2009 Nisan Sayı
Transkript
2009 Nisan Sayı
NÝSAN 2009 Sayý: 484 Fiyat: 3.5 YTL Allah Senden Razý, Sen Allah’tan Aydýnlanma Yolunda Ýnsan “2 K” Kitap ve Kadýn ÝÇÝNDEKÝLER Aylýk Kültürel ve Siyasi Dergi Cilt: 41 Sayý:484 Nisan 2009 Onur Baþkaný: Dr. Refet Kayserilioðlu Sevgi Yayýnlarý Tic.Ltd.Þti. adýna Sahibi ve Genel Yayýn Müdürü: Ayþegül Kayserilioðlu Yazý Ýþleri Müdürü: Özenç Kayserilioðlu Yayýn Kurulu: Güngör Özyiðit Nelda Bayraktar Hale Ürkmezgil Haberleþme Sorumlusu ve Okur/Abone Ýliþkileri: Kazým Erdemoðlu 0212 252 85 85 0542 676 83 47 Faks: 0212 249 18 28 P.K: 471 Beyoðlu/Ýstanbul Yönetim Yeri: Oba Sok. Silla Ap. No: 7/1 Cihangir/Ýstanbul Baský: Inkýlap Kitabevi San. Tic. A.Þ. Çobançeþme Mah. Sanayi Cad. Altay Sok. No:8 Yenibosna/Ýstanbul Fiyatý: 3.5 YTL Yýllýk Abone: 40 YTL Yurt Dýþý: 50 YTL Allah’ýn Varlýðý Hakkýnda Bir Tartýþma - II .................................... 2 Dr. Refet Kayserilioðlu Allah Senden Razý, Sen Allah’tan ...................................... 6 Ahmet Kayserilioðlu “2 K” Kitap ve Kadýn .......................... 15 Güngör Özyiðit Hayvanlarla Konuþmak - 4 ............... 21 Zuhal Voigt Öðretimin Birleþtirilmesi ................... 28 Yalçýn Kaya Felsefe Penceresinden Bakýþ (devam) Prof. Dr. Kenan Gürsoy ile Sohbet .......... 32 Nihal Gürsoy Diðer Ýþaretler (Çocuklarýn Geçmiþ Yaþamlarý) ................ 39 Carol Bowman/Nelda Bayraktar Aydýnlanma Yolunda Ýnsan ............... 42 Doç. Dr. Halûk Berkmen Ponzi Düzeni (Eski Günýþýðýnýn Son Saatleri) ................ 46 Thom Hartman/Arýn Ýnan SEVGÝ DÜNYASI 1 Sevgili Dostlar Ruhsallýðý takip edenler, iyi, dürüst ve sevgi dolu insanlar, hiç korkmadan, çekinmeden gelecek zor günleri beklemekteler. Sonucun hayýrlý olacaðýna emin olduklarýndan, yani o günlerin ardýndan esenlik dolu, aydýnlýk bir dünyaya varýlacaðýndan þüphe etmediklerinden, zor günleri “hoþ günler” olarak karþýlamaya hazýrlanmaktalar. Öte yandan bu ayný zamanda kendi yakýn ve dar çýkarlarýndan baþka bir þeyle ilgilenmeyenler için, daha çok para, daha çok güç, daha iyi yaþam diye ömrünü tüketmeye ve baþkalarýnýn önünü her an kesmeye hazýr olanlar için, korkutucu bir dönemin baþlangýcýdýr da. Çünkü içinden geçilecek karanlýk süreç, kendinden önce baþkalarýnýn hayrýný ve gönlünü düþünen insanlarý diðerlerinden ayrýþtýran bir yol koyacaktýr önümüze ve hiç þüphe yok ki, geleceði onlar planlayýp onlar þekillendireceklerdir. Ruhsallýðýn kýþýnda kar demeden, çamur demeden taze yaz meyveleri yetiþtirmek için kollarý sývayanlar, kendinden baþka bir þeyle ilgilenmeyenlerin anlayamayacaklarý bir heyecan içindeler. Yakýnmayý, anlaþýlamamaktan þikâyeti bir yana çoktan býrakmýþ, birbirlerini aramaya, tanýmaya çalýþýyorlar. Onlar sisin ve belirsizliðin üstüne çýkabilen bilinçleriyle birbirlerini görüp anlama aþamasýndalar. Þimdi her biri tek tek kendi gibi olmayanlarý kýnamamayý, hor görmemeyi, asýl onlar için ýþýklarýný dolaþtýrmalarý gerektiðini benimsetiyorlar kendilerine. Çünkü gün gemisini kurtaran kaptan günü deðil, topyekûn tüm insanlarla daha üst bir bilince erme, daha üst bir titreþimle titreþmeye davet etme günü, onlarý buna özendirme günü. Dünyada söylenebilecek her þey söylenmiþ, insanlarýn çok doðru ve güzel olsa da kelimelere ve sözlere itibarlarý artýk yok. Onlar temiz gönüllerden çýkacak sevgi ýþýðýný, her þeye raðmen deðiþmeyen anlayýþ ve toleransýn, þefkatin sýcaklýðýný duyumsamak istiyorlar. Þimdi en çok ihtiyaç duyulan þey, sevginin, þefkatin, baðýþlamanýn pýnarýnda gerçeðe kanmak. Kim bilir belki o zaman “kaybolan o nur”u da bulabiliriz hep birlikte. En Derin Sevgilerimizle SEVGÝ DÜNYASI SEVGÝ DÜNYASI 2 ÖZDEN ÝLE ERDEM KONUÞUYOR Tahayyülümüzü daha ileri götürerek, asýrlara ve sonsuzluða doðru deðiþmeden uzanan bu mükemmel kanunlarýn, her ihtimali düþünüp hesap edebilen ve ona göre ayarlama sistemleri kuran insanüstü bir zekânýn varlýðýný tahayyül edip, mantýðýmýzla kabul etmek zorunda kalýrýz. Çünkü insan zekâsý, bugün hâlâ kendi beyninin ve bünyesinin iþleyiþini bile doðru dürüst anlayabilmiþ durumda deðildir. Dr. Refet Kayserilioðlu Allah’ýn Varlýðý Hakkýnda BirTartýþma-II SEVGÝ DÜNYASI Erdem - Geçen konuþmamýzda size, "Ýzah edemediðimiz olaylar karþýsýnda, Tanrý yaptý, Tanrý yarattý deyip iþin içinden sýyrýlmak kolaydýr. Fakat bu, bir þeyi halletmez. Her þeyi Allah yapmýþ ve yaratmýþsa, Allah'ý kim yaratmýþ?" diye sormuþtum. Siz de "Bunu siz idrak edemezsiniz!" tarzýnda bir cevap vermiþtiniz. Tabii, bu bir cevap olmadý. Özden - Cevabýmý ya iyice dinlemediniz veya kasten baþka manâlara çekmek istiyorsunuz. Ben, bu büyük bilgi'nin iyice alýnýp kavranabilmesi için, idraklerin geniþlemesi ve geliþmesi lâzýmdýr, dedim. Ýdrakleri geliþtiren de, yine bilgilerdir. Yani, þahýslarýn genel bilgileri, kültürleri, madde, insan ve canlý münasebetleri hakkýndaki bilgileri arttýkça, idrakleri geniþler ve daha yüksek bilgileri almak imkânýna kavuþurlar. Allah hakkýnda bilgileri alýp anlayabilmek de, herkesin kolayca baþaracaðý bir iþ deðildir. Bu "Allah'ý kim yarattý?" tarzýndaki görünüþte, altýndan 3 kalkýlamaz sanýlan sorularla halledilip bitirilecek bir problem de deðildir. Erdem - Peki öyleyse, lütfen cevap veriniz Allah'ý kim yarattý? Özden - Allah'ý kimse yaratmamýþtýr dostum. Allah kendi kendine var olandýr. Bütün varlýklarý da, bizim idrak edemeyeceðimiz yokluktan yaratandýr. Bizim gerçekten ne yokluðu, ne de yoktan var edilmeyi idrak etmemiz mümkündür. Ayrýca, Allah'ýn varlýðý da, bizim anladýðýmýz mânâda bir varlýk deðildir. Yani biz, ne onun varlýðýnýn ne olduðunu, ne de onun varlýðýnýn diðer varlýklarla münasebetinin nasýl olduðunu bilebiliriz. Erdem - Siz þu cevabýnýzla, hiçbir þey söylemiþ olmadýnýz. Biz onun ne varlýðýný, ne de yaratýcýlýðýný idrak edemezsek, onun var olduðunu nasýl iddia edebiliriz?!.. O halde, her þey kendi kendine var olmuþtur. Özden - Allah'ýn varlýðýný idrak etmek baþka, var olduðunu kabul etmek baþkadýr. Bir karýnca, benim var olduðumu bilir ve kabul eder; üzerine doðru gidersem, ezilmemek için kaçar. Ama karýnca, benim varlýðýmýn ne olduðunu, ne gibi kudretlerimin, tesir sahamýn ve bilgilerimin bulunduðunu bilebilir mi? Bunlarý bilememesi, benim var olduðumu inkâr etmesini temin eder mi? Erdem - Ama karýnca, bizim ne olduðumuzu bilmemesine raðmen, bizi görerek, var olduðumuzun delilini elde etmektedir. Bizim Allah hakkýnda ne gibi bir delilimiz var? Özden - Karýnca seviyesindeki bir varlýk, etraftan delilleri ancak görerek, temasla, belki koklayarak, tadarak, iþiterek toplayabilir. SEVGÝ DÜNYASI 4 Halbuki insan seviyesine gelmiþ, insan seviyesinde de üst kademelere týrmanmaya baþlamýþ bir varlýðýn beþ duyu organýndan baþka, etraftan bilgi ve delil toplama vasýtalarý da vardýr; þayet yoksa, mutlaka olmalýdýr. Bu vasýtalar, insanlarýn keþfettiði âletlerdir, en baþta. Biz, çeþitli âletlerimizle, beþ duyu organýmýzla varlýðýný hissedemediðimiz þeylerin varlýklarýný biliriz, hattâ onlardan faydalanýrýz. Radyo bunun en basit misalidir. Etrafýmýzda dolu olan radyo dalgalarýnýn biz farkýnda deðiliz. Fakat radyo cihazýmýz, bütün bu sesleri ve dalgalarý kolaylýkla alýp, bize, var olduklarýný bildirebilir. Erdem - Allah'ýn varlýðý hakkýnda en ileri âletlerimiz de, bize bir bilgi ve delil vermiyorlar. Özden - Ýnsan seviyesinin üst basamaklarýna merdiven dayamýþ bir varlýðýn, keþfedilmiþ maddi âletlerden baþka vasýtalar da vardýr. Bu vasýtalarla, Allah'ýn var olduðu hakkýnda deliller toplayabilir ve bir kanaate sahip olabiliriz. Bu vasýtalarýmýzýn baþýnda tahayyül melekemiz (yeteneðimiz) gelir. Sonra mantýðýmýzdan, idrakimizden ve daha önceden edindiðimiz bilgilerden faydalanacaðýz. Erdem - Bunlardan faydalanarak, Allah'ýn var olduðunun delillerini verebilir misiniz bana? Özden - Yanýmýzdaki odadan bir daktilo sesi gelse, biz, tahayyülümüz ve idrakimizle, orada, daktilo yazan bir kimsenin mevcut olduðunu, seslerin süratinden, o þahsýn daktilo yazmaktaki maharetini anlayabiliriz. Hattâ daha ileri giderek, tuþlara vuruluþ tarzýndan, þahsýn asabi bir halde mi, sakin mi olduðunu da söyleyebiliriz. Bunlar gibi, etrafýmýzdaki eþyanýn, yýldýzlarýn ve dünyanýn, nihayet insanýn yapý tarzýndan, iþleyiþinden, canlýlardaki geliþme kabiliyetinden, bunlarýn bir nizam dahilinde olduklarýný, deðiþmeyen kanunlara göre iþlediklerini düþünüp, tahayyül edebiliriz. Tahayyülümüzü (hayal gücümüzü) daha ileri götürerek, asýrlara ve sonsuzluða doðru deðiþmeden uzanan bu mükemmel kanunlarýn, her ihtimali düþünüp hesap edebilen ve ona göre ayarlama sistemleri kuran insanüstü bir zekânýn varlýðýný tahayyül edip, mantýðýmýzla kabul etmek zorunda kalýrýz. Çünkü insan zekâsý, bugün hâlâ kendi beyninin ve bünyesinin iþleyiþini bile doðru dürüst anlayabilmiþ durumda deðildir. O halde, henüz iþleyiþini bile anlayýp idrak edemediðimiz þuurumuzu ve bedenimizi biz, kendimiz mi meydana getirdik ve var ettik? Böyle bir iddia mantýða uymaz deðil mi? Erdem - Ýnsanlarýn meydana geliþleri, birbirinden üremek suretiyledir. Çeþitli üremeler boyunca, Darwin'in de söylediði gibi, seleksiyon natural (doðal seçilme) ile insan nesli bugünkü mükemmel þekle gelmiþtir. Yoksa, ilk insan, bugünkü kadar mükemmel ve geliþmiþ deðil, iptidai idi. Özden - Darwin'in o nazariyesi bugün iflâs SEVGÝ DÜNYASI etti ama, ben yine size cevap vereyim. Ýlkel insanla bugünkü insan arasýndaki yegâne fark, zekâ bakýmýndandýr. Yoksa, ilkel insanýn barsaðý neyse ve ne iþler görüyorsa, bugünkü insanýnki de aynýdýr. Karaciðerler, akciðerler, mideler, böbrekler hepsi ayný idi. Biraz iri, biraz küçük oluþu, esasta bir fark göstermez. Ve hiçbir zaman insan, maymundan çýkmýþ deðildir; maymun da, köpekten, kediden olmuþ deðildir. Eðer bu mümkün olsaydý, asýrlar boyunca bir maymunun insan olduðunu görürdük. Hattâ eþekle atta olduðu gibi kromozomlarý(*) uymuyorsa, onlarý birbiriyle çiftleþtirmekten ara mahlûklar da çýkmaz. Yani, insanla maymunun birleþmesinden kâh maymun, kâh insan doðmaz. Maymundan maymun, insandan insan doðar. O halde, ilk andan beri dünyada maymunlar da vardý, insanlar da. Gene mantýk ve tahayyüllerimizi iþletirsek diyeceðiz ki, bütün canlýlar dünyaya baþlangýçta ayrý ayrý, müstakil olarak 5 gelmiþlerdir. Bunlarý baþlangýçta dünyaya getiren veya gönderen ve onlarýn dünya hayatlarýný muayyen bir düzene baðlayan üstün bir zekâ vardýr. Erdem - Yani, onlarý Allah yaratmýþ ve göndermiþtir diyorsunuz. Ýlk sualimi mecburen yine soracaðým. Peki, Allah'ý kim yaratmýþtýr? Özden - Allah, kendi kendine var olandýr. varettiklerinin, onun varlýðýný idrak edebilmeleri, onun seviyesine ulaþmalarý, varetmenin sýrrýna onlarýn da vakýf olmalarý demektir ki, bir robotun kendi kendini imâl etmesi demektir bu. Erdem - Madem ki Allah kendi kendine var olmuþtur, bunu kabul ediyorsunuz; niye insanlarýn ve bütün canlýlarýn da kendi kendine var olduklarýný kabul etmiyorsunuz? Vaktimiz de doldu. Fakat düþününüz, bu sorumun cevabýný bir daha seferki konuþmamýzda istiyorum. Baþkasý tarafýndan yaratýldýðý anda o varlýðýn, yoktan varedicilik vasfý kaybolur. O, Allah olmaz; esas Hâlikin (Yaratýcýnýn) bir mahlûku olur. Allah bizatihi (kendiliðinden) var olandýr; (Gelecek ay: Konuya varlýðýný kimseye devam edilecektir) borçlu olmayandýr ve bütün var olanlarý yaratan, varedendir. Ve nihayet varlýðý, varettiklerince (*) Kromozom: Her canlýnýn hiçbir zaman idrak hücrelerinin çekirdeklerinin içinde bulunan ve sayýsý her edilemeyecek canlýya göre deðiþen özellik olandýr. Çünkü, taþýyýcýlardýr. 6 Allah Senden Razý, Sen Allah’tan... Ahmet Kayserilioðlu, Psikolog SEVGÝ DÜNYASI "ROBOTUZ VE SORUMLU DA DEÐÝLÝZ" Ýlerlemiþ yaþýmda, eðitim ve geliþim konularýnda bilgimi artýrmak için ikinci bir meslek olarak psikoloji öðrenimine baþladýðým ilk aydaki bir derste, genç asistanýmýz büyük bir özgüvenle kanaatini açýkça ortaya koymuþtu: "Düþüncelerimizde, yaptýklarýmýzda ve ettiklerimizde hiçbirimiz özgür deðiliz. ' Ýrade serbestisi' diye anýlan þey yalnýzca görünüþtedir." diye sözlerine baþlamýþ ve filozoflardan, bilginlerden aktarmalar yaparak atalarýmýzdan aldýðýmýz genlerin, gördüðümüz terbiyenin ve dýþ etkenlerin yoðurduðu kiþilikler olduðumuzu, davranýþlarýmýzýn da bunlarýn doðal bir uzantýsýndan baþka bir þekilde yorumlanamayacaðýný söyleyerek son noktayý koymuþtu... Tam tamýna karþý görüþteydim. Ancak kendi mantýk sistemimi ortaya dökmeye ne zaman ne de zemin müsait deðildi. Yaþam pratiði içinden akýlda kalýcý bir cevapla sýnýftaki genç arkadaþlarý düþünceye davet etmek en doðrusu olacaktý. Asistanýmýzdan izin alarak konuþtum: "Hocam, eðer gerçek buysa þu anda sadece yurdumuzda deðil, dünyanýn her tarafýndaki mahkemelerde ne kadar haksýz kararlar veriliyor; nice insanlar pisi pisine hapislere hattâ ölümlere gönderiliyor diye düþünmemiz doðal olmaz mý? Madem ki koþullar neyi gerektiriyorsa öyle davranmak zorundayýz, öyleyse hakimlerimiz niçin onlarý suçlu ilan edip cezalandýrýyor ve belki de idama götürülüyorlar. Haksýzlýk deðil mi bu?!.." Kuþkusuz sýnýftaki bu tartýþmamýz ilk defa olan bir þey deðildi. Ýnsanlýðýn 7 baþlangýcýndan beri üzerinde konuþulan ve sonuna kadar da ateþini sürdürecek bir konu idi bu. Tarih boyunca deðiþik isimlerle Cebriyeciler, Fatalistler, þimdi de Deterministler diye anýlan düþünce sistemlerinin savunageldikleri görüþlerin aktarýlmasýndan baþka bir þey deðildi, genç asistanýmýzýn sözleri... NAZÝ CEHENNEMLERÝNDE BÝLE SEÇENEK SAHÝBÝYÝZ Nazi ölüm kamplarýnda sýrf yahudi olduðu için 37- 40 yaþlarý arasýnda bin bir eziyet ve yoksunluk içinde inþaat iþlerinde üç yýl kahýr sürmüþ nöroloji ve psikiyatri profesörü Dr.Viktor Frankl korkunç anýlarýný ve yaþam görüþünü dile getirdiði "Ýnsanýn Anlam Arayýþý" kitabýnda bu determinist ve nihilist doktrinleri yeri geldikçe kýyasýya eleþtirir. Nazi kamplarý gibi özgürlüklerin alabildiðine kýsýtlandýðý o cehennemlerde bile insan iradesinin seçeneklere sahip olduðunu bir aziz de bir domuz da olunabileceðini þöyle savunur: "Ve kampta yapýlacak bir tercih her zaman vardý. Her gün, her saat, insaný kendi özünden içsel özgürlüðünden yoksun býrakmakla tehdit eden güçlere boyun eðip eðmeyeceðimizi, özgürlük ve onurdan vazgeçerek tipik bir kamp sakini kalýbýna dökülmenizi saðlayacak þekilde koþullarýn bir oyuncaðý olup olmayacaðýnýzý belirleyen kararlarý verme fýrsatý saðlýyordu. Bu açýdan bakýldýðýnda, toplama kampý sakinlerinin ruhsal tepkilerinin, belli fiziksel ve toplumsal koþullarýn yalýn bir dýþavurumunun ötesinde bir þey olduðu anlaþýlmalýdýr. Uykusuzluk, yetersiz beslenme ve çeþitli 8 ruhsal stresler gibi koþullar, kamp sakinlerinin belli tepkiler vereceðini