örgü halinde örülür. Tepsiye sıralanıp soğumasından sonra tuzlanıp tenekeye yerleştirilir. Ağzı lehimlendikten sonra kışın yemek üzere soğuk hava deposunda muhafaza edilir. Günümüzde beşerli altışarlı poşetlenip dipfrize konarak da kışa kadar muhafaza edilebilir. Tazeliği muhafaza açısından tercih edilen bir yöntemdir (40). 292 Türkiye’de spesifik olarak peynirciler pazarı, yoğurtçular pazarı diye mekan bulmak seyrektir. Diyarbakır’da ise tarihi olarak bu mekânlar vardır. Peynirciler pazarı Diğer bir peynir pazarını ise bağlar semtinde görüyoruz. Diyarbakır’a özgü örüklü peynir: 293 Posta gazetesi yazarı Artun Ünsal Diyarbakır peynir pazarını anlatıyor: Kasapoğlu Peynir Pazarı aynı zamanda koyun ve canlı hayvan ticareti de yapan ‘babadan peynirci’ Ali Haydar ve oğlu Osman Canlı’nın sattıkları peynirlerin kalitesi ve lezzeti daha tatmadan kendini ortaya koyuyor; öyle bir albenileri var: Haşlama beyaz peynir, örgü peyniri, dil peyniri ve de lavaş peynir. Fazla çeşit yok, ancak en iyisi. Nitekim daha sonra bu peynirciden söz ettiğim Diyarbakır’ın yerlisi bir hanımefendi de “Biz de öteden beri peynirimizi oradan alırız” deyince, Ali Bey’in peynir vitrinin önünden geçerken hemen içeri dalmamın basit bir tesadüf olmadığı ortaya çıktı. Burada satılan peynirlerin biçimleri farklı da olsa hepsi ‘haşlama’ usulü ile yapılıyor. ‘Haşlama peynir ne demek?’ diye sorarsanız: Köylüler tarafından yapılan taze peynirler, önce dilimlere bölünür ve yaklaşık 70-75 derece sıcak ve yüzde 3 oranında tuzlu suda 5 dakika kadar haşlanır. Sonra yoğrulur, saç örgüsü ya da yumruk büyüklüğünde toplar veya yine elle yassılatılarak, ufak ama kalın bir pide ya da daha uzun, yani lavaş biçimi verilir. Özellikle tam yağlı ilkbahar sütünden yapılan bu haşlama peynirler arasında, elbette otlu peynir çeşitleri de bulunuyor. Haşlama peynir, Antep ve Kahramanmaraş’ta da yapılır, ama her birinin lezzeti hayvanına, otuna, sütüne, tuzuna göre biraz farklıdır. Diyarbakır yöresinde ‘göçer peyniri’ diye bilinen köylü peynirleri kimi zaman yağı alınmış sütten yapıldığı için, haşlanmaz. Ama, 90 yıldır peynircilikle uğraşan bir aileden gelen Ali Haydar Bey’in köylü üreticilerine önceden özel sipariş verip ‘sütün en iyisinden’ yaptırttığı bu haşlama peynirler, teneke veya plastik bidonda konduğu soğuk hava deposunda 1 yıl dayanır. Siz de bu peynirlerden aldığınızda buzdolabınızda rahatlıkla 6 ay kalır. Peynirlerin tümünü tattım; tam yağlı ve tuzu gerçekten kıvamında. Ama, bu Diyarbakır örgüsü bir harika; Abaza örgü peynirini aratmaz. Sizin tercihiniz farklı olabilir, ama bilin ki, buradaki enfes peynir çeşitlerine tek fiyat uygulanıyor: Kilosu 8 TL. Dilerseniz, kargo ile adresinize de gönderirler. (Melik Ahmet Cad., No: 23/B Diyarbakır Tel: 0412 224 52 00) Artun Ünsal Diyarbakır lezzetleri. Posta 06 Haziran 2010 Dicle Üniversitesi, Diyarbakır`ın örgü peynirini dünyaya tanıtacak: DİYARBAKIR(CİHAN)- Dicle Üniversitesi (DÜ), Diyarbakır`ın ünlü örgü peynirini dünyaya tanıtmak için çalışma başlattı. DÜ Veteriner Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Abdurrahman Şenyiğit, Güneydoğu`da üretilen hayvansal ürünlerle ilgili genel sağlığa etkil 2009-01-31 CİHAN Dicle Üniversitesi(DÜ), Diyarbakır`ın ünlü örgü peynirini dünyaya tanıtmak için çalışma başlattı. DÜ Veteriner Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Abdurrahman Şenyiğit, Güneydoğu`da üretilen hayvansal ürünlerle ilgili genel sağlığa etkileri, bunların verimliliği ve diğer konularda yoğun çalışmalar içerisinde olduklarını belirtti. Besin Hijyeni Anabilim Dalı Başkanlığı`nın sürdürdüğü çalışmalarda amaçlarının örgü peynirini dünyaya tanıtmak olduğunu söyleyen Şenyiğit, `Dünyadaki isim yapmış diğer peynirlere bakıldığında örgü peyniri kalite açısından, 294 sağlığa uygunluk açısından geri değil. Böylesi kaliteli bir peynirin tanıtılmaması son derece üzücüydü.` diye konuştu. Veteriner Fakültesi Besin Hijyeni ve Teknolojisi Öğretim Üyelerinden Doç. Dr. Emin Erkan ise Diyarbakır örgü peynirinin ısı işlemine maruz bırakılarak üretildiğinden patojen mikroorganizmaların üremesi engellendiğini kaydetti. Doç Dr. Aydın Vural ile yaptıkları çalışmalar sonucunda, Diyarbakır peynirinin kimyasal bileşiminde büyük farklılıklar görüldüğünü aktaran Erkan, üretimin standardize edildiği takdirde hem hijyenik hem de kimyasal kalite üzerindeki olumsuzlukları ortadan kaldıracağını söyledi (CİHAN). Lavaş peyniri: Lavaş peyniri, tam yağlı inek, koyun, keçi sütünden üretilir. Orta sert bir Diyarbakır lavaş peyniri İlkbahar sütünden hazırlanan bir peynirdir. İsmini şeklinden alan lavaş peyniri tuzlu ve lezzetiidir (43). Kırkor peyniri: Diyarbakır’ın yüksek kesimlerinde daha çok bulunan ve keskin bir kokusu olan “kırkor” adı verilen bitki, ince ince kıyılarak peynirle birlikte yoğrularak lavaş veya yuvarlak peynir adıyla sofralardaki yerini alıyor (25). Tuluk peyniri: Çermik İlçemizde, yöremize özgü koyun, keçi ve inek sütlerinin karışımı veya ayrı ayrı sütten meşhur Çermik Tuluk Peyniri yapılmaktadır (50). Yoğurt: Yoğurt pazarından bir görünüm 295 Köy yoğurdu Yayık ayranı: Foto: M. Ali Abakay 296 Yayık Ayran: Foto: Müslüm Üzülmez Tuluğ yayıkta ayran yapılması (45). Ayran tası ve içiminde kullanılan kepçe Kadınlar genellikle tuluğu evin civarında bulunan ağaçlara bağlayıp çırparlardı. Bu ağaç genellikle dut ağacı olurdu. Tuluğ ayranı yapımı zahmetli ve yoğun emeğe dayanırdı. Tadının güzelliğinin nedeni, yapımının zahmetli ve yoğun emeğe dayanmasından kaynaklanıyor. Yaz aylarında naneli, salatalıklı ve reyhanlı ayran en sık içilen meşrubattır. 297 Yazın maşrapada köpüklü ,naneli buz gibi ayrana ne dersiniz Diyarbakır yoğurtları Sıtıl sıtıl yoğurdunu Hasso-çerko kavununu, İlk göz ağrımın yurdunu Sevdim iri kez unutamamam (M. Mergen). Dicle üniversitesi Veterinerlik Fakültesi Süt Ürünleri işletmesi Divet Yoğurdu 298 Üniversite artık yoğurt üretiyor İHA10-2-2010: Dicle Üniversitesi Veteriner Fakültesi Dekan yardımcısı ve Besin Hijyeni ve Teknolojisi Anabilim Dalı Başkanı Doç. Dr. Aydın Vural, kurdukları yoğurt, tereyağı ve ayran üretim tesisinde deneme üretimi yaptıklarını ve ürettikleri yoğurtları satılmak üzere üniversite personeline sunduklarını açıkladı. Veteriner Fakültesi Dekan yardımcısı Doç. Dr. Aydın Vural, Avrupa Birliği (AB) Kırsal Kalkınma Programı kapsamında süt işleme tesisi ile ilgili 2004 yılında hazırladıkları projenin 2007 yılında tamamlandığını belirtti. İlk etapta sadece yoğurt üretimi için kurdukları tesisi üniversitenin de desteği ile tereyağı ve ayran da üretebilecek şekilde geliştirdiklerini anlatan Vural, tesisin şu anda günlük 3 ton süt işleme kapasitesine sahip olduğunu, yoğurt, tereyağı ve ayran üretilebildiğini bildirdi. Vural, tesisle üniversite olarak bölgedeki vatandaşa ve sanayiciye modeller oluşturmak istediklerini vurguladı. Bölgedeki en önemli problemlerden birinin gıdalardaki kayıt dışılık olduğunu da ifade eden. Vural, şöyle devam etti: “Özellikle bölgemizde yoğurtlar köylerden bakraçlarla sağlıksız koşullarda dolmuşlarla ve diğer araçlarla şehir merkezine gönderilmektedir. Bunlarda hijyen içler acısı ve temiz olanlar bile yolda kirlenebiliyor. Ayrıca, yoğurt üretenler dolmuşçuya, bakkala ayrı ayrı para veriyor ve bu işi yapanlar para kazanmıyor. İşletme olarak köylerden süt toplayacağız ve toplayacağımız sütlerle bu üretimi gerçekleştireceğiz. Bunun sadece üretici ile ilgili değil, sanayici ve tüketici ile ilgisi var. Onlara göre bir model oluşturmak istiyoruz. Buradaki sanayici yapılanı görmedi mi inanmıyor. Öte yandan üreticilerimize de ayrıca ara eleman yetiştirmek istiyoruz. Üretim tesisimiz tam. Deneme üretimleri yapmaya başladık ve ürettiğimiz yoğurtları üniversite personeline satmaya başladık”. Vural ayrıca yoğurt, tereyağı ve ayran üretimi dışında ilerleyen süreçte peynir çeşitlerini de üretmek istediklerini belirtti. Vural, üretimle birlikte tüketicilerin de marketten veya satış reyonlarından piyasadan daha ucuza ürün alabileceğini ifade ederek, “Bizim bir ticari kaygımız 299 yok. Model olarak kayıt dışılığının önünü kesmek istedik. Daha ileride bölgenin örgü peynirini ve beyaz peynir üretebiliriz. Ayrıca önümüzdeki yıllarda sağlıklı ek ürünlerin üretildiği bir tesis de yapmayı düşünüyoruz. Busayede daha ucuz ve daha sağlıklı ürünleri üreteceğiz” şeklinde konuştu. Yoğurt çorbası: LEBENİ (DİYARBAKIR) http://lezzetler.com/lebeni-diyarbakir-vt6852.html Lebeni adı verilen yoğurt çorbasını pişirmek için, önce yoğurt, yumurta ve tuzla bir tencerede çırpılır. Harlı ateşte tahta kaşıkla karıştırılarak pişirilir. Kaynayan bu yoğurtlu karışıma, bir tas dövme eklenir. Dövmeler yumuşayıncaya kadar kaynatılır. Üzerine naneli kızdırılmış tereyağı dökülür. Nane yerine yarpuz adı verilen yabani nane de kullanılabilir. Malzeme: Yoğurt 3 su bardağı Su 8 su bardağı Döğme 1 kase Yağ 3 çorba kaşığı Yumurta 1 adet Kuru nane 3 çorba kaşığı Tuz Yeterince Yapılışı: 3 kase yoğurt, bir yumurta, 4 kase su ve bir miktar tuz, orta büyüklükte bir tencereye konur. 15 dakika devamlı çırpılır. Sonra çok hararetli ateşte 20 dakika kadar tahta kaşıkla karıştırılarak pişirilir. Diğer taraftan 1 kase döğme 2-3 defa temizce yıkanır, kaynamakta olan yoğurdun içine konur. Pişinceye kadar yani döğmeler yumuşayıncaya kadar kaynatılır. Piştikten sonra yere indirilir. Servise alınacağı zaman 3 kaşık yağ ile 2 kaşık kuru nane bir tavada kızdırılır, yemekten 10 dakika evvel kızdırılmış yağ çorbanın üzerine dökülür. 300 Yağ: Salnamelere göre sucuk Peynir, Revgan-ı sade, içyağı, satılmakta idi. Diyarbakır salnamelerinde: Mahsulat-ı mayi’a Peynir, Revgan-ı sade, içyağı, zeytinyağı, sabun yağı, susam yağı, pekmez ve akid, meşrubat-ı mütenevvia, meyve-i höşk ve ter,asel satılmakta idi (22). Tarihte Karacadağda Milan aşireti ve Türkmenler özellikle yazın ikamet etmiş, hayvancılık yapmıştır. Karacadağ Süt ürünleri: Peynir ve sade yağ. Ağırlıklı olarak sade yağ üretilir. Mililerin ve özellikle Karacadağ’ın sadeyağının kolesterol oranı yüksektir. İlkbahar ve yazın ayran üretimi yoğun olduğu için çökelek yapımında kullanılırdı. Kurutulmuş çortan, sütün olmadığı kış aylarında ahşap teknelerde ayrana çevrilirdi (20). 1936 yılında H.Basri Konyar’ın kaleme aldığı Diyarbakır yıllığında (s. 168) 1931 yılı üretim olarak. Tereyağı 310.150 kg,İçyağı 108 550 kg, Sadeyağ 509.560 kg.idi 1936’larda Konyar Eğil’in ekonomisini şu şekilde özetler: Yağları da nefistir (7). 1936 yılı ihracatında, 950.000 ton sadeyağ, ‘ihracı söz konusu idi (26). 1949 yılında Diyarbakır’ı ziyaret eden gazeteci Cahit Beğenç izlenimlerini Ulus gazetesinde yazmış, Diyarbakır ve Raman isimli kitabında da bu izlenimlerini detaylandırmıştır: Başlıca ihraç maddeleri yağ, yapak, canlı hayvan, çeltik, hububat bakliyat, hayvan derileri, mazı, kitre, badem ve ceviz içidir. Diyarbakır’da en hararetli alışveriş, yağ ve hububat borsalarında görülür. Diyarbakır yağlarının toplandığı ve büyük şehirlere doğru sevkedildiği yağ borsasına uğradım; Borsa binası, Selçuk yapı tarzında eski bir kervansaray, şimdi adına Çifte han diyorlar. Dört tarafı kapalı, iki katlı bir bina. Ortası avlu ve iki de kapısı var. Yağ kapıların birinden giriyor, ötekinden çıkıyor. Avluda grup grup yağ tenekeleri var. Duvarada bir sürü çuval dayamışlar. Bunlar ipek kozası ile doluydu. Beyaz yağ daha makbuldür. Çünkü keçi yağıdır. Koyun yağı biraz sarımtırak olur. Diyarbakır’daki tüccarlara veya komisyonculara dışarıdan yağ sipariş edilir. Valilik borsaya bir kimyager tayin ettirdi. Şimdi, Diyarbakır borsasında satılacak ve 301 satılan yağlar muayeneye tabi tutuluyor. Senede 2 milyon kilo sadeyağ Diyarbakırdan ihraç edilmektedir. Borsa binasında, zamanına göre yapağı,mazı,kitre,acıbadem,deri ,pirinç gibi mallar da arttırılmaktadır (27). Metruk çifte han (Borsa) Eski Borsa Hanı: Bu Hanın diğer ismi ÇİFTE HAN dır. Eski tarihlerde YÜN, MAZI ve SADE YAĞ alım ve satımı bu handa yapılırdı (28). BÖLÜM 3: TARİHTEN GÜNÜMÜZE DİYARBAKIR’DA DERİ VE YÜN SEKTÖRÜ 16. yüzyıl: Onaltıncı yüzyılda Diyarbakır, Anadolu’daki önemli ticaret merkezlerindendir. Ticari önemi olan meslekler Madencilik, Demircilik, Bakırcılık, Sarraflık, Gümüşçülük, Debbağlık, Kavafiye, ve Dokuma bunların belli başlı olanlarıdır (30). Genellikle mütevazı gelirlere sahip olan bu endüstriler arasında en dikkati çekeni, ilk dönemdeki (1518). yüksek miktardan, sonraki dönemlerde (1540 ve 1564) düşük miktara inen deri işlemeciliğidir. Diyarbakır’a gelen seyyahların Avrupa’da büyük talep gören en önemli ticari meta olarak bahsettiği kırmızı boyalı derinin (sahtiyan) üretiminin yapıldığı ve şehir halkının yaklaşık dörtte birinin uğraşısı olan deri endüstrisiydi. Üretilen derinin gön, meşin ve sahtiyan gibi tür ve kalite olarak çeşitleri bulunmakta ve ayakkabı, terlik, çizme, koşum takımı yapımında kullanılmaktadır. Diyarbakır›da işlenen deri ve bunlardan yapılan ürünlerin, şehir ve bölge halkının ihtiyacına yönelik olduğu tahmin edilmektedir. Şehirdeki endüstri kollarından olan, deri işlenmesi ve baş hane (kelle ve paça pişirilen ve servisi yapılan lokanta) için gerekli olan ham maddeler şehirde kesilen hayvanlardan sağlanmaktaydı. Koyun ve keçinin iç yağı mum yapımında kullanılmak üzere şem haneye, bağırsakları yay yapımında kullanılmak üzere kirişhaneye, baş 302 ve ayakları pişirilmek üzere baş haneye, derisi de tabaklanmak üzere tabakhaneye gönderiliyordu. Genellikle mütevazı gelirlere sahip olan bu endüstriler arasında en dikkati çekeni, ilk dönemdeki (1518) yüksek miktardan, sonraki dönemlerde (1540 ve 1564) düşük miktara inen deri işlemeciliğidir. 16. yüzyılın ikinci yarısına (1564) ait ticari gelirler arasında Tamgay-ı siyah vergisine tabi olan ürünler arasında kumaş türleri, deri (bulgari), bulunmaktadır. Şehirden yalnızca transit geçerek İstanbul’a giden kervanlardan, gümrük yerine, yalnızca «tamga-ı kayseriyye» adı altında geçiş vergisi alın-maktaydı. Yünlü dokumalar (akmişe), deri (bulgari), uzun mesafeden gelen kervanlarla İstanbul›a taşınmaktaydı. Uluslararası transit ticaretin yanı sıra, Diyarbakır şehrinde, bölgeler arası ve bölge dahilinde yapılan ticaret de önemli yer tutmaktadır. Bu konuda, öncelikle, Diyarbakır›ın surlarında yer alan dört kapıdan geçerek şehre satılmaya gelen mallardan ve bunlardan alınan kapı vergisinden bahsetmek gerekmektedir. 16. yüzyılın ilk ve ikinci yarısında rastlanan ve resm-i ebvab-ı erbaa adıyla anılan bu vergi zahire, koyun, sığır, ve yünden alınmaktaydı. Pamuk ipliği ve pamuk, (rişte ve penbe), karışık renkli ipek (harir-i elvan) ve çeşitli deriler (gön, sahtiyan ve meşin) de şehirde satılan mallar arasındaydı (30). Yabancı gezginlerin gözüyle deri ve yün sektörü FRANSIZ TAVERNİER: Ünlü Fransız gezgin Jean Baptiste Tavernier, 1630’lu yıllarda gördüğü Amid’de, deri sanayini överken şöyle der; “Amid’in derileri renk ve benekleri bakımından şarkın bütün mamullerinden üstündür. O kadar çok maroken imal edilir ki, şehir halkının dörtte biri bu işle geçinir. POLANYALI SİMEON: 1650’de Diyarbakır ve çevresini gezen Polonyalı gezgin SİMEON ise o yılların Amid’ini şöyle anlatır; “Şehir tarih boyunca olduğu gibi bu gün de bir din ve irfan merkezidir. Emsali yalnız İstanbul’da bulunan, çok usta kuyumcular, zernişancılar, bıçakçılar, papuççular, çizmeciler ve diğer zenaat erbabı vardır. FRANSIZ POULLET: Sonra, 1660 lı yıllarda Fransız gezgin Poullet kente gelir. İran’dan Moğolistan’dan, Polonya ve Moskova’dan buraya gelen tüccarların fevkalade güzel deri ürünleri alıp döndüklerini yazar (32). (MS.1691-1692) Cizye- Defterlerine Göre Diyarbekir’deki Meslekler içinde dericilik: Bir yerleşim yerinde bulunan mesleklerin ortaya çıkarılmasında müracaat edilen kaynaklardan birisi de cizye defterleridir. Bu itibarla ele alınan defter, Diyarbekir’de 1691 yılında hangi meslek gruplarının bulunduğu konusunda son derece faydalı bilgiler sunmaktadır. 303 Bu defterde yer alan meslek isimlerinin, dil itibariyle, bir kısmının Türkçe’den ve bir kısmının da Arapça’dan ibaret olduğu görülmektedir. Basmacı, boyacı, semerci, katırcı, çulcu çizmeci, odabaşı, börekçi, taşçı, kazancı, kavukçu, paçacı, kebapçı gibileri Türkçe meslek isimleridir. Mimar, habbaz (ekmekçi), hayyat (terzi), hariri (ipekçi), mutaf (kıl dokucu), haddad (demirci), debbağ (deri yüzücü), ‘tespit etmek mümkündür. Diyarbekir’de XVII. yüzyılın sonlarında en yaygın mesleğin çulculuk olduğu görülmektedir. Çulculuğu debbağlık, basmacılık, boyacılık, kassarilik, sellahlık izlemektedir (33). Örnek vermek gerekirse; Kıtırbil Köyü’nde ise 14 çulcu, 20 debbağ, çalışıyodu. Diyarbakır, kumaş ve iplik boyacılığı, kadife, keten, bez ve ipekli dokumaları ile tekstilde, ayakkabı, terlik, çizme ve koşum takımları üretmek için gerekli olan deri işlemeciliğinde, ün yapmış merkezlerden biridir. Tavernier, Diyarbekir marokenleri için: “gerek renk ve gerek benekleri bakımından Şark’in aynı cins bütün mamûlatının fevkindedir. Burada o kadar çok maroken imal edilir ki şehir halkının dörtte biri bu işle geçinir” demektedir. Kayseri Şer’iyye Siciline göre, meşhur kırmızı Diyarbakır sahtiyanı, alışverişte bir değer olarak kullanılmıştır (34). 19. yüzyıl: Vital Cuinet seyahatnamesinde şehirde 28 maroken fabrikası , 30 kumaş boyacısı olduğunu, ifade eder (35). 1815 yılında Diyarbakır’ı ziyaret eden Buckingam ‘....,300 deri imalatçısı, vardır.’ demektedir. Diyarbakır’ın bu tarihlerde ihraç ettiği bir önemli madde de deri boyanmasında büyük öneme sahip mazu idi. 1797 tarihli bir arzdan anlaşıldığına göre ‘Diyarbakır’dan Kayseri’ye mazu gönderilmediğinden İstanbul’da ayakkabı fiyatları oldukça yükselmişti. Bunun sebebinin mazunun İzmir’e gönderilerek buradan Avrupa ülkelerine ihraç edilmesi olduğu anlaşıldığından dolayı bu işin önünün alınması istenmekteydi. Bu ise Kayseri debbağ esnafının perişanlığına yol açtığından Diyarbakır’a gönderilen fermanlarla mazunun uygun fiyatlarla Kayseri’ye gönderilmesi istenmişti. Bu ferman Avrupalı tüccarların Diyarbakır’da mazu ticaretini yine önleyememiş, 1815 yılında bir ikaz fermanıyla mazunun Avrupa’ya değil, Kayseri’ye gönderilmesi emredilmiştir (36). Padişah 3.Selim zamanında Ergani’de kesilen hayvan derilerinin de Kayseri’ye gönderilmesi istenmektedir. 304 Padişah fermanı Diyarbakır’a gelen seyyahların Avrupa’da büyük talep gören en önemli ticari meta olarak bahsettiği kırmızı boyalı derinin (sahtiyan) üretiminin yapıldığı ve şehir halkının yaklaşık dörtte birinin uğraşısı olan deri endüstrisinin, son iki dönemdeki (1540 ve 1564) düşük gelirlerini açıklayacak yeterli delil bulunmamaktadır. Bölgede yapılan hayvancılığa paralel olarak, deri işlemeciliğinin oldukça gelişmiş düzeyde yapılmasına rağmen, aynı oranda Defterlere yansımaması ilginçtir. Dericilikten elde edilen gelirlerin düşük görünmesinin asıl sebebi, defterdeki rakamlara, ilk dönemde, dükkan kiraları ile birlikte, tabakhane gelirinin dahil edilmesi, son iki dönemde ise, yalnızca düşük miktardaki dükkan kiralarının kaydedilmiş olmasıdır. Diğer bir ifadeyle, bu dönemlerde tabakhane gelirleri kaydedilmemiştir. Deri ürünlerinin ticaretinden alman vergi ayrıca ve ipek ile birlikte, tam-gay-ı gön ve sahtiyan ve meşin adı altında tahsil edilmiştir. Yine de, toplam 27.017 akça olan bu miktara, 8.000 akçelik kira eklendiğinde dahi (35.017 akça), ilk dönemdeki yüksek tutara ulaşmadığı görülmektedir. Bu durumda, söz konusu dönemde dericilik işinin gerilediği veya gelirlerinin başka bir yere tahsis edildiği akla gelmektedir. 19. yüzyılda sanayi durumu için Diyarbakır salnamelerine bakacağız: Diyarbakır salnamelerinde; 1869-1905 Diyarbakır salnamesinde debbağlık müterakkidir. (gelişmiştir) (4/362) (3/360) Zirai ürün olarak ‘Hınta, Şa’ir, hububat-ı saire, kesilen ağnam, kıl, kök boya, mazı veteferruatı, penbe-i ham, Safi erz, Cild-i sansar, Cildi tilki, Cild-i tavşan, harir kozası ve badem geçer. Sınai mahsüller ise çetari, kutni, gazaliye, kırmızı iplik, manusa, yerli basma, çarşaf, mülevven meşin, mülevven sahtiyan, kösele, ayakkabı, tifti, k.şal aba, harir puşi, cenfes, ma’rekeeğer takımı, mamaulat-ı ahşabiye, çorap, külah, mutabiye, mamul cild-i camus (4/72). Resmi devlet belgesi olan tarihi Diyarbakır salnamelerinde: Mazı ve kitre ve antuf ağaçlıkları: Bu ağaçlıklar dağlarda yetişen huda-yi nabit şeyler olup mazi ve kitre ve antuf hâsıl etmektedir ki civar ahali tarafından toplanıp bunun için mahsusan oralara giden tüccara satılır. Bunlar boya için istimal olunduğundan şehir ve kasabalarda sarfiyat-ı vakıasının fazlası harice çıkar. Boya nevinden purik, şakaloz, 305 sumak yaprağı, kök boya, cehre, palamud, çiriş dahi buralarda hasıl olmaktadır. (3/360) (37). Diyarbekir›de ashab-ı sanayi az değildir. Sanayi ve mamulâttan bu havaliye ve hususuyla ekrâd taifesine lazım ve münasib olanların her türlüsü çıkarılır. Sanayi ve mamulât esnafının başlıcaları şunlardır: Debbağ, dikici, penbeci, gazzaz, kirişçi, kunduracı, külahçı, boyacı, semerci, 1841 tarihli askeri mübaya defterlerine göre Diyarbakırda deri üretiminin hayli ileri seviyede olduğunu görüyoruz (36). 19. yüzyılda Diyarbakır şehri deri, yapağı ve ipek üretiminde söz sahibiydi. 5 Temmuz 1841 tarihli bir belgede asker için 80.000 yapağı ve 370.000 kıyye alındığı belirtilmektedir. (36) İlçelerde de deri sektörü ön plandaydı. Arif paşa seyahatnamesinde Çüngüş’den şu şekilde bahseder: Çüngüş’te 13 debbağhane,5 boyahane vardır, denmektedir. 1873-1876 yılında: Diyarbakır’da,32 dabakhane, 6 iplikhane, 7 boyahane, Ergani’de 1 dabakhane, Çermik’te, 2 boyahane, 3 dabakhane, Hani’de 1 boyahane,1 dabakhane bulunmaktaydı (38). Salnamelere göre hayvansal ürün İhracatı: 1869-1905 yıllarında Diyarbakır’dan hayvansal ürün olarak yapağı, keçi ve oğlak derisi, ipek kozası, koyun ve keçi, inek ve öküz, keçi derisi, yağ ihraç edilmiştir (Salname 4/276). Tarihte Karacadağ’da Hayvancılık, deri sektörü: Tarihte Karacadağda Milan aşireti ve Türkmenler özellikle yazın ikamet etmiş, hayvancılık yapmıştır. Karacadağ’da koyunculuktan elde edilen kasaplık hayvan, süt ürünleri, yapağı Halep pazarında İstanbul ve Avrupa’ya gönderilmek üzere çok iyi para ediyordu. Milan yünü ve halıları Avrupa’da çok beğeniliyordu. Milan malları Avrupa, Mısır ve İstanbul’a Halep üzerinden gidiyordu. Karacadağ, koyun ve deve üreticisi göçerler için de uygun bir yerdir. Onun için göçerler, koyun, keçi ve deve sürüleri beslemişlerdir. Sığır ve at için uygun otlaklar yoktur. Dağın otlakları sürü hayvanları özellikle koyun, keçi ve develer için mükemmel meralardır Milan Aşiret Konfederasyonunun ana üretim konusu koyun yetiştiriciliğiydi. Koyun ve kuzu derisinden kürk yapımı, derisinden rugan ve koyun tulumundan değişik ev ihtiyaçları giderilirdi. Keçi kılı, kara çadırın ve bazı urganların ana materyalidir. Devenin etinden, sütünden ve tüylerinden de yararlanılırdı. Öküz derileri kışlık çadır yapımında kullanılıyordu, ineklerin süt ve sığırların et üretimi de çok önemli katkı sağlıyordu (39). Cumhuriyet dönemi: 1931 yılı üretim: Manda derisi 2910 kg,sığır derisi 13014 kg,koyun derisi 36210 kg, Keçi derisi 22204 kg (7). 1936 yılında: 1936 yılı ihracatında, 35.000 koyun derisi, 20.000 keçi derisi, 70.000 sığır derisi, 75.000 bağırsak, 40.000 koyun, 30.000 keçi, 9000 sığır ihracı söz konusu idi (26). 306 1938 yılına ait bir kitapta: Deri ihracı; Gerek sığır, koyun ve keçi derileri, gerek av derileri ilin zengin ihraç maddelerinden birini teşkil eder. İhraç edilen av derileri kurt, tilki ve tavşan derileridir, denir (54). 1949 yılında hayvancılık: 1949 yılında Diyarbakır’ı ziyaret eden gazeteci Cahit Beğenç izlenimlerini Ulus gazetesinde yazmış, Diyarbakır ve Raman isimli kitabında da bu izlenimlerini detaylandırmıştır. Hayvan derileri işlenmiş olarak 25 ton ve işlenmemiş olarak 102 tondur. Borsa binasında, zamanına göre deri, gibi mallar da arttırılmaktadır (27). 1967 il yıllığı: Diyarbakır’ın ihraç ettiği ticarî maddeler canlı hayvan ve hayvansal ürünler, ham deri, yapağı, bağırsak), ürünleridir. Çifte handan sonra borsa Urfakapı’daki mekana ve sonra da Urfa yoluna taşınmıştır. Urfakapı’daki borsa 1973 il yıllığına göre: Diyarbakır’da 1973 yılında yılda, kıl keçilerinden 210 ton keçi kılı elde edilir. Yılda 750 ton ham deri işlenmeden ilimizden sevk edilmektedir. 2007 yılı TUİK(2007) Deri 440 791 ton Sığır derisi 47 035 Manda derisi 21 Koyun derisi 386 389 ton Kıl keçisi derisi 7 346 Yapağı 1 259 ton Kıl 89 ton Kaynak: Tarım İl Müdürlüğü 307 DERİ ÜRÜNLERİ Tulum: Tulumlar hem yolunarak, hem yolunmadan kullanılabilirdi. Tulum halinde çıkarılırdı. Ayrıca kan ve tüyü dökülmesin diye şap, nar kabuğu ve tuz ile terbiye edilen hayvan derisidir. Bu tulumun içinde çökelek saklanırdı. Tulumda saklanan çökelek, daha taze kalırdı. Tulumun derisinin rahat yolunması için deri, kül, tuz ve bulgur unundan yoğrulan bir karışımın içinde bir müddet fermante edilip tüyleri çekilirdi. Yolunan tulumun bıçakla kazındığı da olurdu. Carfe: Sığır derisinden çekilmiş 2-3 cm. enindeki şeritlerin örülmesiyle elde edilen bir çeşit urgandır. Yaklaşık iki üç karış uzunluğunda olan carfe’nin bir ucunda kulp, öbür ucunda da iki paralel kulp bulunur. Bu kulplardan tek olanı, diğer ikisinin arasına yerleştirilip üçünden bir pim geçirilmek suretiyle iki uç bağlanırdı. Carfe karasabanı boyunduruğa bağlamaya yarardı. Bu bağlama halatı o kadar sağlam olurdu ki yıllarca pulluğu çekmeye dayanırdı. Carfenin geniş tutulması, pulluğun derin işlemesini, gergin ve dar bağlanması ise pulluğun sığ işlemesini sağlardı. Çarık: Çarık, kalın öküz gönünden yapılan ilkel ayakkabı, daha doğrusu, çevre şartlarından asgari seviyede koruyan bir muhafaza kaplamasıydı. Ayağı örtebilecek genişlikte bir deri parçası düzgünce kesilerek kenarlarında açılan deliklerden bir uçkur geçirilirdi. Çarık kurudukça katılaştığı için genellikle ıslatılıp giyilirdi. Çekur: Eskiyip kurumuş derilere ‘çekur’ denir. Bunlarla sepet ve zembil gibi örme kaplar kaplanırdı. Çerm (Kalın deri): Normal yüzülmüş sığır postuna çerm denir. Bu deri satılmak üzere tuzlanırdı. Bazen bundan çarık imal etmek için parçalanırdı. Eğrilmiş deri tel: Hayvan derisinden ip şeklinde sırımlar teşi ile eğrilir, elek imalinde kullanılırdı. Heban: Debbağlandıktan sonra, kuru zahire depolamada kullanılan tulum halindeki hayvan derileridir. Eskiyip işe yaramaz hale gelen yayıklar da heban olarak kullanılırdı. Debbağlanmış tulum yayık: Tulum halinde çıkarılan deridir. Bu tulumun tüyleri yolunurdu. Tüylerin kolay yolunması için tuzlu bulgur ununda bekletilirdi. Bu işlemden sonra debbağlanırdı. Bu tulumlar ayran yayığı olarak kullanılırdı. Bunların ek yerleri özel bir dikiş ile dikilirdi. Eğer bunlarda delik ve yaralar meydana gelirse; bunların içine mazı, ya da kenarları yivlenmiş tahta boğularak kapatılırdı. Bu tulumlar pekmezin taşınması ve depolanmasında da işe yarardı. Kun: İçinde başta su olmak üzere, pekmez, ayran gibi sıvı gıdalar taşınmaya yarayan, teke ve dana gibi orta boy hayvanların tulumlarından oluşan deri kaplardı. Bunlar sızdırmaz bir şekilde dikilirdi. Post: Genel olarak her türlü deri, cilt, zar gibi koruyucu tabakalar bu adla anılır. Dericilikte kılı ya da yünü yolunmamış derinin adıdır. Sergi ve seccadelere de post dendiği olur. 308 Sahtiyan: Alelade yüzülmüş vasıfsız deridir. Gön: Özel debbağlama ve terbiyeden geçirilmiş öküz derisidir. Sürekli dürtüldükleri için nasır bağlayıp kalınlaşmış but derilerinden yapılanları daha makbuldür (49). BÖLGEMİZDE DEBBAĞLIK Bu sanat günümüzde fabrika türü derilere yenik düşerek tamamen terk edilmiş bir durumdadır. Gön debbağlığı ve deri debbağlığı olmak üzere iki bölüme ayrılan bu zanaatın her bölümü ayrı debbağhânelerde ve ayrı ustalar tarafından icra edilirdi. I. Gön Debbağlığı: Öküz, İnek ve Deve gibi büyükbaş hayvanların derilerinin işlenmesine “Gön Debbağlığı”, bu sanatı yapanlara da “Göncü” denilmektedir. Buradaki gön kelimesi kösele anlamında olmayıp, kalın deri anlamındadır. Bu deri, postallarda yüz ve astar olarak kullanıldığı gibi saraçlıkta da kullanılmaktadır. Gönün Hazırlanması: Debbağhanede Deri burada su içerisinde ıslatılır. “Heyden” denilen ve avluda yer alan kireç çukuruna üç gün süre ile yatırılır. 20 cm. eninde, 1.5 m. uzunluğunda “Vereçe” denilen duvara dayalı tahta üzerine yatırılır. Ağzı bıçak gibi yarı keskin, iki yanı ağaç saplı “Demir” denilen aletle kalan tüyler iyice alınır. Deri tekrar kireç çukuruna yatırılır. 25 gün sonra çıkarılarak demir ile eti alınır. Daha sonra, köpek pisliği karıştırılmış su bulunan bir havuza yatırılır. Sıcak günlerde 3-5 gün, soğuk günlerde 20-25 gün sile çukurunda yatan deri, daha sonra buradan çıkarılır ve çayda iyice yıkanıp temizlenir. Sile havuzu boşaltılarak temizlenir ve sumak yaprağının karıştırıldığı su ile doldurulur. Gön, bu suya yatırılır. Bir hafta sonra çıkartılır. Sile havuzu tekrar boşaltılarak temizlenir, dövülmüş mazı kozalağı ve su karışımı ile doldurulur. Deri, 1 hafta - 10 gün süreyle bu karışıma da yatırıldıktan sonra çıkartılır. Mevsimlerden kış ise güneşte, yaz ise gölgede kurutulur ve yüz kısmı iç yağı ile iyice yağlanır. Yağlama işleminden sonra deri gölgede dinlenmeye alınarak kurutulur ve tekrar suya basılır. Bundan sonra boyama işlemine 309 geçilir. Topak haline getirilmiş sığır kuyruğu, “Zaç Ruhu” karıştırılmış boyaya batırılarak gönün yüzüne sürülür. Daha sonra güneşte kurutulan gön, “Sıpa” denilen tezgâh üzerine yatırılır; karşılıklı iki kişinin iple çektiği ve tavana asılı “İskefe” denilen billur cam aletle parlatılarak satışa hazır hale getirilir. II. Deri Debbağlığı: Koyun ve keçi gibi küçükbaş hayvanların derilerinin işlenmesine “Deri Debağlılığı”, bunları işleyenlere de “Debbağ” denilmektedir. Gön denilen kalın derilere nazaran daha ince olan bu deriler postal ve ayakkabılarda astarlık deri olarak kullanılmaktaydı. Başlıca deri çeşitleri şunlardır: Meşin: Koyun derisinden yapılır ve postallarda astar olarak kullanılır. Sahtiyan: Keçi derisinden yapılır. İnce Astar: Meşin ve sahtiyanın cildi bozuk olanlarıdır. Derinin Hazırlanması: Bazı farklılıkları olsa bile, gönün hazırlanmasına benzer. İç kısmı tuzlanmış deri, suda iyice yıkanarak yumuşatılır. İç kısmına kireç sürülerek ikiye katlanıp yatırılır. 24 saat sonra açılarak yünleri yolunur,15-20 gün süreyle kireç çukuruna yatırılır. Daha sonra bu çukurdan çıkarılan deri, içerisinde “Sakat” denilen köpek pisliği ve su karışımının dolu olduğu ‘Sile”ye (havuza) basılır. Kış aylarında 3 gün, yaz aylarında 1 gün bu çukurda bekletilen deri, daha sonra çıkarılarak iyice yıkanır. Yere yatırılarak bıçakla tüyleri alınır. Buğday kepeği ve su karışımından oluşan “Bulamaç” çukuruna yatırılır. 2 gün sonra bu çukurdan çıkartılarak su ile tekrar yıkanır. Ezilmiş sumak yaprağı ve su karışımı ile dolu “Sile”ye yatırılır. 3-4 gün sonra çıkartılarak çayda temiz su ile yıkanır. “Sırık” denilen ağacın üzerine asılarak suyu süzdürülür. Buna “Su Düşmesi” denir. Su düşmesinden sonra deri, ezilmiş mazı kozalağı ve su karışımı ile dolu sileye yatırılır. 3-4 gün sonra çıkartılarak içerisinde 10 kg. tuz eritilmiş sileye tekrar yatırılır. 1 gün sonra çıkartılarak sırığın üzerine atılıp tekrar suyu süzdürülür. Yaz mevsimi ise gölgede, kış mevsimi ise güneşte serilerek kurutulur. Tekrar temiz suya basılıp yıkanır ve sırığa atılarak suyu süzdürülür. Bu aşamalardan sonra deri, masa şeklindeki tezgaha yatırılarak çeşitli renkte boyalarla el ile boyanır. Gön debbağlığının aksine, deri debbağlığında boyaya “Zaç Ruhu” katılmamaktadır. Boyanan deri güneşe serilip yarı kurutulur. Tekrar tezgaha yatırılıp yüzüne zeytinyağı serpilir. Camdan yapılmış ve “Bellur” denilen merdaneye benzer aletle parlatılıp satışa hazır hale getirilir. “Bellur” aleti, göncülükte tavana asılı olarak karşılıklı iki kişinin iple çekmesi, deri debbağlığında ise, bir kişinin el ile sürmesi suretiyle kullanılmaktadır. 310 Gön ve Deri Debbağlığında Kullanılan Terimler- Aletler: Belur: İskefe’nin deri debbağlığında el ile kullanılan türü. Dabbağ: Koyun ve keçi gibi küçükbaş hayvanların derilerini işleyen usta. Demir: İki yanında tutacak ağaç sapları bulunan, ortasında derideki fazla etleri kazımaya yarayan demir kısmı bulunan alet. Göncü: Büyükbaş hayvanların derilerini işleyen usta. Heyden: Kireç havuzu. İskefe: Sıpa üzerine atılan gönü parlatmaya yarayan, iple tavana asılı olan ve karşılıklı iki kişi tarafından iple çekilen silindir şeklinde cam alet. Göncülükte kullanılır. Meşin: İşlenmiş koyun derisi. Sahtiyan: İşlenmiş keçi derisi. Sakat: Köpek pisliği. Sıpa: Birbirine çatılmış karşılıklı ikişer ayak arasına atılan tahtadan meydana gelen ve üzerinde kalın deri işlenen araç. Su Düşmesi: Derinin asılarak suyunun süzdürülmesi. Sile: İçerisinde “Sakat” ve sumak yaprağı ile mazı kozalağı karışımı su bulunan havuz, çukur. Vereçe: 20 cm. eninde, 1.5 m. boyunda olup, duvara dayanan tahta. Üzerine deri yatırılarak kazınır. Zaç Ruhu: Bir tür asit (48). Yün ve yapağı Tarihte Karacadağ’da Milan aşireti ve Türkmenler özellikle yazın ikamet etmiş, hayvancılık yapmıştır. Milan yünü ve halıları Avrupa’da çok beğeniliyordu. Milan malları Avrupa, Mısır ve İstanbul’a Halep üzerinden gidiyordu. Yapağı: Milan koyunyünü pazarlarda tercih edilen bir yündü. Çünkü hayvanlar sürekli dışarıda olduğu için yağmurlar yünü yıkıyor ve ağılların kokusu ve kiri sinmiyordu. Koyunyünü, geçmişte suni elyafın olmadığı dönemde ve henüz pamuk ve keten dokumasının gelişmediği dönemlerde giyimin, yatak yorganın tek hammaddesiydi. Kuzu yününden de kaliteli keçeler yapılırdı. Koyunyününden yapılan hah, kilim ve çuvallar da önemli ürünler arasındaydı. (39) 1841 tarihli askeri mübaya defterlerine göre Diyarbakırda ,yapağı üretiminin hayli ileri seviyede olduğunu görüyoruz (36). 1931 yılı üretim: Yün ve yapağı 50850 kg,kıl 68.000 kg (7). 311 1936 yılında: Sığırlar en çok Karacadağ ve Diyarbekir soylarına mahsustur. Diyarbakır yapağısı uzundur. 15 santimetre kadar gelir. Batıdaki Karacadağ yapağıları daha güzel ve pahalıdır (7). 1936 yılında 1936 yılı ihracatında,300.000 ton yün ‘ihracı söz konusu idi. (26) 1936 yılında H.Basri Konyar’ın kaleme aldığı Diyarbakır yıllığında Diyarbekir yapağısı uzundur. On beş cm kadar gelir. 1924’te çekisi yani 30 batman veya yüz seksen okkası 4400 madeni mecidiye idi. Şimdiki hesaba göre 180 okkası evrakı nakdiye ile 176 liradır, denir (s. 106) (54). 1949 yılında hayvancılık: 1949 yılında Diyarbakır’ı ziyaret eden gazeteci Cahit Beğenç izlenimlerini Ulus gazetesinde yazmış, Diyarbakır ve Raman isimli kitabında da bu izlenimlerini detaylandırmıştır. Yapak: Diyarbakır ve mülhakatından 500 ton kadar yapak istihsal ve satışa arz edilmektedir. Yapak Sümerbank ve İzmir fabrikalarına satış yapılmaktadır. Borsa binasında, zamanına göre yapağı arttırılmaktadır (27). Sümerbank Yun Yıkama ve Şayak Fabrikası: Fabrikanın temeli 1949 da atıldı. 