2009 Eylül Sayı - xn--sevgiyaynlar
Transkript
2009 Eylül Sayı - xn--sevgiyaynlar
EYLÜL 2009 Sayý: 489 Fiyat: 3.5 TL . . .Gerçek Yolu, Türkü Dolu Allah Niçin Görülemez ve Elle Tutulamaz? Her Baktýðýmýz Yerde O’nu Görüyoruz ÝÇÝNDEKÝLER Aylýk Kültürel ve Siyasi Dergi Cilt: 41 Sayý:489 Eylül 2009 Onur Baþkaný: Dr. Refet Kayserilioðlu Sevgi Yayýnlarý Tic.Ltd.Þti. adýna Sahibi ve Genel Yayýn Müdürü: Ayþegül Kayserilioðlu Yazý Ýþleri Müdürü: Özenç Kayserilioðlu Allah Niçin Görülemez ve Elle Tutulamaz? ................................... 2 Dr. Refet Kayserilioðlu Her Baktýðýmýz Yerde O’nu Görüyoruz ................................... 5 Ahmet Kayserilioðlu Gerçek Yolu, Türkü Dolu ................... 13 Güngör Özyiðit Tonguç Hakkýnda - 2 ........................ 14 Yalçýn Kaya Yayýn Kurulu: Güngör Özyiðit Nelda Bayraktar Hale Ürkmezgil Astral Seyahat Ortamlarý .................. 24 Haberleþme Sorumlusu ve Okur/Abone Ýliþkileri: Kazým Erdemoðlu 0212 252 85 85 0542 676 83 47 Faks: 0212 249 18 28 P.K: 471 Beyoðlu/Ýstanbul Melike Demirað ile Söyleþi ................ 32 Yönetim Yeri: Oba Sok. Silla Ap. No: 7/1 Cihangir/Ýstanbul Baský: Inkýlap Kitabevi San. Tic. A.Þ. Çobançeþme Mah. Sanayi Cad. Altay Sok. No:8 Yenibosna/Ýstanbul Fiyatý: 3.5 TL Yýllýk Abone: 40 TL Yurt Dýþý: 50 TL (Astral Seyahatler) Zuhal Voigt Ayþegül Çelikkol Kutular Ýçinde Yaþamanýn Dayanýlmaz Aðýrlýðý (Eski Günýþýðýnýn Son Saatleri) ................ 38 Thom Hartman/Arýn Ýnan Ufo Kongresinden Ýzlenimler III ......... 43 Rengin Özer Zihninize Fisiksel Bir Avantaj Saðlayýn ........................................... 46 Çeviri: Nelda Bayraktar SEVGÝ DÜNYASI Sevgili Dostlar Almadan vermek yalnýz Bizleri Sevgisinden Vareeden’in iþi olabilir. Tam olarak nasýl bir durum olduðunu algýlayamasak da, vermekle O’ndan hiçbir þey eksilmeyeceðini, verdiðini geri almaya ihtiyacý olmadýðýný bilgi olarak biliyoruz. Bizler için ise vermek, güzeli vermeyi biliyorsak kendimizi tam ve tatmin olmuþ hissetmemizin bir yoludur. Kendimize beklediðimiz gibi, kendimize alabileceðimiz gibi vermek ve bunu yaparken tamam olmak, ismi ve cismi insan olan varlýðýn en güzel yapabileceði iþlerden biridir. Ýstismar edilmekten korkmadan, iyiliðin güneþ gibi yakýcý olduðunu göz önüne alarak, gerçek sevgiyle verilen her þey, bizi olduðumuz halden baþka hale büründürecek yolun yapýtaþlarýdýrlar. Sevgili Dostlar, bütün iliþkilerin fiyatlandýrýldýðý, dostluklarýn karþýlýklý alýþ veriþ dengesine dikkatle oturtulduðu dünyevi yaþam gerçeklerini hiçbir zaman tamamen kötü ve hakir göremeyiz bizler. Ýnsanlar çok acýlý tecrübelerden geçerek ayakta ve diri kalmanýn yollarýný öðrenmenin sonucunda çýkarmýþlardýr o bilgileri. Doðru ya da yanlýþ, eksik ya da ilkel ne olursa olsun en azýndan saygýyý hak ediyor o bilgiler. Ama bizler insanýz, yeryüzünde O’nun halifesiyiz ya hani... Eðer geleceðimizi bu gözle görüyorsak ve böyle olmaya kararlý isek, O’nun önerileri, tavsiyeleri her sözün, her görüþün önünde gelmelidir bizler için. Aklýmýzý hiçbir þekilde devre dýþý býrakmadan (çünkü O böyle istiyor) yalnýz O’nun bizler için dilediklerini uygulamalýyýz. Gönülden vermek, planlý ve bilerek vermek, en ihtiyaç olaný vermek, en ihtiyacý olana vermek, rahatsýz etmeden vermek, beðenmediðimizi vermemek, karþýlýk beklememek. Hele O’nun yolunda vereceðine karþýlýk beklemek, þimdiden kayýpta olmak demek. En Derin Sevgilerimizle SEVGÝ DÜNYASI 1 SEVGÝ DÜNYASI 2 ÖZDEN ÝLE ERDEM KONUÞUYOR Beþ duyumuzun dýþýndaki yeteneklerimizi kullanmaya ve onlarý geliþtirmeye çalýþacaðýz. Daha önce de söylediðim gibi bunlar sezgi ve tahayyül melekelerimizdir. Eðer Allah öyle görüp tutabileceðimiz bir þey olsaydý, hiçbir zaman var mý, yok mu diye bunca münakaþalara girmezdik. Ýþin zorluðu zaten buradan geliyor. Dr. Refet Kayserilioðlu Allah Niçin Görülemez ve Elle Tutulamaz? SEVGÝ DÜNYASI Erdem - Bugün size benim soracaðým son sorularý sormadan önce bir okuyucumuzun iki ayrý mektupta sorduðu sorularý soracaðým. Taylan Ökte ismini veren bu dostumuz diyor ki: "Verdiðiniz cevaplarda kâinattaki düzene ve sistemlere bakarak Allah'ýn varlýðýný mantýken kabul etmemiz gerektiðini söylüyorsunuz. Fakat Allah'ýn varlýðýný iki kere iki dört eder katiyeti içinde gösteremiyorsunuz. Allah'ýn bir þekli, bir bedeni, bir yeri, velhasýl bizim anladýðýmýz mânâda hiçbir þeyi yoksa ona da var diyemeyiz. O halde o bir hiçtir. Allah'a var diyebilmek için mutlaka bir imana mý ihtiyaç vardýr?" Özden - Taylan dostumuzun bir bakýma hakký var. Gözle görülmeyen ve elle tutulamayan bir þey var olduðuna nasýl kani olacaðýz? Çünkü biz etrafýmýzdaki þeylerin varlýðýný hep beþ duyu organýmýzla anlamýþ ve kabul etmiþizdir. Bunun haricindeki þeylerin varlýðýný kabul etmemiz zor- 3 dur. Zordur ama, imkânsýz da deðildir. O zaman beþ duyumuzun dýþýndaki yeteneklerimizi kullanmaya ve onlarý geliþtirmeye çalýþacaðýz. Daha önce de söylediðim gibi bunlar sezgi ve tahayyül melekelerimizdir. Eðer Allah öyle görüp tutabileceðimiz bir þey olsaydý, hiçbir zaman var mý, yok mu diye bunca münakaþalara girmezdik. Ýþin zorluðu zaten buradan geliyor. Erdem - Þimdi dostumuz diyebilir ki, beþ duyu organýmýzla bilemediðimiz þeyin, baþka melekelerin geliþmesi ile az da olsa sezilebileceðini nereden biliyorsunuz? Bunu duyularýmýzla bilemediðimize göre, var mý diye aramamýz ve bu yolda baþka melekelerimizi geliþtirmeye korkmamýz da imkânsýzdýr. Özden - Geçen konuþmamýzda size insanda bir Tanrý arama duygusu'nun doðuþtan bulunduðunu söylemiþtim. En ilkel kabilelerin ve insanlarýn bile bir Tanrý peþinde koþmalarý ve bir Tanrý'yý aramalarý, kudretli sandýklarý bir þeyi Tanrý olarak kabul edip onun yardým ve himayesine sýðýnmalarý bunun delilidir. Demek ki insan kendinde yaratýlýþtan bulunan bu Tanrý arama duygusunun itmesiyle yola çýkmakta, Tanrýsýný aramaya koyulmaktadýr. Ýdraki geliþtikçe Tanrý diye sarýldýðý fýrtýnanýn, güneþin veya þimþeðin gerçek Tanrý olamayacaðýný anlamakta, Tanrýyý daha yükseklerde aramaktadýr. Böylece tekâmüle orantýlý olarak Tanrý anlayýþý ve Tanrý olarak baðlanýlan þeyin mahiyeti geliþmektedir. Esasýnda Tanrý ayný Tanrýdýr. Hiç deðiþmeden ayný durumda durmaktadýr. Çünkü Tanrý için bir tekâmül, bir ilerleme veya gerileme düþünülemez. O ezeli (öncesiz) ve ebedi (sonsuz) olarak ayný mükemmeliyette ayný noksansýz kudrettedir. Erdem - Dostumuz, bir de diyor ki: "Allah madem ki mükemmeldir, noksansýzdýr, her þeyi hikmetle yaratmýþtýr. O SEVGÝ DÜNYASI 4 halde ne diye dünyada bunca kötülükler vardýr? Mükemmel olan Allah'tan böyle kötü þeyleri yaratmak beklenebilir mi? Neden o kötü insanlarý yola getirememektedir?!.." Özden - Ýnsanlarý yola getirememek diye bir þey yok. Onlarý serbest iradeleri içinde hür býrakmak ve kendi kendilerini düzeltmelerine imkân hazýrlamak vardýr. Kötülük olan þeye gelince, kötülük nedir? Hoþumuza gitmeyen ve bize acý veya sýkýntý veren þeylere kötü diyoruz. Bu deyiþimiz böylece tamamen sübjektif ve nispi oluyor. Ýnsanýn veya ruhumuzun umumi tekâmülü düþünülünce en kötü dediðimiz þeylerin bazen bize büyük hamleler aldýrdýðýný görürüz. Bize tekâmül yaptýran þey neden kötü olsun? Ýþin esasý düþünülünce bir iyinin karþýsýnda bir kötünün, bir güzelin karþýsýnda bir çirkinin bulunuþu bize kýyaslama imkâný ve iyiye yönelme imkâný hazýrladýðý için çok deðerlidir. Ruhun tekâmülü yönünden düþününce iyi ne derece kýymetliyse, kötü de ayný derecede kýymetlidir. Ýyiyi deðerli, kötüyü deðersiz sayýþýmýz bizim dünya olaylarýna dar bir açýdan bakýþýmýzdan ve o olaylarýn içinde bulunuþumuzdan ileri geliyor. Erdem - Dostumuz bir de diyor ki: Kuran'a Allah'ýn kelâmý diyoruz, Kuran'da da Allah: (Ben þunu yaptým, bunu yaptým) diyor. Yani Allah bayaðý insan gibi konuþuyor. Üstelik bir tek dilde, Arapça olarak konuþuyor. Öte yandan Hýristiyanlar Ýsa'yý, Yahudiler Musa'yý, bazý cahil Müslümanlar da Muhammed'i ve Ali'yi Allah olarak tanýyorlar. Allah gerçekten insana benzer bir þey midir? Özden - Allah ne insana, ne de insan üstü varlýklarýn hiç birisine benzemez, hiçbir varlýkla (isterse en yüksek olsun) mukayese dahi edilemez. Söylediðim gibi insaný Allah'a benzetmek ve Allah'ý da insan gibi sanmak, idrak noksanlýðýnýn ve tekâmül geriliðinin zaruri bir neticesidir. Realite (inanýlan gerçeklerin tümü) yükseldikçe þahýs Allah'ý insana benzetme gafletinden kurtulur. Bunlardan daha ileri bir merhale ruhu Allah'tan ayrýlan ve ona kavuþacak bir parça olarak görmek de geri bir realitedir. Bugünün en ileri realitesi þudur: Allah hiçbir þeye benzemez, hiçbir þeyle de kýyaslanamaz. Þekli þemaili yoktur, olamaz da. Çünkü þekil, onu bir yönden kýsýtlama olur. O yaratandýr. Þekli de, þekilsizliði de halkedendir. Kendi yarattýðý þeylerle baðlý olduðu düþünülemez. Kuran'daki ifadeye ve onun Arapça oluþuna gelince: Her devrin ihtiyacý dikkate alýnarak o devrin insanlarýnýn anlayacaðý bir dille ve idrak edeceði bir kýlýkta bilgiler indirilir. Bunlar doðru bilgilerdir. Fakat kapalý semboller içinde verilmiþtir. SEVGÝ DÜNYASI 5 O, gözünüzün gördüðü güzelliktir þüphesiz “Bizim Celselerimiz” Her Baktýðýmýz Yerde O’nu Görüyoruz Ahmet Kayserilioðlu, Psikolog 6 KALBÝ RAHATLADI 1992 yýlý son aylarýnda 6 yaþýndaki küçük Burak'la (Akkurt) her hafta buluþup "Kur'aný Kerim'e Göre Peygamberler" kitabýndan ilginç olaylar ve yorumlarý üzerinde çok zevkli sohbetler yapýyoruz. Henüz okula gitmediðinden, olaylarý hiç çarpýtmadan ama olabildiði kadar sadeleþtirerek anlatma görevi tamamen benim üzerimde. Geçmiþte ilkokul çaðlarýmda iken, Ahmet Cevdet Paþa'nýn ünlü "Kýsasý Enbiya"(Peygamberler Tarihi) kitabý o dönemde sadece eski harflerle basýlý olduðundan, ayný görevi babam üstlenmiþ ve onun anlatýmý ile Âdem'den son peygambere kadar hepsini birlikte incelemiþtik. Deneyimliydim ve bir anlamda da borç ödüyordum. Neyse... Burak'la geçmiþteki gülyüzlü resûlleri, nebîleri okuyup üzerinde söyleþiler yapmýþ, son üç büyük dinin kurucularýnýn atasý, hem resûl hem de nebî olan Hz. Ýbrahim'i konuþmaya baþlamýþtýk. Kur'aný Kerim'in Bakara Sûresinin 260. âyetinde onun, Yaradan'dan ölüleri nasýl dirilttiðini göstermesini istediði anlatýlýr. Allah da: "Ýnanmýyor musun?" diye sormuþ, peygamber Ýbrahim: "Ýnanýyorum ama gönlümün yatýþmasý için istiyorum" diye cevaplamýþtý. Bunun üzerine 4 kuþ tutup onlarý kendisine alýþtýrmasýný, sonra onlarý kesip karýþtýrarak 4 ayrý tepeye onlardan bir parça býrakmasýný ve evine dönünce de kuþlarý çaðýrmasýný ister Yaradan. Bunlar yapýlýp, o kendine alýþtýrdýðý kuþlar yeniden canlanýp Ýbrahim'e doðru kanat çýrpýnca, gönlü SEVGÝ DÜNYASI tamamen yatýþmýþ, gülyüzlü peygamber görevine daha da büyük bir azimle sarýlmýþtý. Burak'a 4 kuþ olayýný, gözünde canlandýrmasý için örnekler vere vere uzunca anlatmýþ, doðaldýr ki, Yaradan'la ilk konuþmasýndan yani: "Ýnanýyorum ama gönlümün yatýþmasý için istiyorum" bölümünden hiç söz etmemiþtim. Bu ince duyguyu nasýl anlayabilirdi ki?!.. Olayýn akýþý ve kuþlarýn canlanýp tekrar evlerine dönüþü Burak'taki heyecaný doruða vardýrmýþtý. Duygusunun en yoðunlaþtýðý bu anda, dayanamadým ve Yaradan'ýn ilk sorusunu bu defa Burak'a yönelttim: "Yani Burak Hz. Ýbrahim inanmýyordu mu ki, bir de gözü ile görmek istedi?" Bu arada da kuþlara boþuna ölüm acýsý tattýrdý. Ne geçti yani eline?!.." diye onu kýþkýrttým. Hiç ummadýðým cevabý beni coþkulu bir heyecana sürüklemiþti. Kendi kelimeleriyle ama ayný Hz. Ýbrahim'inki gibi idi yanýtý: "Niye öyle söylüyorsun Ahmet Aðabey? Kalbi rahatladý!!!.." Eskiden çocuklara maymunla insan arasýnda yer verilirken, modern psikolojide þimdi küçültülmüþ insan diye bakýlmasýna bir daha hak verdim. Hele zamanýmýzýn Indigo çocuklarý bunu her davranýþlarýnda defalarca kanýtlýyorlar. EN ÖNEMLÝSÝ: BÝLÝMSEL KANITLAR Gönüllerinin yatýþmasý için peygamberlerin bile saðlam kanýtlar peþine düþmelerinin kutsal metinlerde böyle tekrar tekrar anlatýlmasý, hiç de boþuna SEVGÝ DÜNYASI deðil. Çevremize dikkatli gözlerle bakýp, aklýmýzý sonuna kadar çalýþtýrarak, düzenin kuruluþu ve iþlemesinde Yaradan'ýn ve emrindeki Yüce Manevi Varlýklarýn etkilerini sezip, anlayýp inancýmýzý bu saðlam kanýtlar üzerine bina etmemiz istenmektedir bizlerden. Allah inançlarýyla ilgili týp profesörleri, felsefeciler ve din adamlarýyla yaptýðým söyleþilerde verdikleri bilimsel kanýtlarý, geçen sayýlarýmýzda sizlerle paylaþmýþtým. Sonra da her bir hayvanýn kendine özgü olaðanüstü içgüdü düzenekleri ve yapýlarýndaki yaþam amaçlarýna uygun deðiþikliklerden uzunca söz etmiþtim. Yabani arý Ammophile'in üzerine yumurtlayacaðý týrtýlý felç etmek için, 9 hareket merkezine tam isabetle 9 iðne batýrmasý; bal arýlarýnýn en az balmumu harcamak için altýgen peteklerini yüksek matematikçilerin hesaplarýna tam uygun olarak 70 derece 32 dakikalýk eðimde eþkenar dörtgen perdelerle kapatmasý üzerinde sürekli derinliðine düþünmeliyiz. Tatlý su midyesinin arkasýnda, üremesine kolaylýk saðlamasý için, hiçbir canlýda olmayan bir sahte balýk düzeneði oluþmasý darwinci biyologlarý bile hayranlýk içinde býrakmaktadýr. Geçen sayýmýzda 15 milyar yýl önce evrenin tek bir zerreden Big Bang ile oluþturulmasýnýn ilk saniyelerinden itibaren maddenin yaþamý gerçekleþtirme özelliðinde yaratýldýðýnýn delilleri üzerinde durmuþtuk. Patlamadan bir saniye sonraki geniþleme hýzý, sadece yüz bin milyarda bir oranýnda az olsaydý, evren bugünkü büyüklüðüne varmadan kendi 7 içine çökecekti. Karbon-12'nin çekirdeðindeki enerji düzeyi, ön hesaplardakine tam tamýna uygun olmasaydý; yaþamýn, organik hayatýn temeli karbon ve diðer elementler oluþamayacaktý. Doða kurallarýný çiðneme pahasýna su, 0 derece ile 4 derece arasýnda genleþmesi gerekirken tersine davranýp büzülmeseydi; yine kurallarý çiðneyerek, katýlaþýp buz haline gelirken yoðunluðu artmasý gerekirken tersine davranýp hafiflemeseydi; okyanuslar ve denizler dipten itibaren donarak kutuplardaki buz kitleleri haline gelecek, yaþamýn oluþmasý engellenecekti. Maddenin yaþamý oluþturacak özelliklerde yaratýlmasý sayesinde, dünyada 3 milyar yýl önceki okyanuslarda ilkel çorba içinde, yaþamýn temeli olan proteinlerin ana bileþeni aminoasitler otomatik olarak süratle her tarafý alabildiðine doldurmuþtur. Maddenin yaþamý oluþturma özelliðinden dolayýdýr ki, yeþil yapraklar Güneþ enerjisini kullanarak sudan ve CO2 den hepimizin gýdasýný ve oksijenini saðlayabiliyorlar. Bu fotosentez olayý öyle iç içe düzenler ve enzimler sayesinde, hem de saniyenin kesirlerinde meydana geliyor ki; taklit etmek için son derece hayati ihtiyaç duymamýza raðmen þu ana kadar yanýna bile yaklaþabilmiþ deðiliz. Yine maddenin yaþamýn oluþmasý ve sürdü- 8 rülmesine uygun özelliklerde yaratýlmasý sayesinde su, 130 metre boyundaki aðaçlarýn tepesine bile çýkabilmektedir. Bunun gerçek mekanizmasýný da bilimsel olarak tam anlamýþ deðiliz. Þunun altýný þiddetle çizmemiz lâzým. Allah'a inancýmýzý bilgilerimizdeki eksikliðe, acizliðimize baðlýyor deðiliz. Bunlarý düzendeki büyük zekâ, hüner ve ustalýðý bilimsel kanýtlarla ortaya koymak için aktarýyoruz. Aslýnda bilgimiz arttýkça inancýmýz daha da pekiþiyor. Çünkü düzendeki ustalýðýn daha çok farkýna varýyoruz. Biyoloji profesörü Dr. Russel Charles Eartest bunu çok güzel dile getirir: “Madem ki bilim birçok þeyleri açýklamaktan acizdir öyleyse Allah'ýn varlýðýný onaylamaktan baþka çýkar yolumuz yoktur mantýðýný bütünüyle reddediyorum. Bütün bu gerçekler açýklansa, bir gün bilmediðimiz karmakarýþýk noktalar ortadan kalksa; biz bir canlý hücreyi bütün detaylarýna kadar anlayabilme gücüne sahip olsak dahi onu yaratan ve yoktan vareden çok büyük bir gücün ve idarecinin sanatýný araþtýrýp anlamaya çalýþmaktan öte bir þey yapamayýz. Ýþte baþýndan beri hücredeki SEVGÝ DÜNYASI sitoplazmanýn hareketini saðlayan, her varlýða varlýðýnýn gereðini belirterek o doðrultuda faaliyet yapmasýný düzenleyen bu yüce kuvvettir.” ("Niçin Allah'a Ýnanýyoruz?" S. 157) Þimdi dünyanýn baþlangýç yýllarýnda aminoasit oluþumunun laboratuar ortamýnda deneyle kanýtlanmasý, ulu aðaçlarda suyun yükseklere taþýnmasý, yapraklardaki fotosentez olaylarýný biraz daha yakýndan inceleyelim. ÝLKEL ÇORBADAKÝ AMÝNOASÝTLER Yaþamýn temeli olan proteinler 20 farklý aminoasitin belli bir sýra izleyerek deðiþik kümeleþmelerinden oluþur. Örneðin kanýmýzdaki hemoglobini ele alalým. 