düþündürse de; son çözümlemede bir tutuklunun nasýl bir insan olacaðýnýn, tek baþýna kampýn etkilerinin bir sonucu olmadýðý, içsel bir kararýn sonucu olduðu açýklýk kazanýr. Dolayýsýyla bu tür koþullar altýnda bile temelde ne olacaðýna kendi karar verebilmektedir. Ýnsan, onurunu bir toplama kampýnda bile koruyabilir." (S.69 ) Sadece tutuklular deðil Alman kamp görevlileri arasýnda bile çok farklý davranýþlar sergileyenler olduðunu söyleyen Viktor Frankl bir kamp komutaný ile ilgili anýlarýný þöyle aktarýr: "Gardiyanlar arasýnda bile bize acýyanlarýn bulunduðunu belirtmek gerek. Burada sadece özgürlüðüme kavuþtuðum kampýn komutanýna deðineceðim. Özgürlükten sonra bu komutanýn, tutuklular için en yakýn pazar kasabasýndan ilâç almak amacýyla kendi cebinden önemli miktarlarda para verdiði ortaya çýktý." (S.86) Frankl, en zor koþullarda bile umutsuz olmamayý öðütler ve Freud psikanalizindeki determinist görüþleri þöyle eleþtirir: "Umutsuz bir durumla karþýlaþtýðýmýz, deðiþtirilemeyecek bir kaderle yüz yüze geldiðimiz zaman bile, yaþamda bir anlam bulabileceðimizi asla unutmayalým. Çünkü o zaman önemli olan þey, kiþisel bir trajediyi bir zafere dönüþtürmek kendi zor durumunuzu bir insan baþarýsýna dönüþtürmek için sadece insana özgü eþsiz insan potansiyelini harekete geçirmektir." "Psikanaliz sýk sýk seksüalist (topyekûn cinselci) olmakla suçlanýyordu. Bu suçlamanýn yerinde olduðundan kuþkuluyum. Ne var ki, bana daha hatalý ve tehlikeli SEVGÝ DÜNYASI gibi gelen 'Pan-Determinizm' (topyekûn belirlemecilik) dediðim bir varsayýmýn varlýðýdýr. Bu terimle insanýn þu ya da bu koþullara karþý bir tavýr alabilme yeteneðini gözardý eden bir görüþü kastediyorum. Ýnsan tamamen koþullandýrýlmýþ ve belirlenmiþ deðildir. Daha çok ister koþullara boyun eðsin ister karþý gelsin, kendi kendini belirlemektedir. Ýnsan varolmakla yetinmez, bunu yerine her zaman için varoluþunun ne olacaðýna, bir sonraki anda kendisinin ne olacaðýna karar verir." (S.123-124) "Sigmund Freud bir keresinde: 'Birbirinden son derece farklý bir grup insaný ayný þekilde açlýða terk edin. Kaçýnýlmaz açlýk dürtüsünün artýþýyla birlikte, bütün bireysel farklýlýklar bulanýklaþacak ve bunun yerine doyurulmamýþ bir güdünün tek biçimli bir davranýþý görülecektir.' demiþti. Þükürler olsun ki Freud toplama kamplarýnda bulunmadý. Onun hastalarý Auschwitz'deki kuru tahtalarýn üzerine deðil, Viktorya kültürünün pelüþ divanlarýna uzanýyordu. Toplama kamplarýnda bireysel farklýlýklar bulanýklaþmýyordu. Tam tersine daha bir farklýlaþýyordu. Orada insanlarýn, hem domuzlarýn, hem de azizlerin maskeleri iniyordu." (S.141) "SUÇLULARI ORTAM YARATIR YANÝ YAÞANTINIZ" Özgür iradenin varlýðý, aklýmýzý serbestçe kullanmada seçeneklere sahip olduðumuz bu þekilde kabul edilirse; yaptýklarýmýzdan, ettiklerimizden sorumlu olduðumuz da kendiliðinden ortaya çýkar. Öyle trafik canavarý gibi isimler takarak, yaptýðýmýz kazalardan, SEVGÝ DÜNYASI aldýðýmýz canlardan vicdanýmýzý kolayýndan temizleyiveremeyiz. Bir defasýnda Rehber Varlýk bizlere toplumlarda suçlarýn nasýl oluþtuðunu sorduðunda moda bir tabirle suçu ortam'a baðlayývermiþtik. Rehberin cevabý da ilk bakýþta bizleri onaylar gibi görünmüþtü. Ama "yani" diyerek eklediði bir kelime, topyekûn hepimizin yaþantýsýndan oluþan bir ortamý vurguladýðýndan, suçlarýn artýþýndaki kiþisel sorumluluklarýmýzý gün gibi ortaya koyuvermiþti. Çünkü cevap aynen þöyle idi: " Suçlularý ortam yaratýr; yani YAÞANTINIZ!.." Kiþisel davranýþlarýmýzýn bizleri üzüntüye boðan acýklý ama doðal sonuçlarýyla karþýlaþýnca, sorumluluðu üstlenip metanetle ve onurla sýkýntýlara katlanmak ve zorluklarý göðüslemek kolay olmasa da imkansýz da deðil. Ancak yaþam sýrf bunlardan ibaret deðil ki. Dr.Viktor Frankl'ýn hangi hatasý Nazi cehennemlerinde pesperiþan sürünmesine; babasý, annesi, kardeþi ve karýsýnýn gaz odalarýnda, toplama kamplarýnda ölmesine sebep olmuþtu ki? Hepimiz yaþamda bu türlü kendi davranýþlarýmýzýn doðrudan sonucu olmayan belâlarla karþýlaþmýyor muyuz? Bunlara katlanmak iþte o kadar kolay deðil. Hele bugünlerde ve önümüzdeki aylarda, yýllarda para canavarlarýnýn dünyanýn baþýna sardýðý ekonomik felaketlerle boðuþurken, yine de metanetle ve gelecekten ümidimizi kaybetmeden dayanabilmenin sýrlarýný þimdiden öðrenmekte sayýlamayacak kadar yarar var. Nasýl ki Dr. Frankl, hiçbir suç iþlemediði halde týkýldýðý Nazi cehenneminde, kaderine lânet okuyarak dövünmek yerine iç dünyasýný dengede tutarak, ayakta dik durmayý baþarabildi; kitabýnda 9 bunu hayranlýkla adým adým yaþadýk. Bunun gibi az seçilen yol da olsa yine de ders ve kuvvet alabileceðimiz nice yaþam öyküleri çok þükür ki epeyce var. Burada en güzel örnekleri yine gülyüzlü peygamberlerin yaþamýnda görüyoruz. Çevrelerine sadece iyilik ve hayýr getirdikleri halde, etraflarýndakilerden neler çektikleri Bizim Celselerimizde þöyle dile getirilir: "Neler gelmedi ki vaktinde gülyüzlülerin baþýna, sevgi götürdüklerinin elinden, dilinden... Neler görmediler ki, o gülyüzlüler vaktinde, hayrý görmek için, götürdüklerinin gözlerinin önünde yaptýklarý yanlýþtan.. Neler çekmediler ki, o gülyüzlüler arkalarýnda iyi diye býraktýklarý insanlardan... Siz þimdi, hangisi için diyebilirsiniz ki, o gitmeden önce, artýk düþünecek ve üzülecek birþeyi kalmadý diye? Hepsi hüzünlü, hepsi yorgun, hepsi bitkin oldular. Ama yýlmadýlar, getirdiler, doðruyu gösterdiler ve verdiler. Ne aldýlar?.. Sadece Sizi Sevgisinden Varetmiþ Olan'ýn onlara vereceði en güzel yeri þüphesiz. Yine de onlar, býraktýklarý için kayguda olmadan, düþünmeden ve rahat gidemediler." 10 "Her zaman halka halka olmuþtur, gülyüzlülerin gözlerinin altý, deðiþmeyen kaderlerinden. Çünkü hizmet için geldikleri hizmetin deðerini bilemezler ondan." Ve bu þartlar içinde bile onlarý Sevgisinden Vareden'in öðütleri þöyle oluyordu: "Geçmiþte birgün bir gülyüzlüye bir söz geldi O'ndan: Kimsenin bilmediði halde ey sen nurdan varedilen, kimsenin göstermediðini gösteren. Onlara de ki: Bir gün sizin içinizden bile bana sizin içinizden olduðum halde, taþ atacaklar olacak þüphesiz. Ama benim görevim, taþ atanlara daha çok koþmaktýr, onlara üzülmek deðil." O gülyüzlüler insanlardan çektiklerinden daha da büyük sýnavlarý, o en güvendikleri Yüce Makam'ýn, onlarý peygamberlikle görevlendiren ilâhi âlemin emirlerini uygularken yaþamamýþlar mýydý? Allah en ufak bir iyiliðe dönüþümüzde bizleri baðýþlayýp kolayca razý olabilir. Ama bizlerin dýþýmýzdaki olaylardan, hele de O'ndan gelen musibetlerden çektiklerimizle, yine O'ndan razý olmamýz ne kadar da zor. Geçmiþin süzgeci geleceðin tanelerini vereceðinden, yaþayacaðýmýz zorluklarda O'ndan razý kalabilmemiz için en iyisi biz o gülyüzlülerin teslimiyet sýnavlarýný tekrar hatýrlayalým. Ancak önce Kuran'da Maide suresinin 119. âyetinde insanýn o büyük kurtuluþunu anlatan Tanrý sözünü: "Allah onlardan razý oldu, onlar da O'ndan razý oldular. Ýþte o büyük kurtuluþ budur." Ýlâhi hükmünü çok güzel betimleyen Hýzýr'la ilgili kurgulanmýþ SEVGÝ DÜNYASI meseli okuyalým. Sonra da Hz. Muhammed'in Yaradan'ýn emriyle yaptýðý, neredeyse hayatýna mâl olacak o baþarýsýz Taif ziyaretini tekrar hatýrlayalým. En sonunda da kurbanlýk oðluyla birlikte patika yollardan hedef mahalline doðru adým adým týrmanan Hz. Ýbrahim'in üç gün boyunca Yaradan'ýna kanlý gözyaþlarýyla yalvarýþ ve inleyiþlerini Kryon Rehber Varlýðýn aðzýndan özetleyelim. HIZIR VE UYKUCU ADAM Hani din kitaplarýnda aramýzda zaman zaman insan kýlýðýna girerek dolaþan ve Allah'ýn bizim hayrýmýza emrettiklerini yerine getiren bir melekten "Hýzýr" adýyla bahsedilir ya. Ýþte Hýzýr'ýn gerçekmiþcesine güzel bir öyküsü: Hýzýr'ýn yolu camiye düþmüþ bir gün. Bakmýþ içerisi hýnca hýnç dolu. Herkes büyük bir dikkatle hocanýn çok güzel vaazýný dinlemekte. Güç belâ kendine bir yer bulup dinleyiciler kervanýna katýlmýþ. Çok geçmeden farketmiþ ki, hemen yanýbaþýnda oturan adamýn vaazý falan dinlediði yok, derin bir uykuya dalýp gitmiþ. Caný sýkýlmýþ Hýzýr'ýn, adamý dürtüp uyandýrarak kendine getirmiþ. Adam yarý uykulu bir süre vaazý dinlemiþse de, çabucak eski derin uykusuna dönmekte gecikmemiþ. Hýzýr adamý yine uyandýrmýþ ve yine ayný hýzla býraktýðý yerden uykusuna devam ettiðini görmüþ. Bu böylece sürüp gitmiþ. Nihayet son dürtülüp uyandýrýldýðýnda adamýn sabrý taþmýþ ve Hýzýr'ýn kulaðýna eðilerek "beni rahat býraksana arkadaþ" demiþ. "Eðer bir daha uyandýrýrsan günâh benden gitti, senin Hýzýr olduðunu bütün camiye ilân ederim." SEVGÝ DÜNYASI Gaflette zannettiði, uyandýrmak için çabaladýðý adamýn gerçek kiþiliðini bilmesine son derece þaþýrmýþ Hýzýr ve iþin aslýný öðrenmek için doðruca koþmuþ Yaradan'ýn huzuruna: "Yarabbi" demiþ "Bu adam benim Hýzýr olduðumu nereden bildi? Halbuki bana verdiðin listede bu adamýn ismine hiç rastlamadým." Rabbi, ona: "Elindeki listenin baþlýðýný bir daha okusana ya Hýzýr!.." diye emretmiþ ve okumuþ Hýzýr: "Allah'ýn razý olduðu kullarýn listesidir." "Evet" demiþ Yaradan "Bu listede o kulumun ismi gerçekten yok. Ama benim yanýmda, senin bilmediðin bir baþka liste daha var. Ýþte o adam orada kayýtlý. Çünkü o liste Allah'tan razý olan kullarýn listesidir." "YARABBÝ GÜCÜMÜN SONUNA GELDÝM, ÇARESÝZÝM" Ýnanmayanlarýn þerrinden yandaþlarý ile yýllarca belâdan belâya uðrayan Hz. Muhammed peygamberliðinin 9. yýlýnda yaþadýðý iki kayýptan dolayý son derece çaresiz kalmýþtý. Her zor anýnda ona kol ve kanat geren amcasý Ebu Talib'in ve kadýnlýðýn timsali sevgili karýsý Hatice'nin, peþpeþe ölmeleri... Bu iki gerçek dostun kaybýndan sonra Mekkeli'lerin eziyetleri daha da artmýþtý. Sonralarý Ýslâm tarihçileri bu yýlý haklý olarak "hüzün yýlý" diye isimlendirmiþlerdi. Hiçbir peygamber emir almadan þehrini terkedemezdi. Kendine kalsa bir günlük bile takati kalmamýþtý. Nihayet Yüce Kat'tan emir geldi tek baþýna Taif'e gidecekti. Taif'e mi? Ýþte bu insan mantýðýna çok aykýrý idi. Baþka her yer olurdu ama Taif olamazdý. Havasýnýn 11 güzelliði ve meyvelerinin lezzeti ile Mekkelilerin bir sayfiye þehri ve Lât putunun merkezi olan Taif'de onu kim dinlerdi?!.. Mekkeli'lerden ve kazançlarýnýn elden gitmesinden korkmazlar mýydý? Ama emir emirdi. Ýnanýp, teslim olup yola çýkan; önündeki hayrý göremese bile, sonundaki hayra güvenmeliydi. Ve bir an tereddüt etmeden yola koyuldu. Daha Taif'in dýþ mahallelerinden taþlanarak kovuldu, þehre giremedi bile, gerisin geri kan revan içinde Mekke'ye kaçarken Rebia oðullarýna ait bir bostana sýðýndý da canýný zor kurtardý. Mekke'nin kudretli kiþilerinden olan bu kimseler peygamberin korunmasýna dair söz verdiler de, gelecek günlerde bir süre daha rahat nefes alabildi yüce haberci. Bir asra varmadan Ýspanya'dan Çin'e kadar yayýlacak Ýslâm dininin kader sayfalarýndan biri belliydi ki o bostanda yazýlýyordu. Taif'ten bu cefalý dönüþte sýðýndýðý bostanda, bir asmanýn altýna yorgun uzanmýþ o yüce peygamber gökyüzüne bakýp þöyle dua ediyordu: "Yarabbi, kuvvetimin sonuna geldiðimi, çaresiz kaldýðýmý, halk nazarýnda hor görüldüðümü ancak Sana arzederim, ancak Sana þikâyet ederim. Ey merhametlilerin en merhametlisi, herkesin hor görüp de dalýna bindiði çaresizlerin Rabbi sensin. Yarabbi eðer sana karþý bir suç iþlemediysem, çektiðim belâlara, sýkýntýlara aldýrmam. Senin rahmetinden uzaklaþmaktan, Senin emirlerinin dýþýna çýkmaktan yine sana sýðýnýrým Rabbim. Sen razý oluncaya kadar iþte affýmý diliyorum. Her kuvvet ve her kudret ancak sendendir Allahým!.." 12 "YARABBÝ OÐLUMUN YERÝNE BENÝM CANIMI AL!" Tek Tanrýya inanmayý öðütleyen üç büyük semavi dinin atasý Hz. Ýbrahim O'nun kudretlerine defalarca þahit olmuþtu. Putlara dil uzattýðý için onu yangýn ateþinde öldürmeye çalýþanlarýn elinden; hiç zarar görmeden kurtaran sevgili Allah'ýna teslimiyette en önde yer almak onun için artýk ne kadar kolaylaþmýþtý. O'nun ölüleri dirilttiðine de doðrudan yaþadýðý bir olayla tamtamýna kani olmuþtu. Tanrý buyruðu ile öldürdüðü dört kuþun canlanarak yaþama döndüðünü gözleriyle görmüþtü. Ne var ki, Tevrat'ta veya Kuran'da Hz. Ýbrahim'in oðlunu Tanrýya kurban etmesi buyruðunu her okuduðumuzda; onun neler çektiðini hissederek içimiz paramparça olmaktadýr. Olayýn 4000 yýl önce insanýn kurban edilmesine epeyce rastlandýðý bir dönemde geçtiðini; Hz. Ýbrahim'in Tanrý kudretleri ve ölüleri dirilttiðine bizzat yaþa- SEVGÝ DÜNYASI yarak tanýk olduðunu ve zaten sonunda oðlunun deðil, gönderilen bir koçun kurban edildiðini bilmemize raðmen, üç gün boyunca Ýbrahim'in duygularýný paylaþmak bizlere ne kadar zor geliyor. Belki Akaþa kayýtlarýndan da yararlanarak Kryon Rehber Varlýk bizlere ilk defa o üç günü Hz. Ýbrahim'le birlikte adým adým yaþatýyor. Ancak Kryon'ýn esas amacý sadece o yüce peygambere duygudaþlýk etmemizi saðlamak deðil, onun üçüncü günde eriþtiði olaðanüstü realite deðiþimini, bugünün gönülerlerinin de anlayýp yaþamlarýnda uygulamalarýný saðlamak; Kryon'ýn esas amacý bu... Yaradan'a teslimiyette, körü körüne pasif bir itaat içinde donup kalmamýz deðil; içimizdeki içte, O'ndan bir parçaya öz ruhumuza, yüksek benliðimize ulaþarak Yaradan'ýn dileklerine, buyruklarýna bizlerin de katkýda bulunup olaylarýn seyrini etkileyerek deðiþtirmemiz istenmektedir bugün bizlerden. Ýþte bu olaðanüstü realite deðiþikliðinin ýþýðýnda hayal gücümüzle, düþüncelerimizle ve hepsinden önemlisi EYLEMLERÝMÝZLE Yaradan'la iþbirliði yapýp, O'nunla birlikte O'nun insanlar için vaat ettiði o iyilerin dünyasýnýn oluþmasý için eylemlerde bulunmak!.. Gönülerlerinden bugün SEVGÝ DÜNYASI bu bekleniyor. Þimdi o trajik üç günü Kryon'ýn dilinden Hz. Ýbrahim'le birlikte yaþayalým: "Tanrý Ýbrahim'e haber verdiðinde sýcak bir gündü. Ona biricik oðlu Ýshak'ý daðýn tepesindeki sunakta kurban etmesi gerektiðini bildirdiðinde, Ýbrahim duygusal olarak yýkýlmýþtý. Buna inanamamýþtý. Aslýnda ise bu Ýbrahim için güzel bir dersin, Tanrý'ya itaatin çok ötesindeki bir dersin baþlangýcý idi... Ýbrahim bu meydan okumanýn önemini hissetmiþ ve hemen bu dersin ondan alýnmasý için dua etmeye baþlamýþtý. Daðýn tepesine yapacaðý yolculuk için yük hamallarýný hazýrlarken ve oðlunu bu yolculuktan haberdar ederken bile, bu dersin ondan alýnmasý için dua ediyordu. Kafiledeki kimseye bu yolculuðun gerçek amacýný söylememiþti. Sadece o bu amacý biliyordu. Kurbanýn yapýlacaðý yere yolculuk üç gün sürecekti. Varacaklarý yer o günün dini adeti gereðince Tanrý'yý onurlandýrmak için koyun kurban edildiði kutsal bir yerdi. Bu kez farklý olacaktý. Ýbrahim ona dehþet veren bir realiteye, Tanrý'nýn mucizesi dediði deðerli oðlunu öldürmesine yol açacak bir realiteye doðru gidiyordu. Bu mucize çocuk ona, kendisi ileri bir yaþta iken çocuk doðuramayacak kadar yaþlý karýsý tarafýndan verilmiþti. "Ýbrahim önceki gece uyumamýþtý ve þimdi kafilenin arkasýndan yürüyordu. Baþka zaman olsa arkadan yürümezdi ama aðladýðýný kimsenin görmesini istemiyordu. Oðlu bir sürü soru sormuþtu. Ýbrahim ona sadece daðýn tepesinde 13 bir kurban vereceklerini söylemiþti... Ýbrahim yaþamý boyunca bundan daha kötü bir durum yaþamamýþtý. Yine de yolculuðun birinci gününde o engebeli patikayý týrmanýrken kendine hakim olmaya çalýþmýþtý. Ýlk gece kamp kurduklarýnda kendini kampýn uzaðýndaki bir toprak yýðýnýnýn üzerine attý ve sevgili adil Tanrýsýna dua etti: 'Sevgili Tanrým lütfen bu dersi benden al, artýk bu iþi benim gerçekten yapacaðýmý bildiðine göre bu yükü benden al ve tüm bunlarý anlamam için yardým et lütfen' diye yalvardý. Gecenin sessizliðinde bitkin düþmüþ ve yarý uykulu bir halde iken Ýbrahim Tanrý'nýn sesini berrak bir biçimde duydu: 'Ýbrahim sakin ol, BEN'ÝM Tanrý olduðumu bil.' Ýbrahim bu yanýtý nasýl yorumlayacaðýný bilemedi. 