24 Nisan 1954 te işletmeye açıldı. Fabrika, bölgedeki yapağı ürününü değerlendirmek amacıyla kurulmuştur. Fabrika, ayırma ve yıkama dairesiyle iplik dokuma ve apre kısımlarından müteşekkildir. Çevreden mubayaa edilen yapağılar, fabrikada, önce tefrike tâbi tutulmakta V2 daha sonra yıkanmaktadır. İhtiyaç fazlası olarak kalan kısımlar ise Sümerbank›ın diğer yünlü fabrikalarına yollanmaktadır. Yıkama dairesinde ekle edilen temiz yapağı saatte 153 Kg. kadardır. Fabrikanın iplik dairesi 1410 iğliktir. Dokuma dairesinde ise 40 tezgâh mevcuttur. Kamgara ve ştray-gara olmak üzere iki tip imalât yapılmaktadır. İkisinin imalât toplamı günlük 1300 metre civarındadır. Fabrikanın son iki yıllık genel sarfiyatı şöyledir: 1965 te 16.720.300 T. L, 1966 da 12.053.400 T.L. (1967 İl yıllığı). 1973 il yıllığına göre Diyarbakır’da 1973 yılında yılda yapağı üretim 700 ton civarındadır. Kulp (42). «Taşa basma iz olur Kız kunduran toz olur” Goşkarlık: Üstü kırmızı veya siyah deriden, tabanı ise köseleden yapılan topuksuz ayakkabılara yemeni; bu işi yapanlara da yemenici veya köşker denilir. Ergani’de 312 yemeniciler goşkar denilirdi. Goşkarlık çok eski bir meslektir. Bu mesleğe avcılıkla başlanmıştır diyebiliriz. İlk insanlar avladıkları hayvanların postlarından, derilerinden kendilerine giyecek ve yemeni yaparak bedenlerini korumaya çalışmışlardır. Hilar mağaralarındaki Goştkar Mağarası ‹nı bu anlattıklarımıza örnek verebiliriz. Goştkar Mağarası, Tiyatronun bulunduğu geniş sal kayalıkların altındaki doğal mağaradır. Bu mağara, kasaphane veya yemenici mağarası olarak da bilinmektedir. Burada kayaya oyulmuş bir su kaynağı vardı. Goştkar, et işi yapanlar anlamındadır. Burada, yani Goştkar Mağarası›nda hayvan kesimi ve etle ilgili işler yapıldığı sanılmaktadır. Ayrıca bu mağaranın bitişiğindeki mağaranın ismi Şıkefta Postkara ‘dır. Post/deri işi yapanlar anlamındadır. Post ve deri tabaklama işi bu mağaranın karşısındaki toprakla kaplı yerdeki havuzda yapıldığı söylenir. Postkara Mağarası’nın bitişiğindeki mağaranın ismi de Şikefta Derraba dır. Yani hayvan palanı yapan terziler mağarasıdır. Yemenicilik çok özen isteyen bir zanaattır. Yemenicilikte kullanılan deriler yalnızca sumak veya mazı ile tabaklanır, kimyasal maddeler kesinlikle kullanılmazdı. Dikişler çelikten yapılmış ucu sivri delici bir alet olan biz yardımıyla çift iğne kullanılarak mumlu iple, yani gınnap/ kırnap iple tersinden dikilirdi, daha sonra da düz tarafı çevrilirdi. Vücut elektriğini (statik elektriği) alsın diye, astar ve taban arasına kil tabakası konulup öyle dikilirdi. Yemeniler, tamamı el emeği olan, koku ve mantar yapmayan kullanışlı, ortopedik ve hafif ayakkabılardır. Keski, balmumu, gınnap, iğne, biz, çekiç, kütük goşkarlıkta başlıca malzemelerdendir. Bu meslek, sanayileşme ve ayakkabı sektörünün gelişmesi sonucu öldü. Eskiden yemenici olanlar önce kunduracı, daha sonraları ise ayakkabı tamircisi oldular. Ergani’de 1960’lı yıllarda kunduracı Hanifi (Kılıçkap) ve Kunduracı Cevdet (Kılıçkap) tanıdığım en iyi kunduracılardı. Gençlerin isteklerine uygun sivri burunlu, yumurta topuklu kunduralar ve gezdikçe ses çıkartan, evinde çeyiz hazırlayan genç kızların yüreklerini cızıltılarıyla dağlayan botlar yaparlardı (46). 313 KAYNAKLAR 1. George Wıllcox.Manon Savard. Güneydoğu Anadolu’da tarımın benimsenmesine ilişkin veriler.Mehmet Özdoğan,Nezih Başgelen/ed: Türkiye’de Neolitik Dönem.Arkeoloji ve Sanat yayİst.2007. s. 427-440 2. Fatma Acun: 16. Yüzyılda Diyarbakır şehrindeki ekonomik faaliyetler 1. Bütün Yönleriyle Diyarbakır Sempozyumu.27 Ekim 2000. s. 208 ,209, 212, 213 3. 2. uluslarası Diyarbakır sempozyumu. Osmanlı belgelerinde Diyarbakır 4. Prof. Dr. Muzaffer Arıkan, Prof. Dr. Refet Yinanç, Prof. Dr. Mesut Elibüyük,, Yrd. Doç. Dr. Yılmaz Kurt: Diyarbekir vilayeti Mufassal tahrir defteri. c. 1 Ankara. 1999. s. XLVII, s. LIX“ 5. Zeki Dilek. Lice.Diyarbakır. 2002. s. 57,63 6. Yrd. Doç Dr. İbrahim Yılmazçelik. XIX. Yüzyılın İlk Yarısında Diyarbakır. TTK. Ankara. 1995. s. 312 7. H. Basri Konyar. Diyarbekir Yıllığı. 1936. s. 363,169,270 8. Cahit Beğenç: Diyarbakır ve Raman. Ulus Basımevi. Ankara. 1949. s. 27 9. Doç. Dr. Mebrure Değer Diyarbakır Halk Kültüründe Yemek Müze şehir Diyarbakır İstanbul. 1999. s. 417 10. Şefik Korkusuz. Seyahatnamelerde Diyarbekir. Kent yay. İst .2003 11. Berat Beran. Henek. 2. Baskı. Peri yay. İst. 2004. s. 176 12. Diyarbakır salnameleri. Diyarbakır Büyükşehir Belediye yay. İst. 1999. c.4. s. 72 13. M. Şefik Ş.Korkusuz. Eski Diyarbekir’de Gündeli, k hayat. Kent yay İst. 2007. s. 35 14. M. Şefik Korkusuz.Seyahatnamelerde Diyarbakır. Kent yay. 2003. 15. Doç. Dr. Saadet Özçelik, Yrd. Doç.Dr: Erdoğan Boz:Çüngüş ve Çermik Yöresi Ağzı. Ank. 2001. 16. Müslüm Üzülmez: Çayönü’nden Ergani’ye Uzun Bir Yürüyüş.Ladin matb. İst. 2005. s. 317 17. B. Araç İ. Daşkıran Diyarbakır İli Keçicilik İşletmelerinin Yapısal Özellikleri Tekirdağ Ziraat Fakültesi Dergisi Araç ve Daşkıran, 2010 7 (3) 18. Ergun ([email protected]) adına [email protected] 19. Doç. Dr. Mebrure Değer Diyarbakır Halk Kültüründe Yemek Müze şehir Diyarbakırİstanbul. 1999. s. 417 314 20. Eyüp Kıran. Kürt Milan Aşiret federasyonu. Elma yay. İst. 2003. s. 32, 89, 142 21. B. Araç İ. Daşkıran Diyarbakır İli Keçicilik İşletmelerinin Yapısal Özellikleri Tekirdağ Ziraat Fakültesi Dergisi Araç ve Daşkıran, 2010 7 (3) 22. Tellioğlu Ö Diyarbakır salnameleri. Diyarbakır Büyükşehir Belediye yay.İst. 1999. c. 4. s. 72 25364 23.http://www.rizgari.com/modules.php?name=News&file=print&sid= 24. http://www.forumfood.net/orgu-peyniri- t9827.html?s=9c1f4c0bd41013 a6395262534121b0bd& 25. http://arsiv.ntvmsnbc. 26. Usman Eti. Diyarbekir. Diyarbekir matb. 1937. 27. Cahit Beğenç: Diyarbakır ve Raman. Ulus Basımevi. Ankara. 1949. s. 24, 25,27 28. [email protected] adına [email protected] 29. Mıgırdiç Margosyan. Biletimiz İstanbula Kesildi. Aras yay. 5. Baskı.İst. 2003. s. 61 Mıgırdıç Margosyan. Gavur Mahallesi. Aras yay. 10. Baskı. 2006. s. 785 30. Ahmet Taşkın tez danışmanı Prof. Dr. Münir Koştaş Ankara-2003 Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü felsefe ve din bilimleri (din sosyolojisi) anabilim dalı diyarbakır ve çevresindeki türkmen alevilerinde dini hayat doktora tezi. 31. Fatma Acun 16. Yüzyılda Diyarbakır Şehrindeki Ekonomik Faaliyetler.1. Bütün Yönleriyle Diyarbakır sempozyumu. 2000. s. 218 32. Mehmet Mercan.Diyarbakıryahoogrup 33. yrd. doç. dr. Mehmet Salih Erpolat .cizye defterlerinin sosyal ve iktisadî tarih araştırmaları açısından önemi: diyarbakır örneği sabard. eylül 2004 yıl: ıı, sayı: 4, sayfa: 105 - 251 34. Mehımet Salıh Erpolat.Osmanlı Devleti Döneminde Diyarbakır›daki Esnaf Grupları ve Meslekler Osmanlıdan Cumhuriyete Diyarbakır. Diyarbakır valiliği. Ank. 2008. s. 62 35. M Şefik Korkusuz: Seyahatnamelerde Diyarbekir. Kent yay. İst. 2003. 36. Yrd. Doç. Dr. İbrahim Yılmazçelik: XIX. Yüzyılın ilk yarısında Diyarbakır. TTK yay. Ank 315 37. Tellioğlu Ö (ed) Diyarbakır salnameleri.Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi.İstanbul Acar matb. 1999 M Şefik Korkusuz:Seyahatnamelerde Diyarbekir. Kent yay. İst. 2003. s. 149 38. Diyarbakır İl Yıllığı- 1967. s. XIX. 39. Osman Köker (ed): Diyarbekir Vilayetinde Ermeniler. Bir zamanlar yay. İst. 2011. s. 37 40. DİTAV. Diyarbakır mutfağı. İst. 2003. s. 84, 85 41. Bejan Matur. Diyarbakır. DKSV yay. İst. 2009. s. 197 42. Mirze Mehmet Çelik. Fotoğraflarla Kulp. Edubba yay. İst. 2009 43. http://tr.wikipedia.org/wiki/Lava%C5%9F_peyniri 44. B. Araç İ. Daşkıran Diyarbakır İli Keçicilik İşletmelerinin Yapısal Özellikleri Tekirdağ Ziraat Fakültesi Dergisi , 2010 7 (3) 45. Naci Akdemir. Kocaköy. Kocaköy Kaymakamlığı. 2008 . s.143 46. Müslüm Üzülmez. Kaybolan Meslekler. 3,11 ve 19-30 Haziran 2007 tarihleri arasında Ergani Postası gazetesi 47. Şefik Korkusuz. Bir Zamanlar Diyarbekir. İst. 1999 gov.tr 48. İskan Altın Folklor Araştırmacısı Şanlıurafa El Sanatları. www.urfakultur. 49. Naci Akdemir. Karaz. Kocaköy Kaymakamlığı. 2008. s. 140, 142, 145 50. Murat Bozdoğan. Hamdullah Işık Kaplıcalar Diyarı Çermik| 2012.s. 95 51. Feridun Yakişan. Diyarbakır’da Kanatlı Hayvan Yetiştiriciliği. Diyarbakır’da Tarım Çevre ve Doğa sempozyumu. 2012. c. 1 52. Sema Başbağ, B. Tuba Biçer, Mehmet Başbağ, Cuma Akıncı, Tahsin Söğüt Özlem Tonçer, Doğan Şakar. Diyarbakır’da Tarla Bitkileri. Diyarbakır’da Tarım Çevre ve Doğa Sempozyumu. 2012. c. 2 53. Dr. Kenan Erzurum. Footoğraflarla Diyarbakır ve Kültür Varlıkları 1928 yılı. Bahçeşehirün. İst. 2012 54. Prof. Dr. Kenan Diyarbakır’da Tarım tarihi. Diyarbakır’da Tarım Çevre ve Doğa sempozyumu. 2011. c.1 55. Aral S, Aral Y: Diyarbakır ilinde bölgesel ekonomik kalkınmada hayvancılık sektörünün yeri. UDUSİS-2010 Diyarbakır. s. 40 56. Kumlu S. Güneydoğu Anadolu bölgesi büyükbaş hayvancılığı ve geliştirme olanakları. UDUSİS- Diyarbakır-2010. s. 172 316 57. DTSO. Sayılarla Diyarbakır. 2008. s. 25 58. İlhan O. diyarbakır da arıcılık,arıcılık ve genel durumu. Tarım,Çevre ve doğa sempozyumu. 1-3 Haziran 2010 59. DTSO. Sayılarla Diyarbakır. 2008. s. 25 60. Murat Tomar. Diyarbakırda Dağ Keçileri Ve Melezleştirilmesi Diyarbakır’da Tarım Çevre Ve Doğa Sempozyumu. 2011. C. 3 61. Recep Karakaş. Diyarbakır Yöresinin Kuşları. Diyarbakırda Tarım Çevre ve Doğa sempozyumu. 2011. c. 3 62. Vedat Güler Diyarbakır’da Çayır Meraların Mevcut Durumu Ve Mera Islahı Melezleştirilmesi Diyarbakır’da Tarım Çevre Ve Doğa Sempozyumu. 2011. C. 1 63. Prof. Dr. Cengiz Yalçın, Yrd. Doç. Dr. Yılmaz Aral, Yrd. Doç. Dr. A. Şener Yıldız1 Diyarbakır İli Hayvancılığı Ve Geliştirme Stratejileri Diyarbakır’da Tarım Çevre Ve Doğa Sempozyumu. 2011. C. 1 64. Yavuz Han, Doç. Dr. Galip Bakır. Yüksek Lisans Tezi Diyarbakır İli Ergani İlçesinde Besi Sığırcılığı Yapan İşletmelerin Genel Değerlendirilmesi TC.Yüzüncü Yıl Üniversitesi Fen Bilimleri Enstitüsü Zootekni Anabilim Dalı. 65. Gülsen Bas. Diyarbakır’daki islam DönemiMimarisinde Süsleme. Doktora Tez_T.C. Yüzüncü Yıl Ün Sosyal Bilimler Enstitüsü Sanat Tarihi Anabilimdalı Van- 2006 66. Ekici C (ed): Osmanlı belgelerinde Diyarbakır. Devlet Arşivleri genel md.. 2. Uluslarası Diyarbakır Sempozyumu. Ank. 2006. 67. Kıran E. Kürt Milan Aşiret federasyonu.Elma yay. İst. 2003. s. 32,89,142 317 ÇEVRESEL ETKİLERİN DİCLE NEHRİ BALIK TÜRLERİ ÜZERİNE ETKİLERİ Erhan ÜNLÜ* Özet Bu araştırmada, Dicle nehri ve kollarının literatürde verilen balık türleriyle 1995 yılından itibaren yapılan arazi çalışmalarından belirlenen balık türleri karşılaştırılarak, türlerin şimdiki durumları, ortam değişimlerinin ve yabancı türlerin balık faunasına olan etkileri saptanmaya çalışılmıştır. Dicle nehri ve kollarında 1995 yılından itibaren 34 doğal ve 6 ekzotik olmak üzere 40 tür saptanmıştır. Doğal türlerden Alburnus caeruleus, Barilius mesopotamicus, Cyprinion kais, Silurus triostegus ve Liza abu ile ekzotik türlerden Cyprinus carpio, Gambusia holbrooki, Carassius auratus, Carassius gibelio, Heteropneustes fossilis, ve Oncorhynchus mykiss ilk kez Dicle nehrinin Türkiye kesiminden belirlenmiştir. Baraj setlerinin balık hareketliliğini engellemesi, nehirde Sazan ve havuzbalığı (Carassius gibelio) gibi ekzotik türlerin varlığı, civardaki yoğun pamuk tarımı, Diyarbakır şehir atıkları Aspius vorax, Barbus esocinus, Barbus grypus, Glypthotorax gibi balık türlerinin önemli ölçüde azalmasına ve yok olmasına neden olmuştur. Geçmişte nadir olarak bulunan Barbus subquincuncinatus türüne (Dicle nehrinin Ilısu baraj inşaatı civarı hariç) son yıllarda hiçbir şekilde rastlanılmamaktadır. Bismil bölgesinde yaz aylarında toplu balık ölümleri tespit edilmiştir. Abstract In this study, fish species Tigris River and its branches studied in the past given in literatures were compared with fish species collected recently with their present status, the effects of environmental changes and exotic species to fish changes in the river system. Dating from 1995 to present, 34 natural and 6 exotic species were determined in the Tigris River and its branches. Natural species, Alburnus caeruleus, Barilius mesopotamicus, Cyprinion kais, Silurus triostegus ve Liza abu and exotic species Cyprinus carpio, Gambusia holbrooki, Carassius auratus, Carassius gibelio, Heteropneustes fossilis, ve Oncorhynchus mykiss were determined firstly from Tigris River System in part of Turkey. *Dicle Üniversitesi, Fen Fakültesi, Biyoloji Bölümü, Hidrobiyoloji Anabilim Dalı, 21280-Diyarbakır 318 Stopping the fish migration, the existing of exotic fish species as carp and Carassius gibelio, heavy cotton agriculture arround the river, wastes of Diyarbakir city may decrease or remove fish population such as spius vorax, Barbus esocinus, Barbus grypus, Glypthotorax. A rare species, Barbus subquincuncinatus is not seen recently in this region. Furthermore, collective fish death was also determined in the river near Bismil Town. Giriş Dicle Nehri, Elazığ yakınlarındaki Hazar Gölü’nden doğar ve Güneydoğu Toros’lardan geçerek Irak’a oradan da Basra Körfezi’ne dökülür. Toplam uzunluğu 1900 km’dir. Türkiye topraklarında kalan bölümün uzunluğu ise 523 km’dir. En önemli kolları Batman ile Garzan, Botan, Habur, Büyük Zap ve Küçük Zap’tır. Debisi ortalama 360 m3/sn dir. Eylül ayı ortalarında 55 m3/sn ile en küçük, şubat sonunda 2263 m3/sn akımı ile büyük değişiklik gösterir. Akarsuda genellikle yaz sonu kuraklığı ve sonbahar başı yağış noksanlığı nedeniyle su azalır. Buna rağmen kış sonu yağışı ile ilkbahar başındaki karların erimesinden oluşan su ile kabarır. Dicle Nehri, güneye doğru akarken 40 km uzunlukta Türkiye-Suriye arasında sınırı meydana getirir. Habur Suyu ile birleştikten sonra Irak topraklarına girer. Dicle nehri üzerinde son yıllarda Kralkızı, Batman ve Dicle gibi önemli Hidroelektrik santraller kurulmuştur. Dicle ve Fırat su sistemlerinin balık faunasına yönelik ilk çalışmalar Irak ve Suriye’de Heckel (1843) tarafından başlatılmış ve sistemdeki bir çok balık türlerinin ilk tanımları yapılmıştır. Sonraki yıllarda bu çalışmalar devam etmiştir (Sauvage, 1882; Berg, 1931; 1932; Beckman, 1962; Mahdi, 1967; Coad, 2010). Gerek sınırlarımız dâhilinde gerekse dışında yapılan çalışmalarla ilgili olarak çok önemli iki bibliyografyada daha detaylı bilgiler verilmektedir (Coad ve Kuru, 1986; Coad ve al-Hassan, 1988). Türkiye’de Dicle nehri balıklarıyla ilgili bir çok çalışma 1940 lı yıllardan itibaren başlamakla birlikte, bu çalışmalar daha çok bazı türlerin listeler halinde verilmesi yada birkaç yeni türün bildirilmesi şeklindedir (Battalgil, 1941; 1942 ve 1944; Sözer, 1942; Kosswig 1954). Ayrıca yapılan birkaç revizyon çalışmasında bu bölge balıklarından da bahsedilmektedir (Ladiges, 1960; Banarescu, 1968; Banarescu ve Nalbant, 1964; Karaman, 1969; 1971; 1972; Bogutskaya, 1997). Ancak Fırat ve Dicle su sistemlerinde yaşayan balık türleri ile ilgili ilk detaylı çalışmalar Kuru (1975) ile Kelle (1978) tarafından yapılmıştır. Bu çalışmalar türlerin hangi lokalitelerde yayılış gösterdiğini göstermesi açısından, ilerideki çalışmalara 319 ışık tutmuştur. Sonraki yıllarda Dicle nehir sistemindeki bazı türlerin taksonomik durumları (Geldiay ve Kelle, 1978; Ünlü ve Bozkurt, 1997; Ünlü, 1999; Ünlü, 2002; Turan ve ark., 2011), biyolojisi (Balcı ve ark., 1990; Ünlü ve Balcı, 1990; Ünlü, 1991; Ünlü ve Balcı, 1993; Ünlü, Balcı ve Akbayın, 1994; Ünlü, Balcı ve Meriç, 2000), karyotip özellikleri (Demirok-Kılıç ve Ünlü, 2001; Kilic-Demirok ve Ünlü, 2004), Ramsar sözleşmesine göre koruma statüleri hakkında (Kuru ve Ark., 2001) çalışmalar yürütülmüştür. Dicle nehri son otuz yıl içerisinde önemli değişimlere uğramıştır. Kuru (1986), Dicle ve Fırat nehirleri üzerinde kurulacak barajlarla soyu tehlikeye sokulacak balık türleri ile ilgili ilk tespit ve uyarıları yapmıştır. Ünlü ve Ark (1997). Gap’ın ekolojik etkilerini inceleyerek balık türlerinin de karşı karşıya olabileceği sorunları belirtmiştir. Jawad (2003), Endüstriyel faktörler, barajlar, yoğun balıkçılık ve yabancı balık aşılanmasının ve habitatların tahrip edilmesi gibi çevresel faktörlerin Irak tatlı sularındaki balık türlerini etkilediğini rapor etmektedir. Bu araştırmada, Dicle nehri ve kollarının literatürde verilen balık türleriyle 1995 yılından itibaren yapılan arazi çalışmalarından belirlenen balık türleri karşılaştırılmış ve ortam değişimlerinin ve yabancı türlerin balık türlerinin Dicle nehrindeki yayılışına olan etkileri saptanmaya çalışılmıştır. Bu araştırmada, 1995 yılından itibaren Dicle nehrinden muhtelif zaman ile lokalitelerden toplanan materyal ile Mart 2008 – Kasım 2008 arasında Dicle nehri ve kollarının Hazar gölü’nden itibaren Ilısu barajının yapılacağı bölgeye kadar olan geniş bir alandan alınan balıklar incelenmiştir. Balıklar, Elektroşoker, serpme ağ, küçük ığrıp ile 22 ile 80 mm arasında göz açıklığına sahip bot üzerinde kullanılabilen çeşitli uzunluktaki balıkçı ağları kullanılmıştır (Şekil 1). 320 Dicle Nehri Balık Türleri Dicle nehrinden geçmiş yıllarda tespit edilen türler ile son yıllarda çalışmalarımız ile belirlenen türler Tablo 1’de verilmiştir. Tablo 1. Dicle Nehir sisteminde yayılış gösteren balık türleri. Ait oldukları familyalar Balıkların Bilimsel isimleri Balıkların Mezopotamya’daki Yöresel isimleri* Ekonomik önemi Yayılış alanları Salmonidae Salmo tigridis Turan, Kottelat ve Bektaş, 2011 Beneksor; Alabalık Yüksek Van, Çatak Orta Dicle nehri ve bütün kollarında Cyprinidae Kızılkanat; paşa Acanthobrama marmid Semnan arrez; semnan HECKEL, 1843 areed Alburnoides fasciatus riffle minnow (Nordmann 1840). Alburnus caeruleus Lassafa HECKEL, 1843 Alburnus heckeli İnci balığı BATTALGİL, 1944 Alburnus mossulensis Musul incibalığı; HECKEL, 1843 Şinok Kerik; Masiya gur; Sisbalığı; Turna; Aspius vorax Shillig; shillik; shelej; HECKEL, 1843 shalaj; sholgeh; bu aliawi; abu elawi. Luciobarbus capito Sırınk; Nebbash; (Güldenstädt 1773) sheikh san; Barb Cer; cero; turna; Bizz; Luciobarbus esocinus farkh; farch; farkh-elHeckel 1843 biz; mangar; barb Orta Yok Dicle nehri ve bütün kollarında Dicle nehri ve bütün kollarında Hazar Gölü, Elazığ Dicle nehri ve bütün kollarında Yüksek Dicle nehri ve bütün kollarında Orta Dicle nehri ve bütün kollarında Yüksek Dicle nehri ve bütün kollarında 321 Luciobarbus xanthopterus Heckel 1843 Cer; cero; turna; mayabalığı; Gattan; ghattan; kattan; khattan; nobbash; thekar; barb Yüksek Dicle nehri ve bütün kollarında Barbus lacerta Heckel 1843 Shabout; moraqqat Düşük Dicle nehri ve bütün kollarında Luciobarbus kosswigi (Karaman 1971) - Zap suyu, Yüksekova Luciobarbus mystaceus (Pallas 1814) Siring; Nakkor; maya balığı Dicle nehri ve bütün kollarında Barbus subquincunciatus Günther 1868 Leopar sazanı; Abu khazzama; a’djzan; agzan; adzan. [black spot barb, leopard barbel]. Dicle ve Botan Barbus grypus (HECKEL, 1843) Şebot; Shabout; shabbout; hamrawi. [large-scaled barb]. Yüksek Dicle ve Botan Barilius mesopotamicus BERG, 1932 Sboura iraqia. None Dicle nehri ve bütün kollarında Capoeta umbla (HECKEL, 1843) Şah; zereke; karabalık; Toueni; toyueni; twena; bertin; bartin; tin; zardah masih; tela shami. Yüksek Dicle nehri ve bütün kollarında Capoeta trutta (HECKEL, 1843) Berat; çepiç; karabalık; Touyeni; twena; emira; tela morqat; kwesa; ethra. Yüksek Dicle nehri ve bütün kollarında Carasobarbus luteus (HECKEL, 1843) Karagöz; dewsor; Himri; hamria ve hamra; bini hamour; binni hamri; bunni himri; binni shifatha; beni asphar; beni abjad ve beni ebjas; zurri; bartema. [golden barb]. Yüksek Dicle nehri ve bütün kollarında Chondrostoma regium (HECKEL, 1843) Zul; Kababurun; Baloot muluki; pangka; zurri Düşük Dicle nehri ve bütün kollarında Cyprinion kais HECKEL, 1843 Benni; Bunni saghir; bnaini; kais Cyprinion macrostomum Heckel 1843 Benni; Himriya sefra; hmarriya sefra; surrah masih; dunbuk kabir alfam; dombok ve dumbek [large-mouthed barb]. Yüksek Dicle nehri ve bütün kollarında Garra rufa (HECKEL, 1843) Kerık; Kayabalığı; Yağlıbalık; Djulake; kokur ahmar; karkoor ahmar; algargor alahmer. Orta Dicle nehri ve bütün kollarında Garra variabilis HECKEL, 1843 Yapışkanbalık; Karkoor mitla’oon None Dicle nehri ve bütün kollarında Dicle nehri ve bütün kollarında Carasobarbus kosswigi (LADİGES, 1960) Squalius cephalus (L.,1758) 322 Dicle ve Botan Behran; Tatlısu kefali; Biraan siphaloos. [European chub]. Düşük Dicle nehri ve bütün kollarında Petroleuciscus kurui (Bogutskaya 1995) Yüksekova suyu (Dicle) Squalius lepidus Heckel 1843 Bara’an; akbalık; bir-aan abiadh. Cobitidae Cobitis kellei ERK’AKAN ve Ark., 1998 Taşyiyen balığı; Göksu çayı Nemachileidae Oxynoemacheilis tigris (HECKEL, 1843) Çöpçübalığı Dicle nehri ve bütün kollarında Oxynoemacheilis panthera (HECKEL, 1843) Çöpçübalığı Dicle nehri ve bütün kollarında Oxynoemacheilis argyrogramma (HECKEL, 1843) Çöpçübalığı Dicle nehri ve bütün kollarında Oxynoemacheilis frenatus (HECKEL, 1843) Çöpçübalığı Dicle nehri ve bütün kollarında Oxynoemacheilis brandti (Kessler 1877) Çöpçübalığı Dicle nehri ve bütün kollarında Turcinemacheilus kosswigi BANARESCU & NALBANT, 1964 Çöpçübalığı Dicle nehri ve bütün kollarında Siluridae Silurus triostegus HECKEL, 1843 Şelabela; Jirri; djirri; girri; yerri. [Mesopotamian catfish]. Ariidae Arius cous HECKEL, 1843 Sisoridae Glyptothorax kurdistanicus, (BERG, 1931) vantuzluyayın balığı; Kelebekbalığı; çöpçübalığı Dicle nehri ve bütün kollarında Glyptothorax armeniacus (Berg 1918) İğneliküçükyayın balığı; Dicle nehri ve bütün kollarında Bagridae Mystus pelusius (Solander 1794) Tahtakafa; Abu-zummair; abouz-zoumeir; abu-alzamir; abu’l-zoumeir; jahudi; zugzug Cyprinidontidae Aphanius asquamatus (SÖZER, 1942) Dişli sazancık Liza abu (HECKEL, 1843) Kum kefali; Khishni; hishni; hosoon ve hashsoun; maid; abukhraiza; abu sukkanejn [abu mullet, freshwater mullet]. Mastacembelus mastacembelus (Banks & Solander 1794) Marmasi; Mezopotamya yılan balığı; salbouh abuel-sian; salbu-al-sayan ve saebouh abou siyan; abu salambah; marmaritch ve marmarij at Mosul. [Mesopotamian spiny eel]. Mugilidae Mastacembelidae None OrtaDüşük Dicle nehri ve bütün kollarında Dicle nehri ve bütün kollarında Bilinmiyor None Dicle nehri ve bütün kollarında Hazar Gölü, Elazığ Yüksek Düşük Dicle nehri ve bütün kollarında Dicle nehri ve bütün kollarında 323 Ekzotik türler Cyprinus carpio L., 1758 Gambusia holbrooki GIRARD, 1859 Sazan; Carp; carp shaeeh; samti [carp, European carp, German carp, wild carp; mirror carp, leather carp, line carp Sivrisinek balığı; Gambuzi; zoory; zurry. [mosquitofish; eastern mosquitofish Yüksek Dicle nehri ve bütün kollarında Orta Dicle nehri ve bütün kollarında Orta Göletlerde Ctenopharyngodon idella Carp eshaby. [grass carp, white amur]. Carassius auratus (L., 1758) Havuzbalığı; Goldfish Baraj göllerinde Carassius gibelio (BLOCH, 1782) İsrail sazanı; Gibel carp, Dicle nehri ve bütün kollarında Heteropneustes fossilis (BLOCH, 1794) Samaka; dood; abu-al hakim; abu al-hakam; abual-hukum; samma; djirri lasseye; jamhoori [Indian stinging catfish]. Oncorhynchus mykiss (WALBAUM, 1792) Alabalık Düşük Dicle nehri Alabalık kültürü yapılan çiflik ve civarında TOPLAM TÜR SAYISI *Bir çok yöresel balık isimleri Ararat ve Ark. 2008 ve Coad 2010’dan alınmıştır. 1995 yılından itibaren 34 doğal ve 6 ekzotik olmak üzere 40 tür saptanmıştır. Doğal türlerden Alburnus caeruleus, Barilius mesopotamicus, Cyprinion kais, Silurus triostegus ve Liza abu ile ekzotik türlerden Cyprinus carpio, Gambusia holbrooki, Carassius auratus, Carassius gibelio, Heteropneustes fossilis, ve Oncorhynchus mykiss ilk kez Dicle nehrinin Türkiye kesiminden belirlenmiştir. Daha önce Fırat su sistemi ile ilişkili Şanlıurfa Balıklıgöl’de belirlenen Alburnus caeruleus (Ünlü ve Bilgin, 1987), bu çalışma ile Dicle nehri üzerinde balık yakalanan tüm lokalitelerden elde edilmiştir. Heteropneustes fossilis uzak doğu kökenli bir balık olup, daha önce de Irak akarsularından bildirilmiştir (Coad, 1996). Bogustkaya (1995) Yüksekova suyundan toplanan Leuciscus örneklerini, Leuciscus kurui olarak, Erk’akan, Ekmekçi ve Nalbant (1998) tarafından ise Cobitis kellei türü Göksu deresi’nden yeni tür olarak tanımlanmıştır. Hakkari bölgesindeki kesimler çalışma alanına dahil edilmediği için Leuciscus kurui ve bazı türler çalışmamızda görülmemektedir. Balık tür sayısında, yeni kayıtlarla birlikte balık türlerinin nehir ve kollarındaki kompozisyonunun önemli değişimler gösterdiği saptanmıştır. Ayrıca Nemacheilus cinsinin bu sistemdeki türleri problemli olup, sistematik ve dağılışları üzerine yeni çalışmaların yapılmasına gereksinim bulunmaktadır. 324 Çalışmamızda verilen tür sayısının geçmiş çalışmalar kıyasla artış gösterdiği görülmekle birlikte, Hazar Gölü ile Dicle nehri ve nehre katılan bir çok akarsuda türler tehdit altında olup, önemli görülen bir çok husus aşağıda verilmiştir. Dicle Nehrinde son yıllarda gerçekleşen önemli değişimler Dicle nehrinde balık faunasının değişimine neden olan etkenler dört temel başlık altında toplanmaıştır. 1. Tarımsal Faaliyetler: Bölge kurak olması nedeniyle su kaynakları bakımından yoksul olup, tarımsal sulama için en önemli su kaynağı Dicle nehri ve kollarıdır. Diyarbakır ilinden itibaren Dicle nehri ve kollarının her iki tarafında Hasankeyf’in yakınlarındaki dağlık bölgeye kadar yoğun bir pamuk tarımı yapılmaktadır. Sulama iptidai yöntemlerle, arazi sulaması nehire dik olarak yapılmaktadır. Dolayısıyla arazi üzerindeki taşan su verimi toprak materyalini gübre ve ilaçlarıyla birlikte nehre taşımaktadır. Sulama öncesi nehir kıyısı taşlık, çakıllı ve kumlu olmasına karşılık, günümüzde çamur ve mil ile kaplıdır. Bu durum beraberinde Diyarbakır ve Bismil arasında nehir ve kollarında ötrifikasyona neden olmuştur. Berrak nehir rengi yerini çamurlu bir suya terk etmiştir. Özellikle sulamanın yoğun yapıldığı ve su kaynaklarının nispetten azaldığı yaz aylarında çok trajik bir ortam doğmaktadır. Bu durum Barbus ve Glypthotorax cinsi balık türlerinin birçoğunun üreme ve yaşama koşullarını ortadan kaldırmaktadır. 2. Barajlar: GAP bünyesinde Dicle nehri ve kollarında birçok baraj planlanmış, bunların bir kısmı tamamlanmış, bir kısmı yapım aşamasındadır. Bu barajlar Tablo 2’de verilmiştir. (www.dsi.gov.tr). Tablo 2 gap bölgesinde dicle nehri ve kollarındaki barajlar Barajın Adı Bitiş yılı Normal Su Kotunda Göl Alanı Sulama Alanı Elektrik üretim gücü Kralkızı Barajı ve HES 1997 58 km2 - 90 MW Dicle Barajı ve HES 1997 24 km2 126080 ha 110 MW Batman Barajı ve HES 1998 49 km2 37744 ha 198 MW Devegeçidi Barajı 1972 32 km2 10600 ha - Çınar-Göksu Barajı 1991 4 km2 3582 ha - Ilysu Barajı Silvan Barajı Kayser Barajı Garzan Barajı Cizre Barajı Büyük baraj setleri üreme alanına göç eden balık türlerinin göçlerini engelleyerek üremelerini risk altına sokmaktadır. Üreme göçü esnasında balık türleri 325 sürüler halinde baraj setleri önüne gelmekte ve türbinler ve set önündeki sıçrama hareketleri ile yaralanmakta veya aşırı avlanmalarla önemli bir kayba uğramaktadırlar. Baraj göllerindeki balık çeşitliliği doğal göller kadar zengin değildir. Çünkü doğal göller daha stabil koşullara sahiptir. Baraj göllerindeki türlerin azalmasının bir nedeni de uygun olmayan zamanlarda su tutulma işleminin yapılması ve çevresel etkileri dikkate alınmadan setlerin inşa edilmesidir. Barajlarda su tutulmaya başlanması sırasındaki türlerin doğal stokları bu türlerin su tutulduktan sonraki gelişimleri için çok önemlidir. Kurak mevsimlerde su tutulmaya başlanması sonucu bu dönemlerdeki doğal olarak bazı türlerin stoklarındaki azalma ve bu alanların tüm türleri temsil etmemeleri yüzünden tur sayısında önemli azalmalar görülebilir (Bernacsek, 1997). Örneğin barajın su tutulma dönemlerinde birçok iri cüsseli türler ve göçmen türler nehrin alt bölgelerinde olabilir. Üremek için üst bölgelere geçmek istediklerinde geçiş, su tutulmasıyla birlikte engellenmesi sonucu, bu türlerin baraj gölünde bulunma olasılığını azaltır. Baraj gölleri nedeniyle oluşacak durgun sular akıntılı suları tercih eden Glyptothorax türlerinin yok olmasına ya da popülasyonlarının küçülmesine yol açacaktır (Kuru,1986). Baraj setleri aynı akarsuyun çeşitli kısımları arasında engeller oluşturup, yer değiştiren balık türlerinin bu hareketliliği engellenecektir. Baraj göllerinde bazı balık türlerinin çok iyi geliştikleri, ancak akıntılı ve taşlık, çakıllık ve kumluk yerlerde bulunan türler ise baraj göllerinin ve gölcüklerin artmasıyla birlikte önemli bir tehlike karşısında olacaklardır. Özellikle yumurtlama yapmak üzere taşlık ve biraz daha akıntılı suları tercih edenler bu ortamların kaybolması ya da azalmasıyla tehlike altına gireceklerdir. Bu türlerin birçoğunun bu özellikteki dere ve çaylara sıkışacakları tahmin edilmektedir. 3. Evsel atıklar ve Diyarbakır Organize sanayi Bölgesi (OSB) atıkları: Dicle Nehri ve kollarına, bir çok köy, ilçe ve şehir merkezlerinin evsel atıkları boşaltılmaktadır. Bunlardan Diyarbakır için son yıllarda arıtma tesisleri yapıldı. Ancak faaliyeti hakkında güncel verilere bulunmamaktadır. Bu atıkların tarımsal faaliyetler gibi özellikle su kalitesini değiştirmesi ve ötrifikasyona yol açtığı düşünülmektedir. Diyarbakır OSB atıkları hiçbir arıtmaya tabi tutulmadan Devegeçidi deresine akıtılmaktadır. Bu bölgede toplu balık ölümleri görülmektedir. 1972 yılında faaliyete geçen sulama barajı, Dicle nehrinin önemli bir balık üreme alanı olan bu akarsuyun bu özelliğini kaybetmesine yol açmıştır. Barajın su tuttuğu yıllardan itibaren yaklaşık 20 yıl boyunca gölde balıkçılığın çok geliştiği ve o alandaki balıkların devasa boyutlara ulaştığı gözlenmiştir. Baraj gölü alanında 20-30 kg lık Aspius vorax ve Barbus esocinus bireyleri balıkçılar tarafından yakalanmaktaydı. Ancak, baraj setinin balık hareketliliğini engellemesi, göl rezervuarına sazan aşılanması civardaki yoğun pamuk tarımı, Dere yakınlarında kurulan Diyarbakır OSB atıkları balık türlerinin önemli ölçüde azalmasına ve yok olmasına neden olmuştur. Zaman zaman toplu balık türlerinin ölmesi gibi trajik durumlar ortaya çıkmaktadır. 326 Devegeçidi barajı, Bendin solu Ergani tarafı 5. km Baraj gölündeki bir çalışmadan görüntü Diyarbakır Organize Sanayi Bölgesi’nin atık su deşarj kanalı Diyarbakır Organize Sanayi Bölgesi atık suyunun dereye tıldığı yerin öncesi, derenin temiz kısmı Diyarbakır Organize Sanayi Bölgesi atık suyunun dereye katıldığı yer Devegeçidi Deresi, Taş köprü’deki balık ölümleri ve civardaki kirlilikler. 327 4. Yabancı (ekzotik) Balık türleri: Bir nehir ortamındaki balık tür zenginliğini yabancı türlerin varlığına bağlı olarak azaldığı bir çok ekolojik araştırmada belirtilmektedir (Şaşı ve Balık, 2003; Altındağ ve Ahıska, 2006; Ekmekçi ve Kırankaya, 2006. Uğurlu ve Polat, 2007). Doğal ve yabancı türlerin davranışları biyolojik istilaların başarısını açıklamada önem taşımaktadır. Besine ortak olma ve daha çok üreyebilme özellikleri çoğu zaman yabancı türlerin başarılı olmasının en önemli nedenleridir (Ekmekçi ve Kırankaya, 2006). Bu özelliklerin doğal türlerde bulunmaması gittikçe rekabet ortamından bunların gerilemesine yol açmaktadır. Dicle Nehrinde balıkçılık Dicle nehrinde ekonomik değeri olan en az 20 tür bilinmektedir. Barbus grypus, Barbus esocinus ve Barbus mystaceus rajonorum türleri bunların başında gelmektedir. Son yıllarda yoğun kirlilik nedeniyle nehrin Diyarbakır Bismil arasında yaz aylarında toplu balık türlerinin öldüğü ve tür çeşitliliğinin önemli ölçüde azaldığı görülmüştür. Balıkçı aileleri bu bölgede geçmişte yakaladıkları dev balık türlerini (100 kilograma ulaşan Barbus esocinus ve 20-30 kg Barbus grypus ve Aspius vorax) göremediklerini söylemektedirler. Balıkçı ağlarında Achantobrama marmid, Capoeta trutta, Capoeta capoeta umbla, Chondrostoma regium, Barbus luteus, Silurus triostegus gibi doğal türler ve Sazan ile Carrasius gibelio gibi ekzotik türler çıkmaktadır. Bölgenin balıkçılık potansiyeli ve öneriler “GAP Bölgesi Su Ürünleri Üretim ve Tüketimi Arttırılması Etüt Projesi” ile verilmiştir (Buhan ve Sesli, 2004). Balıkçılık Hasankeyf ile Cizre alanı nispetten daha verimli görülmektedir. Bu alanlarda 50-100 kg lık turna türleri sık sık yakalanmaktadır. 328 KAYNAKLAR Ararat K., Abid I.M., Abdul Rahman S., 2008: Key Biodiversity Survey of Kurdistan, Northern Iraq Site Review for Birds, Botany & Fisheries Winter & Summer 08 Survey. (Ed. Bachmann, C. R. Dela Cruz, J. Davies, & L. R. Malone) NATURE IRAQ FIELD REPORT. Sulaimani, Kurdistan, Iraq. (http://natureiraq.biz/ site/sites/default/files/NI-1208-001.pdf) Altındağ A., Ahıska S., 2006: Kesikköprü Baraj Gölü (Ankara) Balıkçılık Sorunları. I. Balıklandırma ve Rezervuar Yönetimi Sempozyumu 7 - 9 Şubat 2006, Antalya, 453- 458. Balcı K., Ünlü E., Akbayın H., Agüloğlu B., 1990: A study on the reproductive characters of Barbus plebejus lacerta (Heckel, 1843) and Chondrostoma regium (Heckel,1843) (Pisces-Cyprinidae) living in Savur Stream. Journal of Aquatic Products, University of Istanbul. 4, 2, 49-58. Banarescu, P. 1968: Süsswasserfische der Türkei. Ergänzende Angaben zu Teil 2: Cobitidae. Mitteilungen aus dem Hamburgischen Zoologischen Museum und Institut v. 65: 353-356. Battalgil F. 1941: Türkiyenin tatli su baliklari. Les poissons des eaux douces de la Turquie. (Collection de l›Institut de Zoologie de l’Université d’Istanbul). Revue de la Faculté des Sciences de l›Université d›Instanbul, Série B: Sciences Naturelles v. 6 (nos. 1-2): 170-186. Battalgil F. 1942: Türkiye tatli su baliklari hakkinda. Contribution à la connaissance des poissons des eaux douces de la Turquie. Revue de la Faculté des Sciences de l’Université d›Instanbul, Série B: Sciences Naturelles v. 7 (no. 4): 287306. Battalgil F., 1944: Türkiye’de yeni ve az tanınmış balıklar. İstanbul: İstanbul Üniv.Fen Fak. Mec., Ser. B, 9, 299–303. Beckman W. C., 1962: The freshwater fishes of Syria and their general biology and management. FAO Fish. Biol. tech. Pap., (8): 297 p. Berg L. S. 1931: Description of a new siluroid fish, Glyptosternum kurdistanicum, from the basin of the Tigris River. Izvestia Akademii nauk Soiuza Sotsialisticheskikh Reespublik. VII Seriia, Otdelenie matematischeskikh i estestvennykh nauk = Bulletin de l’Académie des sciences de ‘Union des Républiques Sovuétiques Socialistes. VII Série, Classe des sciences + 1931: 1267-1270, Pl. 1. Berg, L. S. 1932: Eine neue Barilius-Art (Pisces, Cyprinidae) aus Mesopotamien. Zoologischer Anzeiger v. 100 (nos. 11/12): 332-334. Bogutskaya N. G., 1995: Leuciscus kurui, a New Cyprinid Fish from the Upper Tigris (Dicle) System. Mitt. Hamb. zool. Mus. Inst. 92, 149–154. 