574 aminoasitden oluþan bu proteinde de 20 çeþit aminoasitin her biri kendi sýrasýnda tekrarlanmaktadýr. Soydan gelen bir kan hastalýðýnda 573 dizinin her biri uygun aminoasitlerden oluþmasýna raðmen, sadece bir yerde 6. sýrada valin olmasý gerekirken,yanlýþlýkla glutamik asit oluþmaktadýr. Sadece bu tek yerdeki yanlýþlýk bile vahim sonuçlar doðurur. Alyuvarlar birbirine yapýþýr ve kýlcal damarlarý týkar. Yani bu ufak bozulmanýn bile þakaya gelir yaný yok. Basit bir canlý hücresinde bile birbirinden farklý 200 den fazla protein birbiriyle ahenkli bir düzende çalýþmaktadýr. Matematikçiler olasýlýk hesaplarý yaptýlar. Dünyamýzdaki tüm atomlar aminoasit SEVGÝ DÜNYASI yapýmýnda kullanýlsalar ve þimdikinden daha hýzla birleþip ayrýlsalar ve bu hep tekrarlansa, hemoglobin gibi bir tek proteinin dünyanýn 5 milyarlýk yaþýnda tesadüfen oluþma olasýlýðý yok. 5 milyarýn yanýna 161 tane sýfýr koyarak elde edilecek hayal ötesi sayý kadar yýl geçmeli ki istenen bir protein kendiliðinden oluþabilsin. Bir de 200’den fazla proteini hesaba katarsak bu düzenden aklýmýz duracak gibi olur. Ýlkel çorbada aminoasitlerin oluþmasý ile ilgili 1953 yýlýnda yapýlmýþ çok önemli laboratuar deneyi modern biyoloji kitabýnda þöyle anlatýlmaktadýr: "Hayat baþlamadan önce hangi organik bileþiklerin ortaya çýktýðý sorusu önemlidir. Chicago Üniversitesinden Harold Urey bu soruyu cevaplamaya çalýþmýþtýr. Urey önce, ilkel yerküresinin koþullarýna benzer koþullarý yaratmayý düþünmüþtür. Urey'in öðrencilerinden biri olan Stanley Miller hava geçirmez bir aygýt yapmýþ sonra bu aygýtýn içine metan, hidrojen ve amonyak gazlarý koymuþ ve bu ortamda çok yüksek enerjili elektrik kývýlcýmlarý oluþturmuþtur. Aygýtýn alt tarafýnda bulunan baþka bir bölüme kaynar su eklenerek bu sisteme ýsý ve su buharý verilmesi saðlanmýþtýr. Su buharý, sistem içinde dolaþýrken soðutucu bölmeden geçerek yoðunlaþmakta ve yaðmur haline gelmektedir. Miller böylece, ilkel atmosferde bulunabilecek gazlarý, ýsýyý, yaðmuru ve þimþek çakmasý koþullarýný yapay olarak laboratuarda yerine getirmiþtir. Mevcut gazlarýn aygýt içinde bir hafta kadar dolaþýmýný saðladýktan sonra alt bölümde biriken 9 sývýyý incelemiþtir. Deneyin baþlangýcýnda renksiz olan sývýnýn, deneyin sonlarýna doðru kýrmýzý bir renk aldýðý gözlenmiþtir. Ayrýca kimyasal analizler de yapýlmýþ, biriken sývý içinde deney baþlangýcýnda bulunmayan birçok kimyasal bileþiðin varlýðý saptanmýþtýr. Aygýt içindeki bazý gaz moleküllerinin atomlarý, ayrýþýp yeniden birleþerek daha karmaþýk moleküller oluþturmuþlardýr. Biriken sývýnýn kimyasal analizi yapýldýktan sonra bu sývýnýn aminoasitler denilen bazý kimyasal bileþikleri kapsadýðý bulunmuþtur. Bu çok önemlidir, çünkü aminoasitler bütün canlý hücrelerin yapýsýnda bulunan proteinlerin temel yapý birimleridir. Bünyesinde protein bulundurmayan hiçbir canlý yoktur...... Bu kanýtlar çok etkileyici olmakla beraber hayatýn doðuþu üzerindeki bütün sorularýn cevaplanmýþ olduðu yargýsýna varmamýz doðru deðildir.... Organik bileþiklerden ilk canlý hücrelerin nasýl oluþtuðu sorusu baþta olmak üzere cevaplanmasý gereken daha bir çok soru vardýr." Prof. Ali Demirsoy çok yararlandýðým 900 sayfalýk "Kalýtým ve Evrim" kitabýnýn 79. sayfasýnda; ilkel canlýlar ile çok organize olmuþ geliþmiþ hücreler arasýndaki evrimsel boþluktan þöyle söz etmektedir: "Evrimde açýklanmasý en zor kademelerden biri de bu ilkel canlýlardan, nasýl organelli ve karmaþýk hücrelerin meydana geldiðini bilimsel olarak açýklamaktýr. Esasýnda bu iki form arasýnda gerçek bir geçiþ formu da bulunamamýþtýr. Tek hücreliler ve 10 çok hücreliler bu karmaþýk yapýyý tümüyle taþýrlar; herhangi bir þekilde daha basit yapýlý organelleri olan ya da bunlardan birinin daha ilkel olduðu bir gruba veya canlýya rastlanmamýþtýr. Yani organeller her haliyle geliþmiþtir. Basit ve ilkel formlarý yoktur. Son zamanlardaki varsayým þudur: Karmaþýk hücreler hiçbir zaman ilkel hücrelerden evrimsel süreç içerisinde geliþerek meydana gelmemiþtir. Bir evrimsel sýçrama meydana gelmiþtir. Yani ilkel hücrelerden geçiþ formu olmaksýzýn geliþmiþ hücreler meydana gelmiþtir." Açýkça görülüyor ki, insaný býrakýn, geliþmiþ tek hücrenin bile oluþmasý plan ve akýl sahibi eller iþe karýþmadan açýklanamamaktadýr. Aminoasitlerin proteinlerin hattâ DNA'larýn ilkel çorbada oluþup hayatýn temellerini atmalarýný anlayabilir ve hattâ bunun maddenin yaratýlýþ özelliklerinin doðal bir sonucu olduðu tezini rahatça ortaya koyabiliriz. Çünkü üstün organizmalar ancak bu ilkel yaþam unsurlarýnýn akýl ve plan devreye girerek organize edilmesi ile meydana gelebilirdi. Yüksek akla ve hünere sahip ruhsal varlýklarýn bilinçli etkilerle DNA'larda deðiþiklikler yapa yapa tür- SEVGÝ DÜNYASI den türe geçilmesi ve yaþamýn evrimleþmesi tezinin bu durumda Darwin kuramý ile bir çeliþkisi olmayýp onu tamamlamaktadýr. Gelecek sayýlarýmýzda ruhsal âlemin dünyamýz üzerindeki maddi etkilerinin parapsikolojik kanýtlarý üzerinde uzunca duracaðýz. Onlar yaþamýn geliþmesinde görev yapabilecek kudretlerle bezenmiþ varlýklardýr. Baþka bir alandan analojik bir örnekle tezimizi destekleyelim. Ellerinde uygun yapý malzemeleri bol bol mevcut olamadan hiçbir mimar mühendis bir eser ortaya koyamaz. Ama biliyoruz ki, sadece malzemelerle deðil; plân, proje ve ustalýklarýn iþe karýþmasý ile abideler yükselebiliyor. AÐAÇ, O BÝLÝNMEYEN Bizler bugün ulu aðaçlarýn tepesine suyun nasýl ulaþtýðýný hâlâ anlamýþ deðiliz. Bazý aðaçlar 130 metreye kadar büyüyebildiði halde topraktan emdikleri suyun aðacýn en tepesine kadar çýktýðýný görmekteyiz. Okullarda bize öðretilen kýlcal borularda suyun yükselmesi teorisi bugün geçerliliðini korumamaktadýr. Çünkü bu kapiler çekim suyu orta boydaki bir aðacýn tepesine bile çýkaramamaktadýr. Kök basýncý teorisi de yetersizdir. Bu basýnçla ancak 30 metreye kadar çýkabildiði gibi, kök basýncýnýn olmadýðý mevsimlerde de sular aðaçta yükselmektedir. Bunlar bizi yeni bir teori SEVGÝ DÜNYASI aramaya zorlamaktadýr. Modern biyoloji kitaplarýnda kohezyon - gerilim teorisinden bahsedilmektedir. Bu teoriye göre köklerden aðacýn tepesine kadar devamlý bir sütun halinde bulunan su, yapraklardaki çekim kuvveti sayesinde adetâ bir ipin yukarýya çekilmesi tarzýnda aðacýn tepesine çýkarýlmaktadýr. Gerçekten yapraklarda böyle bir çekim gücünün bulunduðu da anlaþýlmýþtýr bu gücün, suyun yaprakta buharlaþmasý nedeniyle oluþtuðu düþünülmüþtür. Ancak bir bitki buharlaþmanýn mümkün olamayacaðý kadar nemle doyurulmuþ bir atmosfer içine konulduðu ve hattâ yapraklar tamamen suya sokulduðu halde suyun yine yukarý doðru çýktýðý deneyle anlaþýlmýþtýr. (Bilim ve Teknik Dergisi Sayý:54 "Aðaç O Bilinmeyen") Evet yapraklarda bir çekim gücü vardýr ve bir ip gibi suyu köklerden aðacýn tepesine çýkarmaktadýr. Ama yapraklardaki bu çekim gücünün nedeni buharlaþma deðildir. Ne olduðu da bilinmemektedir. Rehber Varlýk bu gerçeðin altýný þöyle çizmiþti: "Siz yüksek çýnarýn üstüne suyun nasýl vardýðýný bilmiyorsunuz. O Düzeni Kuran'a þükrediniz." Belki de bugün bizim sýrrýna varamadýðýmýz fotosentezde oluþan enerjinin bir bölümü, yapraklarda ince bir mekanizma ile bir çekim gücü haline çevrilerek suyun yukarý çekilmesi saðlanabilmektedir. 11 YAPRAK O BÝLÝNMEYEN Okulda biyoloji derslerinde neredeyse bir cümlede anlatýlýveren ve yaþar kalmamýzýn temeli olan fotosentez olayýný, yüzyýllar süren araþtýrmalara raðmen hâlâ tam anlayabilmiþ deðiliz. Gerçekte dille anlatýmý ne kolay: Yeþil yapraklarý oluþturan hücrelerin sitoplazmalarýndaki kloroplast organellerinde bulunan klorofil molekülünün katalizörlüðü sayesinde, güneþ ýþýðýndan yararlanarak karbondioksit ve su sentezlenir, þeker ve oksijene dönüþtürülür. Böylece hem gýdamýzý saðlarýz hem de o gýdalarý yakarak enerjiye çevirecek olan soluduðumuz oksijeni. Söylenmesi ne kadar kolay deðil mi?!.. Taklit edebildiðimiz, benzerini yapabildiðimiz anda tüm enerji sorunumuzu çözeceðimiz; petrole, kömüre ihtiyaç duymadan her istediðimizi týpký yeþil yapraklar gibi Güneþten bedavadan elde edeceðimiz fotosentezi neden çözemedik bugüne kadar? Anlatýlmasý bu kadar kolay olan kimyasal reaksiyonun meydana gelmesi için o kadar deðiþik enzimler katalizör olarak devreye giriyor ve zincirin her halkasý saniyenin kesirlerinde o kadar hýzlý oluþuyor ki!.. Ve ayrýca henüz bilmediðimiz kimya ve atom fiziði kanunlarýnýn varolmasý gerektiðini de sezinliyoruz. Biz bu durumdayýz ama çok þükür ki doða hiç beklememiþ. Dünyamýzda hücresel boyuttan baþlayarak neredeyse 3 milyar yýldýr fotosentezle yaþam sürüp gidiyor... Olayýn karmaþýklýðýný ve bilgimizdeki boþluklarý biraz daha yakýndan 12 görmek için kitaplardan kýsa aktarmalar yapmak istiyorum. MEB Modern Biyoloji kitabýndan: ".....Böylece fotosentezin en az iki çeþit reaksiyondan, kýsmen fotokimyasal ve kýsmen de enzimatik reaksiyondan meydana gelmiþ olduðu kanýsýna varabiliriz. Son 30 yýlda araþtýrýcýlar fotosentezde bir çok enzim reaksiyonlarýnýn olduðunu gösterdiler. Bu araþtýrýcýlar fotosentezin hýzýný etkileyen faktörü ölçerek olayý açýklamaya doðru iyi bir adým attýlar. Fakat onlar bu konuda bilinenlerin ve bilinmesi gerekli olanlarýn yalnýz ipuçlarýný buldular..... Iþýk enerjisinin kimyasala nasýl dönüþtüðü tam olarak bilinmemektedir. Bugünkü teori, klorofil molekülündeki bir elektron tarafýndan bir birim ýþýk enerjisinin soðurulmasý fikrine dayanmaktadýr. Bu enerji elektronu o derece uyarýr ki, klorofili býrakýr baþka bir moleküle geçer. Bir elektronu azaldýðýndan bu defa klorofil elektron alýcý durumuna girer. Verilen elektron yerine diðer bir elektron alýnýrken belirli reaksiyonlara enerji verilir. Bu reaksiyonlar en sonunda karbonhidratlarý (þeker) meydana getirirler bu fikrin doðru olup olmadýðý bugünkü deneysel bilgilerle söylenebilmiþ deðildir..... Uzun yýllar fotosentezde açýða çýkan oksijenin karbondioksitten geldiði sanýldý, fakat oksijen 18 atomlarý kullanýlarak oluþturulan su kullanýldýðýnda açýða çýkan oksijenin oksijen 18 olmasý, oksijenin sudan elde edildiðini göstermektedir. Suyun elektron vermek SEVGÝ DÜNYASI üzere ne þekilde reaksiyona girdiði fotosentezin bugün için en az bilinen yönüdür." D.O.Hall ve K.K. Rao'nun "Photosynthesis" kitabýndan bir paragraf: "Biz þimdiye kadar oksijen çýkýþýnýn zincirdeki ucu hakkýnda çok az þey söyleyebiliyoruz. Zira biz, yapraklarda suyun oksijen ve hidrojen iyonlarýna nasýl ayrýþtýðý konusunda çok az þey biliyoruz. Bilgimizdeki bu boþluk çok esef vericidir. Çünkü suyun iyonlarýna ayrýlmasýnýn fotosentezde çok önemli, baþlý baþýna bir rolü mevcuttur. Kimyasal olarak bu problemi çözmek de önemli, biyolojik olarak da. Çünkü soluduðumuz tüm oksijen kloroplastlardaki bu reaksiyondan oluþmaktadýr." Son olarak Prof. Dr Ali Demirsoy'un o çok deðerli eseri "Kalýtým ve Evrim" kitabýnýn 85. sayfasýndan insanlýðýn gelecek yýllarda yaþar kalmasý için fotosentezi mutlaka çözümlemesi gerektiði konusundaki yüzde yüz katýldýðým yargýsý: "Bugün insanlarýn çoðalma hýzý ve organik maddelerin sunumu arasýndaki denge bozulmaktadýr. Eðer fotosentezin iþleyiþi tam açýklanýp, sanayide bu yolla, Güneþ enerjisinden organik madde elde edilemezse bir BESÝN KRÝZÝ ile karþýlaþacaðýmýz kesindir." GERÇEK YOLU TÜRKÜ DOLU Dedi ki: Bil önce kendini Ve sonra nasýlsa seni Sevgisinden Vareden'i Sev komþunu -hatýrla hani- kendin gibi Ve bugün belki daha da ileri Çöz bunu en güzel bilmece Yaþamak eþit türkü söylemek bilerek sevince Dedi ki: Yücel elinin emeðince alnýnýn terince Ve sonra nasýlsa küçül büyüklüðün yaný sýra Ve anla asýl iþ eþit kulluk Önce O'na ve sonra kullarýna Dedi ki: Ver ki alasýn Vermek için yine insan kardeþlerine Mutluluksa hizmet eþit zevk bir dene Dedi ki: Yüreðinle bak Ne var ki hep güzel ve yerince Gör hele gerçek eþit din özü bilince Dedi ki: Ak berrak bir su gibi Gönülden gönüle ve dinle kulak kulak Her solukta titreþen evreni, sevginin sesini Ve duy sonra nasýl Gerçek yolu eþit türkü dolu Güngör Özyiðit SEVGÝ DÜNYASI 14 CUMHURÝYETÝN ÝLK YILLARINDA EÐÝTÝM - VIII Tonguç Hakkýnda - 2 Ýlköðretim Genel Müdürlüðü Dönemi Tonguç 1934-1935 ders yýlýnda Gazi Eðitim Enstitüsü Müdürlüðü görevine atanýr. Yaptýðý çalýþmalar, asker kökenli yeni M. Eðitim Bakaný Saffet Arýkan'ýn da dikkatini çeker. Atatürk tarafýndan olaðanüstü yetkilerle göreve getirilen yeni bakan, eðitim iþlerinin çözümü için kendisine yardým edebilecek aydýn Yalçýn Kaya eðitimcileri seçmeye çalýþmaktadýr. 