'Sevgili Ruh nasýl sakin olabilirim? Kalbim paramparça ve ruhum harap halde. Bu bir kabus, böyle bir þey karþýsýnda nasýl sakin olabilirim? Nasýl huzur duyabilirim? Benden sakin olmamý istiyorsun, nasýl olacaðým?' Ýbrahim çaresiz bir yorgunluk ve yenilgi ile oraya yýðýldý, sonra yine ayný yanýtý duydu: 'Ýbrahim sakin ol, BEN'ÝM Tanrý olduðumu bil.' Ýbrahim o gece uyku ile uyanýklýk arasýnda sürüklenip durdu. Uyandýðý her seferinde dudaklarýnda ayný dua vardý. Topraðýn üzerinde Tanrý'nýn önünde yüz üstü uzanmýþ kendisine daha iyi bir yanýt verilmesi için yalvarýp yakarýyordu... Ertesi gün kafile tepeye doðru yine týrmanmaya baþladý ve yine Ýbrahim en arkadan yürüyordu. Canlý bir cenaze gibiydi. Tüm gün boyunca güneþ üzerlerinde parýldadý. Ýbrahim gözlerini 14 oðlundan, biricik oðlundan ayýramýyordu. Mola verdikleri her seferinde Ýshak'ý yanýna çaðýrýp onu hayranlýk ve sevgi ile seyrediyordu. "Yine gece oldu, bu son gece idi. Ertesi gün daðýn tepesine kurbanýn gerçekleþtirileceði yere varacaklardý. Ýbrahim yine kamp yerinden uzaklaþýp yalnýz kalabileceði bir yer buldu. Orada bir sunak yaptý ve Tanrý'ya o anda orada bizzat kendisinin kurban olmasýna izin vermesi için yalvardý. Tanrý ile konuþmaya çalýþtý, hiçbir yanýt alamadý. Bir süre sonra yanýt geldi. Bu kez biraz farklý idi: 'Ýbrahim dinle!' dedi ses. 'Dinle sakin ol Ýbrahim, BEN'ÝM Tanrý olduðumu bil.' Sanki bu sözlerde bir mesaj, bir tür umut vardý. Tanrý bunu neden yapsýndý ki? Ona Tanrý'nýn herhangi bir insanýn ýstýrap çekmesinden zevk almadýðý söylenmiþti. Ona Tanrý'nýn tüm derslerin sadece itaat deðil, çözümlerle ilgili olduðunu söylemiþ olduðunu hatýrladý. Havada farklý bir þeyin bulunduðunu hissetti ve tüm tabloyu kavramaya baþladý. "Ýbrahim huzur ve sükûnet yaratabilmek için daðýn tepesinde vuku bulacak þeyle ilgili vizyonunu ya da realitesini deðiþtirmesi gerektiðini anladý. Oðluyla birlikte daðýn tepesinde bir piknik yaptýklarýný gözünde canlandýrmaya baþladý. Hep birlikte bir ziyafet yapacak, Tanrý'nýn sevgisini kutlayacaklardý. Ve oðlu onur konuðu olacaktý. Ýbrahim bu vizyonu tuttu ona tüm kalbiyle inandý. Öðütlenen sükûneti yaratmasýnýn tek yolu buydu. Kalben sakinleþmeye ve esenlik duygusu hissetmeye baþladýðýnda, mesajýn geriye kalan SEVGÝ DÜNYASI kýsmý da ona verildi. Ýbrahim bir vahiy aldý. BEN'ÝM oydu, kendisi idi. O onun Tanrýsallýk dairesiydi. Mesaj aslýnda þuydu: 'Ýbrahim bizim Tanrý olduðumuzu bilerek sükûnet içinde ol.' Þimdi mesajý idrak etmiþti. O Tanrý'nýn bir parçasý idi. Ýbrahim sahip olduðu içindeki mutlak güçle realitesini deðiþtirmek üzere idi. Oðlunu sýrtýna alýp kafilenin baþýnda daðýn tepesine doðru yol alýrken kutlama yapmaya baþlamýþtý bile. Tanrý'nýn yapmasýný istediði þeyi yapacaktý. Mesaj açýktý ve Ýbrahim deðiþimi bizzat gerçekleþtirmek üzere güçlendirilmiþti. "Bu öykünün nasýl bittiðini biliyorsunuz. Ýbrahim oðluyla birlikte daðýn tepesinde bir piknik yaptý... Bu, realiteyi deðiþtirmekle ilgili bir öyküdür. Bu, insanýn en korkutucu dersler için bile sonucu gözünde canlandýrarak çözümler yaratma gücü ile ilgili bir öyküdür. Bu, korku karþýsýnda zafer kazanmakla huzura kavuþmakla ilgili bir öyküdür. "Senin realiten nedir sevgili varlýk? Sen felâket ve umutsuzluk içeren bir realite ile korkuya mý kapýlýyorsun? Neden yenisini yaratmýyorsun? Sen kesinlikle bunu yapabilecek þekilde güçlendirildin. Bugün verilen mesajýn tüm anlamý þudur. Siz realitenizi deðiþtirebilirsiniz, öyleyse bunu yapýn. Ýþe umudu hayal ederek gözünüzde canlandýrarak baþlayýn. Her türlü sorun karþýsýnda huzur yaratmaya çalýþýn. Onu genel görüþle büyük plân içinde görüp anlayýn. Sonra Ýbrahim gibi, saf niyetle çevrenizdeki realitenin dokusunu deðiþtirmeye baþlayýn!.. (6.kitap S.82-86) Resim: Jean-Honore Fragonard “2 K” Kitap ve Kadýn Güngör Özyiðit, Psikolog 16 T anrý'nýn kullarýna ilk buyruðu: OKU! Bu buyruðu can kulaðý ile dinlemiþ ve uygulamýþ insanlardan biri de hiç kuþkusuz Mustafa Kemal Atatürk Mustafa Balbay, tutuklanmadan önce "Cumhuriyet" teki köþesinde, Atatürk'ün okumasý ile ilgili olarak þunlarý yazýyor: "Atatürk en çok okudu! Anýtkabir Derneði, onun okuduðu kitaplarýn saptanabilenleri üzerinde güzel bir çalýþma yaptý. Atatürk'ün okurken altýný çizdiði, yanýna notlar düþtüðü bölümleri biraraya getirdi. Bu bölümler 12 bin 500 sayfa tuttu ve 24 ciltte toplandý. Atatürk'ün okuduðu saptanmýþ kitap sayýsý 3997. Bu kitaplarýn 1741'i Çankaya Köþkü'nde, 2151'i Anýtkabir'de, 102'si Ýstanbul Üniversitesi Kütüphanesinde, 3'ü Samsun Gazi Halk Kütüphanesi'nde. Atatürk'ün Sofya'da ve Þam'da görev yaptýðý sýrada da pek çok kitap okuduðu biliniyor ama, ne yazýk ki onlar kayýtlarda yok. "Atatürk'ün okuduðu kitap yelpazesi tarihten dilbilimine, coðrafyadan sanata kadar çok geniþ bir alan içeriyor. Bu 24 cildi inceleyince insan, Atatürk'ün entelektüel yanýyla karþý karþýya geliyor..." Demek ki, Mustafa Kemal Atatürk, sadece düþmanýn canýna okumakla, o dönemin egemen güçlerine meydan okumakla kalmýyor. En çok da kitap okuyor. Ýþte onun okumaya ve öðretime verdiði önemi gösteren bir baþka örnek: Kurtuluþ Savaþý'nda asker bulmakta zorluk çekildiði günlerde, kendisine, erkek öðretmen ve öðrencilerin askere alýnmasý önerildiðinde, verdiði tüyler ürpertici yanýt: "Onlar benim kurtuluþtan sonraki ordularým." Ve gerçekten kurtuluþtan sonra, yeni kuþaðý yetiþtirmek üzere öðretmenlere emanet ediyor. SEVGÝ DÜNYASI ...VE ALLAH KADINI YARATTI Atatürk'ün kitap gibi kutsal bildiði, deðer verdiði bir varlýk da KADIN! Evlât edindiklerinin hemen hepsinin kýz olmasý bunun bir göstergesi. Tevfik Fikret'in "Elbet sefil olur beþer, alçalýrsa kadýn" sözünden yola çýkarak, kadýnýn erkekten bile daha iyi eðitim almasý gerektiðini vurgulayan yine o. Çünkü insanlýðýn ilk öðretmeni, maddi-manevi yetiþtiricisi kadýn, yani anne!.. Onun uygar Avrupa ülkelerinden önce kadýna seçme-seçilme hakký vermesi, bunun somut bir örneði. O, ta 1934'de bir toplumun yarýsýný oluþturan kadýnlar eðitilmeden, o toplumun nasýl uygarlaþabileceðini sorgulayarak þunu söylüyor: "... Kadýnlarýný geri býrakan milletler, medeniyetten nasibini alamazlar." Çarþaf açýlýmýndan medet umanlara, CHP'nin kurucusu Mustafa Kemal sesleniyor: "Bazý yerlerde kadýnlar görüyorum ki, baþýnda bir bez, peþtemal veya buna benzer bir þeyler sararak yüzünü, gözünü gizler ve yanýndan geçen erkeklere karþý arkasýný çevirir veya yere oturarak çömelir. Bu davranýþlar neyi gösterir? Medeni bir millet anasý, medeni bir millet kýzý için bu garip þekiller, bu vahþi vaziyet nedir? Bu hal milleti gülünç gösterir ve derhal düzeltilmesi lâzýmdýr." 8 Mart 2009 Kadýnlar Günü. Buna iliþkin olarak "Hürriyet"in KONDA Þirketine yaptýrdýðý araþtýrmanýn sonuçlarýna göre, kadýnýn durumu þöyle: Kadýnlarýn yüzde 10'u hiç okuma yazma bilmiyor, yüzde 50'si ilkokul mezunu. Yüzde 55'i "Neden okuldan ayrýldýn?" sorusuna "Büyüklerim istedi" diyor. Yüzde 7,5'i evlendirilmek üzere okuldan alýndýðýný söylüyor. Kadýnlarýn yüzde 60'ý sokaða çýkmak SEVGÝ DÜNYASI için izin almak zorunda. Üç kadýndan ikisi istemediði biriyle evlendiriliyor. Zorla evlendirilenler yüzde yedi dolayýnda. Yine Türkiye'de her üç kadýndan biri þiddete uðruyor. Þiddet "Kadýnlara fiziksel, cinsel veya psikolojik acý veya ýstýrap veren bir eylem veya bu tür eylemlerle tehdit etme, zorlama ve dayak" olarak tanýmlanýyor. Eðitimsiz ve mesleksiz kadýnýn ekonomik özgürlüðü de olmuyor. O yüzden yoksulluk ve geleneklerin aðýr baskýsý altýnda þiddet gördükleri halde katlanmak zorunda kalýyorlar. Son yýllarda kadýnlara þiddetin azalmak þöyle dursun, arttýðý gözleniyor. Namus ve töre adýna iþkence, öldürme, intihara zorlama oraný yüzde 25 artmýþ durumda. Bu kötü gidiþe dur demenin yolu okul ve eðitim. Ne var ki, Türkiye'de bugün hâlâ kýz çocuklarýný okula göndermeyen on binlerce aile var. Kadýnlarýn temsil edilmediði bir meclis ne denli demokratik olabilir? 2009 Yerel Seçimleri için Ýstanbul'da 39 Ýlçede, Ankara'da 35 Ýlçede, Ýzmir'de 49 Ýlçede sadece birer kadýn aday gösterildi. Birçok ünlü düþünür 21. yüzyýlý Kadýn Yüzyýlý olarak görüp gösteriyor. Dünyanýn diþi enerjiye, kadýn sevgisine ve þefkatine ihtiyacý olduðu belirtiliyor. Ayrýca yapýlan araþtýrmalarda, eðitimde olsun, iþ yaþamýnda olsun kadýnýn daha ileride olduðu görülüyor. Ne yazýk ki, erkek egemen toplumda bu bir türlü hayata yansýmýyor. KADIN VE CÝNSELLÝK Bugün bile erkeklerin çoðu kadýný cinsel obje olarak görme eðiliminde. Ve kadýnlar da medya marifetiyle buna özendirilmekte. "Aptal sarýþýn" erkekler 17 için her zaman revaçta. Medya'da arka sayfa güzeli olarak çýplak kadýn bedeni meta gibi kullanýlmakta. Kadýn olarak sevginin, anne olarak kutsalýn simgesi olan o güzelim ÝNSAN, erkeðin keyif nesnesine dönüþtürülmektedir. O nedenle neredeyse genlerine iþlemiþ bir biçimde kadýnlar da aþký dünyalarýnýn merkezi kýlmak üzere yetiþtiriliyor. Mutluluðu sadece karþý cinsle iliþkileri olarak algýlýyorlar. Önce kendilerini sevmeyi öðrenecek yerde, bütün sevgisini bir erkeðe boca edip, sonra ondan sevgi dileniyorlar. AÞK VE SEVGÝ Âþýk olma, cinselliði yaþama, baþka bir SEVGÝ DÜNYASI 18 insanla bütün bütüne bir kaynaþma ve bir olma açlýðýdýr. Bir süre için insan yalnýzlýktan kurtulduðunu, kendini ve karþýsýndakini tanýdýðýný sanýr. Yalnýzca cinselliði paylaþma ve onun verdiði hazda buluþma, yapýsý gereði geçici ve aldatýcýdýr. Çoðu âþýklar kendilerinde baþkasýný görmezler. Yürekleri baþkalarýna karþý kapalýdýr sanki. Böylelerinin sevgisi iki kiþilik bencilliktir ancak. Ýki kiþilik bir kucaklaþmayla yalnýzlýk sorunlarýný aþtýklarýný sanýrlar. Oysa diðer insanlardan koptuklarý için, birbirlerinden de ayrýdýrlar aslýnda. Cinsellik anlamýnda aþk elbet ki iki kiþilik çok özel bir iliþkidir. Ama genel sevgi anlamýnda aþk insaný diðer varlýklara daha da çok açar. Sevmeden edemeyen, birbirini sevmeyi de tam anlamýyla beceremeyen, hani Resim: Jean-Honore Fragonard þairlere "seninle de, sensiz de olmuyor" dedirten sorun, kiþilerin kendilerini sevmeyi es geçmeleri, bunu bencillik sanmalarýdýr. Oysa Erich Fromm'ýn da belirttiði gibi kendini sevmenin bencillikle hiç mi hiç ilgisi yoktur. Bencil insan yalnýz kendisi ile ilgilidir; vermeyi deðil, almayý sever. Her þeye çýkar gözü ile bakar. Bencil insan gerçekte kendini sevmez. Bu sevgisizliði kendisiyle çok ilgiliymiþ gibi göstererek örtmeye çalýþýr. KENDÝNÝ SEVMEK Kendini gerçekten seven kendi deðerlerini görür. Kendini geliþtirmek için bir çaba içinde olur. Ve ayný olumlu çabayý baþkalarý için de gösterir; yani baþkalarýný da sever. SEVGÝ DÜNYASI Birini sevmek, sevme gücünü sevdiði kimse üzerine odaklamak, onun geliþmesine katkýda bulunmaktýr. Sevgisini bir insan olarak kendinden esirgeyen biri, bir baþka insaný nasýl sevebilir? Kendi iç dünyasýnda huzur bulamayan biri, bunu baþkasýna nasýl verebilir? Ýnsanýn bir baþkasýný sevmesi, ancak kendini sevmesi ile gerçekleþebilir. Meister Eckhart, gerçek sevgiye iliþkin bu düþünceleri þöylece özetler: "Kendinizi seviyorsanýz, baþkalarýný da kendinizi sevdiðiniz ölçüde seversiniz. Karþýnýzdaki kimseyi kendinizden daha az sevdiðiniz sürece kendinizi sevmeyi baþaramazsýnýz; ama kendinizi de, baþkalarýný da ayný ölçüde severseniz; bu bir tek kiþi de hem Tanrý'dýr hem de insan. Bu yüzden kendisini ve baþka herkesi ayný ölçüde seven insan, büyük, sevgisinde samimi, dürüst bir insandýr." "Bizim Celselerimiz"in diliyle söylersek: "Sevgi, hiçbir þeyi ayýrdetmeksizin sevenlerin; sabrederek sevmek, sevmek için çalýþmak, çalýþtýkça sevmek, severken saygý duymak, saygý duyarak sevmek için yaptýklarý iþtir." KADIN AYNASINDA KENDÝNÝ SEYRETMEK Ünlü bilim adamý Einstein, kadýnlarý anlamanýn zorluðunu kendince þöyle dile getirir: "Bazý erkekler kadýnlarý anlamaya çalýþýr; diðerleri kendilerini daha basit konulara adarlar, örneðin görecelik kavramýna." Einstein haklý. Sadece akýl ve mantýkla kadýný anlamaya çalýþmak, iþi yokuþa sürmek olur. Ama sevgiyle, gönül diliyle kadýna yönelirseniz, o size bir çiçek gibi kendini açar. 19 Ýþte size, sevginin inceliðini, kadýnlara ulaþmanýn yolunu yordamýný gösteren, haným eliyle yazýlmýþ mis kokan bir bildiri: “Sevgili Erkekler, “Biz, bir erkeðe soru dolu gözlerle baktýðýmýzda ömür boyu kalýp kalmayacaðýný merak ederiz. “Ýyi olup, olmadýðýmýz sorulduðunda biraz durgun bir ses tonuyla 'iyiyim' diyorsak, aslýnda pek iyi olmadýðýmýzý söylemek isteriz. “Günün ortasýnda sizi arýyorsak eðer, biraz ilgiye ihtiyaç duymuþuz demektir. “Ailemiz hakkýnda biz kendimiz olumsuz konuþabiliriz belki ama sizin eleþtirmenizi istemeyiz. “Kilo aldýðýmýzý biz kendimiz söyleyebiliriz ama sizin bunu onaylamanýzdan hiç hoþlanmayýz, kýrýlýrýz. “'Bu aralar kilo aldým galiba' diyorsak, iltifat edilmesini bekleriz. “Ýsteklerimizi dolaylý yoldan ifade ederiz. Meselâ 'üþüdüm' diyorsak, bize sarýlmanýzý istediðimizi söylemiþizdir. “Bir þeye 'tamam' demiþsek ve fakat isteksiz söylemiþsek, kesinlikle tamam deðildir. “'Seni seviyorum' cümlesini bir kez duymak bize asla yetmez. “Çok küçük þeylerden mutlu oluruz. Bir de, beklenmedik anlarda gelen bir demet çiçek, gün içinde kýsa bir telefon mesajý ya da küçük bir sürpriz... Bugün Dünya Kadýnlar Günü. Sadece bugün deðil, her gün sevgi ve ilgi bekleriz. Ýnanýn ki bunu hak ederiz. “Dünya Kadýnlar Gününüz Kutlu olsun.” 