Yeni Divriği Gazetesi SAYI-43
Transkript
Yeni Divriği Gazetesi SAYI-43
15 OCAK 2013 SAYI: 43 SAYFA 1 İST’DAKİ SİVAS PLATFORMUNDA ÖNEMLİ BİR SUNUM: “TARLALARIN BİRLEŞTİRİLMESİ PROJESİ” PİLOT UYGULAMA SİVAS’TA! İstanbul Sivas platformunun, Mecidiyeköy kültür merkezinde, 06 Ocak 2013 günü düzenlediği proje tanıtım toplantısına çok sayıda Sivas Merkez ve ilçelerinden katılım oldu. Projeyi hazırlayan ve sunan Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığının 8 yıldır müsteşarlığını yapan hemşerimiz, ziraat yüksek mühendisi Sn. Vedat Mirmahmutoğulları.Heyecanlı sunumu dikkati çekti. İnandırıcılık kazandırdı. Konu özetle şöyle:Amaç, mevcut yasalarda bölüne bölüne çok küçülmüş olan tarım arazisinin, tarlaların tapusu mal sahiplerinde kalmak üzere, sınırlarının ortadan kaldırılarak komple ekilip biçilmesi...Birbirleriyle sınırdaş, aynı ürün ekilebilecek ne kadar tarla varsa birleştirilerek, tapuda 400500 parsel gözüken arazi 4-5 parsel olarak mütalaa edilecek;şirketler aracılığı ile profesyonelce tarıma kazandırılacak.Köyünde yaşayan vatandaş öncelikle istihdam edilecek, gurbetteki mülk sahipleri de şirketin yıllık kazancından payına düşeni alacak. HADİ BAKALIM MUSTAFA TARAKÇI 2012’nin son gününde Ulusal gazetelerin birinde manşet olarak PKK/Kürt meselesi verilmişti: “Masada takvim var” deniliyor, ardından da şu ifadeler kullanılıyordu: ”İmralı’yla yürütülen ve ana gündem maddesi PKK’nın silah bırakması olan temaslarda bir takvim belirlendi. (Devamı,s.8’de) Hangi arazide en iyi hangi ürün yetişirse o ekilecek, ziraat mühendisleri aracılığıyla modern tarım yapılacak. Ekilmeyen arazi bu suretle ülke ekonomisine yeniden kazandırılmış olacak. Türkiye’nin öncelikle bir tarım ülkesi olduğu yeniden hayata geçirilecek. Bu proje ülke çapınca 2. Büyük alana sahip Sivas’ta ilk olarak hayata geçirilmek isteniyor. Toplantıda hazır bulunan Ak Parti Genel Başkan yardımcısı, Koyulhisarlı hemşerimiz Sn. Ekrem Erdem, yaptığı kapanış konuşmasında bu projeye olan inancını ve projenin arkasında olduğunu belirtti. Bu proje, kurulacak şirketler vasıtasıyla hayata geçirilecek. Bu şirketlere 6. Bölge teşvik primleri verilecek. Gerekirse yabancı şirketlerde bu sahada çalışabilecekler. Şirketlerin öncelikle yöre insanı tarafından kurulması ve yönetilmesi özendirilecek. Konunun hayata geçirilmesinde, gurbetteki köy derneklerinin, federasyonların, Sivas Platformunun, diğer sivil toplum kuruluşların önemine vurgu yapıldı. Soru-cevap periyodunda söz alan hemşerimiz Prof. Dr. Mahir Tevrüz; projeyi destekleyen ifadeler kullandı. Ayrıca bu konunun yalnız tarımda değil, hayvancılıkta da uygulanmasına dikkat çekti. Akıncılar, Koyulhisar, Suşehri, Yıldızelili hemşerilerimiz proje hakkında duydukları memnuniyeti ifade ettiler. Ancak, bu projenin hayata geçirilmesi için yasal düzenlemeler yapılmasını ihtiyaç olabileceğini vurgulayanlar da oldu. İrtibat: [email protected] Ankara’da Temel Atma Töreni Ankara’da DİVRİĞİ VAKFI İLE TAŞAL GRUP İNŞAAT LTD. ŞTİ, 2012 yılının Eylül ayı gibi kat karşılığı inşaat sözleşmesi yapmış, sözleşme sonrası gerekli yasal işlemler sonucu inşaat ruhsatı alınmış,05/01/2013 tarihi itibari ile değerli vakıf üyeleri ve hemşerilerimizin katılımı ile temel atmakla, birlikte kurban kesilmiş ve törene katılan tüm Divriğili dostlarımıza Karasar Köy Derneği’nde pilav ikram edilmiştir. Konu ile ilgili olarak Vakıf Başkanı Sayın Cemal Karahalil şu bilgileri vermiştir: “Tuzluçayır’daki arsamızda,her katta 2 daire olmak üzere yapılacak toplam 10 dairenin 4 ü Vakfımıza ait olacaktır. Dairelerin satışından elde edilecek gelirle, Divriği de Divriği Belediyemizin açmış olduğu ihaleden aldığımız arsanın (eski hastane yakını) üzerine bakıma ihtiyacı olan yaşlılarımızın kalan yaşamlarını huzur ve güven içerisinde geçirecekleri YAŞLILAR EVİ, misafirlerimizin konaklayacağı DİVRİĞİ KONUKEVİ yaptırmayı, kalacak parayla da ANKARA da, gücümüz oranında Derneklerimizle ortak arazi alıp, içerisinde sosyal tesislerimizin de olacağı DİVRİĞİ ormanı ve Piknik alanı yapmayı planlıyoruz.” Yeni Divriği Gazetesi olarak bu düşünce ve faaliyetin hayırlı uğurlu olmasını diliyoruz. Röportaj: MEHMET BIYIK KÖMÜR YARDIMI “Her insan kendi ismini taşıyan bir okul olmasını ister. Divriği’ye bir okul daha kazandırmak gayreti içindeyiz. Milli eğitim ve üniversite ile görüşmelerimiz devam ediyor. Henüz bir karara varmış değiliz...” Mehmet Bıyık Divriği Kaymakamlığı Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakfı tarafından ilçemiz köy ve mahallelerinde kayıtlı ihtiyaç sahibi, yaşlı, özürlü, öğrenci, şehit ve gazi ailelerinden oluşan 400 haneye 600 ton kömür yardımı yapılmıştır. * www.mustafatarakci.com Özgeçmiş 15 OCAK 2013 SAYI: 43 SAYFA 1 ÜCRETSİZDİR 15 OCAK 2013 SAYI: 43 Çarşamba Pazarı SAYFA 2 DİVRİĞİ’DE KIŞ-2013 Akarsu Divriği’den bildiriyor Akarsu Divriği’den Bildiriyor: 2012’de Divriği’ye iyi kar yağmıştı. Çarşı içinde 15-20 cm. ye varan kar kalınlığı vardı. Arabalar yollarda kalmıştı. Bu sene de kış kendini iyice gösterdi.7,8,9,10 Ocak 2013 günleri aralıklarla yağan kar bazı ağaç dallarının ağırlığa dayanamayıp kırılmalarına sebep oldu. Divriği'de yoğun kış şartlarının etkileri görülmeye devam ediyor. 9 Ocak 2013 Çarşamba günü ilçe pazarı oldukça cansız geçti. Yolların kapalı olması nedeniyle birçok pazar esnafı pazar yerine gelemedi. Satış yapan birkaç esnafın haricinde neredeyse kimse yoktu. Alış-veriş için gelen insan sayısı da çok azdı. Fiyatlarda bir hayli yükselme oldu. Hamsi 5, marul 2,5, kestane 7,5-10, domates 3-4, portakal 11,5, muz 5, nar 2,5, salatalık 2, karnabahar 2 TL'den pazar kasalarına çıktı. Divriği'nin pazarı meşhurdur. Tıklım tıklım olan, yoğun alışverişlerin yaşandığı Çarşamba Pazarı'nın neredeyse boş olması enteresan karşılandı... Edinilen son bilgilere göre kar kalınlığının yer yer bir metreye ulaştığı, Divriği’de adeta dayatın durma noktasına geldiği doğrultusunda... Öğretime ara varildi. Araç trafiği nerdeyse durdu. Çoğu köyle irtibat kesildi. İlçe Özel İdare Müdürlüğü’nün yoğun gayreti,ulaşıma kapanan 30 kadar köyün yollarının kısa sürede açılacağına işaret gibi.... Sokaklarda insan görmek neredeyse imkansız. Çarşı esnaflarından Yeşil Divriği Pide Fırını sahibi olan Dağıstan Yıldırım’la yapmış olduğumuz sohbette pide satışının yarı yarıya düştüğünü, işlerde azalma olduğunu öğrenildi. Çarşıdaki diğer dükkan esnaflardan Fuat Dağdelen,Çarşı’nın boş olmasında köylerden gelenin olmamasının da rolü olduğunu söyledi. Şoför esnaflarından Naci Küpeli, yoğun kar yağışı dolayısıyla taksilerle işe çıkamadıklarını, mahalle aralarına araçlarla giremediklerini, hatta zaman zaman siftah etmeden günü bitirdiklerini söyledi. İrtibat: [email protected] DİVRİĞİDE DOĞAYA YEM BIRAKMA Akarsu Divriği’den bildiriyor Divriği İlçe Gıda, Tarım ve Hayvancılık Müdürlüğü ekiplerince 08.01.2013 tarihinde ağırlaşan kış şartlarından olumsuz etkilenen kuşlar ve diğer yabani hayvanlar için doğaya yem bırakıldı. Divriği İlçe Gıda, Tarım ve Hayvancılık Müdürü Hasan Hüseyin Özdemir’ in yaptığı açıklamada; her yıl olduğu gibi Maltepe Köyü anayol güzergâhı, Yazı Köyü anayol güzergâhı ve çevresine ekiplerimizce olumsuz hava koşullarından etkilenen kuşlar ve yabani hayvanlar için yem bıraktıklarını söyledi. Kış aylarında yaban hayvanlarının aç kalmaması için ilçemizde yoğun bir şekilde çalışıyoruz. Yem bırakmak için belirlenen noktalar var. Yem bırakma işlemini yerleşim yerlerinden uzak, yaban hayvanlarının yoğunlukla yaşadığı yerlerde yapıyoruz. Şu an yapılan bu çalışmalarda özellikle geçmiş yıllara oranla azalan keklik populasyonunun artacağını düşünüyoruz. Özdemir, sürdürülebilir bir yaban hayatı için bu tür çalışmalara önem verdiklerini kaydetti. Genel Yayın Yönetmeni ve Yayın Koordinatörü MUSTAFA TARAKÇI Mizanpaj: Mutlucan AYDIN Bünyamin ŞAHİN Halkla İlişkiler-Tanıtım: Ayla YERLİKAYA VERGİ DAİRESİ: Göztepe VERGİ KİMLİK NO: 8.230.105.579 15 OCAK 2012 SAYI:43 SAYFA 2 ÜCRETSİZDİR 15 OCAK 2013 SAYFA 3 SAYI:43 SİVAS-ANKARA, SİVAS-İZMİR, SİVAS-ANTALYA Müsteşar Soluk’tan yılın ilk müjdesi. Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanlığı Müsteşarı hemşerimiz Habib Soluk, Sivaslılara yılın ilk müjdesini verdi. Sivas-İstanbul karşılıklı uçak seferlerinin halen devam ettiğini ve vatandaşlardan ciddi bir talep gördüğü için doluluk oranlarının yüzde yüzlere kadar çıktığını belirten Soluk, 2013 yılında ilimizden yeni uçukların başlayacağının da müjdesini verdi. Hazırlanan uçuş programı kapsamında Şubat veya Mart ayında Sivas’tan daha önce iptal edilen Ankara ile birlikte Antalya ve İzmir’e uçak seferlerinin başlayacağını müjdesini veren Soluk, “İstanbul’un yanı sıra en fazla Sivaslı bulunan illerimizin başında İzmir ve Antalya’da geliyor. Buradaki hemşerilerimizin sılasına özlemini gidermesi, ilimizdeki hemşerilerimizin ise gurbetteki yakınlarını ziyaret edebilmesi için uzakları kısaltarak uçuş planları hazırladık. Şubat ayının sonunda veya Mart ayının başında Sivas’tan İstanbul’un yanı sıra Ankara’ya, İzmir’e ve Antalya’ya uçak seferleri başlayacak” dedi. “UÇAĞINIZA SAHİP ÇIKIN” Sivas’tan İstanbul, Ankara, İzmir ve Antalya’ya yapılacak uçak seferlerinin aksatılmadan devam etmesi halinde yurtdışı uçuşlarının da başlayabileceğini dile getiren Soluk, Sivaslıların uçağa sahip çıkmalarını istedi. Soluk, uçakların doluluk oranına göre uçuşların devam edip etmeyeceğine karar verildiğini belirterek, “Şirketler uçakları boş olduğu durumda uçuşları iptal ediyor, ancak talep olduğu takdirde yeni seferler dahi koyabiliyor. Benim Sivaslı hemşerilerimden istediğim uçağa talep ve ilgi göstermeleridir” dedi İrtibat: [email protected] İYİ Kİ BU GAZETEYİ ÇIKARIYORUZ! Yalnız din kardeşi değiliz! HABER/ANALİZ: M.T.-İst. Başbakan Erdoğan 29 Aralık 2013 günü Şanlıurfa’daydı. Şanlıurfa’nın bağımsız bir belediye başkanı olmasına karşın, çok kalabalık bir kitle Erdoğan’ı dinlemeye gelmişti. Morali yerinde gözüken ve bazı kelimelerin üstüne basa basa konuşan Başbakan, önemli bir tespit ve yaklaşımı dile getirdi. Tartışmaya değer bu sözleri aşağıya aldım: “Ne Arap’ın Kürt’e, ne Kürt’ün Türk’e, ne Türk’ün Kürt’e üstünlüğü yoktur. Hepimiz kardeşiz. Birbirimizi paradan, puldan, makamdan, ırktan dolayı sevmeyeceğiz. Sadece Yaradan’dan ötürü seveceğiz. Mesele budur. Bizi birbirimize bağlayan en güzel bağ, mensubu olduğumuz İslam’dır, o kardeşliktir.” Bu yaklaşımla Sayın Başbakan, Türk-Kürt kardeşliğini yalnız bir parametreye, yani İslam’a İndirgemekle biraz haksızlık eder gibi olmaktadır. Kardeşliğimizin başka gerekçeleri, başka nedenleri de vardır. Mutlaka din kardeşliği çok önemlidir ama bütünü anlatmaya yetmez! Kardeşliğimizin tam ifadesi “kültür” dür. Kültür kardeşliğidir. Zira kültür’ün içinde kuşkusuz din vardır. Ama dinden başka tarih, ortak geçmiş, gelenek görenekler, güzel sanatlar, ahlak, hukuk, vatan sevgisi, yaratılan ortak edebiyat, müzik, tiyatro, sinema, ortak hukuk içinde yaşama, alınan benzer terbiye,ve eğitim; düşmana karşı birlikte hareket etme... Tüm bu ve buna benzer özellikler kültür olgusunun birer parçası... Biz,”din, tarih ve kültür kardeşiyiz” dense mesele daha iyi tanımlanmış olacak. Tüm bu ortak özelliklerimiz varken, bu topraklar da 1000 yıldır ortak bir kaderi paylaşıyorken,ortak ticari faaliyetler, hısımlık ilişkilerimiz varken,tüm bunları bir kenara itip “din kardeşiyiz” demek uygun ve yeterli değildir. Bu yaklaşım her şeye din odaklı bakmayı da beraberinde getirir ki bu da laik düşünmeye, laik yaşam biçimine aykırıdır.”Din vardır ve lüzumludur.”Ancak, gerek toplumların, gerekse ailelerin ilişkilerinde din her şey değildir. O kadar çok insan var ki hiçbir dini eylem ve söylem içinde olmadan yıllardır yaşayıp gidiyor... 06 Ocak 2013 günü Mecidiyeköy çok katlı otoparkın üst katında, Sivaslı hemşerilerimizin pek çoğunun şu veya bu nedenle gitmiş olduğu sosyal tesis konferans salonu girişinde; “köylerde tarlaların birleştirilerek topluca ziraata açılması konferansı” öncesi hemşerimiz Sn. Prof. Dr. Mahir Tevrüz ile sohbet ediyoruz. Konuşmamızın bir yerinde, güzel bir gazete çıkardığımı söyleyip, beni tebrik ettikten sonra şu bilgiyi vermesi, onca emeğin heba olmadığı konusunda güzel bir örnekti, bana büyük cesaret ve mutluluk verdi: Geçen sayımızda Divriği’ye yapılacak TOKİ evlerinin 8 kat olacağını belirtmiş, onun 4/5 kata indirilmesini istemiştik. Mahir hocamız bu haberi okuduktan sonra tutmuş Belediye Başkanını telefonla aramış; böyle böyleymiş demiş. Ne güzel değil mi? İşte bu gazete bunun için var. İyi ki bu gazeteyi çıkarıyoruz. İyi ki sizlerde okuyorsunuz. Teşekkürler… REKLAMIN ÖNEMİ! Son günlerde İstanbul’un önemli caddelerinde HABERTÜRK GAZETE ve Televizyon’unun yazarlarını ve ekran yüzlerini gösterir afişler var. İki yıldır ”Yeni Divriği İnternet Gazetesi”ne emek verenler olarak, bu reklamlarla, büyük küçük bütün medya unsurlarının dertlerinin ortak olduğunu gördük. Demek, TV olarak aldıkları reklam gelirleri; Gazete olarak aldıkları gazete ücret ve reklam gelirleri yeterli gelmiyor ki, reklamla reklam kazanma yoluna gidiyorlar! ŞİİR YARIŞMASI Yeni Divriği İnternet Gazetesi eski sayılarını okumak için www.mustafatarakci.com Sitesini tıklayınız. 15 OCAK 2013 SAYI: 43 “DİVRİĞİ” Konulu şiir yarışması düzenlenmiştir. Divriği’nin özellik ve güzelliklerinin yansıtıldığı,azami5 dörtlük veya 30 satırı geçmeyecek şiirler değerlendirilmeye alınacaktır. Şairlerimizin Divriği doğumlu ve şiirin yeni kaleme alınmış, daha önce hiçbir yerde yayınlanmamış olması aranacaktır. 1nci,2nci,3ncü seçilen şiirlere gazetemizde de yayınlanacak “onur belgesi” verilecektir. Yarışma Ocak 2013 ayı için geçerlidir. Sonuçlar 1 Şubat 2013 tarihli sayımızda yayınlanacaktır. ÖZEL NOT Gazete yönetimi olarak aşağıdaki hemşerilerimizin özellikle katılımımı arzu ediyoruz: İsmail Aydoğmuş, Mahir peşken, Hasan Kocabaş, Arzu Karaca, Sefer Kocakaya,Ahmet Yozgatlı, Mustafa Şekerci, Ali Höbek,Divriği’deki Liselerin edebiyat öğretmenleri ve öğrencileri, MYO’nun Divriği doğumlu öğretim üyeleri ve öğrencileri DEĞERLENDİRME KURULU: Mustafa Akgün, İsmail Aydoğmuş, Ali Haydar Yalçın, Ahmet Yozgatlı, Mustafa Tarakçı SAYFA 3 ÜCRETSİZDİR 15 OCAK 2013 SAYI: 43 YARIM ASIRLIK GAZETE: YEŞİL DİVRİĞİ! (İkinci ve son Bölüm) Fatma Pekşen’den SÖYLEŞİ “Muhakkak arşiviniz vardır. İlk çıkan gazete duruyor mu? Eski sayılardan yararlandığınız oluyor mu?” “Ne yazık ki ilk çıkan gazetemiz durmuyor. Üç dört yıllık arşivimiz, o yıllarda Iğımbat’tan gelen ve birkaç kişinin boğulmasıyla neticelenen selde yok oldu, suya kapılıp gitti. Ben şahsen çok merak ediyorum bu ilk sayıları. İhsan Çalapverdi ağabey, kendisinde ciltlenmiş halde Yeşil Divriği Gazetesi’nin eski sayılarının bulunduğunu söyledi çok mutlu oldum. Bazı kütüphanelerde de ilk sayılardan varmış.” “İlk günden beri aboneliğini sürdüren var mı?” “Vardır elbette. Birden aklıma gelmiyor ama çok sadık okuyucularımız var. Kutlu Özen, Samim Başbuğ, Necati Yüksel, Sabri Koz, Ahmet Yozgatlı bunlardan bazıları. Ellerine gazete ulaşmadığı zaman, telefon açıp ahvalini soranlar var. Hatta büyük şehirlerde, apartmanlardaki posta kutularında bizim gazeteyi görünce, birbirleri ile hemşeri olduklarını anlayıp dostluk kuranlar oluyormuş. Daha önce birbirini tanımazken, gazete aracığıyla kaynaşmış olmaları bizi mutlu kılıyor elbette.” “Ne gibi tepkiler alıyorsunuz? Olumlu ya da olumsuz…” “Olumlu yönde oluyor ekseriyetle. Kötü bir durum yaşamadık şimdiye kadar.” “En uzak aboneniz nerede? Yani en uzak hangi şehre ya da ülkeye gidiyor Yeşil Divriği? “Abonelerimiz arasında Türkiye dışında Almanya, Hollanda, Fransa baş sırayı alıyor. Amerika bile var. Amerika’dan Ali Mansuroğlu’na her