1935 yýlýnda Bakan Arýkan, Tonguç'u kýdem durumuna bakmaksýzýn Ýlköðretim Genel Müdürlüðü görevine atar. Bu atamanýn bu yerde gözü olan baþka eðitimcilerce hiç de hoþ karþýlanmadýðýný yýllar sonra öðrenir Tonguç. Ýsmail Hakký Tonguç bu görevi tam 1940 yýlýna kadar vekâleten yürütecektir. Tonguç'un Ýstanbul Erkek Öðretmen okulundan öðretmeni olan, o günlerde SEVGÝ DÜNYASI Talim Terbiye Kurulu Baþkaný ve Bakanlýk Müsteþarý olan Ýhsan Sungu da bu göreve getirmeye karþýdýr ama sesini çýkaramaz. Bakanlýðýn üst düzey yöneticileri onun öðreniminin yeterli olmadýðý kanýsýndadýrlar. Görüldüðü gibi Tonguç, sonralarý bazý araþtýrýcýlarýn yazdýklarýnýn aksine Bakanlýðýn yüksek kademelerindeki yöneticilerden biri deðil, tam tersine onlarýn karþýlarýna aldýklarý bir kiþidir. CHP yöneticilerinin çoðunluðunun da bu atamadan hoþlanmadýklarý bellidir. Bu Genel Müdür parti yönünden güvenilir bir kiþi deðildir. Bu kiþi partiye yanaþarak milletvekillik peþinde koþmak gibi bir eðilim göstermemekte, üstelik yeri geldiðinde CHP yöneticilerini de eleþtirmektedir. Bunca eðitim uzmaný, eðitbilimci varken meslektaþlarýnca "amatör bir öðretmen" gözüyle deðerlendirilen bu "köylü Ýsmail Hakký"nýn böyle bir göreve atanmasý bazýlarýnca eleþtiri konusu yapýlacaktýr. Tüm bu olumsuzluklara karþýn CHP'nin önde gelenlerinden Nafi Atuf Kansu, Cevat Dursunoðlu, Hakký Behiç gibi adlarýn içinde yer aldýðý ilerici kesim Bakan Arýkan'a Tonguç'tan söz etmiþ olmalý ki yeni Bakan, Ýlköðretim Genel Müdürlüðü için yeteri kadar "oturaklý" olmasa da Tonguç'u bu göreve atamýþtýr. Tonguç'un Genel Müdürlüðe atanmasý konusuyla ilgili olarak Fay Kirby þöyle demektedir: "...Tonguç'un tayinine karþý yükselen itirazlarýn, onun bu mevkiye lâyik ve ehil olmadýðý ve kayýrýldýðý yolundaki dedikodularýn þiddetini, Arýkan'ýn 15 Bakan oluþundan bir ay sonra, âdet olmadýðý halde bir basýn toplantýsý yapmak zorunda kalýþýndan anlayabiliriz...Tonguç, bu iþle en yakýndan ilgili daireye mihaniki bir þekilde getirilmiþ deðil, hiç þüphe yok, Atatürk'ün bilgisi ve muvafakati (onayý) ile seçilip getirilmiþtir." Tonguç, 1938 yýlý Aðustos sonunda, Ýlköðretim Genel Müdürü olarak 2 ay süreyle Bulgaristan, Macaristan, Yugoslavya, Avusturya ve son durak olarak da Almanya'ya inceleme gezisi yapar, bu gezisinde özellikle Nazi Almanyasý'ndaki Ýþ Hizmeti Örgütü ile ilgilenir. Bu örgüt, gizli iþsizliðin önlenmesi, iþ gücünün harekete geçirilmesi amacýyla kurulmuþ týpký askerlik hizmeti gibi her vatandaþa belli bir süre bedensel çalýþma yükümlülüðü getirmektedir. Tonguç, Almanya'nýn yeniden yapýlanmasýnda önemli bir rol oynamýþ bu örgütün üzerinde önemle durmuþtur. Ýþ Hizmeti Örgütü tipik bir Nazi örgütüdür ama Nazilerden önce Sovyetler Birliði'nde, hattâ 1929 ekonomik krizi döneminde F. Roosevelt'in baþkanlýðý sýrasýnda ABD'nde de benzer biçimde Civilian Conservation Corps adýyla kurulmuþ örgütlere benzemektedir. Nazileri örnek yaparak Tonguç'un Köy Enstitüleri Sistemini ortaya koyduðunu iddia etmek yanýlgýlý olur. Özellikle, sað öðreti yandaþlarý olan yazarlar, araþtýrýcýlar onun Köy Enstitüleri Sistemini Sovyetlerden esinlenerek yarattýðý konusu üzerinde fazlaca dururlar. Tonguç; Ýngiltere, Fransa, Ýtalya, Almanya gibi ülkelerdeki eðitim 16 örgütlerini, uygulanan eðitim dizgelerini ayrýntýlý olarak Ýlköðretim Kavramý ve Canlandýrýlacak Köy adlý kitaplarýnda inceler. Tonguç, bu Avrupa ülkelerinin ekonomik, kültürel koþullarýnýn ülkemiz koþullarýyla hiçbir benzerlik taþýmadýðýnýn ayýrdýmýndadýr. Bunlarý birebir kopya ederek ülkemize uygulamak doðru sonuç vermeyecektir. Genelde bazý eleþtiriciler Köy Enstitüleri Sisteminin tam bir Sovyet eðitim dizgesi kopyasý olduðunu öne sürerler. Sovyet eðitim dizgesinin anahtarý olan iþ aracýlýðýyla iþ için eðitim sloganý Sovyet buluþu deðil, Pestalozzi, Dewey, Kerschensteiner gibi batýlý eðitimcilerin buluþudur. Tonguç'un ne Nazi Almanyasý ne de komünist Rusya'daki eðitim dizgelerini Türkiye için elveriþli görmediði Canlandýrýlacak Köy adlý kitabýndaki bazý satýrlardan anlaþýlmaktadýr. Tonguç, anýlarýnda Köy Enstitülerinin kuruluþ yýllarýnda gittiði Tunceli köylerinden biriyle ilgili bir olayý anlatýr: "Köyde okul açýlmýþ, çocuklar Türkçe öðrenmiþ, kitap okumaya baþlamýþlar. Cumhuriyet'in ilk ýþýklarý gitmiþtir oralara. Ama ana-babalar Türkçe bilmemekteler. Yaþlý bir köylü Tonguç'a þöyle der: -Bizi arayan soran mý vardý Bey? Þu daðlarýn ardýnda çobanlýk, hýrsýzlýk, eþkýyalýk yapar, geçinmeye çalýþýrdýk. Hayvandan farkýmýz yoktur... Çok þükür! Çocuklarýmýz okuyor. Onlar bizim çektiklerimizi çekmeyecek buna seviniyoruz. SEVGÝ DÜNYASI -Baba! Artýk siz kendi kendinizi güdeceksiniz. Bu yol daha iyi deðil mi? Yaþlý adam gülümser: -Okuma-yazma olmadan böyle þey olmaz. Cahil insanlar onu beceremezler, önce okumak gerek. Okuma yazmayla gözlerimizi açalým, körlükten kurtulalým ki dediðini yapabilelim." Doðulu-Güneydoðulu köylü bilgisiz kalýnca daha doðrusu bilgisiz býrakýlýnca ne terörün önünü alabildik ne de aðalýk düzenini yýkabildik. Enstitüleri kara çalarak yýkanlar günümüzün açmazlarýnýn baþ sorumlularý deðil mi? Tonguç'un Ýlköðretim Genel Müdürlüðü yaptýðý dönemdeki çalýþmalarýnýn ayrýntýlarýný birer birer saymak sayfalar doldurur. Onun görev anlayýþýný belirtmek bakýmýndan þu kadarcýk bilgiyi vermek bile yeterlidir: Görevli olduðu zaman dilimi içerisinde Tonguç, 61 il, 305 ilçe, 9150 köy görmüþtür. Üstelik de o günün olumsuz koþullarý içerisinde. Tonguç'un görev anlayýþýný bizlere açýklayan bir baþka mirasý da mektuplarýdýr. Tonguç'un Mektuplarý Milli Eðitim tarihimizin en önemli dönemi olan 1935-1946 arasýnda, üstelik II. Dünya Savaþý'nýn tüm olumsuz koþullarýna karþýn Köy Enstitüleri SEVGÝ DÜNYASI atýlýmý nasýl gerçekleþebildi? Bu sorunun yanýtlarýný tüm ayrýntýlarýyla Tonguç'un mektuplarýnda bulabiliriz. Tonguç gibi deðerli bir eðitimci bürokratik iþlemleri uzun olan resmi yazýþmalarý bir yana itmiþ "mektuplaþma"yý bir yöntem olarak kullanmýþtýr. Ona göre mektup türü yazýþmalar, diðer "resmi yazýþmalar"ýn aksine insanlarýn düþüncelerini biribirlerine tüm çýplaklýðý, içtenliðiyle iletmeye en elveriþli olanýdýr. Diðer yazýþma biçimleriyle bu amaca kolayca ulaþýlamaz. "Müsait þartlar hazýrlanmadýkça, insanlar candan kazanýlmadýkça, insanlara karþý muhabbet ve samimiyetle hareket edilmedikçe deðil reform, günlük basit ve mütevazý iþler bile yapýlamaz." demektedir. 1935-1946 yýllarý arasýnda Enstitü Müdürlerine, arkadaþlarýna, öðretmenlere, öðrencilere, Milli Eðitim Müdürlerine, kimi valilere ve müfettiþlere yazdýðý mektuplardan 102 tanesi Mektuplarla Köy Enstitüsü Yýllarý adý altýnda bir kitapta toplanmýþtýr. Tonguç'un mektuplarýnda destansý bir eðitim savaþýnýn coþkusunu bulmak olanaklý. Köy Enstitülü ozan Mehmet Baþaran'a göre: "Taþla, toprakla, aðaçla, makineyle çalýnan, halkýn derinliklerinden süzülüp deðerlerle beslenen, çaðdaþ teknikle biçimlenen bir senfonidir bu...Zaman zaman ortaya çýkan karamsarlýklar gözleri yaksa bile hep uyanýk ve tetiktedir Tonguç...Uç uca eklenen sigaralarý, koca gövdesiyle çaðdaþ bir Prometheus gibi ýþýk, cesaret, güven, dostluk, sevgi daðýtýr her yana...Bu usta yönetici, en 17 cýlýz sesleri bile deðerlendirmesini bilir. Senfoniyi icra ederken kimi zaman tüm Enstitü Müdürlerine kimi zaman öðrencilere seslenerek icranýn kusursuzluðunu saðlamaya çalýþýr." Tonguç, mektuplarýnda Ferit Oðuz Bayýr'a: "Kardeþim, yapmacýk münevverle köye gidemeyiz. Onun için köyü harekete geçirebilecek, içinden eleman bulmak lâzýmdýr...Gerçek köyü tanýmak, ona göre eðitim biçimleri bulmak, bunlarý uygulayacak yeni insan tipi yaratmak... Ýdealizmle realizmden bir hamur yapmak gerek." diye seslenir. Yeni kurulacak okullarý klâsik eðitime benzetmemek için elinden geleni yapar. Bütün müdürlere yazdýðý mektuplarda çalýþmalarda tutulacak yolu açýklar: "Enstitü, emeði deðerlendirerek arý kovaný gibi iþleyerek kendi balýný kendi yapacaktýr. Bisiklet, motosiklet kullanma iþini, bir musiki aletini çalmayý, þarký söylemeyi, milli oyunlar oynamayý bütün talebe ayný derecede bilmelidir...Bütün güçlüklere raðmen kýz ve erkek öðrenciler hayatýn her türlü iþine, eðlencesine veya ýstýraplarýna müþtereken sevkolunmalýdýr. Bayaðý olan her þeyden kaçýnmak þartýyla kýz ve erkek talebeye hayatý bütünüyle yaþatmamýz lâzýmdýr." Klâsik eðitimin verdiði efendilik alýþkanlýklarýyla kýrýcý, bozguncu davrananlar, beceriksizliklerini yüksek eðitbilim uzmanlýðýyla örtmeye yeltenen eðitimciler de çýkar ara sýra. Kýzmaksýzýn her birini ikna etmeye çalýþýr, onlarý mektuplarla ikna etme 18 yollarýný bile dener. II. Dünya Savaþý'nýn koþullarýyla Trakya sýnýrýna yakýn Kepirtepe Köy Enstitüsü boþaltýlýr, Hasanoðlan'a taþýnýr. Kiþi baþýna günde 150 gram ekmek verilmektedir. Enstitü Müdürü öðrencilerin olumsuz koþullarýndan dert yanar haklý olarak. Tonguç, 1942 yýlýnda Kepirtepe Köy Enstitüsü Müdürü Nejat Ýdil'e yazdýðý mektupta þöyle yazar: "Elinizdeki talebeyi öyle bir hale getireceksiniz ki bir gün onlara maaþ verilmese, yani memleket veremeyecek duruma gelse, felâketler birbiri üstüne yýðýlsa, onlarý ateþler içinde býraksa yine onlar; maaþlarýnýn verildiði, ekmeklerin serbest satýldýðý devirdeki haleti ruhiye gibi saðlam bir imanla iþlerini görebilmelidirler. Köy Enstitüsü talebelerinin olgunluk imtihaný bu olmalýdýr. Biz onlarý bu kadar çelik ruhlu ve iradeli bir hale getiremezsek beklediklerimizin hepsi bu memlekette teneffüs ettiðimiz hava dahi hepimiz için haram olur." Enstitü yapýlanmasý tüm ülke yüzeyinde yaygýnlaþmaya baþlayýnca, takke düþer kel görünür. Okul yapým iþlerini aksatan yöneticiler, köylerde köyün sýrtýndan geçinenler, Enstitülerde çalýþma temposuna ayak uydura- SEVGÝ DÜNYASI mayanlar tedirgin olurlar. Kimi yörelerden Bakanlýða jurnal mektuplarý gelmeye baþlar. Açýk yüreklilikle mertlikle, dürüstlükle iþ görmeyi seven Tonguç, Þerif Tekben'e jurnalciler hakkýndaki düþüncelerini bir mektupla iletir. 1946 yýlýnda baþlatýlan "ýslahat" çalýþmalarý Tonguç'u rahatsýz ederse de duygularýný gizlemeyi baþarýr, þöyle yazar Enstitülerden ayrýlmayý düþünen idarecilere: "Ýþlerinizi benim þahsýma veya baþka bir þahsa baðlý görmeksizin prensiplerinize göre yürütmelisiniz. Bunu yapamayacak olursanýz zayýf düþersiniz. En doðru yol, iþi sýký tutarak ve iyi yaparak onu kendisine müdafaa ettirmektir." Köy Enstitülerinin her türlü sorunlarýný inceleyip araþtýrdýðýný Mektuplarla Köy Enstitüsü Yýllarý adlý yapýttan incelemek olanaklý. Oðlu Engin Tonguç tarafýndan hazýrlanmýþ ve bastýrýlmýþ olan kitapta 102 tane mektup yer alabilmiþ. Kimlerle mektuplaþmamýþ ki. Öðrencilerden, öðretmenlere, Enstitü Müdürlerinden valilere kadar bir dolu kiþiyle bürokrasinin kýrtasiye düzeninin dýþýna çýkarak mektuplarla haberleþmiþtir. Tonguç'un kiþiliðini, yöneticilik, önderlik yeteneklerinin en güzel açýklamalarýný onun yazdýðý mektuplarda izleriz. Kitaptaki mektup örnekleri valilere, enstitü müdürlerine, yeni mezun öðretmenlere, gazetecilere, yazarlara ve enstitü öðrencilerine yazýlmýþ olan yüzlerce mektup arasýndan seçilmiþ. Neredeyse tümü "kardeþim" hitabýyla baþlýyor, dostça yaklaþýmlarla sürdürülüyor ve kimsenin SEVGÝ DÜNYASI boþu boþuna sýrtý sývazlanmýyor, karþýsýndakini bilgi birikimiyle inandýrmaya çalýþan bir üslup egemen mektuplarda. Her þeyi gerekçesiyle, ukalâlýk yapmadan, kýrmadan dosdoðru söylüyor. Tonguç, kendisine mektup yazan herkese ne yapmýþ yapmýþ yanýt yollamýþ. Hastanede yatan ya da arkadaþýna aþýk olmuþ, ilerde evleneceði arkadaþýyla ayný köye atanmasýný dileyen Köy Enstitüsü öðrencisinden tutun da kendisine eleþtiriler, öneriler getiren meslektaþlarýna kadar her kesimden kiþiye mektuplarýyla yanýt vermiþ. Bir anlamda devlet bürokrasisinin "resmi yazý" yöntemiyle çözmeye çalýþtýðý sorunlarý o daha sýcak bir yöntemle, mektupla çözmeye çalýþmýþ. Bir gün Ýlköðretim Genel Müdürlüðü makamýna çaðýrdýðý Hasanoðlan Yüksek Köy Enstitülü öðrencilere enstitülerden gelen mektuplarý okuyarak onlarýn bu konudaki düþüncelerini sorar. Örneðin Ortaklar Köy Enstitüsü öðrencilerinden gelen "Bize her sabah çorba veriyorlar, yiyemiyoruz, sabahlarý zeytin ekmek versinler. Saygýlarýmýzla ellerinizden öperiz" biçimindeki mektubu okuduktan sonra bu defa Cilavuz Köy Enstitüsünden gelen bir baþka mektubu okur, mektup þöyledir: "Her sabah zeytin ekmek veriyorlar, sabahlarý çorba vermeleri için emirlerinizi rica eder ellerinizden öperiz." Öðrenciler bu mektuplarý dinledikten sonra kem küm ederek "Enstitü öðrencilerinin her isteðinin karþýlanmasýnýn olanaksýz olduðundan, bu isteklerin ayrýntý olduðunu" filan söylerler. Büyük eðitimci onlarýn düþüncelerini 19 paylaþmaz. Þöyle der: "Ýdareciler yanlýþ yapmýþlar. Her yörenin belli bir beslenme alýþkanlýðý vardýr. Cilavuzlu çocuklarýn zeytin çay alýþkanlýðý yoktur. Onlara çorba verilmesi, buna karþýlýk Ortaklar öðrencilerine zeytin çay verilmesi daha doðru olurdu. Ýþe alýþkanlýklardan baþlamak gerek." Anadolu çocuklarýna okuma yazma yanýnda iþ için uygulamalý eðitim yaptýrmak için yola çýkan bu deðerli eðitimci, býrakýn uygulamalý eðitimi, klâsik eðitim bile yaptýrýlmayýp, Enstitülerin yerine Kur'an Kurslarý, Ýmam-Hatip Okullarý açýldýðýný, tüm bu okullarýn 800 sayýsýnýn üstüne çýktýðýný görseydi kahrýndan ölürdü, þimdi de mezarýnda rahat ettiði söylenemez ya! Tonguç'la ilgili bir öyküyü de oðlu Engin Tonguç anlatýr: "Yanýnda Pamukpýnar Köy Enstitüsü Müdür Þinasi Tamer, Hasanoðlan Köy Enstitüsü Tarýmbaþýsý Ýzzet Palamar olmak üzere inceleme gezisine çýkan Tonguç, Ilgaz daðlarý eteklerinde bir orman köyüne uðrar, hava yaðmurludur. Yolun kenarýndaki okulu görünce cipi kenara çekerler ve okula girerler. Hafta içi birgündür ve saat iki civarýdýr. Okulda hiç bir öðrenciyle karþýlaþmazlar. Okulun yanýndaki öðretmen evinin kapýsýný çalarlar, kapýyý öðretmen açar. Okulu gezmek için izin isterler ama kendilerini de tanýtmazlar. Okulun içi tam bir göl gibidir, çatýdan sular damlamaktadýr. Öðretmen "Okulumuzun damý çatýsý akýyor, üç kez Çankýrý Milli Eðitim Müdürlüðüne yazdým. Karþýlýk bile vermediler" der. 20 Tonguç öðretmene: - "Peki, siz neden damý kendiniz aktarmadýnýz" diye sorunca, - "Beyefendi, ben baþöðretmenim, dam aktarýcýsý deðil!" yanýtýný alýr. Tonguç, dinler dinler, sonra okulun çevresini dolaþmaya çýkar. Bir bakar ki duvarýn dibinde kiremitler. Hemen ceketini çýkarýr, kollarýný sývar, kiremitlerle çatýyý bir güzel örter. Ýþi bitirdikten sonra, öðretmene, "Ýsmail Hakký Tonguç-Ýlköðretim Genel Müdürü" yazýlý kartýný verir ve þöyle der: -Ben Ankara'dayým, çatý yine akarsa bana yaz!" Tonguç, biliyorum diyen insan yerine, yapýyorum diyebilen insaný her zaman yeðlemiþtir. Köy Enstitüleri kurulup da iþ içinde eðitilen çocuklar köylere gönderilince okul çatýlarýn akmasý giderek duracaktýr. Ýsmail Hakký Tonguç o olumsuzluklarla dolu 40'lý yýllarda bir gün kolunda tasarýlarla ilgili dosyalar olduðu halde Meclis koridorlarýnda koþuþtururken toprak aðasý birkaç milletvekili yolunu keserler: -Yahu Ýsmail Bey, senin hiç iþin yok mu? diye sorarlar. O da koltuðundaki dosyalarý gösterir. Yasa tasarýlarýný iþaret eder: -Benim iþim iþte bunlar der. Milletvekili toprak aðalarýndan biri karþýlýk verir: -Bu kadar hergeleyi okutuyorsunuz, bize kim uþaklýk edecek? Tonguç Neden Babaydý? Tonguç, lâfta baba deðil gerçek bir babaydý köy çocuklarý için. Iþýklar SEVGÝ DÜNYASI içinde yatsýn! Tonguç Baba, Enstitüleri