20 KADINA ÇAÐRI Otuz yýl kadar önce "Þefkat ve Zarafet, senin Adýn Kadýn" baþlýklý yazýmýn finali bugün için ve her zaman için geçerli: "Yüzyýllar boyu ezilip sömürülen, yuvayý diþi kuþ yapar diye övülen, saçý uzun aklý kýsa diye yerilen, seninle de sensiz de olmuyor denilen, yani kadýn, yani sen. Erkeðe lâyýk deðil ama lâzým belletilen, her iþe koþulan, para ile satýlan, haklarý kýsýlan, ikinci sýnýf insan sayýlan, yani anamýz, bacýmýz, yani eþimiz, yârimiz. Biz erkekler, yani senin dikbaþlý, dediðim dedik çaldýðým düdük diyen çocuklarýn, meydaný epeyce boþ bulduk ve bildiðimizi okuduk bugüne dek. Sen hep sustun geride annece sevginle ve kadýnca sezginle. Evinde, iþinde gücünde oyalandýn biteviye. Yýkadýn-pakladýn, sildin-süpürdün, yedirip-içirdin, çocuklarý büyüttün. Sonra koþullar deðiþti. Dýþarýda da çalýþmak zorunda kaldýn. O yönde de erkeðe yardýmcý olmaya çalýþtýn. Biz erkekler ne mi yaptýk bu arada? Biz bir tarih yaptýk anam. Biz bir uygarlýk yarattýk bacým, ki sorma gitsin. Ýyilikte yarýþacak yerde, savaþtýk habire kýzkardeþim. Öldük, öldürdük. Ýþkence ettik, iþkence gördük. Yerine göre cellat, yerine göre kurban olduk. Sefalet saçtýk dört bir yana. Kanla suladýk tarihi. Ve biliyor musun, ne yazýk ki biz þiddetin, hoyratlýðýn kültürünü yaptýk sevgili eþim. Ve galiba en önemlisi, durmadan çukura düþmemizin nedeni, biz sevgiyi unuttuk, biz senden uzak düþtük sevgilim!.. Ve anneciðim, biz bir kabahat daha iþledik. Ýnsanlar yetmemiþ gibi, doðaya da bulaþtýk, onu da bir iyice kirlettik. Hava, su, toprak, ne varsa zehirledik. Kana kana bir su içmeyi ve tertemiz bir SEVGÝ DÜNYASI nefes almayý bile haram ettik birbirimize. Ve þimdi, çaresizliðin eþiðindeki bir çocuk gibi "Anne!" diye baðýrýp seni çaðýrýyoruz. Senin yardýmýný diliyoruz. Gel anneciðim, dualarýnla bizi baðýþlat, þefkatinle kuþat, özverinle, karþýlýksýz vericiliðinle bizi bize kazandýr... Gel eþim, yarým, seninle bir bütünü oluþturalým, ÝNSAN'ý yaratalým... Gel sevgilim, sevgiyi öðret bize... Gel bacým, kardeþliðin kültürünü yapalým seninle... Gel kadýným, inceliðinle yol ol erkeðe... Bu çýkmazdan bizi ancak senin annece sevgin ve kadýnca sezgin kurtarabilir. Yani doðacak insanýn yüzünde iki bahar çizgisi olacak senden armaðan: Þefkat ve Zarafet. Sana özgü iki nimet. Öyleyse baþladýðýmýz gibi bitirelim ve þöyle diyelim: Þefkat ve Zarafet; senin adýn KADIN!.." Resim: Fernand Toussaint SEVGÝ DÜNYASI 21 Hayvanlarla Konuþmak - 4 Çeviren ve Derleyen: Zuhal Voigt Psiþik konularda son senelerde varýlan noktalar, düþünce dünyamýzýn sýnýrlarýný zorlayan, insan zihni olarak kurduðumuz tasavvur binalarýnýn temellerini sallayan niteliklere eriþti. Elbette ki hangi açýklamanýn ne kadarýný alýp kabul edeceði, neyi benimseyeceði, her varlýðýn kendisine býrakýlmýþ bir þeydir. Hiçbir þey katý kurallar halinde deðildir. Ýnsan varlýðý ve insan düþüncesi bu açýdan tamamen özgürdür ve sýnýrlarýný her zaman kendisi tayin eder. Bilginin sýnýrlarý da katý olmadýðýndan, her varlýk kendi bilgi sýnýrlarýný kendi istediði ölçüde geniþletir ve bu aslýnda, her varlýðýn tamamen kendisine özgü olan ve ancak kendisinin gidebileceði ruhsal yolunda, ona tanýnmýþ olan sonsuz özgürlük kavramýnýn ta kendisidir. Bu açýdan, Smith'in ve daha baþka bazýlarýnýn da öne sürdüðü bu yeni reenkarnasyon görüþü de, hiç þüphesiz ki, ayný sonsuz özgürlük sistemi içinde deðerlendirilmelidir. 22 HAYVANLARIN GEÇMÝÞ YAÞAMLARI Psiþik konularda son senelerde varýlan noktalar, düþünce dünyamýzýn sýnýrlarýný zorlayan, insan zihni olarak kurduðumuz tasavvur binalarýnýn temellerini sallayan niteliklere eriþti. Elbette ki hangi açýklamanýn ne kadarýný alýp kabul edeceði, neyi benimseyeceði, her varlýðýn kendisine býrakýlmýþ birþeydir. Hiçbir þey katý kurallar halinde deðildir. Ýnsan varlýðý ve insan düþüncesi bu açýdan tamamen özgürdür ve sýnýrlarýný her zaman kendisi tayin eder. Bilginin sýnýrlarý da katý olmadýðýndan, her varlýk kendi bilgi sýnýrlarýný kendi istediði ölçüde geniþletir ve bu aslýnda, her varlýðýn tamamen kendisine özgü olan ve ancak kendisinin gidebileceði ruhsal yolunda, ona tanýnmýþ olan sonsuz özgürlük kavramýnýn ta kendisidir. Bu açýdan, Smith'in ve daha baþka bazýlarýnýn da öne sürdüðü bu yeni reenkarnasyon görüþü de, hiç þüphesiz ki, ayný sonsuz özgürlük sistemi içinde deðerlendirilmelidir. Geçen sayýlarýmýzda, dünyayý bizimle paylaþan çeþitli hayvanlarýn yaþamlarý ve kiþilikleri konusuna bambaþka bir görüþ açýsý getiren hayvan iletiþimcilerinin, yani hayvanlarla telepatik ve ruhsal yoldan iliþki kurarak onlarla konuþabilenlerin görüþlerinden ve deneyimlerinden bahsetmiþtik. Amerikalý hayvan terapisti ve iletiþimcisi Penelope Smith, hayvanlarýn da týpký insanlar gibi, yaþamlarý boyunca olgunlaþtýklarýný, görüþlerini deðiþtirdiklerini, yaþadýklarý deneyimlerden tecrübe SEVGÝ DÜNYASI kazandýklarýný, kiþiliklerinin geliþtiðini ve sürdürdükleri ömürleri içinde, yaþamlarýnýn hakkýný vermeyi öðrendiklerini söylüyor. Belli bir hayvan bedeni içinde tek bir ömür tüketmek, öðrenilecek her þeyi öðrenmeye yetiþemeyeceðinden, onlar da týpký biz insanlar gibi tekrar tekrar bu dünyaya geliyorlar. “Eðer hayvanlar, bu hayatlarýndan hemen önceki hayatlarýnda, baþka bir cins olarak yaþamýþlarsa, yeni bedenlerini anlamakta ve bu bedene uyum saðlamakta önce zorlanabilirler. Yeni bedenleri içinde, önceki bedenlerinde alýþmýþ olduklarý biçimde davranmaya devam ederler ve yeni bedenleri içinde kendilerini huzursuz ve beceriksiz hissederler. Örneðin önceki hayatýný vahþi bir hayvan olarak geçirmiþ ve bu defa ehli bir hayvan olarak dünyaya gelmiþ bir varlýk, insanlara alýþmakta ve ev hayvaný olarak yaþama koþullarýna uymakta güçlük çeker. Daha önceki yaþamlarýnda kötü bir biçimde ölmüþ olan hayvanlar da, yeni hayatlarýna uymakta zorluk yaþayabilirler. Böyle durumlarda, onlarla terapi görüþmeleri yapýlarak, eski hayatlarýndaki travmalarý aþmalarýna ve yeni hayata uyum saðlamalarýna yardým edilebilir. “Bir keresinde beni, önüne gelene saldýrmakta olan Rottweiler cinsi bir köpek için çaðýrmýþlardý. Oraya gittiðimde, yavru iken ve daha sonra kendisine gayet iyi muamele edilmiþ olduðu halde, kötü huylu, huzursuz ve mutsuz bir köpek buldum karþýmda. Önceki hayatlarýný araþtýrdýðýmda, o zamana kadar SEVGÝ DÜNYASI baþkalarýyla birlikte yaþam konusuna çok yabancý kalmýþ bir varlýk olduðunu gördüm. Bir önceki yaþamýnda, sürüsünün kurallarýna uymak istemediði için devamlý yalnýz yaþayan bir kurttu. Yapayalnýz da ölmüþtü. Ölmeden önce, bir kulübede köpekleriyle mutlu yaþayan bir adamý görmüþ ve tekrar yalnýz olmamayý çok istediðinden, bu defa bir köpek yavrusu olarak gelmiþti. Ama eski alýþkanlýklarýndan kurtulamýyor, asiliðinden ve saldýrganlýðýndan vazgeçemiyordu. Bu yüzden birlikte yaþadýðý aile neticede onu vermek zorunda kaldý. Ona, yaþamlarýnýn kendisi için bir iþkence haline gelmemesi için, düþmanca tavýrlarýndan vazgeçmesi gerektiðini tavsiye ettim. “Bu köpek gibi, birçok hayvanlar, yaþamlarýnda geçmiþ hayatlarýnýn izlerini taþýrlar. Tavþanlarýmdan biri, öldükten sonra yine bizim ailemize gelmek istiyordu ve bu defa bir kobay olarak gelmeyi seçmiþti. Ýlk zamanlarda onun evin içinde týpký bir tavþan gibi hoplayarak yürümesini seyrettik, çünkü yeni bedenini nasýl kullanacaðýný henüz anlayamamýþtý. Bir keresinde de, insanlarla birlikte olmaya alýþamayan, çok korkak bir köpekle karþýlaþmýþtým. Bu köpek bir önceki hayatýnda ormanda vahþi bir geyik olarak yaþamýþtý ve hâlâ bir geyik gibi düþünüp hareket ediyordu, bu yüzden insanlardan hala korkuyordu." Hayvanlarýn türlerine göre kendilerini birbirlerinden çok baþka biçimlerde ifade edebileceklerini öðrenmiþtik Smith'den. Yine ayný tür içindeki hayvanlarýn da, davranýþ ve algýlamalarýnda kiþisel farklýlýklar gösterebileceklerini de. Yani bir 23 papaðanýn, bir kargadan tamamen farklý, bir kedinin bir köpekten baþka olacaðý gibi; bir köpeðin de kendi türü içindeki bütün diðerlerinden farklý bir kiþiliðe ve ifade biçimine sahip olacaðýný. Bütün bunlara, hayvanlarýn, týpký biz insanlar gibi, geçmiþ hayatlarýndan izler de taþýyabileceðini eklersek, "hayvan deyip geçmemek" için bir sürü sebep olduðunu farkedebiliriz. Her hayvan, hangi türden olursa olsun, cisim olarak ne kadar yer kaplarsa kaplasýn, özerk bir mahlûk, özel bir kiþilik ve çok karmaþýk bir yaratýktýr. Bu düþünce ne kadar yeni olursa olsun, her hayvanýn, týpký bizlerin her biri kadar saygýn olmasý, öyle karþýlaþýlmasý gereken bir varlýk olduðu fikrine alýþmamýz zorunludur artýk. Penelope Smith, hayvanlarýn geçmiþ hayatlarý hatýrlama konusunda, bazen insanlardan daha yetenekli olduðunu söylüyor: “Birçok hayvan, geçmiþteki yaþamlarýnýn, bugünkü hayatlarýný etkilediðinin bilincinde deðildir. Ama yapýlan terapi görüþmelerinde, geçmiþteki olaylarý ve deneyimlerini, insanlardan çok daha çabuk hatýrlarlar. Çünkü onlar, toplumun koyduðu tabulara tabi deðildirler." Smith, geçmiþteki yaþamýnýn etkilerinin farkýnda olmayan "Nick" isimli bir köpekle olan deneyimini þöyle anlatýyor: “Bir haným, Nick isimli köpeðinin, itaat etmeyi öðrenmesi için oynanan çomak oyununu, kendisiyle oynamayý SEVGÝ DÜNYASI 24 reddettiði gerekçesiyle beni aramýþtý. Eve girdiðimde "Of! yine þu insanlardan biri daha." düþüncesiyle karþýladý beni Nick. Sahibesiyle konuþtuktan sonra gözlerimi ona diktiðimde, düþüncelerini okuduðumu farketti birden ve geri geri giderek odanýn bir köþesine sýðýndý. Gözlerini benden ayýramýyordu ve çok þaþkýndý. Nick düþündüklerinin anlaþýlmasýný istemiyordu ve þimdiye kadar böyle biriyle karþýlaþacaðýný hiç aklýna getirmemiþti. Ýlk þaþkýnlýðýný atlattýktan sonra bana, insanlarla köpeklerin oynadýðý þu çomak atýp getirme oyununu, nasýl da aþaðýladýðýný söyledi. Bu oyunu kendi haysiyetine yediremiyordu. Konuþmamýz sýrasýnda Nick, ödüller kazanmýþ bir yarýþ atý olarak geçirdiði son hayatýný hatýrladý. O hayatýnda kendisini hep üstün ve deðerli hissetmiþti. Sahibesine bunu anlattýðýmda, o da Nick'in baþýný, kendi cinsi olan Sheltie cinsinden baþka türlü tuttuðunu ve ön ayaðýyla bir at gibi topraðý eþelediðini söyledi. Konuþmamýzýn devamýnda ben Nick'e ruhsal bir varlýk olarak kendisine olan saygýmý ve onun kendi hakkýndaki deðer ölçüsünü tanýdýðýmý dile getirerek, þu andaki hayatýna dikkatini çektim. Nick o ana kadar, bir önceki yaþamýnýn, bu hayatýný nasýl etkilediðini farketmemiþti. Davranýþýnýn sebebinin geçmiþ hayatý olduðunu farkedince gitgide daha rahatladý ve küstah tutumu da yok oldu. Aslýnda sahibesiyle oynamaktan hoþlandýðýný ama sýrf emir almaktan hazzetmediðini keþfetti. Davranýþýnýn asýl sebebini anladýktan sonra, köpek olarak geçirdiði bu hayatýna karþý olan tutumu da deðiþti ve oyunlara severek katýlmaya baþladý." Reenkarnasyon Sýrlarý Penelope Smith'in hayvan iletiþimcisi olarak uzun seneleri kapsayan deneyimleri içinde, þaþýrtýcý ve ilginç daha birçok hikâyeler var. Bunlarý incelerken, klasik reenkarnasyon düþüncelerine de yeni kapýlar açýldýðýný görmekteyiz. Arista isimli kedinin öyküsü bunlardan biri: "Arista, çok gururlu ve hükmetmeyi seven bir kediydi. Çevresindeki diðer SEVGÝ DÜNYASI kedilerle sürekli bir savaþ içerisindeydi. Onunla yaptýðým konuþmalarda kendisinin, önceki hayatlarýndaki davranýþ biçimlerinin etkisinde olduðunu gördüm. Bir yaþamýný bir kraliçe olarak geçirmiþti. Bu yaþamýnda, idaresi altýnda olanlardan mutlak itaat görmüþtü. Bir diðer yaþamýnda da sahiplerine isyan eden bir köle olmuþtu. Kedi olarak geçirdiði bu yaþamýnda, onun isteðine uymayan bütün diðer hemcinsleriyle kavgaya giriþiyordu. Yaptýðýmýz konuþmalarda, kendi davranýþlarýnýn nereden kaynaklandýðýný gördü ve alýþkanlýðýný tam býrakamasa da, diðer kedileri daha iyi anlamaya baþladý." Psiþik konularda son senelerde varýlan noktalar, düþünce dünyamýzýn sýnýrlarýný zorlayan, insan zihni olarak kurduðumuz tasavvur binalarýnýn temellerini sallayan niteliklere eriþti. Elbette ki hangi açýklamanýn ne kadarýný alýp kabul edeceði, neyi benimseyeceði, her varlýðýn kendisine býrakýlmýþ birþeydir. Hiçbir þey katý kurallar halinde deðildir. Ýnsan varlýðý ve insan düþüncesi bu açýdan tamamen özgürdür ve sýnýrlarýný her zaman kendisi tayin eder. Bilginin sýnýrlarý da katý olmadýðýndan, her varlýk kendi bilgi sýnýrlarýný kendi istediði ölçüde geniþletir ve bu aslýnda, her varlýðýn tamamen kendisine özgü olan ve ancak kendisinin gidebileceði ruhsal yolunda, ona tanýnmýþ olan sonsuz özgürlük kavramýnýn ta kendisidir. Bu açýdan, Smith'in ve daha baþka bazýlarýnýn da öne sürdüðü bu yeni reenkarnasyon görüþü de, hiç þüphesiz ki, ayný sonsuz özgürlük sistemi içinde deðerlendirilmelidir. Smith, her hayvanýn o andaki hayatýn- 25 da, birbirinden çok farklý þeyleri hedefleyebileceðini ve birbirinden farklý niyetlerle gelmiþ olacaðýný söylüyor. Örneðin Bir kedi olan Chico San insanlarýn karmaþýkdüþünce tarzý ile ilgilenmiyor, sadece insanlara sevgi verebilmek ve onlar tarafýndan sevilmek istiyor. Bir baþka kedi olan Yoda ise, insanlarý sadece gözlemliyor, onlarla daha yakýn bir iliþki istemiyor, kaldýðý evi sýk sýk deðiþtiriyor ve baþka insanlarý gözlemlemek istiyor. Bütün bunlarý okumak ve üzerinde düþünmek, "hayvan deyip geçmemek" sözünün derinliklerini bir parça bile olsa biz insanlara hissettirebiliyor. Av ve Avcý Dünya üzerinde doðanýn dengesi o þekilde ki, hemen her hayvan, bir baþka hayvanýn yemi olmak durumunda. Özellikle vahþi doðada gördüklerimiz, hayvansever yaradýlýþta olan ve tüm hayvanlara zarar gelmemesini isteyen insanlarýn zor kabullenebileceði bir doða kanununu ortaya koyuyor. Bir aslanýn bir karacayý parçalamasýný, bir ayýnýn bir fok balýðýna saldýrmasýný ve bunun gibi av sahnelerini içimiz burkularak seyrediyoruz. Canlýlarýn birbirini öldürüp yemesini, yaratýlýþýn kuralý olarak kabul ediyor ama bir yandan da keþke öyle olmasaydý diye düþünmekten kendimizi alamýyoruz. Penelope Smith kendi deneylerine dayanarak, doðanýn bu düzenini þöyle açýklýyor: "Bizim doðamýzda, kendi yaþamýný devam ettirebilmek için öldürmek gerek- SEVGÝ DÜNYASI 26 tiðine dair, tüm yaratýklar arasýnda karþýlýklý sessiz bir anlaþma vardýr ki, bu anlaþma gereði, yaþayabilmek için avlanmak zorunluluðu, insanlarýn dýþýndaki hayvanlar arasýnda, çabuk ve mümkün olduðunca acýsýz gerçekleþir. Herkesçe kabul edilen, avcý ve avlanan esasýna dayalý bir doða anlaþmasý dahilinde bir arada yaþayan vahþi hayvanlar ortamýnda, düþmanýnýn pençeleri arasýna düþen hayvanýn ruhu, bedenini derhal terkeder. Bu durumda düþmaný tarafýndan avlanan hayvanlar genel olarak, ne þiddetli bir acý ne de ruhsal bir travma yaþarlar. Avlandýktan sonra, ruhlarý çoðunlukla ayný cinsten baþka bir bedende yeniden doðar ve yeni bir yaþama baþlarlar. Elbette ki hiç kimse bir baþka hayvanýn avý olarak yaþamayý kolay bir þey olarak tasavvur etmez. Ama böyle bir yaþam, bir hayvan kitlesel üretim kurbaný olduðu veya hayvan kesim evlerine düþtüðü veya laboratuarlarda