sayısı muhakkak gidiyor.” “Nerde basılıyor?” “Siyah-beyaz olanı biz burada kendi matbaamızda basıyoruz. Renkli olan özel basımları ise Ankara’da bastırtıyoruz. “Kaçıncı kuşak gazeteye emek vermekte şimdi?” “Babam gazetenin kurucusu ve emekçisi olarak halen çalışıyor. İki kız kardeşim, eşim ve ben de emek veriyoruz. Dedem Mahmut Bozkurt da 1975’ten 1990’a kadar Divriği’nin Sesi Gazetesi’ni çıkardı. Dedemi de hesaba katarsak üçüncü kuşağız şu anda. Kız kardeşlerimden Hâkime Fazilet Özdoğan bizden emekli olmasına rağmen, hâlâ muhabirlik yapıyor. Bolu Mudurnu’da evli olan, oradaki bir hastanede hemşirelik yapan diğer kız kardeşim Adalet Elifhan Nural da evlenene kadar gazeteye hizmet etti. Eşim Özlem Tan Bozkurt gazetenin yazı işleri müdürlüğünü yürütüyor.” “Torunlar içinde gazetecilik eğitimi gören, görmek isteyen var mı?” “Henüz yok. Ama zaten otomatik olarak gazete havasını solumuş oluyorlar. Eğitimini alsalar da almasalar da içinde bir şekilde yer alıyorlar zaten.” “Gazeteyi doldurmak zor olmuyor. Haberler, spor haberleri, köşe yazarları, kayıp ilanları, duyurular, tebrikler, ihaleler vs derken bazen yer yeterli gelmiyor bile. Yazarlarımız elbette ki sevilerek okunuyorlar. Emek verilip hazırlanmış yazılar, geleceğe önemli bir miras olarak kalacak düşüncesindeyim.” “Gazete için haber yaparken başınıza gelmiş kötü bir olay var mı?” “Çok ağır bir şey atlatmadık ama bir keresinde bir haber için Arege Köyü’ne gidiyorduk. Mahmut Pancaroğlu’nun cipi içindeydik. Köye az bir mesafe kala, coşkun akan derenin içinden geçerken cip takla atarak devrildi. Herkes dışarı çıkabilmiş, ben çıkamadım. Kendimi de kaybetmişim. ‘Muraaat… Muraaattt!’ sesleriyle kendime geldim. Canımı dışarı zor attım.” “Komik, unutamadığınız bir olay yaşadınız mı peki?” “Bazen oluyor. Ben İzmir’de Belediye Gazetesi’ni çıkarırken bir gün parkta oturuyordum. Baktım yan tarafta bir adam bulmaca çözüyor. Çözdü çözdü, bir yere geldi takıldı kaldı. Uğraşıyor uğraşıyor bulamıyor. Ben dayanamayıp cevabını söyledim. Ters ters baktı bana. ‘Sen nereden biliyorsun?’ dedi. Ben de ‘o bulmacayı hazırlayan benim’ dedim. Gülüştük. 01 OCAK 2013 SAYI: 42 SAYFA 4 İrtibat: [email protected] Gene 70’li yıllarda bir köyde cinayet işlenmiş. Savcı, jandarma, polis kalabalık bir ekiple olay mahalline gitmiş. Babam Hayber Bozkurt da yanlarında tabii. Ölmüş olan adam yerde yatıyormuş. İki kaşının ortasında da kurşun deliği varmış. Kendilerini götüren şoför, saf saf ‘Allah gözünü korumuş. Ya bir de gözüne isabet etseydi!’ deyince, cenaze sahipleri de dâhil herkes kahkahalarla gülmüş.” “Gazete haberi için en meşakkatli olarak nerelere gittiniz peki? Endişe, korku yaşadığınız oluyor mu? “Oluyor elbette. Eski dönemlerde teröristler tarafından yol kesmeler yaşandı meselâ. Tünel içinde iki tren çarpışıyor. Maden’de ağır bir kaza oluyor. Yangın, toprak kayması filan oluyor. Hepsine de gitmek durumunda kalıyorsunuz. Tehlikeyi göze alıyorsunuz ister istemez. Aslında Divriği sakin bir yer. Ağır vakalar olmuyor.” “Coşku da oluyordur muhakkak” “Olmaz mı? Meselâ Sadık Özgür Hastanesi’nin temel atma töreni çok görkemli, sevinçli oldu. Günün bitmesini istemedik. Zaten tarihi bir yer olması sebebiyle ilçemizin ziyaretçisi hiç eksik değil. Çeşitli toplantılara ev sahipliği yapıyor. Ulucamii’yi, türbeleri, konakları, çeşmeleri görmeye gelenler oluyor. Doğa turizmi, inanç turizmi ivme kazanıyor. Böyle olunca da gazetemizin ziyaretçisi de eksik olmuyor. Hepsine de yetişmeye çalışıyoruz. Matbaa da olduğu için işlerimiz çok oluyor. Ben şahsen kimsenin hazır haberine itibar etmiyorum. Gidip direkt kendim gözlemleyerek yazıyorum.” “Keşke başka meslekte olsaydım diye pişmanlık duyduğunuz oldu mu hiç?” “Hayır. Olmadı. Ama kolay bir mesleği icra etmediğimizi de özellikle vurgulamak isterim. Gazetede yayınlanan yazı artık sizden çıkmış oluyor. Sorumluluğunu taşımak durumundasınız. Ayrıca matbaanın çalışmalarını yürütmek durumundayız. Kartvizit, davetiye, ilân, broşür, katalog, takvim filan hepsi de kafa yorulması gereken çalışmalar. İmlâ hataları, bozuk ifadeler, yanlış tarihler olmamalı. Bunca çalışmanın yanı sıra Divriğispor basın sözcülüğü var, TRT muhabirliği var. Özellikle yaz aylarını daha yoğun yaşıyoruz.” “Zaman zaman sizden, yani Bozkurt Matbaası’ndan çıkmış olan kitaplara rast geliyoruz. Bu yönünüz de mi var?” “Okul yıllarındayken edebiyatım iyiydi. Amcalarımdan birisi şairmiş, genç yaşta vefat etmiş. Yazıya, kaleme yatkınlığımız var. Divriği Kaymakamlığı’nın “Mâzi ve Âti’nin Gözdesi: Divriği” kitabını çıkardık en son. Bunun gibi başka çalışmalarımız da var.” “Sizce gazetecilik erkek mesleği mi? Bayan eleman kalıcı oluyor mu?” “Öyle bir ayrım yapamam elbette. Bizimki biraz aile mesleği gibi. Eşim ve kız kardeşlerim dışında bayan elemanımız olmadı. Staj için gelen kız öğrenciler oluyor o kadar. Ekseriyetle erkek çalışanımız oldu.” “Haber mi sizi buluyor, siz mi haberi buluyorsunuz?” “Ekseriyetle biz buluyoruz. Sayfa sayımız çok fazla değil zaten, dolması zor olmuyor.” “Gazete aracılığıyla kayıp bulma, eski dostunu bulma gibi hayırlı işlere vesile oldunuz mu hiç?” “Yakınlarda hatırlamıyorum ama olmuştur muhakkak” “Kaç sefer özel sayı çıkardınız peki? Bu özel günler nelerdi acaba?” “Haftalık 1500 adet Yeşil Divriği Gazetesi basıyoruz. Sekiz tane ilçe kütüphanesine gönderiyoruz. Resmi dairelere gönderiyoruz. Sivas’ta Vilayet’e, Karayolları’na, Vakıflar’a, Devlet Su İşleri’ne, Divriğili bürokratlara, Sivas milletvekillerine gönderiyoruz. Aboneler var zaten. Özel sayılarda ise 4000’i aşkın okura ulaştırıyoruz. Özel sayılar, gazetenin kuruluş yıldönümü, Demir-Çelik Madeni’nin kuruluş yıldönümü, Maden Festivali gibi özel durumlarda basılıyor daha çok. On ila yirmi sayfayı buluyor bu da.” “Murat bey bizi misafir ettiğiniz için teşekkür ediyor, yeni yaşınızı kutluyor, nice elli yıllara diyoruz.” “Ben de size Yeşil Divriği Gazetesi adına teşekkür ediyorum.” SAYFA 4 MEHMET BIYIK Makine Müh./ İş Adamı *Her insan kendi ismini taşıyan bir okul olmasını ister. Divriği’ye bir okul daha kazandırmak gayreti içindeyiz. Milli eğitim ve üniversite ile görüşmelerimiz devam ediyor. Henüz bir karara varmış değiliz. * Divriği’de sanayileşmekten çok tarım, hayvancılık, turizm konusunda bir şeyler yapmak lazım! Bu konuda Divriği’deki hemşerilerimizle hemfikir olmamız lazım! *Kaymakam Bey devletin temsilcisi. Onun görevi ayrı. Bana göre Belediye Başkanı Divriği’nin sahibi olmalı. Hepimizin önüne düşmeli. MUSTAFA TARAKÇI: Divriği’nin önde gelen iş adamlarından Mehmet Bıyık, çokları tarafından tanınır. İş dünyası içinde olduğunuz bilinir.”Bıyık”soyadı Divriği’de saygın bir soyad’dır. Sizinle epey bir süredir tanışıyoruz. Okurlarımızın sizi tanıması açısından kendinizden biraz söz eder misiniz? Divriği’den ne zaman ayrıldınız, tahsil ve iş hayatınız,Aileniz? MEHMET BIYIK: Divriğiliyim. Divriğili olmak bir özelliktir, güzelliktir. Kara Mahmut Mahallesi’nde doğdum.1948 doğumluyum. Ortaokul’u Nuri demirağ orta Okulu’nde okudum.Sonra, sivas’ta Sanat Okulu’nu bitirdim.İstanbul Yıldız teknik Üniversitesi mezunuyum.Makine Mühendisiyim. Mezun olduktan sonra bir süre Sivas’ta Karayollarında çalıştım. Sonra İstanbul’da 5 yıl kadar özel sektörde çalıştım. Daha sonra kendi işimi kurdum. Sanayiciliğe başladım. MUSTAFA TARAKÇI: Tarih verecek olursak? MEHMET BIYIK: 1972’de mühendis oldum. 91 yılında yedek parçacılık üzerinde, Karaköy’de serbest ticarete başladım.Daha sonra bir gurup, çoğu Divriğili arkadaşla Düzce’deki ,İTO Kilit Fabrikası’nı satın aldık. 