bitiren öðrencilerin öðretmenlik yaþamlarýnýn baþlarýnda evlenmelerini önermektedir: "-Yaþam insanýn tek baþýna sýrtlanamayacaðý kadar aðýrdýr. Ayrýca bir ocaðýn, bir yuvanýn sahibi olmak, onu türlü çalýþmalarla bezemek, çocuklarla donatmak baþka bir âlemin içine girmek, bu âlemin koþullarýna katlanarak yaþamak, yaþamýn amaçlarýný saðlamak demektir. Bu davranýþ belli bir yürekliliði gerektirir. Evlenmek, pýsýrýk, korkak, kuruntulu insanýn harcý deðil, yiðidin kârýdýr. Onun için sizi gösterdiðiniz bu yürekliliðinizden ve iyi niyetinizden ötürü kutlarým. Yeni yuvanýzda gönenmenizi dilerim. Darýsý diðer yiðitlerin baþýna." Köy Enstitülerini bitiren öðrencilerden baþarýlý olanlarýn Yüksek Köy Enstitüsüne gittiklerini, yüksek kýsma devam etme arzusu taþýmayanlarýn köylerine giderek öðretmenlik görevi üstlendiklerini biliyoruz. Köylere atanan öðretmenler orada yalnýz olmadýklarýný, Tonguç Baba'larýnýn kendilerine her an yardýma hazýr olduklarýný bilmenin huzuru içerisinde çalýþmalar yaptýlar. Kulaklarýnda onun þu sözleri kalmýþtý: SEVGÝ DÜNYASI "Cumhuriyetin göz bebeði gençler! Gerçekle karþý karþýya gelin, ondan hiç korkmayýn, fanteziler peþinde koþarak enerjileri yok yere israf etmeyin, ta ki içinize geniþlik ve ferahlýk gelsin! Bir çok kýymetleri iþlenmeden duran bu topraklarda mesut olmanýn sýrlarýný bulun... Ýçinde bütün varlýklarý ve hayat imkânlarýný saklayan köye, halka dönün, bu tükenmez kaynaktan kuvvet, ilham ve fikir alýn, temele dayanýn, bu mukaddes varlýðý teþkilatlandýrarak ona devletin bünyesinde hakiki yerini verin!.." Tonguç'un bu söylemine Beþikdüzü çýkýþlý Raþit Özdemir ile Düziçi çýkýþlý Hasan Turan öðretmenler þöyle karþýlýk vereceklerdir: "Biz eli nasýrlý, ayaðý çarýklý, topraðýn özünü týrnaklarýyla sökmesini bilenlerin çocuklarýyýz. Biz kuru öðüde, ezbere dayalý bilgiye gülüp geçen, bilmezlikle, yolsuzlukla savaþmasýný bilen kiþileriz. Biz açlýðý umursamayan, azýðým su, ekmeðim aþ, yataðým yer, yastýðým taþ demesini bilen çocuklarýz." Sirer'in Eðitim Bakaný olmasýnýn ardýndan Tonguç Ýlköðretim Genel Müdürlüðü görevinden 21 Eylul 1946'da ayrýlýr, yerine Yunus Kâzým Köni atanýr. Tonguç bu tarihten sonra Talim-Terbiye Kurulu üyesi olarak görevini sürdürecektir. Bu görevdeyken Ýlköðretim Kavramý adlý yapýtýnýn baskýsýný gerçekleþtirir, 1947 yýlýnda ise Canlandýrýlacak Köy adlý yapýtýn ikinci ve geniþletilmiþ baskýsý yapýlýr. Tonguç, Talim-Terbiye Kurulu üyesi olarak Sirer ve yandaþlarý tarafýndan ýslahat 21 adý altýnda yapýlan türlü çalýþmalara elinden geldiðince engel olmaya çalýþýr ama bunu baþarmasý olanaðý yoktur. Yapabileceði en uygun þey eðitim konusunda kitaplar ve yazýlar yazmak, bir de köylerde görev yapmakta olan öðretmenlerle mektuplaþarak onlara yol göstermek, direþken olmalarýný öðütlemektir. Sirer'in ardýndan Milli Eðitimin baþýna geçen Tahsin Banguoðlu döneminde de çilesi bitmez. Talim-Terbiye'den Ankara Atatürk Lisesi Resim-Eliþi öðretmenliðine atanýr. Bu görevi de hiç yüksünmeden üstelik büyük bir hoþnutluk içinde yapar. 1950 yýlýnýn ilk günlerinde, seçimlere bir-iki ay kala Kayseri Lisesi öðretmenliðine atanmasý kararý alýnýr. Bu arada hakkýnda Fontamara adlý roman nedeniyle soruþturma açýlmýþtýr. M.E. Bakanlýðý Disiplin Kurulu 5 Nisan 1950 tarih ve 24 sayýlý kararla Tonguç'u suçlamaya kalkýþýr. Aslýnda seçimlere çok az kalmýþtýr, böyle bir suçlamanýn yeni kurulacak kabinenin Eðitim Bakaný ve teþkilatý tarafýndan yapýlmasý gerekir. Ama tezgâh baþka tezgâhtýr... Amaç seçimlerden önce davranmak, bu sayede partiye oy saðlamaktýr. Tonguç'un disiplin kurulu kararýna karþý olarak Danýþtay'a verdiði savunma tam anlamýyla bir ibret vesikasýdýr. Okuyucularýn bu dilekçenin tam metnini elde ederek okumalarýný salýk veririm. (Ýmece Dergisi Mayýs 1967) Tonguç, savunma dilekçesinde Ýzzet Palamar öðretmene Ýtalyan yazar Ignazio Silone'nin yazdýðý Fontamara adlý romaný hangi koþullarda imzala- 22 yarak verdiðini, romanýn M.E.Bakanlýðý Talim Terbiye Kurulunca önerildiðini yazar. Palamar öðretmenin dolabýný kýrarak romaný çalan kiþinin Tahsin Banguoðlu, R.Þemsettin Sirer ve Emin Soysal'ýn tuttuðu bir hýrsýz olduðunu da ekler. Kitabýn içinden geliþigüzel seçilmiþ cümleler ile konu yaratýlýp Mecliste tartýþma açýldýðýný, dil bilgini geçinen Doç. Tahsin Banguoðlu'nun bu ekleme ve çarpýtmalarýn farkýnda olmamasýnýn esef verici olduðunu da ekler. O güne deðin Banguoðlu ve Sirer için uluorta söz söylemekten kaçýnan Tonguç, Danýþtay dilekçesinde tüm içindekini döker: "Reþat Þemsettin Sirer ile Tahsin Banguoðlu yýllardanberi Milli Eðitim Bakaný olmak ihtirasý ile yanýp tutuþan haris, anormal derecede kitap ve fikir hürriyeti düþmaný politikacýlardýr." Tonguç dilekçesinde Emin Soysal'ýn kendisine neden karþýt olduðunu da ayrýntýlý olarak yazmaktadýr. "Soysal, Ankara'da Ýlköðretim Müfettiþi iken 1937 yýlýnda Ýzmir'de açýlan Kýzýlçullu Köy Enstitüsü Müdürlüðüne tayin edilmiþti. Bu müessesede 1942 yýlýna kadar çalýþtý. Ayný yýlýn Aðustos ayý içinde Bakanlýkça yaptýrýlan denetleme sonunda Disiplin Kurulu kararýyla Bursa Kýz Öðretmen Okulu Müdürlüðüne tayin edildi. Teftiþ ve tahkikler devam ederken bunlarýn durdurulmasý için Ýlköðretim Genel Müdürlüðüne defalarca müracaatlarda bulunarak, benim kendisini korumamý ve Ýzmir'de býrak- SEVGÝ DÜNYASI týrmamý talep etti. Bu isteði yerine getirilmediði ve evraklarý Memuru Muhakemat Kanunu uyarýnca Vilayet Ýdaresi heyetine sevk edildiði için bana düþmanlýk beslemekteydi. 1946 yýlýnda Maraþ milletvekili seçilince bu kutsi vazifeyi þahsi, kinci emellerini tahakkuk ettirme hesabýna kullanmaya baþladý." Acý olan, Kýzýlçullu Köy Enstitüsü eski müdürlerinden olan Emin Soysal'ýn Enstitülerin deðiþtirilmesi, kapatýlmasý iþinde baþ rollerden birini üstlenmesidir. Bu hýrslý kiþi 1946 seçimlerinde baðýmsýz olarak Maraþ milletvekiliý seçilmiþti. Soysal, 24 Aralýk 1946 günlü Meclis oturumundaki bütçe görüþmeleri sýrasýnda Köy Enstitülerinin ahlâksýzlýk, komünistlik, dinsizlik yuvasý olduðunu öne sürecek, sað kolu olan ýrkçý öðrencilerle iliþki kurarak Enstitülerde mektup açtýrarak, ihbarlar yaptýrarak kitap çaldýrarak yýkýcýlýða gerekli malzemeleri saðlayacaktýr. Ýktidara gelen DP'nin Milli Eðitim Bakaný Tevfik Ýleri döneminde abuk sabuk gerekçelerle Bakanlýk emrine alýnýr. Bakanlýk ile Tonguç arasýnda süren dava yýllarca sürüncemede býrakýlýr. Amaç, aldýðý maaþýn yarýsýnýn eline geçmesini saðlayarak onu maddi bakýmdan çökertmektir. Bunda da baþarýlý olunur. Boþ vakitlerini geçirdiði ve çok sevdiði Etlik'teki bað evini satmak zorunda kalacaktýr. Bakanlýk emrine alýndýðý günlerde, adýnýn etrafýnda tam bir umacý çemberinin oluþturulduðu o günlerde SEVGÝ DÜNYASI Tonguç dost özlemi çekmektedir. Yolda yürürken kendisiyle konuþmamak için kaldýrým deðiþtirenlerin az olmadýðý günlerdi o günler. Tüm güç koþullara karþýn 1952 yýlýnda hazýrladýðý Öðretmen Ansiklopedisi ve Pedagoji Sözlüðü adlý yapýtýný hiçbir yayýnevi basmayý üstlenmedi. Kýsaltýlmýþ biçimiyle 1953 yýlýnda "Bir Yayýnevi" tarafýndan basýlan Öðretmenler Ansiklopedisi adlý kitabýn üzerine yazar adý konulmadý. 10 Ocak 1953'de hizmet süresi 30 yýlý aþmýþ olan Tonguç, Bakanlýða baþvurarak emeklilik iþleminin yapýlmasýný ister. Bakanlýk buna verdiði yanýtta "cezai bakýmdan yapýlmakta olan soruþturma sonuçlanmadýðý için 5434 sayýlý kanunun 39/b fýkrasýnýn 3. bendi uyarýnca iþlemin yapýlmasýna kanuni olarak imkan görülmemiþtir" diyecektir. Bakanlýk hem soruþturmayý bitirmiyor hem de emeklilik iþlemini yapmýyordu. Yasa uyarýnca bu günden sonra Bakanlýk emrinde geçen 3 yýl boyunca aldýðý yarým maaþ da kesilecekti. 23 Memurin Kanununa göre Bakanlýk emrine alýnan kiþinin aylýðýnýn bir bölümü veriliyor, o süre dolunca da tamamý kesiliyordu. Amaçlarý onu iyice yýpratarak açlýða tutsak etmektir. 16 Þubat 1954 tarihinde Danýþtay, zaman aþýmý ve af kapsamýna girmesi nedeniyle dosyayý iþlemden kaldýrdý, böylece Tonguç emeklilik baþvurusunun üstünden tam 13 ay geçtikten sonra 27 Þubat 1954'te emekli olabildi. Hakkýndaki iþlemler 16 Þubat 1954 tarihinde iþlemden kaldýrýlmýþtý, 4 gün sonra 20 Þubat 1954 günü de siyasi iktidarýn öngördüðü yeni bir yasayla Köy Enstitülerinin adý Ýlköðretmen Okullarý olarak deðiþtirilecek ve Köy Enstitüsü sözcüðü eðitim tarihimizin yapraklarý arasýna katýlacaktýr. Tonguç'un yaþam öyküsünü özetlerken bir eðitbilimsel yayýndan söz etmek gerekli. 1950'lerde hazýrlanýp 1952'lerde yayýnlanan LEXÝKON PADAGOGÝK adlý ansiklopedinin 3'üncü cilt, 455'inci sayfasý Tonguç'a ayrýlmýþtýr. Bu ansiklopedi uluslararasý ün yapmýþ 500 bilgin, eðitbilimci ve bilim kurumu tarafýndan oluþturulmuþtur. Köy Enstitülerinin kuruluþunu gerçekleþtiren bu deðerli eðitimcimizin yaþam öyküsünü kýsa bir yazý içine sýðdýrmaya gönlümüz elvermediði için dergimizin bir sonraki sayýsýnda bu konuya gene dönecek, özellikle onun eðitim konusundaki düþüncelerinin üzerinde duracaðýz... A s t r a l S e y a h a t l er Yaþarken Bedeni Terkedip Dönmek Astral Seyahat Ortamlarý Çeviren ve Derleyen: Zuhal Voigt SEVGÝ DÜNYASI Geçen sayýmýzda Amerikalý araþtýrmacý Robert A.Monroe'nun Beden Dýþý Deneyimleri (OBE- Out of Body Experience) konusu ile nasýl karþýlaþtýðýný ve bu alandaki ilk tecrübelerini anlatmýþtýk. Monroe, beþ duyumuzla algýlayabildiðimiz maddi dünya ortamýnda yapýlan astral seyahatlere "Ortam I" adýný vermiþti. Monroe, bu bölgede yapýlan astral seyahatlerin, maddi bedenden ayrýlarak ikinci bedenle yapýlan deneyimleri ispatlayabilmek için faydalý olduðunu da söylemiþti. Örneðin, astral bedenle ziyaret edilen kiþilerin o anda þahit olunan aktivitelerini, daha sonra kendilerinden sorarak onaylatabilmek mümkün olmaktadýr. Ancak Robert A. Monroe, maddi bedenden ayrýlarak astral bedeni ile hareket halinde bulunan bir kiþinin doðal ortamýnýn da, aslýnda maddi dünyamýz olmadýðýný keþfeder. Çünkü astral bedenin yapýsý ve algýlama olanaklarý, fiziki dünya kanunlarýna uymamaktadýr. Dünya üzerinde yapýlan astral seyahat denemeleri daha ziyade "zorlama" olmaktadýr. Astral bedenin þartlarýna uyan baþka bir ortam vardýr ve astral bedenli kiþinin yaptýðý seyahatler doðal olarak aslýnda bu ortama yönelir ki bu ortama da Monroe, "Ortam II" adýný veriyor. ORTAM II Monroe "Ortam II"yi þu sözlerle tarif ediyor: " Ýkinci, yani astral beden düþüncesine alýþabilmek rahatsýzlýk veren bir deneyim idiyse, Ortam II'yi kavrayabilmek çok daha zor olacaktýr, çünkü bu 25 ortam, bizim "gerçek" olarak kabul ettiðimiz her þeyle çeliþkiye düþmektedir. "Ortam II, maddi olmayan bir âlemdir ve tabi olduðu kanunlar, bizim tanýdýðýmýz madde kanunlarýyla ancak çok uzaktan ilintilidir. Sýnýrsýz ve ölçüsüzdür ve bizim sýnýrlý bilincimizin kavrama yeteneðinin dýþýnda kalýr. Bizim cennet veya cehennem gibi terimlerle açýklamaya çalýþtýðýmýz olgular, Ortam II'nin ancak bir kýsmýný teþkil ederler. Ortam II, zekâ seviyeleri çok çeþitli olan ve kendileriyle irtibat kurmak genelde mümkün olan sonsuz sayýda varlýklarýn yaþam ortamýdýr. Burada, beþ duyumuzla algýladýðýmýz dünyanýn ölçülerince bir zaman mevcut deðildir. Gelecek ve geçmiþ mevcuttur ama bu iki kavram "þimdi" ile birliktedir. Buradaki en büyük kanun ve varoluþun asýl kaynaðý düþüncedir. Düþünce gücü, enerji meydana getiren en önemli yaratýcý güçtür. Maddeyi bir araya getirip bir þekle sokan ve algýlama ve iletiþim için yol bulan da odur. Kýsaca, burada her varlýk nasýl düþünüyorsa, bizzat o düþüncenin ta kendisidir. " Monroe bu söylediklerini, yýllarýný alan yüzlerce, binlerce deneyimleri sonucunda toplamýþ olduðu bilgilere dayandýrýyor. Yaptýðý astral seyahatlerde karþýlaþtýðý çeþitli varlýklardan edindiði bilgileri, þahit olduðu çeþitli yaþam biçimlerinden, gördüklerinden, duyduklarýndan çýkardýklarýný, içine düþtüðü çeþitli durumlardan vardýðý sonuçlarý bir araya getirerek bu bilgilere ulaþýyor. Böylece, bir pozitif bilimci olarak, maddi dünya dýþýndaki âle- 26 mi keþfediyor ve onu doðru olarak tarif ediyor. Anlattýklarýndan anlaþýlýyor ki, "Ortam II" aslýnda öte dünya, manevi âlem, spatyom ve daha baþka bir sürü isim ve tarifle tanýmladýðýmýz kavramlarýn içinde yer aldýðý o uçsuz bucaksýz sonsuzluk. Monroe, maddi dünyanýn dýþýnda, düþüncenin en büyük güç ve en büyük kanun olduðunu da farkediyor. Düþündüðü yere doðrudan gidebildiðini, düþündüðü anda konuþma ve iletiþimin gerçekleþtiðini, düþüncenin enerji ürettiðini anlýyor. Maddi dünyanýn dýþýnda, bizim alýþtýðýmýz zaman kavramýnýn dýþýna çýkýldýðýný da tesbit ediyor. Sýraya dizilmiþ bir zaman kavramý yoktur orada, gelecek, geçmiþ ve þimdiki zaman ayný andadýr ve iç içedir. Çok önemli bir þeyi daha tecrübeyle farkediyor. Bunu da þöyle ifade ediyor: "Birbirine benzeyen þeyler, birbirini çeker" Yani, kiþi ya da varlýðýn kaderi, kendi içinde bulundurduðu sabit duygular, düþünceler, eðilimlerle açýklanabilir. Yani baþka bir deyiþle, kiþi ya da varlýklar kendi kaderlerinin yapýmcýsýdýrlar, çünkü kendilerinde bulunan öðeler, benzer öðeleri, yaþayacaklarý olaylar þeklinde kendine çekerler. Bu prensip, astral seyahat yapanlarýn karþýlaþacaklarý olaylar için de geçerli. Bu da, kiþinin hangi duygu ve bilgi seviyesinde ise, astral seyahati esnasýnda ayný seviyedeki varlýklar ve olaylarla karþýlaþmasýnýn muhtemel olduðu anlamýna da geliyor. SEVGÝ DÜNYASI MANEVÎ ÂLEM ya da “ORTAM II” NEREDE? Monroe, "Ortam II"nin nerede olduðu sorusuna da yanýt arýyor ve þöyle devam ediyor: "Bu konuda en kabul edilebilir tasavvur, içlerinden birinin de fizik dünyamýz olduðu, çeþitli frekanslar üzerinden çalýþan sonsuz sayýdaki dalgalardan oluþan, dalga titreþimlerinin bulunuyor olmasý. Týpký elektromanyetik spektrum içindeki çeþitli dalga frekanslarýnýn ayný anda , ayný mekânda birbirlerini etkilemeden bulunabilmesi gibi, "Ortam II"nin dünyasý veya dünyalarý da, bizim fiziki maddi dünyamýzýn ortamýna dahil edilmiþ haldeler. Ancak, bizim doðal duyularýmýz ve aletlerimiz, ender ve olaðandýþý haller dýþýnda, bu titreþimleri algýlayabilmekten tamamýyla aciz durumdalar. Bu durumda "Ortam II"nin nerede bulunduðu sorusu net bir cevap bulmuþ oluyor: Ortam II burada, bizim de bulunduðumuz yerdedir!" Buraya kadar verilen bilgilerden anladýðýmýza göre, bir insan belli þartlar altýnda, çeþitli teknikler kullanarak veya doðrudan kendisine verilmiþ bir yetenek sayesinde, astral beden denilen ve süptil elementlerden yapýlmýþ bir beden içinde, fiziki bedeninden ayrýlarak, fiziki kanunlarýn dýþýna çýkabiliyor ve astral bedenle çeþitli yerlere gidebiliyor. Bu yerler, fiziki dünyamýzda olabildiði gibi, çok daha kolay olarak da maddi dünya dýþýndaki ortamlarda gerçekleþebiliyor. Madde dýþý ortamlarda, yani "Ortam II" de yapýlacak denemelerde nelerle karþýlaþabilineceði konusunda, sözü