kobay olduðu zaman yaþayacaðý iþkenceler, ölüm korkularý ve azaplar ile sonuçlanmamaktadýr. Demek ki, bizim doðada þahidi olduðumuz av ve avcý düzeni, yaþamýn dengesini korumak için düþünülmüþ bir gereklilik ve aslýnda bir vahþetin ya da adaletsizliðin ifadesi deðil. Bu sözlerden anladýðýmýza göre, hayvanlar bu düzenin farkýndalar ve doðanýn bu kanununa, yine kendilerine doða tarafýndan verilmiþ bir yetenek yoluyla uyabiliyorlar. Kendi bedenlerini yiyerek beslenen hayvanlarýn eline düþtüklerini anladýklarýnda, bu bedeni anýnda terk edebiliyorlar ve bize kanlý bir parçalanma þeklinde akseden bir olayý aslýnda yaþamýyorlar. Onlarýn düzeninde suç veya suçlu yok. Tanrý'nýn çizdiði doðalarýnýn gereðini ifa ediyorlar. Ama biz insanlar, kendi menfaatlerimiz gereði, etlerinden, sütlerinden, derilerinden mümkün olduðu kadar çok faydalanmak için,hayvanlarý kendi doðal koþullarý dýþýnda, kitle halinde besliyor, toplu halde kesiyor, üzerlerinde acý verici deneyler yapýyor, dolayýsýyla suçu da bizler iþliyoruz. Bir keresinde köpeðim Pasha ile bir gezintide iken, Pasha bir sincabýn yolunu kesmiþti. Ardýndan yere oturdu ve ona seslendi: "Koþ, haydi koþsana!" Ama sincabýn bedeni korkudan taþ kesilmiþti ve ruhu, ölümü çok yakýnda hissettiðinden bedenini terketmiþti bile. Ancak sincap bedeninin parçalanmamýþ ve hâlâ sapasaðlam olduðunu ve yaþadýðýný anladýðýnda, þoktan kurtuldu ve ruhu gövdesine geri döndü. Sonra da en yakýndaki aðaca fýrlayarak Pasha'yý sevindirdi." Smith, ehlileþtirilmiþ hayvanlarýn birbirleriyle iliþkisinin de, evlerde yaþayan hayvanlarýn artýk avlanmak zorunda olmamasýndan dolayý deðiþiklik geçirdiðini söylüyor. Bu deðiþiklik hayvanlarýn genetik özelliklerine bile tesir ediyor. Yeni hayatýný evcil bir hayvan olarak geçirmeyi planlayan bir varlýðýn belli bazý hedefleri oluyor. Bu þekilde, evcil hayvanlar, vahþi hayvanlardan farklý olarak, aslýnda avlarý olmasý gereken hayvanlarla dostluklar kurabiliyorlar. Bazý hayvanlar av içgüdülerini, eðer çok þiddetli deðilse ve insanlar tarafýndan Düþmanla Yaþamak SEVGÝ DÜNYASI 27 avcý olmaya özellikle teþvik edilmezlerse, kontrol altýnda tutabiliyorlar. Hayvanlarý, insanlar tarafýndan bu içgüdülerini kontrol altýnda tutmaya teþvik etmek de mümkün. görülmekte. Her hayvan ayrý bir kiþilik, ayrý bir yetenek, ayrý bir dünya. Her hayvan özgün bir varlýk. Bir genelleme yapýlamaz. Týpký biz insanlarda olduðu gibi. Bu þekilde, evdeki kediyle kucak kucaða yatan köpekler, ya da sýrtýna konmuþ kanarya ile veya patileri arasýndaki fareyle objektiflere poz veren kediler hepimizi hayretlere düþürebiliyorlar. Yine yukarýdaki açýklamalardan anladýðýmýza göre, örneðin bir köpeði, zaten doðasýnda olan avcýlýk dürtüsünü bileyerek, her þeye saldýran bir mahlûk haline getirmek mümkün olduðu gibi, tersine teþvik ve terbiye ederek, sosyal bir varlýk olmasýný saðlamak da imkân dahilinde. Ve buna muktedir olan varlýðýn kim olduðu da belli: Ýnsan! "Ben birlikte yaþadýðým hayvan dostlarýmý, birbirleriyle müþterek yaþamlarýnda av dürtülerini kontrol edebilmeleri konusunda teþvik ederim. Bazý hayvanlar buna isteklidir, baþka hayvanlarý av olarak deðil arkadaþ olarak görmek konusunda terbiye edilebilirler. Bazýlarý ise, içgüdülerine uyarak zevkine vardýklarý heyecan ve tatmin duygularýndan vazgeçmek istemezler. Köpeðim Pasha av dürtülerini, av peþinde koþmanýn kendisine, avýný öldürmekten daha fazla zevk vereceði biçimde kontrol edebiliyordu. Kedilerim Pasha'nýn kendilerine diþleriyle masaj yapmasýna bile izin veriyorlardý. Diðer Afgan köpeðim Miel ise, þayet ben yanýnda deðilsem av dürtüsüne söz geçiremiyordu. Kedilerim de onun yoluna çýkmamayý tercih ediyorlardý." Burada da her hayvanýn ayný olmadýðý açýkça Gelecek sayýda "Hayvanlarýn ölümü ve ölümden sonraki hayatlarý" 28 CUMHURÝYETÝN ÝLK YILLARINDA EÐÝTÝM - III SEVGÝ DÜNYASI Öðretimin Birleþtirilmesi (Tevhid-i Tedrisat) Yalçýn Kaya 29 Ekim 1923, Türkiye Cumhuriyeti'nin tarihinde nasýl önemli bir kavþak olmuþsa benzer bir kavþak da 2 Mart 1924 tarihinde oluþur. Günümüzde üzerinde pek fazla durulmayan bu tarih, ilerde çýkacak devrim yasalarýnýn ilkinin gündeme geldiði bir gün olarak tarih sayfalarýna geçer. Bu tarihte gündeme gelen ve 24 Temmuz günü çýkarýlan 3 önemli yasanýn eðitimle ilgili olaný bu yazýmýzýn konusu olacak. Osmanlý Ýmparatorluðu'nun reform yýllarý boyunca süren laik eðitim istekleri, din okullarýnda -medrese ve evkaf ilkokullarý- deðiþiklik yapýlmasý yolunu açamaz. 1839-1876 SEVGÝ DÜNYASI Tanzimat döneminde ise ahiret kadar dünya yaþamýný da amaç edinen bir eðitim ilkesinin benimsenmesiyle yetinilir. Yeni kurulan okullar ve ordu okullarý din makamlarýnýn yetkileri dýþýna çýkarýlýr ama hiçbir reformcu din okullarýna dokunmaya cesaret edemez. Yeni okullarýn yanýnda, eskileri de yaþamayý sürdürür, böylece birbirine karþýt düþünceler taþýyan iki farklý kuþak yetiþtirilir. 1916 yýlýnda toplanan Ýttihat ve Terakki Genel Kongresi, Evkaf Nezareti'nin (Vakýflar Bakanlýðý) elindeki ilkokullarý Maarif Nezaretine devreder fakat medreselere dokunmaya cesaret edemez. Medreseler, Evkaf Nezaretinin (bakanlýðýn) elinden alýnýr ama bunlar bir baþka dini makama "Bab-ý Meþihat"a býrakýlýr. Bu harekette dini okullarýn laðvý, din derslerinin okullardan çýkarýlmasý gibi köklü bir atýlým söz konusu deðildir. Bu arada Anadolu'nun çeþitli yörelerinde (kasabalar da dahil) açýlmýþ yabancý uyruklu misyoner okullarý da öðrenci yetiþtirmektedir. Bir anlamda, ülkede ikili bir eðitim dizgesi deðil üçlü bir eðitim dizgesi söz konusu olmaktadýr. Gayrimüslim uyruklu vatandaþlarýn çocuklarýnýn eðitimi için açýlmýþ olan Latin Okullarýnýn (Katolik Mektepleri) sayýsý baþlangýçta 40 kadardýr. Bu okullara devam eden öðrenci sayýsýnýn 6.000 kadar olduðu tahmin ediliyor. 1830 yýlýndan bu yana açýlmaya baþlanan Amerikan Protestan Okullarýnýn (Board Okullarý da deniliyor) sayýsý giderek artmaktadýr. 1910 yýlýnda Ana ve Ýlkokul sayýsý 395, öðrenci sayýsý 19.243; kolej sayýsý 6, kolej öðrencisi sayýsý 1219'dur. 1914 öncesi toplam okul sayýsý 430'a ulaþýr. Ýþin ilginç yaný, Maarif Okullarýnýn eðitim yöntemini beðenmeyen varlýklý Müslüman ailelerin çocuklarý da bu okullara devam etmektedirler. Latin ve Protestan yabancý okullara devam eden Türk ve Müslüman öðrenci sayýsýnýn tüm öðrenci sayýsýna oraný 1900 yýlýna deðin yaklaþýk % 15 iken, 1910'da % 60, Cumhuriyetin ilk yýllarýnda ise 29 % 75'e çýkar. Tüm bu yabancý okullarýn öðrenci sayýsý bir ara 23.000'e ulaþýr. Kurtuluþ Savaþý yýllarýnda gerek Mustafa Kemal'in eðitimle ilgili konuþmalarýnda, gerek bazý yetkililerin söylevleri arasýnda öðretim kurumlarýnýn birleþmesi gerektiðine deðinen bazý söylemlere rastlamak olanaklýdýr. Ne var ki bu dönemde medreselerin ve okullardaki din derslerinin aleyhine hiçbir þey söylenmemiþtir. Savaþ biter bitmez yaptýðý çeþitli konuþmalarda Mustafa Kemal, öðretimin birleþtirilmesi gereðinin üzerinde durur ve medreseler konusunda: "Medreseler ne olacak, Evkaf ne olacak dediðimiz zaman hemen bir karþý koymayla karþýlaþýrsýnýz. Bu karþý koyuþu yapanlardan hemen ne hak ve yetkiyle yaptýklarýný sormak gerek. Ulusumuzun ve ülkemizin Dârülirfanlar'ý bir olmalýdýr. Ülkenin bütün çocuklarý kadýn-erkek ayni þekilde oralardan çýkmalýdýr." der. Küçük bir ilerici-aydýn grubu Mustafa Kemal'in yukarýdaki düþüncelerini desteklemektedir ama hiç kimse medreselerin ve onlarý denetleyen Evkaf Nezaretinin kaldýrýlmasý konusunu açýkça önerme yoluna gitmez. 1924 yýlýnda Hilafetin kaldýrýlmasýna kadar giden siyasi geliþmeler, Evkaf ve Þer'iye (adalet) Nezaretinin, medreselerin kaldýrýlmasýyla sonuçlanacaktýr. 29 Ekim 1923'te ilan edilen Cumhuriyet'in üzerinden daha altý ay geçmeden eskilerin düþünüp de adýný söyleyemedikleri medreseokul ikiliðinin kaldýrýlmasý, ulusal, halkçý, çaðdaþ ve laik eðitime geçilmesi gibi konular korkusuzca tartýþmaya açýlýr. Eðitimde ký erkek eþitliði, köy ve köylü eðitiminin önemi -uzun süre lafta kalacak olmasýna karþýn-, demokratik eðitim kavramlarý da yasal düzenleme öncesinde, Meclis dýþýnda ve içinde çokça irdelenmektedir. Mustafa Kemal ve onunla birlikte yeni Türk eðitimini ilkelerini saptayanlar olasý ki eðitimdeki yetersiz tabloyu, köklü bir devrimin temelleþtirilmesi açýsýndan çok önemli bir eksik olarak gördüler. 1 Mart 1924 30 günü Türkiye Büyük Millet Meclisi açýlýþ söylevinde Cumhurreisi Gazi Mustafa Kemal Paþa, 1934'e deðin çýkartýlacak ve yaþama geçirilecek "Devrim Yasalarýnýn" baþlama iþaretini verirken, öncelikle öðretim birliðinin önemini vurgular: "Türkiye'nin eðitim politikasý her þeyden önce ulusal bir kapsamda olmalýdýr. Bu nedenle de Evkaf-Þer'iye ve Maarif Vekâletinin düþünce birliðine varmasý beklenir" der. Nitekim 2 Mart 1924 günü Cumhuriyet Halk Fýrkasý Meclis Grubu toplantýsýnda daha sonraki Devrim Yasalarýna temel olacak üç önemli yasa gündeme gelir, Halifeliðin kaldýrýlmasý, Osmanlý Hanedaný'nýn yurt dýþýna çýkarýlmasý ve en önemlisi olan Þer'iye ve Evkaf Vekâletinin kaldýrýlmasý -Tevhid-i Tedrisat Kanunlarý. Saruhan mebusu Vasýf Bey (Çýnar) ve 57 arkadaþýnýn önerdiði Tevhid-i Tedrisat Kanununun gerekçesi þöyle açýklanýr: "Bir devletin genel eðitim siyasetinde, ulusun duygu ve düþünce bakýmýndan birliðini saðlamak gereklidir ve bu da öðretim birliði ile olur. Ýki baþlý bir eðitim dizgesiyle iki tip insan yetiþtirilir. Önerimiz kabul edildiðinde Türkiye Cumhuriyeti dahilindeki tüm eðitim kurumlarýnýn biricik mercii Maarif Vekâleti olacaktýr." (Vasýf Bey mezarýndan kalk da bir bak, senin önerdiðin Öðretim Birliði 2000 Türkiye'sinde ne hallere gelmiþ!) Ýzmir manevralarýnda, komutanlarca (Mustafa Kemal, Fevzi Çakmak, Ýsmet Ýnönü) bu konuda alýnan destekleme kararý sonucu, Tevhid-i Tedrisat Kanunu, 24 Temmuz 1924 günü Meclis tarafýndan da kabul edilerek yasalaþýr, yürürlüðe girer. Görüldüðü gibi arkalarýna ilerici-aydýn kanadý alan komutanlar, Öðretim Birliði Yasasý (o dönemdeki adýyla Tevhid-i Tedrisat Kanunu)'nu Meclis onayýndan geçirerek eðitimi tek bakanlýða baðlý bir biçime getirmiþlerdir. Öðretim Birliðinin önemini Mustafa Kemal, söylevlerinde þu sözlerle vurgular: SEVGÝ DÜNYASI "Eðitim ve öðretimi birleþtirmedikçe ayni fikirde, ayni zihniyette bireylerden oluþmuþ birleþik bir ulus yapmaya imkân aramak abesle uðraþmak olmaz mýydý?" Bu düþünce yasanýn gerekçesinde de belirgindir. Nitekim yasada yer alan aþaðýdaki açýklama, Öðretim Birliðinin amacýný açýkça göstermektedir: "Bir ulusun bireyleri ancak bir eðitim görebilir. Ýki türlü eðitim bir ülkede iki türlü insan yetiþtirir. Bu ise duygu birliði, düþünce ve dayanýþma amaçlarýndan tümüyle uzaktýr." 430 Sayýlý Tevhid-i Tedrisat Kanunu Hükümleri: Madde 1 - Türkiye içerisindeki bütün öðretim ve bilim kurumlarý Maarif Vekâletine baðlýdýr. Madde 2 - Þer'iye-Evkaf Vekâleti ya da tüm özel vakýflar tarafýndan yönetilen medreseler Maarif Vekâletine baðlanmýþtýr. Madde 3 - Þer'iye-Evkaf Vekâletinin bütçesindeki okul ve medreselerle ilgili ödenekler Maarif Vekâletine devredilmiþtir. Madde 4 - Maarif Vekâleti yüksek din uzmanlarý yetiþtirmek üzere Dârülfûnun içerisinde bir Ýlâhiyat Fakültesi kuracak, imam ve hatiplik yapmak üzere din adamlarýnýn yetiþtirilmesi için de ayrý okullar açacaktýr. Madde 5 - Bu kanunun yayýn tarihinden geçerli olmak üzere genel eðitim ve öðretim ile uðraþmakta olup da þimdiye deðin Milli Müdafaa Vekâletine baðlý askeri orta ve liseler ile Saðlýk Bakanlýðýna baðlý öksüz yetiþtirme yurtlarýna ait kadro ve ödenekler Maarif Vekâletine geçirilmiþtir. Askeri okullarda görev yapan öðretmenlerin kadrolarý þimdilik Milli Müdafaa Vekâletinde kalacaktýr. Yasa o denli kökten maddeler kapsamaktadýr ki ilk anda tüm askeri okullar ve Harp Okulu bile Maarif Vekâletine (Bakanlýðýna) verilmiþ, bir yýl sonra yapýlan düzenleme ile tekrar Milli Müdafaa Vekâletine devredilmiþtir. Ýlk anda askeri okullarýn bile SEVGÝ DÜNYASI bu kapsam içerisine alýnmasýndaki amaç, ayný yolu izlemesi olanaksýz medreselerin kendiliðinden kapanmasýný saðlamaktýr. Gerçekten, Öðretimin Birleþtirilmesi Yasasýnda medreselerin kapatýldýðýna dair bir hüküm yoktur. Ancak medreselerin görevini yapmak, yüksek ilâhiyat uzmanlarý yetiþtirmek üzere Ýlâhiyat Fakültesi, Ýmam-Hatip okullarý açýlmasý yasal olarak öngörülmüþtür. Böylece medreselerin kapatýlmasý karar altýna alýnmýþ ama resmen açýklanmamýþ oluyordu. Mustafa Kemal'in özel meclislerinde bu konu sýk sýk gündeme gelmiþtir. O, medreselerin reformuna ve devamýna olanak görmemektedir. Yusuf Akçora gibi düþünürler medreseleri kapatmamayý, adýný "Hakimiyet-i Milliye Medreseleri" olarak deðiþtirerek reforma tabi tutmayý, buralara yoksul kesimlerden öðrenci alarak devrimi yayacak din adamlarý yetiþtirmeyi önermiþtir. Mustafa Kemal, Devrim Medreseleri düþüncesini benimsememiþ, kapatýlmalarý konusundaki üstelemesini sürdürmüþtür. Nitekim 1925'e kadar tüm medreseler kapanacaktýr. Açýlan ilk Ýlâhiyat Fakültesi ile 26 Ýmam-Hatip Lisesi zorlamalar olmamasýna karþýn 1934'e kadar birer ikiþer kapanacaktýr. Büyük çoðunluðu Müslüman olan halkýn bu yasalarý desteklediðini öne sürmek yanlýþ olur. Olasýlýkla savaþ yorgunu, geçim derdinde, geliþmelerden uzak ve habersiz halkýn iþbaþýndaki yönetime güveni, böylesine önemli bir yeniliðin tepkisiz kalmasýna neden olmuþtur. Anayasa güvencesi altýna alýnan Öðretim Birliði Yasasýnýn, öteki devrim yasalarýnda olduðu gibi, politik çýkarlar ve oy hesaplarý ile gizli ya da açýk saldýrýlara, eleþtirilere uðramasý 1946'lý yýllarda baþlayacak ve 1950'li yýllardan sonra da tümüyle göz ardý edilecektir. Öðretim Birliði Yasasýnýn en büyük destekçisinin yurdun dört bir yanýna daðýlmýþ olan aydýn öðretmenler olduðu ve ilerici basýnýn da bu oluþuma katký yaptýðý bilinmektedir. Yasanýn yürürlüðe girmesinden sonraki üç yýlda, resmi okullara medreseler- 31 den sýzan dinsel eðitim, buna koþut olarak Arapça ve Farsça öðretim kaldýrýldý. 