16 yıl bu fabrikayı işlettik. MUSTAFA TARAKÇI: Bizim Divriğililer daha çok Kale Kilit’i tanır, İTO KİLİDİ pek tanımayız. Aynı şeyler mi üretiyordunuz? Aranızda rekabet var mıydı? (DEVAMI MÜTEAKİP SAYFADA) ÜCRETSİZDİR 15 OCAK 2013 SAYI: 43 MEHMET BIYIK: İTO’NUN %90 ürünü “ Kale Kilit” in ürünlerine benzerdi. Aramızda tatlı bir rekabet vardı ama farklı pazarlara yönelik satış yapıyorduk. Piyasada çeşitlilik yaratıyorduk. Sonra bu fabrikayı elden çıkardık. Yabancı bir şirkete devrettik. MUSTAFA TARAKÇI: Peki gelen parayı ne yaptınız? Nereye yatırdınız? (Gülüşmeler) MEHMET BIYIK: İthalata başladım. Uzak doğudan, İtalya’dan ithalat yapıyoruz. 2 oğlumda işin içinde. Asıl onlar işi yürütüyorlar. Ben koordinatörüm. Kendi adımıza yurt dışında mobilya, metal mobilya aksamı üretiyoruz. Yaylar, menteşeler, mobilya aksesuarı... Çin’den ithal ettiğimiz mallarda oluyor. Çoğunlukla yurt dışında ürettiğimiz kendi mallarımızı pazarlıyoruz. MUSTAFA TARAKÇI: Marka adınız ne Mehmet Abi? Kusura bakma samimiyetimize sığınarak “Abi” diyorum. “Bey” demek aramızı açıyor gibi! MEHMET BIYIK: Yok, dediğin gibi ben memnun oluyorum. Divriği’de biz “Abi”, “Dayı”, “Amca” tabirlerini çok kullanırız. Markamızın adı “FORS”. 7-8 pazarlamacımız var. Gaziantep, Ankara, İzmir Bölge Pazarlama sorumlularımız var. Onlara bağlı elemanlar hırdavatçılara mallarımızı ulaştırıyorlar. MUSTAFA TARAKÇI: Birden iş âlemine girdik. Ben “Bıyık” ailesinden biraz daha söz etmek istiyorum? MEHMET BIYIK: Babam şoför, Sabri Bıyık. Ben Sabri Bıyık’ın oğluyum. Abim Yusuf Bıyık halen Divriği’de nakliyecilik ve inşaat malzeme satışıyla uğraşıyor. MUSTAFA TARAKÇI: Ben Yusuf Abi’yi, marangoz Fatih Bıyık’ı iyi tanıyorum. Yusuf Abi çay ısmarlamadan bırakmazdı. Sohbeti tatlıydı. Fatih’te Divriği’de yegâne marangozumuz. MEHMET BIYIK: Mustafa Bey, Divriği’ler güzel insanlardır. Birbirleriyle dalaşmazlar, kıymet bilirler, hoşgörülü, geçimli insanlardır. Ben bir şeyi söylemeyi unuttum: Mezun olur olmaz iş bulamadım. Az parayla da çalışmak istemedim. Divriği’ye eve döndüm. Kamyon şoförlüğü yapmaya başladım. Annem bir gün bana: “Oğlum, komşular senin için okulu bitirememiş, mühendis olamamış diyorlar; git kendi işini yap!” dedi. Onun üzerine Sivas’ta kara yollarında mühendis olarak göreve başladım. Sonra İstanbul iş hayatı başladı. 2 oğlum var, 2’side işin başındalar. Evlendiler, gelinimin biri Amerikalı, çocuklar Beykoz Acarkent’te biz Erenköy’de oturuyoruz. İş yerimiz Kurtköyde... MUSTAFA TARAKÇI: Mehmet Abi, sizinle İstanbul’da Divriği Çalıştay’ ında, Sivas Hizmet Vakfında beraber oluyoruz. Divriği sevdanızı yakından bilenlerdenim. Divriği sizin için ne ifade ediyor? MEHMET BIYIK: Divriği’de olmak bir ayrıcalıktır. Divriği’nin her tarafı aynı özellik ve güzelliktedir. Karamahmut, Arhusu, Erşün, Güllübağ, İmamoğlu, Abuçimen fark etmez... Köylerimizde Divriği’den ayrılmaz bir parçamız! Divriğililer kendilerini memleketlerine borçlu hissederler. Bizde vefa borcu gelişmiştir. Divriği’ye hizmet etmek yalnız para vermekle de olmaz. Sizde önemli bir hizmet veriyorsunuz. Büyük hizmet veriyorsunuz.... 15 OCAK 2013 SAYI: 43 SAYFA 5 Divriği’yi bu günkü durumundan daha ileriye götürecek gayret ve uğraş işinde olmalıyız diye düşünüyorum. MUSTAFA TARAKÇI: Bu güzel düşüncelerinize katılmamak mümkün değil. Aynı duygular içindeyiz. Bizimde Divriği’de evimiz, bahçemiz, dükkânımız, babamızın, ecdadımızın mezarı var. Komşularımız, akrabalarımız var. Bende elimden geldiği kadar, dilimin döndüğü, kalemimin yazdığı kadar Divriği’ye hizmet etmek istiyorum. MEHMET BEY: Divriği’de sanayileşmekten çok tarım, hayvancılık, turizm konusunda bir şeyler yapmak lazım! Bu konuda Divriği’deki hemşerilerimizle hemfikir olmamız lazım! Onlara bu konuda gerekirse ilave eğitim vermek, yönlendirmek lazım. Sivas’ta epey bir süre yaşadım. Sivas’a göre iklimimiz çok güzel. Tarım var hayvancılığa iklimimiz müsait. Eskiden evlerde en az 1er inek, birkaç tavuk vardı; bunlar tarihe karıştı. Ama bu eksikliği kapatacak yeni yöntemler geliştirmeliyiz. Üretimden uzaklaşmamamız lazım. MUSTAFA TARAKÇI: Divriği’nin ekonomik kalkınmasında motor güç olarak halkı yönlendirme açısından Kaymakam Bey’i mi yoksa Belediye Başkanı’nı mı önde görürsünüz? MEHMET BIYIK: Kaymakam Bey devletin temsilcisi. Onun görevi ayrı. Bana göre Belediye Başkanı Divriği’nin sahibi olmalı. Hepimizin önüne düşmeli. Ne yapılacaksa ona önder olmalı. Sivas’taki kurum ve kuruluşlarla irtibat halinde olmalı. Kaymakamlarda ilgili olabilirler, ama bana göre Belediye Başkanları bu konuda daha ilgili olmalı. MUSTAFA TARAKÇI: Bizde olabildiğinde Divriği’nin sorunlarına dikkat çekmeye çalışıyoruz. Kamuoyunu yönlendirmeye gayret ediyoruz. Son olarak zannederim okudunuz Yeni Divriği İnternet gazetemizde TOKİ’NİN DİVRİĞİ’DE YAPACAĞI 8 KATLI APARTMANLARA DİKKATİ ÇEKTİK. MEHMET BIYIK: Okudum. Duyarlılığınızı tebrik ederim. Bana göre de hem 8 kat, hem de seçim yeri problemli. İstasyon bölgesi, Arhusu etekleri, Güllübağ bölgesi, TOKİ inşaatları için bana göre daha uygundu. Arsa parası vermeyelim diye ulaşım sorunu yaratmaya gerek yok. Zaman içinde vatandaşa o daha pahalıya mal olacak. Bademlik bölgesi yamaç, kışın 5 derece soğuk, yazın 5 derece serin olan yerler. SAYFA 5 İrtibat: [email protected] Yol sıkıntısı var. Divriği’de üniversite ve yüksekokul öğrencisi ağırlamakta çok önemli. 2000 öğrenci kapasitesine ulaşılırsa çok iyi olur. MUSTAFA TARAKÇI: 10 yıl sonra Maden verimli olmaktan çıkacak. 500-600 kişi işsiz kalacak veya başka yerde işine devam edecek. Bu nedenle Divriği’nin eğitim ve kültür şehri, turizm şehri olması önem arz ediyor. Bu konuda olumlu gelişmeler var. CÜREK’in yeniden kazanılması, Sağlık Bilimleri Meslek Yüksek Okulu açılması ve yeni hastane ile entegre çalışması gibi önemli gelişmeler var. Turizm konusunda da malumunuz Safranbolu, Beypazarı’nı örnek alıyoruz. Bu konuda neler söylemek istersiniz? MEHMET BIYIK: Divriği’nin konaklama yerine, iyi bir yemek yerine, temiz tuvaletlerine ihtiyaç var. Bazı iş adamı dostlarım var. Onların misafiri olup memleketlerine gidiyorum. Bende onları Divriği’ye davet etmek istiyorum. Ama nerede yatacaklar? Nerede yemek yiyecekler? Çarşıda tuvalet yeri olarak mahcup olur muyum? Diye, düşünmeden edemiyorum. Temiz ve bakımlı bir tuvalette çok önemli. MUSTAFA TARAKÇI: “Divriği Hizmet Vakfı” gayretlerimiz var. Mahir Hoca’mızın önerisi ile bir hazırlık başlattık. Böyle bir oluşumun fikri çatısını oluşturuyoruz. Bu vâkıfa bağlı çarşı içinde konaktan bozma güzel bir mekanda lokanta ile Cürek’te 5-6 lojmanı Apart Otel’e dönüştürerek bu vakfın kontrolüne sokmayı düşünüyoruz. Sizin de Divriği’ye okul yaptırma düşünceniz var. Bu herhalde “Turizm Otelcilik Yüksek Okulu” olacak? MEHMET BIYIK: Her insan kendi ismini taşıyan bir okul olmasını ister. Divriği’ye bir okul daha kazandırmak gayreti içindeyiz. Milli eğitim ve üniversite ile görüşmelerimiz devam ediyor. Henüz bir karara varmış değiliz. MUSTAFA TARAKÇI: Bizde 2 yıldır “Yeni Divriği İnternet Gazetesi” çıkarmanın gayreti içindeyiz. Divriğilileri Divriği’den uzaklaştırmamaya çaba gösteriyoruz. Görebildiğimiz sorunlara dikkati çekiyor, has bel kader kimi zamanda çözüm önerileri sunuyoruz. Sizde iyi bir Yeni Divriği İnternet Gazetesi okurusunuz. Bu konuda değerlendirmenizi merak ediyorum? MEHMET BIYIK: Sizin bu hizmetiniz küçümsenemeyecek bir hizmet, çok önemli. Divriği ile ilgili önemli konuları gündeme getiriyor; halkımızı bilinçlendiriyorsunuz. Sizinde bu gayretiniz bana göre okul yaptırmak kadar önemli! Bu nedenle sizi kutluyorum. MUSTAFA TARAKÇI: Çok teşekkür ederim. Lütfedip geldiniz, zaman ayırdınız, birlikte güzel bir akşam yemeği yedik. Divriği için güzel düşüncelerinize bir Divriğili olarak teşekkür etmeme lütfen izin veriniz. İyi ki varsınız! Divriği için çarpan kalbiniz yorulmasın, daha nice yıllar çalışmaya devam etsin... MEHMET BIYIK: Divriği ve Divriğililere hizmet ettiğiniz için bende size teşekkür ederim. Maddi, manevi her konuda yanında olduğumu bilmenizi isterim. MUSTAFA TARAKÇI: Tekrar teşekkür ederim. ÜCRETSİZDİR 15 OCAK 2013 15 OCAK 2013 