329 Bogutskaya N. G., 1997: Contribution to the knowledge of Leuciscinae fishes of Asia Minor. Mitt. Hamb. zool. Mus. Inst. 94, 161–186. Buhan E. Sesli, A., 2004: GAP Bölgesi Su Ürünleri Üretim ve Tüketimi Arttırılması Etüt Projesi, GAP Bölge Kalkınma İdaresi Başkanlığı -Ankara Coad B. W., Kuru, M., 1986: Bibliographie der Fische der Türkei/A Bibliography of the Fishes of Turkey, p. 15-77. In: Kasparek, M. (Ed.). Zoologische Bibliographie der Türkei. Zoological Bibliography of Turkey. Pisces, Amphibia, Reptilia. Max Kasparek Verlag, Heidelberg. 118 pp. Coad, Brian W. and Laith A. J. Al-Hassan., 1989: A Bibliography of the Fishes of the Tigris-Euphrates Basin / Bibliographie der Fische des Euphrat-TigrisBeckens. Max Kasparek Verlag, Heidelberg. 56 pp. ISBN 3-925064-05-2, 22.5 x 15.5 cm. DM 19.80. (dated 1988). Coad B. W., 1996: Exotic fish species in the Tigris - Euphrates basin. Zoology in the Middle East, 13: 71-83. Demirok-Kılıç N., Ünlü E., 2001: Karyotypes of Cyprinid Fish, Capoeta trutta and Capoeta capoeta umbla in the Tigris River, Turkey. Tr. J. of Zoology. 25, 389-393. Ekmekçi F. G. and Kırankaya Ş. G., 2006: Distribution of an Invase Fish Species, Pseudorasbora parva (Temminck&Schlegel, 1846) in Turkey, Turk. J. of Zoology, 30: 1–6. Erk’akan F., Atalay-Ekmekçi F. G., Nalbant T. T., 1998: Four new species and one new subspecies of the genus Cobitis (Pisces: Ostariophysi: Cobitidae) from Turkey. Turkish Journal of Zoology v. 22 (no. 1): 9-15. Geldiay R., Kelle A., 1978: Dicle ve Fırat nehrinde tesbit edilen ve Türkiye’de az tanınan bir balık türü, Barbus subquincuncinatus GÜNTHER, 1868 (Cypriniformes - Cyprinidae) hakkında. E.Ü. Fen Fakultesi Dergisi,Seri B, C.II, S. 1, 25-30. Heckel J. J., 1843: Abbildungen und Beschreibungen der Fische Syriens, nebst einer neuen Classification und Characteristik sämmtlicher Gattungen der Cyprinen (pp. 991-1044). Süsswasser-Fische Syriens (pp. 1044-1099). Stuttgart, E. Schweizerbart’sche Verlagshandlung. From Russegger’s Reisen, 1 (2). 1-109. Jawad L.A., 2003: Impact of Envıronmental Change on the Freshwater Fish Fauna of Iraq. Intern. J. Environ. Studies, 60 (6), 581-593. Karaman M. S., 1969: Süsswasserfische der Türkei. 7. Teil. Revision der kleinasiatischen und vorderasiatischen Arten des Genus Capoeta (Varicorhinus, partim). Mitteilungen aus dem Hamburgischen Zoologischen Museum und Institut v. 66: 17-54, Pls. 1-7. 330 Karaman M., 1971: Süβwasserfische der Türkei. 8. Teil. Revision der Barben Europas, Vorderasiens und Nordafrikas. - Mitt. Hamb. zool. Mus. Inst. 67, 175–254. Karaman M., 1972: Süβwasserfische der Türkei. 9. Revision einiger kleinwüchsiger Cyprinidengattungen Phoxinellus, Leucaspius, Acanthobrama usw. Aus Südeuropa, Kleinasien, Vorder-Asien und Nordafrika. - Mitt. Hamb. zool. Mus. Inst. 69, 115 – 155. Kelle A., 1978: Dicle Nehri Kollarında Yaşayan Balıklar Üzerinde Taksonomik ve Ekolojik Araştırmalar. Yayınlanmamış Doktora Tezi. Dicle Üniversitesi, Diyarbakır. Kilic-Demirok, N., Ünlü, E., 2004: Karyotype of the Cyprinid Fish Alburnoides bipunctatus (Cyprinidae) from the Tigris River. Folia biologica (Kraków), 52 (1-2): 57-59 Kosswig C., 1954: Türkiye Tatlısu Balıklarının Zoocoğrafyası. İstanbul: İstanbulÜniv. Fen Fak. Hidrobiol. Araş. Enst. Mecm., Ser. A, 2, 1–19. Kuru M., 1975: Dicle -Fırat, Kura-Aras, Van Gölü ve Karadeniz Havzası tatlısularında yaşayan Balıkların (Pisces) Sistematik ve Zoocoğrafik Yönden İncelenmesi. Doçentlik Tezi, Atatürk Üniversitesi, Erzurum. Kuru M., 1986: Dicle ve Fırat nehirleri uzerinde kurulacak barajlarla soyu tehlikeye sokulacak balık turleri. VIII. Ulusal Biyoloji Kongresi, 3-5 Eylul 1986, İzmir. Cilt II, 589-598. Kuru M., Balık S., Ustaoğlu M. R., Ünlü E., Taşkavak E., Gül A., Yılmaz M., Sarı H. M., Küçük F., Kutrup B., Hamalosmanoğlu M., 2001: Türkiye’de Bulunan Sulak Alanların Ramsar Sözleşmesi Balık Kriterlerine Göre Değerlendirilmesi. T.C. Çevre Bakanlığı Çevre Koruma Genel Md. Projesi, Kesin Rapor, 289. s. Ankara. Mahdi N., 1962: Fishes of Iraq. Ministry of Education, Baghdad. 82 pp Ladiges W., 1960: Süβwasserfische der Türkei, I. Teil.: Cyprinidae. - Mitt. Hamb. zool. Mus. Inst. 58, 105–150. Sauvage H. E., 1882: Catalogue des poissons recueillis par M. E. Chantre pendant son voyage en Syrie, Haute-Mésopotamie, Kurdistan et Caucase. Bulletin de la Société philomathique de Paris, 6:163-168. Sözer F., 1941: Les Gobiidés de la Turquie. İstanbul: İstanbul Üniv. Fen Fak. Mecm., Ser. B, 6, 128–169. Şaşı H. Balık S., 2003: The Distribution of Three Exotic Fishes in Anatolia, Tr. J. of Zoology, 27: 319–322. 331 Turan D., M. Kottelat, Bektaş Y., 2011: Salmo tigridis, a new species of trout from the Tigris River, Turkey (Teleostei: Salmonidae). Zootaxa No. 2993: 2333. Uğurlu S., Polat N., 2007: Samsun İli Tatlı Su Kaynaklarında Yaşayan Egzotik Balık Türleri. Journal of FisheriesSciences.com. 1 (3): 139-151 (2007) Ünlü E., 1991: Studies on the biological characters of Capoeta trutta (Heckel,1843) in Tigris River. Doğa-Tr. J.of Zoology, Ünlü E., 1999: Cyprinion macrostomus Heckel, 1843 ve Cyprinion kais Heckel, 1843 (CYPRINIDAE) Türlerinin taksonomisi ve dağılışı üzerine bir araştırma. IX.Ulusal Su Ürünleri Sempozyumu. 20-22 Eylül 1999, Adana, Cilt II, 688-697. Ünlü E., 2002: Silurus triostegus Heckel, 1843 ve Silurus glanis L., 1758 (Siluridae) türlerinin morfolojik ve anotomik özelliklerinin karşılaştırmalı olarak incelenmesi. XVI. Ulusal Biyoloji kongresi, 4-7 Eylül, 2002. Ünlü E., Bilgin, F. H., 1987: A taxonomic study on the fish species in Balikligol (Şanlıurfa-Turkey). Journal of Aquatic Products, University of Istanbul. 1, 1, 140-156. Ünlü E., Balcı K., 1990: Savur Çayında Yaşayan bazı Cyprinidae (PISCES) Türlerinin Üreme Özellikleri Üzerine Bir Araştırma. Eğitiminin 10. Yılında Su Ürünleri Sempozyumu. E.Ü.Su Ürünleri Yüksek Okulu. 14-18 Kasım 1991, İZMİR. 347-356. Ünlü E., Balcı K., 1993. Observation on the Reproduction of Leuciscus cephalus orientalis (Cyprinidae) in Savur Stream (Turkey). Cybium.. 17 (3): 241250. Ünlü E., Balcı K., Akbayın H., 1994. Some Biological Characteristics of the Acanthobrama marmid Heckel,1843 in the Tigris River (TURKEY) Tr. J.of Zoology, 18: 131-139. Ünlü E., Bozkurt R., 1997: Az Bilinen Bir Balık Türü; Barilius mesopotamicus’un Taksonomisi Üzerine Bir Çalışma. IX. Ulusal Su Ürünleri Sempozyumu. 17-19 Eylül 1997, Eğirdir - ISPARTA Ünlu E., Özbay C., Kılıç A., Coşkun Y., Şeşen R., 1997: Gap’ın Faunaya Etkileri. Türkiye Çevre Vakfı Yayını. No: 125, 79-102. Ünlü E., Balcı K., Meriç N., 2000: Aspects of Biology of Liza abu (Mugilidae) in the Tigris River (Turkey). Cybium, 24 (1), 27-43. Ünlü E., Çiçek T., Değer D., Coad B. W., 2011: Range extension of the exotic Indian stinging catfish, Heteropneustes fossilis (Bloch, 1794) (Heteropneustidae) into the Turkish part of the Tigris River watershed. Journal of Applied Ichthyology, 27 (1): 141-143, 2011 332 AB ÜYELİK SÜRECİNDE HAYVANCILIĞIMIZIN DEĞERLENDİRİLMESİ Ramazan DEMİREL* Yakın zamana kadar gıda olarak kendi kendine yeterli 7 ülkeden birisi olarak bahsedilen ülkemiz 1980’li yılların ortalarından itibaren Dünya ekonomisinde trend haline gelen liberalleşmenin etkisiyle giderek artan miktarda tarımsal ürünleri ithal etmeye başlamıştır. İthal edilen tarımsal ürünler içinde; hayvancılık girdileri ile birlikte başta et, süt ve ürünleri olmak üzere çeşitli hayvansal ürünler de yer almaktadır. Gerek hayvan varlığı ve gerekse tarımsal arazi varlığımız dünya ölçeğinde büyük olduğu halde, asıl önemli parametre olan birim başına verimliliğimiz dünya ortalamalarının oldukça altında yer almaktadır. Bu makale ile hayvancılığımızın durumu irdelenecek ve çözüm önerileri belirtilecektir. Hayvancılığımızın Sorunları ve Çözüm Yolları 1. Damızlık Sorunu Sektörlere göre değerlendirme yapacak olursak, en iyi durumda olan hayvancılık dalları sığırcılık ve tavukçuluktur. Bugün sığır varlığımızın yaklaşık olarak yarıya yakınını düşük verimli yerli ırklardan oluşmaktadır. Ülkemizdeki sığır varlığı yaklaşık olarak 12 milyon civarında bulunmaktadır. Bundan sonra yapılacak olan sığır sayısını artırmak yerine, mevcut sürülerin verimini artırmaktır. Öncelikle hayvan ıslahının geliştirilmesi ve elde edilen yüksek verimli, farklı coğrafi bölgelerimize adapte olabilen ırkların yaygınlaştırılması gerekmektedir. Ancak yerli ırkların hızla genotiplerinin iyileştirilmesini sağlarken, diğer yandan da bunların orijinal yetiştirildikleri bölgelerde saflıklarının korunarak gen havuzları şeklinde gelecek için saf halde korunması gerekmektedir. Hayvancılığı gelişmiş ülkelerin çoğunun kendi ülkelerinin özel koşullarına adapte olabilen geliştirilmiş sığır ırkları mevcutken, bizde böyle ıslah edilmiş herhangi bir yerli sığır ırkımız henüz yoktur. Günümüzde, dünyada en fazla yayılma alanına sahip olan Holstein Friesian ırkıdır. ABD, İsrail, Fransa, Hollanda, İtalya, İngiltere kendi coğrafi koşullarına uygun Holstein genotipini baz alarak yaptıkları ıslah çalışmaları sonucu sığır başına ortalama laktasyon süt verimini yıllık 8-10 tona çıkarmışlardır. Bizdeki sığırların ortalama süt verimleri ise 2.2 ton civarındadır. Yine karkas ağırlığı dikkate alındığında bizdeki değerler 250 kg civarında iken, gelişmiş ülkelerde 280 - 300 kg civarındadır. Damızlık sorununun çözülebilmesi için en uygun yol yapay tohumlama *Dicle Üniversitesi Ziraat Fakültesi Zootekni Bölümü e-posta: [email protected], [email protected] 333 imkanlarının geliştirilmesidir. Dünyada yapay tohumlama yöntemini kullanan ikinci ülke olmamıza rağmen bugün sığır varlığımızın ancak %15’ini yapay olarak tohumlayabiliyoruz. Gelişmiş ülkelerde ise bu oran %90’ların üzerine çıkmıştır. Zira yapay tohumlamada kullanılan boğalar, hastalık ve damızlık kalitesi gibi kriterler bakımından daha üstündürler. Bir ülkenin hayvancılığının geliştirilebilmesi için mevcut sürülerinin bilimsel metodlarla ıslah edilmesi gerekmektedir. Bizde ise, ne zaman damızlık sorunu gündeme gelse, yerli ırk sığırlarımızın ıslahı yerine hiçbir zaman tercih edilmemesi gereken damızlık gebe düve ithalatı yapılmaktadır. Sonuçta yurt dışından getirilen gebe düveler birtakım sorunlar nedeniyle ülke hayvancılığının gelişimine yeterli katkıyı yapamamıştır. Gebe düve ithalatının başarısızlık nedenleri; İthalatçı firmalar verimlerine göre sınıflandırılmış olan düve havuzlarından maliyetleri düşürmek için ucuz olanları, dolayısıyla düşük verimli olanların ithalatını tercih etmişlerdir. Doğumu yaklaşmış, İleri derecede gebe olan hayvanlar genellikle gemiyle uzun süreli nakliye sırasında, yeterli ve dengeli beslenememişler ve idealden uzak, oldukça kötü şartlarda barındırılmışlardır. Ülkemize getirildikleri tarihler bazen kış aylarına denk geldiği için iklime adaptasyon problemleri söz konusu olmuştur. Serbest sistemde yetiştirilen düveler, bağlı – duraklı ahırlarda barınmaya zorlanmışlardır. Hayvancılığı gelişmiş ülkelerde sadece altlık olarak kullanılan tahıl sap ve samanları kaba yem olarak, karma yem ise toz formda verilmiştir. Verimi yüksek damızlıklar genellikle ayak ve meme hastalıklarına duyarlılık nedeniyle henüz ilk lastasyonlarında sürüden çıkarılmışlardır. Ülkemiz hayvancılığının geliştirilmesinde tercih edilen, fakat başarısı sürekli olarak tartışılan gebe düve ithalatına ne yazık ki, belirli periyotlarda devam edilmektedir. Fakat tercih edilen yöntem nedeniyle hayvansal üretimimiz arzulanan seviyeye çıkarılamadığı gibi artan nüfusumuzun ihtiyaçları da karşılanamamaktadır. Ayrıca, kronik olarak cari açık sorunu bunan ülkemizden çok fazla kaynak döviz olarak gelişmiş ülkelerin üreticisine aktarılmaktadır. Bir ülke hayvancılığını geliştirmek için ilk başvurulacak yöntem suni tohumlama, daha sonra damızlık erkeklerin ithali ve en son olarak da pratikte tercih edilmemesi gereken gebe düve ithali iken, her zaman maalesef en sonuncusu tercih edilmektedir. Tabi bu tercih yapılırken, ülke hayvancılığının iyileştirilmesi adına ithalatçı firmalara sermaye transferi yapılmıştır. Canlı hayvan ithalatına sadece küçük ölçekli, damızlık sayısı sınırlı ülkelerin açık olması nedeniyle, sübvansiyonlara rağmen fiyatları oldukça yükseltmiştir. Ayrıca, mavi dil ve deli dana başta olmak üzere bazı hastalıkların ülkemize girmesine de neden olarak, sektörü olumsuz etkilemektedir. Tavukçuluk sektöründe kullanılan ticari hibritlerin orjinleri yurt dışı kaynaklı olmakla birlikte, Tavukçuluk Araştırma Enstitüsü bünyesinde geliştirilen yerli hatlar Türk Cumhuriyetleri başta olmak üzere bazı komşu ülkelere ihraç edilmekte ve performansları yabancı orjinli hatlarla rekabet edebilecek düzeydedir. Yakın zamana kadar tavuk varlığımızın yaklaşık %40’ını kültür ırkı olarak niteleyebileceğimiz yüksek verimli hat - hibritler oluştururken, %60’ını düşük verimli, aile ihtiyacının 334 karşılanmasına yönelik üretim yapan köy tavukları oluşturmaktaydı. Ancak yumurta üretimimizin %70’i modern işletmelerde üretilirken, kalan %30’u sayıca fazla olan köy tavukları tarafından üretilmekteydi. Kuş gribi önlemleri sonrası geleneksel olarak yapılan köy tavukçuluğu, yerini büyük ölçüde modern işletmelerde yapılan ticari tavukçuluğu bırakmıştır. Tavukçuluk sektörümüz, hayvancılık dalları arasında bugün dünyadaki modern işletmelerde elde edilen değerlerin yakalandığı en iddialı konumdaki hayvancılık dalımızdır. Ancak ne var ki, işletmelerimizin büyük çoğunluğu küçük ölçeklidir. Tavukçulukta maliyetin yaklaşık %80’ini yem oluşturmakta, tavuk yemlerinde kullanılan ham maddelerin büyük çoğunluğunu da ithalatla sağlamaktayız. Yüksek girdi maliyetleri nedeniyle ürettiğimiz tavukçuluk ürünleri gelişmiş ülkelere kıyasla pahalıya mal olmakta ve uluslar arası rekabette bize dezavantaj sağlamaktadır. Ayrıca yeterli denetim ve bilinç eksikliği nedeniyle, yumurta tavukları hastalandığında kullanılan antibiyotikli yemleri tüketen hayvanların yumurtalarının toplanıp imha edilmeleri gerekirken, bu yapılmamaktadır. Et tavukçuluğunda ise, son bir haftalık dönemde verilecek yemlerde antibiyotik, koksidiyostat, küf önleyici vb. gibi ilaçların kullanılmaması gerekmektedir. Halbuki yetiştiricinin deposunda bu katkı maddelerini içeren büyütme yemi kalmışsa, bunu vermeye devam etmesi nedeniyle kanatlı etinde tolerans değerlerinin üzerinde ilaç kalıntısı (rezidü) bulunabilmektedir. Etkin bir kontrol mekanizmasının sağlanamaması ve üreticinin insan sağlığı konusunda yeterince bilinçli olmaması nedenleriyle üretim zincirinde gereken titizlik gösterilmemektedir. Bunun sonucu olarak da AB ile Gümrük Birliği Antlaşması’ndan doğan beyaz et ve yumurta ihracatı kotamızı yeterince kullanamamaktayız. Günlük olarak üretilen yumurtayı henüz soğumadan birkaç saat içinde Dünyanın en büyük gıda ithalatçılarının bulunduğu Ortadoğu ülkelerinin pazarlarına indirilebilecek lojistik avantajlarımıza rağmen yeterince hayvansal ürün satamamaktayız. Tüketici ise ne yazık ki, medyaya mütemadiyen yansıyan sektörle ilgili yetersiz ve tutarsız bilgi kirliliği nedeniyle insanımızın sağlıklı ve dengeli beslenmesinde gerekli olan ucuz hayvansal protein kaynağını yeterince tercih etmemektedir. Bu durumun sonucunda da, çoğu zaman cüzi kar marjları ile ayakta kalabilen sektör ciddi darbe almaktadır. Tavukçuluk dışında kaz, ördek, keklik, sülün, hindi, bıldırcın ve deve kuşu yetiştiriciliği genellikle lokal olarak hobi şeklinde yapılmaktadır.Bu türlerden hindi başta Güneydoğu Anadolu Bölgemiz olmak üzere köylerde estansif olarak Yılbaşına kadar sınırlı bir dönem için beslenerek, yine aynı bölge içinde satılmaktadır. Sınırlı miktarlarda da entegre tesislerde entansif hindi üretimi yapılmaktadır. Hastalıklara karşı dayanıklılık, etinin lezzetliliği ve düşük üretim maliyeti gibi avantajlarına rağmen hindi yetiştiriciliği hak ettiği yere henüz ulaşamamıştır. Deve kuşu 1990’lı yılların başlarında; etinin birim fiyatının dana etinin yaklaşık 10 katı olması, dolar kuru üzerinden yumurta ve damızlık satışının gerçekleşmesi özellikle sektörün dışındaki adrenalin tutkunu yatırımcılar için oldukça cazipti. Günümüzde ise, ülkemiz şartlarında yüksek üretim maliyeti ve düşük kar marjı nedeniyle üreticimizin fazla aşina olmadığı bu hayvancılık dalı önemini kaybetmiştir. 335 Koyunculuk, engebeli coğrafi yapısı nedeniyle özellikle ülkemizin geniş bozkırlarına sahip iç bölgelerimizde alternatifsizdir. Zira beslenme tarzı ve ince dudak yapısı dikkate alındığında düşük verimli, kısa boylu, seyrek bitkilerden ancak koyunlar yararlanabilmektedir. Koyunlar yerden otlama eğiliminde olan hayvanlardır. Ülkemiz mer’alarının çoğunluğu koyun otlatmaya elverişlidir ve buralarda koyun rakipsizdir. Koyun varlığımızın yaklaşık %3’ünü kültür ırkı diyebileceğimiz ıslah edilmiş yerli ırklarımız oluştururken, kalanını düşük verimli yerli ırklar oluşturmaktadır. Koyunculuğumuz günümüzde ekstansif yapıdan sıyrılarak yarı entansif yapıya dönüşmektedir. Farklı coğrafi bölgelerde farklı üretim şekillerine imkan sağlayacak hayvancılık dalı olması nedeniyle hak ettiği yerden uzaktır. Koyunculuk ülkemizde çeşitli özellikler bakımından en fazla ıslah edilmiş hayvan türüdür. Uzun süre emek ve masraf sonucu elde edilen üstün verimli yeni ırklar (tipler) sadece ıslah edildikleri bölgelerde kalmış, bir türlü bunlar adaptasyon potansiyali olan yerlere yayılamamıştır. Islah edildikleri birimler kamu kurumları oldukları için sürekli değişen hükümet politikaları nedeniyle sayıları iyice azalmış, dar bir alana hapsolmuşlardır. Yayılma potansiyali olarak, Akdeniz ikliminin hakim olduğu yerlerde süt koyunculuğu, bakım-besleme imkanlarının daha iyi olduğu yerlerde et tipi koyun yetiştiriciliği geliştirilmelidir. Hayvan sirkülasyonunun yeterince kontrol altına alınamaması nedeniyle bazı bölgelerde asırlardır yetiştirilen yerli ırklar yeni ırkların istilasına uğrayarak, nesilleri kaybolma tehlikesi altındadır. Unutulmaması gereken, bize atalarımızdan kalan bu son derece önemli genetik mirası bizlerinde sonraki nesillere bozulmadan bırakma zorunluluğumuzdur. Bugünün şartlarında bilinçsiz yetiştirici farklı ırklardan damızlık erkekler satın alarak sürüsünün melezlemeyle verimini artırmakta ve bu durumun sürekli olacağını zannetmektedir. Ancak, uzun vadede bakım besleme ve çevre şartları değiştiğinde veya salgın hastalık halinde ilk kaybedilenlerin bu yeni melezler olacağı unutulmamalıdır. İstilacı ırklardan; Akkaraman, İvesi ırkını Güneydoğu Anadolu’da Suriye sınırına doğru sürerken, Ege ve Marmara’da da Kıvırcık, Dağlıcı adeta yok etmiştir. Son yıllarda eskiden sadece Dağlıç bulunan Burdur’un köylerinde fotoğrafı çekilecek saf ırk bulmakta güçlük çekilirken, Çine Çaparı hatta İvesi, Karaman ırkları boy göstermektedir. Ancak, eskiden sürüler Kasım ayı başlarına kadar genellikle kevenlerin oluşturduğu bitki örtüsünden yararlanılırken, günümüzde Ağustos başlarında yayladan anıza indirilmekte veya kış yemlemesine geçilmektedir. Bu geleneksel yapının kabuk değiştirmesiyle birlikte doğumlar Ocak ayından Kasım ayına gelmiştir. Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da ise yıl içinde birkaç il boyunca devam eden göçer koyunculuk yaylaların kısıtlanması, çoban bulmakta güçlük çekilmesi vb. nedenlerden dolayı giderek önemini kaybetmektedir. Bakım besleme sorunları nedeniyle koyunlardan yılda iki, ya da daha yaygın haliyle iki yılda üç kuzulatma yöntemleri yaygınlaştırılamamıştır. Ayrıca hayvancılığımızın kronik yapısal sorunları nedenleriyle 100 koyundan bir yılda ancak 80 civarında kuzu alınabilmektedir. Dünyada standart kuzu karkasının ağırlığı 336 yaklaşık 18 kg iken, bizde yaklaşık 4 - 5 aylık yaşa (15 kg canlı ağırlıkta ve 8 kg karkas ağırlığında) kadar ana sütüne ilave yemlerle beslenen kuzular turfanda olarak kesilmektedirler. Genellikle Ege ve Marmara bölgelerimizde yaygın olan bu gelenek, ciddi anlamda kuzu eti potansiyalimizin israfına neden olmaktadır. Kalan kasaplık kuzular ise düşük verimli meralarda sadece kaba yemlerle beslenerek oldukça uzun bir besleme periyodu sonunda kesilmektedirler. Özellikle son yıllarda canlı hayvan ve karkas et ithalatına rağmen kırmızı et fiyatının düşürülememesinin nedenlerinden birisi de bu erken kuzu kesimidir. Ülkemiz koyun eti üretimine olumsuz etkisine rağmen turfanda kuzu üretimini bazı yetiştiriciler sürekli olarak tercih etmektedirler. Özellikle yüksek faiz dönemlerinde nakit sıkıntısı çeken, kamyon, tren vb. nakliye araçlarıyla il aşırı uzun mesafeli göçebelik yapan, çoban sıkıntısı çeken, yayladaki mera imkanları sınırlı olan, inek sütünün yaklaşık 3 katına satılan koyun sütünü değerlendirmek isteyen üreticiler genellikle erken gelişen erkek kuzuları piyasasının üzerinde bir fiyatla satmaktadırlar. Keçi yetiştiriciliği ise anılan hayvancılık dalları arasında en ekstansif olanıdır. Özellikle dağlık ve makilik olan Akdeniz ikliminin hüküm sürdüğü yörelerimizde hemen hemen hiç masraf yapmadan, aşı, ilaç, yem kullanmadan sadece çoban masrafıyla keçi yetiştiriciliği yapılmaktadır. Keçiler yıl boyunca makilik veya meşelik adı verilen sert yapraklı çalılarla beslenmektedirler. Çoğunluğu oluşturan kıl keçilerinin ıslahına yönelik yeterli çalışma yapılmamıştır. Yetiştirici sürülerinde verimler oldukça düşüktür ve çoğu zaman yılda keçi başına bir oğlak almak olası değildir. Ankara (Tiftik) keçileri ise sayıları oldukça azalmış, verimleri ABD ve Güney Afrika Cumhuriyetinden getirilenlere kıyasla düşüktür. Sentetikleriyle rekabet etmeye çalışan yapağı ve ipek gibi diğer hayvansal liflerde olduğu gibi, tiftiğin ham madde olarak fiyatı oldukça düşüktür. Son zamanlarda gelir seviyesi yüksek kesimlerin tercih ettiği doğal ham maddelerden elde edilen markalı - yüksek fiyatlı - ürünlerde artış trendi varsa da, henüz hayvansal lif üreticilerinin gelirini artırmaktan uzaktır. Ankara keçileri yetiştirildikleri bölgelerde kıl keçileriyle rekabet edemeyecek durumda oldukları için melezlenmişler ve tiftik kaliteleri düşmüştür. Süt keçisi yetiştiriciliği ise son yıllarda dondurma ve peynir sektörleri başta olmak üzere çeşitli keçi sütü ürünlerine olan artan talebe rağmen, henüz arzulanan seviyeye ulaşamamıştır. Süt keçiciliğinde de kaliteli damızlık teminindeki güçlükler nedeniyle fiyatlar oldukça yükselmiştir. Fakat yüksek fiyatla satın alınacak damızlıkların kayıtları ve kaliteleri tartışmalıdır. Kürk hayvanı yetiştiriciliği kısmen tavşan, şinşilla ve mink dışında geliştirilememiştir. Daha ziyade avlanılan hayvanların postlarının işlenerek değerlendirme yoluna gidilmiştir. Etlik tavşan yetiştiriciliği yönünde talep olmasına karşılık üretim yeterli düzeylerde değildir. Yine Ankara tavşanı yetiştiriciliği bir dönem ülkemiz genelinde hızla yayılmakla birlikte, elde edilen yünün değerlendirilememesi nedeniyle başlangıçtaki gelişme ivmesini ve cazibesini kaybetmiştir. Şinşilla yetiştiriciliği de 1990’lı yıllarda hızla yaygılaştığı gibi, aynı hızla gündemden düşmüştür. 337 Arıcılıkta ise, azımsanmayacak sayıdaki koloni varlığımıza karşılık, kovan başına bal üretimimiz dünya ortalamasının altında yer almaktadır. Arıcıların teknik bilgi seviyelerinin artırılarak, ana arı yetiştiriciliğinin yaygınlaştırılması, gezginci arıcılığın sorunlarının çözülmesi, standart kalitede üretim yapılması, pazarlamanın geliştirilmesi ve kendi ürünlerimizin birbirleriyle haksız rekabetlerinin engellenmesiyle sektörün önü açılabilir. İpekböceği yetiştiriciliğimiz de sanayide yapay liflerin yaygın kullanımı ve ucuz Çin ipeğinin istilası nedenleriyle gerilemekle birlikte, son dönemde yüksek gelirli tüketicilere hitap edecek ipekli ürünlerle sektör canlanmaktadır. İpekböcekçiliği kırsal kesimdeki kadın ve çocukların işgücüne katılımını sağlar, ailelerin gelirlerini artır. Son yıllarda Bursa, Bilecik ve Antalya gibi illerimize ilaveten tarihsel olarak da ipekböceği yetiştiriciliği, iplik çekimi, boyama ve ürünlere işleme geleneği olan Diyarbakır’da da ipek işleme ve dokuma tezgahları çalışmaya başlamıştır. Tarihi İpekyolu’nun geçtiği Diyarbakır’daki bu canlanmanın sebebi Ticaret ve Sanayi Odası’nın gayretleri, AB hibe projeleriyle sağlanan fonlar ile ipekböceği yetiştirme kültürüne sahip insanlardır. 2. Yem Sorunu Yem sorununu kaba ve kesif yem olmak üzere iki alt başlıkta değerlendirmek daha doğru olacaktır. Kaba yem çoğunlukla çayır ve mer’alardan elde edilmektedir. Ancak bilinçsiz ve aşırı otlatma, bakım eksikliği, gübreleme ve tohumla aşılamanın yapılmaması gibi nedenlerden dolayı verimleri iyice azalmıştır. Diğer önemli kaba yem kaynakları ise; hasat artığı olan sap, saman, kes, kavuz, şeker pancarı baş ve yaprakları ile posalar başta olmak üzere çeşitli tarımsal sanayi yan ürünleri iken, kuşkusuz en önemli kaliteli kaba yem kaynakları tarla tarımı içinde yetiştirilen yem bitkileridir. Bunlar baklagil, buğdaygil ve diğerleri olarak isimlendirilmektedirler. Hayvancılığı gelişmiş ülkelerde yem bitkileri ekilişi tarla tarımı içinde %30’larda iken ülkemizde bu oran %3, Ülkemizin kronik sorunlarını çözebilme iddiasındaki GAP bölgemizde ise ancak %1.7 civarındadır. Kaliteli kaba yemlerin en önemli kaynağı olmaları itibariyle ülke hayvancılığının geliştirilmesi için mutlaka bu oranın artırılması gerekmektedir. Zira hayvan sayımız her yıl dramatik bir şekilde azalsa da, meralarımızın durumu dikkate alındığı vakit kaba yem ihtiyacımız karşılanmamaktadır. Erken İlkbaharda daha meralardan kar kalkar kalkmaz hayvanlar otlamaya bırakıldığı için bitkiler büyüyüp, gelişememekte ve dolayısı ile neslinin devamını sağlayabilmek için çiçeklenip tohum verme şansı bulamamaktadırlar. Hayvanlar ise türe göre seçici oldukları için öncelikle çok sevdikleri bitkileri, sonra ikincil olarak beğendiklerini ve en sonunda da normalde tercih etmediklerini tüketmektedirler. Dolayısı ile aşırı otlatma sonucunda meralarda; normalde pek tercih edilmeyen, sert yapraklı, dikenli, tadı veya kokusu kötü, hatta zehirli olan bitkiler merayı istila etmekte ve sonuçta meranın botanik kompozisyonu bozulmaktadır. Kaba yem kaynağımız sınırlı olması nedeniyle gelişmiş ülkelerin daha ziyade altlık olarak kullandığı tahıl saplarını 338 temel kaba yem kaynağı olarak kullanmaktayız. Samanların besleme değeri dikkate alındığında, hayvan başına verimin beslemeyle artırılmasındaki güçlükler daha kolay anlaşılmaktadır. Çözüm, kaliteli kaba yem kaynakları olan yem bitkilerinin ekiliş oranlarının artırılması ve üretim fazlasının besin değerinin korunacak şekilde saklanarak, sıkıntı çekilen kış ayları için saklanmasıdır. Fabrika yemi için kurulu kapasite talebin yaklaşık 4 - 5 katı kadardır, ancak yeterli karma yem talebi yoktur. Karma yem üretimimiz yıllık 10 milyon tonun üzerindedir. Sektördeki faal fabrika sayısı yaklaşık 600 civarındadır. Birçoğu tek vardiyada bile tam kapasite çalışamamaktadır. Dolayısı ile atıl kapasiteyle çalışmaktadırlar. Hayvan varlığımız dikkate alındığında, karma yem ihtiyacımızın karşılanabilmesi için bu fabrikalarımızın üç vardiya tam kapasiteyle çalışması gerekmektedir. Karma yem üretiminin artırılması için herşeyden önce yetiştiricilerin bilinçlendirilmeleri gerekir. Ayrıca bizde 1980’li yıllarda yapılmış olan ve gelişmiş ülkelerin hala devam ettirdiği yeme devlet desteği uygulanmalıdır. Bu sayede üreticilerin en büyük girdi olan karma yemleri daha fazla kullanarak daha fazla hayvansal ürün elde etmeleri mümkün olacaktır. Sektörde yaşanan haksız rekabeti önlemek içinde yemlerin daha sıkı denetlenmesi ve kalitesizlerin ayrılması gerekmektedir. Bugünkü koşullarda kısa vadede kalitesiz fakat ucuz yem yapanlar kazançlı gözükürken, uzun vadede kaliteli yem yapanlar sektörde markalaştıkları için avantaj sağlayacaklardır. Ayrıca yem fabrikalarının gerek satın aldıkları hammaddeleri ve gerekse ürettikleri karma yemleri analiz ederek çağa uygun imalat yapabilmeleri için laboratuvar imkanlarına kavuşmaları teşvik edilmelidir. Dünya ticaretinin hızla arttığı günümüzde başta komşu ülkeler olmak üzere yem dış satımı teşvik edilmelidir. 3. Barınak Sorunu İşletmelerimizin büyük çoğunluğu küçük aile işletmesi niteliğinde olduğu için modern hayvancılık için gereksinim duyulan hayvan barınaklarından yoksundurlar. Hayvancılığı gelişmiş ülkelerle rekabet edebilmek için, bir köydeki her üreticinin birkaç baştan oluşan sığırlarının, barındıkları evlerin zemin katındaki sağlıksız ahırlarda barındırılması yerine modern hayvancılık için gereken altyapıya kavuşturulmalıdır. Büyük boyutlu modern yapı üretici kooperatifi, birliği veya anomim şirket şeklinde olabilir. Böylece bir köydeki aynı faaliyeti yapan kişiler birleşecek, üretim maliyetleri azalacak, ürettikleri hatırı sayılır miktardaki süt ile pazar için organize bir güç haline gelecekler veya elde ettikleri sütlerini yoğurt, peynir vs. gibi ürünlere işleme olanağı bularak daha fazla iş olanağı ve katma değer yaratacaklardır. Ülkemizdeki sınırlı sayıdaki projeli, modern hayvan barınakları genellikle tavukçuluk ve sığırcılık sektörlerinde 1980’li yıllarda “Kaynak Kullanımını Destekleme Fonu” desteğiyle veya Ziraat Bankası kredileriyle yapılmışlardır. 339 4. Sağlık Koruma Sorunu Yaygın hastalıklara karşı düzenli olarak aşılanan, hijyen kurallarına uyularak türe ve yaşa göre değişen ideal bakım ve besleme şartlarında yetiştirilen hayvanların hastalanma riskleri azaltılmaktadır. Salgın hastalıkların en büyük nedenlerinden birisi sınırlardan kontrolsuz hayvan girişi ve bölgeler arası sevkiyatlarıdır. Bunun en büyük nedeni hayvan sayımızın fazla olduğu dönemlerde hayvan sirkülasyonları ülkemizden komşu ülkelere doğru iken, günümüzde artan nüfusumuza karşın hayvan varlığımızın azalması ve komşu ülkelerin hayvancılığa yapmış oldukları sübvansiyonlar nedeniyle satış fiyatlarındaki avantajlarıdır. İç piyasadaki fiyatlar gümrük vergileriyle dengelenmesine karşılık, kaçak yollardan gümrüksüz, kontrolsüz canlı hayvan girişleri söz konusu olmakta, bu da beraberinde sağlık sorunlarını getirmektedir. İster kaçak ister yasal yollardan olsun dışarıdan satın alınarak getirilen hayvanlar kısa vadede fiyat avantajı nedeniyle avantajlı olmakla birlikte, uzun vadede halkımızın beslenmesinde çok önemli olan hayvansal proteinlerden yararlanmayı azaltacaktır. Dünyada birkaç gelişmemiş ülkede bulunan sığır vebası son 20 yılda üç kez ülkemizin hayvancılığını tehdit etmiş ve önemli kayıplara yol açmıştır. Şap, brusella, mavi dil, tüberküloz vb. hastalıklar da zaman zaman ortaya çıkarak tehdit oluşturmaktadır. 5. Yetiştiricilerin Bilgilendirilmesi Kuşkusuz hayvancılığımızın gelişememesinin en önemli nedenlerinden birisi de küçük aile işletmesi niteliğinde olan hayvancılık işletmelerinin çok sayıda olması nedeniyle yetiştiricilerin faaliyet alanlarıyla ilgili eğitilmelerinin olanaksızlığıdır. Tarımsal nüfusu az olan ülkelerde bize nazaran oldukça az sayıdaki yetiştiricinin mesleki teknik bilgiyle donatılması daha kolay olmaktadır. Bizde ise yıllardır Tarım Bakanlığı ve özel sektör bu yetiştiricilerin eğitimi misyonunu yerine getirmeye çalışmıştır. Teknik elemanlar köylere giderek demonstrasyon çalışmalarıyla Üniversiteler ve Tarım Bakanlığı’na bağlı çeşitli araştırma kurumlarında elde edilen teknik bilginin hedef kitle olan yetiştiricilere ulaştırılmasını sağlamışlardır. Ancak bedava sağlanan bilgi tam olarak amacına ulaşamamaktadır. Sağlanan teknik bilginin amacına ulaşması ve geri dönüşümünün olması için mutlaka katılımcıların belli seviyede bedel ödemeleri gerekmektedir. Bu amaca yönelik özel tarımsal danışmanlık müesseselerinin kurulması, belli bir ücret karşılığında eğitici seminerler ve kurslar vermeleri sağlanmalıdır. 6. Yetiştiricilerin Örgütlenmesi Günümüzde diğer üretim alanlarında olduğu gibi hayvancılıkta da ürünlerin değerince satılabilmesi için iyi bir örgütlenme gerekmektedir. Modern toplumlarda yetiştiriciler yaptıkları faaliyete göre birleşerek kooperatif veya yetiştirici birlikleri şeklinde organize olmuşlardır. Sağlıklı bir tarımsal yapılanma ancak bu şekilde mümkündür. Ortak çıkarlar baz alınarak yapılan bu örgütlenmeyle hükümetler üreticinin talepleri doğrusunda kararlar almaktadırlar. Yetiştirici piyasada talep 340 duyulan bir ürünü ne kadar yetiştireceğini bilir, ona göre üretim planlaması yapılır, üretilen ürünün elde kalması veya para etmemesi şeklinde sıklıkla tanık olduğumuz üretici sorunları temelden çözülmüş olur. Ayrıca örgütlü bir sektör piyasada ve yöneticiler katında daha fazla itibar görmektedir. Hükümetler iç ve dış piyasaların talepleri doğrultusunda ürün fiyatları ve desteklemelerle yetiştiricileri yönlendirirler. Bireysel işletmelerin sahip olamadığı yüksek maliyetli aşı, ilaç veya alet - ekipman gibi girdiler bu kolektif organizasyonlar sayesinde kolaylıkla satın alınarak ortak kullanılabilir. Üreticilerin ayrı ayrı eğitilmelerine kıyasla bir kooperatifin üyelerinin eğitimi çok daha kolay olmaktadır. Bazı paralı hizmetlerin götürülmesi yine bu yapılar nedeniyle daha kolaydır. Tekel konumunda yetiştirilen ürünlerimizin rakibi fiyat kıran sektördeki diğer firmalarımızdır. Anlaşarak piyasayı yönlendirecekleri yerde birbirleriyle rekabet etmekte ve dolayısıyla verimlilikleri düşmektedir. Kooperatif veya birliklerin üst birlikler şeklinde organize olmalarıyla üreticinin zarar görmesi engellenecek, ürününün piyasa değeriyle satılması sağlanacaktır. 7. Etkin Bir Pazarlama Organizasyonu Ülkemiz hayvancılığının temel sorunlarından birisi de çeşitli zorluklarla yetiştirilen ürünlerin üretim maliyetleri dikkate alınarak satılamamasıdır. Eğer etkin bir pazarlama organizasyonu yapılırsa öncelikle yetiştirici piyasada talep duyulan, önceden üretim planlaması yapılan bir ürünü yetiştirmeye çalışacaktır. İç pazar doyurulduktan sonra da dış satım bağlantıları dikkate alınmalı ve ona göre üretim yapılmalıdır. Herkesin her ürünü yetiştirmesi engellenmeli, bölgelere göre değişen ürün verimliliği karşılaştırılmalı ve ona göre bazı bölgelerde sadece belirli ürünlerin yetiştirilmesi desteklenmelidir. 8. Kredi ve Finansman Ülkemizdeki hayvancılık işletmeleri küçük ölçekli aile işletmeleri niteliğinde olması nedeniyle modern hayvancılık için gerekli finansman güçlüğü içindedirler. Hal böyle olunca da elde edilen ürünlerin üretim maliyetleri yüksek olduğu için uluslar arası rekabet şansı düşüktür. Gerek gümrük birliği nedeniyle AB ve gerekse dünya ticaret örgütü kararlarıyla tüm dünyadaki hayvancılığı gelişmiş ülkelerle global düzeyde rekabet etme şansı yoktur. Bu yapı kırılmadığı sürece üretim maliyetlerinin yüksekliği nedeniyle bir süre sonra yerli üretim bitme noktasına gelecek ve sonuçta gelişmiş ülkelerin pazarı haline geleceğiz. Her ne kadar son yıllarda tüm dünyada tarımsal desteklerin kaldırılması yönünde baskılar artmışsa da hala bazı öncelikli alanlar seçilerek devlet desteği sağlanabilir. Küçük işletmelerin toplulaştırılmasıyla oluşacak organize yapılara öncelik verilerek gerekli tarımsal destekler sağlanmalıdır. Son yıllarda hayvansal üretimin küçük aile işletmesine sahip köylünün yerine, sermaye sahibi – profesyonelce üretim yapacak üreticiler tarafından ekonomik üretim yapabilecek boyutta işletmeler teşvik edilmektedir. 