1927 yýlýnda ulusal sýnýrlar içerisinde baþka dinden insanlarýn da olduðu öne sürülerek ilk, orta ve liselerden din dersleri kaldýrýldý. Azýnlýk okullarý da Maarif Vekâletine baðlandý. Bu geliþmeler 1928 harf devriminin hazýrlýðý olarak da düþünülebilir. Öðretim Birliði Yasasýnýn kabulünden kýsa bir zaman sonra Eðitim Bakaný Vasýf Çýnar Bey, bu yasaya uygun olmadýðýný öne sürerek medreselerin kapatýldýðýný ilan edecektir. Kapandýklarý 1924 yýlýnda, ülkede 479 medrese ve 18 bin medrese öðrencisi vardýr ancak bunlardan sadece 6 bini gerçek öðrencidir. Diðerleri kayýtlarýný yaptýrýp, askerlik görevinden geri býraktýrýlmalarý haklarýný elde ettikten sonra bir daha okulun semtine uðramayan, dükkan ve tezgâhlarýnda çalýþan kiþilerdir. Dönemin Baþbakaný Ýsmet Ýnönü 1925 yýlýnda Muallimler Birliðinde yaptýðý bir konuþmada öðretmenlere þöyle sesleniyordu: "Tevhid-i tedrisatýn bazýlarýnca kötüleneceðini, öncülük edenlerin dinsizlikle suçlanacaðýný biliyorduk. Bu sistemde baþarýlý olalým, on yýl kararlýlýkla yürüyelim, þimdi bize karþý olanlar göreceklerdir ki Müslümanlýðýn en saf ve katýksýz þekli bizde yaþanacaktýr. Siz öðretmenler dini deðil, ulusal eðitimi vereceksiniz. Milli eðitimde iki kýsým düþünebiliriz: Siyasal ve vatansal. Bütün bu topraklara Türk anlamýný veren bir 'Türk Ulusu' var. Fakat bu ulus henüz, beklediðimiz yekpare ulus görünüþünü vermiyor. Ama bu nesil bilinçle, bilim ve hayatýn rehberliðiyle bütün ömrünü vakfederek çalýþýrsa, siyasi Türk ulusu kültürel, düþünsel ve toplumsal tam ve olgun bir ulus olacaktýr. Yaþayacaksak yekpare bir ulus kitlesi olarak yaþayacaðýz. Ýþte milli terbiye dediðimiz sistemin genel hedefi budur." Dergimizin önümüzdeki sayýsýnda Türk milli eðitimine damga vuran bir bakanýn, Mustafa Necati'nin kýsa yaþam öyküsünü ve baþarýlarýný sizlerle paylaþacaðýz. 32 SEVGÝ DÜNYASI “Ýnsanýn, insan olarak kendisinin unutulduðu bir yerde dünyanýn nasýl bir anlamý olur? Ýsterse küreselleþme, isterse Türkileþme olsun, ulusal olarak da hiçbir manâ ifade etmeyecektir.” Prof. Dr. Kenan Gürsoy ile Felsefe Penceresinden Bakýþ (önceki aydan devam) Nihal Gürsoy SEVGÝ DÜNYASI Nihal Gürsoy - Geçen ay sohbetimizde "Felsefe Toplantýlarý" çatýsý altýnda deðerlendirilen pek çok konuya yer vermeye çalýþtýk. Müsaade ederseniz bu sohbetimize sizin "Etik ve Tasavvuf" adlý kitabýnýzdaki "Evrenselleþme" kavramýndan yola çýkarak baþlamak istiyorum. "Evrenselleþme" nedir tam olarak? "Küreselleþme" ya da "Globalleþme" gibi günümüzde oldukça gündemde olan kavramlardan ne gibi farklýlýklarý vardýr? "Evrenselleþme" fikri bugünün insanlýðýna neler kazandýrabilir? Tasavvuf düþüncesinden de yararlanarak, felsefenin ýþýðý altýnda neler söyleyebilirsiniz bu konuda? Kenan Gürsoy - Sorunuz için teþekkür ediyorum, ayrýca kitabýmý deðerlendirdiðiniz için de teþekkür ediyorum. Söylediðiniz gibi Tasavvufun kullandýðý modeli, burada hatýrlatmakta fayda olabilir. Var olan bir terim olan "evrenselleþme"yi ben özel bir manâda kullandým. Þimdi gerçekten de þu anda dünya üzerinde küreselleþme, dediðimiz bir durum yaþanýyor. Hattâ öyle garip bir durum ki; zaman zaman ekonomik anlamda üst seviyede olan ülkelerin aktör olduðu, özne olduðu bir faaliyet þeklinde ifade ediliyor. Bence, bu dahi onun üzerinde olumlu bir yorum yapmaktýr. Çünkü küreselleþmenin þu anda bir öznesinin olmadýðýný görüyoruz. Yani, kendi baþýna giden, kendi baþýna oluþmakta olan bir durum þeklinde gittikçe yaygýnlaþarak devam ediyor. Ama nereden kaynaklandýðýný ve bize neyi empoze etmekte olduðunu hatýrlayacak olursak, bunun vahþi kapitalizmin ürünü olduðunu söyleyebiliriz. Her halükârda, küreselleþme kavram olarak bütünleþmek, dünyayla bir ve beraber olmak anlamýnda kullanýldýðýnda bunun isabetli 33 KENAN GÜRSOY KÝMDÝR? 1950 yýlýnda Ankara'da doðan Prof. Dr. Kenan Gürsoy orta öðrenimini Saint Benoit Fransýz Erkek Lisesi'nde tamamladýktan sonra Fransýz Hükümeti'nin vermiþ olduðu bir bursla yüksek öðrenimini felsefe alanýnda Fransa'da Rennes ve Paris Sorbonne Üniversitelerinde gerçekleþtirdi. Yurda dönüþünden hemen sonra Atatürk Üniversitesi Felsefe Bölümü'nde asistan oldu. 1979 yýlýnda felsefe doktoru, 1983 yýlýnda doçent, 1989 yýlýnda profesör unvanlarýný aldý. 1984 yýlýndan itibaren Dil Tarih Coðrafya Fakültesi'nde görev yapan Gürsoy, 1997 yýlýndan beri Galatasaray Üniversitesi Öðretim Üyesi kadrosunda yer almaktadýr ve halen bu Üniversitenin Fen Edebiyat Fakültesi Dekanýdýr. Çalýþmalarý daha ziyade Etik (Ahlâk Felsefesi), Dinler Arasý Etik, Tasavvuf ve Egzistans Felsefesi gibi alanlardadýr. Eserleri: Traduction et Commentaire de Maquamat al Awliya de Akþemseddin; Jean-Paul Sartre Ateizminin Doðurduðu Problemler, Egzistans ve Felsefe Üzerine Görüþler; Maurice Merleau-Ponty'de Ýdrak Problemine Giriþ; Bir Felsefe Geleneðimiz Var mý?; Gönül Gözü (Tuðrul Ýnançer ile beraber); Bir Evrensel Projemiz Var mý?; Etik ve Tasavvuf 34 bir kavram olmadýðýný düþünüyorum. Oysa, ne güzel bir þey olurdu, birlik içinde olmak. Fakat bu birliktelik, bana bir genellik empoze ediyorsa; yani ben tek biçimlendirilmiþ bir dünyanýn ürettiði ve empoze ettiði þekilleri kabul etmek mecburiyetinde kalýyorsam, meselâ hamburger yemek ya da mutlaka ayný içeceði tüketmek, tek biçime uyarlanmak, tek biçimde düþünmek durumunda kalýyorsam, burada büyük zarar görüyorum demektir. Burada asýl kendisini ifade etmesi gereken, çeþitliliði içindeki o insandýr. Kendi itibarýyla birey olarak, fert olarak, þahýs olarak yaþamakta olan o insan, özgürlüðü dolayýsýyla, kendi sorumluluðunu farkeden bir insandýr. Deðer olarak kendisini gündemde tutmasý gereken bir insandýr. Elbette egoizm anlamýnda kullanmýyorum. Fakat yeteneklerinin, çeþitliliðinin, yaratýcýlýðýnýn ortaya çýkmasý bakýmýndan söylüyorum. Bunu en küçük birim olan birey açýsýndan söylüyorum ama küçük küçük topluluklar, kültürler açýsýndan da söyleyebilirim. Ne þahýs, ne o kültür, ne medeniyetler, ne o farklý farklý oluþlar yitirilmeksizin, her zaman yeniden yeni þekillerde doðabilecek o imkânlar ortadan kaldýrýlmaksýzýn, fakat hepsinin kendi üzerindeki özgür bilincinden ve sorumluluðundan hareketle oluþan bir "biz"e "birlik"e doðru yürümeliyiz. Eðer küreselleþme kendini öznesiz, aktörsüz bir alan, bir durum þeklinde genelleþtirilecek, kalýba dökülecek gibi empoze ederse; burada size hiçbir þekilde yer kalmaz. Ýnsanýn, insan olarak kendisinin unutulduðu o yerde ise dünyanýn nasýl bir anlamý olur? Ýsterse küreselleþme, isterse Türkileþme olsun, ulusal olarak da hiçbir SEVGÝ DÜNYASI manâ ifade etmeyecektir. Öyleyse evrenselleþme ne anlama gelecektir? Evrenselleþme, þahýs olarak, kültür olarak kendi üzerindeki bir bilinçten, medeniyet açýsýndan kendi üzerindeki bir farkýndalýktan, bunlarýn hiçbirine yani þahýs, kültür ve medeniyet olarak yabancýlaþmaksýzýn, ötekilerle birliðe doðru yönelmek demektir. Yani kendine, kendi olmaklýðýna ihanet etmeksizin kendi þahsiyetliliðine yabancýlaþmaksýzýn evrenselliðe doðru yol almaktýr. Kendindeki evrensel olaný ötekiler adýna da yakalayabilmektir. Bu tavýr vahþi kapitalizmde daha çok bu kapitalizme dayalý bir ekonomiyi ifade ederken, þimdi evrenselleþme de kendimden dolayý olan sorumluluðu üzerime almam fakat "öteki"nin de sorumluluðunu üstlendiðim bir etiði içerecektir. O zaman ekonomik küresel deðerlerle etik arasýnda bir etkileþim oluþturuyoruz ki, bu ayný zamanda ekonomiyi de etikleþtirmek, etik kýlmak, ahlâklý kýlmak fakat etik alanýn da ekonomiyle bütünleþmeksizin yapamayacaðýný ona farkettirmektir. Yani, bireysel kendi içine kapalý bir alanda deðil, bütün dünyayla buluþmaya doðru yönelen, kendinde bütün cihaný hisseden, fakat birey olarak da kendine yabancýlaþmayan; makro kozmosun içinde kendi mikro kozmosunu bulan ve en küçük haliyle de bütün bir cihaný içinde taþýdýðýný düþünen bir þahsiyeti, bir kültürü, bir medeniyeti yakalamak. Bunu ancak etik olarak yapabiliriz. Tasavvuf kültürüyle bunun bir alâkasý olabilir mi? Bizim kendi kültürümüzün bu en temel insan hareketinden baþlayarak söyleyebilirim ki, Tasavvuf'ta da söz konusu SEVGÝ DÜNYASI olan, kendi içinde derunileþen, iç dünyasýnda yol alan o insaný bulmaktýr. Ama iç dünyasýnda yol alan bu insan kendi içinde kapalý kalmaz. Kendi kendisine ne mahkûmdur ne de kendi kendisi açýsýndan büyümekte bir yarar görür. Önemli olan onun kendi içinde, cihaný cihan kýlan, yaratýlmýþý yaratýlmýþ kýlan temel prensibi yakalayabilmesidir. Yani kendi oluþturduðu o parçada, bütünün anlamýný yakalayacaktýr. Böyle olduðu zaman hem derunileþecek, kendi içinde bir tekâmül sergileyecek, hem de yekdiðerine yani diðer insanlara, topluma, bütün bir kâinata doðru açýlacaktýr. Bireyi kendine yabancýlaþtýrmaksýzýn, onu, bütün bir dünya insanýyla buluþturmaya doðru yöneltmiþ olacaktýr. O zaman, vahdetteki kesret ve kesretteki vahdet prensibini hatýrlayarak, bu kesretin bir parçasý olarak en küçük parçanýn bile vahdeti, yani bütünlüðü temsil ettiðini görmek durumunda olacaktýr. Evrenselleþme, böyle bir bütünlüðe doðru kendine yabancýlaþmaksýzýn çýkabilmek, kendini kendi olarak tekâmül ettirirken bütün bir insanlýkla da onlarýn sorumluluðunu üzerine alarak buluþmaktýr. Nihal Gürsoy - Anlattýklarýnýzdan yola çýkarak þöyle bir baðlantý yapmak istiyorum, sanki "evrenselleþme" sürecine giren insana, iyi insan olmak anlamýnda da yol almaya baþladýðý görülüyor. Bu konuda düþünceleriniz nelerdir? Ayrýca, felsefe iyi insan olmak adýna ne gibi çalýþmalar yapmýþtýr? Kenan Gürsoy - Daha önceki sorunuzun devamý olan bu konuyu felsefe için sorduðunuz sorudan baðýmsýz olarak cevaplandýrayým izninizle. Söz konusu olan insan, kendine yabancýlaþ- 35 maksýzýn, kendi olmak adýna bütün bir insanlýkla buluþan o insandýr. Kendisinin olduðu kadar, cihanýn da sorumluluðunu kendince üzerine alan o insandýr. Onun çilesini kendi adýna çeken, onun ulaþmak durumunda olduðu hayýrlý terkiplere önce kendinde ulaþan o insandýr. Diðerinden beklemeksizin önce kendisi teklif eden, kendi teklif ettiðinde ötekinin hayrýna olacaðýný bilen ama onu kendisine indirgemeksizin onun kendisi olmaklýðýna hürmet eden insandýr. Yani, cihan için elimde bir reçete var diye, onun kafasýna vura vura, ona bunu empoze ede ede bir baþka çeþit küreselleþme tahakkümü oluþturan o insan deðil. Ama, kendi alçakgönüllülüðünde bütün bir cihan için güzel bir þeyler üretmekte olduðunun bilincinde ya da en azýndan gayretinde olan kiþidir. Bunu ötekine empoze etmek deðil, kendinde ona iyi örnek oluþturmak durumunda olan insandýr. Demek ki evrensellik böyle bir þey, bu iyi insan olmak mýdýr? Evet, ama bu iyi insan olmaklýðýn bir nüansý vardýr. Siz, kendi iyi insan olmaklýðýnýzý ötekine bir seçim empoze ederek deðil, sadece kendiniz olarak gerçekleþtirebilirsiniz. Az önce Tasavvuf'tan bahsettiniz siz, bana kalýrsa; Tasavvufun öznelleþtirdiði, oluþturmak istediði örnek insan. Ýnsan-ý Kâmil, önce kendisi olan kendisinde derinleþen ama yavaþ yavaþ kendisinde derinleþtikçe, bütün bir insanlýk âlemiyle hattâ bütün varlýkla buluþan, onlarý kendi açýsýndan ifade eden insandýr. Tanrý katýnda övülmüþ sýfatlara, deðerlere yönelen o insandýr. Buldum iddiasýnda olan deðil fakat onlara doðru yönelmenin bir erdem olduðunu bilen insandýr. O, diðerlerine kendisini mutlaka beni takdir ederek, bana benzeyin diyen o insan deðildir. Fakat, kendi þah- 36 siyetinin içinde öteki insanlara da kendi doðru þahsiyetlerini bulmalarýný bir þekilde telkin eden o insandýr. Yani, onlarý tek tek kalýba sokan deðil, fakat onlarla olan iletiþiminde onlarýn da kendilerini kendileri itibarýyla bulmalarýna yönlendiren ama asla tek biçimlendirmeyen o insandýr. O zaman örnek insan kendisi itibarýyla kendisine düþen rolü iyi oynayan ve herkese de kendine düþen o rolleri doðru oynamayý telkin eden bir müþahhas þahýs örneði sunan insandýr. Batýlýlar, Ýnsan-ý Kâmil'i tercüme ederken buna evrensel insan diyorlar. Yani bizim kâmil, olgun insanýmýzý onlar evrensel insan diye tercüme etmiþler, bu tercüme benim pek hoþuma gidiyor doðrusu. Nihal Gürsoy - Felsefe evrensel, örnek insana etik-ahlâk alaný içerisinde mi yer vermiþtir? Etik alan bu arayýþ içerisinde midir? Kenan Gürsoy - Þöyle cevap vereyim. Felsefe kendi disiplinlerinden biri olarak insan felsefesi de yapar. Bu bir felsefe disiplinidir. Felsefi antropoloji diyoruz. Bir diðer taraftan da deminden beri söylemeye çalýþtýðým etik konusu, yani ahlâk sorumluluðunu gündeme getiren bir ahlâk felsefesi ortaya çýkar. Ahlâk felsefesi her zaman bunu böyle söylemese de, temelde galiba insaný kendi bireyselliðine mahkûm etmeksizin, söz konusu birey dahi olsa geniþ manâda evrenselliði arayan o insandan söz eder. Nihal Gürsoy - Bizim toplumumuzda Tasavvuf Düþüncesi evrensel birlik ve bütünlük anlayýþý yönünde gösterdiði hedefler bakýmýndan insanýmýza önemli bir yol aldýrmýþ gözüküyor. Bu konudaki görüþlerinizden yararlanabilir miyiz? Kenan Gürsoy - Gerçi Tasavvuf, bugün felsefe lisanýyla iþlenmiþ olsaydý SEVGÝ DÜNYASI pek çok bakýmdan, pek çok sorunumuzu deðerlendirmek itibarýyla gerekli bir gelenek olabilirdi. Doðru anlaþýlan bir Tasavvuf anlayýþýnýn, doðru yaþanan bir Tasavvuf uygulanýþýnýn, bugünün felsefeleri açýsýndan doðru iþlenmiþ bir Tasavvuf sistemizasyonunun çok önemli olduðunu ben de düþünüyorum. Ama Tasavvufu dünyadan bir el etek çekme, þahsiyeti bakýmýndan kendine yabancýlaþma olarak deðil, tam tersi hayata katýlarak ortaya çýkartmak gerekir. Bakýn þöyle anlatayým. Biraz evvel evrenselleþmeden söz ederken þunu da söyleyebilirdim. Her gelenek kendi içinde kendinden hareketle evrenseli yakalayabilmelidir. Her biri kendi içinde saklý olan bir evrenselliði öteki insanlara da açabilmeli ve de insanlarý doðru algýlayabilmek için gündeme getirebilmelidir. SEVGÝ DÜNYASI Ýslâm dini açýsýndan Tasavvuf, özdeki temel birlik akidesini iþlediði için tam bir evrenselliði de dile getirir. Fakat bu evrensellik kendisini bir genellik içinde kaybeden evrensellik deðildir. Bu evrensellik, özellikle iþte o gelenek doðru takib edildiði zaman anlaþýlabilen ve onun ruhuna intibak edildiði zaman yaþanýlarak oluþturulan bir tavýrdýr. Bunu önemsiyorum. Yani, her bir þahýs nasýl kendinde diðer bütün insanlarla buluþabilecek bir temel prensip yakalayabiliyorsa; hem de ötekilerle bir ve beraber olacak kadar, onlarýn kendinden yansýdýðýný farkedebilecek bir seviyeye gelebiliyorsa; ya da tersinden söyleyeyim, nasýl her insan baþkalarýnda kendisinin bir diðer yüzünü görebiliyorsa, ayný þeyi doðru ve iyi temellendirilmiþ dini geleneklerde de bulmak mümkündür. Ýþte Ýslâmiyet, kendisini Tasavvuf üzerinden anladýðýnda bu temel evrensel birlik ruhunu anlayabilir. Bu genelleþme deðildir. Çünkü kendine has bir biçimi vardýr. Ama bu, o biçimin içinde bulunulduðu için kendisini farkeden bir evrensel yapýdýr. Nihal Gürsoy - Teþekkürler. Felsefe, baþýndan bu yana sorguladýðý gerçeklerle insanlýða en çok hangi alanda yol aldýrmýþtýr? Kenan Gürsoy - Tabii ki ben, etik yani ahlâk felsefesi çalýþan bir insan olarak; ahlâki bilinç kazandýrmada felsefenin rolü çok yüksektir diyebilirim. Evrensel bir ahlâki tavýr kazandýrmasý bakýmýndan felsefeye çok þey borçlu olduðumuz muhakkak. Ama felsefe, bilginin geliþim süreci içinde her seferinde ona çok aziz bir dost olarak refakat eden bir vezir konumundadýr. Her seferinde bilgiyi uyarýr, 37 her seferinde o bilginin kendisini