SAYI: 43 SAYI: 43 SAYFA 6 SAYFA6 İrtibat: [email protected] ÜCRETSİZDİR 15 OCAK 2013 SAYI: 43 SAYFA 7 NURİ DEMİRAĞ VE AİLESİ (ÖNCEKİ ANLATIMIN DEVAMI) GAZETECİ MEMET AMCA (9/1) Aşağı çarşının renkli bir siması olma özelliğini uzun yıllar korumuştu Gazeteci Memet Amca. Ufak tefek bir adamdı ve başındaki kasketi nasıl taşıdığına hayret edeceğiniz kadar da cansız görünümlüydü. Divriği’nin tek gazetecisiydi ve bence bu işe layık, bu işi en iyi yapabilecek insanda oydu. İyi insanlar, kendiişlerini en iyi yapan insanlardır... Boyacı, ayakkabıyı iyi boyuyor, çoraplara siyah dağıtan süngerden pay ayırmıyorsa ve ayakkabılar yüz metre öteden, ben buradayım dercesine pırıl pırıl parlıyorsa boyacı hedefine ulaşmış demektir. Gazeteci Memet Amca, bütün müşterilerin hangi gazeteyi aldığını çocuğunun ismi gibi iyi bilir,müşteri uzaktan göründüğünde gazetesini hazırlardı. Gazeteleri, dergilerin birçoğunu okur, siyasetten, tarihten, yeni keşiflere kadar birçok konuda fikrinden istifade edilirdi. Bu kadar çok gazete ve dergi, okumaktan bihaber insanların elinde olsaydı acırdım doğrusu.Müşteri olmadığı zamanlar onu daima bir şeyler okur vaziyette görürdünüz.Bu yüzden çok okumaktan olsa gerek gözleri her zaman biraz kanlı,kirpikleri seyrek ve cansız dururdu. Küçücük dükkana çeşit çeşit gazete ve dergiyi sığdıramaz, karışıklıktan kendini kaybedecek gibi olurdu.Bir de gazete iadelerini zamanında yapmadığı için midir nedir,dükkan bazı günler daha da dolu olur,kendi bile içeri giremez dışarıdan satış yapardı. Gazeteci deyince, Divriği’nin tek posta arabası sahibi Fahri Amcayı, Kurugöllügilin Fahri Amcayı unutmamak lazım. Divriği’ye öğlen saatlerinde gelen Posta Trenini bekleyenlerin içinde mutlaka Fahri Amca da olurdu. En az 1.90 boyunda, ince,sarı saçlı,yeşil veya mavi gözlü,kırmızı yüzlü bir adamdı...Daha sonraları kovboy filmi seyrettiğimde hep bu posta arabası ve Fahri Amca aklıma gelmiştir. Biriktirdiği 56 Osmanlı altınıyla sigara kâğıdı üretimi işine girdi. İlk Türk sigara kâğıdını, "Türk Zaferi"ni üretti. İşgal İstanbul'unun acı ve karanlık günlerinde "Türk Zaferi Sigara Kâğıdı" kalitesiyle çok beğenilip rağbet gördü ve Mehmet Nuri Bey'e iyi bir gelir sağladı. Ama iş hayatında asıl başarıyı Cumhuriyet'in ilanından sonra yakaladı. 1926 yılında, demiryolu yapımıyla görevlendirilen Fransız şirketi üstlendiği işi bırakınca, girişimciliği sayesinde aslında hiç anlamadığı bu işi üstlendi. Devlet memuru olarak çalışan kardeşi Abdurrahman Naci Bey'i memurluktan istifa ettirdi ve birlikte çalışmaya başladı. 1931 yılında, "Boğaz Köprüsü" projesini başlattı, bu iş için Amerika'dan konusunda uzman mühendisler getirtti. Dört yıl sürecek çalışmalarının sonucunu yaver Salih Bozok aracılığıyla Atatürk'e sundu. Ancak bu proje reddedildi. Bu durum bile Mehmet Nuri Bey'i durduramadı. Önce Samsun'dan Erzurum'a kadar demiryolu yaptı. Arkasından Fevzipaşa-Diyarbakır, Afyon-Antalya, Sivas-Erzurum, IrmakFilyos hatlarında 1012 kilometrelik demiryolu inşa etti. Bursa'da SümerbankMerinos Fabrikası'nın yapımına girişti. Aynı yıl Atatürk başarılarından dolayı ona ve kardeşi Abdurrahman Naci Bey'e "Demirağ" soyadını verdi. Ardından İzmit Seka Kâğıt Fabrikası'nın temeli atıldı. İstanbul'a yapılacak olan meyve-sebze hali inşaatı da Demirağ kardeşlere verildi. Mesude Demirağ'la evlenen Mehmet Nuri Demirağ'ın zaman içinde Galip ve Kayı Alp adlı iki oğlu, Mefkure, Şukufe, Süveyda, Süheyla, Gülbahar ve Turan Melek adlarında kızları dünyaya geldi. Havacılık literatürüne girdi 1936'da, Beşiktaş-Serencebey'deki evde "Nuri Demirağ Uçak Atölyesi"ni kurdular. Fabrika için de doğdukları şehri, Divriği'yi düşündü. Ama hesapları tutmadı. İki kardeş arasında siyaseten de bir ayrılık baş gösterdi. Mehmet Nuri Demirağ, Türk havacılık sanayisinin ilk temellerini tek başına atmış oldu. Besiktaş-Barbaros Hayrettin Paşa İskelesi'nin yanında Tayyare Etüd Atölyesi'ni kurdu. Bu atölye kısa bir sürede dev bir fabrika haline geldi. Yeşilköy'de Elmas Paşa Çiftliği'ni havaalanı yapmak üzere satın aldı. Burada 1000x1300 metre boyutlarında düz bir havaalanı yaptırdı. Bunun bir benzeri sadece Hollanda Amsterdam'daydı. Türk Hava Kurumu 1937-38 yılı içinde yeni fabrikaya 10 okul uçağı ve 65 planör siparişi verdi ama daha sonra bilinmeyen nedenlerle Mehmet Nuri Demirağ'ın fabrikalarına sipariş vermiş olduğu bu uçakları almaktan vazgeçti. Bu arada üretilen uçaklar dünya havacılık sektöründe, yolcu uçakları kategorisinde A sınıfına alınmıştı. 1942'de, sadece inşaatını üstlendiği Sivas Çimento Fabrikası hizmete girmişti. Hükümetten gereken desteği alamayan Mehmet Nuri Demirağ'ın memleketi Divriği'de yapmayı planladığı Gök Üniversitesi, 100 bin kişilik Sanayi Kenti, Örnek Köy Projeleri hep kâğıt üzerinde kaldı. 1944 yılında, Demirağ'a ait uçak pisti, fabrika ve etüd merkezinin bulunduğu alan istimlak edildi. Bunun üzerine Mehmet Nuri Demirağ, 1945'te çok partili hayata geçişte Milli Kalkınma Partisi'nin kurucuları arasında yer aldı ve genel başkanlığını üstlendi. Parti 1946'da, ilk çok partili seçimlere katıldı ancak başarı gösteremedi. Demirağ, 1948'de, Milli Kalkınma Partisi'nin propagandasını yapmak için bir radyo istasyonu kurmak istedi fakat buna da izin verilmedi. Demirağ'ın partisi günden güne eriyerek siyasi hayattan tamamen silindi. Milletvekilliği hevesinden vazgeçmeyen Demirağ, 1954 seçimlerinde Demokrat Parti'den Sivas'tan bağımsız aday gösterildi. Sivas milletvekili olarak TBMM'ne girdi.(son) TAM MANASI SAYI:43 İBRETLİK BU GENÇLERİ EVLERİNE GÖTÜRSÜNLER, DERSLERİNE ÇALIŞACAKLARMIŞ Cumhuriyetin 10. yıl balosunda Atatürk çok güzel dans eden genç bir çifte gıpta ile bakar. Danstan sonra da bu çifti sohbet için yanına çağırır. Önce hangi okulda okuduklarını sorar. Genç kız bir yabancı okulda okuduğunu söyler, sonra delikanlı ile ilgilenir, o da bir başka okulda okuyordur. Daha sonra Atatürk malum sorularını sormaya başlar: Sakarya Savaşı ne zaman oldu? Kurtuluş Savaşı’nı kaç döneme ayırabiliriz? Türk devriminin esası nedir? vb. Gençler kem küm etseler cevap veremeseler sorun kalmayacaktır; oysa gençler hem bilgisiz, hem de bilgisizliğini önemsemeyen bir şımarıklık içindedirler. “Efendim bize okulda yalnız Fransız devrimini okuttular. Türk devrimini hiç okutmadılar,” derler. Bunun üzerine Ata’nın yüzü değişir. O an bir şey söylemez ama aradan zaman geçtikten sonra gençleri tekrar yanına, oldukça sakin bir köşedeki bara çağırır. Orada onlara şunları söyler: “Bütün bu şenlik ve eğlence Kurtuluş Savaşı’nı ve Türk devrimlerini yapanların ya da bunlarda biraz çaba ve fedakârlık payı bulunanların hakkıdır. Siz savaşa katılmamış olabilirsiniz. Yaşınız buna müsait olmayabilir, fakat o işi yapanların arasına girebilmeniz için o işlerin nasıl yapıldığını bilmeniz gerekmektedir.” Daha sonra yaverine döner: “Bu gençleri evlerine götürsünler, derslerine çalışacaklarmış.” Emir derhal ve kimseye sezdirilmeden yerine getirilir ONU BİLDİĞİM İÇİN BÖYLE KONUŞUYORUM Atatürk bir akşam sofrasından aniden kalkar. Ankara Palas’ın sağındaki lokantaya gitmeye karar verir. Yanında Kılıç Ali de vardır. Lokantaya o günlerde Ankara’da bulunan Fransa’nın komiseri Ponçet de vardır. Kendisine hazırlanmış menüye oturmayarak salonun ortasına doğru yeni bir masa hazırlanmasını emreder. Masaya Ponçet’i de davet eder. Lokantaya daha sonra Nuri Conker ve Diyarbakır milletvekili Kazım Paşa da gelmişlerdir. Onları da masaya buyur eder. O günlerde Fransızların Hatay meselesinden dolayı zorluk çıkarmaları Atatürk’ü üzmektedir. Bir ara Fransız Ponçet’e dönerek “Hatay işi benim şahsi davamdır. Beni üzüyorsunuz, korkarım ki, beni bu meselenin halli için başka tedbirler almaya mecbur bırakacaksınız,” der. Atatürk bu sözleri oldukça yüksek sesle ve Türkçe söyler, önündeki herkes bu sözleri duyar. Orada bulunanlardan bir avuç ayağa kalkarak heyecanlı bir sesle, “Atam, üzülme, arkanda biz varız,” der. Bu sözleri işiten Atatürk sofradan gençlere doğru bakar,kaşları kalkmış, bakışları keskinleşmiştir.