341 Dünya ticaret örgütüne üyeliğimiz ve AB adaylığımız dolayısı ile önümüzdeki yıllarda zaten oldukça sınırlı olan tarımsal destekler daha da azaltılacaktır. Gelişmiş ülkeler şimdiye kadar kendi ülkelerindeki az sayıdaki çiftçilerini destekleyerek modern hayvancılık için gerekli dönüşümü tamamlamışlardır. Bizim gibi nüfusunun büyük bölümü hala tarımla uğraşan ülkelerde ise sorunlar derinleşecektir. Zira ekonomik analiz yapılmadığı için birçok üretici hala geleneksel yöntemlerle alıştıkları ürünleri yetiştirmeye devam etmektedirler. Ama AB giriş süreciyle birlikte bu geleneksel yapı zorlanacaktır. Gümrüklerin tarım ürünleri için sıfırlanmasıyla birim maliyeti en ucuz olanların pazarı durumuna geleceğiz. Henüz zaman geçmeden alınacak acil önlemler ile çiftçimizi uluslar arası rekabete hazırlayabiliriz. Bu yapının sağlanması için öncelikle işletmelerin toplulaştırılması, kooperatif veya yetiştirici birlikleri şeklinde örgütlenerek, girdi temini ve pazarlama başta olmak üzere mevcut sorunların hızla çözümüne ilişkin adımların vakit kaybetmeden atılması gerekmektedir. Aksi takdirde yakın zamana kadar gıda bakımından kendine yeterli ülkelerden birisi diye övündüğümüz, fakat şimdilerde tarım ürünleri ithalatımızın halihazırda milyar dolarları bulduğu bir dönemde büyük nüfusumuz nedeniyle gelişmiş ülkelerin hatırlı pazarlarından birisi olmamız kaçınılmaz olacaktır. Bu nedenle bizim için stratejik olan sektörlerin seçilerek, henüz devlet desteğinin mümkün olduğu sınırlı sürede acilen desteklenmesi gerekmektedir. İşletmelerin birleşerek büyümelerinin ve dolayısı ile sayılarının azaltılarak kalitenin artırılmasına imkan sağlanmalıdır. SONUÇ Şimdiye kadar sürekli ihmal edilen, sorunları ertelenen tarımımız AB giriş sürecinde en ağırlıklı müzakere konularından birisidir. Birçok şey için geç kalmış olmakla birlikte, bu noktadan itibaren geçmişi eleştirmek yerine kısıtlı zaman diliminde doğru adımların atılmasıyla bazı yapısal sorunlarımızın çözümüne yönelik çaba harcanması gerekmektedir. Önemli olan öncelik verilecek alanların isabetle seçilmesidir. Tarım alanında yapacağımız ulusal bir silkiniş elbette gelişmiş ülkelere kıyasla, geride kaldığımız diğer alanlar içinde bir doping etkisi gösterecektir. Hayvancılığımızın bu makalede bahsedilen yapısını dönüştürebilmek için yaklaşık 30 - 40 milyar dolarlık desteğe ihtiyacı bulunmaktadır. Günümüzde ekonomimizin büyüklüğü dikkate alındığında bu rakam orta vadede kolaylıkla sağlanabilir yeter ki, yetkililerimiz konunun önemini göz ardı etmesinler ve tarıma pozitif ayrımcılık sağlasınlar. 342 TÜRKİYE VE AB’DE HAYVANCILIK Ali Murat TATAR* Giriş Tarımsal üretim insanlığın en önemli ve değerli buluşlarındandır. Bu buluşa kaynaklık eden temel dürtü beslenme ihtiyacı ve besin güvenliği, yardım eden ana unsur da doğadır. İnsanlık doğadaki olayları izleyip değerlendirerek toplayıcılıktan üretime geçmiştir. Sonraki yıllarda artan bilgi hacmine bağlı olarak tarımsal üretimin şekli ve yürütülüşü ile kapsam ve büyüklüğünde önemli değişiklikler olmuştur. Dünyada tarımsal üretimin biçimi hızla değişmekte ve günümüz insanının kendini başarılı saydığı sanayi üretimindeki yol ve yöntemlerin tarıma uygulanması çabaları yoğunlaşmaktadır. Bunda önemli başarılar sağlandığı da bir gerçektir. Fakat bu başarının yine de bir milyara yakın insanı açlıktan kurtaramadığı ve her geçen yıl bu sayının daha da artma ihtimali olduğu akıldan çıkarılmamalıdır. Dünyanın değişik bölgelerinde de olsa halen yaşanan açlık ile birinci ve ikinci dünya savaşları esnasında yaşanan kıtlık dönemlerinden ders alan ülkeler, gıda üretiminde kendine yeterli olmayı hedeflemekte ve buna uygun politikalar geliştirmektedirler. Gelişmiş ve zengin ülkelerin hemen tamamının, başta hayvansal üretim olmak üzere, tarımsal üretimlerini koruma ve sürdürme çabaları bunun en belirgin delilidir. Tarımsal üretim kolları içerisinde hayvancılık, tüm teknolojik gelişmelere rağmen, halen bir çok üretim dalında insan işgücüne yoğun ihtiyaç duyulan bir alandır. Çalışma koşulları oldukça zor olan bu sektörde kar marjı da yüksek değildir. Son yıllarda ürünlere olan güveni artırmak için yürütülen denetim amaçlı çalışmaların yarattığı baskı ve masraf ile hayvansal üretim-çevre arasındaki olumsuz etkileşim ve bunun yanında hayvan ithalatı sektörde karlılığı, dolayısıyla da nüfus tutmayı zorlaştırmaktadır. Nüfusun büyük bir bölümünün kırsalda yaşadığı, işsizliğin büyük boyutlarda olduğu Türkiye’de bile bu durum geçerlidir. Yani fırsatını bulan yada yaratanlar çiftçiliği terk etmeye oldukça isteklidirler. Bu değişim gelişmiş ülkelerde de daha önce yaşanmış ve söz konusu ülkeler bu değişimden olumsuz etkilenmemek, yani sektörde müteşebbis tutabilmek için önlemler almıştır. Bir çok ülkede gelir garantisi sağlayan ve üretim unsurunun nitelik kaybetmesini engelleyen politikaları bu önlemler arasında saymak gerekir. AB ortak tarım politikaları da temelde bu hedefleri gerçekleştirmek için oluşturulmuş politikalardır. Topluluk içerisinde tarıma *Dicle Üniversitesi Ziraat Fakültesi, Zootekni Bölümü [email protected] 343 ilişkin mevzuatın fazlalığı ve sık değişiyor olması, ortak tarım politikasına konu olan ürünler başta olmak üzere, tarımın değişken niteliği ve vazgeçilmezliğinden kaynaklanmaktadır. Fakat şimdiye kadar yapılan değişimlerin hemen hiçbirinden etkilenmeyen şeyler; tüketicinin refahının korunup geliştirilmesi ile üretimin kalitesi ve sürekliliğidir. Bu çalışmada önce tarımın, daha sonra da hayvansal üretimin temel unsurları esas alınarak, Türkiye ile AB mukayese edilmeye çalışılacak ve Türkiye için bazı öneriler sunulacaktır. Toprak Varlığı ve Nüfus Türkiye’nin yüzölçümü, tarımsal alanı ve çayır mera varlığı 27 üyeli AB’nin sırasıyla %16.7, %19.0 ve %17’si kadardır1. Bir başka ifadeyle Türkiye’nin toplam toprak varlığı 27 üyeli AB’nin 14 üyesinin toplamından biraz fazla, tarımsal alanı ve mera varlığı da 16 ülkenin toplamına eşittir. Kısaca iklim, toprak yapısı vb. unsurlar bakımından hem Türkiye içinde, hem de Türkiye ile AB arasında büyük farklılıklar da olsa, Türkiye’nin sahip olduğu üretim alanı ve tarımsal arazi varlığının oldukça büyük olduğu bilinmelidir. Türkiye’nin toplam nüfusu 27 üyeli AB nüfusunun %15’i, tarımla uğraşan nüfusu da AB tarım nüfusunun %68’i kadardır. Türkiye’de toplam nüfusun yaklaşık % 20’si tarım nüfusu olarak tanımlanırken, AB’nde tarım nüfusunun toplamdaki payı ülkelere göre %1.4 ‘ten (Slovenya) %17.6’ya (Polonya) değişmektedir. AB’inde tarım nüfusunun payı düşük olsa da, toplam nüfusun %26’sı kırsalda yaşamaktadır. AB’de kırsal nüfusun payı Türkiye’dekinin %86’sı kadarken, tarımsal nüfus söz konusu olduğunda bu oranın %22 olması dikkat çekicidir. Çizelge 1. AB (27) ve Türkiye’nin toplam ve tarımsal nüfusu (2011) Nüfus (1000 kişi) Pay, % Toplam Kırsalda yaşayan Türkiye 73640 22015 51625 14229 19,32 29,90 AB-27 502155 129672 372482 21004 4,18 25,82 Şehirde yaşayan Tarımda çalışan Tarımsal nüfus Kırsal nüfus 1 Makalede yer alan istatistik niteliğindeki değerler ya doğrudan TUİK, FAO ve AB kaynaklarından alınmış yada bunlara dayalı olarak tarafımızca hesaplanmıştır. 344 İşletme Büyüklüğü Türkiye’de tarım ile ilgili tartışmaların hemen tamamının ortak noktası işletmelerin küçük olduğu ve tarımda yaşanan sorunların büyük ölçüde bundan kaynaklandığıdır. Bu konudaki yargı da çoğunlukla Türkiye’de işletme olarak tanımlanan birimlerin arazi varlığı ile gelişmiş addedilen ülke işletmelerinin ortalama arazi varlığının mukayesesine dayandırılmaktadır. Bu değerlendirmeler yapılırken başta mukayese edilen ülkelerin ekonomilerinde tarımın payı ve tarımda çalışan nüfusun miktarı üzerinde de durulmamaktadır. Özellikle Türkiye ile ilgili değerlendirmelerde, bütün bu ihmallere ek olarak, bir yandan tarımsal işletme olarak değerlendirilen ünitelerin tarımsal faaliyetlerinin büyüklüğü hatta tarımsal faaliyetlerinin olup olmadığı tartışılırken, diğer yandan da Türkiye’de kadastro çalışmalarının henüz tamamlanmadığı vurgulanmaktadır. Ayrıca Türkiye’nin sergilediği coğrafik ve ekonomik farklılıklar yeterince değerlendirilmemektedir. Bütün bunlara ek olarak değişimin boyutu, hatta yönünü tespite imkan verecek sıklık, yaygınlık ve doğrulukta veri toplamakta da sorunlar yaşanmaktadır. Türkiye’de işletme sayısı ve büyüklükleri “Genel Tarım Sayımı” ile tespit edilmektedir. Son genel tarım sayımı 2001 yılında gerçekleştirilmiştir. Buna göre tüm köyler ile nüfusu 25 binden az olan yerleşim yerlerinde 6.189.351 hane halkı yer almakta ve bunların %66.36’sı, yani 4.107.000 hane tarımsal faaliyette bulunmaktadır. Tüm köyler ve nüfusu 5000 kişinin altında olan yerleşim yerleri esas alındığında, tarımla uğraşan hane halkı, yani tarımsal işletme sayısı 3.076.649 olarak belirtilmektedir. Bu değer esas alındığında işletme başına arazi büyüklüğü yaklaşık 60 da olarak hesaplanmaktadır. Toplam 3.076.649 işletmeden %1.8 inin arazisinin olmadığı ifade edilmektedir. İşletmelerin %83’ünün büyüklüğü 100 dekardan azdır ve bunlar toplam arazinin yaklaşık %42’sine sahiptir. Arazi varlığı 200 dekar ve daha fazla olan işletmelerin oranı %6 olup, toplam arazinin %35’ini denetlemektedirler (Çizelge 2). Türkiye’deki tarım işletmelerinin % 67.4’ü hayvansal ve bitkisel üretimin bir arada yapıldığı işletmelerdir. Hayvansal üretim, bitkisel üretim ve ikisini bir arada yapan işletmelerin ortalama arazi varlığı sırasıyla 5.36 da, 54.3 da ve 64.34 da olarak hesaplanabilmektedir. 345 Çizelge 2. Arazi büyüklük gruplarının Tarımsal işletme sayısı ve toprak varlığında payları, % İşletme büyüklüğü (dekar) 5 den az 5-19 20-49 50-99 100-199 200-499 500-999 1000+ 1991 Genel Tarım Sayımı İşletme Arazi sayısı (dekar) 6,34 0,28 28,57 5,35 32,13 16,49 17,98 19,94 9,66 20,99 4,38 19,82 0,61 6,39 0,32 10,74 2001 Genel Tarım Sayımı İşletme sayısı 5,89 27,47 31,46 18,53 10,83 5,09 0,58 0,15 Arazi (dekar) 0,26 5,06 16,02 20,68 23,81 22,82 6,09 5,26 İşletme sayısı eklemeli 5,89 33,36 64,82 83,35 94,18 99,27 99,85 100 Arazi varlığı eklemeli 0,26 5,32 21,34 42,02 65,83 88,65 94,74 100 Çizelge 3. Türkiye’de bitkisel ve hayvansal üretimi bir arada yapan işletmelerin sayısı ile ortalama arazi ve hayvan varlığı İşletme sayısı Ortalama Arazi, dekar Toplam 5 den az 5*19 20-49 50-99 100-199 200-499 500-999 1000+ 2073600 86121 515817 680795 422865 244514 109522 10777 3189 64,34 2,74 11,46 31,24 68,18 133,8 270,29 640,65 2491,82 İşletme başına ortalama hayvan varlığı Küçükbaş Büyükbaş 12,05 5,19 6,04 2,99 8,35 3,29 9,37 4,55 12,8 6,49 17,88 7,56 29,64 8,66 39,24 10,35 100,20 19,49 Çizelge 3 incelendiğinde ortalama arazi varlığı ile ortalama büyük ve küçükbaş hayvan sayısı arasında bir ilişki olduğunu açıkça görülmektedir. Örneğin işletme başına Türkiye ortalaması 12,05 küçükbaş ve 5,19 büyükbaş hayvan iken, bu değerler arazi büyüklüğü 5 dekarın altında olan işletmelerde sırasıyla 6,04 ve 2,99, büyüklüğü 100-199 dekar arasında değişen işletme grubunda da 17,88 ve 7,56 olarak hesaplanabilmektedir. AB ülkelerinde işletme büyüklüğü arazi varlığı ve sağlanan gelirle ölçülmektedir. Ortalama arazi varlığı dikkate alındığında AB (15) de 1995 ve 2000 yıllarında işletme sayısı ve bunların işletme büyüklüklerine dağılımı çizelge 4’te verilmiştir. Bu çizelgeden AB-15’te işletmelerin %57.6 sının büyüklüğünün 50 dekarın altında ve bunların işleyebildikleri arazinin de toplam arazinin %5.2 si olduğu görülmektedir. Buna karşılık 500 dekarın üstünde büyüklüğe sahip işletme sayısı 600 bin civarında olup, bunlar toplam alanın %63,8’ini işlemektedirler. Türkiye’de durum, daha önce de belirtildiği gibi, bundan oldukça farklıdır. Toprak dağılımında 346 ciddi adaletsizlikler olmasına rağmen, arazi varlığı 500 da ve üstünde olanların sayısı az, doğal olarak da sahip oldukları arazinin payı düşüktür (%11,35). AB ülkeleri arasında ortalama işletme büyüklüğü bakımından önemli farklılıklar vardır (çizelge 4). Ortalama değer, ülkelere göre, 10 da (Malta) ile 670 da (Çek Cumhuriyeti) arasında değişmektedir. Benzer bir durum 50 ve 100 dekardan az arazi varlığına sahip işletmelerin payı için de geçerlidir. Arazi varlığı 50 da dan az olan işletmelerin payı %10 dan az (Danimarka, İrlanda, Finlandiya) ve %90 dan fazla (Malta, Slovakya) olabilmektedir. Arazi varlığı 100 da az olan işletmelerin payı %20 ile %99 arasında değişmektedir. Türkiye tarım işletmelerinin sayısı 15 üyeli AB’deki işletmelerin yaklaşık % 45‘i, 25 üyeli AB’inde bulunan işletmelerin de %30’u kadardır. Çizelge 4. AB ülkelerinde tarımsal işletme sayısı ve büyüklük gruplarının payı İşletme Ülkeler sayısı* 1000 500 dekdan büyük işletmebüyüklük, lerin top. da alanda payı % Ort. Tarımda çalışan nüfusun payı İşletme büyüklük gruplarının payı İşletme büyüklüğü 0-49 50-99 <100 100-199 200-499 >500 AB-15* 6770,7 187 63,8 4,0 57,6 12,3 69,9 10,2 10,9 8,9 Belçika 54,9 254 49,1 1.7 28,0 13,2 41,2 16,1 27,8 14,9 Çekoslovakya 54,1 669 91,9 4,5 60,5 11,0 71,5 9,6 8 10,7 Danimarka 48,6 547 77,2 3,3 3,7 16,5 20,2 18,2 26,3 35,3 Almanya 412,3 412 70,9 2,4 23,6 14,6 38,2 18,7 22,8 20,3 Estonya 36,9 216 65,8 6,3 50,8 19,7 70,5 14,5 9,1 5,8 Yunanistan* 817,1 44 10,6 16,3 76,8 13,3 90,1 6,4 2,9 0,5 İspanya* 1287,4 203 68,2 5,6 57,5 14,9 72,4 11 8,9 7,8 Fransa 614 453 79,2 4,3 27,6 9,3 36,9 10,4 19,8 32,9 İrlanda 135,3 323 47,1 6,4 7,7 11,9 19,6 24,2 38,2 18 İtalya* 2153,7 61 36,6 4,7 78,3 10,1 88,4 6 3,8 1,7 GKRC 45,2 35 29,8 5,2 87,5 6,3 93,8 3,4 1,9 0,9 Letonya 140,8 102 36,0 14,6 55,5 21,8 77,3 13,8 6,5 2,4 Litvanya 278,5 91 33,6 18,7 61,6 21,2 82,8 10,8 4,7 1,8 Luksemburg 2,5 523 83,7 2,4 19,6 8,9 28,5 7,8 17,8 45,8 Macaristan 773,4 56 68,1 5,4 89,6 4,3 93,9 2,8 1,8 1,4 Malta 11 10 0 2,5 97,8 2 99,8 0,2 0 0 Hollanda 85,5 235 43,6 2,7 29,6 14,2 43,8 15,9 28,1 12,2 Avusturya* 199,5 170 36,7 5,5 36,4 19,1 55,5 22,4 17,6 4,5 0,9 Polonya 2177,6 70 25,2 18,2 64,3 18 82,3 11,8 4,3 Portekiz* 416 93 60,1 12,8 78,8 10,1 88,9 5,5 3,1 2,4 Slovenya 77,1 63 8,1 8,4 57,5 26,7 84,2 12,6 2,9 0,3 Slovakya 71,7 298 95,1 6,0 91,9 2,1 94,0 1,4 1,3 3,3 Finlandiya 75 299 44,4 5,3 9,9 12,9 22,8 23,5 37,2 16,5 İsveç 67,9 461 72,3 2,5 10,4 15,1 25,5 20,1 26 28,4 İngiltere 280,6 574 86,0 1,2 36,9 9,6 46,5 10,6 16 26,9 Türkiye 3075,5 61 11,3 32,7 64,8 18,4 83,2 10,8 5,1 0,9 * işaretliler 2000 yılı, diğerleri 2003 yılı değerleridir. 347 Hayvan Sayısı AB ile Türkiye hayvan varlığına bakıldığında, Türkiye’nin keçi ve kovan sayısı AB (27) toplamının sırasıyla %46.8 ve %46.5’i kadardır (çizelge 5). Sığır ve koyun ve manda söz konusu olduğunda aynı değerler yine sırayla %12, %23 ve %27 olarak hesaplanmaktadır. Ülkeler ölçeğinde bir mukayese yapıldığında Türkiye’nin üç ülke (İngiltere, Fransa, Almanya) hariç, en fazla sığıra, İngiltere’den sonra en fazla koyuna, İtalya’dan sonra en fazla mandaya ve topluluk içinde en fazla kovan ve keçiye sahip olduğu anlaşılmaktadır. Bu değerler Türkiye’nin hayvan sayısı bakımından, özellikle küçükbaş hayvanlarda, büyük bir katılımcı olabileceğini göstermektedir. AB ve Türkiye hayvan varlığının son 35 yıllık değişimi çizelge 5’te verilmiştir. Burada yer alan değerlerden en dikkat çekici olanı AB (27)’te, sığır ve koyun dışında kalan türlerde sayısal artış gerçekleşirken, Türkiye’de arı dışında kalan türlerde bir azalma meydana gelmesidir. Öyle ki, bu dönemde Türkiye’nin, örneğin keçi varlığı 100 den 30’a, koyun sayısı 59’a, manda sayısı 8’e, sığır sayısı da 81’e inmiştir. Çizelge 5. AB (27) ve Türkiye hayvan varlığın ve değişimi (1975 hayvan varlığı= 100) 1975 1980 1985 1990 1995 2000 2005 2009 2009 Sayı Kovan AB 25 Sayı 120 139 125 120 121 127 125 11.478.971 87 82 83 75 118 134 195 317.922 99 93 85 81 76 75 89.489.291 113 136 134 136 131 113 11.948.883 Domuz 139.961.615 112 116 118 116 114 114 110 153.319.452 Koyun 111.658.830 99 110 128 115 110 99 92 102.292.609 9.153.907 Manda 163.420 Sığır 120.084.485 100 Keçi 10.614.856 100 Türkiye Kovan 1.973.000 113 131 166 198 216 233 271 5.339.220 Manda 1.022.000 102 53 42 30 16 10 8 86.297 Sığır 13.388.000 116 93 91 89 83 75 81 10.859.900 Keçi 18.746.000 100 70 64 51 41 35 30 5.593.560 Koyun 40.539.008 114 100 108 88 75 62 59 23.974.600 348 Hayvansal Üretim ve Unsurları AB (25)’te toplam tarımsal gelirde hayvansal üretimin payı 2003 yılı için % 40.3’tür (çizelge 6). Bu değer ülkelere göre %24.5 (Yunanistan) ve %68.3 (İrlanda) arasında değişmektedir. AB (25)’te yaklaşık 306 milyar € olan toplam tarımsal üretim değerin %13.7’si sütten, %9.6’sı sığırdan, %8.5’i domuzdan, %2.3’ü koyun ve keçiden, %2.2’si yumurtadan ve %4.1’i de kanatlı etinden sağlanmaktadır. Toplulukta yer alan ülkelerin tarımsal üretimlerine katkıda bulunan sektörler farklılık göstermekle birlikte pek çok ülkede süt ve domuz üretimi ilk sırayı almaktadır. Çizelge 6. AB ülkeleri ve Türkiye tarımsal üretim değeri ve bunda çeşitli hayvansal ürünlerin payı Tarımsal Üretim Hayvansal Hayvansal değeri Üretim değeri Üretimin milyon € milyon € payı % AB 25 305.600,6 123.255,7 AB 15 280.524,0 Fransa Ülkeler Ürünler ve tarımsal üretimde payları Süt Sığır Domuz 40,3 13,7 9,6 8,5 111.806,3 39,9 13,6 10,1 62.446,3 23.074,4 37,0 12,1 Almanya 40.211,8 18.400,0 45,8 İspanya 39.908,4 13.581,3 İtalya 43.028,5 İngiltere Türkiye Koyun Yumurta Kanatlı 2,3 2,2 4,1 7,9 2,4 2,0 3,9 13,0 4,3 1,4 1,4 4,7 20,6 7,9 12,2 0,6 2,1 2,4 34,0 5,7 6,5 10,4 4,5 2,7 4,1 13.489,3 31,3 10,0 8,6 5,6 1,0 2,1 4,1 22.822,6 12.707,0 55,7 16,2 16,1 4,3 7,6 3,3 8,1 25.016,0 7.755,0 31.0 Süt=13.8 ve keçi Kırmızı Et=7.0 Kanatlı v.b=10 Türkiye’nin 2003 yılı GSYİH 212 milyar € ve tarımın payı da %11. 8 olarak hesaplanmıştır Toplam tarımsal üretimde hayvansal üretimin payı da %31 olarak tahmin edilmektedir. Bu durumda Türkiye’nin tarımsal üretim değerini yaklaşık 25 milyar €, hayvansal üretim değerini de 7.76 milyar € olarak hesaplamak mümkündür. Bu değerler esas alındığında Türkiye’nin tarımsal üretim değeri bakımından yapılacak bir sıralamada; AB (25) ülkeleri içinde İtalya’dan sonra 4., hayvansal üretim değeri bakımından da İngiltere’den sonra 6. olduğu anlaşılmaktadır. Türkiye mevcut üretim seviyesi ve değerleriyle AB (25) tarımsal üretim değerinin yaklaşık %8’ine, hayvansal üretimin de %6.3’üne eşdeğer üretim yapmaktadır. Bir başka mukayese yapılırsa, Türkiye’nin tarımsal üretim değerinin birliğe son katılan 10 üyenin üretim değerine hemen hemen eşit, hayvansal üretim değerinin ise son üye olan 10 ülkenin üretim değerinin %70’i kadar olduğu hesaplanabilmektedir. 349 Türkiye hayvansal üretim değerinin %44’ünü süt, %22.5’ini kırmızı et, %32.5’ini de diğer ürünler (kanatlı eti, bal vb.) oluşturmaktadır. Bu değerlerden hareket edilerek toplam tarımsal gelirde sütün payının yaklaşık %14, kırmızı etin payının da %7 olduğu söylenebilir. Bu değerlerden süt için hesaplanan AB ortalaması ile oldukça benzerdir. Fakat kırmızı et için hesaplanan AB (25) ortalamasından oldukça küçüktür ve bu farkın büyük bir kısmı domuz eti üretiminden kaynaklanmaktadır. AB (25)’te sağlanan toplam hayvansal ürünler üretiminde ülkelerin payı her üründe aynı değildir. Örneğin süt ve domuz söz konusu olduğunda AB üretiminin sırasıyla %19.8 ve 18.7 sini sağlayan Almanya ilk sırayı alırken, sığır ve kanatlı üretiminde Fransa %27 ve %23.3’lük payla topluluk üretimine en büyük katkıyı yapmaktadır. Koyun ve keçi ile yumurta üretiminde ilk sırada (sırasıyla AB üretiminin %25.9 ve %16.6’sını sağlayan) İspanya bulunmaktadır. Bu üç ülke, yani Almanya, Fransa ve İspanya, bütün hayvansal ürünlerde topluluk üretiminin yaklaşık %4247’sini sağlamaktadırlar. Hayvansal Ürünler Üretimi AB (27) ve Türkiyenin temel hayvansal ürünler bakımından üretim değerleri çizelge 7’de verilmiştir. Çizelgeden görüleceği üzere sığır eti, manda eti, koyun-kuzu eti ve yapağı üretimi hariç, hiçbir ürün yada ürün grubu için AB üretim miktarı 1975 yılı değerinin altında değildir. Oysa Türkiye’de durum oldukça farklıdır. Günümüzde bir çok ürünün üretim değeri 1975 yılı üretim değerinin altında iken, özellikle tavuğa dayalı ürünlerde 5-6 kata yakın artışlar sağlanmıştır. 350 Çizelge 7. AB 27 ve Türkiye hayvansal ürünler üretimi ve değişimi (1975 üretimi=100) 1975 1000 t 1980 1985 1990 1995 2000 2005 2009 2009 1000 t AB 27 Sığır eti 9.306,2 105 109 110 98 90 87 85 7.872,8 Manda eti 6,5 64 43 34 30 27 100 42 2,7 Tavuk eti 4.526,5 124 129 140 163 181 188 213 9.631,4 Toplam süt 141.754,7 112 115 110 109 110 109 107 152.260,1 Yumurta 6.145,2 108 111 106 107 108 108 110 6.734,9 Keçi eti 73,5 113 127 134 135 128 134 117 86,1 Keçi sütü 1.357,9 108 116 127 126 140 142 135 1.829,6 Bal 96,8 117 132 160 182 173 204 210 203,0 Koyun ve kuzu eti 940,6 114 125 142 132 128 112 93 877,7 Domuz eti 14.741,2 118 123 133 140 148 148 148 21.875,7 Koyun sütü 2.204,4 105 116 123 119 122 125 134 2.951,1 Hindi eti 430,8 160 190 285 397 453 424 382 1.644,1 Yapağı 226,2 112 122 129 99 87 80 80 181,5 132,9 98 239 271 220 267 242 245 325,3 TÜRKİYE Sığır eti* Manda eti 16,6 64 89 69 37 24 9 6 1,0 Tavuk eti 173,8 138 157 231 282 370 539 744 1.293,3 Toplam süt 8.235,7 117 117 117 129 119 135 152 12.542,2 Yumurta 129,8 159 225 296 424 624 580 666 864,6 Keçi eti 68,2 77 103 97 84 78 63 54 37,0 Keçi sütü 485,7 99 75 69 57 45 52 40 192,2 Bal 21,3 118 169 241 323 287 387 386 82,0 Koyun ve kuzu eti 328,9 73 94 92 96 98 83 80 262,0 Koyun sütü 993,0 116 108 115 94 78 80 74 734,2 Hindi eti 5,4 120 146 167 198 219 226 226 12,2 Yapağı 53,3 115 128 114 95 81 87 76 40,3 *DİE kaynaklarında yer alan değerdir ve gerçek üretimin yaklaşık yarısı kadardır. Kişi Başına Hayvansal Ürünler Üretimi İnsanların yeterli düzeyde beslenmeleri için günde belirli bir miktarda protein almaları ve bunun da belirli bir oranının hayvansal kökenli besinlerden sağlanması istenir. Günlük ihtiyaçlar yaş, cinsiyet vb özelliklere bağlı olarak değişmektedir. Fakat uygun bir beslenme düzeyi için kişi başına günlük ortalama hayvansal protein tüketiminin en az 35g civarında olması istenir. Türkiye AB (15) ve AB (25)’te kişi başına günlük protein üretimi ve bunda hayvansal ürünlerden sağlanan proteinin payı çizelge 8’de verilmiştir. AB ülkelerinde kişi başına günlük hayvansal protein tüketimi 63,2 gramdır. Türkiye’de kişi başına hayvansal protein üretiminin AB 351 ülkelerinin üçte biri kadar olması dikkat çekmektedir. Hatta, 39,6 gram günlük hayvansal protein tüketimi ile AB içerisinde en düşük değere sahip olan Slovakya’nın üretim değerinin bile Türkiye ortalamasının iki katına yakın olması üzerinde dikkatle durulması gereken bir husustur. Çizelge 8. AB ülkeleri ve Türkiye’de kişi başına günlük toplam ve hayvansal protein üretimi* Hayvansal To p l a m ürünlerden p r o t e i n sağlanan Ülkeler tüketimi g/kişi/gün g / k i ş i / % gün AB 25 106,4 63,2 59,4 AB 15 108,3 65,5 60,5 Türkiye 95,4 21,3 22,3 2002 yılı değerleridir. Hayvansal ürünlerden sağlananda domuzun payı. % 19,1 18,3 0,0 AB ülkeleri hayvansal protein üretiminde domuzun payı, ülkelere göre %12 ile %31 arasında değişmektedir. Türkiye’de domuz eti tüketimi olmadığından, bu kaynağın payı düşülerek bir değerlendirme yapılabilir. Böyle bir değerlendirme AB’nin domuz dışındaki kaynaklardan sağladığı hayvansal proteinin, yine de Türkiye üretiminin 2,5 katı kadar olduğunu göstermektedir. Bütün bu değerler kişi başına hayvansal protein tüketimi bakımından Türkiye ile AB arasında ciddi bir uçurum olduğunu ve Türkiye’nin yetersiz beslendiğini açıkça ortaya koymaktadır. Türkiye bir an önce hayvansal üretimi sadece üretici geliri ve uluslararası ticaret açısından değerlendirme alışkanlığından vazgeçerek, üretimin temel gayesinin beslenme olduğunu anlamalı ve sektörü bu amaca hizmet edecek şekilde düzenlemeye çaba harcamalıdır. AB’inde Sığırcılık Sığırcılık AB tarımsal üretim değerinin yaklaşık %22’sini, hayvansal üretim değerinin de %50’den fazlasını sağlamaktadır. Toplam değeri 30 milyar Euro olan bu üretime katkıda bulunan sığır sayısı 89.5 milyon baş olup, yaklaşık 2.7 milyon işletmede sığır barındırılmaktadır. Süt sığırcılığı yapan işletmelerin sayısı yaklaşık 1.8 milyon, bunlarda barındırılan inek varlığı da 24 milyon civarındadır. İşletme sayısı 1000 ve daha yukarı olan ülkelerde işletme başına inek sayısı 3,6 (Polonya) ile 75 ( Danimarka) arasında değişmektedir. 352 Çizelge. 9. AB ülkeleri sütçü işletmeler toplamında “inek sayısı gruplarının” payı, % İnek sayısı grupları 1-2 3-9 10-19 Belçika 3,3 7,4 15,5 Çekoslovakya 59,6 15,8 7,2 Danimarka 2,3 4,2 4,8 Almanya 3,2 13,6 22,8 Estonya 74,8 15,7 4,1 Yunanistan 39,6 22,3 17,9 İspanya 24,5 26,7 18,7 Fransa* 3,7 6,0 13,0 İrlanda* 0,0 6,5 14,7 İtalya* 16,7 31,4 18,9 GKRC 3,6 1,2 1,2 Letonya 78,7 17,7 2,3 Litvanya 78,0 20,4 1,1 Luksemburg 1,2 2,1 4,9 Macaristan 59,3 31,1 4,5 Malta 7,8 6,5 9,2 Hollanda 4,6 7,0 6,5 Avusturya* 24,4 41,4 26,4 Polonya 66,5 26,0 5,9 Portekiz 37,9 21,6 14,5 Slovenya 39,9 39,4 14,9 Finlandiya 4,2 18,4 44,0 İsveç : : 17,1 İngiltere* 5,9 5,0 5,5 Slovekya verilerinde bazı hatalar olduğu yılı değerleri Ülkeler 20-29 30-49 50-99 >100 19,8 30,8 21,4 1,7 2,1 1,8 3,0 10,5 5,7 17,9 37,2 28,0 19,6 21,3 15,7 3,8 1,4 1,2 0,8 2,0 6,1 7,4 5,1 1,6 11,8 10,9 5,7 1,9 19,8 37,9 18,5 1,1 17,9 33,7 21,7 0,0 10,4 10,3 8,1 4,2 2,8 7,2 40,4 43,6 0,6 0,3 0,2 0,2 0,2 0,1 0,1 0,1 20,1 50,1 20,1 1,6 1,3 0,9 0,8 2,2 12,4 23,5 28,8 11,8 8,0 21,2 43,6 9,1 5,8 1,7 0,0 0,0 1,1 0,4 0,1 0,1 9,9 8,7 6,0 1,5 3,8 1,5 0,5 0,1 21,7 9,7 1,9 0,1 21,5 31,5 20,1 5,2 6,5 16,9 33,4 26,8 için burada yer almamıştır. * 2001 İşletme başına inek sayısı tek başına yeterince açıklayıcı olmayabilir. Örneğin Çekoslovakyada ortalama sürü büyüklüğünün 41.8 olması, toplam içerisinde 10 ve daha az ineğe sahip işletmelerin payının %75 olduğunu hakkında bilgi sağlamaz. Bu amaçla hazırlanan Çizelge 9 bir hayli ilginç bilgiler içermektedir. Örneğin 100 ve daha fazla ineğe sahip işletmelerin oranı pek çok ülkede oldukça azdır. Hollanda da bulunan 28000 işletmeden yaklaşık 2600’ünün inek sayısı 100 başın üzerindedir. AB tarafından, önemli tarımsal ürünler için geleceğe yönelik beklentileri ortaya koyan çalışmalar yapılmaktadır. Temmuz 2004’te gerçekleştirilen ve 2011 yılına kadar olan dönemi içeren bir çalışmada elde edilen değerlerin bir bölümü çizelge 10’da sunulmuştur. Çizelgede en dikkat çekici husus AB25 süt üretiminde 353 oldukça sınırlı bir artış öngörülmesi ve bunun AB15 ülkelerince gerçekleştirileceğinin beklenmesidir. Çizelgede dikkat çeken bir başka husus da inek sayısında 2 milyon başa yakın azalma öngörülmesidir. Aynı dönemde sığır eti üretimi için de, 2003 yılına güre 100 bin ton civarında bir azalma beklenmektedir. Çizelge 10. AB sığır sütü üretimi ve sütçü sürülere ilişkin beklentiler Yıllar 2002 2003 2004 2005 2006 2007 2008 2009 2010 2011 Sığır sütü , milyon t 143,3 143,4 143,3 143,6 144,1 144,5 144,8 144,7 144,6 144,6 AB 15 121,3 121,6 121,5 121,8 122,2 122,6 122,9 122,9 122,9 122,9 ABSK10 22,0 21,8 21,8 21,8 21,9 21,9 21,9 21,8 21,8 21,8 5797 5934 6077 6193 6294 6409 6509 6586 6666 6747 6129 6275 6404 6522 6656 6787 6880 6945 7013 7081 Süt verimi, kg/inek AB 15 ABSK10 4461 4553 4768 4844 4826 4887 4992 5101 5212 5329 24,5 23,8 23,3 23,1 22,7 22,4 22,1 21,8 21,6 21,3 AB 15 19,6 19,2 18,8 18,6 18,2 18,0 17,8 17,6 17,4 17,3 ABSK10 4,9 4,7 4,5 4,5 4,5 4,4 4,3 4,2 4,1 4,0 İnek sayısı, milyon AB’inde Koyun ve Keçi Yetiştiriciliği AB’nin sahip olduğu 102 milyon başa yakın koyunun önemli bir bölümü; İngiltere, İspanya, Fransa, Yunanistan ve İtalya’da yetiştirilmektedir. Keçi varlığının hemen tamamı Akdeniz ülkelerinde (Yunanistan, İspanya, Fransa, İtalya ve Portekiz) barındırmaktadır. AB koyun ve keçi eti üretiminde net ithalatçı konumdadır. AB’nin bu durumunun devam etmesi öngörülmekte ve yıllık 300 bin ton koyun-keçi eti ithalatı beklenmektedir. Bu beklenti AB ülkelerinde kişi başına koyun-keçi eti tüketiminin ortalama 2.8 kg olacağı tahminine dayandırılmaktadır (Çizelge 11). AB’inde Kanatlı Yetiştiriciliği AB25 tarımsal üretim değerinde kanatlı eti ve yumurtanın toplam tarımsal üretimdeki payları sırasıyla %2.2 ve %4.1’dir. AB25’te kişi başına kanatlı eti ve yumurta tüketimi ise yine sırasıyla 23.1 ve 13.3 kg dır. Geleceğe yönelik değerlendirmelerde kişi başına tüketimin yine aynı sırayla 24.5 ve 13.47 kg’a yükseleceği öngörülmektedir. 354 Çizelge 11. AB (25) için Koyun, keçi ve kanatlı eti ile yumurta pazar tahmini Koyun- keçi eti 2002 2003 2004 2005 2006 2007 2008 2009 2010 2011 Net Üretim (1000 t) 1056 1054 1047 1039 1044 1046 1046 1044 1039 1031 İthalat (1000 t) İhracat (1000 t) 253 3 256 4 266 4 284 4 287 4 289 4 292 4 295 4 296 4 300 4 Kişi başına tük. kg 2,9 2,9 2,9 2,9 2,9 2,9 2,9 2,9 2,9 2,8 Net Üretim (1000 t) 11109 10880 11077 11266 11346 11474 11563 11649 11713 11816 İthalat (1000 t) 547 632 486 541 541 549 559 568 573 581 İhracat (1000 t) 1134 970 915 1040 1000 1000 1000 1000 1000 1000 Kişi başına tük. kg 23,1 23,1 23,3 23,5 23,7 23,9 24,0 24,2 24,3 24,5 Üretim (1000 t) 6,27 6,19 6,34 6,35 6,34 6,34 6,36 6,37 6,39 6,40 İthalat (1000 t) 0,02 0,03 0,03 0,03 0,03 0,03 0,03 0,03 0,03 0,03 İhracat(1000 t) 0,17 0,14 0,24 0,28 0,23 0,20 0,19 0,18 0,17 0,15 Kişi başına tük. kg 13,45 13,33 13,40 13,29 13,34 13,38 13,41 13,42 13,45 13,47 Kanatlı eti Yumurta Sonuç Türkiye’nin hayvansal üretiminin yetersiz olduğu ve bu eksikliğin ülke potansiyeli kullanılarak giderilebileceği bilinmektedir. Türkiye, hem ülke insanlarının daha iyi beslenmesi hem de ülkeye zenginlik ve refah taşımak için hayvansal üretimini artırmak durumundadır. AB ile ilgili çalışmalar azından neler yapılabileceği konusunda fikir verebilecek niteliktedir. AB tarafından önerilenleri emir telakki etmeyen ve tek gerçek olarak düşünmeyen bir anlayış geliştirilmelidir. Hayvansal üretimde öngörülen değişikliklerin sağlanması şüphesiz, tarımda çalışan nüfusun azalması sonucunu doğuracaktır. Ama kırsalda yaşayanların payında önemli bir değişme olmayacaktır. Bu nedenle bir yandan, özelde hayvansal üretimden genelde de tarımdan ayrılan nüfusu istihdam edecek alanlar hazırlanırken, diğer yandan da kırsal gelişme ihmal edilmemelidir. Aksinde pek çok insanın işsiz kalması, sosyal çalkantılar da dahil, bir çok büyük soruna yol açacaktır. Bu tip sorunlarla karşılaşmamak için tarım politikaları ile kırsal kalkınma politikalarını iç içe ve doğru biçimde yürütecek oluşumlar sağlanmalıdır. Bu oluşumlar sağlanırken, Türkiye herhangi bir konuda idari birim oluşturmanın tek başına sorunu çözmediği, ama çözmüş gibi gösterildiği de unutulmamalıdır. Türkiye’de hayvansal üretimin geleceği tartışılırken hem hayvansal ürünler hem de damızlık materyal ihracatı öngörülmelidir. Bu yaklaşım pek çok işin daha doğru ve disiplinli yapılmasına imkan sağlayacaktır. Fakat Türkiye için acil olan, insanlarının yeter düzeyde hayvansal protein tüketmesine imkan sağlayacak üretimi gerçekleştirmesidir. 355 GÜNEYDOĞU ANADOLU BÖLGESİNDE KULLANILAN YEM HAM MADDELERİNİN VE KARMA YEMLERİN BESİN MADDELERİ YÖNÜNDEN DEĞERLENDİRİLMESİ Murat Sedat BARAN* Ramazan DEMİREL** Dilek ŞENTÜRK DEMİREL** Tarkan ŞAHİN*** Derya YEŞİLBAĞ**** Summary It is very important to know feeding values and their metabolizable energy content of feed stuffs for balancing animal diets. Feeding values and energy content of animal feeds change according to maturity stage, soil conditions, fertilizing, climate and processing methods etc. There are not adequate tables showing basic feeding values of feed stuffs which are grown in different regions of Turkey. Therefore, in this paper, 8 different feed stuffs, totally 196 feed stuffs and 56 dairy and beef cattle mixed feeds were analysed to determine their feeding values and energy contents. Also, the possibility of using these feed stuffs in ruminant nutrition was discussed. There were no statistically significant differences between dairy and beef cattle diets for dry matter, crude fat, crude fiber, crude ash and metabolizable energy contents (P > 0.05); except crude protein and nitrogen free extract matter (P < 0.01). Crude protein values in dairy cattle mixed feeds and cotton seed values were found lower than standard values. This finding is highly important for the region’s animal feeding. Keywords: Feed stuff, mixed feed, nutrient, quality *Dicle Üniversitesi Veteriner Fakültesi Hayvan Besleme ve Beslenme Hastalıkları Anabilim Dalı, Diyarbakır. ** Dicle Üniversitesi, Ziraat Fakültesi, Zootekni Anabilim Dalı, Diyarbakır. ***Kafkas Üniversitesi Veteriner Fakültesi Hayvan Besleme ve Beslenme Hastalıkları Anabilim Dalı, Kars. ****Uludağ Üniversitesi Veteriner Fakültesi Hayvan Besleme ve Beslenme Hastalıkları Anabilim Dalı, Bursa. 