doðru metodolojilerle izleyebilmesi için ona yol açar. Bir tür eleþtiri faaliyetini sürdürür. Onu, diðer bilgilerle bütünlüðü açýsýndan, o birlik bakýmýndan ele alýr ve o bilginin etik anlamda kullanýlabilirliðinin saðlanabilmesi için de bir uyarýcý rolündedir. Nihal Gürsoy - Size göre, bugün insanlýk en çok neyi sorgulamalýdýr? Kenan Gürsoy - Bugün, insanlýðýn etik farkýndalýða ulaþabilmesi adýna onun, tarih içindeki rolünü sorgulamamýz gerekiyor. Bunu sorgulama, ayný zamanda içinde yer aldýðý bütünü sorgulamaktýr; bütünün mahiyetini sorgulamaktýr. O zaman insan içinde yer aldýðý bütünü mahiyeti itibarýyla, sorunlarý itibarýyla, sorumluluðu itibarýyla deðerlendirecektir. Nihal Gürsoy - Siz, Galatasaray Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Dekanýsýnýz dolayýsýyla eðitimin ve öðretimin tam anlamýyla içindesiniz. Bilgi Toplumuna doðru yol aldýðýmýz bu süreçte eðitmensiz, öðretmensiz eðitimden sýkça söz ediliyor. Bu konuda ve bir de eðitimin temel almasý gereken deðerler hakkýnda görüþlerinizi alabilir miyiz? Kenan Gürsoy - Bir kere kazanýlan hiçbir þeyi gereksiz görmemek lâzým. Kazanýlan her þey üzerinden insanýn insan olmak bakýmýndan kendi oluþumunu eleþtiri konusu yapmamýz lâzým. Elbette bilgisayarlý eðitim, kýtalararasý ekran aracýlýðýyla yaygýn eðitimden bahsedilebilir. Fakat bunlara eðitimden çok öðrenim demek daha uygundur. Bilgi kelimesi eðer malûmat anlamýnda kullanýlýyorsa, bu öðretim de iþte onun gerçekleþtirildiði onun aktarýldýðý öðretimdir. Fakat eðitim deyince ben bütün sorularýnýza verdiðim cevaplarda olduðu gibi 38 insaný gündemde tutmak istiyorum. Eðitim, eðer insan içinse, onun insan olmaklýðýna bir þeyler katmak içindir. Eðitim, insaný insan kýlmak içindir. Bu nedenle, insanýn yeryüzünde daha saðlam durabilmesi için, geniþ çaplý bir eðitimden ve öðretimden bahsetmek gerekir. Yani, bilgiler, bilimler edindiðimiz her türlü kazanýmlarýn hepsi insaný insan kýlmak açýsýndan önemlidir. Bir makine oluþturmuyoruz. Böyle bakýldýðýnda hiçbir þekilde bilgi çaðýnýn gereklerini ve onun imkânlarýný da gözardý etmeksizin onlarýn kazandýracaðý her türlü imkâný da benimseyerek ve kullanarak eðitim yapýlabilmelidir. Ama þunu da belirtelim ki, eðer eðitim insan olmak eðitimiyse bunun kazanýlacaðý tek yer vardýr, o da insandýr. Yani öðrenen, eðitilen kadar, öðrenilen ve üzerinden eðitilen de, yaþayan o insanýn kendisidir. Öteki türlü yavaþ yavaþ vasýtalar ve bahaneler olmaya baþlýyor. Fakat asýl insanlýðýmýzý kazanacak olduðumuz o yer bir insanýn þahsiyeti üzerinden onun kendisini ortaya koymak adýna kullandýðý mesleði, sanatý, felsefeyi, bilgiyi ve bilimi bulabilmektir. O zaman, eðer gerçek mahiyetiyle insan olmak için bir eðitim düþünüyor- SEVGÝ DÜNYASI sak, onu insandan almanýn dýþýnda daha yüksek bir anlayýþ olamayacaktýr diye düþünüyorum. Eðitimin de bunu gündemde tutmaya ihtiyacý var. Bütün konuþtuklarýmýzý yeniden bir gözden geçirdiðimizde öyle algýlýyoruz ki, temel rolde insan var, insanýn kendisini kavramasý var ve insana insan olmasý bakýmýndan hizmet edip, onun kendisini kendisi olarak iþleyebileceði bir durum oluþturmak var. Eðitim de buna alet olursa, o zaman gerçek mânâda eðitim olur. Kendi özgürlüðünü, kendi þahsiyetini, kendi becerikliliðini, kendi sorumluluðunu insana kazandýrmak lâzým. Ama bu nereden ve nasýl olacaktýr diye soracak olursanýz, ne olursa olsun bir insandan geçerek yine insana akacaktýr. Tasavvufun temele aldýðý o harikulâde iletiþim, etkileþim, eðitim ifadesini bir defa daha burada söyleyelim "insandan insana sirayet". Nihal Gürsoy - Teþekkür ediyorum dergimiz, okuyucularýmýz ve kendi adýma çok yararlý bir sohbet oldu. Kenan Gürsoy - Ben de teþekkür ediyor, çalýþmalarýnýzda baþarýlar diliyorum. Okuyucularýnýza da selâm ve sevgilerimi iletiyorum buradan. SEVGÝ DÜNYASI 39 ÇOCUKLARIN GEÇMÝÞ YAÞAMLARI Carol Bowman'ýn, "Children's Past Lives" Kitabýndan Çeviren: Nelda Bayraktar Diðer Ýþaretler Geçen ay Carol Bowman çocuklarýn geçmiþ yaþamlarýný çözebilmek için pratik bir rehber sunmuþtu. Bildiðiniz gibi anne ve babalarýn en fazla zorlandýklarý konu çocuklarýnýn geçmiþ yaþam anýlarýný fantezilerden ayýrmaktý. Anne ve babalar çocuklarýný herkesten fazla anlasalar da bunu ayýrt edebilmek için dört tane iþarete dikkat etmeleri gerekiyordu. Carol Bowman, geçmiþ yaþam anýlarýnýn farklý bir kaynaktan çýktýklarý için fantezilerden birçok yönüyle ayýrt edilebildiðini söylemiþ, fantezilerin aklýn oyunu olduklarýný ama geçmiþ yaþam anýlarýnýn ise gerçek yaþanmýþ olaylar olduklarýný vurgulamýþtý. Bu nedenle dikkatli ve hassas bir gözlemcinin aradaki farký hemen kavrayabileceðine dikkat çekmiþti. Bowman, geçmiþ yaþam anýlarýnýn belki de bir düzineden fazla iþaretinin olabileceðini keþfetmiþ ancak kolaylýk olsun diye bunlarý þu dört ana iþarette toplamýþtý : 1. Hakikat Tonu 2. Zaman içindeki tutarlýlýk 3. Anlattýklarýnýn yaþýnýn ve tecrübesinin üstünde olmasý 4. Paralel davranýþ kalýplarý ve özellikleri Geçen ay bu iþaretlerden birincisine baþlamýþtýk. Bu ay konumuza kaldýðýmýz yerden devam ediyoruz. Çocuklardan birinin annesi olan Charlotte dört yaþýndaki oðlu Jerry'nin geçmiþ yaþamýný anlatýrken sesinin bambaþka bir tonu büründüðünü söylemiþti. Jerry arkadaþlarýyla birlikte 1945 yýlýnda öldüðünü söylüyordu. Sesinde son derece ciddi ve kederli bir ton vardý. Charlotte oðlunun ses tonundaki bu ani deðiþikliði kavramýþtý. Jerry dört yaþýndaki bir çocuk deðil de, daha da yaþlý birisiymiþ gibi konuþuyordu. Ed Durbin'in üç yaþýndaki oðlu ise televizyonda Abe Lincoln'ün resmini görünce aniden Ýç Savaþ hakkýnda konuþmaya baþlamýþtý. Adeta büyük bir insan gibi konuþuyordu. Esas ilginç olan ses tonundaki derinlik deðil konuþma tarzýydý. Çocuk, bir asker olarak yaþadýðý deneyimleri tüm gerçekliðiyle anlatýyordu. Geçmiþ yaþamlarýný aktaran çocuklarýn ruh SEVGÝ DÜNYASI 40 halleri ciddi, mutlu, ilgili, heyecanlý veya kederli olabilir ama onlarýn ses tonlarýnda daima kesin ve kararlý olduklarýný belli eden ifadeler yer alýr. Böylece onlarýn þaka yapmadýklarýný anlarsýnýz. Tiiu, kýzý Liia'nýn ses tonunda heyecanlý bir ifade sezmiþti. Liia annesine "Anne ben iþte burada öldüm" demiþti. Bunu söylerken kederli veya mutsuz deðildi ve bunu doðal bir sonuç olarak ortaya koymuþtu. Hem bir çocuk psikologu hem de bir anne olan Lisa, kýzý Courtney'nin geçmiþ yaþam anýlarýný su üzerine çýkarmasýyla birlikte bu tarz tespitlerde ustalaþmýþtý. Lisa, geçmiþ yaþam anýlarýnýn birer fantezi olmadýklarýný kýzýnýn ses tonundaki kararlýlýktan anlayabildiðini söylemiþti. Lisa bana þunlarý anlatmýþtý: "Hem bir danýþman hem de bir öðretmen olarak þunu söyleyebilirim ki, çocuklar hikâyeler uydurduklarýnda benden kendilerine gülmemi beklerler. Çünkü bu tarz hikayeler anlatan çocuklarýn seyirciye ihtiyaçlarý vardýr. Bu nedenle de fanteziler onlar için interaktif bir iletiþim þeklidir. "Ancak Courtney geçmiþ yaþam anýlarýný anlatmaya baþladýðýnda interaktif bir iletiþim kurmuyor. Cümleler söylüyor ve buna tepki vermesem bile konuþmasýna devam ediyordu." Çocuklar geçmiþ yaþam anýlarýný doðal bir þeymiþ gibi anlatýrlar. Bunun sebebi hatýrladýklarý þeyleri size aktarmalarýdýr. Bu aynen geçen hafta ya da geçen ay yaþadýklarý bir þeyi size anlatmalarýna benzer. Size anlattýklarý olaylar geçen yýl kutladýklarý doðum günü partisi kadar gerçek ve canlýdýr onlar için. Çocuklar geçmiþ yaþam anýlarýný anlatmaya baþladýklarýnda sadece sesleri deðil görünüþleri de farklýlýk gösterir. Örneðin yüz ifadeleri farklýlaþýr, bazen çocuðun yüzüne olaðanüstü bir huzur ve dinginlik ifadesi yerleþir, yüzleri parlar. Çocuklarýndaki bu yüz ifadelerini tespit etmek anneler için kolaydýr. Çocuklar anlatacaklarý þeyi bitirdiklerinde ise hemen normale dönerler. Geçiþleri son derece hýzlý olur. Hemen oynamaya, dans etmeye veya baþka bir þeyle uðraþmaya baþlarlar. Sanki hiç bir þey olmamýþ gibi iki ve üç yaþýndaki hallerine geri dönerler. Çocuklarýnýz geçmiþ yaþam anýlarýný anlatmaya baþladýklarýnda onlarýn farklý bir enerji alanýna girdikleri fark eder siz de bu alanýn bir parçasý haline gelirsiniz. Öyle ki bedeniniz karýncalanmaya ve iðnelenmeye baþlar. Bedeninize enerji dolar. Hatýrlayacaðýnýz gibi çocuklarýma regresyon denemesi yaptýðýmda ben de ayný þeyleri hissetmiþtim. Peki bunun anlamý nedir? Sanýrým, çocuk geçmiþ yaþamýný hatýrladýðýnda farklý bir bilinç haline girmekte bu da çocuðun çevresinde bulunan enerji alanýnda bir deðiþiklik meydana getirmektedir. Çocuðun anlattýðý hikayeyi can kulaðýmýzla dinlediðimizde ve onun bir parçasý olduðumuzda, biz de enerji alanýnda meydana gelen bu deðiþime tepki vermiþ oluruz. ÝKÝNCÝ ÝÞARET Zaman Ýçindeki Tutarlýlýk Çocuklarýn anlattýklarý hikâyelerin gerçekten geçmiþ yaþam anýlarý olup-olmadýðýnýn ikinci iþareti zaman içindeki tutarlýlýklarýdýr. Çocuklar geçmiþ yaþamlarýna ait bir anýyý belli bir süre boyunca (haftalarca, aylarca ve yýllarca) en ufak bir deðiþiklik yapmadan defalarca anlatýrlar. Zaman içindeki bu tutarlýlýk da geçmiþ yaþam anýsýyla fantezi arasýndaki farký belirler. Fanteziler bir süre sonra ayný þekilde tekrar edilmezler. Fanteziler çocuðun hayal gücünün ürünü olduklarýndan dolayý, deðiþe- SEVGÝ DÜNYASI bilirler veya tümüyle unutulabilirler. Victoria Bragg, dört yaþýndaki Mark'la karþýlaþtýðýnda bir ana okulunda çalýþýyordu. Mark önceki hayatýnda Victoria ile evli olduðunu söylüyordu. Bu hikâyeyi bir kaç hafta boyunca dört kez anlatmýþtý. Victoria bu olayý þöyle nakletti: "Babam bir rahip olduðundan dolayý Kilisede büyüdüm sayýlýr. Farklý yaþ gruplarýnda pek çok çocuða öðretmenlik yaptým. Çocuklarýn hikâyeler uydurduklarýný ama bunlarý hemen unuttuklarýný iyi bilirim. Bu hikâyeler onlarýn hayal gücünün ürünü olduklarýndan dolayý zaman içinde tutarlý olmalarý imkansýzdýr. "Ancak Mark'ýn anlattýklarý tümüyle tutarlýydý çünkü hep ayný hikayeyi en ince ayrýntýsýna kadar anlatýyordu. Bana anlattýklarýnýn aynýsýný annesine de anlatýyordu. "Mark geçmiþ hayatýnda önce benim öldüðümü söylüyor ancak bu olayla ilgili herhangi bir heyecan ya da keder ifadesi taþýmýyordu. Ona her seferinde: "Bu olay ne zaman oldu?" þeklinde sorular yönelttiðimde morali bozuluyor ve bana "Sana söylemiþtim ya!" diyordu." ÜÇÜNCÜ ÝÞARET 41 Çocuðun Anlattýklarýnýn Yaþýnýn ve Tecrübesinin Üzerinde Olmasý Küçük çocuðunuzun henüz öðrenmediði konular hakkýnda konuþtuðunu iþittiðinizde onun geçmiþ yaþam anýlarýný anlattýðýný anlayabilirsiniz. Çocuðunuzun yaþamýþ olduðu deneyimleri en iyi siz bildiðinize göre bu konuda rahatlýkla karar verebilirsiniz. Çocuðunuz çok küçük ise bunu bilmek daha da kolaylaþýr çünkü yaþadýðý tecrübeler zaten azdýr. Ancak okula giden çocuklarýnýz için bu o kadar kolay olmayabilir. Böyle bir durumda sezgilerinize güvenmeniz gerekir. Çocuðunuzun geçmiþ yaþamýndan anýlar aktardýðýndan þüphe ettiðinizde ona: "Bunu nereden biliyorsun?" tarzýnda sorular sorarak bir yere varmaya çalýþýn, bu þekilde kendilerini size açabilirler. Gümüþ Diþ Illinois'nin kýrsal kesiminde yaþayan Karen Greene, kýzý Lauren'i diþ hekiminden almýþ evlerine doðru dönüyorlardý. Karen Greene yaþadýðý deneyimi þöyle anlattý: "Arka diþlerine gümüþ kaplamalar konulan Lauren diþçinin koltuðunda gayet uslu bir þekilde oturmuþ, hiç aðlamamýþ ve hatta diþçiye yardým bile etmiþti. Eve dönerken sesindeki ciddi ses tonuyla: "Diþimde gümüþ olsun istemiyorum çünkü birlikte öldüðümüzde kötü adamlar gümüþ diþlerimizi sökmüþlerdi" dedi. "Bunu söyler söylemez de kalbim yerinden çýkacakmýþ gibi vahþice çarpmaya, bedenim ise titremeye baþladý. Öyle ki, herhangi bir kazaya meydan vermemek için, arabayý yolun kenarýna çekmek zorunda kaldým. Biz Yahudi olduðumuzdan dolayý kýzýmýn Soykýrýmla ilgili konuþtuðunu hemen anlamýþtým. Çünkü Naziler ölen Yahudiler'in gümüþ ve altýn diþlerini çýkarmýþlardý. Bu nedenle kýzýmýn asla þaka yapmadýðýný anlamýþtým. "Lauren bunlarý sesinde en ufak bir korku duygusu olmaksýzýn anlatmýþtý. Gümüþ diþleri istemediðini söylerken herhangi bir protesto eylemi de ortaya koymamýþtý. Lauren'in bu konuda bilgi sahibi olmasý imkansýzdý. Soykýrýmý bilen oðlum bile diþlerin sökülmesiyle ilgili ayrýntýyý bilmiyordu. Onlarý korkutmak istemediðimden dolayý onlara daha önce bu konuda herhangi bir þey okumamýþtým. Ýþte tam o an Lauren'e karþý içimde büyük bir sevgi hissettim çünkü anlattýðý her þeye kesinlikle inanmýþtým." Gelecek ay: Konumuza kaldýðýmýz yerden devam edeceðiz. 