“Biliyorum çocuğum, onu bildiğim için böyle konuşuyorum,”der. Veranda: Ahşap çardak Müzakere: görüşme Vuslat: Sevgiliye kavuşma Hicran: Ayrılığın verdiği büyük üzüntü, keder Manidar: anlamlı Promosyon: Özendirme Delalet: kılavuzculuk, aracılık/iz Darülfunun: üniversite Ayaz: Kuru soğuk/avlu, açık arsa Azmettirmek: bir suçu veya işi yapmasına karar verdirmek 15 OCAK 2013 İrtibat: [email protected] SAYFA 7 ÜCRETSİZDİR 15 OCAK 2013 SAYI: 43 SAYFA 8 MUSTAFA TARAKÇI Yrd. Doç. Dr./ Em. Kur. Alb. Alb. [email protected] HADİ BAKALIM 2012’nin son gününde Ulusal gazetelerin birinde manşet olarak PKK/Kürt meselesi verilmişti: “Masada takvim var”deniliyor, ardından da şu ifadeler kullanılıyordu:”İmralı’yla yürütülen ve ana gündem maddesi PKK’nın silah bırakması olan temaslarda bir takvim belirlendi. Hedef 2013 yılının ilk aylarında kamuoyunun karşısına bir çözüm bildirisiyle çıkmak”. Öcalan’la 4 saat görüşülmüş;MİT yetkilileri hükümet adına örgüte silah bıraktırılması hedefiyle masaya oturmuş,;Öcalan ise “Örgütle doğrudan temas kurmam sağlanmalı, infaz koşullarım iyileştirilmeli”demiş... Derken,3 Ocak 2013 günü BDP Milletvekilleri Ahmet Türk ve Ayla Akad, İmralı’ya giderek Öcalan ile 2.5 saat görüştüler ve olup bitenleri Diyarbakır’da diğer partililerle paylaştılar. Büyük bir olasılıkla Ocak ayı içinde görüşmeler bir noktaya ulaşacak, Öcalan’ın belirleyeceği bir isim Kamuoyuna bir açıklamada bulunacak. Bu gelişmeler sağduyu sahibi, barış ve demokrasiden yana çoğu insanımızın yüreğine su serpti. “Anaların gözyaşları dursun, bunca kayıp yeter,1000 yıldır beraber yaşadığımız bu topraklar hepimizin müşterek vatanı, şu veya bu gerekçelerle kardeş kardeşin kanını döküyor. Bu ne dine ne de vicdana sığar. Emperyalistlerin kirli oyunlarına daha fazla gelmeyeli m,o tuzaktan çıkalım artık! 30 yıldır dökülen kan, harcanan para yeter ;” diyen insanlarımızın bu gelişmeleri memnuniyetle izlediğini tahmin ediyorum. Bunlardan biri de benim. AHMET YOZGATLI Öğretmen (E) Divriği Tabiat Varlıklarını Koruma Derneği Bşk. Yrd. DİVRİĞİ ÇALIŞTAYI Divriği Çalıştayı 2013 yılının ilk toplantısında Ankara’daki hemşehrilerimizle tanışma toplantısı yaptı. Toplantıya: İstanbul grubundan: Prf.Dr. Mahir Tevrüz,Tarihçi yazarımız Necdet Sakaoğlu, Mimar Basri Hamulu,Divriği Tabiat Varlıklarını Koruma ve Sosyal yardımlaşma Derneği Bşk. İhsan Çalapverdi,Ahmet Yozgatlı, Divriği Kültür Derneği eski başkanlarından Rıza Gürünlü,Divriği Gazetesi yayıncısı Yahya Kemal Bayar. Ankara grubundan: Divriği Vakfı Başkanı: Cemal Karahalil, Vakıf üyelerinden Muharrem Köse, Mehmet Diktaş, Baki Karahan, Muharrem Erdoğan. Ankara Kültür Derneği yönetim kurulu üyelerinden: Başkan Metin Aktan, Hasan Yıldız, Sencer Göktaş,Şahin Küçük, ve Akşam Gazetesi Cumhurbaşkanlığı Muhabiri Ali Ekber Ertürk katılmışlardır. Tanışmalardan sonra Prf.Dr. Mahir Tevrüz Divriği Çalıştayı neden kurulduğu ve projeleri hakkında bilgi verdi,daha sonra Divriği’nin yapılanması ve tarihi dokusu hakkında bilgi verdi.Divriği’nin geleceğinin turizm ve eğitimle olacağını belirtti.kendisinin eğitime ağırlık verdiği bu konuda Sağlık Bilimleri Meslek Yüksekokulu kurulması konusunda çalışmalar yaptığını,yeni yapılan hastanenin de bu konuda kullanıma açılabileceğini belirtti,ayrıca okul binasının yer konusunun halledilebilmesi için yapılan çalışmaları bildirdi. 15 OCAK 2013 SAYI: 43 İrtibat: [email protected] Yıllardır “Barış en büyük tasarruftur”,”Türk ve Kürt halkları kardeştir”diyorum. Misak-ı Milli’de Türk Halkı olarak, Anadolu’da yeni bir devlet kurmak istediğimizde, Kurucu Lider Gazi Mustafa Kemal, Kürtleri Araplardan ayrı tutmuş, onların bizim sınırlarımız içinde kalmasında büyük çaba göstermiştir. Lozan görüşmelerinde Kerkük- Musul bölgesinin milli sınırlarımız içinde kalma isteğinin temelinde bu düşünce de vardır. Mamafih istenen olmamış, Kuzey Irak’o günlerde İngilizlerin himayesine bırakılmıştır. Ancak, bugün artık dün değildir. Şiddetle bir yere varılamayacağı anlaşılmıştır. Et ile kemik gibi iç içe girmiş Türk ve Kürt halkı birbirinden ayrılmaz bir bütündür. Bir bölgede ayrılık olsa diğer bölgelerdeki Kürt varlığının geleceği meçhuldür. Bu gerçeğin herkes farkındadır. Demokrasi ve özgürlük adına ne verilebilecekse verilebilir. Dağdan inme, silah bırakma karşısında sembolik cezalar da anlayışla karşılanmalıdır. Tüm bunları söylerken bunca şehit kanı ne olacak? Şehit analara ne diyeceğiz? Gibi sorular akla gelebilir. Ancak şunu unutmayalım; bir dönem karşıdakilerin kayıplarına da insafsızca davrandık,”kelle” dedik,”leş” dedik, bunlar da doğru değildi.Onların kayıplar da bizim kayıplarımızdı.Kürtler şu veya bu şekilde eğitimine, istihdamına el atmadığımız yurttaşlarımızdı...Bu bağlamda kendimizi, kendi hükümetlerimizi sütten çıkmış ak kaşık göremeyiz. Son tahlilde şu noktaya gidilirse çok daha isabetli olur diye düşünüyorum: Sayın Başbakan sözün gelişi, BDP Milletvekillerini “kâğıttan kaplan” gibi görse de, onları gaileye almasa da bu doğru değil. Onlar seçimle meclise girmiş, halk temsilcileridir. Öcalan’da seçeceği sözcüyü BDP’den seçse isabet olur diye düşünüyorum.Selahattin Demirtaş veya Ahmet Türk bu temsil için uygun isimler.. Bu arada Kandil’i de ikna etme yolları aranmalıdır. Hadi Bakalım, kolay gelsin... Başınızı ağrıttım ama, bu konu üzerinde ne kadar dursak az. Bu bizim en büyük sorunumuz... İNANÇ, SİYASETİN KONUSU DEĞİLDİR. mustafa tarakçı Bu okulun yapılması için hemşerimiz Evkur şirketler gurubunun sahibi Hasan Kan ile yaptıkları görüşmelerde mutabık kaldıklarını söyledi. Turizm için, Turizm Meslek Lisesi ve Turizm Yüksek Okulu mutlaka açılmalı bu lise için Ticaret Lisesinin uygun olduğunu bildirdi. Bütün bu okulların öğrencilerinin yerleşecek yer olarak Cürek Öğrenci Yerleşkesi olarak yapılanması konusunda bilgi verdi. Basri Hamulu: Dünya 500 külliyesinin biri bizde, Türkiye’deki 16 Selçuklu camisinden biri bizde, Türkiye’de tek arslanbuçlu kalenin biri bizde, yine Türkiye’de en çok Kümbetin bizde olduğu belirterek Divriği’nin yapı dokusu hakkında bilgi verdi. Turizmin olabilmesi için o bölgede yatacak ve yiyecek konularının mutlaka halledilmesi gerektiği, Divriği de yatacak ve yiyecek yer konularının halledilmesi halinde zaten profesyonel turizm şirketlerinin kimseye ihtiyaç duymadan turist getireceğini belirtti. Necdet Sakaoğlu: Kümbetlerin Orta Asya da Kurgan kültüründen geldiği, kümbetlerdeki 8 köşeli olmasının 8 cenneti temsil ettiğini Divriği’deki kümbetlerin ve Kalelerin tarihçelerini günümüzdeki önemini anlattı Divriği de kaybettiğimiz değerler nelerdir? Hangilerini geri kazanabiliriz? Eldeki değerlerimizin korunması nasıl olmalı? Divriği turizme nasıl kazandırılır? Konuları hakkında bilgi verildi GÜZEL YURDUMUZUN ÜZERİNDE BARUT DUMANLARI DAĞILMALI, ÇİÇEK KOKULARI OKŞAMALI YÜZÜMÜZÜ... SAYFA 8 (Güneri Civaoğlu,Milliyet,13 Kasım 2012) ÜCRETSİZDİR 15 OCAK 2013 SAYI: 43 SAYFA 9 ŞENGÜL DURAN GENÇDAL Divriği ÖDP eski İlçe Bşk. [email protected] ''BİZ'' ve ''ÖTEKİLER'' ''BİZ'' ve ''ÖTEKİLER'' yaşamın her alanında tavırlarımızı belirleyen olgulardır. Günden güne körüklenen ve gıdasını en çok da siyasilerden alan bu ayrışma maalesef en çok yine ''BİZ'' ve'' ÖTEKİLERİ'' yaralıyor, bazen yaralamakla kalmıyor birer, onar, yüzer yok ediyor... Öteden beri süregelen yanılgılar hiç değişmiyor. Tarihin tekerrürden ibaret olduğu kadar nefretten de ibaret olduğunu düşünmeden edemiyor insan. Geçmişten ne aktarıldıysa ne anlatıldıysa hiç sorgulamadan doğruluğundan emin olmadan, adeta babadan kalma miras düşüncelerle çocuklara bırakılacak kadar değerli görüldü yanılgılar. O canım çocuklara aşılandı bu zehirli düşünceler. Ne de