Monroe'ya býrakalým: SEVGÝ DÜNYASI ÇIPLAK DUYGULAR, ENGELSÝZ DÜRTÜLER 27 halde bulunuyorlar. Monroe, bu durumu þöyle anlatýyor: "Ortam II" nin gerçeði, en derin arzular ve hýrslar ile en kuvvetli korkulardan oluþuyor. Burada egoyu diðerlerinden ayýran hiçbir utanma veya tereddüt, toplumun þartlamasýndan gelen hiçbir koruyucu tabaka bulunmadýðýndan, bir þeyi düþünmek demek, anýnda harekete geçmek demek oluyor. Burada dürüstlük geçerli. Astral beden içinde bile olsa, burayý ziyaret eden kiþi, medeniyetimiz tarafýndan bastýrýlmýþ bütün hislerinin birden bütün gücüyle ortaya çýktýðýný farkediyor." "Ortam II"nin özellikle fiziki dünyaya frekans açýsýndan en yakýn olan bölgeleri, hisleri yüzünden deliye dönmüþ meczuplarýn ya da en azýndan yarý delilerin bulunduðu bölgeler. En azýndan bu çoðunlukla böyle. Bütün bunlara ilaveten, bu frekanslarda, halen hayatta olup uykuda olduklarý için astral bedenle dolaþanlara, uyuþturucu tesirinde olduðu için astral bedenle yolda olanlara, ayrýca ölerek öte âleme geçmiþ olan ama hâlâ duygularýnýn etkisiyle bu bölgelerde kalanlara rastlamak mümkün. " Bu demek oluyor ki, gerek "Ortam II" nin çeþitli sakinleri, gerekse orada astral bedeniyle bulunan ziyaretçi, o anda nasýl düþünüyor ve hissediyorsa, bu düþünce ve hisleriyle adeta çýrýlçýplak ortada. Bu durumda ziyaretçi hem orada karþýlaþtýðý varlýklarýn çýplak duygu ve düþüncelerine hedef olmak hem de kendi ayyuka çýkmýþ duygularýyla baþ etmek gibi durumlarla karþýlaþýyor. Öyle ki, bazen dizginlerinden boþalmýþ bu duygular dolayýsýyla, ziyaretçinin aklý baþýnda bir þey düþünmesi bile kabil olmuyor. "Ortam II" sakinleri de bazen öfkelerini ziyaretçiden çýkarýyor, bazen yerine gelmemiþ arzularýný ziyaretçi ile gidermeðe kalkýþýyorlar. Monroe'nin deneyimlerine göre, özellikle yaþamda iken doyurulamamýþ olan cinsel dürtüler, astral beden halinde veya Ortam II'nin sakinleri arasýnda ana tema haline gelebiliyor. Bu takdirde, cinsel dürtülerin kýþkýrttýðý Ortam II sakinleri, bu konudan baþka birþey düþünemez Monroe, seyahatlerinin baþlangýçlarýnda, sürekli bu bölgelerde takýlýp kalýyor ve birçok nahoþ olay yaþýyor. Çoðu kere, karþý koyamadýðý kendi cinsel dürtüsünün normal düþünmesini önlemesi yüzünden geri dönüyor, bazen herhangi bir sebepten kendisine kýzan ve onu herhangi bir þeyden sorumlu tutan varlýklarla karþýlaþýp, çareyi tekrar fizik bedenine kaçmakta buluyor. Bazen bilmediði ve anlamadýðý herhangi bir sebepten onu yakalamaya çalýþan bazý gruplarýn içine düþüyor ve acele tekrar fizik dünyaya dönüyor. Daha sonralarý bu frekansta fazla oyalanmayýp, daha ileri frekanslara ve kendi istediði yerlere gitmeyi öðreniyor. Monroe, kendi isteði dýþýnda baþlamýþ olan astral hale geçebilme yeteneðini sonralarý yine kendi bulduðu tekniklerle geliþtiriyor, geçiþ zamanýný kýsaltýyor ve kolaylaþtýrýyor. Daha sonralarý kýsaca deðineceðimiz bu teknikleri kullanarak 28 SEVGÝ DÜNYASI DÜNYAYI TERKEDENLERÝ ZÝYARET ve SARI BUKLELÝ DOKTOR astral hale geçmeyi saðlamak mümkün olsa bile, öyle anlaþýlýyor ki "Ortam II" de astral bedenle seyahatler yapmak hiç kolay bir þey deðil. Bu olgu, her þeyden önce büyük cesaret, kendine güven, saðlam ve yerine oturmuþ bir kiþilik ve ruhsal yapý gerektirmektedir. Çünkü Monroe þöyle devam ediyor: " Bu fiziki dünyaya yakýn bölge, hiç hoþ bir ikâmet yeri deðil. Bu bölge, daha iyisini öðreninceye kadar, gidilen ve ait olunan seviye. Daha iyisini öðrenemeyenlere ne oluyor bilmiyorum. Belki hep orada kalýyorlar. Ýnsan, fizik bedenden ayrýlýp, astral bedene geçer geçmez kendisini, fizik dünyaya yakýn olan bu frekanstaki kesimde buluyor." Dünyadan ayrýlýp manevi âleme gitmiþ olanlarla görüþebilmek, bugüne kadar genelde bilindiði gibi ancak medyumlar aracýlýðý ile gerçekleþtirilebilecek bir durum olarak açýklanýyordu. Robert A. Monroe ise geçirdiði deneyimlerde, bu durumun astral bedenle yapýlan seyahatlerde de gerçekleþtirilebildiðini gördü. Astral bedenli hale geçebilmiþ bir kimse, þayet verileri doðru olarak kullanabilirse, dünyadan ayrýlmýþ tanýdýklarý ile de görüþebilmek, hiç deðilse onlarýn nasýl olduðunu, ne yaptýklarýný öðrenebilmek þansýna ulaþabiliyor. Aþaðýda okuyacaðýnýz bölümler, Monroe'nun bu konudaki bazý denemelerini anlatýyor: "Dr. Richard Gordon'u 1942'de, New York'ta tanýdým. Kendisi o zaman elli yaþlarýnda bir dahiliyeciydi ve bizim aile doktorumuz oldu, ayný zamanda da en iyi yakýn arkadaþýmýz. Kýsa boylu, zayýf ve beyaz saçlý bir insandý. Fazla ortak yönlerimiz olmamasýna raðmen çok iyi anlaþýyorduk. 1961 senesi ilkbaharýnda birlikte yediðimiz bir öðle yemeðinde, kendisini yorgun ve dalgýn gördüm. Sorum üzerine kendisini pek iyi hissetmediðini söyledi ve hemen sonra her zamanki enerjik haline büründü ve bir doktorun da bazen kendisini hasta hissedebileceðini ifade ederek iþi þakaya vurdu. Hemen arkasýndan da, eþi ile çoktandýr istediði Avrupa gezisine çýkacaðýný bildirdi. Benim de eþimle birlikte geziye katýlmamý istiyordu. Maalesef katýlamadým. Bir hafta SEVGÝ DÜNYASI sonra Dr. Gordon eþiyle birlikte Ýspanya'ya gittiler. Kendilerinden önceleri bir haber almadýk ama tatilde iyi eðlendiklerini düþünüyorduk. Altý hafta sonra ise, eþi beni arayarak tatili kesip geri döndüklerini, çünkü Dr. Gordon'un hastalandýðýný ve o anda da aðrýlar içinde hastahanede yatmakta olduðunu bildirdi. Ýyileþtirilemeyecek cinsten bir barsak kanseri hastalýðý teþhisi konmuþtu kendisine. Onu ziyaret etmek istedim ama eþinden baþka kimseyle görüþtürmüyorlardý ve zaten sürekli aðýr ilaçlarýn etkisi altýndaydý. Yirmi seneye varan arkadaþlýðýmýz sýrasýnda, kendi astral deneyimlerimden ona hiç bahsetmemiþtim. Çünkü her zaman, tam bir pozitif bilimci olan Dr. Gordon'un benimle alay edeceðinden korkmuþtum. Astral deneyimlerimin baþlangýcýndaki korkularým esnasýnda beni çeþitli muayenelerden geçirip, fiziken tamamen saðlýklý olduðumu tespit eden doktordu kendisi. Ama þimdi, ona deneyimlerimden bahsetmediðim için piþmanlýk duyuyordum. Neticede eþiyle birlikte, ona mektup yazmama karar verdik. Yazdýðým mektupta, ona astral deneyimlerimi anlattým ve kendisinin de bunu hasta yataðýnda denemesini salýk verdim. Amacým, onu fizik yaþamýn dýþýndaki yaþama hazýrlamaktý. Eþi bana, Dr. Gordon'un mektubumu kendisine hergün tekrar tekrar okutup dinlediðini bildirdi. Dr. Gordon'u yaþarken bir daha göremedim. Bir kaç hafta sonra da bilincini kaybetti ve sonra bir daha kendine gelemeden öldü. Sonraki birkaç ay içinde 29 hep onu ziyaret etmeyi düþündüm. Ama önce bir zaman için rahat býrakýlmasý gerektiðine inanýyordum. Nihayet bir gün isteðimi gerçekleþtirdim. Bir saat kadar uðraþtýktan sonra titreþimlere ulaþtým ve fizik bedenimden ayrýldým. Bu arada sürekli Dr. Gordon'un adýný ve ona gitmek istediðimi sesleniyordum. Bir zaman yukarý doðru süzüldükten sonra, çevremdeki hareketi ve havanýn hýþýrtýsýný algýladým, ayrýca sol dirseðimde bir el hissediyordum. (Rehber varlýklarýn yardýmý/Yazarýn notu) Sonra birden durdum veya durduruldum. Geldiðim yerin herhangi bir hastane olduðu gibi bir his alýyordum. Dirseðimdeki el beni açýk bir kapýya doðru itti, kapýdan içerisi görünüyordu. Kulaðýma bir ses fýsýldadý: "Burada durursanýz, bir dakika içinde Dr. Gordon sizi görecek." Olduðum yerde durup beklemeye baþladým. Açýk kapýdan gördüðüm odada bir grup erkek, ortalarýnda duran yirmi iki yaþlarýnda sarý bukleli genç bir adamýn, enerjik jestlerle anlattýklarýný dinliyorlardý. Ýçlerinden hiçbirisi Dr. Gordon'a benzemiyordu. Bana uzunca gelen bir zaman bekledikten sonra, dayanýlmaz bir sýcaklýk hissetmeye baþladým. Daha fazla kalamayacaktým, bedenime dönmem gerekiyordu. Oradaki insanlara Dr. Gordon'u sormayý düþünürken, etrafýndakilere bir þeyler anlatan sarýþýn genç birden konuþmasýný kesti ve baþýný çevirip gözlerini üzerime dikerek yoðun bir bakýþla beni süzdü. Daha sonra tekrar dönerek konuþmasýna devam etti. Ben ise daha fazla Dr. Gordon'u bekleyemeyeceðimi düþünerek 30 oradan ayrýldým ve biraz hayal kýrýklýðý ile bedenime geri döndüm. Ertesi hafta tekrar Dr. Gordon'u görmeyi denemeyi düþündüm. Gerekli alýþtýrmayý yaparak tam astral hale geçmiþ, Dr. Gordon'un adýný seslenmeye hazýrlanýrken, yanýbaþýmda bir ses biraz gergin bir þekilde þunlarý söyledi: "Neden tekrar onu görmek istiyorsunuz? Geçen hafta onu gördünüz!" O kadar þaþýrmýþtým ki, kendimi anýnda tekrar fizik bedenimde buldum. Önceki hafta yazdýðým notlarý elime alýp tekrar okuyunca vaziyeti kavradým. O bir grup insana bir þeyler anlatan sarý bukleli genç adam, Dr. Gordon'du ve tam bana söylendiði gibi, geldiðimden bir dakika sonra bana dönüp gözlerini bana dikmiþ, beni görmüþtü. Yalnýz ben, yetmiþ yaþlarýnda beyaz ve seyrek saçlý bir Dr. Gordon beklediðimden durumu anlamamýþtým. O ise anlaþýlan gençliðindeki görünümündeydi. Daha sonra eþine yaptýðým ziyarette, doktorun gençlik resimlerini görmek istedim ve onun bana gösterdiði resimler, yaptýðým astral seyahatte bana dikkatle bakmýþ olan, yirmi yaþlarýndaki sarý bukleli genç adamý gösteriyorlardý. ( Bu bölüm kýsaltýlarak nakledilmiþtir ve Monroe daha sonralarý Dr. Gordon'la baþka seyahatlerinde de tekrar karþýlaþýr/Yazarýn notu.) ÖLMÜÞ BABAYLA KARÞILAÞMA Sonraki deneyim, Monroe'nun kendi babasýyla ilgili. Monroe babasýný 1964 yýlýnda 82 yaþýndayken kaybeder. Ölme- SEVGÝ DÜNYASI den önce beyin kanamasý geçirip tamamen felçli hale gelen babasý, kýpýrdayamaz ve konuþamaz. Oysa kendisi bir dil bilimcidir ve yaþamýný dil öðrenimine adamýþtýr. Ölümüne kadar geçen zamanda bu durumdan çok azap çektiðini, Monroe onun gözlerindeki ifadelerden anlar. Babasý konuþmaya çalýþmakta, ama sadece inleyebilmekte ve söylediklerinin anlaþýlmasý için gözleriyle adeta yalvarmaktadýr. Ölümünden birkaç ay sonra Monroe onu ziyaret etmeye karar verir ve astral hale geçmek için alýþtýrmalarýný yaparak, tamamen babasýna konsantre olur.Fiziki bedeninden ayrýldýktan sonra bir zaman karanlýkta hareket eder. Nihayet bir yerde durur. Geldiði yerin bir hastane veya bir dinlenme evi olduðu algýsýný alýr. Çeþitli odalardan birinde, kapýya arkasý dönük olarak bir pencereden bakan bir adam durmaktadýr. Adam arkasýna döndüðünde, onun hayretle kendisine bakan babasý olduðunu görür. Babasý sorar: "Sen ne yapýyorsun burada?" Gerisini Monroe'dan dinleyelim: "Bunu týpký dünyanýn yarýsýný dolaþmýþ ve birden bir yerde, evde henüz vedalaþtýðý birine rastlamýþ bir insan edasýyla söylemiþti. Ben konuþamayacak kadar heyecanlý idim ve onu kucaklamak için can atýyordum. Babam kollarýný uzattý ve beni koltuk altlarýmdan tutarak, çocukluðumda sýk sýk yaptýðý ve birçok babanýn küçük oðluna yaptýðý gibi, baþýnýn üzerine kaldýrýp salladý. Sonra beni yine bacaklarýmýn üstüne, yere býraktý. Þimdi konuþabilecek durumday- SEVGÝ DÜNYASI dým. Kendisini nasýl hissettiðini sordum. "Þimdi daha iyiyim. Aðrýlarým geçti artýk" dedi. O an sanki ona, unutmak istediði bir þeyi hatýrlatmýþtým. Birden enerjisi azaldý. Yorgun görünüyordu ve yüzünü öte yana çevirdi. Ben ona bakmaya devam ederken, o sanki benim orada olduðumu unutmuþ gibiydi. Daha zayýf görünüyordu, fotoðraflardan kýyaslayabildiðim kadarýyla, elli yaþlarýnda iken olduðu gibiydi. Karþýlaþmamýzýn bittiðini hissediyordum. Bu an için daha fazlasý mümkün deðildi. Sessizce odadan çýktým ve bildiðim metodlarý kullanarak fizik bedenime geri döndüm. Demek ki o konuþamadýðý ve derdini anlatamadýðý son zamanlarýndaki aðrýlarý o kadar kötüydü. Eðer öyleyse, o zamanlarda kendi bedeni onun için ne korkunç bir hapishane olmuþtu. Demek ki ölmesi gerçekten bir kurtuluþtu." Fizik dünyamýzdan ayrýlýp, varlýklarýný baþka dünyalarda devam ettirenler; yakýnlarýmýz, tanýdýklarýmýz, arkadaþlarýmýz, devam ettikleri yollarýnda çeþitli aktiviteler içindeler. Bazen, dünyadaki yaþamlarý kendilerinde derin olumsuz etkiler býrakmýþsa, yeniden enerji kazanmalarý için çeþitli tedaviler, dinlenme devreleri hatta uyku devreleri geçiriyorlar. Bunlara gerek yoksa, kendi ilgi alanlarýna giren konular içinde çalýþmalarýna, araþtýrmalarýna veya istedik- 31 leri biçimdeki yaþamlarýna devam ediyorlar. Amerikalý araþtýrmacý hipnotizör Michael Newton'un kitaplarýnda anlattýðý gibi, dünya yaþamlarý arasýnda geçirilen süreçler hiçbir þekilde boþ deðil ve bu süreçler içindeki varlýklar hiçbir þekilde, bir bulut üzerinde oturup, sürekli geçmiþ hayatlarýný ve bu hayatlarda býraktýklarý yakýnlarýný düþünerek -tabiri caizse- vakit öldürmüyorlar. Bu açýdan, fizik dünya ile diðer dünyalarýn sýnýrlarýnýn birbirinden kesinlikle ayrýlmýþ olmasý ve dolayýsýyla, kalanlarla gidenlerin birbirleriyle temasýnýn normalinde kesilmiþ olmasý, son derece maksada uygun bir prensip. Ama bu prensip, birbirini sevenlerin ve özleyenlerin bir gün mutlaka buluþacaðý gerçeðini de hiçbir þekilde deðiþtirmiyor. Robert A. Monroe'nun son derece ilginç deneyimlerini ve ulaþtýðý bilgileri gelecek sayýlarýmýzda incelemeye devam edeceðiz. Kaynak: Robert A.Monroe "Der Mann mit dem Zwei Leben" Melike Demirað ile Söyleþi Ayþegül Çelikkol SEVGÝ DÜNYASI Ayþegül Çelikkol: Uzun yýllardýr herkes tarafýndan bilinen ve hâlâ çok sevilen "Arkadaþ" þarkýsý ile gönüllere yerleþtiniz. Bildiðim kadarýyla öncesinde ayný isimle bir film çevirdiniz. Filmin ve þarkýnýn hikâyesini sizden dinleyebilir miyiz? Melike Demirað: Biliyorsunuz arkadaþ filmini Yýlmaz Güney ile birlikte çevirdik. Benim için önemli bir deneyimdi. Henüz çok gençtim ve çevirdiðim ilk film olmasýna raðmen, Yýlmaz Güney gibi büyük bir usta ile çalýþmak filme ve bana çok þey kattý. Babam bu filmde rol almamý hiç istemedi. Çünkü, Yýlmaz Güney'in dünya görüþü kendisine uymuyordu. Benim de etkilenmemi istemiyordu. Buna raðmen ben direttim ve amacýma ulaþtým. Biliyorsunuz þarký filmden sonra geldi. Filmin yapým aþamasýnda henüz þarký mevcut deðildi. Daha sonralarý eþim olan Þanar Yurdatapan'a aittir söz ve müziði. Ama sonralarý film ile özdeþleþen bu müzik, benim de hâlâ söylemekten keyif aldýðým bu þarký, Þanar ile olan ortak yolculuðumuzun iþareti gibiydi sanki. Daha sonralarý ayrýlmýþ olmamýza raðmen, dostluðumuz hiç bozulmadý. Hâlâ çok sevdiðim, çok saygý duyduðum bir insandýr. Zaten Sezen'in de bir þarkýsýnda söylediði gibi: "Ben hiç kimseden geçemem, geçmem. Unutamam acý tatlý ne varsa hazinemdir" misali ben de yaþamýmda yol arkadaþý olduðum insanlarýn hiç birinden vazgeçmeyi düþünmedim. Onlarla zenginleþtim, onlarla kendimi buldum, hepsi benim için çok deðerli. 