356 Özet Yeterli ve dengeli bir rasyon hazırlayabilmek için, karma yeme girecek yem hammaddelerinin besin maddeleri ve enerji kapsamlarının bilinmesi çok önemlidir. Yemlerdeki besin maddeleri ve enerji miktarları; hammaddenin olgunluk derecesi, yetiştiği toprak, gübreleme, iklim ve işlenme metotları gibi bir takım faktörlere bağlı olarak değişebilmektedir. Ülkemiz›de değişik bölgelerde yetiştirilen ve üretilen yem ham maddelerinin temel besin maddeleri ve enerji içeriklerini gösteren çok az sayıda tablo bulunmaktadır. Bundan dolayı, bu araştırmada ruminant ve kanatlı beslenmesinde yaygın olarak kullanılan 8 farklı yem ham maddesine ait toplam 196 adet yem ham maddesi ile et ve süt sığırlarının beslenmesinde kullanılan 56 adet karma yemin temel besin maddeleri ve enerji içerikleri saptanmış ve bunların ruminant beslenmesinde kullanılma olanakları tartışılmıştır. Sığır süt yemi ile sığır besi yemlerinde; kuru madde, ham yağ, ham selüloz, ham kül ve metabolize olabilir enerji değerleri bakımından yemler arasında istatistiki olarak önemli bir fark bulunmazken (p > 0.05), ham protein ve azotsuz ekstrakt madde yönünden yemler arasındaki fark önemli bulunmuştur ( p <0.01). Sığır süt yemlerinde ve pamuk tohumu küspesinde ham protein değerleri standart değerlerin altında tespit edilmiştir. Bu durum bölge hayvancılığı açısından oldukça önemlidir. Anahtar kelimeler: Hammadde, karma yem, besin maddesi, kalite Giriş Tane yemlerin büyük çoğunluğu buğdaygil ve baklagil familyalarına bağlı bitkilerden oluşur. Buğdaygil taneleri enerji (nişasta), baklagil taneleri ise protein bakımından zengindirler. Tane yemler ham selüloz bakımından yoksul olduklarından, sindirilme dereceleri oldukça yüksek düzeydedir. Bu yemler yüksek düzeyde sindirilebilir besin maddeleri içerdiklerinden, yoğun veya konsantre yem olarak ta adlandırılırlar (2). Yemlerin selüloz içeriği ile enerji düzeyi arasında negatif bir ilişki vardır (11). Tanelerdeki besin maddesi miktarları, tanelerin olgunluk derecesi, büyüklüğü, ekolojik şartlar ve gübreleme gibi faktörlere bağlı olarak değişir. Nitekim, olgun taneler olgun olmayanlardan, büyük taneler de küçüklerden daha fazla nişasta içerirler. Buna karşılık azotlu gübre kullanılanlarda azotlu bileşikler, küçük tanelerde ise ham protein daha yüksektir. Çok geniş bir bitki topluluğunu içine alan buğdaygillerden hayvan besleme açısından kültürü yapılan ve daha çok ara ürün olarak ekilen mısır, sorgum, arpa ve yulaf türleri pratik önem taşırlar (21). Hayvancılık sektörünün temel ham madde kaynaklarının başında bitkisel ürünler gelmektedir. Çiftlik hayvanları için hazırlanan yemlerin %90’lık bir kısmı 357 yine bu ürünlerden oluşmaktadır (2, 16, 25). Karma yem üretiminin üretici ve tüketici açısından güvence içerisinde yürütülmesini sağlamak amacıyla yem yasası ve bu yasa esas alınarak da yem yönetmeliği çıkarılmıştır (19). Son yıllarda karma yem sanayinin ham madde kaynağını oluşturan bazı yem ham maddelerinin üretimleri, hem yetersiz ve hem de beklenen kalitede değildir. Üretimdeki aksamalar ve kalite sorunları bazı temel yem ham maddelerinin dışalımını zorunlu hale getirerek önemli döviz kaybına neden olmaktadır. Kalite sorunu olan yem ham madde kaynaklarının karma yemlerde kullanılması, ciddi beslenme bozukluklarına yol açabilmektedir (10). Hayvanlarda yetersiz ve dengesiz beslenmeye bağlı sağlık sorunlarının önlenmesi, daha fazla ve daha nitelikli hayvansal ürünler elde edilmesi için hayvan beslemede yeterli düzeyde karma yemlerin kullanımı büyük önem taşımaktadır (5, 15, 25). Ülkemizde büyük ve küçükbaş ruminantların beslenmesinde kullanılan karma yemlerin %4.2’si Güneydoğu Anadolu Bölgesinde üretilmektedir (1). Kanatlı yemleri ile birlikte bölgede üretilen toplam karma yem miktarı Ülkemizdeki toplam üretimin %2.4’ü kadardır (6). Avrupa Birliği ülkelerinde faaliyet gösteren yem fabrikalarının önemli bir kısmı ISO 9000 kalite standardını almış durumdadır. Bu standarda sahip yem fabrikaları gerek enerji gerekse ham besin maddeleri bakımından eksiksiz yem üretmektedirler. Ülkemizde de bu belgeyi almaya yönelik çalışmaların desteklenmesinde yarar vardır (15). Güneydoğu Anadolu Bölgesinde karma yem fabrikalarının ürettiği yemlerin denetiminin etkin ve iyi bir şekilde yapıldığını söylemek mümkün değildir. Üretici tarafından beyan edilen ham besin maddeleri ve enerji düzeyi tutturulamadığında üretici firmaya uygulanan yaptırımlar son derece yetersizdir. Hayvansal üretimin artması iki koşulla yakından ilişkilidir. Bunlardan birincisi hayvanların genetik yönden yüksek verim gücüne sahip olmaları, ikincisi ve daha önemlisi ise verimlerine uygun bir şekilde hazırlanmış dengeli bir rasyon ile beslenmeleridir. Bilinçli olarak yapılacak bir beslemeyle yüksek verimlilik ve ekonomik bir şekilde hayvansal ürün elde edilebilmektedir. Rasyon formulasyonu iyi yapılmaz ise karmaya giren yem ham maddelerinde bulunan besin maddelerinden yeterince yararlanılamaz. Çünkü dengesiz bir besin maddeleri kompozisyonu bunlardan bazılarının değerlendirilmeden dışarı atılmasına neden olmaktadır (4). Yem hammaddelerinin kimyasal yapıları; üzerinde yetiştikleri toprağa, mevsime, iklime, işleniş ve depolanış şekillerine, gübreleme gibi faktörlere bağlı olarak değişiklikler göstermektedir (22). Bu nedenle, herhangi bir yem hammaddesi hakkında bildirilen besin maddesi içerikleri ile ilgili rakamlar o tür ham maddenin hepsini temsil etmeyebilir. Karma yem üretiminde kullanılan yem ham maddelerinin besin maddeleri içerikleri gruplandırılarak değişik kaynaklarda tablolar halinde gösterilmiştir (4, 12, 20, 24). Ancak, Türkiye’de yetiştirilen ve hayvan beslemede 358 kullanılan yem hammaddelerinin temel besin maddeleri ve enerji içerikleri, değişik laboratuvarlar tarafından yapılan yem analizleri ile belirlenmiş olmakla birlikte, bu sonuçları bildiren düzenli tabloların sayısı çok azdır. Bu nedenle, Türkiye’de üretilen yem hammaddeleri ile rasyon düzenlenmesinde, yabancı kaynaklardan alınan değerlerin kullanılması büyük hatalara neden olabilmektedir (4). Ülkemiz’ de yem ham maddelerinin bölgelere göre besin maddeleri ve enerji içeriklerini belirleyen standartlar bulunmamaktadır. Bu durum, karma yem üretimi için farklı bölgelerden sağlanan yem hammaddelerinin temel besin maddeleri ve enerji içerikleri hakkında sağlıklı bilgi edinilmesini engellemektedir. Ayrıca Güneydoğu Anadolu Bölgesinde kullanılan yem ham maddelerinin ve karma yemlerin besin maddelerini gösteren tablolar yoktur. Bu nedenle, bu araştırma Güneydoğu Anadolu Bölgesinde ruminant ve kanatlıların beslenmesinde yaygın olarak kullanılan 8 farklı yem ham maddesi ile bu hammaddelerden hazırlanan et ve süt sığırlarının beslenmesinde kullanılan karma yemlerin temel besin maddeleri ve enerji içeriklerini saptamak ve bunların ruminant beslenmesinde kullanılma olanaklarını tartışmak amacıyla yapılmıştır. Materyal ve Metot Bu araştırmada ruminant ve kanatlı beslenmesinde yaygın olarak kullanılan 8 farklı yem hammaddesine ait toplam 196 adet yem ham maddesi ile et ve süt sığırlarının beslenmesinde kullanılan 56 adet karma yem materyal olarak kullanılmıştır. Örnek almada klasik kaynaklardan yararlanılmıştır (17). Örnekler laboratuvara ulaşır ulaşmaz ham su düzeyleri tespit edilmiş (17, 21) ve analizleri yapılıncaya kadar derin dondurucuda (-20 oC) saklanmıştır. Gerek karma yemler ve gerekse yem hammaddelerinin kimyasal analizleri AOAC’de (7) bildirilen yöntemlere göre, ham selüloz miktarı ise Crampton ve Maynard (9)’a göre yapılmıştır. Tüm örneklerin ruminantlar için metabolize olabilir enerji (M. E.) değerleri, yapılan kimyasal analiz sonuçlarına dayanarak, TSE (23), tarafından önerilen aşağıdaki formüle göre kg organik maddede kcal (kcal/kg OM) olarak hesaplanmıştır. ME, (kcal/kg OM) = 3260 + 0.455 A - (4.037 B + 3.517 C) A = ham protein, g/kg OM, B = ham selüloz, g/kg OM, C = ham yağ, g/kg OM olarak ifade edilmiştir. 359 Tablolardaki tüm veriler aritmetik ortalama (x) ve Ss (standart sapma) şeklinde verilmiştir. Araştırmada elde edilen değerlere ait sığır süt ve besi yemleri arasındaki farklılıkların önemlilik derecesi t- testine göre yapılmıştır. Bütün istatistik analizlerde Minitab 13 for windows (18) paket programı kullanılmıştır. Bulgular Güneydoğu Anadolu Bölgesinde kullanılan yem hammaddelerinden buğday, buğday kepeği, arpa, sorgum, mısır, mercimek, nohut, pamuk tohumu küspesinin (PTK) ve karma yemlerden; sığır süt ve besi yeminin temel besin maddeleri içerikleri Tablo 1’de verilmiştir. Yem hammaddelerinin ve karma yemlerin kuru madde, ham protein, ham yağ, ham selüloz, ham kül, azotsuz ekstrakt madde ve metabolize olabilir enerji değerlerinin dağılım oranları sırası ile Tablo 2, 3, 4, 5, 6, 7 ve 8’de gösterilmiştir. Tablo 1. Yem hammaddelerinin ve karma yemlerin besin madde içerikleri, % (Doğal halde). Yem % Maddesi Kuru Madde Ham Protein Ham Yağ Ham Selüloz Azotsuz Eks. Mad. M.E. Ham Kül Kkal/kg OM n x Sx x Sx x Sx x Sx x Sx x Sx x Sx 32 92.14 0.58 14.44 1.10 2.13 0.24 4.62 0.50 67.45 1.50 3.5 0.66 3039 24.10 28 91.41 0.77 15.08 0.99 3.65 0.43 10.14 0.78 58.44 1.38 4.10 0.56 2723 38.60 Arpa 28 92.54 0.63 11.16 0.52 2.37 0.24 7.24 0.81 68.15 1.39 3.62 0.21 2894 43.00 Sorgum 22 91.94 0.63 9.66 0.62 3.43 0.45 3.76 0.49 72.79 1.11 2.29 0.19 3003 32.30 Mısır 23 91.45 0.61 8.71 0.63 3.36 0.49 3.49 0.51 74.11 0.83 1.78 0.41 3016 22.80 23 92.35 0.36 25.71 0.64 1.65 0.21 4.54 0.37 56.78 0.88 3.67 0.25 3120 20.40 20 92.86 0.42 24.68 1.17 5.09 0.34 6.45 0.38 54.15 1.33 2.49 0.24 2907 46.80 20 93.04 0.56 27.19 2.24 5.69 0.98 21.70 3.87 33.01 3.13 5.45 0.95 2176 145.90 30 90.71 2.21 15.13 2.31 * 2.72 0.53 11.50 2.62 53.52 3.90 * 7.85 1.49 2667 124.40 26 91.08 2.27 12.60 2.99 * 2.66 0.78 11.20 2.50 56.75 3.80 * 7.87 2.21 2673 124.60 Buğday Buğday kepeği Mercimek Nohut Pamuk T. K. Karma Yemler Sığır süt yemi Sığır besi yemi * P<0.01. 360 Tablo 2. Yem hammaddelerinin ve karma yemlerin kuru madde dağılım oranları, % Yem Maddesi Kuru Madde, % n 89-90 90-91 91-92 92-93 93-94 94-95 Buğday 32 - - 46.88 43.75 9.38 - Buğday kepeği 28 - 39.29 39.29 21.43 - - Arpa 28 - 3.57 3.57 64.29 25.00 3.57 Sorgum 22 - - 54.55 36.36 9.09 - Mısır 23 4.35 8.70 69.57 17.39 - - Mercimek 23 - - - 86.96 13.04 - Nohut 20 - - - 60.00 40.00 - Pamuk T. K. 20 - - - 50.00 40.00 10.00 84-85 85-86 86-87 87-88 88-89 89-90 90-91 91-92 92-93 93-94 94-95 Karma Yemler Sığır süt yemi 30 - - 6.67 3.33 16.67 13.33 - 30.00 16.67 10.00 3.33 Sığır besi yemi 26 3.85 - - 3.85 11.54 11.54 7.69 11.54 26.92 19.23 3.85 361 Tablo 3. Yem hammaddelerinin ve karma yemlerin ham protein dağılım oranları, % Yem Maddesi Ham Protein, % n 7-8 8-9 9-10 10-11 11-12 12-13 13-14 14-15 15-16 16-17 17-18 Buğday 32 - - - - 6.25 3.13 21.88 31.25 37.50 - - B. kepeği 28 - - - - - - 17.86 32.14 39.29 3.57 7.14 Arpa 28 - - - 32.14 60.71 7.14 - - - - - Sorgum 22 - 13.64 59.09 27.27 - - - - - - - Mısır 23 8.70 65.22 26.09 - - - - - - - - 22-23 23-24 24-25 25-26 26-27 27-28 28-29 29-30 30-31 31-32 32-33 33-34 - - - - - - - - - - - - Mercimek 23 - - 21.74 30.43 47.83 Nohut 20 10.00 20.00 10.00 50.00 10.00 Pamuk T.K. 20 5.00 - 10.00 5.00 20.00 15.00 35.00 5.00 - - - 5.00 7-8 8-9 9-10 10-11 11-12 12-13 13-14 14-15 15-16 16-17 17-18 18-19 19-20 Karma Yemler Sığır süt yemi 30 - - - 6.67 3.33 6.67 10.00 23.33 10.00 16.67 13.33 6.67 3.33 Sığır besi 26 3.85 7.69 7.69 11.54 19.23 7.69 15.38 3.85 7.69 3.85 7.69 3.85 - yemi Tablo 4. Yem hammaddelerinin ve karma yemlerin ham yağ dağılım oranları, % Yem Maddesi Ham Yağ, % n 1-2 2-3 3-4 4-5 5-6 6-7 7-8 Buğday 32 25.00 75.00 - - - - - Buğday kepeği 28 - 3.57 85.71 10.71 - - - Arpa 28 3.57 92.86 3.57 - - - - Sorgum 22 - 13.64 72.73 13.64 - - - Mısır 23 - 26.09 65.22 8.70 - - - Mercimek 23 95.65 4.35 - - - - - Nohut 20 - - - 50.00 50.00 - - Pamuk T. K. 20 - - 10.00 10.00 40.00 35.00 5.00 Sığır süt yemi 30 6.67 63.33 30.00 - - - - Sığır besi yemi 26 23.08 42.31 23.08 11.54 - - - Karma Yemler 362 Tablo 5. Yem hammaddelerinin ve karma yemlerin ham selüloz dağılım oranları, % Yem Maddesi Ham Selüloz, % n 2-3 3-4 4-5 5-6 6-7 7-8 8-9 9-10 10-11 11-12 12-13 Buğday 32 - 9.38 68.75 21.88 - - - - - - - B. kepeği 28 - - - - - - 3.57 50.00 32.14 10.71 3.57 Arpa 28 - - - 3.57 42.86 32.14 21.43 Sorgum 22 - 68.18 31.82 - - - - Mısır 23 13.04 65.22 21.74 - - - - Mercimek 23 - - 78.26 21.74 Nohut 20 - - - 10.00 75.00 15.00 14-15 15-16 16-17 17-18 18-19 19-20 22-23 23-24 24-25 10.00 5.00 - - 5.00 5.00 10.00 15.00 5.00 7-8 8-9 9-10 10-11 11-12 12-13 15-16 16-17 30 3.33 20.00 6.67 23.33 6.67 26 7.69 19.23 7.69 11.54 15.38 Pamuk T.K. 20 20- 21- 21 22 10.00 15.00 13- 14- 14 15 6.67 10.00 6.67 13.33 3.33 11.54 3.85 15.38 7.69 - 25- 26- 27- 26 27 28 5.00 5.00 10.00 Karma Yemler Sığır süt yemi Sığır besi yemi Tablo 6. Yem hammaddelerinin ve karma yemlerin ham kül dağılım oranları, % Yem Maddesi Ham Kül, % n 1-2 2-3 3-4 4-5 5-6 6-7 7-8 Buğday 32 6.25 15.63 62.50 15.63 - - - Buğday kepeği 28 - 3.57 39.29 53.57 3.57 - - Arpa 28 - - 96.43 3.57 - - - Sorgum 22 13.64 86.36 - - - - - Mısır 23 65.22 34.78 - - - - - Mercimek 23 - - 86.96 13.04 - - - Nohut 20 - 95.00 5.00 - - - - Pamuk T. K. 20 - - - 35.00 40.00 15.00 10.00 4-5 5-6 6-7 7-8 8-9 9-10 10-11 11-12 Karma Yemler Sığır süt yemi 30 - 3.33 26.67 26.67 16.67 20.00 3.33 3.33 Sığır besi yemi 26 15.38 3.85 15.38 19.23 15.38 11.54 7.69 11.54 363 Tablo 7. Yem hammaddelerinin ve karma yemlerin azotsuz ekstrakt madde dağılım oranları, % Yem Maddesi Azotsuz Ekstrakt Madde , % n 64-65 65-66 66-67 67-68 68-69 69-70 70-71 71-72 72-73 Buğday 32 - 9.38 43.75 15.63 18.75 6.25 3.13 - 3.13 Arpa 28 3.57 3.57 17.86 7.14 42.86 17.86 7.14 55-56 56-57 57-58 58-59 59-60 60-61 61-62 Buğday kepeği 28 - 14.29 25.00 35.71 10.71 10.71 3.57 Mercimek 23 17.39 47.83 26.09 8.70 71-72 72-73 73-74 74-75 75-76 Sorgum 22 27.27 27.27 31.82 9.09 4.55 Mısır 23 - 8.70 39.13 34.78 17.39 26-28 28-30 30-32 32-34 34-36 36-38 38-40 5.00 15.00 15.00 35.00 10.00 15.00 5.00 52-53 53-54 54-55 55-56 56-57 57-58 20.00 40.00 10.00 20.00 5.00 5.00 46-48 48-50 50-52 52-54 54-56 56-58 58-60 60-62 62-64 10.00 10.00 20.00 10.00 26.67 13.33 6.67 - 3.33 47-49 49-51 51-53 53-55 55-57 57-59 59-61 61-63 63-65 3.85 - 11.54 23.08 11.54 15.38 15.38 19.23 - Pamuk T. K. Nohut 20 20 Karma Yemler Sığır süt yemi 30 Sığır besi yemi 26 Tablo 8. Yem hammaddelerinin ve karma yemlerin metabolize olabilir enerji dağılım oranları, % Yem Maddesi Buğday Buğday kepeği Arpa Metabolize Olabilir Enerji, Mkal/kg OM n 2.95-3.00 3.00-3.05 3.05-3.10 32 6.25 53.13 40.62 2.60-2.65 2.65-2.70 2.70-2.75 2.75-2.80 10.71 10.72 53.57 25 2.80-2.85 2.85-2.90 2.90-2.95 2.95-3.00 17.86 28.57 46.43 7.14 2.90-2.95 2.95-3.00 3.00-3.05 28 28 Sorgum 22 4.55 27.27 68.18 Mısır 23 4.35 13.04 82.61 3.05-3.10 3.10-3.15 17.40 82.60 Mercimek 23 2.80-2.85 2.85-2.90 2.90-2.95 2.95-3.00 3.00-3.05 3.05-3.10 30 55 - - 5 Nohut 20 10 1.90-2.00 2.00-2.10 2.10-2.20 2.20-2.30 2.30-2.40 2.40-2.50 Pamuk T. K. 20 10 25 30 20 5 10 Karma Yemler 2.40-2.50 2.50-2.60 2.60-2.70 2.70-2.80 2.80-2.90 Sığır süt yemi 30 13.34 23.33 20 30 13.33 Sığır besi yemi 26 3.85 34.62 15.38 26.92 19.23 364 Tartışma ve Sonuç Bu çalışmadan elde edilen bulgular değerlendirildiğinde, ülkemizde üretilen yem ham maddelerinde kalite öğelerinin pek çok değişken faktörün etkisiyle, bölgelere göre sürekli farklılık gösterdiği saptanmıştır. Güneydoğu Anadolu Bölgesinde kullanılan yem hammaddelerinden tane yemlerin ve değirmencilik yan ürünlerinin bu açıdan en az etkilenen ham madde grubu olduğu, ancak özellikle sığır süt yemlerinde ve pamuk tohumu küspesinde besin maddelerinden ham protein eksikliğinin beyan edilenin altında olması ülke ve bölge hayvancılığı açısından oldukça önemlidir. İncelenen karma yem grubu içerisinde sığır süt ve besi yemleri arasında ham protein ve azotsuz ekstrakt madde düzeyleri bakımından istatistiki olarak önemli farklılıklar belirlenirken (P<0.01), kuru madde, ham yağ, ham selüloz, ham kül ve metabolize olabilir enerji değerleri bakımından yemler arasında istatistiki olarak önemli bir fark tespit edilmemiştir (P>0.05). Sığır süt ve besi yemlerinin ham protein ve azotsuz ekstrakt madde değerleri sırasıyla; %15.13, 12.60; %53.52, 56.75 ve kuru madde, ham yağ, ham selüloz, ham kül ve metabolize olabilir enerji değerleri sırasıyla; %90.71, 91.08; %2.72, 2.66; %11.50, 11.20; %7.85, 7.87 ve 2667, 2673 Kkal/kg OM olarak tespit edilmiştir (Tablo 1). Çelik ve arkadaşları (10), Marmara Bölgesinde yapmış oldukları araştırmada, inceledikleri karma yem grubu içerisinde süt yemleri, ham kül (P<0.01) ve metabolize olabilir enerji (P<0.05) içerikleri açısından, besi yemleri ise kuru madde (P<0.01) ve metabolize olabilir enerji (P<0.05) düzeyleri bakımından önemli farklılıklar göstermiştir. Güneydoğu Anadolu bölgesinden sağladıkları arpaların ham yağ, ham selüloz, ham kül (P<0.05) ile metabolize olabilir enerji içerikleri (P<0.01) açısından Marmara bölgesine göre farklılık gösterdiklerini belirtmişlerdir. Yabancı kaynaklı verilerle bir karşılaştırma yapıldığında, Güneydoğu Anadolu Bölgesinde üretilen yem hammaddelerinin ham protein değerlerinin daha düşük, kuru madde, ham yağ ve ham kül içeriklerinin birbirlerine yakın olduğu, ham selüloz içeriklerinin ise oldukça yüksek olduğu görülmektedir (12, 20, 24). Bu sonuçlara göre bir değerlendirme yaptığımızda, Güneydoğu Anadolu Bölgesinde ruminant rasyonlarının hazırlanmasında enerji ve protein kaynağı olarak yaygın bir şekilde kullanılan yem hammaddelerinin büyük bir kısmının besleyici değerleri ve kaliteleri standartların altındadır. Dolayısıyla, Güneydoğu Anadolu Bölgesinde rasyonları oluşturacak yem hammaddelerine ilişkin değerlerin yabancı kaynaklardan ve Ülkemizin diğer bölge değerlerinden alınması sonucu ruminantların beslenmesinde büyük hatalara neden olabilmekte ve bu hatalar pratiğe daha da büyüyerek yansıyabilmektedir. Araştırmada incelenen yem hammaddelerinin ve karma yemlerin tümünün ortalama kuru madde oranları %90’nın üzerindedir (Tablo 1). Bir yem hammaddesi ya da karma yemdeki nem oranının %12-13’ün üzerinde olması mantar üretimini 365 arttırdığından, yemlerdeki kuru madde oranları çok önemlidir. Tablo 2’nin incelenmesinden anlaşılacağı gibi araştırmadaki yem hammaddelerinin tümünün ve sığır süt yemlerinin %90’ının, sığır besi yemlerinin ise %92’inin mantar üremesi yönünden bir sorun oluşturmadığı görülmektedir. Ruminantların beslenmesinde büyük önemi olan proteinlerin yem hammaddelerindeki oranları sırasıyla sığır süt yemi, sığır besi yemi, pamuk tohumu küspesi, buğday kepeğinde büyük dağılım göstermektedir (Tablo 3). Bunun nedeni karma yemlerin ve yem hammaddelerinin elde ediliş yöntemleridir. Tablo 3’te görüldüğü gibi sığır süt yemlerinde yapılan analiz sonuçlarına göre, 30 adet örneğin % 60’ının, beyan edilenin (%16) altında, 26 adet sığır besi yemlerinin ise %50’sinin beyan edilenin (%12) altında ham protein içerdiği saptanmıştır. Özellikle küspeler kabuklu veya kabuksuz oluşlarına, yağ elde etme yöntemlerine, uygulanan ısıtma işleminin süre ve derecesine göre farklı oranlarda protein içerebilirler (4, 10, 15, 22). Güneydoğu Anadolu Bölgesinde üretilen pamuk tohumu küspesinin kabuk oranı yüksek olduğundan, ham protein miktarı standartların çok altındadır (%21.70). Yem hammaddeleri arasında ham yağ değerleri yönünden en büyük farklılık bitkisel kaynaklı protein saplementlerinden pamuk tohumu küspesinde görülmektedir (Tablo 4). Bitkisel kaynaklı protein saplementlerinde ham yağ oranlarındaki farklılık, yağ fabrikalarında kullanılan yağ elde etme yöntemlerinden kaynaklanmaktadır. Araştırmada incelenen pamuk tohumu küspesinin işlenmesinde hidrolik yöntemler kullanılmıştır. Hidrolik yöntemle elde edilen küspeler proteince fakir olmalarına rağmen, yüksek oranda yağ içerdiklerinden enerjice zengindirler. Bununla beraber yapılarındaki doymamış yağ asitlerinin fazlalığı, oksidasyona daha hassas olmalarına yol açtığından kullanıldıkları rasyonlara antioksidanların daha fazla miktarda katılması zorunlu hale gelmektedir. Yemlerin sindirilebilirliği konusunda önemli bir etken olan ham selüloz oranları açısından en geniş dağılımı, sırasıyla pamuk tohumu küspesi, sığır süt yemi ve sığır besi yemi göstermektedir (Tablo 5). Aynı yem hammaddeleri Tablo 3’ten izlendiği gibi ham protein değerleri yönünden de büyük bir farklılık göstermişlerdir. Bu durum, bitkisel kaynaklı yem ham maddelerinde, ham protein ile ham selüloz değerleri arasında negatif bir korelasyon bulunduğunu bildiren görüşleri desteklemektedir (8, 12, 13, 14). Güneydoğu Anadolu Bölgesinde üretilen pamuk tohumu küspesinin ham selüloz değeri ortalama %21.70 olup standartların çok üzerindedir (Tablo 1). Bu durum küspedeki kabuk miktarının fazla olmasından kaynaklanmaktadır. Ruminant rasyonlarında buğday kepeğinin yüksek oranlarda kullanımını sınırlayan en önemli faktör, Tablo 1’de görüldüğü gibi kapsamındaki yüksek ham selüloz düzeyidir (% 10.14). Araştırmada incelenen 28 adet buğday kepeği örneğinin yaklaşık % 82’sinin ham selüloz oranları %9-11 arasında değişmektedir. Yem hammaddelerinin içerdiği inorganik madde miktarlarını gösteren ham kül oranları, sığır süt ve besi yemlerinde büyük farklılık göstermiştir (Tablo 6). Bunun nedeninin, karma yemlerin bileşiminden ve karmaya giren yem hammaddelerinin 366 kül içeriklerinin farklı olmasından, ham maddelerde taş, toprak ve mermer tozu gibi maddelerin yoğun bulunmasından kaynaklandığı düşünülmektedir. Araştırmada kullanılan 30 adet sığır süt yeminin yaklaşık %27’sinin ve 26 adet sığır besi yeminin % 31’inin ham kül değerlerinin beyan edilen en çok değer olan %9’dan daha yüksek olduğu tespit edilmiştir (Tablo 6). Alp ve arkadaşlarının (4) yapmış oldukları çalışmada, yem hammaddelerinden buğday kepeği ve pamuk tohumu küspesi hariç, diğerlerinin ham kül değerleri araştırmamızdan daha düşük bulunmuştur. Buğday kepeği ve pamuk tohumu küspesinin ham kül değerleri sırasıyla, %5 ve %5.89 olarak tespit edilmiştir. Bu değerler bulduğumuz değerlerden daha yüksektir. Tablo 7’de yer alan azotsuz ekstrakt madde dağılım oranları, kimyasal analiz sonuçlarından hesaplama yolu ile bulunduğundan tüm besin maddelerinin bir yansıması olarak değerlendirilebilir. Tablo 7’de görüldüğü gibi azotsuz ekstrakt madde oranları yönünden en geniş dağılım sığır süt ve besi yemlerinde saptanmıştır. Ruminantlar için yem hammaddelerinden pamuk tohumu küspesinin ve karma yemlerden sığır süt ve besi yemlerinin metabolize olabilir enerji değerlerinin büyük bir dağılım göstermesinin, değişik miktarlarda organik besin maddeleri içermelerinden ve buna bağlı olarak da sindirilebilirlik oranlarının farklı olmasından kaynaklandığı düşünülmektedir (Tablo 8). Araştırmamızdaki karma yemlerden sığır süt yemlerinin yaklaşık %87’sinin ve besi yemlerinin %94’ünün metabolize olabilir enerji değerlerinin 2500 Kkal/kg OM üzerinde olduğu ve bu değerlerin de standartlara göre bulunması gereken en az değerlerden yüksek olduğu bulunmuştur. Türkiye’de ruminantların beslenmesinde kullanılan karma yemler 1973 yılında çıkarılan 1734 sayılı Yem Yasasına göre tescile tabi olarak üretilmektedir (15). Diğer taraftan, Türk Standartları Enstitüsü (23) tarafından 1991-1992 yıllarında belirlenen karma yem standartları, Türkiye’de üretilen karma yemlerin kalitelerinin değerlendirilmesinde kullanılmaktadır. Araştırmada incelenen karma yemler, bu standartlarla karşılaştırıldığında büyük bir kısmının TSE’nin belirlediği ikinci sınıf yem niteliğinde oldukları görülmüştür. Süt sığırı karma yemlerindeki protein miktarının standartlara göre bulunması gereken en az değerlerden daha düşük saptanması; sığır süt ve besi yemlerinde selüloz oranlarının yüksek olması Türkiye’de karma yem üreten fabrikaların yeterince denetlenmediği konusunu gündeme getirmektedir. Karma yem ve yem hammaddelerinde denetimin amacı, alıcının hilelere karşı korunması ile birlikte, kaliteli ürün sağlamayı da güvence altına almaktır. Bundaki başarı aynı zamanda haksız rekabet sorununun çözümlenmesine de katkı sağlayacaktır (3). Halen yürürlükte olan 1734 sayılı ve 29.05.1973 tarihli Yem Yasası’nın temel amacı, bozuk, düşük kaliteli veya normlardan uzak ürün elde edilmesini, pazarlanmasını ve haksız rekabeti önlemektir (1, 15) Sonuç olarak, gerek içerdikleri ham protein, gerekse ham selüloz bakımından büyük farklılıklar gösteren Güneydoğu Anadolu Bölgesindeki yem hammaddelerinin 367 yabancı kaynaklarla karşılaştırıldığında besleyici değerlerinin daha düşük olduğu gözlenmiştir. Türkiye’nin farklı bölgelerinde yetiştirilen yem hammaddelerinin besin maddeleri ve enerji içeriklerini bildiren çok az sayıda tabloların bulunması, rasyonların düzenlenmesinde kimyasal analizlere başvurmadan kullanılabilecek kaynak sıkıntısına neden olmaktadır. Bu nedenle, bu tür bilgileri derleyen ve yem hammaddelerini içermiş oldukları protein veya ham selüloz oranlarına ve enerji miktarlarına göre sınıflandıran yayınların hazırlanmasının gerekli olduğu ortaya çıkmaktadır. KAYNAKLAR 1. Akdeniz R. C., Ak, İ., Boyar S.: Türkiye Karma Yem Endüstrisi ve Sorunları. VI. Türkiye Ziraat Mühendisliği Teknik Kongresi. TMMOB Ziraat Mühendisleri Odası (ZMO), 03-07 Ocak 2005; 2, 935-959. Ankara. 2. Akyıldız R.: Yemler Bilgisi ve Teknolojisi. A. Ü. Zir. Fak. Yay., 868. Ders Kitabı, 1981, Ankara. 3. Akyıldız R.: Yem Mevzuat ve Kontrolü. Yem Sanayicileri Birliği Yayınları, No: 7, 1986. 4. Alp M., Kocabağlı N., Kahraman R., Yetim M., ve Şenel H. S.: Kanatlı Beslenmesinde Kullanılan Yem Hammaddelerinin ve Karma Yemlerin Besin Maddeleri ve Enerji Kapsamları Yönünden Değerlendirilmesi. İ. Ü. Vet. Fak. Dergi., 1996, 22 (1): 9-22. 5. Anonim.: I. Tarım Şurası Sonuç Raporu. 25-27 Kasım 1997, Ankara. 6. Anonim.: 2003 Yılı Karma Yem Üretimlerinin İllere Göre Dağılımı, Toplam Üretimdeki Payları, Toplam-Faal Kapasiteleri ve Kurulu-Faal Fabrika Sayıları Yem Magazin Ağustos 2004; 37, 6-7. 7. AOAC.: Official Methods of Analysis, l4th Ed., Association of Official Agricultural Chemist, Washington, D. C., 1984. 8. Church D. C.: Livestock Feeds and Feeding. 2th Ed., A Reston Book, Prentice Hall, Englewood Cliffs, New Jersey, 1991. 9. Crampton E. W., Maynard L. A.: The Relation of Cellulose and Lignin Content to Nutritive Value of Animal Feeds. J. Nutr. 1938, 15: 383–395. 10. Çelik K., Ertürk M. M., Ersoy İ. E. : Farklı Yem Fabrikalarından Örneklenen Karma Yem ve Yem Ham Maddelerinde Bazı Kalite Öğelerinin Kantitatif Araştırılması, Akdeniz Üniversitesi Ziraat Fakültesi Dergisi, 2003; 16 (2), 161-168 368 11. Çerçi İ. H., Seven P. T., Azman M. A., Birben N. Yemlerin Besin Madde İçerikleri ile Metabolize Olabilir Enerjileri Arasındaki İlişkinin Belirlenmesi. IV. Ulusal Hayvan Besleme Kongresi, 24-28 Haziran 2007, Bursa, 416-418. 12. Dale N, Batal A. (2005): Feedstuffs Reference Issue and Buyers Guide, 76, 16-22. 13. Ensminger M.E., Oldfield, J. E., Heinemann, W.W.: Feeds and Nutrition. 2nd Ed., The Ensminger Publishing Company. Clovis, California, 1990. 14. Ergün A., Tuncer Ş. D., Çolpan İ., Yalçın S., Yıldız G.,Yıldız G., Küçükersan K. M., Küçükersan S., Şehu A.: Yemler Yem Hijyeni ve Teknolojisi. A. Ü. Vet. Fak. Ders Kitabı, 2004, Ankara. 15. Karabulut A., Ergül M., Ak İ., Kutlu H. R., Alçiçek A.: Karma Yem Endüstrisi. V. Türkiye Ziraat Mühendisliği Teknik Kongresi. TMMOB Ziraat Mühendisleri Odası, 17-21 Ocak 2000, 985-1008, Ankara. 16. Kutlu H.R.: Yemler Bilgisi ve Yem Teknolojisi Ders Notu. Ç. Ü. Ziraat Fakültesi Zootekni Bölümü, 2002, Adana. 17. Meyer H., Bronsch K. und Leibetseder J.: Suplemente zu Volesungen und Ubungen in der Tierernaehrung, Verlag Sprungmann, Hannover, 1983. 18. Mınıtab.: Mınıtab Release 13, 2000. Statistical Software [Computer program manual]. Web resource from http://www.minitab.com/cgi-bin/demo/ democountry.asp 19. Özen N., Çakır A., Haşimoğlu S., Aksoy A.: Yemler Bilgisi ve Yem Teknolojisi. Atatürk Üniversitesi Ziraat Fakültesi Ders Notları: 50, 1993, Erzurum. 1994. 20. Raw Material Compendium : Second Edition, Novus International, Ine., 21. Sarı M., Çerçi İ. H.: Yemler, Hayvan Besleme ve Beslenme Hastalıkları, Fırat Üniversitesi Veteriner Fakültesi, 1993, Elazığ. 22. Şenel H. S.: Hayvan Besleme, 2. Baskı, İstanbul Üniversitesi Veteriner Fakültesi Yayınları, Gür-Ay Matbaası, 1993, İstanbul. 23. Türk Standartları Enstitüsü (1991-92): UDK 636.085 Necatibey Cad. No 112 Bakanlıklar, Ankara. 24. Türkiye Yem Sanayicileri Birliği: Yem Hammaddeleri Besin Değerleri, Feedstuffs Reference Issue & Buyers Guide Volume 76, Number 38, 2005. 25. Zincirlioğlu, M.: Türkiye’de Karma Yem Üretimi ve Kullanımı. Yutav Uluslararası Tavukçuluk Fuarı ve Konferansı’97. 14-17 Mayıs 1997, Bildiriler, 178190, İstanbul. 369 ESKİ BİR AVCININ GÖZÜYLE DİYARBAKIR’DA AV HAYATI İbrahim ÇİL Avcılık bir spor dalı olup aynı zamanda bir geçim aracı olarak kabul edilebilir. Ancak yanlış yöntemlerle yapılan avcılık doğaya ve insana zarar vermektedir. Örneğin bir keklik günde 300 keneyi yemektedir.Yanlış avcılık yöntemleri keklik sayısının azalmasına ve keneler bağlı günümüzde popüler ciddi hastalıklara neden olmaktadır. Keklik aynı zamanda sünenin can düşmanı olup ,usulüne uygun olmayan avcılık kekliklerin azalması sünenin çoğalmasına ve tarımsal bir afete sebep olmaktadır. Diyarbakır’da Kulp,Lice,Hani ilçeleriyle Silvan ilçesinin dağlık kesimleri avcılık için uygun alanlardır. Burada en çok kınalı keklik ve kum kekliği avlanan hayvanlardır. Bunu tavşan, ördek ve yabani kaz takip etmektedir. Ova kısımlarında ve pamuk tarlalarında bıldırcın avlamak mümkündür Eylül ve ekim aylarında bahçe ve dere kenarlarında ki ağaçlara üveyik gelmektedir. Av sezonu başladığında av grupları oluşmakta ve bunların başına da bir başkan seçilmektedir. Koordinasyon başkana aittir. Başkan av bölgesini belirler,av yerinin yakınlık veya uzaklığına kalkış saatimizi değişmektedir.Gece kalkarak buluşma yerine gidilir, gurup halinde hareket edilir; sabah 6.30 ya da 7’de av bölgesine varılır.Burada başkan güzergahı belirler,bir avcı kolu oluşturularak keklik sürüsü bulunur,sürünün kaldırılmasına çalışılır. Hangi avcının önünden keklik kalkarsa o avcı ateş eder. Gurup halinde av yapılmasının sebebi pusan hayvanların (kınalı keklik, kum kekliği, bıldırcın) uçmasını sağlamak ve bu vesileyle avlamaktır. Avcılıkta bir centilmenlik anlaşması vardır.Avcılar birbirlerine karşı son derece saygılıdırlar.Arabalarımıza dönmeden önce herkes vurduğu kekliği başkana gösterir.Hiç vurmayan avcıya diğer avcılar birer,ikişer keklik vererek denge ve adalet sağlanır. Av sadece hayvanı vurmak için yapılmamalıdır, sportif amaçlı olmalıdır. Bu esnada yasalara uygun hareket edilmeli ve doğa korunmalıdır. Avcılıkta kolektif bir yaşam söz konusudur. Sefer taslarında getirdiğimiz yiyecekler,ortaya konur,birlikte yenir, bu esnada şakalaşmalar yapılır, av boyunca yapılan güldürücü davranışlar konuşulur. Eve götürülen keklikler akşam menüsünün önemli bir parçasıdır. Keklik yemeği ve haşlamasından elde edilen suyla bulgur pilavı nefis olur. 370 Sportif amaçlı avcılıklar yeni dostluklara vesile olur.Av hayvanlarının göç yerlerini tespit ederek yurt içi ve yurt dışı av gurupları oluşturmak,yeni avcılarla tanışmaya ve yeni dostluklar edinmeye aracılık etmektedir.Bu esnada başka bölge ve ülkelerin av kültürleri de öğrenilmiş olur. Avcılıkta doğayı korumak esas olmalıdır.Nesli tükenen hayvanlar korunmalı,mevsimine göre av yapmak gerekir.Sert kış şartlarında doğaya hayvanlar için yem bırakılmalıdır.Avı yasaklanan hayvanlar asla vurulmamalı,bu kurala uymayan avcılara ciddi cezalar verilmelidir. Av hayvanlarına ait sorumluluk sadece avcılara ait değildir.Av sahaları zengin olan bölgedeki köylü kardeşlerimizin ve çobanların da dikkat etmesi gereken noktalar vardır.Yumurtlama dönemi çok dikkat edilecek bir dönemdir.Bu dönemde av hayvanlarının yumurtalarına ve kuluçkaya oturmuş hayvanlara sahip çıkmak gerekir.Bir diğer ifadeyle köylüler ve çobanlar avcılardan daha fazla zarar neden olabilirler.Av hayvanının yumurtasına el sürülünce hayvan bu yumurtaya bir daha oturmaz.Bu en aşağı 18 yavrunun doğmaması anlamına gelir.Doğan yavrulara da karışmamak gerekir.Bu merhametin temel unsurudur. Av sezonu bittiğinde yasaklanan av hayvanları da vurulmamalıdır. Avcılara izin verilen sayının üstünde de av yapmamak gerekir.Fazla yapılan av gelecek nesildeki avcıların haklarını çalma anlamına gelir. Avlak yerlerinin artırılması da gereken başka bir tedbirdir.Yurdumuz av hayvanları çeşitleri bakımından çok zengindir.Bu zenginlik bitmemelidir.Bu konuda avcılar federasyon başkanlarına önemli görevler düşmektedir.Başkanlar sezon öncesi avlanma sahalarını belirlemeli ve bunu avcı ve atıcılar derneklerine göndermelidir. Dernekler de toplantılar yapıp avlanma sahalarını tüm avcılara tebliğ etmeli ve bu bilgiyi karakollara,köy muhtarlarına ve orman bekçilerine iletmelidirler. Av ruhsatı ve avlanma pulu olmayanlar av sahalarına sokulmamalıdır.Kaçak av yapanlara caydırıcı cezalar verilmelidir.Av haritalarında yasak bölgelerde avcılık yapılmamalıdır. Av bir spor uygulamasıdır .Otomatik tüfeklerle av olmaz.Otomatik tüfek kullananlar ciddi şekilde cezalandırılmalıdır.Av bir spordur.Bu spor çok fazla hayvan avlamak anlamına gelmez Avcılıkta bir amaç da bölge ormanlarını görme, çevreyi gezmektir.Bu gezi avlannak kadar güzel bir olaydır. Av resimleri: Diyarbakır’lı keklik avcıları 371 DİYARBAKIR ÖRGÜ PEYNİR ÜRETİMİ VE TEKNOLOJİSİ Murat TOMAR Kenan YALÇIN GİRİŞ Mahalli peynirler dikkate alındığında ülkemizde 160 çeşit peynir üretilmektedir. En çok; Beyaz Peynir, Kaşar Peyniri, Tulum Peyniri,İzmir Tulum Peyniri ve Dil Peyniri, Örgü peyniri üretilip tüketilmektedir. Bunların yanısıra son yıllarda mahalli peynir çeşitlerinide pazarlarda görmek mümkündür. Peynir, sütün peynir mayası veya zararsız organik asitlerin etkisiyle pıhtılaştırılması,değişik şekillerde işlenmesi,süzülmesi,şekillendirilmesi, tuzlanması, bazen tat ve koku verici zararsız maddeler katılması ve çeşitli süre ve derecelerde olgunlaştırılması sonucunda oluşturulan besin değeri yüksek bir süt ürünüdür. Sütte aranan özellikler: Yağsız kuru madde (8.5 m/v) Yağ (3.5m/v)ve Proteince zengin (2.8m/v)olmalıdır.Mikroorganizma yükü (10üzeri6 adet/ml) az,Somatik hücre sayısı 300-500 adet/ml, Donma noktası -0.52/-0.54 derece olmalıdır. Taze olmalıdır yani bayat ekşi olmamalıdır. Süt soğutulmuş olmalıdır. Antibiyotik,kurşun,ilaç kalıntısı,soda olmamalıdır. Bütün bu özelliklerden sonra süt işlenmeye ve peynir yapımına hazırdır. DİYARBAKIR ÖRGÜ PEYNİRİ Yöresel olarak; «Örgü peyniri», «Örüklü peynir», «Erimiş peynir», «Peynire Helandi» olarak bilinir. Örgü peyniri üretimi, Diyarbakır’ın özellikle Karacadağ Havzası’nda yoğunlaşmıştır. 372 Çiğ Süt Kaba temizlik Mayalama (28-35 ºC’de 60-90 dk.) Pıhtının kırılması ve peyniraltı suyunun uzaklaştırılması Baskı ve fermentasyon (80-180 dak.) Haşlama (Su, 75-90 ºC’de 2-7 dk.) Porsiyonlama ve şekil verme Salamurada bekletme (20-30 dak) Ambalajlama ve salamura ilavesi (laklı tenekeler veya bidonlarda) Taze tüketim (12-15 baume salamurada) Olgunlaştırarak tüketim (14-20 baume salamurada, 4 - 6 ºC’de 50-240 gün) Şekil 1. Örgü, Lavaş ve Dil peynirinin geleneksel üretim akış şeması Havzanın tarıma elverişli alanlarının az olması, buna karşın geniş çayır-mera alanlarınının varlığı nedeniyle hayvancılık ön plana çıkmaktadır. Bu nedenlerle, yaygın bir şekilde hayvancılık yapılmakta ve doğal olarak özellikle bahar aylarında süt üretimi artmaktadır. 373 Yılın bahar aylarında üretilen özellikle koyun sütü, küçük aile işletmeleri ve mobil mandıralar tarafından büyük oranda Örgü, Lavaş ve Dil peynirlerine işlenmektedir. Diyarbakır Örgü peyniri çiğ koyun sütünden veya koyun sütüne çok az inek sütü karıştırılarak üretilmektedir. DİYARBAKIR ÖRGÜ PEYNİRİNİN GELENEKSEL ÜRETİM YÖNTEMİ 1. Peynire işlenecek süt 74° C’ de 15 saniye veya 65° C’ de 20-30 dakika süreyle pastörize edilip 30-35° C’ ye soğutulur. 2. Süt 30-35° C’ de mayalanır. Katılacak peynir mayası miktarı, sütün 60-90 dakikada pıhtılaşmasını sağlayabilecek ölçüde olmalıdır. 3. Oluşan pıhtı, kesim olgunluğu belirlendikten sonra, tekne içinde, kenar uzunlukları 2-3 cm olan küpler şeklinde kesilir veya uygun karıştırıcılarla parçalanarak karıştırılır. Yaklaşık 5-10 dakika dinlendirildikten sonra üstteki peyniraltı suyunun bir bölümü alınır. 