42 SEVGÝ DÜNYASI Aydýnlanma Yolunda Ýnsan Doç. Dr. Haluk Berkmen 1352-1429 yýllarý arasýnda yaþamýþ olan Ankaralý Hacý Bayram Veli, bir Anadolu bilgesi ve þairidir. Ýnsanýn olmuþ bitmiþ bir varlýk olmadýðýný ve kendisini inþa ederek geliþtirmesi gerektiðini savunmuþ olan bir tasavvuf ehlidir. Kendisi döneminin önemli bir kiþisi ve hocasý olduðundan, Sultan II. Murat onun öðrencilerini askerlik görevinden muaf tutarmýþ. Bu þiirinde, bu bilge kiþi insaný bakýn nasýl tanýmlýyor: Çalabým bir þâr yaratmýþ, iki cihan aresinde Bakýcak didar görünür, ol þârýn kenaresinde. Çalap=Tanrý ve þâr=þehir olduðuna göre Tanrý insaný iki cihan arasýnda, fizik ile metafiziðin ufkunda bir þehir olarak SEVGÝ DÜNYASI yaratmýþtýr. Bu þehrin kenarýna bakýldýðýnda Tanrý'nýn güzel yüzü görünür. Bu ifadede ilginç olan insana doðrudan deðil, odaklanmadan, sezgiyle bakýldýðýnda Tanrý'nýn güzel yüzünün belirginleþtiðidir. Aslýnda "güzel yüz" sözü ile iþaret ettiði Allah'ýn güzel isimleri, yani Esma-ül Hüsna'dýr. Nâgehan, ol þâre vardým, ol þarý yapýlýr gördüm Ben dahi Bir'e yapýldým, taþ-ü toprak aresinde. Nagehan=ansýzýn, o þehre gittim ve þehrin inþa halinde olduðunu gördüm. Yani, insan olmuþ bitmiþ bir yapý deðildir. Sürekli dönüþür ve hem inþa edilir hem de kendini inþa eder. Dönüþen ve oluþan sadece bedeni deðil ayný zamanda tinidir (ruhudur). Ýnsanýn bedeni her ne kadar taþ ve topraktaki minerallerden oluþmuþ olsa da, asýl özü Tanrýnýn birliðidir. Bu ifadede Muhiddin Ýbn-ül Arabi'nin Vahdet-i Vücûd (varlýðýn tekliði) felsefesi de bulunmaktadýr. Ol þârdan oklar atýlýr, gelir ciðere batýlýr Arifler sözü satýlýr, ol þârýn pazaresinde. Ýnsan denen kale gibi korunaklý þehirden oklar atýlýr. Atýlan oklar burada bir benzetme (mecaz) olup, yaralayýcý ve kýrýcý sözler kastedilmektedir. Bu bakýmdan, bu sözler insanýn ciðerine batar. Kendini koruma gayreti içinde olan insaný çepeçevre duvarlarla korunan bir kaleye benzetiyor. Fakat, bu kalenin içinde kurulan Pazar yerinde arif kiþilerin sözleri satýþa hazýr sunulmuþ durumdadýr. Ýsteyen onlara talip olup onlarý satýn alabilir. Burada sözü edilen satýþ para karþýlýðý olmayýp, bilginin elde edilmesi 43 için gerekli olan emek ve çabaya iþaret etmektedir. Þakirtleri taþ yontarlar, yontup üstâda sunarlar Çalabýn ismin anarlar, ol taþýn her paresinde. Þakirtler=çýraklar taþ yontarlar diyor. Burada kastedilen taþ insanýn alt benlik boyutudur. Katý bir taþa benzeyen nefs-i emmare'nin yontulup güzel bir heykele dönüþmesi esas amacý oluþturur. Ancak, bu gayeye doðru yaklaþýlýp yaklaþýlmadýðýný saptayacak olan çýrak olan, mürid deðil, usta olan mürþittir. Benliðin yontulup güzelleþmesi için insanýn sürekli Tanrý'yý anmasý ve hatýrlayýp zikretmesi gerekir. Bu sözü arifler anlar, cahiller bilmeyip tanlar Hacý Bayram kendi banglar, ol þârýn minaresinde. Hatýrlayýp anma olayýnýn önemini cahiller bilmeyip kötülerler. Tanlamak = kötülemek ve Banglamak = baðýrmak, seslenmek olduðu ve minareden insanlar ibadete çaðrýldýklarýna göre, Hacý Bayram Veli'nin yaptýðý, insanlarý ibadete (güzel eylemlere) davet etmektir. Þârýn minaresi ayný zamanda þehrin en yüksek noktasý olduðundan, insanýn ulaþacaðý en yüksek benlik katý olan Ýnsan-ý Kâmil mertebesini simgeliyor. Hacý Bayram Veli, bu yüksek benlik katýndan insanlara seslendiði için onun sözlerinin gizli anlamý sadece ârif olanlara açýktýr. Günümüzde Hacý Bayram Veli gibi bilgeleri bulmak oldukça zordur. Çünkü bu bilge kiþiler gerçek doðalarýný gizlemeyi tercih ederler. Onlar sýrlý kiþilerdir. Ortalýkta dolanmazlar ama þiirleri ve 44 bilge sözleri ile hepimize aydýnlýk yolu göstermekten de geri kalmazlar. Aydýnlanma arayan kiþilere Gautama Buda þu ifade ile yol gösteriyor: "Yalnýzca ve yalnýzca kendini adama yoluyla hakikatin farkýndalýðýna eriþilebilir". Kendini aydýnlanma yoluna adamýþ olan insan bir gönül yolu seçer. Gönül mutluluðuna ve sezgi açýlýmýna neden olmayan yol bilgelik yolu olamaz. Gönül yoluna girenlerde görülen iki önemli özellikten biri cesaret, diðeri alçak gönüllülüktür. Aydýnlanmak isteyen bir genç bilge mürþide sormuþ: "Aydýnlanmaya ulaþabilmem için kaç yýl gerekir?" Usta: "Yirmi yýl" demiþ. "Ya çok çalýþýr çok gayret edersem kaç yýl gerekir?" diye yeniden sorunca usta: "Otuz yýl" demiþ. Demek ki, bu aydýnlanma durumu ne çok çalýþma ile ne de büyük emek sarf ederek elde edilebilir. Aydýnlanma denebilecek olan bu bilinç düzeyi, sabýr ve cesaretle, nefsin emir ve isteklerini kontrol ederek, bir meyvenin olgunlaþmasý gibi olgunlaþmayý bekleyerek ve hiç beklenmedik bir anda ani bir sýçrama þeklinde aydýnlanmanýn gerçekleþeceðine inanarak bu gönül yolunda ilerlemenin sonucunda gerçekleþir. Bu ani deðiþimin bir kritik birikim sonucu oluþmuþ olduðunu da söylemek mümkündür. Sonuçta izlenecek olan gönül yolu dýþta deðil içtedir. Ýçsel denge ve olgunluða ulaþmýþ nefs "Kemale Ermiþ", yetiþkin kiþi olarak kendini tanýmýþ, hem kendine hem de çevresine hayýrlý olmayý baþarmýþ insandýr. Bu yaklaþýmda teklik felsefesi bulunmakta ve iç ile dýþýn SEVGÝ DÜNYASI bütünsel bir teklik oluþturduðunu, içimizde ne varsa dýþýmýzda da onu göreceðimizi ifade etmektedir. Bu düzeye ulaþmýþ kiþi hakikate "yakîn" olduðundan yabancýlaþma duygusundan tümüyle kurtulmuþ olarak yaþamýný sürdürür. Yakîn sözü süphe içermeyen bilgi için kullanýlýr. Bilge kiþiler üç tür yakîn'den söz ederler. 1. Ýlmel yakîn, 2. Aynel yakîn ve 3. Hakkel yakîn. Ýlmel yakin hem akýl ve mantýðýmýzla hem de hayat tecrübemizle ulaþtýðýmýz bilgiler için söylenir. Ýlimin bilimden daha ileri bütünsel bir bakýþ içerdiðini belirtmek isterim. Ancak yine de bakýþta varsayýmlar ve nakli kabuller bulunmaktadýr. Ayn sözü Arapça göz demek olduðundan Aynel Yakin, gözle görülecek kadar yakýn olan bir hakikati ifade eder. Artýk varsayýmlar ve inançlarýn yerini bizzat þahit olmak ve deneyimlemiþ olmak gerekmektedir. Üçüncü ve en ileri boyuttaki bilgi olan Hakkel Yakin durumunda kiþi tanrýsal gerçeklikle bütünleþmiþ ve hakkýn zatýnda yok olmuþ olan insandýr. Bu duruma "fenafillah" veya Budist görüþünde "nirvana" adý verilmektedir. Fenâ sözü yok olmak anlamýna gelir. Bizim gündelik dilimizde ise "kötü" anlamýnda kullanýlmaktadýr. Oysaki Allah boyutunda yok olmak öyle her isteyenin ulaþabileceði bir mertebe deðildir. Bunun için bir ömür boyu bu yolda birçok sýnavlardan geçmek ve birçok fedakârlýklarda bulunmak gerekir. Aslýnda karþýlaþtýðýmýz her olay bir sýnavdýr. Gündelik hayatýmýzda sürekli kararlar alýyoruz ve dýþ etkilere tepkiler veriyoruz. Aldýðýmýz kararlarýn ve verdiðimiz tepkilerin ne tür sonuçlara yol SEVGÝ DÜNYASI açacaðýný da çoðu zaman hiç sorgulamýyoruz. Bilge kiþi için karþýlaþtýðý her olay veya durum geçilmesi gereken bir sýnav özelliði taþýr. Yani, bizlerin kendimize sürekli sormamýz gereken soru þudur: "Acaba ben bu sýnavý baþarý ile geçtim mi?". Çünkü sýnavý geçmezsek ayný sýnav farklý gibi görünen fakat aslýnda ayný olan bir diðer sýnav þeklinde karþýmýza çýkacaktýr. Amaç, hayatýmýzý istediðimiz gibi þekillendirmekten çok, kendi hayrýmýza olduðu kadar bütünün hayrýna olan davranýþlarý ve tercihleri yapabilmektir. Çünkü, sadece kendi isteklerimizi ön planda tutarsak çýkarcý bir toplum oluþur ve sen ben kavgasý sürer gider. Oysa ki her durumda "Bu seçeneðimle sadece kendimi mi düþünüyorum? Yoksa hem kendimi hem de toplumun genel çýkarýný mý düþünüyorum?" sorusunu sorabilmek gerekir. Kendi çýkarýmýzý hiçe saymamýz mümkün olmasa da toplumun genel çýkarýna ters düþen davranýþlardan kaçýnmak bir ahlâk ve bilgelik düzeyi gerektirir. Bu bilgeliði ve genel toplum ahlâkýný aileler ve okullar çocuklara yeterince aþýlayabiliyorlar mý? Kanýmca, asýl sorulmasý gereken ve üzerinde durulup çareler aranmasý gereken soru budur. Eðer toplumda bu tür "Sosyal Ahlâk" eðitimi ihmal edilirse zaman içinde yozlaþma artar ve dengesiz, hasta bir toplum oluþur. Sosyal Ahlâk'tan kasýt, toplum içinde yaþayan her ferdin tek bir birey olmadýðý bilinci içinde, diðer her ferde karþý saygýlý, sorumlu, disiplinli ve hoþgörülü davranmasýdýr. Sosyal Ahlâk 45 deðerleri güçlü olan bir toplum, saðlýklý bir þekilde yaþamaya devam eder ve dünyada saygýn bir yer sahibi olur. Sosyal ahlâký bir dýþ davranýþ þekli olarak yorumlamamak gerekir. Sosyal ahlâk sorumluluk ve katýlýmcýlýk da gerektirir. Olaylara seyirci kalmakla deðil, katýlmakla ve bütünsel bir enerji alaný yaratmakla dönüþüm saðlanabilir. Bunun için de fertlerin topluca belli bir bilgelik düzeyine ulaþmalarýnda yarar vardýr. Bilgelik dendiðinde, bilgiden öte bir farkýndalýk boyutu ve uygulamada güzellik kast edilmektedir. Zaten hayr sözü iyilik ve güzellik anlamlarýný da içerir. Eskiler eylem yaptýklarýnda "Hayr-hasenat"sözünü kullanýrlar, iyilik ve güzellik içeren davranýþlarý tercih ederlerdi. Hasenat sözü güzellik demek olan "hüsn" sözünün çoðuludur ve her seçimimizde iyiliðin ve güzelliðin de gözetilmesi gerekir. Bu sözle ayný zamanda kastedilen anlam insanýn yaptýklarý ile övünmemesi ve egosuna gereðinden fazla önem vermemesidir. Her insanda bir miktar ego vardýr çünkü ego bizim yaþamýmýzý sürdürmemiz için gerekli olan korunma mekanizmalarýný içerir. Ancak, egoya fazla düþkün olup aþýrý önem verenler bencil bir girdabýn içine düþerler ve yaþamlarýnda sürekli geçici tatminler peþinde koþarlar. O zaman da karþýlaþtýklarý sýnavlardan kalýrlar. Yani, ayný tür benzer sýnavlar yaþamlarý boyunca karþýlarýna çýkar. Ýnsan bir kere bir sýnavdan geçerse o sýnav bir daha karþýsýna çýkmaz. Artýk, ayný tür zorluklarla ve engellerle de karþýlaþmazlar. Çünkü iç ile dýþ arasýnda kesin bir ayýrým yoktur. SEVGÝ DÜNYASI 46 Eski Gün Iþýðýnýn Son Saatleri Yazar: Thom Hartman Çeviren: Arýn Ýnan Ponzi Düzeni Ponzi düzeni ortada yaþamý devam ettirecek hiç bir þey kalmadýðý güne kadar her þeyin herkes için çok iyi gittiði bir düzendir. Bu sürecin sonunda sistem yýkýlýr. Ponzi düzeninin adý, yaptýklarýyla herkesi büyülediði kadar herkese ibret olan bir Amerikalý giriþimciden gelir. 1917 yýlýnda Charles A. Ponzi, Florida'da boyacýlýkla uðraþan gezici bir adamdý. Birinci Dünya Savaþý henüz sona erdiðinden dolayý Avrupa'nýn finansal sistemleri ayak sürüyordu. Savaþ sonrasýnda meydana gelen finansal karmaþadan kendisine bir pay çýkarma fýrsatý sezinleyen Ponzi, binlerce kiþinin hayatýný mahveden ancak kendisini bir milyonere dönüþtüren bir fikri uygulamaya soktu. Ponzi, 1919'larýn sonunda Boston'a taþýnarak Pie Alley'de kendisine bir ofis açtý ve kurduðu þirkete "The Securities Exchange Company" adýný verdi. SEVGÝ DÜNYASI Ponzi'nin kurduðu þirket, Fransa ve Almanya'da çýkan cevaplý posta kuponlarýný (o zamanlar bunlar deðerlerinin çok altýndaydý) satýn almak ve bunlarý Amerikan dolarý üzerinden Amerika Birleþik Devletleri sýnýrlarý içinde satmak ve böylece çökmüþ Fransýz ve Alman ekonomilerinin paralarýnýn deðeriyle Dolar arasýndaki deðeri yansýtan bir kâr elde etmek üzere kurulmuþtu. (O sýrada Avrupa'da yaklaþýk 1 sent bedelle alýnabilen cevaplý posta kuponu ABD'de 6 tane 1 sentlik pulla deðiþtirilebilmekteydi. Bu, cevaplý posta kuponunu ucuz olduðu ülkede alýp pahalý olduðu ülkede bozdurmaktan ibaret bir tür döviz ticareti olarak görülebilir. O sýrada Avrupa dövizlerinin çökmüþ olmasý, posta fiyatlarýnýn ise yeni duruma göre düzenlenmemiþ olmasý dolayýsýyla bu gerçektir.) Aslýnda böylesine bir düzen imkânsýzdý ancak Ponzi ve ona ilk para yatýranlar bundan büyük bir servet elde ettiler. Ponzi yatýrýlan paranýn karþýlýðýnda sadece 45 gün içinde %50 faiz geliri vaat 47 ettiðinden dolayý Boston'da yaþayan 40.000 kiþi tasarruflarýný ona yönlendirmiþti. Ona ilk para yatýran bir kaç bin kiþi çok zengin olduðundan dolayý Ponzi de onlara vermiþ olduðu sözü tutmuþ oldu. Ancak daha sonra Ponzi faizleri ödeyebilmek için yeni yatýrýmcýlarýn paralarýný kullanmaya baþladý. Ponzi'ye ilk para yatýranlar çevrelerindeki kiþilere ne kadar hýzlý bir þekilde zengin olduklarýný anlatmaya baþladýklarýnda haber her yana kýsa bir sürede yayýldý. Pie Alley'deki ofiste çalýþan düzinelerce eleman dev para stoklarýný sayabilmek için geceleri de mesai yapmaya baþladýlar. Böylece altý ay içersinde 15 milyon dolar topladýlar. Ponzi, baþarýlý giriþiminin baþ döndürücü günlerinde kendisiyle yapýlan bir röportaj sayesinde yaþayan en büyük Ýtalyan diye anýlmaya baþlandý. Kendisiyle röportaj yapan gazeteciye kendisine bu ismi taktýðýndan dolayý tevazuyla: "Hayýr yanýlýyorsunuz. Benden daha büyükleri var. Örneðin Amerika'yý keþfeden Kristof Kolomb ve radyoyu icat eden Marconi" diye cevap verdi. Daha sonra hakkýnda çýkan olumsuz haberlerle Ponzi'ye para yatýranlar azalmaya baþladý. Sisteme yeni para girmediði için ilk yatýrýmcýlarýnýn faizlerini ödeyemedi ve böylece de elindeki paralarla birlikte kayýplara karýþtý. Benzer bir olay da 1996 yýlýnda Albania'da meydana geldi. Bu da en az Ponzi olayý kadar vahimdi ve eyaletin hükümeti neredeyse düþme noktasýna geldi. Bu olayda da Albania eyaletinde yaþayan insanlarýn çeyreðinden fazlasý tüm tasarruflarýný yerel bir organize örgüte kaptýrmýþlardý. Hükümet üyeleri serbest piyasada bu tarz hareketlerin ola- 48 bileceðini savunduklarýndan dolayý hiç bir önlem almamýþlardý. Hükümetin tek hedefi kapitalizmi yaþatmaktý. Bu olayýn sonucunda Albania eyaletinin vatandaþlarý yatýrdýklarý paranýn bir kuruþunu bile geri alamadýlar. FOSÝL YAKITLARIMIZ DA BÝR PONZÝ DÜZENÝ MÝ YARATACAK? Dünyamýz da fosil yakýtlar olarak depolanmýþ enerjiyi sürekli olarak kullanýyor ve tüketiyor. Öyleyse dünyamýz da týpký bir Ponzi düzeni gibi mi veya daha önce sözünü ettiðimi yazýlým þirketi gibi mi iþliyor acaba? Sanýrým daha çok yazýlým þirketi gibi iþliyor ama Ponzi düzenine benzer taraflarý yok deðil. Yeryüzü kýsýtlý miktarda fosil yakýtlara sahiptir. Tam kapasitenin ne olduðu konusunda farklý görüþler olsa bile hiç kimse bu yakýtlarýn sonsuza kadar yeteceðine inanmamaktadýr. Biz insanlar bu yakýtlarý artan nüfusu destekleyebilmek için kullandýk. Peki ya bu yakýtlar biterse ne yapacaðýz? Yeryüzünün bereketli olduðu zamanlarda çeklerini eksiksiz alanlar yaþama þanslarýnýn gayet yüksek olduðunu zannedebilirler. Her hangi bir nükleer savaþ veya yeryüzünün tamamýný etkileyecek düzeyde bir salgýn hastalýk baþ göstermediði sürece bu kiþiler haklý olabilirler. Ancak esas þanssýz olanlar geriye kalan gýdaya ve enerjiye muhtaç olanlardýr. SEVGÝ DÜNYASI Hatýrlayacaðýnýz gibi yazýlým þirketindekiler de hayatlarýný devam ettirebilmek için baþka bir iþin arayýþýna girmiþlerdi. Ancak dünyamýzda petrol bitmeye yüz tuttuðunda, kapýlarý kapayýp da baþka bir enerji kaynaðýna gidemeyiz. Tarihin binlerce yýlý boyunca yakýt azalmaya baþladýðýnda savaþlarýn patlak verdiðini çok iyi tecrübe etmiþizdir. Yeni enerji kaynaklarý ise daha henüz geliþtirilmemiþtir. Ancak, fosil olmayan enerji kaynaklarý da vardýr ve bunlarýn kullanýmý ise gittikçe yaygýnlaþmaktadýr. Ne yazýk ki Pulitzer ödülü sahibi Ross Gelbspan (1997 yýlýnda yazdýðý bir kitapta) Amerikan petrolü ve kömür endüstrisinin bu yeni teknolojilerin geliþmelerini baltaladýklarýný söylemiþtir. Gelbspan'ýn açýkça gösterdiði gibi, alternatif enerji kaynaklarýmýzý geniþletmemiz gerekmektedir ki gelecekte çocuklarýmýz yaþayabilsinler. (Gelecek ay: Konumuza "Eski Hastalýklar Yeniden Ortaya Çýkýyorlar" baþlýðýyla devam edeceðiz) “Lütfen Yeni Yýlda Aboneliðinizi Yenilemeyi Unutmayýnýz!..” Deðerli Okuyucularýmýz Sevgi Dünyasý Dergimiz Haziran 2007 tarihinden baþlamak üzere yalnýzca abonelerimize ulaþmaktadýr. Bizlerle olmaya devam etmek istiyorsanýz, Oba Sok. Sýlla Ap. No: 7/1 Cihangir/Ýstanbul adresine mektupla veya Haberleþme Sorumlusu ve Okur/Abone Ýliþkileri: Kazým Erdemoðlu’na (0212) 252 85 85 no’lu telefonla, (0212) 249 18 28 no’lu faxla abone adresinizi bildirmenizi rica ederiz. En içten sevgilerimizle Sevgi Dünyasý Adý, Soyadý: Adres: Posta Kodu: Ýlçe: Ýl: Tel: Abone ücreti: ..................................................... ..................................................... ..................................................... ..................................................... ..................................................... ..................................................... Yurt içi (40 YTL) ................ Yurt dýþý (50 YTL) ................ Posta Çeki No: 385999 (Sevgi Yayýnlarý)
Benzer belgeler
2008 Eylül Sayı - xn--sevgiyaynlar
Allah’ýn Varlýðý Hakkýnda
Bir Tartýþma - II .................................... 2
Dr. Refet Kayserilioðlu
2009 Mayıs Sayı - xn--sevgiyaynlar
Allah’ýn Varlýðý Hakkýnda
Bir Tartýþma - II .................................... 2
Dr. Refet Kayserilioðlu
2007 Haziran Sayı - xn--sevgiyaynlar
Aydýnlanma Yolunda Ýnsan ............... 42
Doç. Dr. Halûk Berkmen
2009 Eylül Sayı - xn--sevgiyaynlar
Tonguç Hakkýnda - 2 ........................ 14
Yalçýn Kaya