33 Ayþegül Çelikkol: Daha sonra evliliðe uzanan bu iliþkinin devamýnda yurtdýþýnda yaþamaya baþladýnýz. O dönemin koþullarý mý bunu gerekli kýldý? Melike Demirað: Hepinizin bildiði gibi ülkemizde karmaþýk bir süreç yaþanýyordu. Geliþmelerin hangi yönde olacaðýný tahmin etmek zor deðildi. Özgürce konuþabilmek önemliydi. Buna raðmen gidiþimizin tek nedenini buna baðlamak doðru olmaz. Çünkü Þanar'ýn çok daha önceden benim için belirlenmiþ konser projeleri doðrultusunda Almanya'da olmasý gerekiyordu. Ayrýca biz bir aileydik. Eþimin, çocuðumun yanýnda olmak, aileyi bir arada tutmak benim için önemliydi. Ayþegül Çelikkol: Yurtdýþýnda on yýl kadar kaldýnýz sanýyorum. Nasýl geçti bu süreç, neler yaþadýnýz? Yaþadýklarýnýzdan neler kazandýnýz? Melike Demirað: 3-11 yýl Almanya da yaþadýk. 1991'de Türkiye'ye geldim. Benim için hem çok anlamlý hem de zor bir süreçti. Çünkü gençtim ve Þanar kadar bilinçli ve birikimli deðildim. Buna raðmen hedeflerim doðrultusunda yaþarken saðlam ve tutarlý olmak durumundaydým. Elbette bunlar kolay olmadý. Anneciðim bu devrede bana her zamanki gibi çok yakýndý. Haftada iki üç kez onbeþ-yirmi sayfalýk mektuplar gönderirdi. Ýnanýr mýsýnýz, bu mektuplar çok þeyi kolaylaþtýrýrdý benim için. Elbette çok üzüldüðüm, sýkýldýðým zamanlarda oldu. O yýllarda kardeþimi ve babamý Melike Demirað, Türk pop müziði sanatçýsý ve sinema oyuncusu.1956'da Ýstanbul'da dünyaya gelen Melike Demirað, caz sanatçýsý Rüçhan Çamay ile ve film yapýmcýsý Turgut Demirað'ýn kýzýdýr. Üsküdar Türk Kýz Lisesi'ni bitirdi. 1974 yýlýnda, yani henüz 18 yaþýndayken Yýlmaz Güney'in yönettiði Arkadaþ adlý filmde Güney'le baþrolü paylaþtý. Filme de adýný veren Þanar Yurdatapan bestesi Arkadaþ adlý þarkýyý seslendirdi. Arkadaþ, dönemin en sevilen þarkýlarýndandý. Sýrasýyla, Merhaba (1975), Hadi Caným Sen De (1975), Aðlamak Ayýp Deðil (1976), Ninni (1976), Pervane ile Iþýk (1977) adlý þarkýlarýný yayýmladýðý 45'liklerle ünü arttý. Þanar Yurdatapan ile evlendi. 1978 yýlýnda senaryosunu Yýlmaz Güney'in yazdýðý Sürü adlý filmde Tarýk Akan ile baþrolü paylaþtý. 12 Eylül 1980'deki askeri darbeden sonra yurtdýþýna çýktý ve 11 yýl Almanya'da yaþadý. Almanya'da iken Þanar Yurdatapan ile birlikte yayýmladýðý Ýstanbul'da Olmak: Anadolu adlý albümle ve özellikle o albümdeki Ýstanbul'da Olmak adlý þarkýyla dikkati çekti. Zeynep (1979) ve Can (1989) adýnda iki çocuðu vardýr. 24 Aralýk 1991'de Türkiye'ye döndü. Þanar Yurdatapan'dan boþandýktan sonra Orhan Çetin'le evlendi ve daha sonra ondan da ayrýldý. Diskografisi 45'likleri Arkadaþ / Ýsimsiz Kahramanlar (1974) Hadi Caným Sen De / Merhaba (1975) Ninni / Aðlamak Ayýp Deðil (1975) Ne Olmuþ Sana / Pýþþýk (1976) Aþk Bestesi / Hani (1977) Elele / Niçin (1977) Ýnsanýz Biz / Vur Þu Sazýn Tellerine (1977) Albümleri Merhaba Arkadaþ (1977) Güneþ Yine Doðacak (1977) Yeter Artýk (1978) 79 Yýlýnda (1979) Demir Parmaklýklar Arkasýndaki Türkiye'den Özgürlük Þarkýlarý (1982) Ýstanbul'da Olmak: Anadolu (1989) Hariçten Gazel (Alýþamadým) (1991) Merhaba Arkadaþ (1992) Kim Kime Dum Duma (1993) Melike Demirað 94 Yýlýnda (1994) Ruhlar Þehri (1997) Geri Dönüþüm (2009) Oynadýðý filmler Arkadaþ (1974) Sürü (1978) Kaynak: Vikipedia SEVGÝ DÜNYASI kaybetmiþ olmak, benim onlardan uzakta olmam beni çok yaraladý. Ýþte bu yýllar karakterimin olgunlaþmasýnda bana gerekli saðlamlýðý, gücü ve kararlarýmýn arkasýnda durmayý öðretti. Ayþegül Çelikkol: Anneniz Rüçhan Çamay bir dönemin en ünlü ses sanatçýlarýndandý. Babanýz ise ünlü film yapýmcýsý Turgut Demirað idi, böyle olunca mesleki tercihiniz kendiliðinden oluþtu diyebilir miyiz? Çünkü siz hem þarký söylediniz hem de oyunculuk yaptýnýz. Melike Demirað: Tabii ki. Ama ben þarký söylemeye her zaman daha yakýn durdum. Þarký söylerken kendimi çok daha iyi ifade ettiðimi sanýyorum. "Arkadaþ"tan sonra "SÜRÜ" isimli bir filmde de yer aldým biliyorsunuz. Bu filmin de amacýna ulaþtýðýna, vermesi gereken mesajý ilettiðine inanýyorum. Ancak arkasýnda durabileceðim yeni bir senaryo ile henüz karþýlaþmadým. Þimdilerde de bazý oyunculuk teklifleri geliyor. Ýçime sinen bir proje olursa neden deðerlendirmeyeyim? Þarký söylemeye devam ediyorum ve bundan büyük bir mutluluk duyuyorum. Ayþegül Çelikkol: Sizin, ruhsal ve spiritüel konularla ilgili baðlantýlarýnýz ve düþünceleriniz son zamanlarda televizyon aracýlýðýyla kamuoyunda yer aldý. Sizin bu konular ile ilginizin yeni olmadýðýný, anneniz Rüçhan Çamay'ýn ise, yapýlan bazý çalýþmalara katýldýðýný biliyoruz. Bu baðlamda kendinizi ve yaþadýðýnýz evreleri nasýl tanýmlarsýnýz? SEVGÝ DÜNYASI Melike Demirað: Annemin ve o zamanlar duygusal yakýnlýk hissettiðim bir arkadaþýmýn aracýlýðýyla sizlerle ve Doðru Yaþam bilgileri ile tanýþma fýrsatý buldum. Anneciðim, hâlâ bu bilgilere baðlý olarak hizmet vermeye devam ediyor, insan kardeþlerine yararlý olmaya çalýþýyor. O çok güzel bir ruh ve çok güzel bir enerji. Tabii ki ondan çok etkilendim. Henüz 15 yaþýndaydým. Bu bilgileri zaman içerisinde özümsedim. Bu bilgiler ile güzel insan olma yolunda adým atmaktan mutluyum. Dünyanýn ruhumuzun olgunlaþmak için bir yeri olduðuna, insanlýðýn kardeþliðine ve evrenin bütünlüðüne inanýyorum. Bu bilgilerin doðru olma olasýlýðý bana çok yüksek geliyor. Ayrýca doðruymuþ yanlýþmýþ beni çok ilgilendirmiyor. Çünkü iyilik, doðruluk, çalýþmak, bilgi ve sevgi öyle temel gerçekler ki, bu Beþ Basamaðý uygulamak bile insan olma yolunda yeterli bir ölçüdür aslýnda. Þimdilerde insanlar katýldýðým programlar dolayýsýyla beni bu yönümle de tanýmaya baþladýlar. Bu durumu biraz yadýrgadýlar. Oysa ben her zaman buydum. Hiçbir zaman Tanrý tanýmaz biri olmadýðým gibi, geçmiþ kendi sýfatlarýmdan hiçbir zaman vazgeçmedim. Sadece yanýna yenilerini ekledim. Ancak, bildiðiniz gibi sosyalizm, kapitalizm, faþizm gibi izm'ler dönemi dünyada devrini tamamladý. Þimdi yeni çareler var insanlýðýn gündeminde. Ben "insanizm" diyorum buna. Bu konuda da uyanýk ve sorgulamaya yönelik bir tavýr içersindeyim. Benim her konuda þüphelerim vardýr. Aklýmý ve yüreðimi 35 sürekli kontrol ederim. Ýþte geçmiþte yaþadýklarým bana ayaklarýmý yere böyle saðlam basmayý öðretti. Her þey bir bütün aslýnda. Ben kimliklerimin yanýna baþýndan beri var olup da zamaný gelmediði için ortaya çýkarmadýðým bu sýfatýmý da ekleyerek bütünlendim. Ayþegül Çelikkol: Ýnsanlýðýn gündemindeki yeni bilgilerden söz ettiniz az önce. Bu bilgiler deðiþimi nasýl saðlayacak sizce? Melike Demirað: Herkesin kendisini ele alarak kendi kiþisel geliþimini tamamlamasý yeterli olacaktýr. Bir kiþi deðiþirse tüm dünya deðiþir. Bunun için egolarýmýzdan, diðer insanlarý dýþlamaktan, onlarý baþkalarý gibi görmekten, yargýlamaktan, suçlamaktan vazgeçmemiz gerekiyor öncelikle. Bence dünya bir okul ve herkes yaþadýklarýndan bir þeyler öðreniyor. Birbirimize ve en önemlisi kendimize sevgi ve saygýyla yaklaþmak önemli, bu arada kendimize karþý da ayný tutumu benimsemeliyiz. Böyle olursak, pozitif enerji katlanarak büyüyecek olumlu düþünce ve eylemler olumlu sonuçlarý getirecektir. Son yýllarda okuduðum kiþisel geliþim kitaplarý ile düþüncelerimde oldukça büyük deðiþiklikler yaptým. Bir defa insanýn çok hür olduðu kendi seçimleri ve tercihleri doðrultusunda yaþam çizgisini oluþturduðu düþüncesi beni özgür kýldý. Ýnsan bu sorumluluðu üzerine alýr yaþadýklarýnýn kendi seçimleri ve düþünceleri paralelinde þekil- 36 ARKADAÞ Bir kývýlcým düþer önce, büyür yavaþ yavaþ Bir bakarsýn volkan olmuþ, yanmýþsýn arkadaþ Dolduramaz boþluðunu ne ana ne gardaþ Bu en güzel, bu en sýcak duygudur arkadaþ Ortak olmak her sevince, her derde, kedere Ve yürümek ömür boyu, beraberce, el ele Olmasýn hiç o ta içten gülen gözlerde yaþ Bir gün gelip, ayrýlsak bile seninle arkadaþ (Yollarýmýz ayrýlsa bile seninle arkadaþ) Evet arkadaþ;kim olduðumu, ne olduðumu Nerden gelip, nereye gittiðimi sen öðrettin bana Elimden tutup, karanlýktan aydýnlýða sen çýkardýn Bana yürümeyi öðrettin yeniden El ele ve daima ileriye Bir gün. Bir gün birbirimizden ayrý düþsek bile Biliyorum, hiçbir zaman ayrý deðil yollarýmýz Ve ayný yolda yürüdükçe Gün gelir ellerimiz yine dostça birleþir Ayrýlsak bile kopamayýz Þanar Yurdatapan SEVGÝ DÜNYASI lendiðini bilirse tecrübelerinden çok daha fazla faydalanacaktýr. Aklýmýz ve yüreðimiz bizim elimize verilmiþ iþlememiz ve geliþtirmemiz gereken iki önemli güçtür. Bu gücü saðduyulu, kendimizin olduðu kadar karþýmýzdakinin de hayrýný gözeterek kullanmalýyýz. Herkesin birbirini düþündüðü iyilik, doðruluk, çalýþmak, bilgi ve sevgi esasýna dayalý böyle bir dünya sanýyorum deðiþimi saðlayacaktýr. Þimdi bir torunum var biliyorsunuz. Bütün çocuklar gibi o kadar saf ve temiz ki. Böyle bir dünyaya doðmuþ olabilseydi kötülüðü kimden öðrenecekti. Otomatik olarak iyi ve doðru davranýþlara yönelecekti. Ýnsanýn doðasý iyiliðe programlý aslýnda. Çocuklarýmýz için iyi örnekler ile dolu bir dünya oluþturmak bizlerin sorumluluðunda. Ayþegül Çelikkol: Sizin torununuzun olduðunu belki çok az kimse tahmin edebilir. Çünkü genç ve enerji dolusunuz. Formunuzu ve sahip olduðunuz pozitif enerjiyi nasýl koruyorsunuz? Melike Demirað: Teþekkür ediyorum. Bir defa çok yürüyorum. Yediklerime dikkat ediyorum. Bunlar bedenimle ilgili konular. Ayrýca yaptýðým iþi ve kendimi seviyorum. Çalýþmayý sadece insanýn belli bir iþle meþgul olmasý olarak görmüyorum. Bence asýl çalýþma insanýn kendisine verdiði emek, insan olma yolunda verdiði uðraþlar olmalý. Ben kendi üzerimde çok çalýþýyorum. Egomdan, SEVGÝ DÜNYASI kurtulmaya uðraþýyorum. Olmazsa olmazlarým yok, çünkü hiçbir þey vazgeçilmez deðil. Tutkularýmýz deðil tercihlerimiz olmalý her zaman. Bu bize yaþamýmýzda seçme hakkýný ve özgürlüðü getirir. Bu nedenle düþüncelerimin olumlu, yapýcý olmasýna özen gösteriyorum. Böyle olunca pozitif enerjileri de üzerinize çektiðinizden bu iþinize ve görünüþünüze yansýyabiliyor. 37 sunuz birkaç ay önce yeni bir albümüm çýktý. Onunla ilgili konser çalýþmalarýmýz devam ediyor. Bu konserler beni insanlarla yakýnlaþtýrýp kaynaþtýrdýðý için çok besliyor, mutlu ediyor. Üzerinde düþündüðüm, hayata geçirmeyi planladýðým baþka projelerim de var. Ayþegül Çelikkol: Gündeminizde hangi yeni projeler var? Þu anda neler yapýyorsunuz? Ayþegül Çelikkol: Sizinle yaptýðýmýz bu sýcak sohbetimizin sonuna yaklaþýrken, bize ayýrdýðýnýz deðerli zaman ve gösterdiðiniz yakýnlýk için teþekkür ediyoruz. Okuyucularýmýza iletmek istediðiniz baþka bir mesajýnýz var mý? Þu anda Tayfun Talipoðlu ile birlikte yolculuk ile ilgili bir program yapýyoruz. Türkiye'nin çeþitli merkezlerinde halk ve insanýmýzla bütünleþen bir program olacak bu. Ýçinde þarkýlar, þiirler, hikayeler barýndýran keyifli bir program oluyor. Tayfun ile birlikte çalýþmaktan son derece mutluyum. Biliyor- Melike Demirað: Sevgi Dünyasý okuyucularý ile buluþmaktan son derece mutlu oldum. Sizin aracýlýðýnýzla kendimi her zaman çok yakýn hissettiðim dostlarýma kucak dolusu sevgilerimi yolluyorum. Ve son söz olarak "sevginin gücüyle dünya barýþa kavuþacaktýr" diyorum. Eski Gün Iþýðýnýn Son Saatleri Yazar: Thom Hartman Çeviren: Arýn Ýnan Kutular Ýçinde Yaþamanýn Dayanýlmaz Aðýrlýðý Psikologlar, insanlarýn izole biçimde yaþamalarýnýn, beden ve ruh saðlýklarý açýsýndan zararlý olduðunu söylemektedirler. Demek ki kendimizi iyi hissedebilmek için mutlaka diðer insanlarla etkileþim halinde olmamýz gerekmektedir. Evimizde adý Flicker olan çok güzel bir diþi kedimiz var. Kalýn gri tüyleri öylesine kabarýk ki, ona bakan karþýsýnda minik bir aslanýn durduðunu zannedebilir. Ne yazýk ki Flicker biraz tuhaf bir kedi. Onu bize veren kiþi, Flicker'ýn insanlardan çok korktuðunu, her insaný kendisini öldürmeye gelen potansiyel bir katil gibi algýladýðýný söylemiþti. Bunun ne kadar doðru olduðunu Flicker evimize geldikten sonra iyice anladýk çünkü kedimiz paranoid bir kedi olduðunu her vesileyle bize belli etmeye devam ediyor. Örneðin dün onunla evin holünde karþýlaþtýðýmýzda bana korkudan faltaþý gibi açýlmýþ gözleriyle bak- SEVGÝ DÜNYASI týktan sonra, bir füze hýzýyla mutfaða doðru koþtu. Ben de mutfaða doðru gittiðim için onu mecburen takip ettim. Flicker bu kez kendisini almaya geldiðimden çok emindi. Mutfakta bir dakikalýðýna durdu ama ben yürümeye hâlâ devam edince, gözlerindeki panik dolu bakýþlarla bu kez oturma odasýna doðru hamle yaptý. Onu þefkatli bir sesle çaðýrmaya çalýþtým ama bizim paranoid kediye hiç bir yumuþak sözün sökmeyeceði apaçýk ortadaydý. Oturma odasýnda onunla yeniden karþýlaþtýðýmda bu kez korkusundan havaya sýçradý ve sonra da kendini ön kapýya açýlan hole attý. Flicker'ýn kendine düþmanca bir dünya yaratmýþ olduðunu düþünüyorum. Sanýrým onunla daha iyi anlaþabilmemiz ve içindeki bu vahþiliðin biraz olsun yumuþamasý için biraz daha zamana ihtiyacý var. Bir kaç hafta önce ulusal bir radyo showuna katýlmak ve bu kitapta yer alan bazý konular hakkýnda konuþma yapmak üzere davet almýþtým. Programa Kansas'tan baðlanan ilginç bir dinleyici bana: "Hayvanlarýn ve bitkilerin de bu gezegende yaþam haklarýnýn olduðunu mu söylemek istiyorsunuz?" diye sordu. Ona: "Evet. Tam olarak bunu söylemek istiyorum" deyince, bu kez: "Bu görüþ sapýna kadar çevreci olanlarýn görüþü bunu biliyorsunuz deðil mi? Hani aðaçlara sarýlan o tuhaf ve radikal insanlarýn!" dedi. Ona: "Evet biliyorum. Peki sizin bu konudaki görüþleriniz nedir?" diye sorunca, bana: " Bilim ve ekonomiyi kullanarak bazý þeylere deðer vermek zorundayýz. Ancak ormanlarýn hepsini korumalý ve kesmemeliyiz görüþüne katýlmýyorum. Çünkü kesilecek orman vardýr, kesilmeyecek orman vardýr. Bazý türler bizimle birlikte yaþayabilirler, örneðin inekler, köpekler ve geyikler.. ancak diðerleri için kaygýlanmamýza gerek olmadýðýna inanýyorum" dedi. Kansas'lý dinleyicime bu kez: "Öyleyse, çizgiyi nerede çekiyorsunuz? Hangi türlerin korunmasý ve hangilerinin biz insanlarýn rahatý için ortadan kaldýrýlmalarý 39 gerektiðine nasýl karar vereceksiniz?" diye sordum. "Faydalý olanlarý tutalým, bize yeter!" diye cevap veren adam þöyle devam etti: "Kimin benekli baykuþa veya sümüklü böcek avlayan bir yalýçapkýný kuþuna ihtiyacý var, Allah aþkýna? Hepimizin iþe, ekonomik güvencelere, temiz sokaklara ve güvenli þehirlere daha fazla ihtiyacýmýz var. Çünkü bunlar hepsinden de önemli." Kansas'tan arayan bu adama, varsayýmý doðru olsa bile (yani bu dünyanýn sadece insanlar için varolduðuna), yüzlerce türü doðadan silmenin ve atmosferin kimyasýný bozmanýn öngörülmeyen bazý kötü sonuçlar doðurabileceðini ve gezegenimizin böylece yaþanmaz bir hale gelebileceðini anlatmaya çalýþtým. Aslýnda dünyada olan da buydu ve bu konuda yazýlmýþ yüzlerce kitap ve yüzlerce kanýt vardý. Gezegendeki üstünlüðümüzü iddia eden görüþü bir kenara býrakýrsak Eski Kültürün varolan her þeye deðer veren ve bu gezegende yaþamanýn her bir varlýðýn en kutsal hakký olduðuna inanan görüþünü benimsersek, üzerinde rahatça dolaþtýðýmýzý acýmasýzca ve akýlsýzca kullanmaktan da vazgeçeriz diye düþünüyorum. Beni arayan Kansas'lý