4. Pıhtı cendere bezlerine alınır. Cendere bezi pıhtı ile dolduktan sonra bezin karşılıklı köşe uçları düğümlenerek bağlanır. Peyniraltı suyunun ayrılması için 10-15 dakika kendi haline bırakılır. 5. Daha sonra 20-50 kg ağırlık konularak 80-180 dakika süreyle presleme işlemi uygulanır. Süzme işlemine, pH 4.9-5.0’a ulaşıncaya kadar devam edilir. 6. Presleme tamamlandıktan sonra cendere bezi açılır. Teleme kitlesi 8-8.3 cm eninde peynir bıçağı yardımıyla kesilir. 7. Teleme kalıplar halinde kesildikten sonra cendere bezinden çıkarılır ve daha ince parçalar halinde doğranır. 8. Doğranmış teleme parçaları delikli metal sepetlere aktarılarak önceden hazırlanmış olan haşlama suyuna konarak haşlanır (75-90° C’de 2-7 dakika) 9. Daha sonra haşlanmış olan peynire yoğurarak şekil verilir(örgü, lavaş, dil) 10. Ardından tuz konsantrasyonu % 14-16 olan salamurada 20-30 dakika bekletilir. 11. Diyarbakır Örgü peyniri son aşamada bidonlara veya laklı tenekelere aktarılır ve üzerine 15-20 bomelik salamura ilave edilir. Bu şekilde üretilen Diyarbakır Örgü peyniri taze olarak tüketilebildiği gibi, 8 ay (4-6° C) kadar olgunlaştırılarak da tüketilebilmektedir. 374 DİYARBAKIRDA ARICILIK Murat TOMAR Türkiye Arıcılığının Mevcut Durumu 76 il yetiştirici birliği, 38 bal birliği, 32330 üye, üye başına 129 koloni mevcudu ile güçlü bir sivil toplum örgüt yapısı var. Dünyanın ikinci en büyük arılı kovan varlığına sahibiz. Bal üretiminde 4. büyük ülkeyiz. ARI BİYOLOJİSİ Gezginci Arıcılıkve Flora: Üç milyon gezgin arı kolonisi (toplam arıcıların üretimlerinin %80’i), üretim için poliflora kekik, geven, ballıbaba, üçgül, pamuk, ayçiçeği, çam narenciye, ballarının karakteristiklerinin belirlenmesi projesi hazırlanmalı, yılda üç farklı yer gezen arıcılar, 2000 kilometre yol gidiliyor. Gezginci arıcıların konaklama nakliye sorunları var. Anadolu bitki varlığı arıcının kullanımına sunulmalıdır. Polinasyon: Polinasyon değeri bal değerinin iki yüz katıdır. Ayçiçeği, Pamuk, Narenciye, Kiraz, Elma Ve diğer bitkiler tozlaşma için Arıcılar yönlendirilmeli. AB’ye uyumlu ilaçlar kullanılmalıdır. Arı Sağlığı: Arıcı birlikleri kendi bölgelerinde merkez birliğinin yönergelerine göre, veteriner organizasyonu yetkili olmasına kaşın yeterli hizmet alınamadı, AB normları ve mevzuat çalışmaları. Balmumu üretimi izne tabi oldu, sterilizasyon zorunluluğu var. Balmumu ithali gıda kapsamında getirilmesi sağlandı. Arıcılık Ekonomisi: Bir milyon insan kırsal alanda arıcılıktan geçim sağlıyor. Milli gelirin %7.5’i arıcılıktan sağlanıyor. Toprak erozyonu önleniyor, ekonomik işletme büyüklüğünün 200 koloni olması, ihracat ile yüz milyon dolar gelir hedefleniyor. Devlet desteği, kraliçe arı maliyetlerinin %80’i, bal üretiminin %10 %25’i olmalı, doğal petek bal da destekleme kapsamına alınmalı. Diğer arı ürünleri de desteklenmelidir. Pazarlama: Mevzuat, AB mevzuatına tamamen uygun değil. Üreticiden tüketiciye ve üreticiden paketleyiciye pazarlama kolaylık sağlanmalı, bal dışı ürünler ile mücadeleye davam edilmeli, serbest piyasa ekonomisi, haksız rekabet olmamalıdır. Birçok paketleme firması var, birliklerden bal almalı, birçok milli marka ve birkaç evrensel marka, Dünya çam balı üretiminin %80’i ülkemizde üretiliyor. Bal borsası kurulmalı, ürünlerde markalaşma sağlanmalı, her ile kavanoz bal, petek bal, krem bal, polen, arı sütü, propolis, balmumu ürünleri işleyecek paketleme tesisi kurulmalıdır. Arıcılık ve Teknoloji: Ekipmanlar kodekse uygun hale getirilmeli (Bal süzme 375 makinesi, Tarak, Bal kapları), 20 yıldır suni dölleme yapılıyor, Yeni merkezler kurulmalı. Arıcı, Petekçi, Paketlemeci, İhracatçı Ucuz laboratuar hizmeti almalı. Arıcı sağlığına önem verilmeli. Balmumunun Ari olması sağlanmalı. Apiterapi: Arı sütü, propolis, bal, balmumu, Polen üretimi teşvik edilmeli, Üniversiteler ile yoğun olarak Apiterapi üzerinde çalışma yapılmalı. Arı ürünleri kullanımı öne çıkarılmalı, Dünyada çalışanlar ile işbirliği yapmak, Yıllık, yüz milyon TL’lik üretim yapmak. Eğitim: Sempozyum, seminer, konferans yapılmaya devam edilmeli. Bal, petek, paketleyici, Apiterapi, ulusal bal sempozyumu yapılmalı. Dünya arıcılık kongresi Apimondia 20. yılında yapılacak olan kongrenin Türkiye’de yapılmasına talip olunmalıdır. Türkiye, her il birliğine eğitim projesi hazırlanmalı, basın yayın merkezli çalışma TV Programı yapılmalı, olumlu haberler gündemde tutulmalıdır. Süreli yayınlar, kitaplar üreticinin hizmetine sunulmalıdır. Organizasyon ve Kırsal Kalkınma Profesyonel arıcıların %80’i kayıtlı, arıcı veritabanı geliştirilmeli, arıcılar kırsal kalkınma çalışmalarında kalıcı ve sürdürülebilir olması ile gündemdedir ayrılmış fonlardan yaralanmak, organik arıcılık, mevzuat, tarım şurası, AB mevzuatı, bal tebliği, kalkınma planı, komisyonlarında çalışmalarında arıcılar temsil edilmeli. Arıcılık Vizyonu: Ülke kaynaklarını etkin kullanarak verimli, yüksek katma değer yaratan, kaliteli, yeterli, rekabetçi, üretici refahını yükselten, çevreye duyarlı, güvenli, geriye doğru izlenebilir, ürün çeşitliliğine sahip sürdürülebilir çevreyle ilgili arı ürünleri üretimi yapan bir Türkiye arıcılığı (1). Türk insanı, geleneksel yeme alışkanlıkları içerisinde yer alan balın, kahvaltısı içerisinde bulunmasına özen göstermiştir. Türkiye’nin her bölgesinde Türk çiftçisi ve köylüsünün uğraştığı ve bütün aile bireylerince yapılabilen, kısa zamanda gelir getiren bir tarımsal üretim koludur. Anadolu insanının bir geleneği olarak çok eski dönemlerden beri yapılmakla birlikte, arıcılık bilim ve teknolojideki ilerlemelere bağlı olarak gelişme kaydetmiştir. Özellikle topraksız veya az topraklı orman köylülerine gelir sağlaması açısından sosyo-ekonomik öneme sahiptir. Türkiye’nin coğrafik yapısı ve flora zenginliği, gezginci arıcılık yapılmasına elverişlidir. Tarım ve Köyişleri Bakanlığı işletmeleri yanında, özel teşebbüse ait üretim merkezleri de bulunmakta ve sayısında giderek artış görülmektedir.30-40 yıl öncesine kadar çoğunlukla ilkel kovanlarla üretim yapılmaktayken, son 20 yıl içinde modern kovan kullanımına hız verilmiştir. Ancak, ilkel kovanlarla üretilen balın ülkemizde belirli bir kesim tarafından tercih edilmesi, bu üretimin tüketici isteklerine bağlı olarak sürdürüleceğini göstermektedir. Arıcılık bal, balmumu, arı sütü, arı zehiri, polen ve propolis gibi insan sağlığı ve beslenmesi yönünden son derece değerli ürünler sunması yanında, bitkilerde 376 sağladığı tozlaşma ile de büyük önem taşımaktadır. Türkiye, yaklaşık 16 kg/koloni bal verimi ile dünya sıralamasında gerilere düşmektedir. Ancak, toplam bal üretiminde dünya ülkeleri arasında söz sahibi olan ülkemizde, ana arı üretimi yeterli düzeyde değildir. Arı sütü, arı zehiri ve propolis gibi ürünlerin üretimi ise yok denecek kadar azdır. Tablo 1. Yıllara Göre Türkiye’de Üretilen Bal Miktarı (Kaynak: DİE ). YILLAR 1981 1997 1998 1999 2000 Koloni Sayısı (adet) 2 348 349 4 002 302 4 199 351 4 321 696 4 739 873 Bal Üretimi (ton) 30 041 63 319 67 490 67 259 60 328 Son yıllarda dünyada polinasyonun sağlanması amacıyla Bombus arısı (B.terrestris) yetiştirilmektedir. Üreticiler tarafından benimsenen Bombus arısının yetiştiriciliğinde ileriki yıllarda koloni sayısının katlanarak artması beklenmektedir. Balın Değerlendirilmesi ve Pazarlama. Üretilen balın yaklaşık %93’ü iç piyasada tüketilmekte, geriye kalan kısım ise Avrupa Birliği ülkeleri ile Arap ülkelerine ihraç edilmektedir. 1994 yılında yaklaşık 3 bin ton olan bal ihracatı, 2000 yıllında 5-6 bin ton dolaylarına ulaşmıştır. Bunun yanında, balmumu, arı sütü ve polen dışalımcısı olarak son yıllarda 285 ton balmumu ve 6,5 ton arı sütü ithal edilmiştir. Ülkemiz, serbest piyasa şartları gereği bal ithalatı da yapmaktadır. Bal: İnsan sağlığı ve beslenmesi yönünden önemli bir gıda ve arı ürünü olan bal, TSE tarafından şöyle tanımlanmıştır: “Bitkilerin çiçeklerinde bulunan nektarların veya bitkilerin canlı kısımlarından yararlanarak bazı eşkanatlı böceklerin salgıladığı tali maddelerin balarıları (Apis mellifera) tarafından toplanması vücutlarında bileşimlerinin değiştirilip petek gözlerine depo edilmesi ve buralarda olgunlaşması sonucunda meydana gelen tatlı bir üründür. Bal başlıca glikoz ve früktoz olmak üzere farklı şekerleri ihtiva eder. Balın rengi su beyazından koyu kahve rengine kadar değişebilir. Bal akıcı, viskoz, kısmen veya tamamen kristalize olabilir. Balın tadı ve aroması balın menşeine ve bitkinin türüne göre değişir” . Genel olarak bal; %80 şeker ve %17 su içerir. Geriye kalan %3’lük kısım mineral maddeler, amino asitler, renk maddeleri, vitamin ve enzimlerden oluşur. Balı, diğer şekerli maddelerden daha değerli kılan içerdiği enzimlerdir. Enzimler yüksek sıcaklıklarda tahrip olacağından bal yüksek sıcaklıklarda ısıtılmamalıdır. Kaliteli bir balın en büyük düşmanı, parazitlere karşı kullanılan kimyasal ilaçların kalıntılarıdır. Bu parazitlerin en başta geleni “varroa”dır. İster süzme, ister petek olsun, ilaç kalıntısı içermeyen ve belli oranlarda enzim bulunduran bütün ballar 377 kaliteli ve değerlidir. Balın tanımında da bahsedildiği üzere, toplandığı bitkiye (orijinine) bağlı olarak bal, zamanla kristalize olabilir. Balın kristalize olması, zannedildiğinin aksine arının şekerle yapay olarak beslendiğini göstermez; doğal bir olaydır. Balmumu: 13-18 günlük genç işçi arıların son 4 çift karın halkaları üzerinde bulunan mum salgı bezlerinden salgılanan ve arı tarafından petek yapımında kullanılan bir maddedir. Mum salgı bezlerinden sıvı olarak salgılanan balmumu karın halkaları arasından dışarı çıkarken hava ile temas eder etmez katı hale geçerek beyaz bir pulcuk şekline dönüşür. Arı bacakları yardımı ile ağzına aldığı pulcuğu çiğneyerek petek örer. Balmumu, ağırlıklı olarak temel petek yapımı yanında, kozmetik ve ilaç sanayinde, parlatma, cilalama, su geçirmezliğin sağlanması, kalıpçılık ve dişçilik gibi çok değişik alanlarda kullanılmaktadır. Polen: Arılar, bal dışında, ihtiyaç duydukları diğer tüm maddeleri (amino asit, vitamin, mineraller) polenden karşılar. Şayet kolonide polen yoksa yavru gelişimi durur. Polen, insanlar için gerekli tüm amino asitleri, vitaminleri, mineralleri içerir. Bu yönüyle vücut direncinin artırılması ve korunmasında, gelişme bozukluklarının düzenlemesinde, özellikle prostat ve karaciğer problemlerinin giderilmesinde kullanılır. Polenin sabahları kahvaltıdan önce aç karnına alınması tavsiye edilmektedir. Günlük doz kişiye ve vakaya göre değişmekle birlikte genel olarak; yetişkinler için 15-20 gr, 3-5 yaş arası çocuklar için 5-10 gr ve 6-12 yaş arası çocuklar için 10-15 gr. olabilir. Nadiren de olsa, polenin bazı kişilerde alerjiye neden olabileceği göz önünde bulundurulmalı ve bu durumda polen alımından vazgeçilmelidir. Arı Sütü: 6-12 günlük genç işçi arıların başlarındaki salgı bezlerinden salgılanan, besin değeri oldukça yüksek, beyaz renkli, peltemsi, hafif acımtırak bir arı ürünüdür. Bugün için hem Dünyada hem de Ülkemizde insan sağlığında bağışıklık sisteminin güçlendirilmesi ve korunmasında kullanıldığı gibi kolesterol ve tansiyon düşürmede, cinsel fonksiyonları iyileştirmede, hücre yenileyici ve onarıcı etkisinden dolayı cilt ve saç problemlerinde kullanılmaktadır. Propolis: işçi arılar tarafından ağaçlardan toplanarak, kovanda çatlak yerlerin kapatılmasında, kovana giren ve ölen yabancı böceklerin kokuşmasının önlenmesinde, petek hücrelerinin ve kovan iç cidarının parlatılmasında ve yavru alanlarının hastalıklardan korunmasında kullanılan bir maddedir. Bileşiminde reçine, polen, balmumu, eterik yağlar, değişik organik ve inorganik bileşikler vardır. Brezilya, Çin, Japonya gibi bazı Ülkelerde önemli miktarlarda üretilmesine karşın, ülkemizde yeterince bilinmez. Arı zehiri: işçi arılarda zehir bezi tarafından arının çıkışından 20 günlük oluncaya kadar ki sürede üretilip zehir torbasında depolanan bir maddedir. Arı zehiri, arı tarafından düşmana karşı savunma amacıyla kullanılırken Tıp alanında, arı zehrine karşı bağışıklık sisteminin güçlendirilmesi ve romatizmal hastalıkların 378 tedavisinde kullanılmaktadır. Üretimi için özel düzeneklere ihtiyaç vardır. Ancak sınırlı kullanım alanından dolayı Dünya üzerindeki üretim ve ticaret hacmi de sınırlıdır. Bal Arısının Bitkisel Üretimdeki Önemi Bal arıları nektar ve polen toplamak için ziyaret ettikleri çiçeklerin döllenmesine neden olur ve ürünün oluşmasını sağlarlar. Özellikle zararlı böcek mücadelesi yapılan üretimlerde döllenme için mutlaka bal arısına ihtiyaç duyulmaktadır. Ayçiçeğinde hiç döllenmeyen tarlalardaki verime göre, arılarla yeterli döllenen tarlalardaki verimin beş kat arttığı görülmektedir. İdeal döllenme için her üç dekar ayçiçeği tarlasında bir arı kolonisi bulundurulması gerekmektedir. Bu bir koloni üç dekarlık alandan 20-30 kg arasında bal toplayabilmektedir. Bir koloninin üç dekarlık ayçiçeği tarlasında sağladığı ürün artışının değeri ürettiği balın değerinin en az 10 katıdır. Yeni dünya meyvesinde arılarla döllenmeyen ağaçlarda çiçeklerin yüzde 4’ü meyve tuttuğu halde arılarla döllenmiş çiçeklerin meyve tutma oranı yüzde 83 olmuştur. Elma bahçelerinde arıların olmaması halinde çiçeklerin meyve tutma oranı yüzde 5, bal arıları ile döllenmiş bahçelerde çiçeklerin meyve tutma oranı ise yüzde 22 olarak gerçekleşmiştir. Yoncada arılarla döllenmeyen tarlada tohum bağlama yüzde 1-2 oranında iken arılarla döllenen tarlada bu oran yüzde 53’e çıkmıştır. Böceklere karşı kafes içinde korunan 1 m2 korunga alanından 9 gram tohum alınmasına karşın arılarla tam olarak döllenen 1m2 alandan 179 gram korunga tohumu elde edilmiştir. Bu örnekleri teyit eden binlerce bilimsel araştırma vardır ve polinasyon olarak bilinen bir bilim kolu gelişmiştir. Bu nedenlerle bitkisel üretimde arıcılık gübre, tohum ve su kadar önemli bir girdidir. KIRSAL KALKINMADA ARICILIĞIN YERİ Küçük girdi destekleri ve arıcılık eğitim programları ile kırsal kesim insanına arıcılık yaptırmak mümkündür. Çiçeklerdeki nektar çiçeklenme döneminde arılar tarafından toplanıp bala dönüştürülerek değerlendirilemez ise bu doğal kaynak kaybolur. Arıcılık kırsal alandaki iş gücünü üretken hale getirmenin yanı sıra, yok olan doğal kaynağı da ekonomiye kazandırmaktadır. Fazla iş gücü ve arazi gerektirmez. Tarımla uğraşan veya kırsal alanda yaşayan her insan bir yan faaliyet olarak arıcılık yapabilir. Özellikle arı sütü ve polen üretiminde kadınlar daha başarılı olmaktadır. Arıcılık kaynak tüketmeden sürekli yapılabilen bir üretim dalıdır ve sürdürülebilir kırsal kalkınmanın önemli bir aracıdır. TÜRKİYE ARICILIĞININ MEVCUT YAPISI Türkiye’de 4.5 milyon koloni, 38.000 arıcı var. 65.000 ton bal üretiliyor. Kişi başına bal tüketimi 1 kg. civarında. Yıllık bal ihracatı 5.000-7.000 ton. Koloni başına verim 17 kg. Kolonilerin %90’ı çerçeveli, %10’u ise geleneksel kovanlarda yaşıyor. 379 Çerçeveli kolonilerin %75’i gezginci arıcıların elinde Gezginci arıcılar çiçeklenmeye paralel yer değiştiriyorlar. Uzun yıllar değişik bölgelerde gezdirilen kolonilerin doğal olarak yetişen ana arıları yerel erkek arılarla çiftleşiyorlar. Bu nedenle gezginci kolonilerin çoğunun bilinen bir ırkı yok. Bunlar bir çok yerel ırkın doğal melezleri. Gezginci kolonilerin erkekleri gittikleri bölgelerde yetişen ana arıları da melezliyorlar. Yerel ırkların melezlenmemiş safları sadece gezginci arıcıların giremedikleri, ulaşımın olmadığı, dağlık ve ormanlık alanlarda kaldılar. Yıllık ticari ana arı üretimi 200.000 civarında. Ticari ana arıların genelde Kafkas kolonilerden alınan larvalardan üretildiği ifade ediliyor. Bu ticari ana arılar üretim bölgesindeki ırkı belli olmayan erkek arılarla çiftleşiyorlar. Kaliteli ana arı üretimi ve kullanımı yeterli olmadığından koloni başına verim çok düşük. Türkiye Arıcılığının Potansiyali Türkiye; yedi değişik iklim bölgesi, ballı bitki çeşitliliği, arıcılık geleneği, koloni varlığı, Ayçiçeği ve Pamuk gibi endüstriyel ballı bitkiler üretim alanlarının genişliği, ballı bitkilerle ağaçlandırılacak bozuk orman alanları, ıslah edilecek mera alanları ve yaygınlaştırılabilecek çam balı basra böcegi alanları ile bugünkü bal ve arı ürünleri üretimini en az 10 katı artırılabilecek potansiyele sahiptir. Diğer yandan halen 200.000 ton bal ithalatı ile çok önemli bir pazar olan AB topluluğunun bal açığını karşılamada Türkiye’nin diğer tarımsal ürünlerinin hiçbirisinde olmayan önemli bir şansı bulunuyor (14). Ballı Bitkiler ve Sınıflandırılmalar Ülkemiz bitki varlığı bakımından dünyanın sayılı ülkeleri arasındadır. Tüm Avrupa kıtasında 12.000 dolayında bitki türü varken sadece ülkemizde 10.000 dolayında bitki türü bulunur. Bunların içinde arıcılık yönünden önem arz eden pek çok tür doğal olarak yayılış göstermektedir. Başarılı bir arıcılık yapabilmek için arıcılık yapılan bölgelerde nektar ve polen verimi bol olan bitkilere ihtiyaç vardır. Çiçeğin olmadığı yerde arıcılık yapmak mümkün değildir. Bu bakımdan arıcılık, uzun süre çiçek açan ballı ve polenli bitkilerin bulunduğu yörelerde yapılmalı ya da koloniler bu bölgelere götürülmelidir. Bitkilerin nektar verimine; bitkinin kendisiyle ilgili türü, nektar salgı miktarı, çiçeklenme durumu ve süresi gibi faktörlerle birlikte güneş ışığı, hava sıcaklığı, nem ve toprağın yapısı gibi ortamla ilgili çevresel faktörler etkide bulunur. Nektarın az veya çok şekerli olması yukarıdaki faktörlere bağlıdır. Arılar şeker oranı yüksek nektarları tercih ederler. Kısaca nektar sağlayan bitkinin değeri ve arılar açısında çekiciliği; bitkinin çiçeklenme süresine, bu süredeki nektar salgılama miktarına ve nektarın şeker oranına bağlıdır. Her bölgenin hatta her memleketin kendine has bazı doğal ballı bitkileri vardır. Buna ek olarak, ekim ve dikim yolu ile arılar için mer’a ve nektar kaynağı oluşturulabilir. 380 Uygun bir arazi belirlenerek bu gibi bitkileri ekmek suretiyle hem arılara nektar kaynağı hazırlanır ve hem de hayvanlar için yem elde edilmiş olur. Hayvancılığın gelişmesi için yem bitkileri tarımı önemlidir. Baklagil yem bitkileri, hayvanlar için kuvvetli bir besin kaynağı olduğu kadar arılar için de değerli bir nektar ve polen kaynağıdır. Orman ağacı olarak ıhlamur, kestane, okaliptüs arılar için değerli nektar kaynaklarını oluştururlar. Bunun yanında yalancı akasya arılar için çok değerli nektar kaynağıdır (7). Kıymeti Bilinmeyen Bitki: GEVEN Geven; ülkemizde kıymeti pek bilinmeyen ekolojik flora açısından zengin, derin kökü ve geniş dalları olan, erozyonu önleyen 1200m rakımda yetişen bir bitkidir. Biyoçeşitlilik açısından önemli, kökleri 3-5 m derine inebilen ve geniş dalları olan, eğimli yamaçların erozyon bekçileri olan gevenler, yayıldığı alanın 2-4 katı büyüklüğündeki araziyi kaymalara karşı tutan, yastık biçiminde küme küme sık dikenli çok yıllık otsu bir bitkidir. Bu bitkinin rakım farkına göre olgunlaşması değişmektedir. Zap vadisinde (1200 m rakımda) Mayısın son haftasında çiçek açmaktadır. Berçelan ve Karadağ yamaçlarında (3000 m ve üzeri rakımlarda) 15 Hazirandan sonra çiçek açmaktadır. Geven bitkisi nitelikli nektar veren bir bitkidir. Arıcılık için büyük önem taşır. Ahtapot misali kökleriyle çaprazlama toprağı koruyan, eğimli dağ yamaçlarının zayıf bitkilerini hayvanlara karşı muhafaza eden gevenler, köy halkının yakacağı, çobanların sonbahar ve ilkbahar aylarında üşüdüklerinde dağ başında yaktıkları yakacaktır. Ayrıca halkımız tarafından geven dumanının hastalanan küçükbaş hayvanlara iyi geldiği söylenilmektedir. Bundan yola çıkarak gribal ve solunum hatalıklarında faydalarının araştırılması gerekmektedir. Geven balı kokusu, damak tadı açısından zengin olduğu için arıcıların da en gözde kaynağıdır. Çünkü dünyaca ünlü Anzer balının kalitesindedir Geven bitkisi yörede yaşayan canlı 381 türlerinin yaşam alanlarını koruyucu bir öneme sahiptir. Bu bitki hayvan yemi olarak da kullanıldığından gevenin bilimsel bir şekilde araştırılması gerekmektedir, Ayrıca ebru sanatında da kullanılmaktadır. Geven bitkisinin köklerindeki kitreye ihracatta büyük talep olduğundan bu bitkinin tanıtımının yapılması, yöre halkı için büyük bir ekonomik gelir olabilir. Geven bitkisinin bilinçsizce yerinden sökülmesi, erozyonu önleyici bu doğal koruyucunun hızla tahribi, yayıldığı alanın 3 katı ve daha fazla bir alanı sel, çığ, toprak kaymasına karşı koruyan bu bitkinin yok edilmesi erozyona davetiye çıkarmaktadır. Bütün bu faktörler dikkate alındığında bu bitkinin bilinçli bir şekilde koruma altına alınması gerekmektedir (10). Ülkemizde kıymeti pek bilinmeyen ekolojik flora açısından zengin, derin kökü ve geniş dalları olan Geven Bitkisi, erozyonu önleyen özelliğiyle bilinir. 1200 m rakımda yetişen bir bitkidir. Doğanın en çalışkan canlısı bal arısı kovanından her çıkışta 5-6 km uzaklığa uçup 40 ila 60 dakikalık bir sürede ortalama 1200 çiçek ziyaret ederek midesine 40 mg balözü (nektar) toplar. Bu sebeple kovanlarımız yerleşim yerlerinden 15 km uzaklıkta tutulmakta, arıların kimyasal ve doğal olmayan besinlerden faydalanması engellenmektedir. 1 gram balın üretimi için arıların yaklaşık 100 sefer kovandan uçarak 120.000 çiçeği ziyaret etmeleri gerekir. Bir kg bal için arılar 120 milyon çiçeği ziyaret eder (11). Kolonilerin Gezdirilmesi (Flora Takibi) Kolonilerin Gezdirilmesi Flora Takibi Profesyonel ve teknik arıcılıkta flora (bitki örtüsü) takibi ve buna bağlı olarak kolonilerin gezdirilmesi önemli bir kuraldır. Gezginci arıcılık yapılmadan sabit bir arıcılıktan gelir sağlamak mümkün değildir. Türkiye, bulunduğu iklim kuşağı yönünden olsun, nektar ve polen üreten doğal ve kültür bitkileri zenginliği yönünden olsun arıcılık yapmaya çok elverişlidir. Flora takibi ve gezginci arıcılık iyi planlandığı ve bilgili hareket edildiği taktirde arıcıya çok büyük gelir sağlar. Bu iş için her şeyden önce, kolay taşınabilir, çok iyi havalandırmaya sahip modern kovanların kullanılması şarttır. Günümüz şartlarında kolonilerin taşınması gezginci arıcılığın en büyük maliyet unsurunu oluşturmaktadır. Gezginci arıcılık için belirli bir sayının üzerindeki koloni varlığı ekonomik olabilir veya az sayıda koloniye sahip arıcılar nakiller için ortaklık yaparak nakil masraflarını düşürebilirler. Nektar ve polen kaynaklarının seçiminde; bol miktarda ve uzun süre nektar ve polen üreten bitkilerin bulunduğu yöreleri araştırmak işin esasıdır. Yonca, korunga, fiğ, üçgül, kekik, adaçayı, geven, karagan (karabaş), kuş dili, ballıbaba, pamukluk, püren, hardal, oğul otu, pamuk, ayçiçeği, kestane ıhlamur, akasya, okalüptus, turunçgiller, elma, badem ve genellikle Ege Bölgesi kıyı şeridinde bulunan basralı çamlar arıcılık yönünden önemli bitki türlerinden bazılarıdır. Arıların konulacağı yerler olarak; rüzgar almayan, trafiği yoğun ana yollardan ve zirai mücadele ilaç uygulanan alanlardan uzak yerler seçilmelidir. Gezginci arıcılığın ve flora takibinin esasını oluşturan arı nakilleri sırasında; yeterli 382 havalandırma sağlanmalı, özellikle sıcak günlerde taze örülmüş peteklerin eski peteklere göre daha kolay kırıldığı unutulmamalıdır. Nakil sırasında ballı tek bir peteğin dahi kırılması koloninin ölümü olacağından özellikle yaz aylarında taze örülmüş peteklerle nakil yapılmaması, nakil zorunlu ise taze ve ballı peteklerin koloniden alınarak nakillerin mutlaka geceleri yapılmalıdır (13). Diyarbakır’da Arıcılık Tarihte Diyarbakır’da Arıcılık İl’in arıcılık ile ilgili kayıtlarında; 1869 yıl Diyarbakır salnamesinde “balmumu 5000 yekün-i mahsul keyl-i aşari” denilirken (20)., 5 Temmuz 1841 tarihli bir belgede de asker için Diyarbakır’dan 30000 kıyye bal alındığı ifade ediliyor (21). 1564 seneli tahrir defterine göre Lice’nin eski yerleşim yeri olan Antak’ta 300’ü aşan arı kovanının bulunduğu bildirilmektedir (22). Hızla artan nüfusumuzun yeterli ve dengeli bir şekilde beslenebilmesi, çiftçilerimizin gelirlerini artırarak hayat şartlarının yükseltilmesi, tarıma dayalı sanayinin ihtiyaçlarının karşılanması, kısa ve orta vadeli ihracat bağlantılarının garanti edilmesi için tarımda üretimin artırılması gerekmektedir. Sarım havzasına bağlı sağ göze, yaz konak, bulgurluk, yol açtı ve geyik dere köylerinde yaşayan halkın önemli bir kısmının sosyal yaşamlarının ve gelir seviyelerinin normal yaşam standartlarının çok altında olduğu bir gerçektir. hayatlarını burada sürdüren ve geçimini zor sağlayan bu insanlar çoğu zaman iş bulmak amacıyla büyük şehirlere göç etmek zorunda kalmaktadırlar. Dolayısıyla geçim indeksi çok düşük olan bu insanlara yeni iş imkânları sağlamak ve işgüçlerini değerlendirebilmeleri için yeni kaynaklar aramak durumundayız. bu kaynaklardan biri olan gezgin arıcılık kısa vadede gelir seviyesi düşük olan bu insanların gelir seviyesini ve sosyal yaşantısını yükseltebilir ve göçü engelleme yönünde bir nebze olsa da katkı sağlayabilir. Diyarbakır ilimizin bitki florası ve değişik ekolojik yapıların sağladığı avantajlardan dolayı arı yetiştiriciliğine müsaittir. özelikle yaylalarda arıcılık için çok önemli olan ballı bitkilerden geven, kekik, vb. birçok mera bitkisi mevcuttur. Ayrıca yöremizde ilkbahar aylarında bol miktarda üçgül çeşitleri,sarıdiken gibi birçok çiçek çeşitleri mevcuttur. sonbahar mevsiminde pamuk tarımı bol miktarda yapılmaktadır. Bu tür bitkilerinde arıcılık için önemi büyüktür. Yöremizin arıcılık için uygun bitki örtüsüne sahip olması arı kolonilerinin nektar ve polen bulmasını kolaylaştırır. bu nedenle ilimiz her yıl değişik illerden gelen arıcılara konaklama mekanı ve yeri olmuştur. Diyarbakır il mastır planı’nda bal üretimi bölge için önemli bir potansiyel olarak gösterilmiştir. Diyarbakır ili doğal bitki florası bakımından çok zengin olup değişik ekolojilere sahiptir.bu nedenle kültür bitkilerinin döllenmesinin sağlanması ve pasif işgücünün değerlendirilmesi bakımından arıcılığın geliştirilmesi önem arz 383 etmektedir. Diyarbakır bitki florası ve değişik ekolojik yapılarından dolayı arı yetiştiriciliği ve ba üretimi açısından uygun olmasına karşın bundan yeterince faydalanılamamıştır. Bunun nedenleri, ekonomik ölçüde arıcılık yapılamaması, modern üretim tekniklerinin kullanılmaması, verimi yüksek arı ırklarının bulunmamasıdır (2). Bölge insanının, geleneksel yeme alışkanlıkları içerisinde yer alan balın, kahvaltısı içerisinde bulunmasına özen göstermiştir. İlimize de özellikle tarım alanlarının az olduğu bölgelerde yetiştiricilerin uğraştığı ve bütün aile bireylerince yapılabilen, kısa zamanda gelir getiren bir tarımsal üretim koludur. Anadolu insanının bir geleneği olarak çok eski dönemlerden beri yapılmakla birlikte, arıcılık bilim ve teknolojideki ilerlemelere bağlı olarak gelişme kaydetmiştir. Özellikle topraksız veya az topraklı yerlerde gelir sağlaması açısından sosyoekonomik öneme sahiptir. İlimizin coğrafik yapısı ve flora zenginliği, arıcılık yapılmasına elverişlidir. İlimiz de arıcılık yapan sayısında giderek artış görülmektedir. 30-40 yıl öncesine kadar çoğunlukla ilkel kovanlarla üretim yapılmaktayken, son 20 yıl içinde modern kovan kullanımına hız verilmiştir. Ancak, ilkel kovanlarla üretilen balın ülkemizde belirli bir kesim tarafından tercih edilmesi, bu üretimin tüketici isteklerine bağlı olarak sürdürüleceğini göstermektedir. Tablo 2. Diyarbakır İlinde Üretilen Bal Miktarı (Kaynak: DİE). YILLAR 2002 2003 2004 Koloni Sayısı (adet) 30 755 25 855 30 985 Bal Üretimi (ton) 399 815 336 115 274 573 İlimizde 2003 yılında kurulan Diyarbakır Arıcılar Birliği, yörede arıcılık yapan yetiştiricilerin bir araya getirilmesi ve sorunlarının ortak çözümü bağlamında arıcılığın gelişmesine önemli katkılar sağlamıştır. Birliğe şu ana kadar kayıtlı arıcı sayısı 433 kişi olup toplam kovan sayısı ise 97. 999 âdete ulaşmıştır (13.12.2011 tarihi itibariyle/Tablo–1). Bölgemizde arıcılık yapan yetiştiricilerin %90’nı “Gezgin Arıcılık” yapmaktadır (DAB, Aralık 2011). Arıcılık; bal, balmumu, arı sütü, arı zehri, polen ve propolis gibi insan sağlığı ve beslenmesi yönünden son derece değerli ürünler sunması yanında, bitkilerde sağladığı tozlaşma ile de tarımsal üretimlerin veriminde ciddi düzeylerde artışlar sağlamaktadır. Tarımsal üretimde sağlanan verim artışı direkt olarak üretici gelirlerine olumlu olarak yansımaktadır. 384 Tablo– 3 Diyarbakır ili arılı kovan sayısı YILLAR 2009 2010 2011 Koloni Sayısı (adet) 47 722 66 180 82 644 Bal Üretimi (ton) 143 166 Ton 198 540 Ton 289 540 Ton (22) Çermik ilçesinde Arıcılık Eğil ilçesi Modern arıcılık (Foto.K.Haspolat) Balın Değerlendirilmesi ve Pazarlama Üretilen balın yaklaşık %30-40’ı iç piyasada tüketilmekte, geriye kalan kısım ise il dışına pazarlanmaktadır. İlimizde üretilen balların işleneceği bir tesis olmadığından dolayı bal genellikle tüccarlara satılmakta buda yetiştiricilerin balı değerinin çok altına satmalarına neden olmaktadır. Son yıllarda arıcılığa destekle385 ler yapıldıysa da balın değerine satılamaması arıcılıktaki kar marjını ciddi oranda etkilemektedir. Karacadağ’da üçgül bitkisinden faydalanılarak arıcılık mümkünken yöre halkı bununla az ilgilenmektedir. Geven de ikinci istifade edilecek bir bitkidir.Ancak cehaletle halk bunu keserek yakacak halinde kullanmakta ve tahrip etmektedir.Geven çölleşmeyi engelleyici bir bitkidir,doğa dengesine katkıda bulunur .Geven korumaya alınmalı,alternatif olarak yöreye korunga ve ayçiçeği tohumu dağıtılmalıdır. Karacadağ arıcılıkta Hakkari’ye alternatif bir bölgedir,değerlendirilmelidir. Bu potansiyel dışarıdan gelen gezgin arıcılarca değerlendirilirken yöre halkı bundan az istifade etmektedir. Karacadağ’da arıcılığa alt yapı sağlayan bitkiler (9). Üçgül Geven 386 Arıcılığa başlarken arıcılık yapılacak bölge iyi seçilmeli,bölgenin bitki örtüsü ve iklimi arıcılık için uygun olmalıdır. Rakımı (denize olan yükseklik) yüksek olan yerlerde arıyı rüzgardan ve soğuktan korumak gerekir.Özetle arıcılar arıyı koyacakları yeri belirlerken,yerin günün büyük bir bölümünde güneş alması gerekir. Arılar o bölgenin güney tarafında olmalıdır. Kovanın yönü güney-doğu istikametinde olması gerekir (18). KAYNAKLAR 1. Bahri YILMAZ Zir. Yük. Müh. [email protected] 2. Olcay İlhan, Arıcılık ve Genel Durumu. Diyarbakır’da Tarım, Doğa ve Çevre Sempozyumu1. 3 Haziran 2010 Diyarbakır İl Gıda, Tarım ve Hayvancılık Müdürlüğü yayınları Cilt I, s: 300. 3. http://www.cinarziraat.com/aricilik/aricilik9.asp 4. Doç. Dr. Selçuk Ertekin Karacadağ Bitki Çeşitliliği, Subat 2002 – Diyarbakır. S: 88,101 Sürdürülebilir Kırsal ve Kentsel Kalkınma Derneği. 387 5. Prof. Dr. Kenan Haspolat. Diyarbakır’da Tarım ve Hayvancılığa Genel Bir Bakış, Diyarbakırda Tarım ve Hayvancılık, Diyarbakır’da Tarım, Doğa ve Çevre Sempozyumu1-3 Haziran 2010. Diyarbakır İl Gıda, Tarımve Hayvancılık Müdürlüğü Yayınları Cilt I. 6. Yrd. Doç Dr. Aydın ALP Diyarbakır Bitkisel Gen Kaynakları Diyarbakırda Tarım ve Hayvancılık Diyarbakır’da Tarım, Doğa Ve Çevre Sempozyumu1-3 Haziran 2010. Diyarbakır İl Gıda, Tarım ve Hayvancılık Müdürlüğü Yayınları, Cilt I, S:172 - 174. 7. http://www.alacamballari.com/ari-ve-aricilik.php?konu=55 asp 8. http://www.hayatbal.com/deli-bal-ihlamur-karakovan-geven-aycicek-bali. 9. Fotoğraflar. http://www.inciari.com 10.Ekoloji.Magazin.http://www.cicekansiklopedisi.com/kiymetibilinmeyen-bitki-geven/ 11. http://www.herdeva.com/index.php/ueruenlermz/geven-bali 12. http://www.webhatti.com/biyoloji/711984-keven-bitkisi.html 13.http://www.forumacil.com/aricilik-ari-alemi/255340-kolonileringezdirilmesi-flora-takibi.html 14.http://www.tcdownload.org/ziraat-tarim/29493-bal-arisinin-bitkiseluretimdeki-onemi.html 15.http://www.haberden.com/haber/20110621/Geven-balindaki-mucize.php 16.http://yeniarici.blogspot.com/2008/06/aricilik-malzemeleri.html 17.http://bercinyayalar.blogcu.com/organik-aricilik-nedir-ve-nasilyapilir/4193131 18.http://www.anzeraricilik.com/icerik.goster_24_aricilik-aricilik-nediraricilik-nasil-yapilir.html 19.www.tarim.gov.tr 20. İzgöer A. Z, 1999. Diyarbakır Salnameleri. Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi yay. evi, İstanbul, c: (4), s; 63. 22. Dilek Z., 2002. Lice. Diyarbakır, s: 57-63. 21. Yılmazçelik, İ., 1995. XIX. Yüzyılın İlk Yarısında Diyarbakır. TTK, Ankara, s: 314. 22. Fahri SAYLAK Karacadağ’da arıcılık. Karacadağ. 2012 388 YEM BİTKİLERİ TARIMININ ÖNEMİ Ferhat KIZILGEÇİ* Yem bitkileri tarımı, sürekli ve güvenli kaba yem üretiminin en önemli yoludur. Tarımsal faaliyetler içerisinde çok önemli bir yere sahip olan yem bitkileri tarımı, bitkisel ve hayvansal üretimin sigortası konumundadır. Tarım arazilerinde üretilen otlar öncelikle hayvanlar tarafından kullanılmakta et, süt vb. ürünlere dönüştürülerek bu ürünlerden de insanlar yararlanmaktadır. Yem bitkileri, ucuz bir kaynak olması, hayvanların mide mikro florası için gerekli besin maddelerini içermesi, mineral ve vitaminlerce zengin olması, hayvanların üreme gücünü artırması ve yüksek kalitede hayvansal ürün sağlaması bakımından hayvan beslemede önemlidir. Bu sebeple Kültür hayvanlarının değerli yem bitkileri ile beslenmesi ve onlardan bol, aynı zamanda değerli (kaliteli) ürünlerin alınması için gerekli olan çabanın gösterilmesi gerekmektedir. Tarım arazilerinin Türkiye’de ve Dünya’da kullanım durumuna göre çizelge incelendiğinde Avustralya’da toplam tarla alanları içerisinde yem bitkisi ekilişi oranının %49,8 ile en yüksek orana sahip olduğu, Ülkemizde ise bu oranın %3.1 ile en düşük orana sahip olduğu görülmektedir. Çizelge1 . Bazı ülkelerdeki toplam tarla arazisi, yem bitkisi ekim alanları ve yem bitkisi ekim alanlarının tarla arazisi içindeki oranları Ülke Avustralya Y. Zelanda ABD İngiltere Fransa Almanya İtalya Danimarka Hollanda Yunanistan Bulgaristan Romanya Türkiye Toplam Tarla Alanı (mil. ha) Yem Bit. Ekim Al. (mil. ha) Yem Bit. Ekim Or. (%) 50.3 1.5 175.2 5.7 18.5 11.8 8.2 2.3 1.0 2.7 4.4 9.4 23.8 25.1 0.2 40.2 1.4 4.8 4.3 2.5 0.7 0.3 0.3 0.3 1.6 0.7 49.8 15.7 23.0 25.4 25.8 36.5 30.2 30.2 31.4 11.7 6.3 17.0 3.1 Açıkgöz ve ark. (2005)’dan alınmıştır. *Bismil İlçe Gıda, Tarım ve Hayvancılık Müdürlüğü, DİYARBAKIR 389 Tarla bitkileri üretim sistemleri içerisinde teknik olarak yem bitkileri üretimi için ayrılan alanın %20-30 arasında olmalıdır. Ülkemizdeki %3,1’lik oran ile konunun son derecede önemli olduğu kolayca anlaşılmaktadır. Yem bitkileri tarımının önemini başlıklar halinde sıralayacak olursak eğer. EKİM NÖBETİNDEKİ YERİ Yem bitkileri sadece, hayvanlarımızın yem kaynağı olarak düşünülemez. Onların tarımda kullanılması sonucunda daha başka bir çok faydalar ortaya çıkmaktadır. Örneğin, toprağın verimini kaybetmeden, hatta bu verimi artırarak ileride ülkede üretilecek ürünlerin bol ve üstün kaliteli olması, yem bitkilerinin ekim nöbetinde yer almasına bağlıdır. Bu bitkilerden en yeni ve amaca en uygun yöntemlerden faydalanılması sonucunda, toprak yüzünde bol ve değerli yem elde edilecektir. Toprağın içinde ise, baklagiller familyasından yem bitkilerinin kökleri üzerinde bir dekarda 10-20 kilo kadar saf azot bağlanacaktır. Azotun oluşumu bu yem bitkilerinin köklerinde yaşayan bakteriler tarafından yapılmaktadır. Toprağın içindeki havanın serbest azotunu alan bakteriler, onu bitki köklerinde oluşturdukları yumrucuk (nodozite)’larda toplarlar. Türkiye’de 444.000 hektar yonca, 520.814 hektar fiğ, 117.603 hektar korunga, 52.000 hektar burçak ve mürdümük olmak üzere toplam 1.134.962 hektar baklagil yem bitkisi yetiştirildiğini kabul edersek, ülkemizin bir yılda ne kadar azot kazancı olduğu hesaplanacak olursak Bir dekarda bu bitkilerle en az 10 kilo azotun toprakta biriktiğini kabul edilirse eğer Elde edilen azot, içinde yüzde 20 azot bulunan amonyum nitrat gübresinin 50 kilosu ile eşdeğerdir. Böylece, 113.496.200 kilo saf azot toprakta birikmiş oluyor. Bu kadar azotu ancak 567.481.000 kilo amonyum nitrat gübresi ile elde edilebilinir. Her yıl bir milyon dekardan fazla pamuk, bir buçuk milyon dekar da mısır ekimi ilk baharda yapılmaktadır. Bütün bu alanlar ekim ayından nisan ayına kadar boş beklemektedir. Buralarda sonbaharda dekara 10 kilo fiğ ekilerek nisan ayında bir dekardan en az 1500 yerine göre, 2000-2500 kilo yeşil fiğ otu elde edilebilir. Bu alanların her yıl boş kalması ülkenin büyük kaybıdır. Toprağın çeşitli derinliklerinde ve bitki köküne bağlı olarak bulunan azot, yağışlarla veya sulama suyu ile kolayca yıkanıp gitmez. Halbuki amonyum nitrat gübresinin fazla sulama ve yağışlar ile yıkanıp toprağın derinliklerine gittiği bilinmektedir. Taban suyuna karışan nitratın insan sağlığındaki zararları hiçbir zaman gözden uzak tutulamaz Amerika Birleşik Devletlerinde bir litre suda 45 ppm ve Avrupa’da da 50 ppm den fazla nitratın bulunması, insan sağlığı için zararlı olarak kabul edilmiştir. Görülüyor ki, yem bitkilerinin yetiştirilmesi hayvan yemi olarak kullanılması dışında daha önemli işlerin de başarılmasına yardım etmektedir. 