olsa bugünün küçüğü ama yarının büyüğü olacaklardı. Kalıtsal, ezberletilmiş, geleneksel düşmanlıklar yaratıldı. İnsanoğlu da galiba var olduğundan beri en çok bu alışkanlıklarına ve geleneklerine sadık kalabildi yüzyıllardır. ''Kendi gibi düşünmeyeni ''ÖTEKİ'' görme yanılgısı...Kendinden olmayan her topluluğa her düşünceye her türlü zulmü, zafer olarak gördü ''BİZ''.Bir yerde çoğunluk demekti, güç demekti ''BİZ''… Ve bunun sarhoşluğunu hep sapıtarak yaşadı tarih boyunca. Akıl almaz davranışlar içerisine girdi ve zulmün bütün fantezilerini yaşadı, yaşattılar. ''ÖTEKİ'' nin hep sürgün yaşaması bundandır. Sürgün yaşamak istemeyenler boynu bükük ''BİZ''oldular. Bu hep böyle sürdü sürüyor. Eleştirel bir çabaya kalkışmadan, yenilenme ve yorumlamadan çok uzak, bütün gayretler kendi ''BİZ''imizin haklılığını ispatlamak için oldu hep. Tamamen eşitlik anlayışından uzak kin ve nefret temelli, ''BİZ'' ve öteki olmanın aşırı incinmişliği, kırılganlığını ve kızgınlığını içinde ve yüzünde taşıyan sahipsiz ve savunmasız bırakılan ''ÖTEKİ'' KONUK YAZAR Kışın Ortasından Bakmayın siz kışın ortasından diye başlık attığıma; mevsim olarak tam ortasındayız ama durum öyle anlı şanlı, eski zaman kışlarından gibi de görünmüyor. Hava durumu raporlarına göre, kar yağışlı denilen günlerimizde bile, uzun süre, güneşle bulut, harmandalı oynayarak dolandı tepemizde. Sanki böyle yaparak işinin uzmanı hava tahmincilerinin yalanını çıkaracak. Mucidi kimdir bilemiyorum ama kış için, nicedir dikkatimi çeken bir ifade dolaşmaya başladı medya dünyamızda: Beyaz kabus. Kar’a kabus. Beyaz zulüm. Olumsuz hava şartları. Memleket kara teslim oldu, vs. Sormak istiyorum bu ibareyi uyduranlara: Allahaşkına ocak ayında, şubat ayında şeftali çiçekleri mi açmalı, güller tomurcuğa mı durmalı? Ekin mi derilmeli, denize mi girilmeli? Öteden beri denilmez mi, kış kışlığını, kuş kuşluğunu yapar diye. Dört mevsim niye var olmuş? Dünya var olalıberi şaşmaz bir nizamda süren baharlar, güzler, yazlar, kışlar, döneminin getirdiği doğal halleri ortaya koymayacak da ne yapacak? Bir başka deyişle, olumsuz hava şartları tabirinin doğru olması için bunun tam tersinin olması gerekmez mi? Harmana kar yağar, ilkbaharda ayva yetişir, sonbaharda çiğdemler çiçeğe durur, zemheride de gül şurubu kaynatılırsa işte o zaman durumda tuhaflık olur. Ekranlarımızdan izliyoruz. Daha kar dört parmak kalınlığında olmadan üstteki anlattığım gibi yaygaralar ortalığı kaplıyor. Beyaz kabus, olumsuz hava şartları, kara teslim ve benzerleri. Dünyaya yaşamak için gelmiş cümle canlının ihtiyacı için lazım gelen suyun kış hali değil de nedir kar? Yağmur da dolu da kar da suyun halleridir sonuçta. Dönemine, mevsimine göre biçim biçim yeryüzünü öpecektir. İnsana da hayvana da nebatata da can suyu olacaktır. Sorarım, barajlarımızın, ekinlerimizin, kış uykusuna yatanlarımızın yüzleri başka türlü nasıl gülecektir ki? Evet, öteden beri kış memleketinde yaşayanlar, altı ay karı buzu kalkmayanlar için durum pek kolay değildi ama bu hiç de kabus haline getirilmezdi. İrtibat: [email protected] Hem iktidar hemde muhalefet eliyle adeta beslenilip büyütülen bu iki kavram her ikisinin de her daim işine geldi. Maksat ayrıştırarak, kutuplaştırarak daha rahat siyaset alanları yaratmak. Bu iktidar içinde muhalefet içinde hep aynı oldu. Baskı altında tutulan insanlar, davranışları kısıtlanan toplumlar ne kültürel, ne sanatsal ne de sosyal alanda zenginlik gösteremezler. Kopyalanarak çoğaltılmış, birbirinin benzeri niteliksiz bir insan yığınından öteye geçemezler. Gündelik şiddetin içinde boğulan insanlar birde yönetimler altında ezilirler. Genele egemen olanlar kendi dışındaki düşünceleri, yaşam biçimlerini kendi egemenlikleri için hep bir tehdit olarak görürler.''ÖTEKİ''nin düşman, hain, istenmeyen olarak görülmesi bundandır. Böyle toplumlarda ''ÖTEKİ'' hiç bitmez. Hal böyle olunca da ''BİZ'' her zaman ayrıcalıklı bir yerde durur, üst kimlik görür kendini. Bu üst kimlik öyle bir beladır ki aslında kişiyi tüm değer yargılarından uzak tutar, bütün sözcükler fütursuzca dökülür ağzından, hiçbiri yerini, anlamını bulamamış sözcükler. Sevgiden, hoşgörüden uzak acıdan, gözyaşından bihaberdir. Yitip giden ''ÖTEKİ'' nin bir değeri yoktur ''BİZ'' için, adeta bir böcek gibi görür onu, ezilmesi yok olması gereken bir böcek. Hiç aklına bile gelmez oysa o da bir ananın çığlıklarıyla dünyaya gelmiş, bir babanın alınteriye büyümüş, umut olmuş yarın olmuş, kardeşleriyle, sevdiğiyle yeni bir bedene can olmuş... Aydınlık bir dünya için çok acil barış politikalarına ihtiyaç var fakat öyle görülüyor ki tüm dünyayı etkisi altına alan bu zulüm dalgası her şeyi yok ederek hızla yol alıyor. Geriye bir sürü yaşanmamışlıklar ,acı, gözyaşı ve kan bırakıyor. ''yaratılanı yaratandan ötürü sevmek'' lafta kalmasın kimsenin kimseden yok bir farkı .Bu dünya ezelden beri pek çekmiş insanoğlunun kahrını, asırlar süren savaşlar olmuş, insanlar hep göç etmek zorunda kalmış gittiği yerde kimliğini gizlemek zorunda kalmış zulmün karşısında hayatta kalabilmek için zalimin tarafına geçmiş. Taşlarla, sopalara başlayan tanklarla, tüfeklerle, gaz bombalarıyla, odalarıyla devam eden şimdilerde daha teknolojik aşamalarla yok etme politikalarına karşı söyleyecek bir tek sözüm var. Siz siz olun ne ''BİZ'' olun ne ''ÖTEKİ'' olun. İllaki bir saf tutacaksanız her zaman ezilenin, zorda olanın, darda kalanın, medet umanın yanında olun. Dünyada tadılacak en güzel duygu bu inanın. Geriye kalan herşey YALAN... DÜRÜSTLÜK, BİR YÖNETİCİDE BULUNMASI GEREKEN EN ÖNEMLİ VASIFTIR. GERİSİ TEFERRUATTIR mustafa tarakçı Odunun kurusunu, etin/bulgurun irisini de kışa saklamayı bilirdi insanımız, kış ortasında kardan tünellerle mektebine çarşısına gitmeyi de. Pekmezin en hasıyla kar helvası yapmayı da becerirdi, karın üstüne oturttuğu leğenler dolusu tel helvasını çekip çoluk çocuğunun, eşinin dostunun yüzünü güldürmeyi, ağzını tatlandırmayı da. Köklü bir kış hazırlığı yapan insanımız için artık geleneksel hale gelmiştir kilerlerin, odunlukların, kömürlüklerin -icap ettiğinden de fazla- doldurulması. Korkmaz öyle adam kapan soğuklardan; otur otur bitmeyen, “tükendi söz, karardı köz, kalkın gidin siz, yatacağız biz”li gecelerden. Tuzundan gazına, kemikli kıymasından çırasına her biri şeyini gücünün yettiğince kış için saklamayı becermiştir. Beyaz kâbus, kara kâbus ve benzerleri... Kenesinden domuzuna, kuş gribinden fare virüsüne envai tür kâbusun (!) türetildiği, evhamlı insanlar yığınağı haline getirildiğimiz bir zaman diliminde, canım kışa, canım kara dil uzatanları anlamakta zorlanıyorum. Geniş ailelerin tarihe karışması, dededen, nineden toruna intikal eden sözlü kültürün dumura uğramasıyla, iki adımlık okullara bile servis araçlarıyla gidilir hale gelinmişse, çocuklarımızın geleceği açısından durup düşünmeli diyorum. Ekran karşısına kilitlenip, sanal aileler, sanal dostlarla hemhal olalı, yirmilik oğlumuzun bahtiyarlığından, seksenlik ninemizin telli duvaklı izdivacını görmeye değin uzanan çizgideki çöpçatanlığımızın boyutlarını şöyle bir ele almalı diyorum. N’oldu bize? Daha düne kadar rahmet yağıyor diye yere göğe sığdıramadığımız, bereket diye bağrımıza bastığımız kara, yağmura nasıl dil uzatır olduk? Nasıl böylesine şikayetçi bir toplum haline geldik. Şükrümüz sabrımız hangi kovuğa saklandı? Kara kabus derken, masallarla, manilerle, bilmecelerle, şaşırtmacalarla bezeli sözlü kültürün birebir yaşandığı soba/ocak başı sohbetlerini mi göz ardı etmeli, tam anlamıyla doğal ürün olan kavurgaların, çirlerin, pestillerin resmi geçit yaptığı kış çerezlerini mi? Kartopu oyunlarını, özellikle de erkek çocukların üstünden inmediği kızakları, kardan adamları, eldivenleri, bereleri, atkıları, çilli yünle örülmüş hırkaları, su çekmiş botları, kar tatillerinde bile içeride oturamayıp karla güreş tutanları nereye oturtmalı ki? Ressamın tuvaline, fotoğrafçının objektifine, edibin kalemine, sevdalının yüreğine konuk olan, kışın sakalları gibi saçaklardan sarkan buzları, sıyırgı denilen aletlerle kürünen karları, bu mevsimde değil de ne zaman görmeli? Fatma Pekşen DİVRİĞİ’NİN KAYBEDECEK ZAMANI YOKTUR! 