dinleyici, týpký kedimiz Flicker gibi, sadece tek bir dünyayý görüyordu. Bu dinleyicinin dünyasýnda parlak, renkli ve gerçek insanlar vardý ama diðer her canlý varlýk onun gözünde mat bir renge bürünmüþtü. Dünyadaki her þey bizim hizmetimize sunulmuþtur ve bize neyin canlý kalmasý ve neyin ölmesi gerektiðiyle ilgili bilgi ve güç verilmiþtir. Dünyayý tek bir tür aðaç, buðday, sebze ve balýk kalana kadar çýplak býrakmak bizim menfaatimize olsaydý, dünyamýz da buna uygun yaratýlýrdý öyle deðil mi?. Flicker'ýn dünyayý tek bir gözle görmesi, yani tüm insanlarý kendisine hücum edecek bir düþmanmýþ gibi algýlamasý gibi, Kansas'lý dinleyici de dünyada varolan her þeyin kendisi için oraya konulduðuna inanýyordu. Ona, 40 gezegenimizdeki her þeyin kendisi için de varolma hakkýna sahip olduðunu söylediðimde ise, arzu ettiði ekonomik güvencenin, temiz sokaklarýn ve güvenli þehirlerin elinden alýnacaðýna (yani kafasýnda kurduðu bir komplo teorisine) inanýyordu. Paranoyak insanlar, her düþüncenin kendine göre bir anlam ifade ettiði ve birbirini güçlendirdiði bir dünya yaratýrlar kendilerine. Üstelik de, bunu gayet ayrýntýlý bir þekilde yaparlar. Örneðin, köþe baþýndan onlara bakan adam bir CIA ajaný olabilir. Bu ajan onlarýn beyinlerine belki de bir verici yerleþtirmiþtir. Adamýn göz temasý kurmamasýnýn nedeni, ajan olduðunu belli etmemek içindir. Arada bir bakmasý ise, vericinin farkýna varýp varmadýklarýný kontrol etmek içindir. Ajanýn otobüse binme nedeni takip etmek içindir, v.s. Buna benzer þekilde, dünya görüþümüz hangisi olursa olsun, haklý olduðumuzu kanýtlamak için deliller bulmaya çalýþýrýz. Flicker insanlarýn kendisini kovaladýðýna inanýyor ve baktýðý her yerde sadece bu delili görüyordu. Bunun gibi, çevrenizdeki her þeyin menfaatinize hizmet eden bir kaynak olduðuna inanýrsanýz, bununla ilgili iþaretler bulmaya çalýþýrsýnýz her yerde. Psikanalizin babasý sayýlan Sigmund Freud, ölmeden önce bu konuda bazý ilginç gözlemlerde bulunmuþtu. Freud, medeniyetimizin "saðlýklý ego" diye tarif ettiði þeyin, aslýnda, yaþamýn ilk yýllarýnda çevresindeki dünya ile yakýn baðlar kurmaya alýþkýn olan egolarýmýzýn yaþadýðý deneyimlerin küçülmüþ (çekmiþ) kalýntýsý olduðunu öne sürmüþtü. Günümüz psikologlarýnýn çoðu ise, bu "çekme-küçülme" sürecinin yarattýðý sonuçlardan birinin, yaþlarý 15-27 arasýnda olan Amerikalýlarýn intihar etme eylemine sürüklenmesi olduðunu söylemektedirler. Çevremizdeki dünyayla baðýmýzýn kopmasý, diðer bir deyiþle kendimizi izole edilmiþ kutulara hapsetmemiz bizim için yeni bir SEVGÝ DÜNYASI deneyimdir. Dünyada þu an varlýklarýný sürdüren kabileler için ise, bu çok yabancý bir kavramdýr çünkü buralarda yaþayan insanlar arasýnda intihar etme oraný ölçülemeyecek kadar düþüktür. Kaliforniya Üniversitesi profesörlerinden Hayward Theodore Roszak, insanlarla doðal hayat arasýndaki iliþkiyi tanýmlamak için Ekopsikoloji terimi kullanmaktadýr. "Dünyanýn Sesi ve Ekopsikoloji" isimli kitabýnda Roszak, insanlarýn fiziksel, zihinsel ve spiritüel yönden çevreleriyle baðlarýný koparmalarý yüzünden çeþitli hastalýklarýn patlak verdiðini söylemekte ve insanýn doðayla olan baðýný yeniden kurmasýyla birlikte bunun hem birey hem de toplum için nasýl güçlü bir terapi süreci yaratabileceðinin altýný çizmektedir. Ýnsanýn doðayla olan baðýný koparmasý, yedi milenyum önce ilk medeniyetin kurulmasýndan itibaren uygarlaþmaya baþlamýþ olan insanlarýn yaþadýklarý tecrübelerin çekirdeðinde zaten mevcut olan bir gerçektir. Bu, ilk kez Aristo tarafýndan kainatýn ve tabiatýn insanlar onu bir kez anladýktan sonra maniple edebilecekleri küçük partiküllerin (yani atomlarýn) toplamýndan baþka bir þey olmadýðýný söylemesiyle ortaya çýkmýþ, daha sonra tüm kainatýn dev bir makineden ibaret olduðu ve makineye benzeyen doðanýn, tesirlerini en küçük kademeye kadar gönderebildiði görüþünü ileri süren Dekart tarafýndan daha anlaþýlýr bir hale getirilmiþtir. Bu, levyelerin ve þalterlerin nerede olduðunu bilebildiði taktirde, insanýn bu makineyi her zaman kontrol edebileceði anlamýna gelmektedir. Ýnsan doðal dünyadan kendini çekmiþ ve þehirler ve kasabalarla kendine yapay bir dünya yaratmýþtýr. Zaman geçtikçe de gezegende neyin doðru neyin yanlýþ olduðuna karar vermeye baþlamýþ, ihtiyaçlarýný karþýlamak amacýyla da bazý þeyleri organize etmeye baþlamýþtýr. SEVGÝ DÜNYASI Gezegenimizi kainatýn tam ortasýna yerleþtirmiþ kendimizi ise en üst hiyerarþi seviyesine koymuþuz. Genç Kültüre ait dinler ve filozoflar yaratýlýþýn sadece insan için olduðunu öne sürmüþler ve bunu savunmuþlardýr. Galie bile, dünyayý gözlemlemek için insan olmasaydý eðer, dünyanýn mevcudiyetini sürdüremeyeceðini iddia etmiþti. Bu ben merkezci görüþten vazgeçtiðimizde ise, bu kez her hangi bir medeni toplumun dini inançlara sahip olan bireylerinin kainatýn spiritüel merkezinde bulunduðu görüþünü benimsedik. Bunun sonucunda ise, insan eli tarafýndan yapýlmýþ olan þehirler medenileþmiþ, doðal dünya vahþileþmiþ ve insan sadece kendini ve kendi kültürünü öven ve yücelten bir psikoloji geliþtirmiþ ve gerçek fiziksel dünya ve onun olaðanüstü güçleri ve gizemleriyle olan irtibatýný koparmýþtýr. Amerika'ya ayak basan ilk yabancýlar yakalayabildikleri her buffaloyu öldürdüklerinde, Kýzýlderililer onlarýn bu acýmasýzlýklarýný büyük bir þaþkýnlýk ve üzüntü içinde seyrediyorlardý. Yabancýlar nasýl olur da kýrlardaki yaþamý sona erdirebilirlerdi? Nasýl olur da Yeryüzü Ananýn etini parçalara ayýrabilirlerdi? Nasýl olur da gördükleri her aðacý kesecek kadar akýllarýný yitirmiþ olabilirlerdi? Yabancýlar ise Kýzýlderililerin önlerinde duran buffalolarý nasýl olur da öldürmediklerine ve bu kadar deðerli bir kaynaðýn üzerinde nasýl olur da on bin yýldýr oturduklarýna ve kullanmadýklarýna þaþýyorlardý. Onlara göre Kýzýlderililer doðanýn kendilerine sunduðu bu bolluktan faydalanmasýný bilmeyen yabani insanlardý. Amerika'yý fethedenler için bu görüþ bir süre iþe yaradý. Çevresinde varolan her þeyi sömüren görüþ, çevresindeki kaynaklar tükenene kadar etkisini sürdürdü. Arabalarýnýn kapýlarýný kilitlemeden veya camlarýný kapamadan arabalarýný süremeyen 41 insanlarýn yaþadýklarý þehirler, dioksin veya PCB atýklarýnýn gübre olarak kullanýldýðý çiftlikler, kendi ellerimizle yarattýðýmýz bu dünyanýn çok az kiþi için iþe yarayacaðýný gösteriyor. Hiyerarþik ve üstünlük kurmaya çalýþan sistemlerin bu þekilde sona ermesi onlarýn doðalarýnda var olan bir özelliktir çünkü. Eski Kültürler on binlerce yýl ayakta kalmayý baþardýklarýndan dolayý yaþlýdýrlar. Genç Kültürler ise hâlâ deneyim geçirmekle meþguldürler. Genç Kültürler psikolojik ve spiritüel yönden hasta olan bir temelin üzerine inþa edilmiþlerdir ki bu, Freud'un insanýn doðayla yakýn iliþkide olduðu eski ve güzel hayatlarýn çekmiþ ve küçülmüþ kalýntýsýdýr. Her geçen gün daha da kutularýn içine hapsolmakta ve bunun acýsýný giderek daha da aðýr bir þekilde çekmekteyiz. Dünyayla Yeniden Ýrtibat Kurmak Neye Benziyor Yine de içine hapsolduðumuz bu kutulardan dýþarýya çýkmak ve dünyayla yeniden etkileþime geçmek mümkündür. Son 25 yýldýr yenilebilir vahþi bitkiler veya týbbi bitkilerle ilgili bilgilerimi geniþletmek ve öðrendiklerimi uygulamak amacýyla bir çok çalýþmaya ve üniversitede verilen bir çok derse katýlmaktayým. Bu amaçla ormanlara ve tarlalara bir çok kez ziyaretler yaptým. Bu ziyaretlerimin birinde hocamýzýn topraða mýsýr unu serptiðini görünce þaþýrmýþ ve ona bunun nedenini sormuþtum. Bana: "Bir bitkiyi kökünden söktüðümde veya bir yapraðý kestiðimde, bitkilerin ruhuna saygý duyduðumu ifade etmek ve bize kendilerinden bir þeyler veren bitkilere ben de bir þeyler sunmak için topraða bir miktar mýsýr unu serperim" demiþti. Kolombiya Üniversitesi psikoloji profesörlerinden Julian Jaynes tarih öncesi devirlerde yaþayan insanlarýn, tanrýlarýn sesini iþitebildiklerini iddia etmektedir. Jaynes'e göre bu 42 insanlar tabiata baktýklarýnda, orada periler ve kendileri gibi olmayan bir çok varlýklar görebiliyorlardý. Jaynes'in görüþüne göre o zamanki insanlarýn beyinlerinin her iki yarýsý da doðayla tam bir irtibat halindeydi, böylece beynin sol yarýsýnda bulunan iþitsel bölgeler sað yarýsýnda bulunan sanrýlarla ilgili bölgelerle doðrudan bað kurabiliyorlardý. Halbuki bu bölgeler modern insanlarda sadece rüya görürken aktif olmaktadýr. Beynin her iki yarýsý arasýnda doðrudan kurulan bu baðdan dolayý bizim þimdi halüsinasyon dediðimiz olaylar eski insanlarýn günlük hayatlarýnýn normal parçalarý sayýlýyordu. Jaynes'e göre Mezopotamya'nýn yükseliþi ve yazýlý dilin kullanýmý, beynin her iki yarýsý arasýndaki bu baðýn kýrýlmasýndan büyük ölçüde sorumluydu. (Bazý Amerikan Yerlilerinin binlerce yýl eskiye dayanan yazýlý bir dile sahip olduðunu, diðerlerinin ise lisanlarýný yazýlý bir hale getirmeye karþý direnç gösterdiklerini öðrenince çok þaþýrmýþtým. Örneðin Apaçi dili üç yüz yýl önce bir metodist misyoneri tarafýndan yazýlmýþ ve þifreli biçimde kodlanmýþtý. Apaçi kabilesinden birisi bana: "Bunu yapmak büyük bir hataydý. Çünkü lisanýmýz yazýlamayacak kadar kutsaldýr bizim için" demiþti.) Jaynes'in ortaya attýðý bu görüþ, tarihi kayýtlarla ve çaðdaþ nöroloji bilimiyle de bað kurduðu için, oldukça inandýrýcý gözükmektedir. Jaynes'in perspektifi eðer doðru ise þimdiki insanlarýn eðer isterlerse, ruhlar, enerjiler ve seslerle dolu olan bir dünyada yeniden yaþayabileceklerini hayal edebiliriz. Eski insanlar okuma ve yazmayý öðrenerek medenileþtiklerinde, öte alemle olan baðlarýný da koparmýþ oldular. Bu konuda görüþ ileri süren bir baþka kiþi ise "Tanrýlarýn Gýdasý" isimli kitabýn yazarý olan Terence McKenna'dýr. McKenna, eski kültürlerin, beyinlerinin her iki yarýlarýnýn birbirleriyle irtibat halinde olabilmesi amacýyla bazý bitkilerden faydalandýklarýný söylemekte- SEVGÝ DÜNYASI dir. Yazara göre insanlar, tanrýlarýn yaþadýðý dünyanýn kapýsýný açmak için halüsinasyon yaratma özelliðine sahip olan bazý bitkileri kullanýyorlardý. Yazar daha ileri giderek, modern dünyanýn verimsiz, sert ve ýstýraplý yaþamýnýn, bir zamanlar insanlarýn normal habitatlarýnda yetiþen bu bitkilerin þimdi devlet tarafýndan kontrol edilmesinden ve yasaklanmasýndan kaynaklandýðýný söylemektedir. McKenna, bu bitkilerin kullanýmýn insanýn bilincinin doðumuna katalizörlük yaptýðýný söylemektedir. Ýnsanýn yaþadýðý bu deneyim sonuçta mistik beyin/zihnin ortaya çýkmasýna hizmet etmiþ ve insana, ayný mistik veya kutsal deneyimleri bitkiler yerine kendisine dinler vasýtasýyla sunulan ilahi yasalarýn gücü yoluyla yaþayabilme gücünü baðýþlamýþtýr. Jaynes ve McKenna insan bilincinin tarihine oldukça ýþýk tutmuþlardýr. McKenna bu tarz bitkileri kullanan kabileler içinde yaþamýþ ve onlarla çalýþmýþtýr. Jaynes ise tanrýlarýn seslerini beyinlerinde duyduklarýný söyleyen geçmiþteki medeniyetlerin býraktýklarý yazýlý kaynaklar üzerinde oldukça ayrýntýlý çalýþmalar yapmýþtýr. Shoshone Kýzýlderilileri kendilerine gýda aradýklarýnda, yeryüzünün kendilerine anlatmak istediði þeyi dinlerler, bunun için de bitkilerin, hayvanlarýn ve gezegenin sesine kulak verirlerdi. Çünkü tabiat, o günkü rýzklarýný nerede bulacaklarýný ve alacaklarý bu hediye için karþýlýðýnda hangi seremoniyi uygulamalarý gerektiðini onlara söylerdi. Beyinlerimiz ve kültürlerimiz þimdi içinde yaþadýðýmýz þartlarý yaratmýþtýr. Bunu gerçekten anlayabilmek, büyük bir içgörüyü; gezegenimizin ve çocuklarýmýzýn geleceðini yeniden tanýmlamada ne gibi bir rolümüzün olduðunu fark etmek ise, büyük bir güce sahip olmayý gerektirmektedir. Gelecek AY: "Genç Kültüre Dair Hikâyeler" baþlýklý konuyla yazýmýza devam edeceðiz. 4. Uluslararasý UFO ve Yeniçað Kongresi’nden Ýzlenimler - III Rengin Özer Sevgili Okurlarýmýz, Bu sayýda da, geçen ay da kýsaca anlatmaya çalýþtýðýmýz UFO araþtýrmacýsý, gazeteci Jaime Maussan'ýn, 13-14 Haziran 2009 tarihlerinde yapýlan "4.Uluslararasý UFO ve Yeniçað Kongresi"ndeki konuþmasýndan söz edeceðiz. Geçen sayýda Jaime'nin, reddedilemeyecek kanýtlarla, UFO'larýn varlýðýný ve dünyamýzý ziyaret ettiklerini bize göstermiþ olduðunu belirtmiþtik. Jaime Maussan, sadece UFO'larýn deðil, dünya dýþý zeki yaþam formlarýnýn da var olduðunu ve dünyamýzý ziyaret etmiþ ve etmekte olduklarýný anlattý. 44 Aslýnda bu varlýklar 1950'li yýllardan beri bilinmektedirler. Ýkinci Dünya Savaþý ve özellikle insanlarýn nükleer gücü savaþta kullanmak üzere silah haline getirmeleri ve kullanmalarý üzerine UFO ziyaretleri (muhtemelen uzun bir aradan sonra ) sýklaþmýþ ve fark edilmiþti. Jaime Maussan "Skywatcher" isimli bir zincir kurduklarýný ve dünyanýn her tarafýndan kendilerine UFO ve daha az sayýda "Dünyadýþý Zeki Canlýlar"a ait fotoðraflarýn gönderildiðini anlattý. Bize gösterdiði iki resimde, insansý varlýk (çok daha kýsa ve ufak olmakla beraber kollar, bacaklar, kafa açýkça belli) net olarak görüntülenmiþ. Farkedildiðini anlayýnca arkasýný dönüp kaçýyor. Çok þaþýrtýcý bir olay da New Mexico'da kapana yakalanan ve kesinlikle dünya dýþý bir varlýk olduðu belli olan bir yaratýk. Canlý yakalanmýþ ancak yakalayanlar korkup boðarak öldümüþler. Daha sonra bu canlýnýn ölü bedeni inceleme yapýlmak için laboratuara götürülmüþ. Bütün ülkelerin kendi SEVGÝ DÜNYASI hava sahalarýný çok yakýndan denetledikleri muhakkaktýr. Dolayýsýyla devletler ve özellikle ABD bu konuda detaylý bilgiye sahiptir. Bunlar muhtelif nedenlerle gizli tutuluyor. Ama iletiþimin son derece yaygýnlaþtýðý ve geliþtiði bu zamanda, gizlilik ne kadar sürebilir ki? Bütün gizliliðe raðmen Rosswell'de bir UFO'nun düþtüðü, aracý kullanan/kullananlarýn (belki de yaralý) olarak ele geçtiði ve büyük bir gizlilik perdesi altýnda incelendiði herkes tarafýndan biliniyor. 1989'da Kalahari çölüne UFO düþtü. Varlýklar canlý olarak çýkarýldý. Birisi filme çekmiþ, acý çektiði belli oluyor ama sonra herhalde kalbi duruyor. Açýklama yok. 1996'da Brezilya'da bir UFO düþtüðü ve aracýn ve canlýlarýn hemen karantinaya alýnarak ABD'ye sevk edildiði de biliniyor, akýbetleri bilinmiyor. Bir de yine gizli incelemeler için kurulan 51. Bölge var. 51. Bölge, Las Vegas'ýn 153 km. kuzeyinde, Groom Dry Lake yakýnýndadýr. En yakýn yerleþim birimi, kuzey sýnýrýnda bulunan Rachel kasabasýdýr. 51. Bölgenin içinde bulunduðu arazi 76 km. karedir, Lübnan'dan SEVGÝ DÜNYASI biraz daha büyüktür. Bu bölgede çekilen fotoðraflar 51. Bölgenin yalnýzca birkaç hangar ve çeþitli küçük yapýlardan oluþtuðunu gösterse de, bir çok insan, orada, yerin altýnda çok önemli ve geniþ bir kompleksin bulunduðunu bilmektedir. (Haktan Akdoðan oraya gittiðini ancak 30 km.den fazla yaklaþtýrýlmadýðýný bize anlatmýþtý) Günümüz teknolojisinin bu denli geliþmesini orada incelenen UFO ve "Dünya Dýþý Varlýklara baðlayanlar çoktur. Bölgenin güneyinde yer alan ve S4 Bölgesi olarak bilinen yerde, ele geçirilen uzaylý araçlarýnýn tekrar iþlemden geçirilerek test uçuþlarýna çýkarýldýklarýna iliþkin çok ciddi kanýtlar vardýr. Jaime'nin son konusu da "Ekin Çemberleri" idi. Ýngiltere'de çiftçiler kuþaklardýr topraklarýnda olan basit çemberleri hatýrlýyor. Ýngiliz basýný ilk çemberleri 1980'li yýllarýn baþýnda bildirdi. 