390 ORGANİK MADDEYİ ARTIRMASI Yem bitkilerinin toprak içinde kalan kökleri ile toprağın organik maddesini artırmaları onların bir başka özelliğidir. Türkiye’de tarım arazilerinin genel olarak organik madde içeriği bakımından çok zayıf olduğu bilinmektedir. Bitki gelişmesinin sınırlı olduğu kurak bölge koşullarında durum daha da önem kazanmaktadır. Bütün baklagiller familyasından yem bitkileri, özellikle, yonca gibi çok gelişmiş kuvvetli kökleri olan türlerin toprak içinde bıraktıkları kök kalıntıları toprakların organik madde oranını geniş ölçüde arttırır. Yoncanın bir dekarda bıraktığı kök kalıntısı 1-2 ton kadar olabilir. Tarımımızda çevrenin korunması ve çevre kirliliğinin önlenmesinde yem bitkileri özel bir yere ve değere sahiptir. Ekim nöbetinde kullanılan bu bitkiler tarlanın boş kaldığı dönemlerde tarlanın yüzünü kaplayarak su ve rüzgarın etkisi ile oluşan erozyondan toprağı korurlar. Bütün kış boyunca boş bırakılan ve ilkbaharda mısır veya pamuk ekilecek 2-3 milyon dekar alan fiğ ekilerek aşınıp taşınmadan korunabilir. Çok yıllık yonca ve korunga gibi bitkiler de toprağın yüzünü sürekli bir şekilde örterek, onun aşınıp taşınmasını önlerler. Çevrenin korunmasındaki etkilerinden başka, yem bitkileri köklerinde biriktirdikleri azot ile toprağın doğal olarak gübrelenmesine yardım ederler.Buna karşılık, fabrikalarda azot üretilirken, sarf edilen büyük enerji ve ortaya çıkan tonlarca fabrika atıkları çevre kirliliğini artırmaktadır. HASTALIK VE ZARARLILARDAN KORUMASI Yem bitkilerinin tarımımızdaki önemli faydalarından birisi de ekim nöbeti ile bazı böcek ve hastalıkların yayılmasının önlenmesidir. Bir böcek buğday üzerinde yaşar onun üretimini azaltır. Bazen bütün ürünü yok eder. Buna karşılık, aynı böceğin yonca üzerinde hiçbir zararlı etkisi yoktur. Yonca ekim nöbetine girerse, bu zararlı böceğin etkili olduğu buğday ve belli bazı bitkiler üzerinde yaşaması, yayılması önlenmiş olur. Örneğin, buğday üzerinde yaşayan pas hastalığı da ekim nöbeti sayesinde geniş bir yayılma gösteremez. Böylece, yem bitkilerinin tarımda ortaya çıkan önemli ekonomik ve çevreyi koruyucu etkileri küçümsenemez. Zararlı böcek ve hastalıklardan kurtulmak için sarf edilen emek, para ve zamanı düşünürsek konuyu daha iyi aydınlatmış oluruz. Burada onların bir de çevrenin kirlenmesini önlemedeki faydalarını gözden uzak tutmamalıyız. Bir çok böcek ve hastalıkların önlenmesinde kullanılan ilaçların bitkilerdeki kalıntılarının insan sağlığı üzerindeki olumsuz etkileri bilinmektedir. Bu ilaçların kullanımında yeterince titizlik gösterilmez ve dikkatli olunmazsa, ortaya çıkacak felaketlerin önü alınamaz. Yem bitkilerinin zararlı böcek ve hastalıklardan korunmadaki doğal faydası, böylece daha iyi anlaşılmaktadır. 391 TUZLU TOPRAKLARIN ISLAH EDİLMESİ Yem bitkilerinin tuzlu toprakların ıslahında önemli rolleri vardır. Tuzlu ve alkali topraklar pek çok kültür bitkisinin gelişmesine elverişli değildir. Toprakta fazla miktarda bulunan çözülebilir tuz anyon ve katyonları, yetiştirilen bitkilerin köklerine ulaşırsa, kök hücrelerinin plazmalarında çatlamalar olur (Akalan,1968). Bu yüzden tuzlu toprakların ıslahı iki adımda yapılabilir. İlk adımda, topraklar tuzsuz sularla yıkanır. Tuz ve alkalinin yıkanmasından sonra, tuza dayanıklı yem bitkileri yetiştirilebilir (Elçi, 1961). Yetiştirilen yem bitkileri, başka bitkilerin yetişme olanağı olmayan, tarla tarımında kullanılamayan toprakları değerlendirir, büyük ekonomik faydalar sağlarlar. Elde edilen değerli hayvan yemleri, ülkedeki hayvan yemi açığının kapatılmasında önemli derecede yardımcı olur. Yem bitkileri bol miktarda kök artığı bırakarak toprağın fiziksel yapısını düzeltirler. Böylece, tuz ve alkalinin etkisi azaltılır. Sonuçta, toprak ıslah edilerek diğer kültür bitkilerinin yetişmesine elverişli duruma getirilir. Yanlış ve bilgisizce sulamalar sonucunda tarlalarda tuzlulaşma, çoraklaşma görülmektedir. Güneydoğu Anadolu (GAP) bölgesinde, endüstri bitkileri yetiştirilen arazilerde, fazla sulama yüzünden tuzlulaşma başlamıştır. Sadece, GAP bölgesinde 60 bin hektar alanın tuzlulaştığı bildirilmektedir. Etkili, bilgili ve planlı önlemler alınmadıkça, üreticilerimize, köylülerimize çok yönlü yayım programları ile konunun ülkemizin geleceği bakımından önemi anlatılmadıkça, rakamın gün geçtikçe büyümesi kaçınılmaz bir sonuç olacaktır. Bu toprakların ıslahı için tuza dayanıklı yem bitkilerine büyük ölçüde ihtiyaç duyulmaktadır. Tuzlu ve alkali tarlalarda yem bitkilerinin ekilmesi, toprağın ıslahında önemlidir. Böyle topraklara tarımsal jips verildikten sonra yem bitkilerinin yetiştirilmesi daha elverişli sonuçlar verebilir. YEŞİL GÜBRE OLARAK KULLANILMASI Yem bitkileri yeşil gübre olarak tarımda önemli faydalar sağlar. Yeşil gübre amacı ile yetiştirilen ve çiçeklenme döneminde sürülüp toprağa gömülen baklagillerden yem bitkileri köklerinde havanın serbest azotunu tespit ederek toprağı azot bakımından zenginleştirirler. Kendilerinden sonra ayni tarlaya ekilen bitkiye böylece çok faydalı olurlar. Toprak bitekliğini arttırırlar, mineral maddeleri hareketli duruma getirirler.Toprakta organik madde miktarını çoğaltırlar. erozyon ile oluşan toprak kaybını azaltırlar. Toprağın fiziksel yapısını düzenlerler. Birçok besin maddelerinin yıkanıp gitmek yolu ile azalmasına engel olurlar. Genellikle, yeşil gübre bitkilerinin toprağın özelliklerinde elverişli çok büyük değişiklikler oluşturduğu bilinmektedir. Yeşil gübre bitkilerinin sürülerek toprağa gömülmesi ile topraktaki organik madde miktarının artışını, toprak ıslahı bakımından daima dikkate almak gerekir. Özellikle, kuvvetli köklü ve toprak üstü organları, dal ve yaprakları iri, bol olan, yeşil gübre yapmak için yetiştirilen, yem bitkileri toprağın derin tabakalarındaki besin maddelerinden faydalanırlar ki, bir çok kültür bitkisi kökleri ile bu derinlikteki besinlere ulaşamaz. Kökleri kuvvetli olan 392 yeşil gübre bitkileri toprağın derinlerinden aldıkları besinlerle gelişir. Toprağa sürülüp karıştırıldıkları zaman da bu maddeleri diğer kültür bitkileri için elverişli bir duruma getirmiş olurlar .Yeşil gübre bitkisi amacı ile kullanılan yem bitkileri, aşınıp taşınmayı önlemek için örtü bitkisi olarak da yetiştirilebilirler. Çok yıllık ve sülük (stolon) veya köksap (rhizom)’lı bitkiler bu amaçla daha etkili olurlar. ARI MERASI OLARAK KULLANILMASI Baklagiller familyasından bir çok yem bitkisinden, balözü ürettiği için arı merası olarak faydalanılmaktadır. Korunga bitkisinin çiçeklenme döneminde arıların daha fazla bal üretmeleri için arı kovanları korunga tarlalarının kenarına yerleştirilmektedir. Korunga çiçeklerinin yapısı (morfolojisi) arıların çiçeğe konması ve özellikle balözü (nektar)ne ulaşmasına kolaylık sağlar. Yoncada arılar için iyi bir balözü bitkisidir. Yabancı ülkelerde arıcılar ile yonca üreticileri, özellikle yonca tohumu üreten yetiştiriciler anlaşarak, yoncanın çiçeklenme döneminde arı kovanlarını tarla kenarlarına yerleştirirler. Bir yandan arıcılar özel tadı ve kokusu (aroması) olan bal üretirler, diğer taraftan yonca tohumu üretiminde bol ve değerli tohum elde edilir. Sonuç olarak Yem bitkileri tarımının gelişmesi hem alan hem de üretim artışı ile gerçekleşir. Bu nedenle öncelikle mevcut tarla arazisi içindeki yem bitkileri ekim alanları arttırılmalıdır. Bunun yanı sıra ülkemizde nadasa bırakılan arazi miktarı, birçok Avrupa ülkesindeki toplam tarla arazisi miktarından daha yüksektir. Nadas uygulamasının yapıldığı fakat yağışın 400-450 mm veya daha yüksek olduğu yerlerde, mutlaka uygun yem bitkileri ekim nöbetine alınarak yem bitkisi yetiştirilmelidir. Ayrıca mevcut yem bitkileri ekim alanlarında uygun karışımlar kurarak ve bilimsel yetiştirme teknikleri kullanılarak verimlilik arttırılmalıdır. KAYNAKLAR Açıkgöz E., R. Hatipoğlu, S. Altınok, C. Sancak, A. Tan ve D. Uraz. 2005. Türkiye Ziraat Mühendisliği VI. Teknik Kongresi, 3-7 Ocak 2005, Ankara. Akalan İ.,1968. Toprak (Oluşu, yapısı ve özellikleri) A.Ü.Z.F. Yay: 241, Ders Kitabı: 80. A.Ü. Basımevi, Ankara Elçi Ş., 1961. Buğdaygil Çayır Otları ve Baklagillerden Yem Bitkilerinin Tuza Dayanması (L. Bernstein’den çeviri). Topraksu Gn. Md. Neşriyatı, Sayı: 116 C. 7. 393 SIĞIRCILIK İŞLETMELERİ İÇİN BARINAK VE EKİPMANLAR İbrahim Halil ÖRCAN* Murat TOMAR** 1. YARI AÇIK SİSTEM SÜT SIĞIRLARI BARINAKLARININ KURULUMU VE MAKİNA EKİPMANLARI Süt sığırları için yapılacak barınaklar eldeki imkânlara göre ve arazinin şekline göre planlanarak yapılmalıdır. İlimizde kışların sert geçmesinden dolayı barınakların kapalı sistem yapılması gerekmektedir. Barınağa dinlenme alanı maliyeti yükselttiğinden ve hayvanın fazla dolaşıp ta enerji harcamasına sebep olmasından dolayı kaçınılmalı ve hayvanlar tamamen kapalı bir ortamda bağlı olarak bulundurulmalıdır. Yemlikler betondan yapılabileceği gibi ahşaptan da yapılabilmektedir. Yemlikler 40 cm derinlikte tünel şeklinde yapılmalı ve barınağın duvar kenarlarına getirilerek hayvanların birbirlerine sırtların dönük olması gerekmektedir. Bu uygulama gübrenin kürek ile temizlenmesine de olanak sağlamaktadır. Bağlı duraklı olacaklarından hayvanların yem yedikleri kaplara sularının verilmesi gerekmektedir. Bu sistem ile suluklarında maliyetinden kazanılmış olunacaktır. Ülkemizde barınakların yapılması için herhangi bir izin alınması gerekmemektedir. Bu nedenle evinize yakın hatta aynı parselde işletme kurulması güvenlik açısından önemli ve gereklidir. Demek isterdik ancak; Yukarıda belirtilen hususlar Avrupa Ülkeleri arasında en fazla hayvana sahip olmamıza rağmen en pahalı eti ve sütü tüketme nedenimizdir. Bunun yanında üreticilerinde kâr etmesini engelleyen sebeplerdir. Bu yazıyı kaleme almamıza İlimizde gördüğümüz bu eksikler sebep olmuştur. Yazımızda siz değerli yatırımcılara, üreticilere ve teknik personellere karlı bir süt hayvancılığı yapmak için barınakların inşasında uyulması gerekli olan kurallara değinilecektir. Öncelikle süt sığırcılığına mali varlıkta düşünülerek kaç baş ile başlanılacağına karar verilmesi gerekmektedir. Kârlı bir hayvancılığa 50 baş ve üzerinde bir kapasite ile başlanılması gerekmektedir. 3-5 hayvan ile kârlı bir süt sığırcılığı yapılması imkansızdır. 50 baş olması işletmenin girdi ve çıktı dengesini üreticinin lehine çevirecektir. Girdi ve çıktı piyasasında söz sahibi olmasına katkı sunacaktır. Kapasite seçildikten sonra barınağın yapılacağı arazinin seçimine geçilerek arazin özellikleri incelenmelidir. Öncelikle parselin kadastro da yola cephesi olması *E- posta: [email protected] ** E-mail: [email protected] 394 ruhsat alınması için gereklidir. Kadastro haritalarında yola cephesi olmayan parsellere ruhsat verilmemektedir. Dolayısıyla hibe, teşvik ve kredi gibi olanaklardan yararlanılmaz. Ardından ana yollara ve Pazar imkânları ile elektrik ve su imkânların bulunup bulunmamasına veya ucuza mal edilmesine bakılmalıdır. Önceden barınakların güneye meyilli olan arazilere kurulması istenilirdi ancak; güneye meyilli olan arazilerde gece ve gündüz sıcaklık farklarının çok olmasından dolayı vazgeçilmiştir. Bunun yerine arazilerin düz bir alanda olması hem sıcaklık farklarının azalması hem de temel girdilerinin azalmasından dolayı istenilmektedir. Toprak yapısının geçirgen bir yapıya sahip olması ve zeminin sert olması arzu edilmektedir. Parselin şeklinin düzgün olması daha iyi bir işletme planlanması için gereklidir. Büyüklük olarak ise kapasite göz önüne alınarak her sağmal hayvan için 100 m²’lik bir parsel büyüklüğü gereklidir. 50 baş olarak yapılacak bir barınak için 5.000 m² yani 5 dekarlık bir arazi yeterlidir. Eğer ileride kapasitenin artırılması düşünülüyorsa parsel seçimi ulaşılmak istenilen kapasiteye göre yapılmalıdır. Belli bir kapasite ve uygun arazinin bulunması ile ruhsat işlemlerine geçilmelidir. Ruhsat işlemleri mücavir alan sınırları içerisinde Belediyelerden dışında ise İl Özel İdaresinden alınmaktadır. Ruhsat İşlemleri 3194 sayılı İmar Kanununa göre yapılmaktadır. İmar Kanununun 27.Maddesi hayvancılık işletmelerinden söz etmektedir. MADDE 27 – Belediye ve mücavir alanlar dışında köylerin köy yerleşik alanlarında, civarında ve mezralarda yapılacak konut, entegre tesis niteliğinde olmayan ve imar planı gerektirmeyen tarım ve hayvancılık amaçlı yapılar ile köyde oturanların ihtiyaçlarını karşılayacak bakkal, manav, berber, köy fırını, köy kahvesi, köy lokantası, tanıtım ve teşhir büfeleri ve köy halkı tarafından kurulan ve işletilen kooperatiflerin işletme binası gibi yapılar için yapı ruhsatı aranmaz. Ancak etüt ve projelerinin valilikçe incelenmesi, muhtarlıktan yazılı izin alınması ve bu yapıların yöresel doku ve mimari özelliklere, fen, sanat ve sağlık kurallarına uygun olması zorunludur. Etüt ve projelerin sorumluluğu müellifi olan mimar ve mühendislere aittir. Bu yapılar valilikçe ulusal adres bilgi sistemine ve kadastro planlarına işlenir. Köy yerleşik alan sınırları dışında kalan ve entegre tesis niteliğinde olmayan ve imar planı gerektirmeyen tarım ve hayvancılık amaçlı yapıların yapı ruhsatı alınarak inşa edilmesi zorunludur. Tarım ve hayvancılık amaçlı yapıların denetimine yönelik fenni mesuliyet 28 inci madde hükümlerine göre mimar ve mühendislerce üstlenilir. Onaylı üst kademe planlarda aksine hüküm bulunmadığı hallerde köy yerleşik alan sınırları içinde, jeolojik açıdan üzerinde yapı yapılmasında sakınca bulunan alanlar ile köyün ana yolları ve genişlikleri, hâlihazır harita veya kadastro paftaları üzerinde il özel idarelerince belirlenir. Belirlenen yollar, ifraz ve tevhit suretiyle uygulama imar planı kararı aranmaksızın kamu yararı kararı alınarak oluşturulur. Köy yerleşik alan sınırı içerisinde, 3/7/2005 tarihli ve 5403 sayılı Toprak Koruma ve Arazi Kullanımı Kanunu hükümleri uygulanmaz. Köy yerleşik alan sınırlarının parselleri bölmesi durumunda yerleşik alan sınırı 5403 sayılı Kanun 395 hükümlerine tabi olmaksızın ifraz hattı olarak kabul edilir. İl çevre düzeni planında açıkça belirtilmediği takdirde, ihtiyaç duyulması halinde, köyün gelişme potansiyeli ve gelişme düzeyi de dikkate alınarak köy yerleşik alan sınırları ve özel kanunlara ilişkin hükümler saklı kalmak kaydıyla bu alanlarda yapılaşma kararı ve ifraz şartları belediye sınırı il sınırı olan yerlerde büyükşehir belediye meclisi, diğer yerlerde il genel meclisi kararı ile belirlenir. Tespitler kadastro paftasına işlenerek tapu sicilinde belirtilir. İhtiyaç duyulması halinde mevcut köy yerleşik alan sınırları il genel meclislerince yeniden belirlenebilir. İmar planı olmayan köy yerleşik alanı sınırları içerisinde köyün ihtiyacına yönelik olarak ilk ve orta öğretim tesisi, ibadet yeri, sağlık tesisi, güvenlik tesisi gibi yapılar için imar planı şartı aranmaz. Ancak yer seçimi, valilikçe oluşturulan bir komisyonca hâlihazır harita veya kadastro paftaları üzerinde kesin sınırları ile belirlenir. Bu yapı ve tesislere uygulama projelerine göre ilgili yatırımcı kamu kurum ve kuruluşu adına yapı ruhsatı ve yapı kullanma izni verilir. Bu maddenin uygulanmasına ilişkin hususlar Bakanlıkça hazırlanan yönetmelikle belirlenir. Yukarıdaki madde özetle Köy yerleşik alanı ve civarında yapılacak hayvancılık tesisleri için ruhsat istenilmemesi gerektiğinden söz etmektedir. İl Özel idarelerin izin almak için parsele ait 1/5000 lik kroki, tapu fotokopisi, diğer hissedarların (varsa) muvafakat nameleri ve 1/25000’lik harita ile müracaat edilmesi gerekmektedir. Bu madde kapsamında yapılan yapılarda çatı yüksekliği 6,5 metreyi geçmemeli ve toplam arazinin % 40’ı kadar inşaat alanı ayrılmalıdır. Ruhsat alınabilmesi için diğer kurumlardan olumlu görüş yazıları gelmesi gerekmektedir. Olumlu görüş yazıları geldikten ve belirtilen parselde inşaat yapılmasına engel bir sebep olmadığı anlaşıldıktan sonra mimari projelerin çizimine geçilmelidir. Mimari Projeleri Mimar veya İnşaat Mühendisi yapmaktadır. Ancak bu teknik personellerin yapının sağlıklı olması il ilgili görevleri vardır. Hayvan refahı için projelerin çiziminde bir Tarımsal yapılar veya Zootekni bölümü mezunu Ziraat Mühendisine ihtiyaç vardır. Yapılacak olan işletmede barınak, gübre çukuru, silaj çukuru, yem depoları, idare binası ve sağım ünitesi ile soğutma tankının bulunacağı bir yapı olmalıdır. 1.1. BARINAK Barınak kapalı, açık ve yarı açık tipte yapılabilmektedir. İlimiz için uygun olan yarı açık tip barınak olmasından dolayı yazımızda sadece bu barınağın özelliklerine değinilecektir. Yarı açık tip barınaklarda genellikle kuzeydeki duvar kapalı diğer duvarlar açık olarak yapılmaktadır. Yada barınağı çevreleyen duvarın 1,5-2 metre yüksekliğinde örülerek diğer yüksekliğin çatıya kadar pencere alanı olarak bırakıl396 masından oluşmaktadır. Yarı açık tip barınaklarda çatı yüksekliği 3,75 ile 4,00 metre arasında olması gerekmektedir. Yarı açık sistem barınaklarda aşağıdaki bölmeler bulunmalıdır; A - Dinlenme alanı: Her hayvan için 6- 9 m² B - Gezinme alanı: Her hayvan için 10 m² C - Yemlik: Her hayvan için 75 cm D - Yem yolu: 3,5 metre eninde barınak boyunca E - Gübre yolları: 3,6 ve 3,0 metre eninde barınak boyunca Dinlenme alanları içerisinde hayvanların durakları ve gübre yolları bulunmaktadır. Bir barınakta durak bulunması hayati öneme sahiptir. Duraklar galvanizli demirden yapılmaktadır. Boyutları sağmal bir inek için 120* 240 cm’dir. Her hayvan için bir adet durak hesabı yapılmalıdır. Duraklar ortasında yem yolu olan ve ikiye bölünmüş bir barınakta her bölmede bir sıra yapılabileceği gibi iki sırada yapılabilmektedir. İki sıralı yapılan barınaklarda duraklar arasında gübre yolu olması tercih edilmelidir. Baş başa yapılan iki sıralı duraklarda yatakların gübreden kirlenmesi çok görülmektedir. Duraklar gübre yolunda 20 cm yükseklikte ve baş kısmına göre %2 meyille yapılmalıdır. Durakların zeminine kauçuk yatak yerleştirilmelidir. Kauçuk yatak memenin kirlenmesini engelleyip, ineklerimizin mastitis olmasını önler ve soğuk zamanlarda ineklerimizi korur. Süt Sığırları Barınaklarında Durak ve Yataklar 397 Dinlenme alanını bölmelerden oluşturmak gerekmektedir. Bu bölmeler çiftçiliğin yönetimi için gereklidir. Süt verim ortalaması 30 litre/gün’den az olan hayvanlar için ve fazla olan hayvanlar için ayrı bölmeler yapılmalıdır. Böylece yemleme daha kolay pratik olarak yapılacak ve süt verimlerine göre yemleme yapılmış olacaktır. Bu bölmelere her 20 baş için 1 dönerli kaşınma fırçası ve soğuk bölgeler için 1 donmaz suluk yerleştirilmelidir. Don problemi olmayan yerler için ise bireysel suluklar kullanılmalıdır. Bireysel Suluk Donmaz Suluk Kaşınma Fırçası Gezinme alanları hayvanların temiz hava ve güneşten yararlanmaları ve rahatça gezinebilmeleri için ayrılan bölümdür. Bu alan soğuk rüzgarlardan korunmuş olmalıdır. Tabana beton dökülmesi faydalıdır. Ancak yüksek maliyetinden dolayı yapılması gerekmemektedir. Gezinti alanlarına tümseklerin yapılması dışa doğru %1-2 meyil yapılması idrar birikimini ve çamur oluşumunu engelleyecektir. Gezinti alanların etrafı en az 1,20 metre yüksekliğinde korkuluklarla kapatılmalıdır. 398 Serbest duraklı ahırlarda barınak boyunu belirlemede etken yemliktir. Yemlik her hayvan için 65-75 cm olmalıdır. Yemlikler ineklerin yem alımını kolaylaştıracak şekilde yapılır. Yemliklerin enleri 70 cm olmalıdır. Yemlik hayvanın ayak bastığı noktadan 5-10 cm daha yüksekte olması gerekmektedir. Yemlik tabanı silaj gibi asitlere karşı fayans veya koruyucu bir madde ile kaplanmalıdır. Günümüzde barınaklarda kilit sistemi kullanılmaktadır. Bu sistem ile hayvanların birbirlerine üstünlük sağlamaları engellenerek, bakım işlerini kolaylaştırmaktadır. Kilit yemliğin en büyük avantajı da sağımdan dönen hayvanları 1 saat ayakta bekletmesidir. 399 Yem Kilit Sistemi Gübre yolu işçilikten tasarruf etmek için gübre sıyırıcı sistem ile birlikte olmalıdır. Gübre yolunun ortasından zincir veya halatın geçebileceği 5 cm’lik bir açıklık bırakılarak, U demiri ile sabitlenmelidir. Sıyırıcı tabanı hayvanların kaymaması için baklava dilimi şeklinde şekillendirilmelidir. Gübre yolu yemlik kısmında hayvanların kolay hareket edebilmeleri için 3,60 metre iki durak arasında ise 3,00 metre olarak genişlik ayarlanmalıdır. Gübre sıyırıcı 2 adet oluşmakta ve takım olarak satışa sunulmaktadır. Barınaklara sıcak bölgelerde fazla soğuk bölgelerde ise perde kullanılabilmektedir. Burada dikkat edilmesi gereken nokta serinletme ekipmanlarının yemliklerin üst kısmına kurulması, perdelerin ise aşağıdan yukarıya doğru hareket ettirilmesidir. 400 Barınağın çatı kısmında en az 60 cm’lk bir mahya açıklığı bırakılması havalandırma için gereklidir. Son günlerde çatı malzemesi olarak sandviç panel kullanılmakta ve iyi sonuçlar alındığı bildirilmektedir. 1.2. GÜBRE ÇUKURU Gübre çukuru barınak içerisinde hayvanlar tarafından oluşturulan dışkının biriktirilmesi için kullanılmaktadır. Gübre sıyırıcılar vasıtasıyla kanallara getirilen gübre ve idrar gübre çukurunda biriktirilerek muhafaza edilmektedir. Gübre çukurunun üst kısmı barınağın tabanı ile aynı mesafede yapılmaktadır. Toprak altına yapılan gübre çukurunun 3 metre eninde yüksekliğinde yapılması gerekmektedir. Gübre çukuru tamamen beton erme olarak yapılmaktadır. 3 metre eninde yapılan gübre çukurunun orta kısmına beton bölme konması gübre karıştırıcının işini yapmasını kolaylaştıracak ve çukurda gübrenin tabana yapışarak kalıplaşmasını engelleyecektir. Ayrıca çukurun uç kısımlarının aşağıdaki şekilde ki oval yapılması da gübre pompasının randımanını artıracaktır. Gübre çukurunun üst kısmında gübrenin gireceği pencere açıklıkları ile seperatör, gübre pompası ve gübre karıştırıcı için pencere bölmeleri bırakılması gerekmektedir. Gübre çukurunun boyu kapasite ile belirlenmektedir. AB standartlarına göre her baş hayvan için 0,025 m³ gübreyi 6 aylık depolayacak ve sındırmaz özellikte olması gerektiği bildirilmiştir. Dolayısıyla her hayvana 4,5 m³’lük bir depo hacmi hesaplanmalıdır. Gübre çukurunun boyunun barınağın boyunu geçtiği durumlarda 2 adet veya daha fazla yapılabilir. Bu tür durumlarda çukurların birbirinde bağımsız olması sağlanmalıdır. 401 1.3. SİLAJ ÇUKURU Silaj çukuru Süt sığırcılığının vazgeçilmezi olan silajın muhafazası için gerekli bir yapıdır. Silaj toprak üstüne yığın şekilde depo edilebileceği gibi daha da iyisi beton erme yapılar içinde 2-3 yıl boyunca tazeliğini kaybetmeden de saklanılabilir. Toprak üstüne yapılan yığınlarda ise bu süre 1 yılı geçmemektedir. Silaj çukurları beton erme yapılarda genişliği traktörün çalışabileceği 3,54 metre genişliğinde ve yüksekliği de 2 metre olarak yapılmalıdır. Genişliğin hesaplanmasında barınak kapasitesi göz önüne alınmalıdır. Mısır ve diğer silajlar açıldığı anda 25 cm’lik bir kısmın tüketilmesi gerekmektedir. Uzunluğu hayvan sayısına göre ayrıca hesaplanmalıdır. Çok uzun olan yapılarda araya bölme duvar koymak suretiyle birkaç bölüm yapılabilir. Silaj çukurlarının inşasında en önemli nokta bölmeler arasında ve kenarda olan duvarların kalınlıklarıdır. Duvarlar alt kısımda üste doğru incelerek yapılmalıdır. Alt kısımda 40 cm olarak yapılan duvarın tepe noktası 20 cm olmalıdır. Bu şekilde inşa edilen silaj çukurunda silajın baskısı esnasında hava kalmamakta ve silaj daha uzun süre muhafaza edilmektedir. Silaj çukuru arkadan öne doğru %1-2 eğimli yapılarak ön taraftaki platforma drenaj kanalı yapılmalıdır. 402 Silaj çukurunun boyunu barınağın kapasitesi belirlediği önceden belirtilmişti. Süt sığırlarının kaba bir tabirlerle günde 20 kg silaj tükettiği ve tüketimin yılın 300 günü boyunca olacağı varsayımıyla; Bir süt sığırı yıllık ortalama 6 ton silajlık mısır tüketir. İyi sıkıştırılmış bir silajın 1 m³’ü ortalama 750 Kg gelmektedir. Dolayısıyla her baş için 8 m³’lük bir silaj alanı bırakılmalıdır. 1.4. YEM DEPOLARI Süt Sığırcılığı işletmelerinde kesif yem(torba yem, dane yem, yoğun yem, konsantre yem, karma yem gibi isimlerde kullanılabilir) ve kaba yem(samanlık v.s.) gibi yem depoları bulunmaktadır. Silaj çukuru da aynı zamanda yem deposu olarak adlandırmaktadır, ancak yapı itibariyle kesif ve kaba yem depolarından farklı özellikte olmasında dolayı sınıflandırılması farklı yapılmıştır. Kaba ve kesif yem depoları bitişik aynı çatı altında yapılabileceği gibi farklı yapılar olarak ta düşünülebilir. Buradaki en önemli konu yem depoları ile barınağın yem dağıtma yolunun koordineli olarak yapılması birbirilerine yakın olmasıdır. 403 Yem depoları açık, kapalı ve yarı açık olarak yapılabilmektedir. İşçiliğin ve maliyetin az olmasından dolayı yarı açık tercih edilmesi daha avantajlıdır. Yükseklik 5,00 metreye kadar yapılabilmektedir. Balyaların ve torba yemlerin istiflenmesinde gruplar arasında boşluk bırakılması; haşere ve küf kontrollerinde avantaj sağlayacağı unutulmamalıdır. Kesif yemlerini kendi işletmesinde yapacak olan işletmeler aşağıdaki resimde görülebildiği gibi yem depolarının bitişiğine silo yapmaları gerekmektedir. Kesif yemlerini kendi işletmelerinde karşılayacak olan işletmeler kırıcı karıştırıcı veya yem hazırlama makinesi ile rasyonları oluşturabilmektedirler. Yem depolarının büyüklükleri yine barınak kapasitesi ile doğru orantılıdır. Her sağmal baş hayvan için 3 m² kaba yem deposu 1 m²’de kesif yem deposu yapılmalıdır. Kaba yem deposunun yüksekliği 5,00 metre kesif yem deposunun yüksekliği ise en az 3,00 metre olmalıdır. Kesif yem deposunun yüksekliğini arttırmaya gerek yoktur. Zira yem torbaları yönetmeliklere göre en fazla 10 torba üst üste bırakılabilmektedir. 404 1.5. SAĞIMHANE Sağımhane süt üretim çiftliğinin en can alıcı noktasıdır. Hem planlanmasına hem de yapılmasına özen gösterilmelidir. Sağımhane yapımında yapılan hataların sonucu ağır olmakta ve geri dönüşü ya çok maliyetli yada imkansızdır. Şöyle ki; sağımhane planlanırken süt sığırların barınaktan çıkıp sağımhane geleceği yönlendirme yollarının yanlış yapılması iş gücünü en az 3’e katlamaktadır. Ya da duraklar arasına verilecek mesafelerin doğru yapılmaması durumunda hayvanlar duraklara sığamayacaktır. Mesafelerin fazla bırakılması ise ek maliyetlere yol açacaktır. Bu nedenle sağımhanelere geliş ve gidişler iyi planlanarak barınaktan gelecek ve barınağa gidecek olan yönlendirme yollarının iyi hesaplanması gereklidir. Sağımhaneler 3 kısımdan oluşmaktadır. Bunlardan birincisi sağım odasıdır. Sağım odasında sabit süt sağım sistemi bulunmakta ve hayvanlar ortadaki çukurun iki yanına alınarak sağım gerçekleşmektedir. Sağılan sütler 2. kısma yani süt soğutma tankının bulunduğu odaya gitmektedir. 3. kısım ise makine odasıdır. Bu odada sağım ünitesi soğutma tankına ait olan makineler bulunmaktadır. Sürü tanımlama sisteminin kullanılması halinde bilgisayarda bulunmaktadır. Süt sağım odasının planlanması: Sağım odaları kullanılacak olan sağım sistemine göre planlanmalıdır. Balıkkılçığı, Paralel sistem olmak üzere çeşidi bulunmaktadır. Paralel sistem balıkkılçığı sisteme göre hızlı çıkış üstünlüğü bulunmakta ancak maliyeti çok yüksek olmasından dolayı yazımızda balıkkılçığı sisteme yer verilmiştir. Balıkkılçığı sisteminde sağımcının duracağı 2 metre eninde bir sağım çukuru ve bu çukurunun sağında ve solunda 1,60 metre eninde sağım platformları bulunmaktadır. Sağımhanenin boyunun hesaplanmasında yine kapasite göz önüne alınacaktır. Giriş ve çıkışlar için 3 metre her hayvan için ise 1,10 metre boyunda hesap yapılmalıdır. Sağımhanenin zemini ve 1,5-2,0 metre boyunda duvarları fayans olmalıdır. Sağımcı çukurunda ve sağım platformlarında su tahliye yerleri bırakılmalıdır. Hayvanların çıkış kapılarında 1*1 metre ebatlarında ve 15-20 cm derinliğinde dezenfeksiyon havuzu kurulması gereklidir. Balıkkılçığı sistemler barınak kapasitesine göre 2*4, 2*5, 2*6,-2*12 gibi sistemlerde yapılmaktadır. Barınak kapasitesine göre kullanılacak sağım ünitesinin tipleri aşağıda verilmiştir. 405 Barınak Kapasitesi Kullanılacak Ünite 50-96 Baş 2*4 97-120 Baş 2*5 121-144 Baş 2*6 145-192 Baş 2*8 193-240 Baş 2*10 241-300 Baş 2*12 İşletmenin sütünün temiz, sağlıklı ve hijyenik olması arzu ediliyor ise işletmeye süt soğutma tankı alınmalıdır. Süt soğutma tankı da kapasite ile doğru orantılı ve aşağıda şekildedir; Barınak Kapasitesi Kullanılacak Tankı 50-60 Baş 1500 litre 61-80 Baş 2000 litre 81-120 Baş 3000 litre 121-160 Baş 4000 litre 161-200 Baş 5000 litre 201-240 Baş 6000 litre 241-320 Baş 8000 litre Süt soğutma tankları yatay ve dikey tipte olmaktadırlar. 1,5 ve 2,0 tonluk tanklarda dikey tip diğerlerinde yatay tiptir. 406 1. 6. DİĞER YAPILAR Planlı yapılacak işletmelerde yukarıda bahsedilen ana yapılar dışında aşağıda bulunan yardımcı yapılarında bulunması gerekmektedir. 1. 6. 1. Karantina, Doğum ve Revir Bölümü Hasta, yaralı ve gebe durumda olan hayvanları için ayrı bir bölme yapılmalıdır. Bölmeler her hayvana 1 adet olarak planlanmalı ve içerisine suluk ile yemlik bırakılmalıdır. Bölmelerin sayısı toplam kapasitenin % 10’u kadar olmalı ve 3,65*3,65 ebatlarında yapılmalıdır. Doğum bölmelerinin zemininin yumuşak dokulu bir malzeme ile kaplı olması gerekmektedir. 1. 6. 2. Yükleme Rampası İşletmeye getirilen veya işletmeden gönderilen hayvanların nakillerinin kolay yapılabilmesi için yükleme rampası kullanılması önerilir. Yükleme rampasının portatif ve hareket edebilen bir özellikte olması işleri kolaylaştıracaktır. 1. 6. 3. Dezenfeksiyon çukuru İşletme girişine 20-25 cm derinlikte bir dezenfeksiyon çukuru yapılması işletmeye hastalık bulaşması engellemeye katkıda bulunacaktır. 407 1.6.4. Buzağı ve Dana Barınakları Sığır yetiştiriciliğinin ekonomik başarısı, büyük oranda buzağı kayıplarının azlığına bağlıdır. Buzağı yaşamının ilk 4 ayı en kritik dönemdir. Dünyadaki ortalama buzağı ölüm oranı, solunum yolu enfeksiyonu ve ishale bağlı olarak %1011 arasında değişmektedir. Kayıp oranının azaltılması için, buzağılara uygun çevre koşullarının sağlanması gerekir. Bu amaçla buzağı barınaklarının planlanmasına önem verilmelidir. Buzağılara uygulanan bir takım barındırma tipleri bulunmaktadır. Bunları, geleneksel ve yeni sistemler olarak iki ana gruba ayırabiliriz. Geleneksel barınma, sıcak ahırlar şeklinde düzenlenmekte, ahır içerisinde yeterli havalandırma bulunmadığından koku, mikrop sorunu ve ısı birikimi görülmektedir. Genellikle bağlı duraklı küçük işletmelerin ahır sisteminde buzağılar, sağılır ineklerle birlikte aynı ortamda barındırılmaktadır. Bu durum hastalıklarla mücadelede sorun yaratmaktadır. Bu sistemin özellikle büyük sürülerde farklı biçimde düzenlenmesi gerekir. Buzağılar dış hava koşullarına kolaylıkla uyum sağlayabilir. O nedenle açık havada barınmaları mümkündür. Buzağılar ilk günlerde bireysel barındırılmalıdır. Bireysel bölmelerde buzağıların birbirlerini emmesi engellenmekte, ağız sütünü almaları ve kontrolleri kolay olmaktadır. Yaklaşık 2 hafta bu bölmelerde kalan buzağılar daha sonra grup bölmelerine alınmalıdır. Çünkü buzağıların birlikte yaşamaya alışmaları ve kesif yeme hızlı alışmaları arzu edilir. Günümüz modern süt sığırı yetiştiriciliğinde, doğal ortamın hakim olduğu yalıtımsız barındırma sistemleri buzağı-dana ahırı olarak önerilmektedir. 1.6.5. Düve ve Kurudaki İnek Barınakları Belli büyüklükteki işletmelerde sürü yenileme yada satış amaçlı düvelerin, kuruya çıkan ineklerin barındırılması amacıyla ayrı ahırların planlanması gerekebilir. 408 Sür sığırı işletmelerin de,toplam sağılır sürünün %15’i ya da 1/6’sı yıl içerisinde düzenli bir işletmecilik yapılabilmesi için kuruya ayrılmalıdır. Düve ve kurudaki ineklerin barınmasında işçilik ve yem ekonomisi sağlamak amacıyla, hayvanların isteklerini karşılayan, yapı ekonomisine uygun barınak tipleri planlanmalıdır. Düve ve kurudaki inekler için serbest açık, serbest duraklı ve eğik tabanlı ahır sistemleri ahır tipi olarak planlanabilmektedir. Küçük işletmelerde ise sağılır inek ahırların bir bölümü bu hayvanlar için düşünülebilir. 1.6.6. Yollar İşletmede bulunan binalar arasıdaki yolarında önemi bulunmaktadır. Yem Depolarına giden yolların kamyon geçişine uygun olması ve yükleme boşaltma yapabilmesi için 10 m mesafede olması gerekmektedir. 1.7. DİĞER ALET VE EKİPMANLAR 1.7.1. Yem Karma ve Dağıtma Römorku İşletmede bulunan hayvanların yem ihtiyaçları karşılamak için yem karma ve dağıtma römorku kullanılabilir. Yem karma ve dağıtma römorkuna rasyonda bulunan kesif ve kaba yemler bırakılarak yem yolundan yemliklere yemler dağıtılmaktadır. 1.7.2. Buzağı kulübeleri Buzağılar için toplu barınma sistemleri yapılmadığı zamanlarda buzağı ölümlerini minimuma indirmek için işletmede bulunan boğa altı inek sayısının %7’si kadar buzağı kulübesi alınması gerekmektedir. Buzağılar buzağı kulübelerinde 2 ay kalmaktadırlar. 