15 OCAK 2013 SAYI: 43 SAYFA 9 ÜCRETSİZDİR 15 OCAK 2013 SAYI: 43 Türkiye'de Bulunan 11 UNESCO Dünya Mirası 11/1 Kapadokya ve Göreme Milli Parkı (1985) Göreme ve Kapodokya Milli Parkı, 6 Aralık 1985 tarihinden bu yana doğal ve kültürel varlık olarak Dünya Miras Listesi'nde yer almaktadır.Kapadokya 60 milyon yıl önce; Erciyes, Hasandağı ve Güllüdağ’ın püskürttüğü lav ve küllerin oluşturduğu yumuşak tabakaların milyonlarca yıl boyunca yağmur ve rüzgar tarafından aşındırılmasıyla ortaya çıkmıştır.İnsan yerleşimi Paleolitik döneme kadar uzanmaktadır. SAYFA 10 İrtibat: [email protected] EN BÜYÜK 10 SAVAŞIMIZ ( Özet Bilgi) 1.MALAZGİRT MEYDAN MUHAREBESİ (1071) 2.KÖSEDAĞ SAVAŞI (1243) 3.ANKARA SAVAŞI (1402) 4.İSTANBUL’UN FETHİ (1453) 5.ÇALDIRAN MEYDAN MUHAREBESİ (1514) 6.MOHAÇ MEYDAN MUHAREBESİ (1526) 7.93 HARBİ (1887-1788) 8.ÇANAKKALE SAVAŞI (1915) 9. SAKARYA MEYDAN MUHAREBESİ (1921) 10. DUMLUPINAR ZAFERİ( BÜYÜK TAARRUZ) (1922) ANKARA SAVAŞI Hititler'in yaşadığı topraklar daha sonraki dönemlerde Hristiyanlığın en önemli merkezlerinden biri olmuştur. Kayalara oyulan evler ve kiliseler, bölgeyi Roma İmparatorluğu'nun baskısından kaçan Hristiyanlar için devasa bir sığınak haline getirmiştir. Kapadokya bölgesi, başta Nevşehir olmak üzere Kırşehir, Niğde, Aksaray ve Kayseri illerine yayılmış bir bölgedir. Volkanik tüften oluşmuş ilgi çekici manzara yapısı içerisinde Bizans Kilise mimarisi ve hristiyan tarihinden önemli bir devri sergilemektedir. Bölgenin özelliklerinden burada yaşayanlar savaşların etkilerinden, merkezi idarenin otoritesinden uzak kalmayı başarabilmişlerdir. Ana ulaşım yollarına uzaklığı ve engebeli bir alan olması, gizlenmek isteyen veya dini inzivaya çekilenler için uygun korunma yeri olmuştur. Manastır hayatı 3. yüzyıl sonları ile 4. yüzyıl başlarında başlamış ve hızla yayılmıştır. Manastırlar, kiliseler, şapeller, yemekhaneler ve keşiş hücreleri, depo ve şarap yapım yerleri bulunan mekanlar oyulmuş, duvar resimleri ile süslenmiştir. 15 OCAK 2013 SAYI: 43 Osmanlı sultânı Yıldırım Bâyezîd ile Tîmûr Han’ın 1402 senesinde Ankara’da yaptıkları muhârebe. Yıldırım Bâyezîd Han; Niğbolu zaferiyle Rumeli’de Osmanlı hâkimiyetini tesis ettikten sonra, Anadolu’da birliği sağlamak için harekete geçti. Bu niyetle Aydın, Menteşe, Karaman ve İsfendıyaroğulları beyliklerine son verdi. Ancak, bu beyliklerin başındaki beyler, Asya’da kuvvetli bir devlet kurup, batıya yönelen Tîmûr Han’a sığındılar. Aynı şekilde Tîmûr Han’ın hükümdarlığına son verdiği Karakoyunlu beyi Kara Yûsuf ile Tebriz hükümdarı Ahmed Bey de Yıldırım Bâyezîd’e sığınmıştı. Tîmûr Han’a sığınan Anadolu beyleri, Osmanlı sultânı hakkında; Tîmûr Han’ın önünden kaçan beyler de Yıldırım Bâyezîd’e Tîmûr’la ilgili olmadık şeyler söyleyip kötüleyerek, her İki müslüman Türk hükümdarının arasını açtılar. Tîmûr Han, Yıldırım Bâyezîd’e mektup göndererek kendisine sığınanların iadesini istedi. Yıldırım Bâyezîd, Tîmûr Han’ın isteğini kabul etmeyince savaş kaçınılmaz oldu. Tîmûr Han, kuvvetli bir ordu ile, Anadolu içlerine doğru harekete geçti. Bunu haber alan Yıldırım Bâyezîd de, İstanbul kuşatmasını kaldırarak, kuvvetlerini Bursa’da toplamaya başladı. Bursa’dan hareket eden Osmanlı ordusu, iki koldan yürüyerek Ankara önüne geldi. Bu sırada Tîmûr Han Sivas’ı ele geçirmişdi. Onun, Sivas’da olduğunu haber alan Yıldırım Bâyezîd, Akdağmadenî ve Kadışehri dağlık mıntıkasında mevzi almak istedi. İki ordunun öncü kuvvetleri Sivas ve Tokat bölgelerinde karşılaştılar. Tîmûr Han Kayseri’ye doğru yürüdü. Tîmûr Han, Bâyezîd’î kendisine doğru çekmek istediyse de duruma vâkıf olan Yıldırım Bâyezîd bu oyuna gelmedi ve yapacağı taarruzun zamanını bekledi. Tîmûr Han, Kırşehir üzerinden hızla Ankara önlerine gelerek kaleyi kuşattı. Kale muhafızı Yâkûb Bey, kaleyi şiddetle müdâfaa etti. Tîmûr Han, Osmanlı ordusunun geleceğini tahmin ettiği yolu iyice tahkim etti. Osmanlı ordusu ise onun hiç beklemediği taraftan ve tahmininden çok erken Ankara önlerine geldi. Osmanlı ordusunun merkezinde sultân Yıldırım Bâyezîd bulunuyordu.Sağ cenahta bulunan Anadolu birliklerine vezir Tîmûrtaş Paşa, sol cenahta yer alan Rumeli birliklerine şehzâde Süleymân Şah kumanda ediyordu. İhtiyat kuvvetlerinin başında da Şehzâde Mehmed Çelebi bulunuyordu. Osmanlı askerinin sayısı yetmiş binden fazla idi. SAYFA 10 Tîmûr Han, ordusunun merkezinde yer almıştı. Sağ cenaha üçüncü oğlu Mîranşah, sol cenaha ise dördüncü oğlu Şahruh Mirza kumanda ediyordu. Zırhlı otuz iki fil, ordunun önünde dizilmişti. İkiye ayrılmış olan merkez kuvvetlerin sağ tarafına Tîmûr Han’ın ikinci oğlu Ömer Şeyh Mirza, sol tarafına ise Emir Celâl İslâm kumanda ediyordu. Akkoyunlu sultânı Osman Bey ile Emîr Cihân Şah’ın tümenleri sağ cenahın önünde yeralmıştı. Mutahharten Bey, Karamanoğlu, Aydınoğlu, Menteşeoğlu, Germiyanoğlu, Saruhanoğlu ve Candaroğlu, sağ cenahta yer almışlardı. Çağatay sultânı Mahmûd Han, Timur’un yanında idi. Muhârebe günü sabah namazından sonra Yıldırım Bâyezîd, askerlerine veciz bir hitabede bulundu. Fakat karşı taraf da sünnî müslüman ve Türk olduğu için, askerin, hıristiyan ordularına karşı gösterdiği başarıyı gösteremiyeceği ortada idi. İki ordu, Ankara’nın kuzey doğusundaki Çubuk ovasında 28 Temmuz 1402 târihinde karşılaştı. Burada, o devrin en büyük kumandanlarından ikisi arasında târihin en büyük savaşlarından biri oldu. Fil görmemiş Osmanlı atları ürktü. Osmanlı ordusundaki Kara tatarların aniden Tîmûr tarafına geçmesi taarruz gücünü kırdı. Bu sırada Osmanlı ordusundaki Karaman, Candar, Germiyan, Aydın, Menteşe ve Saruhanlı sipahileri karşı tarafta bayrak açmış olan beylerini görünce, Tîmûr Han’ın tarafına geçtiler. Yıldırım Bâyezîd’in yanında az bir asker kaldı. Osmanlı ordusunun bir kısmı geri çekildi. Yıldırım Bâyezîd gün batarken üç bin kişi ile Çataltepe’de muhârebeye devam ediyordu. Burada süren üç saatlik vuruşmadan sonra mağlûbiyeti anlayınca etrafındaki askerleri yararak kurtulmak istedi. Yıldırım Bâyezîd’in atı yaralanınca oğlu ile beraber esir alındı. Tîmûr Han kendisini iyi karşıladı ve tesellide bulundu. Bir Osmanlı pâdişâhına yaraşır şekilde, izzet ve ikrâmda bulundu.Ancak, esaret zilletini çekemeyen Yıldırım Bâyezîd Han, kederinden ve nefes darlığından kırk dört yaşında vefât etti. Tîmûr Han ölüm haberini alınca; “Yazık oldu, büyük bir mücâhid kaybettik” demekten kendini atamadı. Ankara savaşı ortaçağın en büyük meydan muhârebesidir. İki yüz binden fazla Türk askeri birbiri ile savaşmıştır. Anadolu topraklarında iki müslüman devlet arasında yapılmış olan büyük meydan muhârebelerindendir. Ankara savaşının önemli neticeleri arasında; Anadolu-Türk birliğinin parçalanması, Bizans ve İstanbul fethinin elli yıl daha uzaması ve Osmanlı Devleti’nin gelişmesinin en azından yarım asırdan daha fazla gecikmesi sayılabilir. ÜCRETSİZDİR
Benzer belgeler
Yeni Divriği Gazetesi SAYI-50
geçmiş yıllara oranla azalan keklik populasyonunun
artacağını düşünüyoruz. Özdemir, sürdürülebilir bir yaban
hayatı için bu tür çalışmalara önem verdiklerini kaydetti.
Yeni Divriği Gazetesi SAYI-25
Ama dinden başka tarih, ortak geçmiş, gelenek görenekler,
güzel sanatlar, ahlak, hukuk, vatan sevgisi, yaratılan ortak
edebiyat, müzik, tiyatro, sinema, ortak hukuk içinde
yaşama, alınan benzer ter...
Yeni Divriği Gazetesi SAYI-42
Ulucamii ve Şifaiye için yazılır, kapı tokmakları için yazılır,
çeşmeler için yazılır, tavanlar için yazılır… Dağları, Maden’i, taş
kültürü için yazılır. Yetmez, türbeler için, konaklar için, sokak...