1990'larýn baþýnda ekin çemberleri basit daire örneklerinden, büyük ve karmaþýk geometrik oluþumlar halini almasýyla, halkýn ilgisine ulaþtý. Gerçi dünyanýn baþka bölgelerinde de görüldüðü oluyor ama yoðun olarak Ýngiltere'de Stonehenge civarýnda görülüyorlar. Oluþumlarý ile ilgili birçok teori olmasýna raðmen, hiçbiri nasýl yapýldýklarýný tatmin edici bir þekilde, tamamýyla açýklayamamýþ durumda. 45 Jaime geceler boyunca Ýngiltere'de nöbet tuttuklarýný ama hiçbir þey görmediklerini ve sabah tarlada son derece muntazam þekillerle karþýlaþýldýðýný anlattý. Bunlarýn insanlarý bilgilendirmek için "Dünyadýþý Zeki Canlýlar" tarafýndan yapýldýklarýný, her birinin bir þey anlattýðýný ve mesajý olduðuna inandýðýný belirtti. Örneðin bir tanesinin, 21/12/2002'de gezegenlerin konumunu gösterdiðini, her birinin sanki bilgisayarda hazýrlanmýþ kadar detaylý ve geometrik olduðunu, bunun bir iletiþim biçimi olduðunu ve bizi hazýrladýðýný belirtti. Sonuç olarak: "Bir gün 'Dünyadýþý Zeki Canlýlarý' göreceðiz ve evrenin hepimizin olduðunu, nasýl iþlediðini ve bize düþen görevleri artýk anlayacaðýz" dedi. 46 Zihninize Fiziksel Bir Avantaj Saðlayýn LARRY DIANGI'nin "BÝR ADIM ÖNDE OLUN" isimli kitabýndan Çeviri: Nelda Bayraktar Ne Düþündüðünüz Hakkýnda Düþünün Hepimiz düþünce hayatlarýmýzla ilgili oldukça benzer safhalardan geçeriz. Örneðin hemen hemen herkesin kendisini güçten düþüren ve enerjisini tüketen olumsuz düþünce yükleri vardýr. Sýradan bir insanýn her gün kendisiyle yaptýðý içsel konuþmalarýn yaklaþýk olarak yüzde seksen yedisini zihninden geçen olumsuz nitelikteki düþünceler oluþturmaktadýr. Ne yazýk ki, böyle bir insan düþüncelerinin farkýnda bile deðildir. Gerçekten de insanlarýn çoðu ne düþündüklerini bilmeden düþünmekte ve üstelik zihinlerinden geçen düþüncelerin büyük olasýlýkla kendi düþünceleri olmadýðýnýn ayýrdýna bile varamamaktadýrlar. Þimdi aranýzdan birisi bana: "Dur bir dakika Larry. Þayet birisi bir þey hakkýnda düþünüyorsa, bu düþünce o kiþiye ait olmalýdýr, aksi taktirde o kiþi, o þeyi düþünüyor olabilir mi?" diye sorabilir. Evet, bu soruyu sormakta haklýsýnýz. Þimdi isterseniz, bir dakika durup bunu inceleyelim. Ýnsanlarýn düþünce hayatlarý için doðru ve faydalý olup-olmayacaðýný iyice kontrol etmeden çevrelerinden aldýklarý fikirler ya da konseptlerle hayatlarýný sürdürmeleri mümkün olabilir mi mi? Elbet ki bu mümkün olabilir. Ýþte bundan dolayý zihinlerimizi gerçekten doðru olup olmadýklarýndan SEVGÝ DÜNYASI bile emin olmadýðýmýz bir çok düþünceyle doldurabiliriz. Hele bunlarýn bizim açýmýzdan saðlýklý ya da faydalý olup-olmadýklarýný sormak aklýmýza bile gelmeyebilir. Ödünç aldýðý düþüncelerle yaþayan bir kiþi kendisini bir sahtekâr gibi hissedebilir.Gerçekten güvenebileceðiniz düþünceler, doðru olduklarýný bizzat kanýtlamýþ olduklarýnýzdýr. Henüz denemediðiniz düþüncelerin bu nedenle sizin için garantisi bulunmaz. Buzdolabýndan bir kutu süt alýp bardaða boþaltýnca ortaya yayýlan kokudan onun bozulmuþ olduðunu hemen anlar, aðzýmýza bile koymayýz deðil mi? Týpký bunun gibi, zihnimize kabul ettiðimiz düþüncelere de ayný seçicilikle yaklaþmaya ihtiyacýmýz vardýr. Düþüncelerine her zaman özen gösteren bilinçli kiþiler, zararlý düþüncelerin, en ufak bir boþluktan bile içeriye sýzabileceklerini gayet iyi bilirler. Öyleyse düþüncelerimizi iyice inceledikten sonra reddetmemiz ya da bizim için saðlýklý olmayacaklarýna karar verdiklerimizi hemen elimine etmemiz gerekir. Hiç bir þeyi olduðu gibi kabullenmeyerek ve kabul ettiðimiz düþüncelerin doðruluðunu kanýtlayana kadar biraz zahmet çekmeye razý olarak, kendi ellerimizle yarattýðýmýz engellerin büyüyüp de karþýmýza büyük sorunlar olarak çýkmasýný önleyebiliriz. Kimin Düþüncelerini Düþünüyorsunuz? Düþüncelerimizin kalitesini sürekli olarak kontrol etme iþlemi, kendimize aitmiþ gibi gözüken düþüncelerin aslýnda diðer insanlara ait düþünceler olma ihtimalini inceden inceye hesap etmeyi de gerektirir. Ýnsanlarýn kendilerine yabancý olan düþünceleri hiç düþünmeden kabul etmelerinin bir nedeni, bunlarý kendi sesleriyle düþünüyor olmalarýndan kaynaklanýr. Karþýmýza çýkan düþünceler üzerinde iyice düþünmeden hareket ettiðimizde üzülen yine biz oluruz. Kalitesini iyice kontrol etmeden sahiplendiðimiz düþüncelerin yaný sýra, "baþýboþ düþünceler"imiz de vardýr. Bunlar "sahiplenmek" ya da "reddetmek" konusunda her hangi bir çaba göstermeye gerek duymadýðýmýz ve dolayýsýyla bizi bir çeþit belirsizlik ve kararsýzlýk halinde tutan düþüncelerdir. Bu tarz askýdaki düþünceler insanýn iþlerini sürüncemede býrakma eðilimini beslerler. "Baþýboþ SEVGÝ DÜNYASI düþünceler"in kafamýzýn içinde dolaþmalarýna izin verdikçe her hangi bir karar verebilmek için tüm gerçeklerin önümüze gelmesini beklemek zorundaymýþýz gibi hissederiz kendimizi. Bu tarz düþünceler tesadüf eseri bazen saðlýklý olabilirler ama bunlarýn zararlý yan etkilerinin neler olabileceklerini bilmeden zihnimizde yüzmelerine izin vermek riskli olabilir. Hiç bir ilaç, bilinen yan etkileri derinliðine araþtýrýlmadan ve deðerlendirilmeden halkýn genel kullanýmýna sunulmaz. Bilimsel çalýþmalar, düþüncelerin, bebekler henüz annelerinin karnýndayken þekillenmeye baþladýðýný göstermektedir. Hepimiz birer mucize eseri bu dünyada bulunmaktayýz. Bir bebek, annesinin sýcak rahmine düþtükten bir kaç hafta sonra dýþarýdan gelen sesleri iþitmeye baþlar. Konuþulan lisaný henüz tam anlamasa bile, bunlarýn olumlu ya da olumsuz olduklarýný tahmin edebilir. Dýþarýdan yüksek sesler veya heyecanlý konuþmalar duyduðunda minicik kalbi hýzla çarpmaya baþlar. Annesinin filtre görevi yapan karnýndan içeriye sýzan yatýþtýrýcý bir müziðin titreþimini duyduðunda ise, kalbinin çarpmasý yavaþlar ve bebek kýsa sürede yatýþýr. Böylesine korunmuþ bir atmosfer içersinde bebek dokuz ay yaþar. Sonrasýný ise hepimiz çok iyi biliyoruz. Þimdi hepimiz bir bebeðin tertemiz bir düþünce hayatýyla dünyaya geldiðini varsayabiliriz ama ayný bebek kendisine dýþarýdan empoze edilen izlenimleri ve duygularý pekala sahiplenmiþ olabilir. Bizim ilke bazlý doðru içsel konuþmalarýmýzla, yanlýþ ve olumsuz içsel konuþmalarýmýzý þekillendirmeye baþlayacak olan sonu gelmez mesajlarý absorbe etme sürecimiz iþte böyle baþlar. Sonra da yeni düþünceleri bir sünger gibi emmeye baþladýðýmýz ilk yýllarýmýz gelir. Henüz küçük bir çocuk iken, birer otorite gibi kabul ettiðimiz anne ve babalarýmýzýn her konuda her þeyi çok iyi bildiklerine, sadece bizim iyiliðimizi düþündüklerine ve hiç yanlýþ yapmadýklarýna inanýrýz. Büyüdüðümüzde ve çocukluk yýllarýmýzý artýk geride býraktýðýmýzda ise, anne ve babalarýmýzýn bize anlattýklarý ve gösterdikleri bazý þeylerin gerçekten öyle olmadýklarýný görmeye baþlarýz. Çünkü karþýmýza otorite yerine koyduðumuz öylesine güvenilir kiþiler çýkar ki, ince eleyip sýk dokumadan onlara hemen inanma gereði duyarýz. 47 Ayný þey yetiþkinlik yýllarýmýzda da sürüp gider. Bir TV programýnda izlediðimiz bir haber ya da Internet üzerinden ulaþtýðýmýz herhangi bir bilgi veya istatistikî bir sonuç, bize adeta doðruymuþ gibi empoze edilmeye çalýþýlýr. Sonra, her þeyin bu kadar da basit olmamasý gerektiðini anlarýz. Ýþittiðimiz ya da gördüðümüz her sözcüðün mutlaka doðru olmasý gerekmediðinin, bunun yanlýþ düþünceler sýnýfýna sokulabileceðinin ve doðruluðunu kanýtlamýþ olduðumuz güvenilir bir kaynaktan geldiðinde ise hâlâ mantýklý olabileceðinin farkýna varýrýz. Doðru temeller üzerine oturmamýþ olan düþüncelerin bizi etkileme güçleri hiç olmasa elbet ki daha iyi olurdu ama aslýnda bizi etkileme gücü olan þey düþüncelerimiz deðil, bizim onlara köklenmeleri, büyümeleri ve üremeleri için izin vermemizdir. Oldukça soðuk ve rüzgârlý bir kýþ gününde üç küçük çocuk evlerinin oturma odasýnda oturuyorlardý. Hava öylesine soðuktu ki pencerelerin pervazlarý bile donmuþtu. Evin içinde yapabilecekleri fazla bir þey yoktu. Anne ve babalarý þömineyi yakmýþlardý. Dev alevlerle ve büyük çýtýrtýlarla yanan odunlarýn yaydýðý ýsý, evin içinde hoþ bir atmosfer yaratýyordu. Sonunda çocuklar kendilerine güzel bir oyun buldular. Gözleri baðlý olduðu halde eline konulan nesneyi en geç on saniye içersinde tarif etme ve adýný bilme oyunuydu bu. Birinci çocuðun eline verilen ilk obje bir kaðýt üzerine konulan aðýrlýk idi. Çocuk bunun ne olduðunu hemen bildi. Ýkinci çocuðun eline ise bir karton parçasý verildi. Ýkinci çocuk da baþarýlý oldu. Derken sýra üçüncü çocuða geldi. Buzluktan bir parça buz alan diðer çocuk, gözleri baðlanan kardeþine þaka olsun diye: "Þömineden yanan bir odun parçasý aldým ve þimdi avucunun içine koyuyorum" diyerek buzu çocuðun avucunun içine koydu. Sonra ne oldu biliyor musunuz? Bir kaç dakika sonra çocuðun anne ve babasý avucundaki ikinci derece yanýktan dolayý onu bir hastaneye yetiþtirmek zorunda kaldýlar. Kardeþinin sözüne güvenen çocuðun zihni ve bedeni, avucuna konulan nesnenin gerçekten yanan bir odun parçasý olduðuna inanmýþ ve buna göre tepki vermiþti. Ayný çeþit fenomen olumlu bir sonuç da verebilir. Bir ailenin adlarý Michael ve Melissa olan iki tane 48 çocuklarý vardý. Michael'ýn yaþýndan daha ileri olan bir zekâsý vardý. Çocuða yapýlan IQ testleri öylesine yüksek çýkmýþtý ki ailesi onun ikinci bir Albert Einstein olmasýný bekliyordu. Kýzlarý Melissa'nýn bu durum karþýsýnda aþaðýlýk kompleksine kapýlmasýný istemeyen aile, yaptýklarý sohbetlerde, Tanrýnýn kendilerine harika bir çocuk verdiðinden söz ederken Michael'ýn adýný asla dile getirmezlerdi. Bunun yerine: "Bizim olaðanüstü yüksek bir IQ seviyesine sahip olan yetenekli bir çocuðumuz var" derlerdi. Anne ve babasýnýn bu sözlerini iþiten Melissa her nedense o þanslý çocuðun kendisi olduðuna inanýr ama erkek kardeþinin kendisini kötü hissetmemesi için hiç bir þey söylemezdi. Derken aradan yýllar geçti. Melissa baþarýlý bir avukat oldu. Birbirleriyle mahkemelik olan iki þirketin davasýyla ilgilenen Melissa, o gün öðle yemeðini yemek üzere Adliye binasýndan çýkarken daha önceden bölge savcýsý olarak çalýþtýðý ofisin yanýndan geçti. Yazmayý henüz bitirmiþ olduðu son kitabý için yayýncý ona avans olarak 200.000 dolar ödemiþti. Üç yeni buluþunun patentini almak için uðraþýyordu. Öðle yemeðini yemek üzere annesinin evine doðru arabasýný sürerken kendi kendine: "Hayat çok güzel" dedi. Bu yaþýna kadar baþardýðý bir çok iþten dolayý kendini daima mutlu ve tatmin olmuþ hissettiðini düþünüyordu. Annesinin güzel elleriyle yapmýþ olduðu lezzetli yemekleri yerken telefon çaldý. Annesi masadan kalkarak telefonun baþýna gitti ve her zamanki neþeli sesiyle: "Alo" dedi. Ahizenin diðer ucunda kardeþi Michael vardý. Ýþ için baþvurduðu bir süpermarket tarafýndan geri çevrildiði için üzüntülüydü. Bu süper markette önce en aþaðý iþlerden çalýþmaya baþlayacak sonra da satýþ memurluðuna kadar yükselecekti. Michael 46 yaþýna gelmiþti. Melissa ise ondan bir yaþ büyüktü. Michael'ýn annesi onu neþelendirebilmek için: "Üzülme tatlým. Zaten o iþ senin seviyene göre deðildi. Senin ileri zekâlý bir çocuk olduðunu öðrendiðimiz günden beri sýkýcý iþlerde çalýþamayacaðýný gayet iyi biliyordum. Sen zekâna ve yeteneklerine uygun ve zevkle mücadele edebileceðin bir iþte çalýþmalýsýn" dedi. Annesi ahizeyi yerine koyduktan sonra Melissa, inanmaz gözlerle annesine doðru bakarak: "Michael ile konuþtuklarýnýz doðru mu? Kardeþim gerçekten ileri zekâlý bir çocuk mu?" diye sordu. SEVGÝ DÜNYASI "Evet" diye cevap veren annesi þöyle devam etti: "Michael'ýn IQ'sunu o henüz küçük iken test ettirdiðimizde inanýlmaz yüksek çýkmýþtý." Duyduklarýndan þaþkýna dönen Melissa'nýn aðzý bir karýþ açýk kalmýþtý. Dakikalar süren sessizlikten sonra zorlukla konuþabildiðinde þunlarý söyledi: "Ama anne, "üstün zekâlý harika bir çocuðumuz" var dediðiniz her seferde, benim hakkýmda konuþtuðunuzu zannederdim" Bunun üzerine annesi kýkýrdayarak: "Hayýr tatlým. Sen her yönden normal bir çocuktun. Hele bazý zamanlarda, yaþýtlarýnýn bilgi seviyesine yetiþebilmen için onlardan daha fazla çaba göstermen gerekmiþti" dedi. Halbuki Melissa yýllardýr kendisinin her yönden üstün bir yetenek olduðuna inanmýþ ve salt böyle olduðu için de kendisini tam anlamýyla gerçekleþtirebilmiþti. Ýþin aslý, hepimiz sahip olduðumuz özel yeteneklerle bu dünyaya geliriz ama aramýzdan çok azý gerçek büyüklüklerini kavramalarýna yardým edecek olan doðru düþünceleri bir araya getirebilir. Ýnsanlar gerçekten ne kadar özel varlýklar olduklarýný bilselerdi buna eþ deðerde eserler ortaya koyabilirlerdi. Ancak aramýzda öyle insanlar da yaþamaktadýr ki, bunlar, hayatlarýnda darbe üstüne darbe yedikleri halde her seferinde daha da büyük ve þaþýrtýcý baþarýlara imza atabilmektedirler. Son tahlilde, en önemli olan þey, size hayatta ne olduðu deðil; içsel konuþmalarýnýzýn neticesinde, baþýnýza gelen olaylara karþý ne çeþit bir tepki vereceðinizdir. Kalbinizi ve beyninizi üstün nitelikli düþüncelerle doldurduðunuz sürece pastanýn kremasý gibi daima en üstte durursunuz. “Lütfen Yeni Yýlda Aboneliðinizi Yenilemeyi Unutmayýnýz!..” Deðerli Okuyucularýmýz Sevgi Dünyasý Dergimiz Haziran 2007 tarihinden baþlamak üzere yalnýzca abonelerimize ulaþmaktadýr. Bizlerle olmaya devam etmek istiyorsanýz, Oba Sok. Sýlla Ap. No: 7/1 Cihangir/Ýstanbul adresine mektupla veya Haberleþme Sorumlusu ve Okur/Abone Ýliþkileri: Kazým Erdemoðlu’na (0212) 252 85 85 no’lu telefonla, (0212) 249 18 28 no’lu faxla abone adresinizi bildirmenizi rica ederiz. En içten sevgilerimizle Sevgi Dünyasý Adý, Soyadý: Adres: Posta Kodu: Ýlçe: Ýl: Tel: Abone ücreti: ..................................................... ..................................................... ..................................................... ..................................................... ..................................................... ..................................................... Yurt içi (40 TL) ................ Yurt dýþý (50 TL) ................ Posta Çeki No: 385999 (Sevgi Yayýnlarý)
Benzer belgeler
2009 Ağustos Sayı
güzeli vermeyi biliyorsak kendimizi tam ve tatmin olmuþ hissetmemizin bir yoludur. Kendimize beklediðimiz gibi, kendimize alabileceðimiz gibi vermek ve bunu yaparken tamam olmak, ismi ve
2009 Nisan Sayı
Allah’ýn Varlýðý Hakkýnda
Bir Tartýþma - II .................................... 2
Dr. Refet Kayserilioðlu