409 Bunların dışında süt sığırı işletmelerinde kullanılabilecek bir çok alet ve ekipman bulunmaktadır. Bunlar arasında katı ve sıvı gübreyi birbirinden ayıran seperatör, idrar dağıtma tankı, katı gübre dağıtma römorku, silaj ve balya makineleri, hayvan serinletme ekipmanları, sürü tanımlama sistemi, rasyon programları, jeneratörler, ilaçlama pülverizatörleri, Süt test kapları, burunsallıklar, hayvan travayı, doğum arabası v.s.gibi. Süt sığırcılığı yapmaya karar veren girişimciler öncelikle fizibilite çalışması yaparak kapasitelerine karar vermeleri gerekmektedir. Aşağıda 50,100,150 ve 300 başlık işletmeler için örnek barınak planları bulunmaktadır. 410 411 412 413 414 415 SÜT VE BESİ ÇİFTLİĞİ MAKİNE EKİPMANLARI Murat TOMAR* GİRİŞ Tarımsal Mekanizasyon, tarım alanlarını geliştirmek, her türlü tarımsal üretim yapmak ve tarımsal ürünlerin değerlendirilmesi işlemlerini yerine getirmek amacı ile kullanılan her türlü enerji kaynağı, mekanik araç ve gerecin tasarımı, yapımı geliştirilmesi, dağıtımı, pazarlaması, yayımı, eğitimi, işletilmesi ve kullanılması ile ilgili konuları içermektedir. Tarımsal mekanizasyon bir üretim teknolojisidir. Tarımsal Mekanizasyonun Faydaları; 1. Üretimde yeni teknoloji uygulamalarına imkan sağlamak. 2. Üretimi doğa koşullarına bağımlı olmaktan mümkün olduğunca kurtarmak ve daha nitelikli ürün elde etmek. 3. Üretim işlemlerini en uygun süre içerisinde tamamlayarak, gecikmeden doğan ürün kaybını önlemek. 4. Kırsal kesimde çalışma koşullarını daha rahat, çekici ve güvenli bir duruma getirmek ve tarım işçilerinin iş verimini yükseltmek. 5. Bir yandan tarımsal ürün artışı, diğer yandan tarım araçları sanayiindeki gelişmeler ile yeni iş alanlarının açılmasına imkan sağlamak. 6. İnsan ve hayvan gücü ile başarılamayan tarımsal işlemleri makine gücü ile başarmak ve yeni alanların tarıma açılmasını sağlamak. Tarımda mekanizasyon ve ileri teknoloji kullanımı ile üretimdeki verimlilik, yani üretim girdileri başına çıktıların daha fazla olmasını sağlanmakta ayrıca ürün kalitesinde artış olmaktadır. Bu sonuç, özellikle tarıma dayalı sanayi başta olmak üzere diğer sektör yatırımları için kaynak oluşturmasının yanı sıra tarım alanında istihdam olan nüfusu tarımdan diğer sektörlere geçişe zorlamaktadır. Tarımsal nüfus ve işgücü azaldıkça üretimde insan işgücünün yerini mekanizasyon almakta, ayrıca üretim ve verimlilik değerleri artmakta, işletme ölçekleri büyümekte ve bütün bunlar bir yandan mekanizasyonu zorunlu hale getirirken, diğer yandan mekanizasyon yatırımları için gerekli kaynakları oluşturmaktadır. *E-mail: [email protected] 416 Tarımsal mekanizasyon, tüm üretim teknolojilerinin uygulanabilmesi ve söz konusu uygulamaların niteliğinin artırılabilmesi için zorunlu ve gereklidir. Ayrıca yeni teknolojilerle birim alanda sağlanan yüksek nitelik ve nicelikli üretim, tarımsal mekanizasyon yardımıyla zamanında tamamlanabilir. O halde, her yeni teknolojinin ileri tarımsal mekanizasyon uygulamalarına gereksinim gösterdiği söylenebilir. Tarım Makineleri Sektörü, makine sektörü ile çiftçiyi buluşturan, çiftçi emeğini azaltan ve verimi artıran bir sektördür. 417 418 419 ORGANİK HAYVANCILIKTA ZEOLİTLERİN KULLANIMI ŞENTÜRK DEMİREL1 Ramazan DEMİREL1 İlhan DORAN 2 ÖZET Ülkelerin gelişmesine paralel olarak alım gücü yüksek bir tüketici kitlesi meydana gelmektedir. Daha önceleri artan nüfusun beslenebilmesi için entansif üretim teşvik edilirken, günümüzde özellikle bebeklerin beslenmesinde tamamen doğal şartlarda üretilen, herhangi bir katkı maddesi içermeyen ürünler tercih edilmektedir. Gerek bebek maması üreticilerinin ve gerekse yüksek gelire sahip kitlelerin doğal gıdalara yönelik talebi organik tarımı ve dolayısıyla organik hayvansal ürünlere olan talebi artırmıştır. Organik hayvansal üretimde; hayvan ırkları, yetiştirme koşulları, barınaklar ve kullanılan yemlere dikkat edilmesi gerekmektedir. Organik tarım yönetmeliğinin izin verdiği istisnalar hariç antibiyotik, hormon vb. katkı maddesi hayvan yemlerinde kullanılmaz. Kalıntı bırakan bu tarz yem katkı maddeleri yerine yeni nesil yem katkı maddeleri (antibiyotik yerine kekik, toksin bağlayıcı yerine zeolit vb.) organik hayvansal üretimde kullanılmakta, birim alandaki hayvan yoğunluğu seyreltilip, zorunlu aşılar yapılmaktadır. Son yıllarda toksin bağlayıcı, kötü koku giderici, performans artırıcı, yumurta kabuk kalitesini iyileştirici etkilerinden dolayı henüz herhangi bir olumsuz etkisi tespit edilmeyen doğal zeolit çeşitleri organik hayvansal üretimde de güvenle kullanılmaktadır. Anahtar kelimeler: Organik hayvancılık, doğal zeolit, hayvansal üretim, yem D.U Ziraat Fakültesi Zootekni Bölümü, Diyarbakır. D.Ü. Ziraat Fakültesi Toprak Bölümü, Diyarbakır. E- posta: [email protected] , [email protected] , [email protected] 1 2 420 USING OF NATURAL ZEOLITES IN ANIMAL PRODUCTION ABSTRACT: While countries developing, income levels of peoples are also increasing. Intensive animal production have been preferred in order to meet food requirements of increasing population in the past decades. Nowadays, organic farming is taking place of intensive convansionel farming. Organically produced raw materials are getting preferred especially in baby foods. Organic foods are getting popular because of increasing demand of natural foods in higher incomed peoples and baby foods. At the same time organic animal products are being preferred as a new trend. Animal bred, rearing conditions, shelters and animal feeds can be considered in organic animal production. Density of animals should be decreased in unit area, some essential vaccines are performed. According to Organic Farming Regulation; hormone, antibacterial etc. supplements are not used in animal feeds. In organic farming, new generation feed additives like medicinal and aromatic plants (as antimicrobial), zeolite (as toxin binder) etc., are used instead of residual conventional feed additives. Nowadays, zeolites have been using in organic animal production because of it’s toxin binder, better animal performance, good smell of shelter, increasing egg-shell quality effects. In addition there were no negative effect on animal health. Key words: Organic farming, natural zeolite, animal production, feed. 1.GİRİŞ Dünya nüfusunun artışına bağlı olarak tarım ürünlerine artan talep, bitkisel üretim gibi hayvansal üretimde de entansif üretime dönüşe neden olmuştur. Entansif üretimde birim alandan yüksek miktarda ürün alınması öncelikli olduğundan hayvansal üretimde çeşitli katkı maddeleri bilinçsizce kullanılmaya başlanmış ve sağlık kriterleri ikinci plana atılmıştır. Nitekim yoğun ve bilinçsiz ilaç kullanımı hayvansal ürünlerde ilaç kalıntısına neden olmuş ve bu ürünleri tüketen insanlarda sağlık sorunları ortaya çıkmıştır. Hijyenik hale getirilememiş kesimhane yan ürünleri ve kadavra unları ilaç kalıntıları içerdiğinden bunların yem olarak kullanımı; hayvan ve insanlarda nitrat zehirlenmeleri, kanser vakaları, ölümcül dejeneratif bir sinir hastalığı olan Creutzfeldt Jacop (CJ) ve deli dana hastalığına (BSE) neden olmaktadır. Bu nedenle günümüz hayvancılığında doğal ürünlerin kullanıldığı organik hayvancılığa talep artmıştır. Organik hayvancılık; kaliteli, sağlıklı ve risksiz ürün 421 talebine yönelik, çevre dostu üretim tekniklerini içeren, kontrollü ve sertifikalı olarak gerçekleştirilen bir üretim faaliyetidir (1, 2, 3). Organik hayvancılığın temel ilkeleri; uygun damızlık ve ırk seçimi, uygun barınak koşulları, sağlıklı hayvan yetiştiriciliği ve organik yemle beslemedir (4). Günümüzde karma yemlerde kullanılan katkı maddelerinin pahalı olmalarının yanı sıra, bilinçsiz kullanımları sonucu hayvanlarda ve hayvansal ürünleri tüketen insanlarda sağlık sorunları ortaya çıkmıştır. Son yıllarda hayvan sağlığını bozmayan, verimi artıran yem katkı maddelerinin hayvan beslemede kullanımları üzerine çalışmalar artmış olup, bu anlamda kullanılan doğal mineral kaynaklardan birisi de zeolittir. Zeolitler bir mineral grup ismidir. Volkanik küllerin su ortamında değişime uğraması sonucunda oluşurlar. Son 200 yılda 50 çeşit doğal zeolit ve 200’den fazla sentetik zeolit tanımlanmış ve 9 zeolit mineralinin doğada büyük miktarlarda ve oldukça saf rezervler olarak bulunduğu anlaşılmıştır. Bunlar; analsim, klinoptilolit, şabazit, eriyonit, ferriyonit, hölandit, lomantit, mordenit ve filipsittir. Dünyada rezerv olarak en çok bulunan ve teknolojik özellikleri en iyi olanlardan biri Klinoptilolit olup, suyu, gazları ve metal iyonlarını bünyesinde değişebilir durumda tutabilen, zararlı elementler içermeyen, 750 0C kadar sıcaklığa, asit ve bazlara (pH:1,5-11) dayanabilen doğal bir mineraldir (5). Doğal zeolit klinoptilolit mineralinin organik hayvancılıkta yem katkı maddesi olarak kullanımına Türkiye’de Tarım ve Köy İşleri Bakanlığı Organik Tarımın Esasları ve Uygulanmasına İlişkin Yönetmeliğin 10 Haziran 2005 tarihli 25841 sayılı kanunun Ek7/D.6 maddesine göre; Avrupa Birliğinde ise Avrupa Yem Komisyonu tarafından 16 Haziran 1999 yılı 70/524/EEC direktifi ile izin verilmiştir (6). 2. ZEOLİT MİNERALİNİN ÖZELLİKLERİ Zeolitlerin yapıları bal peteği veya kafese benzeyen, değişebilir katyonlar ve su ihtiva eden, 2–12 Ao boyutlarında milyonlarca kanal ve boşluklardan ibarettir. Bünyesindeki boşluklara kolayca girebilen ve yer değiştirebilen sıvı ve gaz molekülleri ile toprak alkali iyonlarından ileri gelen “moleküler elek’’ yapısındadır. İyon değişimi özelliği nedeniyle hayvanlarda bir katyonu absorbe ederken diğerini desorbe etmek suretiyle bir tampon görevi yapar. Bazı kil minerallerinden farklı olarak suda çözünmeyen, bulundukları ortamda uzun süre bozunmadan kalabilen, katyon değişim kapasitesi yüksek minerallerdir. Örneğin 100 g toprakta; kil KDK 30 meq, turban 150 ve zeolit 195 meq dır. Doğal zeolit mineralleri içinde klinoptilolit türü lifsi olmayan mineral yapısı, zararlı elementler içermemesi ve kalitesinin yüksekliği nedeniyle organik hayvancılıkta yaygın olarak kullanılmaktadır (7). Doğal zeolit klinoptilolit; alkali ve toprak alkali katyonlardan Na, K, Ca ve Mg vb. elementleri içeren sulu alüminosilikatdır (Çizelge 1). 422 Çizelge 1. Klinoptilolit mineralinin kimyasal yapısı (6) Kimyasal İçerik Oran (%) SiO2 CaO Fe2O3 Al2O3 K 2O MgO Na2O TiO2 MnO LOI* SiO2/ Al3O2 65-72 2.5-3.7 0.8-1.9 10-12 2,3-3.5 0.9-1.2 0,3-0.65 0-0.1 0-0.08 9-12 5.4-6.0 LOI: ateşte kayıp Dünyada zeolit üretici ülkeler; ABD, Japonya, Kanada, Avustralya, Küba, Çin, eski SSCB, İtalya, Macaristan, Bulgaristan ve Kore’dir. Türkiye’nin zeolit rezervi 45.8 milyar ton olup, zeolit yatakları Ankara, Kütahya, Manisa, İzmir, Balıkesir ve Kapadokya’da bulunmaktadır (8). Doğal zeolitler hayvan beslemenin haricinde; gübreleme ve toprak hazırlanması, tarımsal mücadele, toprak kirliliğinin kontrolü, atık suların, baca gazlarının ve petrol sızıntılarının temizlenmesi, oksijen üretimi, kömürden elektrik enerjisi üretiminde, doğal gazların saflaştırılmasında, güneş enerjisinden faydalanmada, petrol ürünleri üretiminde, maden aramada, kâğıt endüstrisiyle, inşaat, sağlık ve deterjan sektörlerinde de yaygın olarak kullanılmaktadır. Dünya zeolit tüketimi yılda 750 bin ton olup, bunun %70’i deterjan, %10’u adsorban, %8’i desikan üretiminde, %8’i ise diğer alanlarda kullanılmaktadır (9). 2.1. Hayvan Beslemede Kullanımı Zeolitlerin 1965 yılından beri besi yemlerinde kullanımı konusunda yapılan çalışmalarda; %1.5-15 arasında değişen düzeylerde karma yemlere katılmasının hayvan sağlığını bozmaksızın canlı ağırlıkları artırdığı kaydedilmektedir. Beside genellikle klinoptilolit ve mordenit çeşitleri kullanılır, yem katkı maddesi olarak kullanılan zeolitler %75-85 oranında klinoptilolit içermeli ve bor içeriği 10 ppm’ den düşük olmalıdır (8). Klinoptilolit yemlere katıldığında; toksinleri tutup, yemdeki besleyici maddeleri absorblamasıyla daha etkin bir yem tüketimi sağlar, hazmı kolaylaştırır ve besin maddelerinin daha etkin bir şekilde tüketimini sağlar. Klinoptilolitin yem değerini arttırmasıyla üretim maliyeti düşmekte ve besi süresi kısalmaktadır. Keza sindirim sistemine girdiği andan atılıncaya kadar devamlı iyon değişimi yapar ve aktif kalır. Alüminosilikat yapı bozulmadığından da, sistemde birikmez, kana karışmaz ve tamamı vücut dışına atılır. 423 Doğal zeolitler diğer yem içerikleriyle (vitamin, antibiyotik, iz elementler veya fosfatlar) interaksiyona girmezler (10), yem dönüşüm oranı, performans ve yem tüketimi üzerine aflatoksinin olumsuz etkilerini minimize ederler (11, 12), hayvanların karaciğerlerindeki mikotoksin konsantrasyonlarını azaltırlar (12, 13) ve hayvan sağlığını iyileştirip, biomass (bağırsaklarda sindirilemeyen bir mannanoligosakkarit) üretimini arttırırlar (14). Klinoptilolit, yüksek oranda nem ve yağı bünyesinde depolayabilmektedir. Bu nedenle yemlerde depolama sırasında nemden kaynaklanabilecek oksidasyon ve küflenmeyi engeller. Rasyon enerjisinin arttırılması için ilave edilen sıvı yağların yemden serbest bırakılmasını ve depoda okside olmasını engeller. Yem hazırlanmasında çok iyi bir pelet bağlayıcı ve kekleşmeyi önleyici olarak görev yapar ve peletlerin depolanma ve taşınmasındaki kırılmayı azaltır (15). Klinoptilolit, geviş getiren hayvanların işkembelerinde oluşan amonyağı absorbe ederek, mikroorganizmaların protein sentezi için ihtiyaç duydukları azotun kesintisiz olarak ortamda bulunmasını sağlar. Ayrıca absorbsiyon gücü ile rumende oluşabilecek aşırı amonyağı tutarak hayvanı toksik düzeydeki amonyak birikimine karşı koruyabilmekte ve gaz sıkışmalarını azaltmaktadır. Dışkının nem içeriği azaltılarak, barınak içerisindeki kötü koku oluşumunun engellendiği, sinek larvalarının sayısının azaltıldığı bildirilmiştir. Yapılan deneylerde yemlerine klinoptilolit eklenen hayvanlarda ishal vakalarında bariz azalma görülmüş ve Eylül 1995’den beri içerisinde saflaştırılmış klinoptilolit bulunan bir ilaç olan Enterex, Cuban ilaç kontrol şirketi tarafından ishal kesici bir ilaç olarak kabul edilmiştir (16). Altlık olarak 5-8 mm kalınlığında klinoptilolit serildiğinde; zemin çamurlaşmaz, sürekli ıslak ve soğuk altlık üzerinde yatmaktan kaynaklanan ishal vakaları önlenir, hayvanların ayakları çatlamaz (8). 2. 2. Kanatlı Kümes Hayvanlarında Kullanımı Klinoptilolit, kalsiyumun işlerliğini arttırdığından yumurtaların kabuk kalitesini iyileştirir, kabuksuz veya çatlak yumurta oluşumunu engeller. Keza yumurta kabuklarının pürüzsüzlüğünü önler, doğal bir renk kazandırır, raf ömrünü uzatır ve verimi düşen yaşlı hayvanlardan standarda yakın verim alınmasını sağlar. Hayvanların kemik yapılarını destekleyerek, özellikle broyler yetiştiriciliğinde görülen bacak kusurlarını ortadan kaldırır, sürünün birörnekliğinin bozulmasını engeller, ölüm oranlarını azaltıp, verimi arttırır ve dışkının su içeriğini azaltır. Altlıkların ve dışkının kuru olması, kümes havasının temiz olmasını sağlar ve hayvanları hastalıklara karşı korur (17). Nitekim broyler rasyonlarına %2, altlıklarına ise 2 kg/m2 klinoptilolit uygulanan çalışmada büyüme ve altlık kalitesi üzerine klinoptilolitin olumlu etki yaptığı belirlenmiştir (18). Volkanik kökenli klinoptilolit (en az %85 klinoptilolit ve en fazla %15 feldispat, mika ve kil içeren, kuvars ve fiber içermeyen volkanik orijinli sulu 424 kalsiyum alüminoksit formunun broyler yemindeki oranı en fazla 20 g/kg seviyesinde olmalıdır (19). Broyler rasyonlarına %1 ve %2 düzeylerinde klinoptilolit eklenen bir çalışmada (20), hayvanların sağlık durumlarının iyi olduğunu, ölüm oranının düştüğünü, yemden yararlanmanın diğer gruplarda iyi olmakla birlikte; %2 klinoptilolit verilen grupta kötüleştiğini, fakat canlı ağırlık üzerine olumlu etki gösterdiğini, kümesteki amonyak oranını % 30 oranında azalttığını, klinoptilolittin tavukların yaşıyla orantılı olarak arttırılmasının uygun olduğu bildirilmiştir. Yumurta tavuğu rasyonlarına katılan %1.5 oranındaki doğal zeolitin yumurta verimini arttırdığı, %2.5-3.5 oranlarındaki zeolitin istatiksel olarak önemli olmamakla birlikte, yem tüketimini düşürdüğü ve dolayısıyla yemden yararlanma üzerine olumlu etki yaptığı tespit edilmiştir (21). Yumurta tavuğu rasyonlarına geç dönemde %1, 2 ve 3 düzeylerinde doğal zeolit ilavesi, hasarlı yumurta oranını azaltmıştır (7). Yumurta tavuğu rasyonlarına %3.5 Ca + %2 seviyelerinde klinoptilolit uygulanmasının yumurta ağırlığı ve yem tüketimini artırdığı, yemden yararlanmayı ise %6.25 oranında iyileştiği bildirilmektedir (22). Broylerlerde rasyona 15 g/kg klinoptilolit eklenmesinin aflatoksinin olumsuz etkilerini önemli derecede azalttığı (12), %1.5 - 2.5 klinoptilolit eklenmesinin serum Ca ve P seviyelerini değiştirmediği, materyalin inert formda olduğunu ve toksisite göstermediğini ve %1.5 seviyesinin aflatoksinin toksik etkilerine karşı %2.5 seviyesinden daha koruyucu bulunduğu bildirilmiştir (23). Broyler rasyonlarına % 1.5-2.5 seviyelerinde klinoptilolit ilavesinin patolojik değişiklik oluşturmadığı, nispi organ ağırlıklarını etkilemediği, timus ağırlığının %1.5 seviyesinde arttığı bildirilmiştir (24). 2. 3. Büyükbaş Hayvanlarda Kullanımı Zeolitler ruminantların bulunduğu ortamlardaki idrar ve dışkıdan kaynaklanan amonyak ve metan kokusunu absorbe ederek, özellikle genç hayvanlarda bu gazlardan kaynaklanan olası zatürre hastalığını ve verimde azalmayı önlemektedir. Zeolitlerin hayvan altlıklarında kullanılmaları ile nem absorblanarak, ahırın daha temiz olması sağlanmakta ve haşere oluşumu önlenmekte veya azaltılmaktadır. Rumende açığa çıkan amonyumu tutup, iyon değiştirici özellikleri nedeniyle kontrollü olarak ortama bırakırlar. Bu yavaş salınım sayesinde işkembedeki mikroorganizmaların devamlı ve kontrollü biçimde çoğalmasıyla, hayvan beslemede büyük öneme sahip olan bakteriyel proteinin oluşumu sağlanır. Yüksek amonyak konsantrasyonları toksik olabilir ve böylece bağırsak epitel hücrelerinin bozulmasını arttırabilirler. Yemlerle alınan doğal zeolitler, pH’yı ve gastrointestinal salgıları tamponlama kapasitesini ayarlar. Keza ince bağırsak epiteli boyunca taşınmayı, 425 bakteriyel floranın kompozisyonunu ve bakteriyel ürünlerin rezorbsiyonunu, vitaminleri ve mikro elementleri etkiler (25). Zeolitler amfoteriktir, asit ve alkali ortamlarda çözülebilirler fakat onların çözülebilirlikleri genellikle sindirim sisteminde düşüktür. Tüketilen zeolitte bulunan serbest alüminyumun çok az miktarı bağırsaklardan emilir (26, 27). Doğum sonrası buzağıların ağız sütüne kg canlı ağırlık başına 1g klinoptilolit eklenmesinin; solunum, ishal problemleri ve antibiyotiklerin kullanımını azalttığı, immunoglobülin absorbsiyonu, total proteinler, demir ve bakırın kandaki miktarını ise arttırdığı bildirilmiştir (28). 10 ve 184 günlük buzağıların kaba yemlerine %5 doğal zeolit katılması sonucu canlı ağırlıkta %20 artış olduğunu, hayvanların iştahının açıldığını, daha hızlı büyüdüklerini ve ishal vakalarının azaldığını, daha fazla yem tüketimine rağmen, birim ağırlık artışı için yem masrafının daha düşük olduğunu, keza doğal zeolitin bazı amino asitlerin azotunu adsorblayıp, onları stabilize etmesiyle 1 kg karkas üretimi için gereken enerjiyi azalttığını, bazı zeolitlerin yemden yararlanmayı %0.5 - 2 oranında arttırdığını belirlemişlerdir (29). Besi sığırlarında konsantre yeme %1.5 oranında doğal zeolit katılmasının besi performansı ile kesim ve karkas özelliklerini olumlu yönde etkilediği tespit edilmiştir (30). Besi yemine %2 düzeyinde doğal zeolit katılması sonucunda; canlı ağırlık artışının, yem tüketiminin ve yemden yararlanma oranının daha iyi olduğu gözlenmiştir (31). Kuru dönemdeki süt ineği rasyonlarına %0, 1.25 ve 2.5 düzeylerinde klinoptilolit eklenmesiyle; serum mineral seviyesinin değişmediğini, doğum felcinin şiddetinin azaltılmasında düşük maliyetli bir tedavi olarak kuru dönemin son ayında %2.5 seviyesinde kullanımının uygun olacağı belirtilmiştir (32). 2. 4. Küçükbaş Hayvanlarda Kullanımı Zeolitin rumende üreden çözünen amonyağın fazlasını (%15’e kadar) depolayıp, zehirlenmeye karşı koruduğu belirlenmiştir (27). Erkek merinos kuzularında üreli rasyonlara %2.5, 5 ve 7.5 düzeylerinde zeolit eklenmesinin yapağı mukavemetini artırdığını bunun da zeolitin yapısında Ca, P ve Si’un bulunması sebebiyle olduğunu belirtmişlerdir (33). Kuzuların %2 klinoptilolit içeren rasyonla beslenmesiyle; ağırlık kazancının arttığı, karkas özellikleriyle, serum Na, K ve P değerlerini etkilemediği bildirilmiştir (34). Kuzu rasyonlarına %2 ve %4 düzeyinde klinoptilolit eklenmesinin; canlı ağırlık artışı, yem değerlendirme, nisbi organ ağırlıkları ile karaciğerdeki mineral seviyelerini etkilemezken, yem tüketimini önemli seviyede etkilediği bildirilmiştir (35). Kuzu rasyonlarına %2 - 4 oranlarında doğal zeolit eklenmesiyle; canlı ağırlığın, kandaki üre ve amonyak azotu düzeylerinin arttığı, rumen sıvısındaki üre 426 ve amonyak azotu düzeylerinin ise azaldığı saptanmıştır (36). Koyun rasyonlarına klinoptilolit ilavesiyle, organofosfat zehirlenmelerine karşı rumen florasının korunduğu bildirilmiştir (37). Sindirim sistemine gastrointestinal nematodların verildiği kuzu rasyonuna %3 klinoptilolit ilavesinin; nematodlarla mücadelede etkili olduğu, ilaçların et ve sütteki kalıntılarının yok edilebileceği, canlı ağırlığı arttırdığı, yemden yararlanma oranının ise 3.97’ten 4.26’ya çıktığı bildirilmektedir (38). 2. 5. Ratlarda Kullanımı Wistar ratları üzerinde yapılan bir çalışmada rasyona %5 düzeyine kadar doğal zeolit ilavesinin; embriyotoksik etkisinin olmadığı, yavrularda büyüme ve gelişme üzerine olumsuz bir etki yapmadığı tespit edilmiştir (39). %0.5 klinoptilolit kullanılmasının gebe ratlarda embriyonik gelişim üzerine hiçbir toksik etkisi olmadığı ve canlı ağırlığı etkilemediği bildirilmiştir (40). Fare rasyonlarına %12.5 ve %25 düzeylerinde klinoptilolit eklenmesinin canlı ağırlık artışı, karaciğer ve böbrek fonksiyonlarına bir etkisinin olmadığını, klinoptilolitin toz formunun bağırsaklarda daha az irritasyona neden olduğunu bildirilmiştir (41). Rat rasyonlarında Tunus montmorillonit kilini 400, 600 ve 800 mg/kg canlı ağırlık seviyesinde kullanıldığı bir çalışmada (42), hayvan sağlığı üzerine zararlı bir etkisinin olmadığını bildirilmiştir. Spraque dawley ratlara 8 hafta süreyle karma yemle, %6 seviyesine kadar klinoptilolit verilmesinin; nispi organ ağırlığı, yem tüketimi ve yem değerlendirme etkinliğini değiştirmediği, bu seviyeye kadar hayvan sağlığını ve verimini olumsuz etkilemeksizin güvenle kullanılabileceği belirlenmiştir (43). 2. 6. Domuzlarda Kullanımı Domuz yemlerine %2 klinoptilolit eklenmesinin amonyağı %24.6 oranında azalttığı, canlı ağırlık artışı ve yem dönüşüm oranını önemli derecede arttırdığı (44), domuz yavrularına %2 seviyesinde klinoptilolit verilmesinin, hayvanların sağlık durumları, yem tüketimi, canlı ağırlık artışı ve kan plazma parametrelerini etkilemezken, yemden yararlanma oranını kötüleştirdiği ve ishali önlediği (45), keza domuz rasyonlarına %2 klinoptilolit eklenmesinin yem tüketimini etkilemeden canlı ağırlığı artırdığı ve yemden yararlanmayı önemli derecede azalttığı bildirilmiştir (46). 427 3. SONUÇ VE ÖNERİLER Doğal zeolitler; hayvan barınaklarında altlıklara eklenerek, ortaya çıkan amonyak gazını absorbe etmek suretiyle amonyağın hayvan sağlığı üzerindeki olumsuz etkisini gidermede, yemlere katıldığında; mikotoksinleri bağlayarak ve mikroorganizmaları etkisiz hale getirerek, antibiyotiklerin kullanımının azaltılmasında, yemdeki besleyici maddeleri absorblamasıyla daha etkin bir yem tüketimi sağlamada, yem değerlendirme sayısını iyileştirmede, canlı ağırlığı, yumurta ve süt verimini artırmada, büyükbaş hayvanlarda doğum felcinin şiddetini azaltmada kullanıldığı ve nontoksik etkili olduğu belirlenmiştir (11, 12, 23, 32, 38, 43, 47). Hayvanlar üzerindeki olumlu etkileri nedeniyle doğal zeolitlerin geleneksel ve organik hayvancılık sistemlerinde geniş bir kullanım alanı bulduğu literatür bildirişlerinden anlaşılmaktadır. 428 KAYNAKLAR 1. Malaga H. 2000; “Ecological Alternatives in Agricultural and Livestock Production”, United Nations Environment Programme, Division of Technology, Industry and Economics, Geneva, Switzerland. 2. Sundrum A., 2001; “Organic Livestock Farming. A Critical Review”. Livestock Production Science. 67(3), January, 207-215. 3. Pekel E. ve Ünalan, A. 2001; “Hayvansal Üretimde Ekolojik Tarımın Yeri ve Türkiye İçin Önemi”. Türkiye I. Ekolojik Tarım Sempozyumu, 21-23 Haziran, İzmir. 4. Gibon A., Sibbald A. R. and Thomas C. 1999; “Improved Sustainability in Livestock Systems, a Challenge for Animal Production Science”, Livestock Production Science, 61(2-3), 107-110. 5. Melenova L., Ciahotny K., Jirglova H., Kusa H ve Ruzek P. 2003; “Removal of Ammonia from Waste Gas by Means of Adsorption on Zeolites and Their Subsequent Use in Agriculture (in Czech)”. Chem. Listy, 97, 562–568. 6. Anonim, 2008; “Rotamin Yem Katkısı”, Rota Madencilik, www. zeoliteproducer.com. Erişim Tarihi: 05.10.2011. 7. Çelebi Ş., Macit M. ve Karaca H. 2004; “Yumurta Tavuğu Rasyonlarına Geç Dönemde Zeolit İlavesinin Performans ve Bazı Önemli Yumurta Kalite Özellikleri Üzerine Etkisi”. 4. Ulusal Zootekni Bilim Kong., 405-409, Isparta. 8. Anonim, 2001; “DPT. 8. 5 Yıllık Kalkınma Planı”. Endüstriyel Hammaddeler Alt Komisyonu Genel Endüstri Mineralleri II (Mika, Zeolit, Lületaşı). Ankara. 9. Ayan S. 2002; “Fidan Yetiştiriciliği ve Ağaçlandırma Çalışmalarında Zeolit Mineralinin Kullanımı”, G.Ü. Orman Fak. Dergisi, 2(1), s. 78–88, Kastamonu. 10. Pond W. G., Yen J. T. and Varel, V. H. 1988; “Response of Growing Swine to Dietary Copper and Clinoptilolite Supplementation”. Nutrition Reports International 37, 797–803. 11. Parlat S. S., Yıldız A. O. ve Oğuz H. 1999; “Effect of Clinoplilolite on Performance of Japanese Quail (C. coturnix japonica) During Experimental Aflatoxicosis”. Brit. Po. Sci., 40, 495-500. 12. Oğuz H. ve Kurtoğlu V. 2000; ”Effect of Clinoptilolite on Performance of Broiler Chickens During Experimental Aflatoxicosis”. British Poultry Science, 41, 512-517. 429 13. Rizzi L., Simioli M., Roncada, P and Zaghini A. 2003; “Aflatoxin B1 and Clinoptilolite in Feed for Laying Hens: Effects on Egg Quality, Mycotoxin Residues in Livers, and hepatic mixed-function oxygenase activities”. J. Food Prot., 66, 860-865. 14. Papaioannou D. S., Kyriakis C. S., Alexopoulas C., Tzika E. D., Polizopoulou Z. S. and Kyriakis S. C. 2004; “ A Field Study on the Effect of Dietary Use of a Clinoptilolite-rich tuff, Alone or in Combination with Certain Antimicrobials, on the Health Status and Performance of Weaned, Growing and Finishing Pigs”. Research in Veterinary Science, 76(1), 19-29. 15. Angulo E. J. Brufau and E. Esteve-Garcia. 1995; “Effect of Sepiolite on Pellet Durability in Feeds Differing in Fat and Fibre Concent”. Animal Feed Science and Techn. 53, 223-241. 16. Sampson R. 2006; “Advisory Committee on Novel Foods and Processes Opinion on an Application Under The Novel Foods Regulation for Clinoptilolite as A Food Ingredient”. www.food.gov.uk. Erişim tarihi: 15. 01.2010. 17. Mumpton F. A. 1999; “La Roca Magica: Uses of Natural Zeolites in Agriculture and Industry”. Proceedings of the National Academy of Sciences of the United States of America, 96 (7): 3463 - 3470. 18. Karamanlis X., Fortomaris P., Arsenos, G., Dosis I., Papaioannou D., Batzios C. and Kamarianos A. 2008; “The Effect of a Natural Zeolite (clinoptilolite) on the Performance of Broiler Chickens and the Quality of Their Litter”. AsianAustralasian Journal of Animal Sciences. 21(11): 1642–1650. 19. Anonim, 2010; “Kanatlı Yetiştiriciliğinde Organik Tarım”. www.tarım. gen.tr. Erişim tarihi: 14.01.2010. 20. Suchỳ P., Strakovả E., Večerek V., Klouda Z and Krảčmarovả E. 2006; “The Effect of a Clinoptilolit-Based Feed Supplement on the Performance of Broiler Chickens”. Czech Journal of Animal Science, 51(4), 168-173. 21. Balevi T., Coşkun B., Şeker E., ve Kurtoğlu V. 1999; “Yumurta Tavuğu Rasyonlarına Katılan Zeolitin Verim Performansı Üzerine Etkisi”. IV. Poultry Yutav’99. Uluslararası Tavukçuluk Fuarı, 418-425. İstanbul. 22. Gezen Ş. Ş., Balcı F., Eren M. ve Orhan F. 2004; “Yumurta Tavuğu Yemlerine Klinoptilolit Katkısının Yumurta Verimi ve Kalitesine Etkisi”. Uludağ Ün. J. Fac. Vet. Med., 23(1-3), 1-8. 23. Oğuz H., Keçeci T., Birdane Y. O., Önder F. ve Kurtoğlu V. 2000; “Effect of Clinoptilolite on Serum Biochemical and Haematological Characters of Broiler Chickens During Aflatoxicosis”. Research in Veterinary Science, 69, 89-93. 24. Ortatatlı M. ve Oğuz H. 2001; “Ameliorative Effects of Dietary Clinoptilolite on Pathological Changes in Broiler Chickens During Aflatoxicosis”. Research In Veterinary Sci. 71, 59 - 66. 430 25. Varel V. H., Robinson I. M. and Pond W. G. 1987; “Effect of Dietary Copper Sulfate, Aureo SP250, or Clinoptilolite on Ureolytic Bacteria Found in the Pig Large Intestine”. Applied and Experimental Microbiology 53, pp.2009-2012. 26. Boranic M. 2000; “What A Physician Should Know About Zeolites”. Lijec. Vjesn., 122, 292 - 298. 27. Kyriakis S. C., Papaioannou D. S., Alexopoulos C., Polizopoulou Z., Tzika E. D and Kyriakis C. S. 2002; “Experimental Studies on Safety and Efficacy of the Dietary Use of a Clinoptilolite-Rich Tuff in Sows: A Review of Recent Research in Greece”. Microporous and Mesoporous Materials. 51, 65 - 74. 28. Vrzgula L., Prosbova M., Blazovsky J., Jacobi U., Schubert T., Kovac G., In: Kallo, D and Sherry, H. S. 1988; “(Eds.). The Effect of Feeding Natural Zeolite on Indices of the Internal Environment of Calves in the Postnatal Period. Occurence, Properties and Utilization of Natural Zeolites”, Academiai Kiado, Budapest, 747 - 752. 29. Nestorov N., Yankov B. and Lazarov V. N. 1985; “Effect of the Ammount of Zeolite in Diets with Urea on the Digestibility of Nutrients and Nitrogen Balance in Fattening Young Bulls”. Nutrition Absract And Reviews, 55 (7), 389. 30. Çolpan İ., Tuncer Ş. D., Önol A. ve Yıldız G. 1995; “Limozin X Jersey (F1) Melezi Tosunlarda Zeolitin Besi Performansı ve Karkas Özelliklerine Etkisi”. Lalahan Araş. Enst. Dergisi. 35: 26 - 43. 31. Toker T. M. ve Köknaroğlu H. 2004; “Zeolitin ve Besi Başı Ağırlığının İsviçre Esmeri Danaların Feedlot Performansı Üzerine Etkileri”. 4. Ulusal Zootekni. Bilim Kongresi. Eylül 2004 - Isparta, 405 – 40 32. Katsoulos P. D., Roubies N., Panousis N., Arsenos G., Christaki E. and Karatzias H. 2005; “Effects of Long-Term Dietary Supplementation with Clinoptilolite on Incidence of Parturient Paresis and Serum Concentrations of Total Ca, P, Magnesium, Potassium and Sodium in Dairy Cows”. American Journal of Veterinary Research, 66 (12), 2081 - 2085. 33. Çolpan İ ve Yalçın S. 1986; “Zeolit İçeren Rasyonların Erkek Merinos kuzularında Yapağı Özelliklerine Etkisi”. Ankara Üniversitesi Vet. Fak. Dergisi, 33 (2). 34. Pond W. G., Laurent S. M. and Orloff H. D. 1984; “Effect of Dietary Clinoptilolite or Zeolite Na-A on Body Weight Gain and Feed Utilization of Growing Lambs Fed Urea or Intact Protein as a Nitrogen Supplement”. Zeolites, 4, 127 - 132. 35. Pond W. G. 1989; “Effects of Dietary Protein Level and Clinoptilolite on the Weight Gain and Liver Mineral Response of Growing Lambs to Copper Supplementation”. Journal of Animal Science, 67, 2772 - 2781. 36. Filya İ., Karabulut A., Ak İ. ve Akgündüz V. 1999; “Entansif Kuzu Besisinde Zeolit Kullanılmasının Kuzuların Besi Performansı ile Bazı Kan ve Rumen Sıvısı Metabolitleri Üzerine Etkileri”. Hayvansal Üretim Dergisi, 39 – 40: 39 - 48. 431 37. Nistiar F., Mojzis J., Kovac G., Seidel H. and Racz O. 2000; “Influence of Intoxication with Organophosphates on Rumen Bacteria and Rumen Protozoa and Protective Effect of Clinoptilolite-Rich Zeolite on Bacterial and Protozoan Concentration in Rumen”. Folia Microbiology, 45, 567 - 571. 38. Deligiannis K., Lainas T., Arsenos G., Papadopoulos E., Fortomaris P., Kufidis D., Stamataris C. and Zygoyiannis D. 2005; “The Effect of Feeding Clinoptilolite on Food Intake and Performance of Growing Lambs Infected or not with Gastrointestinal Nematodes”. Livestock Prod. Sci. 96, 195-203. 39. Sorokina E. I. U., Levitskaia A. B and Aksiuk I. N. 1995; “Study of Long- Term Effects of Zeolites on The Body of Laboratory Animals”. Voprosy pitaniia, 3: 16 - 18. 40. Mayura K., Abdel- Wahhab M. A., Mckenzie K. S., Sarr A. B., Edwards J. F., Naguib K and Phillips T. D. 1998; “Prevention of Maternal and Developmental Toxicity in Rats Via Dietary Inclusion of Common Aflatoxin Sorbents: Potential for Hidden Risks”. Toxicological Sciences, 41 (2), 175 - 182. 41. Martin-Kleiner I., Flegar – Meštrıć Z., Zadro R., Breljak, D., Janda S. S., Stojković, R., Marušıć M., Radačıć M and Boranıć, M. 2001; “The Effect of the Zeolite Clinoptilolite on Serum Chemistry and Hematopoiesis in Mice”. Food and chemical toxicology, 7: 717 - 727. 42. Abbès S., Salah-Abbès, J. B., Nahdi K., Younes R. B., Hetta M. M., El-Kady, A. A., Abdel-Wahhab M. A and Oueslati, R. 2007; “Inactivation of Cadmium Induced Immunotoxicological Alterations in Rats by Tunisian Montmorillonite Clay”. International Immunopharmacology, 7: 750 - 760. 43. Demirel D. 2008; “Sıçan (Spraque Dawley) Rasyonlarında Farklı Düzeylerde Zeolit Kullanımının Büyüme Performansı, Kan Parametreleri, Deri ve Karaciğer Histolojisi Üzerine Etkilerinin Araştırılması”. Doktora Tezi (Yayınlanmamış), Dicle Üni., Fen Bil. Enst., Diyarbakır. 44. Theophilou N. 2000; “Natural Resource: Clino for ‘Eco-control’ Binding Ammonia with Clinoptilolite Mineral Additive”. Feed International April 2000/ A Watt Publication, 20 – 25. 45. Malagutti L., Zannotti M. and Sciaraffia F. 2002; “Use of Clinoptilolite in Piglet Diets as a Substitute for Colistine”. Italian Journal of Animal Science, Vol. 1: 275 - 280. 46. Alexopoulos C., Papaioannou D. S., Fortomaris P., Kyriakis C. S., Tserveni - Goussi A., Yannakopoulos A and Kyriakis, S. C. 2007; “Experimental Study on The Effect of in-Feed Administration of A Clinoptilolite-Rich Tuff on Certain Biochemical and Hematological Parameters of Growing and Fattening Pigs”. Livestock Science. 111(3): 230 - 241. 47. Polat E., Karaca M., Demir H and Onus A. N. 2004; “Use Of Natural Zeolite (Clinoptilolite) In Agrıculture”. Journal of Fruit and Ornamental Plant Research vol. 12, Special ed. 432
Benzer belgeler
7. Ulusal Zootekni Öğrenci Kongresi
14. Diyarbakır Karpuzu Bostanlar ve Hülle Eglenceleri: Vedat GÜLDOĞAN
(Sayfa 108-121)
15. Diyarbakır Kavunu: Mevlüt MERGEN (Sayfa 122-123)
16.Güneydoğu Anadolu Bölgesinde Sırta Ekim Sisteminin Uyg...